Kamu Hukuku Doktora Programı / Public Law PhD Program
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/89
Browse
Browsing Kamu Hukuku Doktora Programı / Public Law PhD Program by Title
Now showing 1 - 20 of 30
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Adil yargılanma hakkı boyutuyla ceza muhakemesi hukukunda hakimin davaya bakamaması ve reddi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı / Hukuk Bilim Dalı, 2019) Kolcu, Selahattin; Tezcan, DurmuşDevletin üç temel erkinden birisi olan yargı organının tarafsızlığının sağlanması, başta hakimin tarafsız olması ile sağlanacaktır. Hakimin tarafsızlığını sağlama yolunda öngörülmüş olan en önemli araçlardan birisi de hakimin davaya bakamaması ve reddi kurumudur. Dolayısıyla bu kurumun adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkisi vardır. Bu nedenle çalışmamızın ilk bölümünde AİHS çerçevesinde adil yargılanma hakkı değerlendirilmiştir. Daha sonra, ikinci bölümde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun sistematiğine uygun olarak, hakimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu haller, üçüncü bölümde de hakimin reddi konusu ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Dördüncü bölümde, hakimin çekinmesi konusu incelenmiştir. Çalışmanın son kısmında ise, konumuzla olan ilgisi nedeniyle zabıt katiplerinin reddi ile savcının reddi ve çekinmesi konuları kısaca değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında doktrindeki görüşlere yer verilmiş, ayrıca uygulama ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, Yargıtay kararlarına sıklıkla yer verilmiş, kararlarda katılmadığımız hususlar açıkça belirtilmiştir. Yine uygulamada karşılaşılan ve tereddütlere yol açan hususlarla ilgili çözüm önerileri dile getirilmiştir. Anahtar Sözcükler : Adalet, Adil Yargılanma, Hakimin Davaya Bakamaması, Ret, Çekinme, Hukuk Devleti, Bağımsızlık, Tarafsızlık.Publication Anayasaya uygunluk bakımından önleyici denetim(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Yıldız, Ceren; Yüzbaşıoğlu, NecmiDevletin temel niteliklerinden olan hukuk devleti ilkesinin unsurları arasında bulunan anayasasının üstünlüğü ilkesini uygulamaya geçirmenin ve korumanın en etkin yolu anayasaya uygunluk denetimidir. Anayasaya uygunluk denetimi, iktidarın sınırlandırılmasının bir aracı olmasının yanı sıra hukuk güvenliğinin ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin de teminatıdır. Anayasaya uygunluk denetimi, benimsendiği ülkeler ve uygulama şekilleri bakımından farklılıklar göstermektedir. Çalışmamıza konu olan anayasaya uygunluk bakımından önleyici denetim modeline, denetime konu olan hukuki işlemlerin yürürlüğe girmesinden önceki safhada başvurulur. Bu nedenle önleyici denetimin, "siyasi" bir denetim olduğu ve yargının yasamaya müdahalesi nedeniyle kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali anlamına geldiği şeklinde eleştirilerde bulunulsa da, Kıta Avrupası anayasa yargısı sisteminde farklı hukuki işlemler bakımından uygulandığı görülmektedir. Türkiye açısından bakıldığında, giderici denetim modelinin benimsendiği fakat birçok kez önleyici denetimin uygulanabilirliğinin de tartışıldığı görülmektedir. Anayasaya uygunluk denetiminin işlevselliğini sağlamaya yönelik olarak oluşturulan kazanılmış hak olgusu, yokluk kararı ve içtihat ile oluşturulan yürürlüğün durdurulması kurumu, Anayasa Mahkemesinin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Bu nedenle yargı denetiminin pozitif düzenlemeler çerçevesinde yapılması gerekliliği, önleyici denetim ihtiyacını ortaya koymuştur. Hukuk devleti ve hukuk güvenliğinin korunması ve sürekliliğinin sağlanması amacıyla çalışmamıza konu olan önleyici denetim modeli, karşılaştırmalı hukuktaki örnekleriyle birlikte incelenecek ve bir model önerisinde bulunulacaktır.Publication Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararlarında Adil Denge Kavramı(İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) ÖZMEN, AHMET MÜNCİ; Durmuş