Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü / Department of Radio, Cinema and Television
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/6824
Browse
Browsing Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü / Department of Radio, Cinema and Television by Title
Now showing 1 - 20 of 40
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Open Access “A AY” VE “BAL” Filmlerinde Çocuğun Ölüm Kavramını Nasıl Anlamlandırdığı Üzerine(Kesit Akademi Dergisi, 2017-03) Akdaş, Cangül; 250968Ölüm, insanlığın var oluşundan bu yana onu tıpkı bir gölge gibi takip etmektedir. Bu gölge, yaşamla aynı olmasına ve yaşamın ardında kalmasına rağmen kişinin bir bütün olmasını sağlamaktadır. İnsanoğlu, yaşamın anlamını aslında tam tersini yani ölümü düşünerek sorgulamaktadır. Bu sorgulamayı da yaşamının çeşitli dönemlerinde ölüme farklı bakış açısı sunarak gerçekleştirmektedir. İnsanoğlunun yaşam ve ölümü anlamlandırma çabasını, yaşamı yansıtan sinemada da görmek mümkündür. Bu çalışma; A Ay (Reha Erdem, 1988) ve Bal (Semih Kaplanoğlu, 2010) filmlerini ele alarak çocuğun ölümü ne şekilde algıladığı ve ölüm kavramını nasıl anlamlandırdığını açıklamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda araştırmada incelenen A Ay ve Bal filmleri, göstergebilimsel metodoloji ve söylembilim yöntemi kullanılarak çözümlenmiştir. Sonuç olarak; araştırmanın sınırlılığı kapsamında, her iki filmde de ölüm kavramının, çocuk tarafından gitmiş olma olarak algılandığını söylemek mümkündür.Publication Open Access Aile Kurumundaki Hegemonik İnşanın Parodik Yıkımı: Force Majeure(Mardin Artuklu Üniversitesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞSinemasal anlatılara kaynaklık eden edebi türler, aynı zamanda ilgili anlatının analiz aşamasında da bir yol haritası çizmektedir. Ruben Östlund’un yönetmenliğini yaptığı Force Majeure (Turist - 2014) isimli filmi anlatı analizi yöntemiyle çözümlerken; bu analize kaynaklık eden yazınsal tür olarak parodiyi incelemiştir. Kaynağı Antik Yunan’a dayanan ve önceleri basit anlamda “alaycı taklit” olarak yorumlanan parodi, 1960’lı yıllardan itibaren metinlerarasılık kavramı ile birlikte ele alınmış ve parodinin hedef metin ya da tema ile kurduğu ilişkinin, mizahi yönüne ek olarak eleştirel bir nitelik taşıdığı görüşü ortaya konulmuştur. Bu değerlendirme, parodiyi, “alaycı taklit” tanımından çıkarmış, kültürel ve ideolojik örüntüler üzerinden analiz edilmesine olanak sağlamıştır. Çalışmanın kuramsal çerçevesi, parodinin anlatısal kurulumuna, hedef metin-üst metin ilişkilerine ve parodik dönüşümün söylemsel araçlarına odaklanarak şekillenmiştir. Force Majeure filminin anlatısal kurulumunda, hedef metin ya da tema olarak seçilen aile kurumundaki hegemonik inşa ve toplumsal cinsiyet rolleri, anne ve baba üzerinden şekillenen bir kriz anlatısı odağında, parodik bir tutum ve ironik bir söylemle ele alınmıştır. Bu söylem doğrultusunda parodik dönüşümle şekillenen üst metin aracılığıyla, aile ve toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını çizen patriarkal sistemin hegemonik iktidarına sarsıcı bir mizahla yaklaşıldığı ve bu iktidarın parodik bir yıkıma uğratıldığı saptanmıştır.Publication Metadata only Approaches to othered identities and spaces in French cinema(2018) Erensoy, Scommairin FulyaPublication Open Access Başlangıç Filminde Psikanalitik Öğeler Ve Rüya Olgusu(Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 2011) Ormanlı, Okan; 108048İnsan beyninin bir ürünü olan rüya olgusu birçok sanat dalını olduğu gibi sinema sanatını da etkilemiştir. Çoğu zaman, sinema sanatının rüyalardan etkilendiği ya da sinemanın kendisinin bir rüya fabrikası olduğu yorumları yapılmıştır. Rüya olgusunun bilimsel ve kapsamlı bir biçimde ele alınması ancak 19.yüzyılın sonunda bilim adamı Sigmund Freud ve onun psikanaliz kuramıyla mümkün olmuştur. Freud’un rüya yorumları alanında ağırlık verdiği, kişisel bilinçaltıyla ilgili görüşleri birçok kuşağı derinden etkilemiştir. O tarihten günümüze neredeyse her rüya çalışması, yorumu veya analizi, Freud’a yapılan referanslarla gerçekleştirilmiştir. Freud