Özel Hukuk Doktora Programı / Private Law PhD Program
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/88
Browse
Browsing Özel Hukuk Doktora Programı / Private Law PhD Program by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 30
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Open Access Alman ve Türk hukukunda anonim şirket pay sahibinin bilgi alma hakkı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Özel Hukuk Ana Bilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2021) Ünal, Bahadır; Akkartal, Hanife ÖztürkÇalışmamızın konusu Alman ve Türk hukukunda anonim şirket pay sahibinin bilgi alma hakkının Türk Ticaret Kanununun 437. maddesi ile Aktiengesetz (Alman Pay Senetli Ortaklıklar Kanunu) 131. ve 132. paragraflar çerçevesinde incelenmesidir. Bu bağlamda pay sahibinin bilgi alma hakkına ilişkin her iki hukuk sistemindeki düzenlemelerin tanımı, amacı, tarihsel gelişimi, hukuki niteliği, hükümleri ve kanuni unsurları incelenmiştir. Ayrıca her iki hukuk sistemindeki düzenlemeler karşılaştırılmış, aradaki benzer yönler ile farklılıklar açıklanarak varılan sonuçlar ortaya konmuştur.Publication Open Access Anonim şirketlerde yönetim kurulunun yönetim ve temsil yetkisinin devri ve sınırlandırılması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Özel Hukuk (Ticaret Hukuku) Ana Bilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2019) Büyükatak, Aytuğ; Omağ, Merih KemalAnonim şirketin yönetim ve temsil yetkileri 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda ayrı başlıklarda düzenlenmiştir. TTK'da, anonim şirketlerde yönetim yetkisinin devri için esas sözleşmede devre izin veren bir hükmün bulunması ve yönetim organizasyonuna ilişkin bir iç yönerge hazırlanması gerekmektedir. Bu hususlara uygun şekilde, yönetim kurulu alacağı bir karar ile yönetim yetkisinin tamamını veya bir kısmını kurul üyelerine ve/veya üçüncü kişilere devredebilecektir. Temsil yetkisinin devri ve sınırlandırılmasına ise TTK, kanuni ve iradi sınırlandırmaların yanısıra 371. maddenin 7. Fıkrasında yapılan ekleme ile sınırlı temsilci tayini hususunda yeni ve eleştirilen bir rejim getirmiştir. Bu bağlamda çalışmamızda, yönetim ve temsil yetkilerinin devir ve sınırlandırılmasının kapsamı, devir ve sınırlandırmalar için uyulması gereken şartlar, yönetim yetkisi ile temsil yetkinin devri arasındaki ilişki ve bu yetkilerin devredilebileceği kişiler inceleme konusu yapılmakta ve bu konulara ilişkin güncel tartışmalar ele alınmaktadır. Anahtar Kelimeler: Anonim Şirket, Yönetim Kurulu, Yönetim Yetkisi, Temsil Yetkisi, Yetki Devri, Örgüt Yönergesi, Sınırlı Yetkili, Sınırlı Temsilci, Sorumluluk.Publication Open Access Arabuluculukta gizliliğin korunması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2011) Yazıcı Tıktık, Çiğdem; Pekcanıtez, HakanTarafların kendi menfaatlerini azami ölçüde karşılayan çözüme ulaşmalarını sağlamak amacıyla, karar verme yetkisini haiz olmayan, tarafsız bir üçüncü kişi olan ve uzmanlık eğitimi almış arabulucunun katılımı ile yürütülen arabuluculuk yöntemi sayesinde uyuşmazlığın herhangi bir dayatma olmaksızın anlaşma ile sonuçlandırması ile daha ucuz ve daha hızlı bir şekilde adalete ulaşılacak, uyuşmazlık da etkin ve kalıcı bir şekilde çözümlenecektir. Arabuluculuk yönteminin bu işlevi dolayısıyla Türk hukuk sisteminin de dahil olduğu Kıta Avrupası hukuk sisteminde arabuluculuk yöntemi teşvik edilerek bu yönde pozitif düzenlemeler yapılmaktadır. Arabuluculuk yönteminin bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak benimsenmesi tarafların bu yönteme ve arabulucuya güven duyması ile mümkün olacaktır. Tarafların arabuluculuya ve arabuluculuk yöntemine güven duyması ise arabuluculukta gizliliğin korunması ile doğrudan ilgilidir.Arabuluculukta gizlilik, arabuluculuk sürecinin aleni olmamasını ve arabuluculuk sürecinde taraflarca ortaya konan bilgilerin sonradan kendileri aleyhine sonuç doğurmamasını ifade eder. Arabuluculuk yöntemi, sürecin aleni olmaması dolayısıyla uyuşmazlığa düşen tarafların, özellikle aleni yapılan duruşmalar esnasında yargılamanın taraflarına ilişkin sırların herkesçe öğrenilmesi ihtimalinin yarattığı sorunlar karşısında önemli bir tercih sebebidir. Ancak sürecin aleni olmaması tarafların arabuluculuk sürecine ve arabulucuya güven duymasını sağlamak bakımından yeterli değildir. Tarafların arabuluculukta gizlilikten beklentileri arabuluculuk sürecinde ortaya konulan ve başka şekilde ulaşılması mümkün olmayan bilgilerin ileride kendisi aleyhine sonuçlar doğurmamasıdır. Tarafların bu kaygılarının bertaraf edilmesi halinde ancak arabuluculuk