Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü / Department of Radio, Cinema and Television
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/6824
Browse
Browsing Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü / Department of Radio, Cinema and Television by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 33
- Results Per Page
- Sort Options
Publication “A AY” VE “BAL” Filmlerinde Çocuğun Ölüm Kavramını Nasıl Anlamlandırdığı Üzerine(Kesit Akademi Dergisi, 2017-03) Akdaş, Cangül; 250968Ölüm, insanlığın var oluşundan bu yana onu tıpkı bir gölge gibi takip etmektedir. Bu gölge, yaşamla aynı olmasına ve yaşamın ardında kalmasına rağmen kişinin bir bütün olmasını sağlamaktadır. İnsanoğlu, yaşamın anlamını aslında tam tersini yani ölümü düşünerek sorgulamaktadır. Bu sorgulamayı da yaşamının çeşitli dönemlerinde ölüme farklı bakış açısı sunarak gerçekleştirmektedir. İnsanoğlunun yaşam ve ölümü anlamlandırma çabasını, yaşamı yansıtan sinemada da görmek mümkündür. Bu çalışma; A Ay (Reha Erdem, 1988) ve Bal (Semih Kaplanoğlu, 2010) filmlerini ele alarak çocuğun ölümü ne şekilde algıladığı ve ölüm kavramını nasıl anlamlandırdığını açıklamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda araştırmada incelenen A Ay ve Bal filmleri, göstergebilimsel metodoloji ve söylembilim yöntemi kullanılarak çözümlenmiştir. Sonuç olarak; araştırmanın sınırlılığı kapsamında, her iki filmde de ölüm kavramının, çocuk tarafından gitmiş olma olarak algılandığını söylemek mümkündür.Publication Aile Kurumundaki Hegemonik İnşanın Parodik Yıkımı: Force Majeure(Mardin Artuklu Üniversitesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞSinemasal anlatılara kaynaklık eden edebi türler, aynı zamanda ilgili anlatının analiz aşamasında da bir yol haritası çizmektedir. Ruben Östlund’un yönetmenliğini yaptığı Force Majeure (Turist - 2014) isimli filmi anlatı analizi yöntemiyle çözümlerken; bu analize kaynaklık eden yazınsal tür olarak parodiyi incelemiştir. Kaynağı Antik Yunan’a dayanan ve önceleri basit anlamda “alaycı taklit” olarak yorumlanan parodi, 1960’lı yıllardan itibaren metinlerarasılık kavramı ile birlikte ele alınmış ve parodinin hedef metin ya da tema ile kurduğu ilişkinin, mizahi yönüne ek olarak eleştirel bir nitelik taşıdığı görüşü ortaya konulmuştur. Bu değerlendirme, parodiyi, “alaycı taklit” tanımından çıkarmış, kültürel ve ideolojik örüntüler üzerinden analiz edilmesine olanak sağlamıştır. Çalışmanın kuramsal çerçevesi, parodinin anlatısal kurulumuna, hedef metin-üst metin ilişkilerine ve parodik dönüşümün söylemsel araçlarına odaklanarak şekillenmiştir. Force Majeure filminin anlatısal kurulumunda, hedef metin ya da tema olarak seçilen aile kurumundaki hegemonik inşa ve toplumsal cinsiyet rolleri, anne ve baba üzerinden şekillenen bir kriz anlatısı odağında, parodik bir tutum ve ironik bir söylemle ele alınmıştır. Bu söylem doğrultusunda parodik dönüşümle şekillenen üst metin aracılığıyla, aile ve toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını çizen patriarkal sistemin hegemonik iktidarına sarsıcı bir mizahla yaklaşıldığı ve bu iktidarın parodik bir yıkıma uğratıldığı saptanmıştır.Publication Başlangıç Filminde Psikanalitik Öğeler Ve Rüya Olgusu(Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 2011) Ormanlı, Okan; 108048İnsan beyninin bir ürünü olan rüya olgusu birçok sanat dalını olduğu gibi sinema sanatını da etkilemiştir. Çoğu zaman, sinema sanatının rüyalardan etkilendiği ya da sinemanın kendisinin bir rüya fabrikası olduğu yorumları yapılmıştır. Rüya olgusunun bilimsel ve kapsamlı bir biçimde ele alınması ancak 19.yüzyılın sonunda bilim adamı Sigmund Freud ve onun psikanaliz kuramıyla mümkün olmuştur. Freud’un rüya yorumları alanında ağırlık verdiği, kişisel bilinçaltıyla ilgili görüşleri birçok kuşağı derinden etkilemiştir. O tarihten günümüze