Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü / Department of Radio, Cinema and Television

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/6824

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 40
  • Publication
    Politik Yargı Sorunu Ekseninde Bir Arendt Kant Okuması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023) SAKIZLI, SELDA SALMAN
    Arendt ve Kant arasındaki ilişki genellikle Arendt’in 1970’de New School’da verdiği derslerden derlenen Kant’ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler’ine odaklanarak ele alınır ve Kant ile bağlantısı Arendt’in bu derslerde referans verdiği üzere Yargıgücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft) merkezinde değerlendirilir. Ancak Arendt üzerindeki Kant etkisinin izleri, burada olgunlaşmış düşünceleri de kapsayacak şekilde çok daha erken dönemden itibaren sürülebilir. Sistematik bir bütünlük arz etmese ve anlaşılması zaman zaman güç de olsa Arendt’in yazılarında Kant’ı bir milat olarak gördüğü ve transendental felsefenin temel ilkelerinin önemini teslim ettiği görülür. Arendt için Kant felsefe tarihinin en önemli dönüşümlerinden biri olan varlık ve düşünme arasındaki doğrudan bağlantıyı ve solayıısyla Platoncu bir yaklaşımla felsefeyi ayrıcalıklı insanların tekelinde salt bir düşünme faaliyeti olarak algılamayı böylelikle ortadan kaldırmış, ayrıca seküler, “şimdi” ve “burada” olana ilişkin politik yargıda bulunabilmenin imkanını ortaya çıkarabilecek temelleri atmıştır. Bu temellerin açığa çıkarılmasında Arendt yüzünü güzele ilişkin reflektif yargılarda betimlendiği şekliyle Kant’ın yargıgücüne dönmüştür. Arendt’de yargıgücü, yirminci yüzyılda dehşet verici boyutlara ulaşan bir mefhum olan “kötülüğün sıradanlığını” anlamada hem neden tespitini kolaylaştıran hem bir çözüm sunan bir yeti olarak öne çıkar. Aynı zamanda yargı yetisi insanı deterministik bağlantılarla ele almama ve eylemlerdeki sorumluluğun ehliyetinin taşınması anlamında da önemli bir noktada durur. Ancak yargıgücü verili ve belirlenmiş, nesnel bir yapıya sahip olmadığı için gelişmesi toplumsal iletişimi ve deneyimi gerektirir. Bu da ancak düşüncelerin kamusal alanda dolaşıma girebildiği bir özgürlük ortamı ile mümkündür. Bu çalışmada Arendt ve Kant arasındaki ilişki bir hata tespiti olarak düşünmenin politika alanında yetersiz kalması ve tikel eğilimlerin düşünmenin önüne geçmesiyle ortaya çıkan bir olgu olarak kötülük problemine ilişkin yargıgücü merkezli çözüm önerisini ele alacaktır. Arendt’in yaklaşımının Kantçı kökenleri ortaya konularak iddia edilenin aksine Arendt’in siyaset felsefesi yorumunun Kant felsefesine bağlı, yaratıcı bir yorum olduğu ileri sürülecektir.
  • Publication
    Özne ve Öznellik İlişkisi Bağlamında Film Anlatısında Ses İnşası
    (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞ
    Filmsel tasarım süreci, en temel katmanlar olarak görüntü ve ses üzerinden yapılandırılmakta ve bu iki temel öğe yoluyla sinemasal söylemin oluşmasına aracılık etmektedir. Bir sinema filminde öyküsel olan (diegetic) ve öyküsel olmayan (non-diegetic) sesler olarak iki farklı anlatısal işlev gören ses öğesi, gelişen anlatım tekniklerine bağlı olarak yeni işlevler üstlenmekte ve yeni kavramlara odaklanmaya imkân sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı filmsel anlatının tasarım sürecinde, ses inşasının önemini öznellik (subjectivity) kavramı üzerinden analiz etmektir. Sinema teorisyenleri tarafından sıkça tartışılmış bir kavram olan öznellik, çalışma içerisinde Edward Branigan’ın görüşlerinden yola çıkılarak, özne-öznellik ilişkisi bağlamında, karakter anlatısı olarak ele alınmıştır. Çalışma, örneklem olarak Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yılında yönettiği Üç Maymunisimli filmi ele almış ve filmdeki ses kullanımının karakter anlatısına olan etkisini analiz etmiştir. Sinemasal söylem araçlarının yapılandırılması doğrultusunda incelendiğinde, Üç Maymun filminde sesin; görüntünün bir parçası olmaktan öte, bir yandan kendi bütünlüğü içerisinde bağımsız bir söylem aracı olarak inşa edildiği, diğer yandan özne-öznellik ilişkisi bağlamında karakter anlatısını belirlemekte oldukça önemli bir işleve sahip olduğu görülmüştür.