sürecine ve arabulucuya güven tesis edilebilecektir. Bu bağlamda arabuluculuk sürecine katılan herkesin sır saklama yükümlülüğü olduğu kabul edilmelidir. Arabulucu, taraflar ve yönteme katılan üçüncü kişiler bakımından sır saklama yükümlülüğü arabulucu ve arabuluculuk sözleşmeleri ile sağlanabileceği gibi kanuni düzenlemelerle de hüküm altına alınabilir. Arabulucunun sır saklama yükümlülüğünün arabulucu sözleşmesinden kaynaklanması halinde uyuşmazlığın tarafları bakımından gizlilik güvence altına alınmış olacaklarıdır. Ancak sır sahibi üçüncü kişiler bakımından arabulucu ile sır sahibi üçüncü kişi arasında sözleşmesel bir ilişki olmadığından sözleşmeye aykırılığa ilişkin yaptırımlar uygulanamayacaktır.Uyuşmazlığın taraflarının birbilerine karşı olan sır saklama yükümlülüğü ise arabuluculuk sözleşmesinde kararlaştırılabilecektir. Tarafların arabuluculuk sürecinde öğrendikleri ve başka şekilde ulaşılması mümkün olmayan hususlarda sır saklama yükümlülüğü arabuluculuk sözleşmesinin konusu olabileceği gibi, arabulucunun sır saklama yükümlülüğüne ilişkin hüküm içeren yasal düzenlemelerden bazılarında uyuşmazlığın tarafları bakımından da sır saklama yükümlülüğü getirilmiştir. Arabulucu, uyuşmazlığın tarafları ve üçüncü kişiler için arabuluculuk sürecinde edinilen bilgiler bakımından sır saklama yükümlülüğünün kabulü uyuşmazlığa düşen tarafların arabuluculuk sürecinde ortaya koydukları bilgilerin kendileri aleyhine sonuç doğurmamasını güvence almakla birlikte yeterli değildir. Taraflar, arabuluculuk süreci sona erdikten sonra açılabilecek davalarda yargılama sürecinde arabuluculuk yönteminde ortaya konulan bilgilerin kendisi aleyhine kullanılmayacağının da güvence altına alındığından emin olmak isterler. Bu beklenti medenî usûl hukukuna ilişkin hüküm ve sözleşmelerin konusunu oluşturur. Tarafların bu konudaki en temel endişesi arabulucunun tanık olarak dinlenmesidir. Ayrıca arabuluculuk yöntemi, tarafların arabulucuya güveni üzerine inşa edildiğinden, arabulucunun güvenilirliğinin teminat altına alınması hem tarafların hem de kurumun işleyişinin menfaati gereği arabulucunun tanık olarak dinlenilememesini gerektirir. Tanıklık kamusal bir yükümlülük olduğundan ve arabulucuya sözleşme ile tanıklıktan çekinme hakkı tanınamayacağından arabulucuya tanık olarak başvurulamayacağına ilişkin delil yasakları getiren yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Her ne kadar arabulucuya sözleşme ile tanıklıktan çekinme hakkı tanınması mümkün değilse de kanaatimizce uyuşmazlığın taraflarınca arabulucunun ya da müzakerelere katılan üçüncü kişilerin mevcut veya müstakbel dava tanık olarak gösterilmeyeceğine ilişkin karşılıklı irade beyanlarını içeren usuli bir sözleşme yapmaları mümkündür. Bu sözleşme ise bir delil sözleşmesidir.Arabulucunun arabuluculuk süreci sonrasında açıklabilecek davalarda tanık olarak gösterilmemesinin yanı sıra taraflar, arabuluculuk sürecine ilişkin hazırlanan belgeler ile arabuluculuk sürecindeki ikrarların, çözüm önerilerine ilişkin görüş ve tekliflerinin de mahkemede kullanılmaması beklentisi içerisindedirler. Taraflar bu yönde ikrar sözleşmesi veya delil sözleşmesi gibi usuli sözleşmeler akdedebilirler. Ancak bu sözleşmelerin yargılama sürecindeki etkisi ve yalnızca sözleşmenin taraflarını bağlayıcı etkisi olması dolayısıyla yasal bir düzenlemeye kavuşturulması yerinde olacaktır.Publication Open Access Belirli süreli iş sözleşmesi(2012-01) Bozkurt Gümrükçüoğlu, Yeliz; Esener, TurhanBir iş sözleşmesinin belirli veya belirsiz süreli olarak kurulması mümkündür. Belirli süreli iş sözleşmeleri sürenin sona ermesiyle birlikte kendiliğinden sona ermektedir. İş Kanununun 11. maddesine göre, İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir?. Böylece belirli süreli iş sözleşmelerinin geçerliliği objektif koşulun varlığına bağlanmıştır. Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan işçi, ayırımı haklı kılan bir neden olmadıkça, salt iş sözleşmesinin süreli olmasından dolayı belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan emsal işçiye göre farklı işleme tâbi tutulamaz. Sürelendirme geçersiz olduğu takdirde sözleşme belirsiz süreli iş sözleşmesine dönüşecektir. Belirli süreli iş sözleşmeleri kural olarak sözleşmede kararlaştırılan sürenin dolmasından önce bir haklı nedenle derhal fesih hakkı olmadıkça feshedilemez.Bu çalışmada belirli süreli iş sözleşmesinin tanımı, geçerlilik koşulları ve sözleşmenin sona ermesi incelenmiştir.Publication Open Access Belirsiz alacak davası(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2012-11) Simil, Cemil; Pekcanıtez, HakanBelirsiz