neredeyse her rüya çalışması, yorumu veya analizi, Freud’a yapılan referanslarla gerçekleştirilmiştir. Freud sonrası çalışmalarda da çok sayıda anti tez ileri sürülmüş ve Freud sıkça eleştirilmiştir. Bu çalışmada 2010 yılı Hollywood yapımı Başlangıç filmi ve filmdeki rüya olgusu ele alınacaktır. Bu bağlamda film üzerinden sinema-rüya ilişkisi sorgulanacak, eser psikanalitik çözümleme yöntemiyle irdelenecektir.Publication Bourdieu’nun toplumsal alan kavramsallaştırması doğrultusunda, “The Square” filmi üzerinden çağdaş sanata eleştirel bir bakış(2019) Taş Öz, Perihan; 11198220. yy’m en önemli sosyologlarından biri olan ve toplumsal kuram doğrultusunda önerdiği yöntem ve kavramlarla en çok tartışılan isimlerden biri haline gelmiş Pierre Bourdieu, “habitus”, “sermaye” ve “alan” kavramları ile kendinden önceki sosyologların çizmiş olduğu ana akım sosyolojinin temel sınırlarının yeniden sorgulanmasına sebep olmuştur. Bourdieu alan kavramını; iktisadi, eğitim, din ve sanat alanı gibi başlıklar altında ele almış, her bir alanın kendine ait bir potansiyel ve değeriendirme biçimi olduğunu belirtmiştir. Toplumsal alanın ise farklı sınıfsal katmanlar ve özneler açısından değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmış, bu alanı simgelemesi bakımından “oyun” metaforunu tercih etmiştir. Bourdieu’ya göre oyunun oynandığı yer toplumsal alan, bu oyunu oynayanlar ise toplumu oluşturan farklı özne ve katmanlardır. Bourdieu’ya göre sanat eserleri, toplumsal alanda oynanan oyunun özneler bağlamında nasıl bir etki yarattığını ortaya koyması bakımından önemli bir temsiliyete sahiptir. Çalışmanın merkeze aldığı 2017 yılı yapımı, İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un yönetmiş olduğu The Square (Kare) isimli film, Bourdieu’nun toplumsal alan ve oyun kavramlarını çağdaş sanat tartışmaları üzerinden yeniden düşünmemize olanak sağlamaktadır. Anlatının ana karakteri olarak Christian isimli bir kiiratörü seyirci karşısına çıkaran Östlund, ilk bakışta bu karakterin hikayesini anlatıyormuş gibi görünse de aslında gösterilmek istenen bir oyun alanının içinde hapsolmuş bir birey ve bir çağdaş sanat müzesi olan bu oyun alanının, toplumsal alandaki çatışmalara ayna olduğudur. Bu çatışma, film anlatısında güven sorunu ve beraberinde ikiyüzlülük kavramları üzerinden aktarılmakta; arka planda ise çağdaş sanat ve ilgili özneler arası ilişkiler ustalıkla sorgulanmaktadır. Filme adını veren sanat projesi “Kare”nin toplumsal alandaki dengesizlikleri gidereceği beklenirken, aksine çatışma ve ayrışma daha da belirginleşmektedir. Çalışma, Bourdieu’nun sanat ve toplumsal alan ile oyun metaforu üzerine geliştirdiği temel öngörülerinden hareketle, 77ze Square filminin çağdaş sanata olan eleştirel tutumunu analiz etmeyi amaçlamaktadır.Publication Dijital Çağın Kara Aynası: Black Mirror(2018-10) Ormanlı, Okan; 10804821. yüzyılın başından itibaren analog çağ yavaş yavaş sona ererken, dijital çağ her alanda hakimiyet kurmaya başlamıştır. İnternet altyapısı önceleri askeri bir gereklilik olarak ortaya çıkıp, kısıtlı olarak kullanıma açıkken günümüzde insanlar internetsiz bir yaşamı hayal edemez hale gelmişlerdir. Dijital teknolojilerin, kullanım oranına göre göreceli olarak daha rahat satın alınıp, kullanılıp, fazla tüketilir hale gelmesi, sosyal ve kültürel açıdan ölçülmesi ve incelenmesi gereken etkilere yol açmaya başlamıştır. 