  • Publication
    Kant’ın Müzik Anlayışı, Sınır ve İmkanları
    (Işıl Bayar Bravo/Hamdi Bravo, 2021) SAKIZLI, SELDA SALMAN
    Kant’ın müziğe ilişkin görüşleri tartışmalıdır. Müzikle ilişkisi oldukça sınırlı olduğu bilinen Kant sanatlar hiyerarşisinde düşünceyle ilişkisi içinde müziği en alta yerleştirerek olumsuz bir tablo çizer. Ne var ki Kant’ın incelemesinde işaret ettiği güzel ve açıkça hoş olan arasındaki gerilim ve karar verilemezlik aynı zamanda verimli bir değerlendirmenin yapılabilmesine olanak da verir. Bu çalışmada, tartışmalara neden olan yaklaşımın aslında nüveler halinde de olsa müziği felsefi olarak ele almada bir imkana işaret ettiği ve bu imkân üzerinden Affektenlehre olarak değerlendirilebilir olduğu ve özgünlükler barındırdığı ileri sürülmüştür.
  • Publication
    Aile Kurumundaki Hegemonik İnşanın Parodik Yıkımı: Force Majeure
    (Mardin Artuklu Üniversitesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞ
    Sinemasal anlatılara kaynaklık eden edebi türler, aynı zamanda ilgili anlatının analiz aşamasında da bir yol haritası çizmektedir. Ruben Östlund’un yönetmenliğini yaptığı Force Majeure (Turist - 2014) isimli filmi anlatı analizi yöntemiyle çözümlerken; bu analize kaynaklık eden yazınsal tür olarak parodiyi incelemiştir. Kaynağı Antik Yunan’a dayanan ve önceleri basit anlamda “alaycı taklit” olarak yorumlanan parodi, 1960’lı yıllardan itibaren metinlerarasılık kavramı ile birlikte ele alınmış ve parodinin hedef metin ya da tema ile kurduğu ilişkinin, mizahi yönüne ek olarak eleştirel bir nitelik taşıdığı görüşü ortaya konulmuştur. Bu değerlendirme, parodiyi, “alaycı taklit” tanımından çıkarmış, kültürel ve ideolojik örüntüler üzerinden analiz edilmesine olanak sağlamıştır. Çalışmanın kuramsal çerçevesi, parodinin anlatısal kurulumuna, hedef metin-üst metin ilişkilerine ve parodik dönüşümün söylemsel araçlarına odaklanarak şekillenmiştir. Force Majeure filminin anlatısal kurulumunda, hedef metin ya da tema olarak seçilen aile kurumundaki hegemonik inşa ve toplumsal cinsiyet rolleri, anne ve baba üzerinden şekillenen bir kriz anlatısı odağında, parodik bir tutum ve ironik bir söylemle ele alınmıştır. Bu söylem doğrultusunda parodik dönüşümle şekillenen üst metin aracılığıyla, aile ve toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını çizen patriarkal sistemin hegemonik iktidarına sarsıcı bir mizahla yaklaşıldığı ve bu iktidarın parodik bir yıkıma uğratıldığı saptanmıştır.
  • Publication
    Madunun Kentteki Gölgesi: Zerre
    (Marmara Üniversitesi, 2021) ÖZ, PERİHAN TAŞ; Yigit, Zehra
    2000 sonrası Yeni Türkiye Sineması’nda, dönemin toplumsal heterojenliğine paralel olarak toplumsal cinsiyet, sınıf, kimlik ve mekan gibi öğeler üzerinden farklı sinemasal temsiller üretildiği görülmektedir. Bu dönem anlatılarında sıklıkla yer alan temsillerden biri de madun imgesidir. Çalışmanın amacı Yeni Türkiye Sineması’nda madunların gündelik yaşam pratiklerine, sıkıntılarına, çelişkilerine, toplumsal tahakküm ve tabiiyet ilişkilerine ve eğer varsa ürettikleri direniş yöntemlerine nasıl yer verildiğini saptamaktır. Örneklem olarak Zerre (Erdem Tepegöz, 2012) filmi, ana karakteri Zeynep’in madun konumunu bütünlüklü bir şekilde; mekansal, sınıfsal ve bedensel sınırlılıklar çerçevesinde ele alan bir film olması nedeniyle seçilmiştir. Çalışmanın kuramsal altyapısını, Antonio Gramsci, Ranajit Guha, Gayatri Chakravorty Spivak, Gyanendra Randey ve Dipesh Chakrabarty gibi sosyolog ve kuramcıların çalışmalarıyla şekillenen Maduniyet Çalışmaları teorisi oluşturmaktadır. Bu bağlamda film analiz edilirken maduniyeti çerçeveleyen toplumsal koşullar referans alınarak sosyolojik eleştiri yöntemi ile madun kavramının filmde nasıl temsil edildiği saptanmıştır. Madun imgesini öyküsünün merkezinde tutan Zerre, kentsel yoksulluk ve işsizlik çıkmazı içerisindeki bireylerden biri olan Zeynep’in var olma mücadelesini aktarırken, aynı zamanda maduniyetin sosyo-ekonomik şekillenişini de anlatısallaştırmıştır. Bununla birlikte, Maduniyet Çalışmaları kuramcılarının sıklıkla işaret ettiği, madun ile egemen olanın ilişkisinde cinsiyet vurgusunun önemi, çalışmanın yaptığı analizle de belirginleşmiş; madunun cinsiyetinin kadın olduğu durumlarda egemen olanın dayattığı tahakkümlerin çok daha ağır olduğu ve daha çok bedensel politikalar üzerinden kurulduğu sonucuna varılmıştır.