sonrası çalışmalarda da çok sayıda anti tez ileri sürülmüş ve Freud sıkça eleştirilmiştir. Bu çalışmada 2010 yılı Hollywood yapımı Başlangıç filmi ve filmdeki rüya olgusu ele alınacaktır. Bu bağlamda film üzerinden sinema-rüya ilişkisi sorgulanacak, eser psikanalitik çözümleme yöntemiyle irdelenecektir.Publication Metadata only Bourdieu’nun toplumsal alan kavramsallaştırması doğrultusunda, “The Square” filmi üzerinden çağdaş sanata eleştirel bir bakış(2019) Taş Öz, Perihan; 11198220. yy’m en önemli sosyologlarından biri olan ve toplumsal kuram doğrultusunda önerdiği yöntem ve kavramlarla en çok tartışılan isimlerden biri haline gelmiş Pierre Bourdieu, “habitus”, “sermaye” ve “alan” kavramları ile kendinden önceki sosyologların çizmiş olduğu ana akım sosyolojinin temel sınırlarının yeniden sorgulanmasına sebep olmuştur. Bourdieu alan kavramını; iktisadi, eğitim, din ve sanat alanı gibi başlıklar altında ele almış, her bir alanın kendine ait bir potansiyel ve değeriendirme biçimi olduğunu belirtmiştir. Toplumsal alanın ise farklı sınıfsal katmanlar ve özneler açısından değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmış, bu alanı simgelemesi bakımından “oyun” metaforunu tercih etmiştir. Bourdieu’ya göre oyunun oynandığı yer toplumsal alan, bu oyunu oynayanlar ise toplumu oluşturan farklı özne ve katmanlardır. Bourdieu’ya göre sanat eserleri, toplumsal alanda oynanan oyunun özneler bağlamında nasıl bir etki yarattığını ortaya koyması bakımından önemli bir temsiliyete sahiptir. Çalışmanın merkeze aldığı 2017 yılı yapımı, İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un yönetmiş olduğu The Square (Kare) isimli film, Bourdieu’nun toplumsal alan ve oyun kavramlarını çağdaş sanat tartışmaları üzerinden yeniden düşünmemize olanak sağlamaktadır. Anlatının ana karakteri olarak Christian isimli bir kiiratörü seyirci karşısına çıkaran Östlund, ilk bakışta bu karakterin hikayesini anlatıyormuş gibi görünse de aslında gösterilmek istenen bir oyun alanının içinde hapsolmuş bir birey ve bir çağdaş sanat müzesi olan bu oyun alanının, toplumsal alandaki çatışmalara ayna olduğudur. Bu çatışma, film anlatısında güven sorunu ve beraberinde ikiyüzlülük kavramları üzerinden aktarılmakta; arka planda ise çağdaş sanat ve ilgili özneler arası ilişkiler ustalıkla sorgulanmaktadır. Filme adını veren sanat projesi “Kare”nin toplumsal alandaki dengesizlikleri gidereceği beklenirken, aksine çatışma ve ayrışma daha da belirginleşmektedir. Çalışma, Bourdieu’nun sanat ve toplumsal alan ile oyun metaforu üzerine geliştirdiği temel öngörülerinden hareketle, 77ze Square filminin çağdaş sanata olan eleştirel tutumunu analiz etmeyi amaçlamaktadır.Publication Metadata only Dijital Çağın Kara Aynası: Black Mirror(2018-10) Ormanlı, Okan; 10804821. yüzyılın başından itibaren analog çağ yavaş yavaş sona ererken, dijital çağ her alanda hakimiyet kurmaya başlamıştır. İnternet altyapısı önceleri askeri bir gereklilik olarak ortaya çıkıp, kısıtlı olarak kullanıma açıkken günümüzde insanlar internetsiz bir yaşamı hayal edemez hale gelmişlerdir. Dijital teknolojilerin, kullanım oranına göre göreceli olarak daha rahat satın alınıp, kullanılıp, fazla tüketilir hale gelmesi, sosyal ve kültürel açıdan ölçülmesi ve incelenmesi gereken etkilere yol açmaya başlamıştır. 2O.yiizyılın bilimsel buluşları ve teknolojik gelişimi belirli aralıklarla gerçekleşirken, sinema, edebiyat ve daha sonraları televizyon da bu gelişmeleri ve olası etkileri, çok sayıda ürünle izleyicilerine ve okuyucularına ulaştırdı. Değişik ama, göreceli olarak, yakın zaman dilimlerinden gelen; H.G.Wells, Freud, Asimov, Orwell, Huxley, Foucoult, Einstein ve Hawking gibi isimler, kitaplarıyla, kuramlarıyla (zaman yolculuğu, psikanaliz, yapay zeka, gözetim toplumu vb.) önceki yüzyılı şekillendirirken 21 .yüzyıl vizyonuna da katkıda bulundular.Bu çalışmanın ana konusu olan "Black Mirror" dizisi 2011-2017 yılları arasında 4 sezon boyunca 19 bölümle milyonlarca kişiye ulaşmıştır. Dizi kısa sürede bir fenomen haline gelerek dünya çapında çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiş ve üzerinde en çok çalışma yapılan diziler arasına girmiştir. Dizi ayrıca EMMY, BAFTA gibi çeşitli ödüller de kazanmıştır. İngiliz televizyoncu Charlie Booker tarafından yaratılan dizi önceleri Channel Four'da yayınlanmış ve belli bir izleyici grubunu etkilemeyi başarmıştır. Bu başarı sonrası, önde gelen dijital sinema ve dizi film platformlarından Netflix, dizinin yayın haklarını almıştır. Her bölümde farklı yönetmen, teknik ve artistik kadroyla çekilen dizi, genel olarak teknoloji bağımlılığı, yapay zeka, sosyal medya, hafıza, bilinçaltı gibi konuları çoğu zaman eleştirel yaklaşımla ele almaktadır. Bu bir anlamda seyircilerde; özdeşleşme, yüzleşme, arınma (katharsis) duyguları uyandırırken, aynı zamanda gelecek kaygısını ütopik olmaktan çıkarmakta ve distopik yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda belki de geleceğe dair olası olumsuz beklentiler ve ön yargılar ehlîleştirilmekte ve normalleştirilmektedir.“Black Mirror”un farklı ekiplerle çekilmesi farklı yaklaşım ve fikirlerin dile getirilmesini sağlarken; monotonlaşma, klişelere boğulma veya didaktik olma riskleri de büyük ölçüde bertaraf edilmektedir. Günümüzde ana akımı temsil eden bazı filmler ve diziler, gişe kaygısı odaklı yaklaşımların ve kültür endüstrisinin sıkı kurallarının da etkisiyle farklı şekillerde izleyiciye sunulmaktadır. “Black Mirror” bu bağlamda diğer ana akım rakiplerinden’ çeşitli farklılıklarıyla ayrılmaktadır ki bu nedenle son zamanlarda en çok tartışılan dizilerden biri olmuştur. "Black Mirror" ele aldığı konular bağlamında; sosyoloji, psikoloji gibi temel bilim alanlarının olgularını dizi formatında işlerken, aynı zamanda yayınlandığı dijital platformun da dahil olduğu küresel şirketlerin çıkarlarıyla çakışacak bir pozisyon alması oldukça zordur. Dizinin son sezonları çeşitli çevrelerce eskisi kadar eleştirel olmamak ve daha izlenir hale gelmek için ana ekseninden kaymakla eleştirilmektedir. "Kara Ayna" olarak olumlu-olumsuz çok sayıda tepki alan "Black Mirror"un, içinde bulunduğu sisteme alternatif üretme ya da önerme gibi bir yaklaşım içinde olması oldukça zor görünürken aynı zamanda böyle bir tavır takınmasının gerekliliği ya da gereksizliliği ayrı bir araştırma konusudur.Saygın sinema sitesi imdb.com'da "Karanlık Ayna" olarak da adlandırılan "Black Mirror"un tüm bölümleri bu çalışmada nitel bir yaklaşımla ele alınacaktır. Bölümler fılmsel anlatı bağlamında irdelenecek ve yukarıda vurgulanan kavramlara ek olarak mahremiyet ve sanallık gibi olgular bağlamında çözümlenecek ve tüm sezonlar arasındaki benzerlikler ve farklılıklar incelenecektir. konusudur.Publication Open Access Dijitalleşme Ve Türk Sineması(The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 2012-04) Ormanlı, Okan; TR108048Until the 1990’s Turkish cinema was considered as a less developed and insufficient cinema in terms of technology. With the rise of private TV channels, the advances in the advertising industry and with the sponsorships and funds of local and foreign foundations, Turkish cinema was able to use the latest technology in the field of cinema. In this context the technical equipments which were used in western cinema were put in to use in the Turkish cinema and with this oppurtunity, even special effects were applied in some big budget movies. Changes in the classical production style led to changes in distribution and viewership trends. This change caused a discussion about how to deal with the old and how to adapt to the new. Now, there is an environment in the cinema industry where analogue technology has nearly completely been replaced by digital technology. Some filmmakers suggest that digital tehnology has led to the democratisation of the Turkish cinema, whereas some cinema critics believe that due to the cheapness of this technology has led to an increase in interest in the film industry and made people believe that anyone could be a filmmaker. The aim of this study is to evaluate the effects of digitalisation in Turkish cinema in terms of production, distribution and spectatorship.Publication Open Access Di̇zi̇ Filmlerde Toplumsal