2O.yiizyılın bilimsel buluşları ve teknolojik gelişimi belirli aralıklarla gerçekleşirken, sinema, edebiyat ve daha sonraları televizyon da bu gelişmeleri ve olası etkileri, çok sayıda ürünle izleyicilerine ve okuyucularına ulaştırdı. Değişik ama, göreceli olarak, yakın zaman dilimlerinden gelen; H.G.Wells, Freud, Asimov, Orwell, Huxley, Foucoult, Einstein ve Hawking gibi isimler, kitaplarıyla, kuramlarıyla (zaman yolculuğu, psikanaliz, yapay zeka, gözetim toplumu vb.) önceki yüzyılı şekillendirirken 21 .yüzyıl vizyonuna da katkıda bulundular.Bu çalışmanın ana konusu olan "Black Mirror" dizisi 2011-2017 yılları arasında 4 sezon boyunca 19 bölümle milyonlarca kişiye ulaşmıştır. Dizi kısa sürede bir fenomen haline gelerek dünya çapında çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiş ve üzerinde en çok çalışma yapılan diziler arasına girmiştir. Dizi ayrıca EMMY, BAFTA gibi çeşitli ödüller de kazanmıştır. İngiliz televizyoncu Charlie Booker tarafından yaratılan dizi önceleri Channel Four'da yayınlanmış ve belli bir izleyici grubunu etkilemeyi başarmıştır. Bu başarı sonrası, önde gelen dijital sinema ve dizi film platformlarından Netflix, dizinin yayın haklarını almıştır. Her bölümde farklı yönetmen, teknik ve artistik kadroyla çekilen dizi, genel olarak teknoloji bağımlılığı, yapay zeka, sosyal medya, hafıza, bilinçaltı gibi konuları çoğu zaman eleştirel yaklaşımla ele almaktadır. Bu bir anlamda seyircilerde; özdeşleşme, yüzleşme, arınma (katharsis) duyguları uyandırırken, aynı zamanda gelecek kaygısını ütopik olmaktan çıkarmakta ve distopik yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda belki de geleceğe dair olası olumsuz beklentiler ve ön yargılar ehlîleştirilmekte ve normalleştirilmektedir.“Black Mirror”un farklı ekiplerle çekilmesi farklı yaklaşım ve fikirlerin dile getirilmesini sağlarken; monotonlaşma, klişelere boğulma veya didaktik olma riskleri de büyük ölçüde bertaraf edilmektedir. Günümüzde ana akımı temsil eden bazı filmler ve diziler, gişe kaygısı odaklı yaklaşımların ve kültür endüstrisinin sıkı kurallarının da etkisiyle farklı şekillerde izleyiciye sunulmaktadır. “Black Mirror” bu bağlamda diğer ana akım rakiplerinden’ çeşitli farklılıklarıyla ayrılmaktadır ki bu nedenle son zamanlarda en çok tartışılan dizilerden biri olmuştur. "Black Mirror" ele aldığı konular bağlamında; sosyoloji, psikoloji gibi temel bilim alanlarının olgularını dizi formatında işlerken, aynı zamanda yayınlandığı dijital platformun da dahil olduğu küresel şirketlerin çıkarlarıyla çakışacak bir pozisyon alması oldukça zordur. Dizinin son sezonları çeşitli çevrelerce eskisi kadar eleştirel olmamak ve daha izlenir hale gelmek için ana ekseninden kaymakla eleştirilmektedir. "Kara Ayna" olarak olumlu-olumsuz çok sayıda tepki alan "Black Mirror"un, içinde bulunduğu sisteme alternatif üretme ya da önerme gibi bir yaklaşım içinde olması oldukça zor görünürken aynı zamanda böyle bir tavır takınmasının gerekliliği ya da gereksizliliği ayrı bir araştırma konusudur.Saygın sinema sitesi imdb.com'da "Karanlık Ayna" olarak da adlandırılan "Black Mirror"un tüm bölümleri bu çalışmada nitel bir yaklaşımla ele alınacaktır. Bölümler fılmsel anlatı bağlamında irdelenecek ve yukarıda vurgulanan kavramlara ek olarak mahremiyet ve sanallık gibi olgular bağlamında çözümlenecek ve tüm sezonlar arasındaki benzerlikler ve farklılıklar incelenecektir. konusudur.Publication Dijitalleşme Ve Türk Sineması(The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 2012-04) Ormanlı, Okan; TR108048Until the 1990’s Turkish cinema was considered as a less developed and insufficient cinema in terms of technology. With the rise of private TV channels, the advances in the advertising industry and with the sponsorships and funds of local and foreign foundations, Turkish cinema was able to use the latest technology in the field of cinema. In this context the technical equipments which were used in western cinema were put in to use in the Turkish cinema and with this oppurtunity, even special effects were applied in some big budget movies. Changes in the classical production style led to changes in distribution and viewership trends. This change caused a discussion about how to deal with the old and how to adapt to the new. Now, there is an environment in the cinema industry where analogue