  • Publication
    Saf Aklın Eleştirisi’nde Şematizmin Rolü ve Önemi
    (Mustafa Çevik, 2021) SAKIZLI, SELDA SALMAN
    This article focuses on Transcendental Schematism in the Critique of Pure Reason. Schematism has the utmost importance for the explanation of the deduction of the categories, and application of the pure concepts to experience. As the material of sensibility and understanding are heterogeneous, schematism bears the vital role of rendering them homogeneous for the possibility of cognition. Thus, schematism both elucidates the structure of the determinate judgments and the ground of transcendental philosophy by subtly building a bridge between the sensibility and understanding. Despite its significance, schematism is often criticized for its difficulty and incomprehensibility. In this context, this study aims to illuminate the structure of schematism and underline the importance of it for transcendental philosophy as it is presented by Kant in the Critique of Pure Reason.
  • Publication
    Di̇zi̇ Filmlerde Toplumsal Ci̇nsi̇yet Bağlamında Kadının Temsi̇li̇ Örnek İnceleme: “Kadın” Di̇zi̇si̇
    (Kürşat Öncül, 2020) ŞAKRAK, BİLGEHAN ECE
    Ana akım medya, egemen sınıfın egemen ideolojileri doğrultusundaki söylemlerin yeniden temsil edildiği en temel alanlardandır. Sinema ve televizyon gibi görsel işitsel mecralar, bu yeniden üretilen temsillerin kamusal alana yansımasını en kolay sağlayan kitle iletişim araçlarındandır. Dizi filmler, toplumsal cinsiyet kodlarının anlatı içine yerleştirilerek düzenli şekilde izler kitlesiyle buluştuğu, bu yüzden de sürekli olarak bu kodları yeniden ve yeniden üreterek bu ideolojik söylemlerin yerini sağlamlaştıran en belirgin program türlerindendir. Bu çalışmada, Türkiye'de dizi filmlerde kadınların nasıl temsil edildiği, Ekim 2017'den Şubat 2020'ye kadar toplam 81 bölümüyle FOX TV prime-time kuşağında üç sezon yayınlanan "Kadın" dizisi üzerinden incelenmiştir. Çalışmada, öncelikle cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarına yer verilmiş, ardından toplumsal cinsiyet ve medya ilişkisi açıklanarak, dizi filmlerin bu ilişki içerisindeki konumuna değinilmiştir. Bu kuramsal çerçeve dahilinde, nitel araştırma yöntemi kullanılarak, Kadın dizisinin bölümleri çözümlenmiştir. Dizideki ana ve yardımcı kadın karakterlerin motivasyon ve hedefleri incelenmiş, toplumsal cinsiyet kodlarının atfettiği anlamlar doğrultusunda bu kadın karakterler üzerinden yeniden üretilen söylemlerle kadının konumlandırılışı ifade edilmeye çalışılmıştır.
  • Publication
    Violence, Wars, and the Possibility of Ethical Life in an Apocalypse: A Kantian Reading of The Walking Dead
    (De Gruyter, 2021) SAKIZLI, SELDA SALMAN
    The Walking Dead is a popular TV series depicting a catastrophic and violent world. After a pandemic that turns humans into zombies, we witness the collapse of civilization with all its institutions, the depletion of the resources, and the struggle to build a new world in the middle of the wars between surviving groups. It illustrates a world of literal and metaphorical homo homini lupus. Some people choose sheer survival, and others try to build a moral, civil world. In this article, I propose a reading of this series from a Kantian perspective by employing his interrelated ideas on history, ethics, and politics. I claim that The Walking Dead represents the state of nature and the violence it contains, and illustrates the course of history toward a civil society as defined by Kant.