TezcanAdil denge, AİHM'in 23.7.1968 tarihli Belçika'daki eğitim dillerine ilişkin kararından bu yana, çok sık başvurulan bir kavram veya ilkedir. Konu, AİHS ve Ek Protokoller tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerle, kamu çıkarlarının / yararlarının veya bu hak ve özgürlüklerin kendi aralarında çatışmalarıyla ilgilidir. Buna, üçüncü olarak, kamu çıkarlarının, bir yandan birbirleriyle çatışırken, diğer yandan, AİHS ve Ek Protokollerle güvence altına alınan hak ve özgürlüklerle çatışmalarını da ekleyebiliriz. Adil denge ilkesi, bu çatışma ortamında devreye girer ve çatışan ögeleri ayakta tutacak bir dengeyi sağlayarak çatışmayı durdurur. Bu süreçte, denge sağlanana kadar, çatışan ögelerin, terazide farklı ağırlıklarla tartılması söz konusudur ancak, kural olarak, hakkın özü çiğnenmez ve genel olarak, mutlak hakların ağırlığı azaltılmaz. Oldukça eski bir geçmişe sahip olan adil denge ilkesine, AİHM dışında, bizim Anayasa Mahkememiz dahil, temel haklarla ilgili yargılama yapan çeşitli yargı organları da başvurmaktadır. Tezimizde, ilkenin boyutlarının ortaya konabilmesi için, tarihsel gelişimine ve felsefi temellerine yer verilmeye çalışılmıştır. İlkenin kökeninde yatan orantılılık / ölçülülük kavramı ve terminoloji üzerinde durulmuştur. Adil denge ilkesinin tanımı yapılmış ve bu ilkeyle ilgili olabilecek dengeleme modelleri sunulmuştur. Ayrıca, adil denge ilkesine göre dengeleme yapılana kadar izlenmesi gereken dikey basamaklar / aşamalar gösterilmiştir. AİHM'nin ikincilliği (subsidiarity) ilkesi uyarınca, adil denge ilkesine uyulmasının, öncelikle ulusal yetkililerden beklendiği ve AİHM standartarına uyulması koşuluyla, ulusal yetkililerin değerlendirme ve kararlarına saygı gösterilip uyulacağı (deference) konusuna da değinilmiştir. AİHM kararları ise, yukarıda sözünü ettiğimiz üç çatışma görünümüne uygun olarak bölümlenmiş ve bu bölümlenme içinde, çeşitli dava konularına göre incelenmiştir. Tezin sonunda, AİHM'nin istisnaen de olsa, mutlak hakları bile içine alacak kadar geniş bir yelpazede dengeleme yaptığı; devletlerin önemli ekonomik çıkarlarını gözettiği ve adil denge ilkesine yönelik dengeleme sürecinde, belirli tanım ve kurallara göre değil, olaya / davaya özgü (ad hoc) dengeleme yaptığı sonucuna varılmıştır.Publication Ceza Muhakemesinde mağdurun hakları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2013-03) Alan Akcan, Esra; Tezcan, DurmuşSuç mağdurlarına karşı ceza adalet sisteminde, mağdurların yararları yönünde böyle bir duyarlılığın ortaya çıkması kanun koyucuyu da etkilemiş; 5271 sayılı CMK ile mağdur hakları düzenlenmiştir. Ülkemizde bugüne kadar mağdurlara karşı gösterilen özel dikkat sadece bazı adam öldürme, terör ve örgütlü suçlar bakımından söz konusu oluyordu. Bugün ise tüm suç mağdurlarını korumaya yönelik düzenlemeler dikkati çekmektedir.Publication Ceza Muhakemesinde Yargılamanın Yenilenmesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Nişancı, Dilaver; Tezcan, DurmuşYargılamanın yenilenmesi, gerek sanığın lehine gerekse de aleyhine olarak ortaya çıkan yeni durumlar dolayısıyla, kesinleşmiş bir hükme rağmen; hükmün duruşma yapılarak veya yapılmaksızın tekrar ele alınmasına olanak sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur. Sahte belge ve hâkimin görev suçu işlemesi, Kanun' da müşterek yenileme nedenleri olarak düzenlenmiş olup; lehe ya da aleyhe olduğuna bakılmaksızın bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesi istenebilecektir. Gerçek dışı tanıklık veya bilirkişilik, hukuk mahkemesi hükmünün ortadan kaldırılması, yeni olaylar veya deliller, AİHM' in ihlal kararı ve AYM' nin ihlal tespit ettiği dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesi de; lehe yenileme nedenleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu' nda yalnızca aleyhe yenileme nedeni oluşturan tek düzenleme, sanığın beraat sonrasında, suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilir nitelikte ikrarda