Ci̇nsi̇yet Bağlamında Kadının Temsi̇li̇ Örnek İnceleme: “Kadın” Di̇zi̇si̇(Kürşat Öncül, 2020) ŞAKRAK, BİLGEHAN ECEAna akım medya, egemen sınıfın egemen ideolojileri doğrultusundaki söylemlerin yeniden temsil edildiği en temel alanlardandır. Sinema ve televizyon gibi görsel işitsel mecralar, bu yeniden üretilen temsillerin kamusal alana yansımasını en kolay sağlayan kitle iletişim araçlarındandır. Dizi filmler, toplumsal cinsiyet kodlarının anlatı içine yerleştirilerek düzenli şekilde izler kitlesiyle buluştuğu, bu yüzden de sürekli olarak bu kodları yeniden ve yeniden üreterek bu ideolojik söylemlerin yerini sağlamlaştıran en belirgin program türlerindendir. Bu çalışmada, Türkiye'de dizi filmlerde kadınların nasıl temsil edildiği, Ekim 2017'den Şubat 2020'ye kadar toplam 81 bölümüyle FOX TV prime-time kuşağında üç sezon yayınlanan "Kadın" dizisi üzerinden incelenmiştir. Çalışmada, öncelikle cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarına yer verilmiş, ardından toplumsal cinsiyet ve medya ilişkisi açıklanarak, dizi filmlerin bu ilişki içerisindeki konumuna değinilmiştir. Bu kuramsal çerçeve dahilinde, nitel araştırma yöntemi kullanılarak, Kadın dizisinin bölümleri çözümlenmiştir. Dizideki ana ve yardımcı kadın karakterlerin motivasyon ve hedefleri incelenmiş, toplumsal cinsiyet kodlarının atfettiği anlamlar doğrultusunda bu kadın karakterler üzerinden yeniden üretilen söylemlerle kadının konumlandırılışı ifade edilmeye çalışılmıştır.Publication Open Access Facebook ta Güvenlik Davranışı Ve Mahremiyet Kaygısı İstanbul da Yaşayan Kullanıcılara İlişkin Bir Araştırma(2015) Zengin, İbrahim; Zengin, Melis Oktuğ; 107349; 1413572004 yılında Harvard Üniversitesi öğrencilerinin sanal yıllığı olarak Mark Zuckerberg tarafından kullanıma sunulan Facebook, günümüzde gerek özel yaşamda gerekse iş yaşamında etkin bir iletişim aracına dönüşmüştür. Sosyal ağların dünyada ve Türkiye’de yaygınlaşması, arkadaşlarla, aile bireyleriyle kimi zaman da hiç tanımadığımız kişilerle yoğun bir bilgi ve içerik paylaşımını da beraberinde getirmiştir. Çalışmanın konusunu, İstanbul’da yaşayan kullanıcıların, Facebook kullanma amaçlarının, güvenlik davranışı üzerindeki ve Facebook’a ilişkin algılarının mahremiyet kaygısı üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Bu amaçla, 514 kişiye çevrimiçi anket uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar, İstanbul’da yaşayan kullanıcıların Facebook’u mesaj gönderme amacıyla kullandığını ve arkadaş listelerinin daha çok önceden tanınan kişilerden oluştuğunu; bu nedenle, mahremiyetin öncelikle seçicilik yöntemiyle korunduğunu göstermektedir.Publication Metadata only From the first to the third Critique: Non-conceptual content and the fate of the imagination(2020-04) Sakızlı, Selda SalmanThe faculty of imagination and its role in the Critique of the Power of Judgement are at the hearth of a very important controversy: Is aesthetic judgement conceptual? This is not a simple question to deal with since it is directly related with the cognitive claims in the Critique of Pure Reason. Different approaches, from analytic to continental traditions, from psychological readings of Kant to the advocates of philosophy of mind hold different views on this subject. This variety is a result of the status and the role of the imagination, and the kinds of syntheses it realizes which differs in the first and the second editions of the Critique of Pure Reason. In the first edition, imagination is considered as one of the three fundamental faculties among sensibility and apperception, and it is the agent of the syntheses. However, in the second edition, imagination becomes a sub-faculty of the understanding and the syntheses are realized by the understanding. I claim that the A edition of the CPR is more accurate with the entire critical project. Although philosophers like Wilfrid Sellars,1 John McDowell2 and Hannah Ginsborg3 defend that non-conceptual content is not possible, I disagree with this view and see it as a result of taking the B edition, additionally, the debate concerning the third