alacak davası, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, davacıdan, davanın açıldığı anda alacağın miktarının veya değerinin belirlenmesinin beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değer göstererek dava açabilmektedir. Davacı, yargılama sırasında, karşı taraftan aldığı bilgiden veya delillerin incelenmesinden sonra davalının rızasına veya ıslah yoluna başvurmaya gerek duymaksızın, talebinin miktarını belirleyebilmektedir. Davanın açıldığı anda, miktarı veya değeri belirlenebilen alacaklar için, hukuki yarar yokluğu nedeniyle, belirsiz alacak davası açılamaz.Publication Open Access Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde hukuki sorumluluk(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Özel Hukuk Ana Bilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2020) Ateş, Zehra Gizem; Öz, Maya TurgutÇalışmamızın konusunu 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde hukuki sorumluluktur. Biyogüvenlik Kanunu'nun 14. maddesinde genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve/veya ürünleriyle ilgili faaliyette bulunanlar hakkında hukuki sorumluluğa ilişkin düzenlemeler mevcuttur. Maddede biyoteknolojik gelişmeler göz önünde bulundurularak insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması için genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili faaliyette bulunanlar hakkında hukuki sorumluluğun şartları, bunlara uymamanın yaptırımları, ihtiyat ilkesine göre önlem alma gerekliliği, zamanaşımı süresi ve mücbir sebepten dolayı sorumsuzluk halleri düzenlenmiştir. Bu çalışma ile Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde hukuki sorumluluğun niteliği, şartları, nasıl uygulanacağının açıklanması amaçlanmış ve kanunda yapılabilecek değişiklikler hakkında önerilerde bulunulmuştur. Bu bağlamda mehaz kanun olan İsviçre Gen Teknik Kanunu'nun ilgili maddeleri karşılaştırmalı olarak incelenmiş, İsviçre öğretisindeki görüşler ve uygulamadan örnekler verilmiştir. Ayrıca yine bu kapsamda Alman Gen Teknik Kanunu da gerekli olduğu ölçüde incelenmiştir. Tezin ilk bölümünde biyogüvenlik kavramının uluslararası hukuklarda ve ülkemizde gelişimi ile çeşitli ülkelerde biyogüvenlik alanında yasal düzenlemeler yer almaktadır. İkinci bölümde kanunun çerçevesi ve konuyla ilgili kavramlar tanımlanmış ve Biyogüvenlik Kanunu'nun uygulama alanı belirtilmiştir. Üçüncü bölümde ise sorumluluğun hukuki niteliğinin tehlike sorumluluğu olduğu belirlendikten sonra sorumluluğun şartları açıklanmıştır. Son bölümde genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili faaliyette bulunanlar hakkında hukuki sorumluluğun sonuçları, tazminat yükümlülüğü, zamanaşımı süresi ve mücbir sebep halleri belirtilmiştir. Ayrıca son olarak Biyogüvenlik Kanunu md. 15'de düzenlenen cezai yaptırımlar okuyucuya bilgi amaçlı olarak verilmekle yetinilmiştir. ANAHTAR KELİMELER: Genetiği Değiştirilmiş Organizma, Biyogüvenlik Hukuku, Kusursuz Sorumluluk, Tehlike Sorumluluğu, İhtiyat İlkesiPublication Open Access Borca aykırlık hallerinden kusurlu ifa imkansızlığı ve hukuki sonuçları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2011) Gündoğdu, Fatih; Prof. Dr. M. İlhan UlusanSözleşmenin kurulması anında mevcut olan edimin ifa zamanında borçludan kaynaklanan bir sebeple ifa edilmesinin mümkün olmaması şeklinde tanımlanabilecek olan ifa imkansızlığı, Borçlar Kanunumuzda özel olarak düzenlenmiş olmaması sebebiyle hiç veya gereği gibi ifa etmeme hallerini düzenleyen BK m.96 kapsamında ele alınmaktadır. Doktrinde birçok türü geliştirilen imkansızlık, meydana geldiği ana göre baştaki-sonraki imkansızlık; etkilenen çevreye göre objektif-sübjektif imkansızlık; sorumluluğa göre kusurlu-kusursuz imkansızlık; edimin etkilenme oranına göre kısmi-tam imkansızlık; süresine göre ise sürekli-geçici imkansızlık ayrımlarına tabi tutulmuş ve bu imkansızlık türlerine farklı hukuki sonuçlar bağlanmıştır. Bunun dışında imkansızlığa hangi sonucun bağlanması gerektiği meselesinde, çeşit ve sınırlı çeşit borçları, seçimlik borçlar, para borçları, sürekli borç ilişkileri ve mutlak kesin vadeli işlemler gibi durumlar özel bir anlam ifade etmektedir. Borçlunun ediminin ifasının, kendi sorumluluk alanından kaynaklanan bir sebeple imkansız hale gelmesi halinde, ifa etmeme sebebiyle zarar gören alacaklı borçludan olumlu zararının tazmin edilmesini isteyebileceği gibi, şartların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat, kaim değer ve sözleşmeden kararlaştırılan cezai şartı da talep edebilecek, bunların yanı sıra yapma borçlarında alacaklı bazı hallerde borcu kendisi ifa etmek için hakimden kendisine izin verilmesini talep edebilecektir.Publication Open Access Çalışanların meydana getirdiği eserler üzerindeki fikri haklar(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Özel Hukuk Ana Bilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2021) Özçetin, Neslihan Kurt; Öz, Maya TurgutÇalışmamızın konusu 5846 S. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu md. 18/2'de düzenlendiği çerçevede çalışanların meydana getirdiği eserler üzerindeki fikri haklardır. Bu kapsamda hükmün Türk hukukundaki tarihçesi, uluslararası hukuklarda yer alan benzer hükümler, hükmün uygulanabilmesinin şartları, hükmün kapsamı, hükmün nitelendirilmesi ve FSEK'in diğer hükümlerinin FSEK md. 18/2 ile birlikte uygulanması incelenmiştir. Ayrıca uygulamada karşılaşabilecek bir takım sorunlar ve çözüm önerileri ve Kanunda yapılması gereken değişiklikler hakkında öneriler ortaya konulmuştur.Publication Open Access Çalışma Sürelerinde Esneklik(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2018) Demirezen, Esra Ceren; Esener, Hüseyin Hayri Turhan; 113717Küreselleşme, teknolojik gelişmeler ve ekonomik krizler, çalışma hayatına esnek üretim, esnek teknoloji ve esnek yönetim kavramlarının dahil olmasını sağlamıştır. Uluslararası piyasada rekabet etmek isteyen işveren 7/24 işletmesini çalıştırmak isterken, işçi de sosyal yaşantısına zamana ayırmak arzusu içindedir. 1980' ler sonrası Avrupa ülkelerinde doğan ve sonrasında tüm dünyaya hızla yayılan esnekleşme prensibi Türk İş Hukukuna 4857 sayılı kanun ile girmiştir. 4857 sayılı kanun ile, 1475 sayılı Kanunun katı rejiminden sıyrılarak hem işçinin hem de işverenin çalışma süresi bakımından iş sözleşmesinden beklentilerine yönelik hükümlere kanunda yer verilmiştir. Avrupa birliği yönergeleri ile uyumlu hale getirilmeye çalışan mevzuat bugün neredeyse paralel düzenlemeler içermektedir. Çalışmamızda işçinin işverenin emrine girdiği andan çıktığı ana kadar geçen dönemde yani çalışma süresinde esneklik prensibi anlatılmaya çalışılmıştır. Birinci bölümde çalışma süresi kavramı tüm yönleriyle ele alınmış, ikinci bölümde esneklik prensibinin çalışma yaşamında doğuşu ve gelişimi izah edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise gerek 4857 sayılı Kanunda gerekse Avrupa birliği yönergelerinde yer alan esneklik düzenlemelerine yer verilmiştir.Publication Metadata only Eser sözleşmesinde yüklenicinin borca aykırılığının önceden belli olması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2016) Gümüşsoy Karakurt, Güler; Ulusan, Mehmet İlhanÇalışmamızın konusunu Türk Borçlar Kanunu madde 473 gereğince eser sözleşmelerinde yüklenicinin borca aykırılığının vadeden önce belli olması oluşturmaktadır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel olarak eser sözleşmesine değinilmiş, ikinci bölümde iş sahibinin vadeden evvel sözleşmeden dönme hakkı ele alınmıştır. Son bölümde ise, iş sahibinin vadeden evvel yeni bir yükleniciye başvuru imkanı ele alınmıştır. Method olarak, çalışmamızda ele alınan konular, yeni düzenlemeler de göz önünde bulundurularak, ülkemiz hukuk sistemi açısından değerlendirilmiş ve içtihatlardan da yararlanılarak, öğreti ve uygulamayı esas alan bir çalışma hedeflenmiştir.Publication Open Access Fikri hukukta manevi haklar ve manevi hakların korunması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2008-06) Bellican, CüneytSöz’den sese, yazıdan görüntüye doğru ilerleyen düşünen insanın düşünce ürünlerinin pozitif hukuk kuralları tarafından korunması gerekliliği, Fikri Hukuk adı altında bağımsız bir hukuk dalının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fikri Hukuk kavramı, çatısı dar tutulabildiği kadar geniş bir çerçeveye de kavuşturulabilir. Dar anlamda Fikri Hukuk-geniş anlamda Fikri Hukuk ayrımı Fikri Hukuk korumasından yararlanacak olan kişilerden çok Fikri Hukuk kurallarını yorumlayacak olanlar tarafından dikkate alınan teorik ve didaktik bir ayrımdır. Dar anlamda Fikri Hukuk, eser sahibini merkeze alan Fikir ve Sanat Eserleri Kanununu kapsarken, geniş anlamda Fikri Hukuk bu Kanunun yanına Marka, Endüstriyel Tasarım, Patent gibi sınai alanları, hakları da koyar. Çalışmamızda Fikri Hukuk kavramına daha çok FSEK’i kapsayacak şeklinde bir anlam yüklemiş olup, bu doğrultuda Fikri Hukukta manevi hakları mercek altına alırken FSEK odaklı değerlendirmelerde bulunacağımızı belirtmek isteriz. Manevi hakların, sınai haklar bakımından bir anlam ifade edip etmediği noktasında da, yeri geldiğinde, sınai haklara ilişkin düzenlemeler eşliğinde karşılaştırmalı değerlendirmeler yapılacaktır. Fikri Hukuk’un