bulunmasıdır. Maddi hatalar yanında hukuksal hatalar ve bu bağlamda içtihat değişiklikleri de yargılamanın yenilenmesine sebebiyet verebilirler. Yargılamanın yenilenmesi için bir talep söz konusu olup; söz konusu talep, kararının yenilenmesi istenen mahkemeye yapılacaktır. İlk yargılamada görev almış olan hâkim de yargılamanın yenilenmesi yolunda görev alamayacak olup, süreç; şekli inceleme safhası, esas inceleme safhası ve dava safhası olarak üç adımdan oluşmaktadır. Yargılamanın yenilenmesi süreci; ya ilk hükmün onaylanması ya da ilk hükmün iptali ile yeni bir hüküm verilmesi ile sonlanacaktır. Yargılamanın lehe yenilenmesi durumunda, aleyhe bozma yasağı kuralı geçerli olup; verilecek yeni hükümle tayin edilecek ceza, eski hükümle tayin edilen cezadan daha ağır olamayacaktır. Yenileme muhakemesiyle cezası ortadan kalkan eski hükümlünün maddi ve manevi kayıpları için tazminat talep etme imkânı da bulunmaktadır.Publication Devlet görevlilerinin ağır insan hakları ihlallerinde yabancı ceza yargılamasından bağışıklığı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2013) Erson Asar, Bilge Nur; Tezcan, DurmuşUluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası ceza hukukundaki giderek artan gelişmeler değerlendirildiğinde, devlet görevlilerini yabancı ceza yargılamasından koruyan yerleşik bağışıklık kurallarının ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, bu gelişmelerden etkilenip etkilenmediği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu soru, çalışmanın temelini oluşturan sorudur. Birinci bölümde genel olarak bağışıklığın tanımı ve kapsamı ile devlet görevlilerinin uluslararası hukuktaki statüleri incelenmiştir. Bu bölümde ayrıca bağışıklık kurallarının temelleri ve kaynağı, konuya ilişkin kodifikasyon çalışmaları, devletin yargı bağışıklığı ve devletlerin yargı yetkilerini uygulamalarına engel teşkil eden diğer sınırlamalar değerlendirilmiştir. İkinci bölümde ratione materiae (işlevsel) ve ratione personae (kişisel) bağışıklıkların kapsamı irdelenmiştir. Yabancı devlet görevlilerinin işlevsel bağışıklıkları genellikle devletin bağışıklığı kuralının bir sonucu olarak ele alınmaktadır. Bu da devletin yargı bağışıklığı kuralının kapsamı konusunda sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda işlevsel bağışıklığın devletin yargı bağışıklığı ile doğrudan ilişkili görülmemesi gerektiği ve devletin yargı bağışıklığı kurallarının (eski) devlet görevlilerinin yabancı yerel mahkemelerdeki konumunu belirlemesine ilişkin yaklaşımın hatalı olduğu tartışılmıştır. Ardından, kişisel bağışıklıktan yararlanan devlet görevlileri ile bağışıklıklarının maddi ve usuli kapsamı değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda uluslararası hukukta bireylerin yükümlülüklerine ilişkin kuralların devlet görevlilerinin bağışıklığına ilişkin kurallara etkisi açıklanmıştır. Bu etki Pinochet ve Arrest Warrant davaları incelenerek değerlendirilmiştir. Ayrıca uluslararası ceza mahkemelerinde bağışıklıkların geçerli olmadığına yönelik kural da irdelenmiştir.Publication Elektronik haberleşme alanında idarenin düzenleme, denetleme ve yaptırım yetkisi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2012-05) Özelçi, Mustafa Aytaç; Akgüner, Mustafa TayfunElektriksel işaretlere dönüştürülebilen her türlü işaret, sembol, ses, görüntü ve verinin kablo, telsiz, optik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, elektrokimyasal, elektromekanik ve diğer iletim sistemleri vasıtasıyla iletilmesi, gönderilmesi ve alınması olarak tanımlanan elektronik haberleşme, 2008 yılında yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu Yasa ile elektronik haberleşme hizmetleri kamu hizmeti anlayışıyla özel hukuk kişilerince üstlenilmiştir. Bu bağlamda anılan Yasada özel hukuk kişilerinin yetkilendirilmesi, bildirim yoluyla yetkilendirme ve kullanım hakkı yoluyla yetkilendirme biçiminde iki şekilde gerçekleşmektedir.Publication Feminist perspektiften düşünce tarihinin köşe taşları ve