  • Publication
    Revisiting heidegger on schematism
    (2020-03) Salman Sakızlı, Selda; 260940
    Although it is very short, the section on Schematism in the Critique of Pure Reason is one of the most significant sections in the book. In a note dated 1797 Kant admits that that it is one of the most important and the most difficult sections in the Critique.' The basic claims of schematism can be observed in Kant’s Inaugural Dissertation dated 1770, although most of the theses of the Dissertation have changed, the claims and the importance concerning the schemas remained almost the same.1 2 As a matter of fact, even though Kant made considerable changes on the sections about the roles and functions of the faculty of imagination in the second edition of the Critique, such as the Deduction section, Schematism remains almost untouched. 1 Reflexionen, 6359, 18:686, pp. 393-394 2 See Karin De Boer, Kant’s Account of Sensible Concepts in the Inagural Dissertation and the Critique of Pure Reason. Natur und Freiheit. Akten des XII. Intemationalen Kant-Kongresses, Ed. Violetta Waibel, Margit Ruffing, David Wagner, De Gruyter: Berlin, https://doi.org/10.1515/9783110467888-021, 2018, p. 1015-1022 2 CPR, A138/ BlT1 4 See Martin Heidegger, Kant and the Problem of Metaphysics, Trans. Richard Taft. Indiana University Press, Indianapolis, 1997, and Phenomenological Interpretation of the Critique of Pure Reason, Trans. Parvis Emad and Kenneth Maly, Indiana University Press, Indianapolis, 2018 s CPR, A140/ B179 The main argument in schematism is subsuming the object (Gegenstand) under a concept and in that respect providing homogeneity between the appearances and concepts. This need appears as a result of Kant’s separation between the sensibility and the understanding and the clear distinction of the two concerning their roles and functions. As they have to stand apart there is the need to connect them in order to provide cognition. Kant states “Now it is clear that there must be a third thing, which must stand in homogeneity with the category on the one hand and the appearance on the other, and makes possible the application of the former to the latter.”3 Kant calls this “mediating” representation, which is both intellectual and sensible, a transcendental schema, which is always the product of the faculty of imagination. Martin Heidegger, who interprets Kant in phenomenological tradition and stresses the importance of imagination in Kantian philosophy, also focuses on the Schematism section as one of the important parts of his interpretation.4 Heidegger suggests a new word, “schema­image” though he is aware of the fact that image is not a schema, but thus he approximates schema with image and excludes non-ocular experience. In this paper, I will criticize Heidegger’s interpretation of schematism since Kant is very clear about the difference between an image and a schema which are both the products of the imagination.5 But image is always the representation of a particular thing; on the contrary, schema is neither a singular intuition nor a concept.
  • Publication
    From the first to the third Critique: Non-conceptual content and the fate of the imagination
    (2020-04) Sakızlı, Selda Salman
    The faculty of imagination and its role in the Critique of the Power of Judgement are at the hearth of a very important controversy: Is aesthetic judgement conceptual? This is not a simple question to deal with since it is directly related with the cognitive claims in the Critique of Pure Reason. Different approaches, from analytic to continental traditions, from psychological readings of Kant to the advocates of philosophy of mind hold different views on this subject. This variety is a result of the status and the role of the imagination, and the kinds of syntheses it realizes which differs in the first and the second editions of the Critique of Pure Reason. In the first edition, imagination is considered as one of the three fundamental faculties among sensibility and apperception, and it is the agent of the syntheses. However, in the second edition, imagination becomes a sub-faculty of the understanding and the syntheses are realized by the understanding. I claim that the A edition of the CPR is more accurate with the entire critical project. Although philosophers like Wilfrid Sellars,1 John McDowell2 and Hannah Ginsborg3 defend that non-conceptual content is not possible, I disagree with this view and see it as a result of taking the B edition, additionally, the debate concerning the third Critique is a repercussion of this. Moreover, these disputes are also related with holding the first and the third Critiques as having completely distinct contents which opens up another “battle field”. I claim that the first and the third Critiques are connected through the faculties, and Kant was very well aware of the fact that he utilizes the same faculties as he used to explain human cognition in the CPR. 1 See Wilfrid Sellars, “The role of imagination in Kant’s theory of experience”. University of Pittsburgh, Archives of Scientific Philosophy, Wilfrid S. Sellars Papers, Box 39, Folder, 11, 1978 2 See John McDowell, Mind and World, Harvard University Press, 1996 2 See Hannah Ginsborg, “Was Kant a Nonconceptualist?” ? Philos Stud. 137, 2008, pp.65-77 4 A99-100 5 See. A89-91 /B122-123, Bl45 6 Robert Hanna, Kant and the Foundations of Analytic Philosophy, Clarendon Press, Oxford, 2001, p.52 7 Immanuel Kant, Critique of the Power ofJudgement, Trans. Paul Guyer & Eric Matthews, Cambridge University Press, New York, 2007, 5:209 Concerning the conceptual and non-conceptual contents, the crucial point is the threefold synthesis, especially the synthesis of apprehension that aims directly empirical and pure intuitions4 in the first edition of the CPR, and which is revisited in the introduction of the third Critique. Kant stresses in several sentences that intuitions and thoughts are different and they cannot hold each other’s place.5 Since sensibility and understanding need to be separate in transcendental philosophy, there is the need to combine them with a third faculty which is the faculty of imagination. Although I am not in analytic tradition, I agree with Robert Hanna who takes the first edition of the Critique and indicates that imagination as the third faculty can both serve to the sensibility and the understanding6 by the threefold synthesis, and there is non-conceptual content in imagination’s relation to sensibility. As indicated above, the claim that there is non-conceptual content in the synthesis of imagination finds its supports in the third Critique. Besides the synthesis of apprehension, this claim becomes obvious in the free play between the imagination and the understanding that occurs without submitting to any concepts. Kant clearly indicates that the feeling of beautiful does not come from a concept nor it aims at one.7 And this is the reason why aesthetic feelings are always subjective, and thus we do not have any rules for aesthetic appreciation.