varlığına ilişkin renkli tartışmalar, Fikri Hukukun ruhunu da; manevi hakları da konu ve hedef alır. Fikri Hukuk, günümüzde artık, “naif eser sahibinin nadide eserini” koruyan romantik eğilimli bir düzenlemeler demeti olmaktansa, makineler arasında veya önünde üretim yapan, teknoloji ve tüketim tandanslı toplumun bir üyesini, üyelerini koruma altına alan düzenlemeler sepeti haline gelmiştir şeklinde karamsar bir yorum yapılabilir. Bu yoruma bir an olsun ve/veya kısmen olsun katılmak ya da katılmayı düşünmek, ister istemez şu cümleleri davet eder: “Kim” korunmalı yerine “ne” korunmalı 2 anlayışı kökleşmeye başlamıştır sanki. “Kim”den çok “ne”ye yönelim kuşkusuz zamanın ruhunu taşıyan bir anlayıştır. Akla gelen bu ifadeleri ve iddiaları çürütmek ve/veya eser sahibinin manevi haklarına vurgu yapmak bakımından şu değerlendirme yapılabilir: Zamanında kişilik haklarından bağımsızlaşan manevi haklar, zaman içinde ve günümüzde kültür endüstrisinin içinde tamamiyle malvarlığı değeri olarak görülmek istenmektedir. Bu noktada, manevi hakların kişilik haklarından bağımsız bir kurum olmasının ifade ettiği anlam iyi kavranmalıdır. Kişilik haklarıyla manevi haklar arasındaki karşılaştırma, benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyacak; manevi hakların kişilikten tamamen bağımsız bir değer olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Kimi zaman mali hakların kıskacında, kimi zaman kişilik haklarının gölgesinde kalan manevi haklar, hiç kuşkusuz, pozitif hukuk bağlamında FSEK çerçevesinde bağımsız bir kurum olmuştur. Manevi hakların bağımsızlığı, manevi hakların özellikle kişilik hakları ve mali hakların bitişiğinde konumlanmış bir yapı olduğu gerçeğini de sarsmaz. Başka bir deyişle, manevi hakları anlayabilmek için çevresinde bulunan kişilik hakları ve mali hakları da anlamak ve birlikte değerlendirme yapmak yararlı olur. Bu durumda, manevi hakları korumak bakımından onu mali haklara yaklaştırıp, bir malvarlığı değeri olmasına yol açmaktansa, kişilik haklarına yaklaştırmak daha doğru bir yol tarifi olabilir. Teknoloji, bir taraftan sunduğu imkanlarla kimi eserlerin meydana getirilmesini kolaylaştırırken ve teşvik ederken, diğer taraftan eser sahibinin haklarının daha kolay ve daha hızlı ihlal edilebileceği bir alan oluşturmaktadır. Manevi haklar da bu ihlallerden payına düşeni almaktadır. Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, manevi hak kavramının eser sahibinin haklarına ilişkin teorilerdeki yeri başta olmak üzere, dar anlamda manevi hak-geniş anlamda manevi hak ayırımı üzerinde durulacak, her bir manevi hak ayrı ayrı incelenirken bu hakların sözleşmeler hukukundaki yerine dikkat çekmek amacıyla gölge yazarlık kurumu tanıtılacak ve değerlendirilecektir. Tüm bu 3 değerlendirmeler yapılırken, manevi haklar ile kişilik hakları arasındaki ilişki, benzerlikler ve farklılıklar temelinde ayrıntılı olarak sunulmaya çalışılacaktır. Bölüm, manevi hak kavramının sınai haklar bakımından ifade ettiği anlam üzerine yapılacak değerlendirmeyle son bulacaktır. İkinci bölüm, manevi hakların özelliklerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesine yönelik bir çabadır. Bu çaba, başlıca şu soruların yanıtlanması için harcanmıştır: Manevi haklar sınırlı sayı ilkesine tabi midir? Manevi haklar, süre sınırlamasına tabi midir? Manevi hakların mirasa konu olmasından söz edilebilir mi? Manevi haklar devredilemez ve vazgeçilemez haklardan mıdır? Mali haklara ilişkin hukuki işlemler bakımından FSEK’te birçok hükme yer verilirken, manevi haklara ilişkin hukuki işlemler bakımından aynı durum sözkonusu değildir. Bu bağlamda manevi haklara ilişkin hukuki işlemler, tabi olduğu sınırlamalarla birlikte ele alınacaktır. Son bölümde ise, manevi hak ihlallerinin sonuçları ele alınacaktır. Manevi hak ihlalinden sözedebilmenin ön şartlarından eser kavramı da özellikle multimedya eser kavramı ön planda tutularak değerlendirilecektir.Publication Open Access Fikri mülkiyet hukukunda dijital veri tabanlarının korunması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2013) Şener, Yavuz Selim; Öztürk Akkartal, HanifeGünümüzde her çeşit veri ve bilginin kullanım hizmetine sunulmasında yararlanılan teknolojilere, bilgi iletişim teknolojileri adı verilmektedir. Dijital veri tabanları, bilgisayar ve internet teknolojisindeki gelişmelerle birlikte, bilginin işlenmesi, depolanması ve iletiminde temel bilgi iletişim teknolojisi ürünü olma özelliğini kazanmıştır. Bu tür veri tabalarında, her türlü veri dijital (sayısal) formatta derlenerek kişiler tarafından kolaylıkla erişilebilir ve kullanılabilir hale