technology has nearly completely been replaced by digital technology. Some filmmakers suggest that digital tehnology has led to the democratisation of the Turkish cinema, whereas some cinema critics believe that due to the cheapness of this technology has led to an increase in interest in the film industry and made people believe that anyone could be a filmmaker. The aim of this study is to evaluate the effects of digitalisation in Turkish cinema in terms of production, distribution and spectatorship.Publication Di̇zi̇ Filmlerde Toplumsal Ci̇nsi̇yet Bağlamında Kadının Temsi̇li̇ Örnek İnceleme: “Kadın” Di̇zi̇si̇(Kürşat Öncül, 2020) ŞAKRAK, BİLGEHAN ECEAna akım medya, egemen sınıfın egemen ideolojileri doğrultusundaki söylemlerin yeniden temsil edildiği en temel alanlardandır. Sinema ve televizyon gibi görsel işitsel mecralar, bu yeniden üretilen temsillerin kamusal alana yansımasını en kolay sağlayan kitle iletişim araçlarındandır. Dizi filmler, toplumsal cinsiyet kodlarının anlatı içine yerleştirilerek düzenli şekilde izler kitlesiyle buluştuğu, bu yüzden de sürekli olarak bu kodları yeniden ve yeniden üreterek bu ideolojik söylemlerin yerini sağlamlaştıran en belirgin program türlerindendir. Bu çalışmada, Türkiye'de dizi filmlerde kadınların nasıl temsil edildiği, Ekim 2017'den Şubat 2020'ye kadar toplam 81 bölümüyle FOX TV prime-time kuşağında üç sezon yayınlanan "Kadın" dizisi üzerinden incelenmiştir. Çalışmada, öncelikle cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarına yer verilmiş, ardından toplumsal cinsiyet ve medya ilişkisi açıklanarak, dizi filmlerin bu ilişki içerisindeki konumuna değinilmiştir. Bu kuramsal çerçeve dahilinde, nitel araştırma yöntemi kullanılarak, Kadın dizisinin bölümleri çözümlenmiştir. Dizideki ana ve yardımcı kadın karakterlerin motivasyon ve hedefleri incelenmiş, toplumsal cinsiyet kodlarının atfettiği anlamlar doğrultusunda bu kadın karakterler üzerinden yeniden üretilen söylemlerle kadının konumlandırılışı ifade edilmeye çalışılmıştır.Publication Facebook ta Güvenlik Davranışı Ve Mahremiyet Kaygısı İstanbul da Yaşayan Kullanıcılara İlişkin Bir Araştırma(2015) Zengin, İbrahim; Zengin, Melis Oktuğ; 107349; 1413572004 yılında Harvard Üniversitesi öğrencilerinin sanal yıllığı olarak Mark Zuckerberg tarafından kullanıma sunulan Facebook, günümüzde gerek özel yaşamda gerekse iş yaşamında etkin bir iletişim aracına dönüşmüştür. Sosyal ağların dünyada ve Türkiye’de yaygınlaşması, arkadaşlarla, aile bireyleriyle kimi zaman da hiç tanımadığımız kişilerle yoğun bir bilgi ve içerik paylaşımını da beraberinde getirmiştir. Çalışmanın konusunu, İstanbul’da yaşayan kullanıcıların, Facebook kullanma amaçlarının, güvenlik davranışı üzerindeki ve Facebook’a ilişkin algılarının mahremiyet kaygısı üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Bu amaçla, 514 kişiye çevrimiçi anket uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar, İstanbul’da yaşayan kullanıcıların Facebook’u mesaj gönderme amacıyla kullandığını ve arkadaş listelerinin daha çok önceden tanınan kişilerden oluştuğunu; bu nedenle, mahremiyetin öncelikle seçicilik yöntemiyle korunduğunu göstermektedir.Publication Geleneksel Türk Gölge Oyunu Karagöz Hacivat'ın Türk Sinemasında Uyarlanması Gölgeden Beyaz Perdeye Yeniden-Temsil: Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?