Critique is a repercussion of this. Moreover, these disputes are also related with holding the first and the third Critiques as having completely distinct contents which opens up another “battle field”. I claim that the first and the third Critiques are connected through the faculties, and Kant was very well aware of the fact that he utilizes the same faculties as he used to explain human cognition in the CPR. 1 See Wilfrid Sellars, “The role of imagination in Kant’s theory of experience”. University of Pittsburgh, Archives of Scientific Philosophy, Wilfrid S. Sellars Papers, Box 39, Folder, 11, 1978 2 See John McDowell, Mind and World, Harvard University Press, 1996 2 See Hannah Ginsborg, “Was Kant a Nonconceptualist?” ? Philos Stud. 137, 2008, pp.65-77 4 A99-100 5 See. A89-91 /B122-123, Bl45 6 Robert Hanna, Kant and the Foundations of Analytic Philosophy, Clarendon Press, Oxford, 2001, p.52 7 Immanuel Kant, Critique of the Power ofJudgement, Trans. Paul Guyer & Eric Matthews, Cambridge University Press, New York, 2007, 5:209 Concerning the conceptual and non-conceptual contents, the crucial point is the threefold synthesis, especially the synthesis of apprehension that aims directly empirical and pure intuitions4 in the first edition of the CPR, and which is revisited in the introduction of the third Critique. Kant stresses in several sentences that intuitions and thoughts are different and they cannot hold each other’s place.5 Since sensibility and understanding need to be separate in transcendental philosophy, there is the need to combine them with a third faculty which is the faculty of imagination. Although I am not in analytic tradition, I agree with Robert Hanna who takes the first edition of the Critique and indicates that imagination as the third faculty can both serve to the sensibility and the understanding6 by the threefold synthesis, and there is non-conceptual content in imagination’s relation to sensibility. As indicated above, the claim that there is non-conceptual content in the synthesis of imagination finds its supports in the third Critique. Besides the synthesis of apprehension, this claim becomes obvious in the free play between the imagination and the understanding that occurs without submitting to any concepts. Kant clearly indicates that the feeling of beautiful does not come from a concept nor it aims at one.7 And this is the reason why aesthetic feelings are always subjective, and thus we do not have any rules for aesthetic appreciation.Publication Metadata only Geleneksel Türk Gölge Oyunu Karagöz Hacivat'ın Türk Sinemasında Uyarlanması Gölgeden Beyaz Perdeye Yeniden-Temsil: Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?(2019-10) ŞAKRAK, BİLGEHAN ECE; 52230Sinema, ortaya çıktığı 1 SOO’Iü yılların sonundan bugüne kadar edebiyat, tiyatro, resim, dijital oyunlar gibi hem geleneksel hem de teknolojiye bağlı olarak ilerleyen farklı alanların anlatılarından yararlanmış, yararlandığı eserlerden yeni sinemasal uyarlamalar üretmiştir. Oyun ise gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak doğumdan ölüme kadar giden yolda, kültür kurucu özelliğiyle iletişimse! araç olarak nitelendirilebilecek şekilde, toplumsal yaşamın hemen hemen her alanında varlığını gösteren bir olgu olmuştur. Bu çalışmada geleneksel Türk gölge oyunu Karagöz Hacivat'ın modern dönemin sinemasal perdesine yansımasında, anlatısal öğelerin nasıl uyarlanarak bir sinema filmine dönüştürüldüğü incelenmiştir. Bu bağlamda Johan Huizinga’nm “oyunun kültürel işlevleri” ile ilgili görüşlerinden yola çıkılarak, Ezel Akay’m yönettiği 2006 yapımı Hacivat Karagöz Nasıl Öldürüldü? filminin anlatısal öğeleri üzerinden, bir uyarlama için tercih edilebilecek yaklaşımlar saptanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte filmin kurgusal dünyasındaki temsiliyet biçimlerine yer verilmiş, sinemanın bir kitle iletişim aracı olarak oyunun kültürel işlevleriyle nasıl birlikte çalıştığı değerlendirilmiştir.Publication Open Access Hegel’de Etik Yaşam (Sittlichkeit) ve Toplumsal Hareketlerin İmkânı Üzerine(FESATODER YAYINLARI, 