dönüştürülmektedir. Bunların oluşturulmasında, veri ve bilgilerin elde edilmesi, derlenmesi ve hizmet sektöründe kullanılabilir hale getirilmesi işlemleri, önemli ölçüde fikri çalışma, teknolojik donanım ve para yatırımı gerektirmektedir. Meydana getirilmelerindeki fikri emeğe ve parasal masrafa rağmen dijital veri tabanları, kolaylıkla kopyalanıp çoğaltılma ve taklit edilme özelliğine sahiptir. Veri tabanlarının taklit edilmesi ve rakip ortamlarda yetkisiz iletimi ilk yatırımcılılar, rakipler ve kullanıcılar arasındaki uyuşmazlıkların artmasına yol açmıştır. Tez çalışmamız, Milletlerarası alanda ve Türk Hukukunda giderek önem kazanan veri tabanlarının korunması hakkındadır. Çalışmada birinci bölümde veri tabanı kavramı ve türleri teknik ve hukuki yönden incelenecektir. İkinci bölümde, veri tabanlarının korunmasına yönelik karşılaştırmalı hukukta ve FSEK.?te öngörülen düzenlemeler ele alınacaktır. Son bölümde, dijital veri tabanları üzerinde sahip olunan hakların ihlalinden doğan hukuki ve cezai sorumluluk halleri incelenecektir.Publication Open Access Hakim şirketin azınlığın paylarını satın alma hakkı (squeeze-out)(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2016-02) Tütüncü, MuharremAnonim ortaklıklar hukuku prensipleri çerçevesinde sermaye koyma taahhüdünü yerine getiren pay sahiplerinin ortaklıktan çıkarılmalarını sağlamak kural olarak mümkün değildir. 6102 sayılı TTK ile söz konusu prensibe iki önemli istisna getirilmiştir. Bunlardan ilki birleşme yoluyla ortaklıktan çıkarma (TTK md.141/2), diğeri ise hâkim şirketin azınlığın paylarını satın alma hakkıdır (TTK md.208). Satın alma hakkına ilişkin TTK md.208 hükmünün kaleme alınmasında, mukayeseli hukuktaki düzenlemelerden etkilendiği görülen yasa koyucu tarafından, Türk şirketler hukuku doktrini ve uygulamasının özellik arz eden yönlerini de dikkate alınmış ve neticede kendine özgü bir satın alma hakkı düzenlemesi ortaya çıkarılmıştır.Publication Open Access Halka açık anonim ortaklıklarda yönetim kontrol değişikliği ve çağrı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2011-08) Doğru, Halil; Hanife ÖztürkHalka açık anonim ortaklıklarda yönetim kontrol değişikliği ve çağrı konulu doktora tezinin hazırlanması aşamasında bu kavramlara ilişkin genel bilgiler verildikten sonra yoğun olarak yönetim kontrolünün değişmesi (Takeover) kavramı incelenmiştir. Halka açık anonim ortaklıklarda yönetim kontrolünün değişmesine Türkiye'de sıklıkla rastlanılmadığından, Takeover olaylarının yoğun olarak yaşandığı Amerika ve İngiltere'deki durum ve tarihsel süreç ayrıntılı olarak incelenmiştir. Takeover kavramı yasal düzenlemeler ve mahkeme içtihatları ışığında söz konusu ülkeler bazında farklı bölümler oluşturulmak suretiyle ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Amerika ve İngiltere'de Takeover kavramının ortaya çıkışı ve sonrasında iki ülkede yürürlüğe konan yasal düzenlenmeler açıklanırken iki ülkenin de konuya bakış açıları üzerinde durularak, bu ülke hukuklarının Takeover'a yaklaşımları irdelenmiştir. Takeover'ı düzenleyen başlıca kurallar olmaları sebebiyle Amerika'daki William Act ve İngiltere'deki Code Kuralları da tez kapsamında incelenmiştir. Bu iki ülke dışında Avrupa Birliği'nin (AB) Takeover'a ilişkin Direktifi doğrultusunda AB hukukunun Takeover'a yaklaşımı üzerinde durulmuştur. Tezin son bölümünde Sermaye Piyasası Kanunu, Sermaye Piyasası Kurulu'nun Seri: IV No. 44 Tebliği ve TTK hükümleri çerçevesinde yönetim hakimiyeti değişikliğine ilişkin düzenlemeler incelenmiştir.Publication Open Access Hekimin tıbbi müdahalede bulunma yükümlülüğünün sınırları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2019) Güney Tunalı, Fatma Işıl; Ulusan, Mehmet İlhanTıbbın başlıca amacı ve dolayısıyla hekimlerin de öncelikli görevi, insan yaşamının ve sağlığının korunmasını ve iyileştirilmesini sağlamaktır. Hekimler mesleklerini hasta üzerinde tıbbi müdahaleler gerçekleştirme yoluyla icra ederler. Tıbbi müdahale, genel hatlarıyla, bir hastalığı, anormalliği ya da eksikliği önlemek, ortadan kaldırmak ya da olumsuz etkilerini en aza indirmek için, en basit tanı ve tedavi yöntemlerinden en ağır cerrahi müdahalelere kadar uzanan her türlü faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Hekim hasta arası ilişkilere binlerce yıldır hakim olan modelde hastanın yaşamı ve sağlığı, hekimler tarafından korunması gereken en üstün değer olarak görülmüş ve tüm mesleki çabalar bunun sağlanmasına yönelmiştir. Yirminci yüzyılda yaşanan bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin etkisiyle yeni yöntemlerin tıp uygulamasına