  • Publication
    Geleneksel Türk Gölge Oyunu Karagöz Hacivat'ın Türk Sinemasında Uyarlanması Gölgeden Beyaz Perdeye Yeniden-Temsil: Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?
    (2019-10) ŞAKRAK, BİLGEHAN ECE; 52230
    Sinema, ortaya çıktığı 1 SOO’Iü yılların sonundan bugüne kadar edebiyat, tiyatro, resim, dijital oyunlar gibi hem geleneksel hem de teknolojiye bağlı olarak ilerleyen farklı alanların anlatılarından yararlanmış, yararlandığı eserlerden yeni sinemasal uyarlamalar üretmiştir. Oyun ise gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak doğumdan ölüme kadar giden yolda, kültür kurucu özelliğiyle iletişimse! araç olarak nitelendirilebilecek şekilde, toplumsal yaşamın hemen hemen her alanında varlığını gösteren bir olgu olmuştur. Bu çalışmada geleneksel Türk gölge oyunu Karagöz Hacivat'ın modern dönemin sinemasal perdesine yansımasında, anlatısal öğelerin nasıl uyarlanarak bir sinema filmine dönüştürüldüğü incelenmiştir. Bu bağlamda Johan Huizinga’nm “oyunun kültürel işlevleri” ile ilgili görüşlerinden yola çıkılarak, Ezel Akay’m yönettiği 2006 yapımı Hacivat Karagöz Nasıl Öldürüldü? filminin anlatısal öğeleri üzerinden, bir uyarlama için tercih edilebilecek yaklaşımlar saptanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte filmin kurgusal dünyasındaki temsiliyet biçimlerine yer verilmiş, sinemanın bir kitle iletişim aracı olarak oyunun kültürel işlevleriyle nasıl birlikte çalıştığı değerlendirilmiştir.
  • Publication
    Bourdieu’nun toplumsal alan kavramsallaştırması doğrultusunda, “The Square” filmi üzerinden çağdaş sanata eleştirel bir bakış
    (2019) Taş Öz, Perihan; 111982
    20. yy’m en önemli sosyologlarından biri olan ve toplumsal kuram doğrultusunda önerdiği yöntem ve kavramlarla en çok tartışılan isimlerden biri haline gelmiş Pierre Bourdieu, “habitus”, “sermaye” ve “alan” kavramları ile kendinden önceki sosyologların çizmiş olduğu ana akım sosyolojinin temel sınırlarının yeniden sorgulanmasına sebep olmuştur. Bourdieu alan kavramını; iktisadi, eğitim, din ve sanat alanı gibi başlıklar altında ele almış, her bir alanın kendine ait bir potansiyel ve değeriendirme biçimi olduğunu belirtmiştir. Toplumsal alanın ise farklı sınıfsal katmanlar ve özneler açısından değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmış, bu alanı simgelemesi bakımından “oyun” metaforunu tercih etmiştir. Bourdieu’ya göre oyunun oynandığı yer toplumsal alan, bu oyunu oynayanlar ise toplumu oluşturan farklı özne ve katmanlardır. Bourdieu’ya göre sanat eserleri, toplumsal alanda oynanan oyunun özneler bağlamında nasıl bir etki yarattığını ortaya koyması bakımından önemli bir temsiliyete sahiptir. Çalışmanın merkeze aldığı 2017 yılı yapımı, İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un yönetmiş olduğu The Square (Kare) isimli film, Bourdieu’nun toplumsal alan ve oyun kavramlarını çağdaş sanat tartışmaları üzerinden yeniden düşünmemize olanak sağlamaktadır. Anlatının ana karakteri olarak Christian isimli bir kiiratörü seyirci karşısına çıkaran Östlund, ilk bakışta bu karakterin hikayesini anlatıyormuş gibi görünse de aslında gösterilmek istenen bir oyun alanının içinde hapsolmuş bir birey ve bir çağdaş sanat müzesi olan bu oyun alanının, toplumsal alandaki çatışmalara ayna olduğudur. Bu çatışma, film anlatısında güven sorunu ve beraberinde ikiyüzlülük kavramları üzerinden aktarılmakta; arka planda ise çağdaş sanat ve ilgili özneler arası ilişkiler ustalıkla sorgulanmaktadır. Filme adını veren sanat projesi “Kare”nin toplumsal alandaki dengesizlikleri gidereceği beklenirken, aksine çatışma ve ayrışma daha da belirginleşmektedir. Çalışma, Bourdieu’nun sanat ve toplumsal alan ile oyun metaforu üzerine geliştirdiği temel öngörülerinden hareketle, 77ze Square filminin çağdaş sanata olan eleştirel tutumunu analiz etmeyi amaçlamaktadır.