2015-03-31) Salman Sakızlı, Selda; 260940Publication Metadata only Heidegger’in Kant okuması: Hayalgücü, zaman ve sonluluk(Pinhan Yayıncılık, 2017) 260940Martin Heidegger’in özellikle Immanuel Kant’ın Kritik der reinen Vernunft’una (Saf Aklın Eleştirisi) odaklanan Kant und das Problem der Metaphysik (Kant ve Metafizik Problemi) ve Phänomenologische Interpretation von Kants Kritik der reinen Vernunft (Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nin Fenomenolojik Yorumu) eserlerinde ortaya konulan Kant yorumu felsefi alanda pek çok tartışmaya neden olmuştur. Bu tartışmaların merkezinde ise Heidegger’in Kant’ın felsefesine ne denli sadık kalarak Kant’ı incelediği yer alır. Açıktır ki Heidegger Kant’a sadık kalma iddiası taşımamakta, Kant’ı bir başlangıç ve Saf Aklın Eleştirisi’ni de yeşertilmesi gereken felsefi bir nüve olarak görmektedir. Bu anlamda Heidegger Kant’tan bir ontoloji çıkarmak ister ve SAE’nin birinci ve ikinci basımları arasındaki farkın altını çizerek birinci basımda Kant’ın hayalgücü yetisine (Einbildungskraft) verdiği “ayrıcalığı” kendi felsefi projesi lehine değerlendirir. Bu çalışmada öne sürülen, Heidegger’in bu okumadan hayalgücü yetisi üzerinden zamanın kökenselliğini temel almasının kendi felsefesinde Dasein’ın sonluluğu ve ölüme yazgılılığıyla doğrudan bağlantılı olması ve zamanın “her türlü varlık anlayışının ufku” olarak ortaya konmasına dayanak sağlamış olmasıdır.Publication Metadata only Imagination as Primordial Faculty in Ethichs a Fichtean Approach(2018-01) Salman, Selda; 260940In late eighteenth and early nineteenth century imagination has gained a respectable place in philosophy that it has not have before. Unlike previous philosophers, Immanuel Kant could be named as the one who initiated it, since in the first edition of his seminal Critique of Pure Reason he posits imagination as one of the three fundamental faculties besides sensibility and apperception, which is to say that imagination is a transcendental faculty. However, it was not Kant to proceed with imagination since he steps back from his ideas in the second edition as a result of the criticisms of psychologism. It was Johann Gottlieb Fichte, one of the prominent philosophers of German idealism, and a Kantian, who proceeded to make philosophical "experiments" with the power of imagination and based his philosophical system on this faculty. Fichte's understanding of imagination can be seen as a totality of the meanings Kant ascribed to it. In this sense, the most fundamental role of imagination for Fichte is that it is the faculty of synthesis. Fichte clearly states that without the power of productive imagination "nothing at all in the human mind is capable of explanation -and on which the entire mechanism of that mind may very well be based"1 and adds "... all reality -for us being understood, as it cannot be otherwise understood in a system of transcendental philosophy- is brought forth solely by the imagination."’ 1 Fichte, J. Gottlieb. The Science of Knowledge (1794). Trans, and ed. Peter Heath and John Lachs. Cambridge: Cambridge University Press, 1991, p. 188 ’ Ibid, p. 202 Fichte also builds the system of ethics with the principles of The Science of Knowledge (Wissenschaftslehre) (Sittenlehre nach Principien der Wissenschaftslehre), and the fundamental principles of Wissenschaftslehre are at work in morality and ethics. From this ground, I will claim that imagination is not only the fundamental faculty in theoretical philosophy but also the key faculty in the field of ethics which provides the "unity of subjectivity". The aim of this work is to suggest that Fichte by giving a central position to the power of imagination is able to posit a system where theoretical and practical philosophies are interdependent as a result of the functions of the imagination.Publication Metadata only Kant’a Karşı Kant İçin: Fichte’nin Hayalgücü Felsefesi(2018-10) Salman Sakızlı, Selda; 260940Alman idealizminin önemli filozofları arasında yer alan Johann Gottlieb Fichte, Immanuel Kant’ın çalışmalarından fazlasıyla etkilenmiş ve