girmesi, iletişimde yaşanan devrimsel nitelikteki değişimler, hasta hakları kavramının ortaya çıkışı ve gelişmesi, hastanın iradesinin, yaşam ve sağlığının da önüne geçecek şekilde kazandığı önem ve bunun gibi unsurlar, tıbbi müdahale süreçleri üzerinde de doğrudan ya da dolaylı etkiler oluşturmuş, hekimlerin, hastaya müdahalede bulunmadan önce, tıp bilimi ve mesleğinin kalıplaşmış kurallarının ötesinde pek çok ilave hususu göz önünde tutmalarını zorunlu kılmıştır. Hekimlerin tıbbi müdahalede bulunma yükümlülüğünün sınırlarını gözden geçirme ve öne çıkan bazı tartışmalı noktalara çözüm önerme amacıyla gerçekleştirilen çalışmamızda ilk olarak tıbbi müdahale kavramı ve hekim ile hasta arasındaki ilişki çeşitli yönleriyle ele alınmıştır. Ardından hukuka uygun tıbbi müdahalenin koşulları gözden geçirilmiş; öncelikle genel nitelikli hukuka uygunluk nedeni olarak rıza ve rızanın aranmadığı istisnai durumları takiben, tıbbi müdahalelerin hukuka uygunluğu için aranan diğer unsurlar ele alınmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise hekimin tıbbi müdahalesine sınırlama getiren ve müdahaleden kaçınmasına yol açabilen durumlar, hasta kaynaklı sınırlamalar, kanundan kaynaklanan sınırlamalar, tıbbi durumdan kaynaklanan sınırlamalar ve hekim kaynaklı sınırlamalar şeklinde ayrılarak irdelenmiş, uygulamada önemli sorun teşkil eden noktalara dikkat çekilerek, hem bu sorunsallar özelinde hem de genel olarak bazı öneriler getirilmeye çalışılmıştır.Publication Open Access İnternette haksız rekabetin önlenmesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2014-06) Soydemir, Güzide; Öztürk, HanifeBu çalışmanın konusu günümüzün gelişen koşullarında internette meydan verilen haksız rekabetin önlenmesine yönelik, AB Direktifleri, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile getirilen ve dürüstlük kuralı prensipleri dahilinde tüm katılanların menfaatine bozulmamış bir iktisadi rekabet ortamının sağlanması yolunda içtihat ve alternatif arayışların araştırılmasıdır. Çalışmanın hedefi, uygulamada internet teknolojileri ile tartışmaya açılan ve iktisadi rekabeti bozucu şartları beraberinde getiren haksız rekabetin spesifik görünüm şekillerini ve basın, yayın ve iletişim kuruluşlarının sorumlulukları ile idari kurumların karar alma mekanizmaları dahilinde araştırmaktır. Araştırma, Haksız Rekabet Hukukuna dair güncel sorunları irdelemek ve olası çözümleri önermek adına, iletişim teknolojilerinin getirdiği yenilikler çerçevesinde, iktisadi rekabetin uygulamada ele alınış biçimlerini ve bu konuda uyum süreci kapsamında alınabilecek tedbirleri geliştirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma Haksız Rekabet Hukukunun yalnızca tacirler arası uygulama alanı bulan ve bu bakımdan teşebbüslerin serbest piyasaya arz etmekte olduğu ürün ve hizmetlere ilişkin faaliyetlerinde dürüstlük kuralına uygun hareket etmeleri ile sınırlanamayacağını, dürüst ve bozulmamış rekabetin tüm katılanların menfaatine sağlanabilmesi adına, rekabet ortamını bozucu eylem, kural ve davranışların gerektiğinde spesifik olarak sayılarak, rekabet ortamının bozulmasından etkilenecek yahut etkilenme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak tüm çevreleri kapsam dahiline alan bir mevzuat çalışması ile düzenlenmesi, internet sitelerinde yer alan içerik ve kapsamdan dolayı ülke düzeyinde yapılan çalışmaların kısıtlı kalacağı ve haksız rekabete meydan veren internet sitelerinin bu düzenlemeler dikkate alınarak geniş katılım gösteren ülkeler düzeyinde bir engellemesinin yapılması gereğini göstermiştir.Publication Metadata only İş Hukukunda iş sağlığı ve güvenliğinin örgütlenmesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2016) Demir, Ender; Esener, Hüseyin Hayri TurhanBu tezde iş sağlığı ve güvenliği örgütlenmesi ele alınmıştır. Bu kapsamda resmi ve işyeri örgütlenmeleri incelenmiştir. Resmi örgütlenme kamu kurumlarından oluşur. İşyeri örgütlenmesi iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi, diğer sağlık personeli ve iş sağlığı ve güvenliği kurulu ve biriminden oluşmaktadır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'na göre işverenler iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almakla yükümlüdür. Bu kapsamda işverenler iş sağlığı ve güvenliği örgütü oluşturmakla yükümlüdür.Publication Open Access İş Hukukunda işçi ücretinin ödenmemesinin hukuki sonuçları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Özel Hukuk Ana Bilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2020) Sipahi, Poyraz Yağan; Caniklioğlu, NurşenÜcret, işçi veya işveren sıfatıyla toplumdaki çok sayıda