ideal bir hukuk anlayışı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2016) Demir, Nazlı Hilal; Türkbağ, Ahmet UlviGünümüzde çoğu alanda erkeklerin bir adım gerisinde olan kadınların durumlarının düzeltilmesi için hukuk alanında zaman zaman kadına ilişkin düzenlemeler yürürlüğe koyulmakta, değiştirilmekte ya da yürürlükten kaldırılmaktadır. Ancak bu düzenlemelerle ortaya çıkan sonuçlar ile amaçlananlar her zaman birbirlerine paralel olmamaktadır. Zira mevcut düzene baktığımızda kadının statüsüne yönelik halen çok fazla şeyin değişmemiş olduğu görülmektedir. Bu durum ise, yapılan değişikliklere ilişkin olarak bir eksiklik ya da hata olabileceği ihtimalini akıllara getirmektedir. Peki, cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik gerçekleştirilmiş hukuki reformlarda eksik/hatalı olan noktalar nelerdir? Daha önemlisi bu noktalar nasıl düzeltilecek ve cinsiyetler açısından ideal bir hukuk düzenine nasıl ulaşılacaktır? Bu soruları cevaplamak amacıyla ortaya koymuş olduğum çalışmanın ilk bölümünde, kadının mevcut durumunun zeminini oluşturmuş tarihin önemli düşünürlerinin ileri sürdükleri fikirler ele alınmıştır. İkinci bölümde ise feminist hukuk yaklaşımları ışığında Türk hukuk sistemi incelenmiş ve ideal bir hukuk düzenine ulaşmak için yapılması gerekenlere ilişkin önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Sözcükler : Feminist Hukuk Teorisi, Feminist Hukuk Bilimi, Feminizm, (Biyolojik) Cinsiyet, Toplumsal CinsiyetPublication Hak ve özgürlüklerin korunması bağlamında bireysel başvuru(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2013-06) Ural, Sami Sezai; Öztürk, BahriTemel hak ve özgürlüklerin korunması ve kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması için kurulan güvence mekanizmaları,, bölgeden bölgeye değişkenlik göstermekle birlikte günümüzde temel haklar artık evrensel bir değerler bütünü olarak kabul edilmektedir. Tarihsel süreç içinde, temel hak ve özgürlükler kavramsal ve pratik düzlemlerde sürekli bir gelişim izlemektedir. Bu bağlamda, bireylere tanınan hakların içeriğinden daha çok bunların hangi yöntem ve mekanizmalar ile korunabileceği konusu ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla insan haklarının muhtemel tehlikelere karşı nasıl korunabileceği konusunda yeni mekanizmalar kurmaya veya mevcutları güçlendirmeye dönük arayışlar özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşmış ve akademik çalışmaların yanında uygulamaya yönelik adımlar da atılmaya başlanmıştır. Bu anlayışın sonucu olarak 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilan edilmiştir. Böylece, tarihte ilk defa ?insan hakları? evrensel bir kimlik kazanmış ve geçerliliği konusunda genel uzlaşma sağlanmıştır. Türkiye, insan hakları konusundaki bu duyarlılığının bir yansıması olarak gerek BM Teşkilatı gerekse daha sonra Avrupa düzeyinde ortaya çıkan insan hakları ve demokrasi odaklı oluşumların içinde olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, 1949 yılında Avrupa Konseyi?nin kurucuları arasında yer almış ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi?ni de kabul edip onaylamıştır. Türkiye hem AİHS hem de BM ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde taraf olduğu diğer sözleşmeler dolayısıyla insan hakları konusunda birçok yükümlülük altına girmiştir. Bunların en önemlileri arasında Avrupa insan hakları koruma sisteminin bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi?nin yargı yetkisini tanıma, vatandaşlarına bireysel başvuru imkânı verme, başvuru sonucunda verilecek ihlal kararlarının gereğini yapma ve insan hakları konusunda ortaya konan genel içtihat ve uygulamalara uyma yükümlülüğünü sayabiliriz. Ülkemizde insan haklarını koruma ve geliştirme konusu ciddiye alınmış ve bunun bir yansıması olarak yeni kurumsal yapılar oluşturulmuştur. Bu amaçla Kamu Denetçiliği Kurumu ve İnsan Hakları Kurumu gibi teşkilatlar kurulmuştur. Getirilen bu mekanizmalar ve oluşturulan yeni birimlerle insan hakları