kendi felsefesini Kantçı bir felsefe olarak ilan etmiştir. Ancak Fichte, Kant’ın çalışmalarını oldukları gibi almamış ve onun eserlerine bir ilham kaynağı olarak yaklaşmıştır; çünkü Kant’ın transendental felsefesinde önemli sorunlar olduğunu öne sürmüş ve bu sorunlara, kendi felsefi yaklaşımı ile tutarlı felsefi bir sistem önererek çözüm getirmeyi hedeflemiştir. Fichte’nin Kant felsefesine karşı en önemli eleştirileri, kendinde-şey ve özgürlük problemleri olarak iki ana kavram altında özetlenebilir. Öncelikle, Fichte, Kant’ın kendinde-şey’e açık kapı bırakmasının Kant felsefesinin transendental idealizmin ortadan kaldırma iddiasında olduğu bir tür dogmatizm olarak yorumlanabilmesine imkan tanıdığını; ve ikinci olarak da Kant’ın pratik felsefesinin, her ne kadar özgürlüğe merkezi bir önem atfetmiş olsa da, gerçek anlamda özgürlük olarak adlandırılamayacağını ve bunun epistemolojik ve ahlaki özne arasındaki ayrımdan kaynaklandığını ileri sürer. Bu çalışmanın amacı, Fichte’nin, teorik ve pratik felsefenin hayalgücü yetisinin işlevleri ile birbirine bağlandığı bir felsefi sistemle, hayalgücü yetisine merkezi bir konum vererek bu sorunlara çözüm getirdiğini ileri sürmektir.Publication Open Access Kant’ın Müzik Anlayışı, Sınır ve İmkanları(Işıl Bayar Bravo/Hamdi Bravo, 2021) SAKIZLI, SELDA SALMANKant’ın müziğe ilişkin görüşleri tartışmalıdır. Müzikle ilişkisi oldukça sınırlı olduğu bilinen Kant sanatlar hiyerarşisinde düşünceyle ilişkisi içinde müziği en alta yerleştirerek olumsuz bir tablo çizer. Ne var ki Kant’ın incelemesinde işaret ettiği güzel ve açıkça hoş olan arasındaki gerilim ve karar verilemezlik aynı zamanda verimli bir değerlendirmenin yapılabilmesine olanak da verir. Bu çalışmada, tartışmalara neden olan yaklaşımın aslında nüveler halinde de olsa müziği felsefi olarak ele almada bir imkana işaret ettiği ve bu imkân üzerinden Affektenlehre olarak değerlendirilebilir olduğu ve özgünlükler barındırdığı ileri sürülmüştür.Publication Open Access Kentte Sinema Salonlarının Evrimi: İzmit Örneği(JOURNAL OF SOCIAL AND HUMANITIES SCIENCES RESEARCH, 2017) Akdaş, Cangül; 250968Kentler de tıpkı insanlar gibi yaşamaktadır. Kentler nasıl yapısal bağlamda var olduğu coğrafyaya uyum sağlıyorsa, aynı şekilde yaşadığı çağa da uyum sağlamaktadır. Bu bağlamda düşünüldüğünde çalışmanın konusu, sinema salonları ile kent yapısının birbirleriyle örtüşebileceği varsayımından yola çıkarak, sinema salonlarının kentte evrimi olarak belirlenmiştir. Araştırma Kocaeli’nin merkez ilçesi olan İzmit’te, sinema salonlarının kentin evrimine paralel bir şekilde yapılaşma gösterdiği çerçevesinde ele alınmıştır. İzmit kentinin sinema salonlarının evrimi ile ilgili olarak ele alınmasının nedeni, öncelikle İstanbul’a yakın olması ve bu sayede İstanbul’a gelen filmlerin izlenme olanağının bulunmasıdır. Bununla birlikte, tarihsel süreç içerisinde doğal afetler nedeniyle değişimi en hızlı yaşayan kentlerden biri olmasıdır. İzmit’te gerçekleşen depremler, kentleşme bağlamında yıkılanın yerine yenisinin –çağa uygun olanının- yapılmasıyla filmlerin hangi mekanlarda gösterileceğine dair değişimi de yaşamasına neden olmuştur. Gelişen kent yapısı ile birlikte toplum değişmiş ve sinema salonları da bu değişime paralel bir değişimle kendilerini yenilemiştir. Önceleri tek başına sinema salonu olarak adlandıracağımız yapılar modernleşen kentle birlikte alışveriş merkezleri adı verilen ticari kurumların çatısı altında yerini almıştır.Publication Open Access Küreselleşme Ve Yerellik Bağlamında Günümüz Türk Sineması(The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 2013-04) Ormanlı, Okan; TR108048The Art of Cinema, which has a past of more than a century long, is frequently discussed in terms of globalization and localization. Cinema started in Europe (France) but became a worldwide phenomenon due to the US (Hollywood). And today Hollywood, which generally represents the American cinema industry and commercial cinema, is the leader in terms of spectator and profits with billions of dollars. It constantly tries to enter every corner of the world to show / sell