(2019-10) ŞAKRAK, BİLGEHAN ECE; 52230Sinema, ortaya çıktığı 1 SOO’Iü yılların sonundan bugüne kadar edebiyat, tiyatro, resim, dijital oyunlar gibi hem geleneksel hem de teknolojiye bağlı olarak ilerleyen farklı alanların anlatılarından yararlanmış, yararlandığı eserlerden yeni sinemasal uyarlamalar üretmiştir. Oyun ise gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak doğumdan ölüme kadar giden yolda, kültür kurucu özelliğiyle iletişimse! araç olarak nitelendirilebilecek şekilde, toplumsal yaşamın hemen hemen her alanında varlığını gösteren bir olgu olmuştur. Bu çalışmada geleneksel Türk gölge oyunu Karagöz Hacivat'ın modern dönemin sinemasal perdesine yansımasında, anlatısal öğelerin nasıl uyarlanarak bir sinema filmine dönüştürüldüğü incelenmiştir. Bu bağlamda Johan Huizinga’nm “oyunun kültürel işlevleri” ile ilgili görüşlerinden yola çıkılarak, Ezel Akay’m yönettiği 2006 yapımı Hacivat Karagöz Nasıl Öldürüldü? filminin anlatısal öğeleri üzerinden, bir uyarlama için tercih edilebilecek yaklaşımlar saptanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte filmin kurgusal dünyasındaki temsiliyet biçimlerine yer verilmiş, sinemanın bir kitle iletişim aracı olarak oyunun kültürel işlevleriyle nasıl birlikte çalıştığı değerlendirilmiştir.Publication Hegel’de Etik Yaşam (Sittlichkeit) ve Toplumsal Hareketlerin İmkânı Üzerine(FESATODER YAYINLARI, 2015-03-31) Salman Sakızlı, Selda; 260940Publication Heidegger’in Kant okuması: Hayalgücü, zaman ve sonluluk(Pinhan Yayıncılık, 2017) 260940Martin Heidegger’in özellikle Immanuel Kant’ın Kritik der reinen Vernunft’una (Saf Aklın Eleştirisi) odaklanan Kant und das Problem der Metaphysik (Kant ve Metafizik Problemi) ve Phänomenologische Interpretation von Kants Kritik der reinen Vernunft (Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nin Fenomenolojik Yorumu) eserlerinde ortaya konulan Kant yorumu felsefi alanda pek çok tartışmaya neden olmuştur. Bu tartışmaların merkezinde ise Heidegger’in Kant’ın felsefesine ne denli sadık kalarak Kant’ı incelediği yer alır. Açıktır ki Heidegger Kant’a sadık kalma iddiası taşımamakta, Kant’ı bir başlangıç ve Saf Aklın Eleştirisi’ni de yeşertilmesi gereken felsefi bir nüve olarak görmektedir. Bu anlamda Heidegger Kant’tan bir ontoloji çıkarmak ister ve SAE’nin birinci ve ikinci basımları arasındaki farkın altını çizerek birinci basımda Kant’ın hayalgücü yetisine (Einbildungskraft) verdiği “ayrıcalığı” kendi felsefi projesi lehine değerlendirir. Bu çalışmada öne sürülen, Heidegger’in bu okumadan hayalgücü yetisi üzerinden zamanın kökenselliğini temel almasının kendi felsefesinde Dasein’ın sonluluğu ve ölüme yazgılılığıyla doğrudan bağlantılı olması ve zamanın “her türlü varlık anlayışının ufku” olarak ortaya konmasına dayanak sağlamış olmasıdır.Publication Kant’a Karşı Kant İçin: Fichte’nin Hayalgücü Felsefesi(2018-10) Salman Sakızlı, Selda; 260940Alman idealizminin önemli filozofları arasında yer alan Johann Gottlieb Fichte, Immanuel Kant’ın çalışmalarından fazlasıyla etkilenmiş ve kendi felsefesini Kantçı bir felsefe olarak ilan etmiştir. Ancak Fichte, Kant’ın çalışmalarını oldukları gibi almamış ve onun eserlerine bir ilham kaynağı olarak yaklaşmıştır; çünkü Kant’ın transendental felsefesinde önemli sorunlar olduğunu öne sürmüş ve bu sorunlara, kendi felsefi yaklaşımı ile tutarlı felsefi bir sistem önererek çözüm getirmeyi hedeflemiştir. Fichte’nin Kant felsefesine karşı en önemli eleştirileri, kendinde-şey ve özgürlük problemleri olarak iki ana kavram altında özetlenebilir. Öncelikle, Fichte, Kant’ın kendinde-şey’e açık kapı bırakmasının Kant felsefesinin transendental idealizmin ortadan kaldırma iddiasında olduğu bir tür dogmatizm olarak yorumlanabilmesine imkan tanıdığını; ve ikinci olarak da Kant’ın pratik felsefesinin, her ne kadar özgürlüğe merkezi bir önem atfetmiş olsa da, gerçek anlamda özgürlük olarak adlandırılamayacağını ve bunun epistemolojik ve ahlaki özne arasındaki ayrımdan kaynaklandığını ileri sürer. Bu çalışmanın amacı, Fichte’nin, teorik ve pratik felsefenin hayalgücü yetisinin işlevleri ile birbirine bağlandığı bir felsefi sistemle, hayalgücü yetisine merkezi bir konum vererek bu sorunlara çözüm getirdiğini ileri sürmektir.Publication Kant’ın Müzik Anlayışı, Sınır ve İmkanları(Işıl Bayar Bravo/Hamdi Bravo, 2021) SAKIZLI, SELDA SALMANKant’ın müziğe ilişkin görüşleri