ihlallerinin süratle tespiti ve giderilmesi konusunda önemli mesafeler alınması amaçlanmıştır. İnsan hakları alanında gerçekleştirilen en son anayasa değişikliğiyle, mevcut hak arama yollarına ek olarak 7.5.2010 gün ve 5982 sayılı Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 12.9.2010 tarihli referandumun kabulüyle gelen bireysel başvuru hakkı, yeni bir temel hak ve özgürlükleri koruma mekanizması olarak hukuk hayatımıza kazandırılmıştır. Söz konusu anayasa değişikliği ile anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS kapsamında olan herhangi birinin ihlal edilmesi durumunda, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılması olanaklı hale gelmiştir. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin anayasal ve yasal düzeyde güvence altına alınmasının, hatta içerik bakımından çok yüksek evrensel standartlara sahip metinler olmasının bir anlam ifade edebilmesi için öncelikli olarak yasalar uygulanabilir nitelikte olmalı, devletin bütün organları hukuka bağlı kalmalı ve tüm faaliyetleri denetime tabii olmalıdır. Bu denetimi en etkin şekilde sağlayacak olan merciin adı yargıdır. Bireysel başvuru mekanizması ile temel hak ihlallerinin iç hukukta ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak AİHM?de Türkiye aleyhine yapılan başvuruların sayısının azaltılması ve böylelikle, pek çok uyuşmazlığın AİHM gitmeden mahallinde çözüme kavuşturularak ülkemiz insanının, insan hakları standardının yükseltmesi ve sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin daha etkin korunması sağlanacaktır.Publication İdari Yargıda Ehliyet ve Husumet(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2018) Burtan, Çağlar Burak; Tezcan, DurmuşBu çalışmanın konusu "İdari Yargılamada Ehliyet ve Husumet"tir. Çalışmanın içeriğinde öncelikli olarak taraf kavramına değinilerek, idari yargıda da uygulanan ve medeni usul hukukunda esas alınan kimi "taraf kuramları" ile idari yargılamada tarafların dava ehliyeti anlatılacak ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda görev ve ehliyete ilişkin diğer düzenlemeler ele alınacaktır. Bu düzenlemelere göre, husumetin belirlenmesinde kamu tüzel kişileri ile Devlet tüzel kişiliğinde, onları temsil etmeye yetkili makamların ortaya konmasının önemi üzerinde durulacaktır. Tüzel kişiliğin temsili, dava açma ehliyeti bakımından da incelenecektir. Çünkü, Danıştay'ın yerleşik içtihatları uyarınca, tüzel kişiliği olmayan ve tüzel kişiliği sona eren kuruluşlarca ya da tüzel kişi olan davacının kanuni temsilcisi olmayan kişilerce imzalanan dilekçeler ile dava açılması durumunda, davanın ehliyetsiz kişi tarafından açılmış sayılacağı konusu irdelenecektir. Burada incelenmesi gerekecek olan bir başka konu da "menfaat" kavramı olacaktır. Danıştay, taraf ilişkisinin kurulması için gerekli olan kişisel, meşru ve güncel bir menfaat alakasının varlığının idari yargı yerlerince belirleneceğini belirtmektedir. Bu nedenle, davacının idari işlemle ciddi, makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunması dava açma ehliyeti için yeterli sayılabilecektir. Bilindiği üzere, 521 sayılı Danıştay Kanunu'nda 1973 yılında 1740 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda, husumetin noksan ya da yanlış bir şekilde bildirilmesi nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi uygulamasına son verilmiştir. Günümüzde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'na göre, davacı tarafından dava dilekçesinde hasma hiç yer verilmemesi ya da hasmın yanlış gösterilmesi durumunda görevli mahkeme olan idare mahkemelerince, açılan dava, doğru hasma yönlendirilmektedir. Bu durumun, temel hak ve özgürlükler açısından ve dava hakkı uyarınca, idare edilen lehine doğurduğu sonuçlar ifade edilecek, 1740 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin gerekçesine değinilecek ve o dönem tutulan meclis tutanaklarında yapılan yorumlar incelenecektir. Bu bilgiler ve incelenen kanun gerekçeleri ışığında husumetin belirlenmesinde Türk