insanı ilgilendiren, işçilerin yaşamları üzerinde hem sosyal, hem de ekonomik açıdan önemli etkileri olan, işverenler açısından da finansal olarak önem taşıyan bir konudur. Bireysel iş hukukunun temel gayelerinden biri olan sermaye ve emek arasındaki dengenin kurulmasından ücret unsurunun soyutlanması mümkün değildir. Bu sebeple, her ne kadar hukuk düzeninde sözleşme serbestisi temel prensip olarak kabul edilmekteyse de, iş sözleşmeleri sözleşme serbestisi ilkesinden ayrılarak kanunlar çerçevesinde sınırlamalara tabi tutulmuş, bu kapsamda ücretin asgari sınırları belirlenmiş ve kanunlarla ücrete çeşitli güvenceler getirilmiştir. Ücretin korunmasına ilişkin bu düzenlemeler tek başına yeterli olmayacağından, ücretine kavuşmasını temin etmek için işçiye, bazı yasal haklar da sağlanmıştır. Bu kapsamda işçiye, ücretinin ödenmemesi durumunda başvurabileceği çeşitli haklar tanınmış, bunun bir neticesi olarak işverenin karşılaşacağı hukuki sonuçlar ve yaptırımlar düzenlenmiştir. Bu çalışmada önce ücretin tanımı ve kapsamı, ücret sistemleri, ücretin sözleşme serbestisi ile belirlenmesindeki sınırlamalar ve ücretin güvencesi anlatılmıştır. Daha sonra, ücreti ödenmeyen işçiye tanınan haklar kapsamında işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle fesih hakkı, iş görmekten kaçınma hakkı, ödenmeyen ücretinin dava veya icra takibi yoluyla aynen ifasını talep etme hakkı ve kanunlarda düzenlenen diğer haklar anlatılmış, ücretin ödenmemesinin hukuki sonuçları açıklanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Ücret, işçi, ücretin korunması, haklı nedenle fesih, iş görmekten kaçınma hakkı, aynen ifaPublication Open Access Klasik Dönem Roma Hukukunda ölüme bağlı bağışlama (donatio mortis causa) ve Türk Hukukundaki görünümü(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2013) Mındız, Emine; Bülent Tahiroğluonatio mortis causa muamelesinde bağışlayan, gerçekleşmesi muhtemel veya muhakkak olan bir korkudan dolayı ölümünü göz önünde bulundurarak, başka bir deyişle somut ve yakın bir ölüm tehlikesi içerisinde bulunduğu için veya böyle bir tehlike söz konusu olmaksızın, sadece günün birinde her insanın öleceği düşüncesiyle bağışlamada bulunmaktadır. Donatio mortis causa, bozucu şarta bağlı olarak bağışlayan henüz hayattayken ifa edilebileceği gibi; bağışlananın, bağışlayanın ölümünde sağ bulunması geciktirici şartına da bağlanabilirdi.Publication Metadata only Marka Hukukunda Mutlak Ret Sebepleri(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk (Ticaret Hukuku) Anabilim Dalı / Özel Hukuk Bilim Dalı, 2018) Memişoğlu, Sami Özgür; Öztürk Akkartal, HanifeBu çalışmanın konusu marka hukukunda tescil engeli mahiyeti taşıyan mutlak ret sebeplerinin kapsamına, yorumuna ve uygulamasına yönelik sorunlardır. Hedef, mutlak ret sebeplerinin hukuki mahiyetinin incelenmesi ve uygulamada hangi esasların benimsenmesi gerektiğini araştırmaktır. Araştırma, mutlak ret sebeplerine yönelik olması gereken hukuk açısından önerilerde bulunmayı ve yeni tartışmalara yol açmayı amaçlamaktadır. Çalışmada konunun uluslararası niteliği gereği, mukayeseli hukukta benimsenen yöntemlerden yararlanılmış, yabancı hukuk düzenlemeleri ve yargı kararlarına sıklıkla yer verilmeye çalışılmıştır. Bunun yanı sıra, iç hukukun eski ve yeni düzenlemeleri ile Yargıtay kararları da metne işlenmiştir. Çalışma sürecinde mutlak ret sebebine dayalı tescil engellerinin uygulanma ve yorumunda ortaya çıkan sorunlar tanımlanmış; yabancı hukuk sistemlerinde benimsenen esaslar irdelenerek, çözüme yönelik incelemeler gerçekleştirilmiştir. Çalışma, marka olabilecek işaret türlerine ve bunların sicilde temsil şartlarına, soyut ve somut ayırt edicilik kavramlarına, tanımlayıcı işaretler kapsamındaki jenerik ibareler ile coğrafi adlara, ayırt edilemeyecek derecede benzer markalara, münhasıran teknik zorunluluğun gereği olan işaretlerden oluşan markalara yönelik değerlendirme yönteminin, mülga 556 sayılı Marka KHK'da benimsenen yöntemden farklılaşması gerektiğini göstermektedir. Çalışmada birlikte var olma (coexistence) sözleşmesinin SMK m.5/f.1/(ç) ve m.5/f.3 kapsamında yaratacağı çelişkiler gösterilmekte; egemenlik sembolleri ve uluslararası örgüt işaretleri ile dini sembolleri içeren markalara yönelik inceleme metodları önerilmekte; kamu düzeni ve genel ahlaka aykırılık ile ticari ifade özgürlüğü arasındaki ilişki de irdelenmektedir. Ayrıca çalışma, münhasıran mala asli değeri veren unsurlardan oluşan markalar ile coğrafi işaretleri içeren markalara ilişkin düzenlemeleri konu alan eleştiriler içermekte; alternatif düzenleme önerilerini içermektedir.