tartışmalıdır. Müzikle ilişkisi oldukça sınırlı olduğu bilinen Kant sanatlar hiyerarşisinde düşünceyle ilişkisi içinde müziği en alta yerleştirerek olumsuz bir tablo çizer. Ne var ki Kant’ın incelemesinde işaret ettiği güzel ve açıkça hoş olan arasındaki gerilim ve karar verilemezlik aynı zamanda verimli bir değerlendirmenin yapılabilmesine olanak da verir. Bu çalışmada, tartışmalara neden olan yaklaşımın aslında nüveler halinde de olsa müziği felsefi olarak ele almada bir imkana işaret ettiği ve bu imkân üzerinden Affektenlehre olarak değerlendirilebilir olduğu ve özgünlükler barındırdığı ileri sürülmüştür.Publication Kentte Sinema Salonlarının Evrimi: İzmit Örneği(JOURNAL OF SOCIAL AND HUMANITIES SCIENCES RESEARCH, 2017) Akdaş, Cangül; 250968Kentler de tıpkı insanlar gibi yaşamaktadır. Kentler nasıl yapısal bağlamda var olduğu coğrafyaya uyum sağlıyorsa, aynı şekilde yaşadığı çağa da uyum sağlamaktadır. Bu bağlamda düşünüldüğünde çalışmanın konusu, sinema salonları ile kent yapısının birbirleriyle örtüşebileceği varsayımından yola çıkarak, sinema salonlarının kentte evrimi olarak belirlenmiştir. Araştırma Kocaeli’nin merkez ilçesi olan İzmit’te, sinema salonlarının kentin evrimine paralel bir şekilde yapılaşma gösterdiği çerçevesinde ele alınmıştır. İzmit kentinin sinema salonlarının evrimi ile ilgili olarak ele alınmasının nedeni, öncelikle İstanbul’a yakın olması ve bu sayede İstanbul’a gelen filmlerin izlenme olanağının bulunmasıdır. Bununla birlikte, tarihsel süreç içerisinde doğal afetler nedeniyle değişimi en hızlı yaşayan kentlerden biri olmasıdır. İzmit’te gerçekleşen depremler, kentleşme bağlamında yıkılanın yerine yenisinin –çağa uygun olanının- yapılmasıyla filmlerin hangi mekanlarda gösterileceğine dair değişimi de yaşamasına neden olmuştur. Gelişen kent yapısı ile birlikte toplum değişmiş ve sinema salonları da bu değişime paralel bir değişimle kendilerini yenilemiştir. Önceleri tek başına sinema salonu olarak adlandıracağımız yapılar modernleşen kentle birlikte alışveriş merkezleri adı verilen ticari kurumların çatısı altında yerini almıştır.Publication Küreselleşme Ve Yerellik Bağlamında Günümüz Türk Sineması(The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 2013-04) Ormanlı, Okan; TR108048The Art of Cinema, which has a past of more than a century long, is frequently discussed in terms of globalization and localization. Cinema started in Europe (France) but became a worldwide phenomenon due to the US (Hollywood). And today Hollywood, which generally represents the American cinema industry and commercial cinema, is the leader in terms of spectator and profits with billions of dollars. It constantly tries to enter every corner of the world to show / sell American movies after the rise of the globalization and sometimes makes concessions in terms of national values. Turkish cinema which is on the way to create a renaissance after the fall of Yeşilçam in terms increasing number of films and spectators by beating Hollywood’s big productions has the most percentage with its local admissions in Europe. Turkish cinema is successful at home and receives international awards almost every year but not as widespread comparing with other successful European cinemas. In this study, the reasons for the failure of Turkish, which has remained local yet also aims at taking on a more global nature, will be analyzed.Publication Madunun Kentteki Gölgesi: Zerre(Marmara Üniversitesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞ; Yigit, Zehra2000 sonrası Yeni Türkiye Sineması’nda, dönemin toplumsal heterojenliğine paralel olarak toplumsal cinsiyet, sınıf, kimlik ve mekan gibi öğeler üzerinden farklı sinemasal temsiller üretildiği görülmektedir. Bu dönem anlatılarında sıklıkla yer alan temsillerden biri de madun imgesidir. Çalışmanın amacı Yeni Türkiye Sineması’nda madunların