  • Publication
    Toplumsal Değişimin Aynasındaki Çatlak: Elena
    (2018-12) Taş Öz, Perihan; 111982
    This study aims to analyze one of Russia’s most important young filmmaker, Andrey Petrovich Zvyagintsev’s film Elena in light of how social change effects the concepts of morality and conscience. Using sociological analysis as a methodology, this study will map out how the social changes taking place during the time period of the film are symbolically represented in characters and their stories. The characters in the film, as a mother and spouse, Elena particularly, question the concepts of conscience and morality in a striking manner through the mandatory relationships they have to uphold, in which the problems of social change are reflected. Moral philosophy has been discussed from Plato to Aristotle; from Spinoza to Kant. Amongst these discussion, the most gripping arguments have been put forth by Friedrich Nietzsche. Nietzsche underlines a morality of strength, freeing humans from a false consciousness about morality. Nietzsche’s ideas will be critically undertaken in relation to Elena in order to seek answers to how humans, expected to be a moral subject, negotiate conscience in a rapidly changing social structure. In his previous films Vozvrashchenie and Izgnanie, Zvyagintsev has successfully focused on human stories and their social contexts. In his latest, the filmmaker approaches the effects of globalization on individuals and their relationships, in a metaphoric and striking manner. His film does not only limit itself to the context of Russia, but pertains to the whole world. In this sense, it is suggested that the film holds a universal quality.
  • Publication
    Imagination as Primordial Faculty in Ethichs a Fichtean Approach
    (2018-01) Salman, Selda; 260940
    In late eighteenth and early nineteenth century imagination has gained a respectable place in philosophy that it has not have before. Unlike previous philosophers, Immanuel Kant could be named as the one who initiated it, since in the first edition of his seminal Critique of Pure Reason he posits imagination as one of the three fundamental faculties besides sensibility and apperception, which is to say that imagination is a transcendental faculty. However, it was not Kant to proceed with imagination since he steps back from his ideas in the second edition as a result of the criticisms of psychologism. It was Johann Gottlieb Fichte, one of the prominent philosophers of German idealism, and a Kantian, who proceeded to make philosophical "experiments" with the power of imagination and based his philosophical system on this faculty. Fichte's understanding of imagination can be seen as a totality of the meanings Kant ascribed to it. In this sense, the most fundamental role of imagination for Fichte is that it is the faculty of synthesis. Fichte clearly states that without the power of productive imagination "nothing at all in the human mind is capable of explanation -and on which the entire mechanism of that mind may very well be based"1 and adds "... all reality -for us being understood, as it cannot be otherwise understood in a system of transcendental philosophy- is brought forth solely by the imagination."’ 1 Fichte, J. Gottlieb. The Science of Knowledge (1794). Trans, and ed. Peter Heath and John Lachs. Cambridge: Cambridge University Press, 1991, p. 188 ’ Ibid, p. 202 Fichte also builds the system of ethics with the principles of The Science of Knowledge (Wissenschaftslehre) (Sittenlehre nach Principien der Wissenschaftslehre), and the fundamental principles of Wissenschaftslehre are at work in morality and ethics. From this ground, I will claim that imagination is not only the fundamental faculty in theoretical philosophy but also the key faculty in the field of ethics which provides the "unity of subjectivity". The aim of this work is to suggest that Fichte by giving a central position to the power of imagination is able to posit a system where theoretical and practical philosophies are interdependent as a result of the functions of the imagination.
  • Publication
    Re- Constructingthe Limits Of Film Narrative in relation to the Concept of Identification through the Possibilities of Digital Cinema
    (2018-11) Taş Öz, Perihan; 111982
    Since the beginning of human history, the tradition of narrative has existed in different forms. Today, its most popular form is the film narrative. With the development of visual and aural technologies, the structure of the film narrative has transformed. Digital cinema has led to a revolution in the traditional production of film, where its primary effects were felt in the reconstruction of the boundaries of the film narrative. One of the most important elements of film narrative, which will be at the center of this study, is the concept of identification. Identification relates to the relationship the spectator forms with the film’s main characters. In this study, the possibilities and boundaries of film narratives, that have once again become the center of discussion with the advent of digital cinema, will be analyzed through the concept of identification. The first theoretical framework will be traced around Bazin’s theories on cinematic realism; while digital cinema and the concept of virtuality will be opened to discussion through the works of Manovich, Casetti, Frampton and Boudrillard. The process of identification cannot be given meaning through a rational paradigm, while at the same time is the most important element in understanding how the spectator perceives the construction of reality in the film narrative. This process had taken on a more complex structure with the advent of digitalization, as the way in which reality is experienced and the physical and philosophical experiences in themselves have come to the fore. This study takes this theoretical framework and looks at how digital possibilities have shifted the boundaries of film narrative and changed the process of identification, adding a physiological and philosophical dimension. This will be done through the analysis of the films Avatar (2009) and The Matrix (1999). The difference between the creation of reality and the way in which the spectator perceives this reality and the effects this difference might have will be undertaken in this analysis.