American movies after the rise of the globalization and sometimes makes concessions in terms of national values. Turkish cinema which is on the way to create a renaissance after the fall of Yeşilçam in terms increasing number of films and spectators by beating Hollywood’s big productions has the most percentage with its local admissions in Europe. Turkish cinema is successful at home and receives international awards almost every year but not as widespread comparing with other successful European cinemas. In this study, the reasons for the failure of Turkish, which has remained local yet also aims at taking on a more global nature, will be analyzed.Publication Open Access Madunun Kentteki Gölgesi: Zerre(Marmara Üniversitesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞ; Yigit, Zehra2000 sonrası Yeni Türkiye Sineması’nda, dönemin toplumsal heterojenliğine paralel olarak toplumsal cinsiyet, sınıf, kimlik ve mekan gibi öğeler üzerinden farklı sinemasal temsiller üretildiği görülmektedir. Bu dönem anlatılarında sıklıkla yer alan temsillerden biri de madun imgesidir. Çalışmanın amacı Yeni Türkiye Sineması’nda madunların gündelik yaşam pratiklerine, sıkıntılarına, çelişkilerine, toplumsal tahakküm ve tabiiyet ilişkilerine ve eğer varsa ürettikleri direniş yöntemlerine nasıl yer verildiğini saptamaktır. Örneklem olarak Zerre (Erdem Tepegöz, 2012) filmi, ana karakteri Zeynep’in madun konumunu bütünlüklü bir şekilde; mekansal, sınıfsal ve bedensel sınırlılıklar çerçevesinde ele alan bir film olması nedeniyle seçilmiştir. Çalışmanın kuramsal altyapısını, Antonio Gramsci, Ranajit Guha, Gayatri Chakravorty Spivak, Gyanendra Randey ve Dipesh Chakrabarty gibi sosyolog ve kuramcıların çalışmalarıyla şekillenen Maduniyet Çalışmaları teorisi oluşturmaktadır. Bu bağlamda film analiz edilirken maduniyeti çerçeveleyen toplumsal koşullar referans alınarak sosyolojik eleştiri yöntemi ile madun kavramının filmde nasıl temsil edildiği saptanmıştır. Madun imgesini öyküsünün merkezinde tutan Zerre, kentsel yoksulluk ve işsizlik çıkmazı içerisindeki bireylerden biri olan Zeynep’in var olma mücadelesini aktarırken, aynı zamanda maduniyetin sosyo-ekonomik şekillenişini de anlatısallaştırmıştır. Bununla birlikte, Maduniyet Çalışmaları kuramcılarının sıklıkla işaret ettiği, madun ile egemen olanın ilişkisinde cinsiyet vurgusunun önemi, çalışmanın yaptığı analizle de belirginleşmiş; madunun cinsiyetinin kadın olduğu durumlarda egemen olanın dayattığı tahakkümlerin çok daha ağır olduğu ve daha çok bedensel politikalar üzerinden kurulduğu sonucuna varılmıştır.Publication Open Access Özne ve Öznellik İlişkisi Bağlamında Film Anlatısında Ses İnşası(Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞFilmsel tasarım süreci, en temel katmanlar olarak görüntü ve ses üzerinden yapılandırılmakta ve bu iki temel öğe yoluyla sinemasal söylemin oluşmasına aracılık etmektedir. Bir sinema filminde öyküsel olan (diegetic) ve öyküsel olmayan (non-diegetic) sesler olarak iki farklı anlatısal işlev gören ses öğesi, gelişen anlatım tekniklerine bağlı olarak yeni işlevler üstlenmekte ve yeni kavramlara odaklanmaya imkân sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı filmsel anlatının tasarım sürecinde, ses inşasının önemini öznellik (subjectivity) kavramı üzerinden analiz etmektir. Sinema teorisyenleri tarafından sıkça tartışılmış bir kavram olan öznellik, çalışma içerisinde Edward Branigan’ın görüşlerinden yola çıkılarak, özne-öznellik ilişkisi bağlamında, karakter anlatısı olarak ele alınmıştır. Çalışma, örneklem olarak Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yılında yönettiği Üç Maymunisimli filmi ele almış ve filmdeki ses kullanımının karakter anlatısına olan etkisini analiz etmiştir. Sinemasal söylem araçlarının yapılandırılması doğrultusunda incelendiğinde, Üç Maymun filminde sesin; görüntünün bir parçası olmaktan öte, bir yandan kendi bütünlüğü içerisinde bağımsız bir söylem aracı olarak inşa edildiği, diğer yandan özne-öznellik ilişkisi bağlamında karakter anlatısını belirlemekte oldukça önemli bir işleve sahip olduğu görülmüştür.