gündelik yaşam pratiklerine, sıkıntılarına, çelişkilerine, toplumsal tahakküm ve tabiiyet ilişkilerine ve eğer varsa ürettikleri direniş yöntemlerine nasıl yer verildiğini saptamaktır. Örneklem olarak Zerre (Erdem Tepegöz, 2012) filmi, ana karakteri Zeynep’in madun konumunu bütünlüklü bir şekilde; mekansal, sınıfsal ve bedensel sınırlılıklar çerçevesinde ele alan bir film olması nedeniyle seçilmiştir. Çalışmanın kuramsal altyapısını, Antonio Gramsci, Ranajit Guha, Gayatri Chakravorty Spivak, Gyanendra Randey ve Dipesh Chakrabarty gibi sosyolog ve kuramcıların çalışmalarıyla şekillenen Maduniyet Çalışmaları teorisi oluşturmaktadır. Bu bağlamda film analiz edilirken maduniyeti çerçeveleyen toplumsal koşullar referans alınarak sosyolojik eleştiri yöntemi ile madun kavramının filmde nasıl temsil edildiği saptanmıştır. Madun imgesini öyküsünün merkezinde tutan Zerre, kentsel yoksulluk ve işsizlik çıkmazı içerisindeki bireylerden biri olan Zeynep’in var olma mücadelesini aktarırken, aynı zamanda maduniyetin sosyo-ekonomik şekillenişini de anlatısallaştırmıştır. Bununla birlikte, Maduniyet Çalışmaları kuramcılarının sıklıkla işaret ettiği, madun ile egemen olanın ilişkisinde cinsiyet vurgusunun önemi, çalışmanın yaptığı analizle de belirginleşmiş; madunun cinsiyetinin kadın olduğu durumlarda egemen olanın dayattığı tahakkümlerin çok daha ağır olduğu ve daha çok bedensel politikalar üzerinden kurulduğu sonucuna varılmıştır.Publication Özne ve Öznellik İlişkisi Bağlamında Film Anlatısında Ses İnşası(Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞFilmsel tasarım süreci, en temel katmanlar olarak görüntü ve ses üzerinden yapılandırılmakta ve bu iki temel öğe yoluyla sinemasal söylemin oluşmasına aracılık etmektedir. Bir sinema filminde öyküsel olan (diegetic) ve öyküsel olmayan (non-diegetic) sesler olarak iki farklı anlatısal işlev gören ses öğesi, gelişen anlatım tekniklerine bağlı olarak yeni işlevler üstlenmekte ve yeni kavramlara odaklanmaya imkân sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı filmsel anlatının tasarım sürecinde, ses inşasının önemini öznellik (subjectivity) kavramı üzerinden analiz etmektir. Sinema teorisyenleri tarafından sıkça tartışılmış bir kavram olan öznellik, çalışma içerisinde Edward Branigan’ın görüşlerinden yola çıkılarak, özne-öznellik ilişkisi bağlamında, karakter anlatısı olarak ele alınmıştır. Çalışma, örneklem olarak Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yılında yönettiği Üç Maymunisimli filmi ele almış ve filmdeki ses kullanımının karakter anlatısına olan etkisini analiz etmiştir. Sinemasal söylem araçlarının yapılandırılması doğrultusunda incelendiğinde, Üç Maymun filminde sesin; görüntünün bir parçası olmaktan öte, bir yandan kendi bütünlüğü içerisinde bağımsız bir söylem aracı olarak inşa edildiği, diğer yandan özne-öznellik ilişkisi bağlamında karakter anlatısını belirlemekte oldukça önemli bir işleve sahip olduğu görülmüştür.Publication Pelikülden Dijitale Sinemada Seyir Kültürü Ve Seyircinin Değişen Konumu(The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 2012-04) Öz - Taş, Perihan; TR111982In parallel with technological advances, the rapidly changing nature of the motion picture where each new mode of production brings with it a new kind of viewership. Each new kind of viewership leads to the re-definition of the cinema audience. Before digital technology was developed and took over, the relationship between the audience and film was passive; with the passage to digital technology, however, this situation changed, and the audience took on a more active role, becoming “subject”. In the development of digital technology, television, video, 3-D cinema and “interactive cinema” the position of the audience gradually shifted, thus the need for new definitions. Audiences today are no longer “just anyone in the