  • Publication
    Dijital Çağın Kara Aynası: Black Mirror
    (2018-10) Ormanlı, Okan; 108048
    21. yüzyılın başından itibaren analog çağ yavaş yavaş sona ererken, dijital çağ her alanda hakimiyet kurmaya başlamıştır. İnternet altyapısı önceleri askeri bir gereklilik olarak ortaya çıkıp, kısıtlı olarak kullanıma açıkken günümüzde insanlar internetsiz bir yaşamı hayal edemez hale gelmişlerdir. Dijital teknolojilerin, kullanım oranına göre göreceli olarak daha rahat satın alınıp, kullanılıp, fazla tüketilir hale gelmesi, sosyal ve kültürel açıdan ölçülmesi ve incelenmesi gereken etkilere yol açmaya başlamıştır. 2O.yiizyılın bilimsel buluşları ve teknolojik gelişimi belirli aralıklarla gerçekleşirken, sinema, edebiyat ve daha sonraları televizyon da bu gelişmeleri ve olası etkileri, çok sayıda ürünle izleyicilerine ve okuyucularına ulaştırdı. Değişik ama, göreceli olarak, yakın zaman dilimlerinden gelen; H.G.Wells, Freud, Asimov, Orwell, Huxley, Foucoult, Einstein ve Hawking gibi isimler, kitaplarıyla, kuramlarıyla (zaman yolculuğu, psikanaliz, yapay zeka, gözetim toplumu vb.) önceki yüzyılı şekillendirirken 21 .yüzyıl vizyonuna da katkıda bulundular.Bu çalışmanın ana konusu olan "Black Mirror" dizisi 2011-2017 yılları arasında 4 sezon boyunca 19 bölümle milyonlarca kişiye ulaşmıştır. Dizi kısa sürede bir fenomen haline gelerek dünya çapında çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiş ve üzerinde en çok çalışma yapılan diziler arasına girmiştir. Dizi ayrıca EMMY, BAFTA gibi çeşitli ödüller de kazanmıştır. İngiliz televizyoncu Charlie Booker tarafından yaratılan dizi önceleri Channel Four'da yayınlanmış ve belli bir izleyici grubunu etkilemeyi başarmıştır. Bu başarı sonrası, önde gelen dijital sinema ve dizi film platformlarından Netflix, dizinin yayın haklarını almıştır. Her bölümde farklı yönetmen, teknik ve artistik kadroyla çekilen dizi, genel olarak teknoloji bağımlılığı, yapay zeka, sosyal medya, hafıza, bilinçaltı gibi konuları çoğu zaman eleştirel yaklaşımla ele almaktadır. Bu bir anlamda seyircilerde; özdeşleşme, yüzleşme, arınma (katharsis) duyguları uyandırırken, aynı zamanda gelecek kaygısını ütopik olmaktan çıkarmakta ve distopik yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda belki de geleceğe dair olası olumsuz beklentiler ve ön yargılar ehlîleştirilmekte ve normalleştirilmektedir.“Black Mirror”un farklı ekiplerle çekilmesi farklı yaklaşım ve fikirlerin dile getirilmesini sağlarken; monotonlaşma, klişelere boğulma veya didaktik olma riskleri de büyük ölçüde bertaraf edilmektedir. Günümüzde ana akımı temsil eden bazı filmler ve diziler, gişe kaygısı odaklı yaklaşımların ve kültür endüstrisinin sıkı kurallarının da etkisiyle farklı şekillerde izleyiciye sunulmaktadır. “Black Mirror” bu bağlamda diğer ana akım rakiplerinden’ çeşitli farklılıklarıyla ayrılmaktadır ki bu nedenle son zamanlarda en çok tartışılan dizilerden biri olmuştur. "Black Mirror" ele aldığı konular bağlamında; sosyoloji, psikoloji gibi temel bilim alanlarının olgularını dizi formatında işlerken, aynı zamanda yayınlandığı dijital platformun da dahil olduğu küresel şirketlerin çıkarlarıyla çakışacak bir pozisyon alması oldukça zordur. Dizinin son sezonları çeşitli çevrelerce eskisi kadar eleştirel olmamak ve daha izlenir hale gelmek için ana ekseninden kaymakla eleştirilmektedir. "Kara Ayna" olarak olumlu-olumsuz çok sayıda tepki alan "Black Mirror"un, içinde bulunduğu sisteme alternatif üretme ya da önerme gibi bir yaklaşım içinde olması oldukça zor görünürken aynı zamanda böyle bir tavır takınmasının gerekliliği ya da gereksizliliği ayrı bir araştırma konusudur.Saygın sinema sitesi imdb.com'da "Karanlık Ayna" olarak da adlandırılan "Black Mirror"un tüm bölümleri bu çalışmada nitel bir yaklaşımla ele alınacaktır. Bölümler fılmsel anlatı bağlamında irdelenecek ve yukarıda vurgulanan kavramlara ek olarak mahremiyet ve sanallık gibi olgular bağlamında çözümlenecek ve tüm sezonlar arasındaki benzerlikler ve farklılıklar incelenecektir. konusudur.