crowd” – which was the case during the film era. Now, they hold a much more active role; they have become an “interactive cinema audience”. However, it is important to reflect on the changed viewership and see how an active audience positiong hasd influence the experience of watching a film. The aim of this study is to look at the changing production structure of cinema and see how digitalization has influenced viewership.Publication Politik Yargı Sorunu Ekseninde Bir Arendt Kant Okuması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023) SAKIZLI, SELDA SALMANArendt ve Kant arasındaki ilişki genellikle Arendt’in 1970’de New School’da verdiği derslerden derlenen Kant’ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler’ine odaklanarak ele alınır ve Kant ile bağlantısı Arendt’in bu derslerde referans verdiği üzere Yargıgücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft) merkezinde değerlendirilir. Ancak Arendt üzerindeki Kant etkisinin izleri, burada olgunlaşmış düşünceleri de kapsayacak şekilde çok daha erken dönemden itibaren sürülebilir. Sistematik bir bütünlük arz etmese ve anlaşılması zaman zaman güç de olsa Arendt’in yazılarında Kant’ı bir milat olarak gördüğü ve transendental felsefenin temel ilkelerinin önemini teslim ettiği görülür. Arendt için Kant felsefe tarihinin en önemli dönüşümlerinden biri olan varlık ve düşünme arasındaki doğrudan bağlantıyı ve solayıısyla Platoncu bir yaklaşımla felsefeyi ayrıcalıklı insanların tekelinde salt bir düşünme faaliyeti olarak algılamayı böylelikle ortadan kaldırmış, ayrıca seküler, “şimdi” ve “burada” olana ilişkin politik yargıda bulunabilmenin imkanını ortaya çıkarabilecek temelleri atmıştır. Bu temellerin açığa çıkarılmasında Arendt yüzünü güzele ilişkin reflektif yargılarda betimlendiği şekliyle Kant’ın yargıgücüne dönmüştür. Arendt’de yargıgücü, yirminci yüzyılda dehşet verici boyutlara ulaşan bir mefhum olan “kötülüğün sıradanlığını” anlamada hem neden tespitini kolaylaştıran hem bir çözüm sunan bir yeti olarak öne çıkar. Aynı zamanda yargı yetisi insanı deterministik bağlantılarla ele almama ve eylemlerdeki sorumluluğun ehliyetinin taşınması anlamında da önemli bir noktada durur. Ancak yargıgücü verili ve belirlenmiş, nesnel bir yapıya sahip olmadığı için gelişmesi toplumsal iletişimi ve deneyimi gerektirir. Bu da ancak düşüncelerin kamusal alanda dolaşıma girebildiği bir özgürlük ortamı ile mümkündür. Bu çalışmada Arendt ve Kant arasındaki ilişki bir hata tespiti olarak düşünmenin politika alanında yetersiz kalması ve tikel eğilimlerin düşünmenin önüne geçmesiyle ortaya çıkan bir olgu olarak kötülük problemine ilişkin yargıgücü merkezli çözüm önerisini ele alacaktır. Arendt’in yaklaşımının Kantçı kökenleri ortaya konularak iddia edilenin aksine Arendt’in siyaset felsefesi yorumunun Kant felsefesine bağlı, yaratıcı bir yorum olduğu ileri sürülecektir.Publication Saf Aklın Eleştirisi’nde Şematizmin Rolü ve Önemi(Mustafa Çevik, 2021) SAKIZLI, SELDA SALMANThis article focuses on Transcendental Schematism in the Critique of Pure Reason. Schematism has the utmost importance for the explanation of the deduction of the categories, and application of the pure concepts to experience. As the material of sensibility and understanding are heterogeneous, schematism bears the vital role of rendering them homogeneous for the possibility of cognition. Thus, schematism both elucidates the structure of the determinate judgments and the ground of transcendental philosophy by subtly building a bridge between the sensibility and understanding. Despite its significance, schematism is often criticized for its difficulty and incomprehensibility. In this context, this study aims to illuminate the structure of schematism and underline the importance of it for transcendental philosophy as it is presented by Kant in the Critique of Pure Reason.