  • Publication
    Yaşamla Ölüm Arasında Bir Sinefilozofik Yolculuk: Sonsuzluk ve Bir Gün
    (2018-05) Taş Öz, Perihan; 111982
    Theo Angelopoıılos; tarih, felsefe ve mitoloji olgularını filmsel anlatılarına oldukça başarılı bir şekilde aktarmış ve bu yönü ile hem Balkan hem Dünya Sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biri olarak anılmaktadır. Çalışmada mercek altına alınan "Eternity and A Day” (Sonsuzluk ve Bir Gün) filmi, yönetmenin filmografisinde oldukça önemli bir yerde durmakta olup; yaşamla ölüm arasındaki oldukça ince ama bir o kadar da keskin ve derin sınırın oldukça başarılı bir ifadesi olmuştur. Çalışmada, “sinefılozofı” kavramından yola çıkılarak, Sonsuzluk ve Bir Gün filminin anlatısı, yönetmenin ortaya koyduğu felsefi argümanlar üzerinden yola çıkılarak analiz edilecektir. İnsanlık tarihinin başından beri ilgilendiği en önemli kavramlardan biri olan yaşam ve ölüm olgusu, sadece sanatta değil sosyoloji, epistemoloji, ontoloji ve daha bir çok bir çok alanda sorgulanmış ve değişik biçimlerde ifade edilmiştir. Angelopoıılos, bu filminde yaşam ve ölüm olgusuna hem felsefi hem de sanatsal bir yaklaşım getirmiş, filminin ana karakteri üzerinden sorguladığı “Yarın ne kadar sürecek?” sorusuna, yine bu yaklaşım üzerinden yanıt vermiştir: “Sonsuzluk ve bir gün kadar”. Çalışmada, sinefilozofl kavramı doğrultusunda, film anlatısı ve ana karakterin motivasyonu analiz edilecek, sinemada felsefi bir argüman geliştirme bağlamında yönetmenin kendine özgü biçimi mercek altına alınacaktır.
  • Publication
    Kant’a Karşı Kant İçin: Fichte’nin Hayalgücü Felsefesi
    (2018-10) Salman Sakızlı, Selda; 260940
    Alman idealizminin önemli filozofları arasında yer alan Johann Gottlieb Fichte, Immanuel Kant’ın çalışmalarından fazlasıyla etkilenmiş ve kendi felsefesini Kantçı bir felsefe olarak ilan etmiştir. Ancak Fichte, Kant’ın çalışmalarını oldukları gibi almamış ve onun eserlerine bir ilham kaynağı olarak yaklaşmıştır; çünkü Kant’ın transendental felsefesinde önemli sorunlar olduğunu öne sürmüş ve bu sorunlara, kendi felsefi yaklaşımı ile tutarlı felsefi bir sistem önererek çözüm getirmeyi hedeflemiştir. Fichte’nin Kant felsefesine karşı en önemli eleştirileri, kendinde-şey ve özgürlük problemleri olarak iki ana kavram altında özetlenebilir. Öncelikle, Fichte, Kant’ın kendinde-şey’e açık kapı bırakmasının Kant felsefesinin transendental idealizmin ortadan kaldırma iddiasında olduğu bir tür dogmatizm olarak yorumlanabilmesine imkan tanıdığını; ve ikinci olarak da Kant’ın pratik felsefesinin, her ne kadar özgürlüğe merkezi bir önem atfetmiş olsa da, gerçek anlamda özgürlük olarak adlandırılamayacağını ve bunun epistemolojik ve ahlaki özne arasındaki ayrımdan kaynaklandığını ileri sürer. Bu çalışmanın amacı, Fichte’nin, teorik ve pratik felsefenin hayalgücü yetisinin işlevleri ile birbirine bağlandığı bir felsefi sistemle, hayalgücü yetisine merkezi bir konum vererek bu sorunlara çözüm getirdiğini ileri sürmektir.
  • Publication
    Facebook ta Güvenlik Davranışı Ve Mahremiyet Kaygısı İstanbul da Yaşayan Kullanıcılara İlişkin Bir Araştırma
    (2015) Zengin, İbrahim; Zengin, Melis Oktuğ; 107349; 141357
    2004 yılında Harvard Üniversitesi öğrencilerinin sanal yıllığı olarak Mark Zuckerberg tarafından kullanıma sunulan Facebook, günümüzde gerek özel yaşamda gerekse iş yaşamında etkin bir iletişim aracına dönüşmüştür. Sosyal ağların dünyada ve Türkiye’de yaygınlaşması, arkadaşlarla, aile bireyleriyle kimi zaman da hiç tanımadığımız kişilerle yoğun bir bilgi ve içerik paylaşımını da beraberinde getirmiştir. Çalışmanın konusunu, İstanbul’da yaşayan kullanıcıların, Facebook kullanma amaçlarının, güvenlik davranışı üzerindeki ve Facebook’a ilişkin algılarının mahremiyet kaygısı üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Bu amaçla, 514 kişiye çevrimiçi anket uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar, İstanbul’da yaşayan kullanıcıların Facebook’u mesaj gönderme amacıyla kullandığını ve arkadaş listelerinin daha çok önceden tanınan kişilerden oluştuğunu; bu nedenle, mahremiyetin öncelikle seçicilik yöntemiyle korunduğunu göstermektedir.