hukuk sistemindeki uygulamalar tartışılacaktır.Publication İmar kirliliğine neden olma suçu ve bu suçun onarıcı adalet kavramı bakımından değerlendirilmesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2012-07) Haşıloğlu, Sedat Sami; Tezcan, DurmuşGerek imar kirliliğine neden olma suçunun kanunlarda yerini alması , gerekse bu suçun failinin belli şartları yerine getirmesi karşılığında hakkında bir ceza uygulanmaması, birey ve toplumu ön planda tutma anlayışı nedeniyledir.Toplumsal düzeni bozucu özellikleri bulunan bu suçun cezalandırılması insan haklarının gelişiminin bir sonucudur. Bunun gibi , bu eylemleri cezalandırmak yerine , sonuçlarını failin katılımıyla onarmak ve bir toplumsal uzlaşıya varmak da yine insana değer veren ceza hukuku sisteminin bir gereğidir. Türk Hukukunda yeni bir kavram olan ?İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu? TCK 184. Maddesi'nde düzenlenmiştir.Bu maddenin 5. Fıkrası ise çağdaş ceza hukuku sistemi içinde gittikçe önem kazanan onarıcı adalet uygulamasına güzel bir örnektir. Bu suç , bir çok teknik kavramı (bina , ruhsat , ruhsata aykırılık , şantiye , belediye sınırı , özel imar rejimi , imar planı vs ) içinde barındırmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılması için , çalışmamızın ilk bölümününde imar hukuna ait bu kavramlar ayrıntılı olarak ele alınmıştır.İkinci bölümde ,bu suçun unsurları dikkate alınarak anlatılmıştır.Üçüncü bölümde ise , maddenin beşinci fıkrasında yer alan ve Türk Hukuk Sisteminde onarıcı adalet kavramının uygulamalarından ve bir tür etkin pişmanlık olarak kabul edebileceğimiz durum incelenmiştir. Çalışmamızda , bu suçun ayrıntılı bir biçimde kavram ve unsurlarının ortaya konularak açıklanması , genel ceza hukukunun temel bazı kavram ve kurumlarının bu suç bakımından değerlendirilmesi , onarıcı adalet sisteminin önemi ve etkin olarak kullanılması ve bu maddedeki fıkraların uygulanmasında karşılaşılan sorunların yargıtay kararları ışığında çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Maddedeki içerik incelerken , ?ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina? kavramının kullanılmasının kanun koyucunun amacına uygun düşmediğini saptamasını yapılmıştır. 3194 sayılı Kanun'un 5. Maddesine göre bina tanımı yapılmıştır.Maddi ceza hukukundaki kıyas yasağı göz önünde bulundurulduğunda , bu suçun bina dışındaki , havuz , halı saha , su kuyusu , çay bahçesi vs gibi yapılar için söz konusu olamayacağı açıktır.Tezimizde bu konudaki eksikliğin giderilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Genel ceza hukuku içindeki ?teşebbüs , iştirak ve içtima ? kurumlarının , imar kirliliğine neden olma suçunun uygulanmasında nasıl işletileceği konusu üzerinde özellikle durulmuş ve Yargıtay içtihatları doğrultusunda konu açıklığa kavuşturulmuştur. İçtima kurumu , özel kanun ? genel kanun ilişkisi de göz önünde bulundurularak incelenmiş ve uygulamadaki sorunlara çözüm önerileri getirilmiştir Maddenin beşinci fıkrasındaki düzenleme , madde içinde belirtilmemesine rağmen bir etkin pişmanlık olarak kabul edilmiştir.Maddenin bu fıkrasının uygulamaki örnekleri anlatılmış , özellikle Hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına karar verilmiş olmasının , TCK 184/5 maddesindeki etkin pişmanlık kurumunun uygulanmasına engel olmadığı sonucu ortaya konulmuştur. Sonuç olarak ; Bu çalışmanın , kanunun etkin bir biçimde kullanılarak kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesinde uygulamacılara yardımcı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: ?İmar kirliliğine neden olma suçu, bina, yapı, ruhsat, mücavir alan, özel imar rejimi , onarıcı adalet , etkin pişmanlık , hükmün açıklanmasının geriye bırakılması.Publication Kamu hukuku açısından vakıf yükseköğretim kurumları (yasal dayanakları ve tüzel kişiliği)(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2016) Aküzüm, Hüseyin UralBu doktora tezinin özünü vakıf yükseköğretim kurumlarının kamu hukuku disiplini çerçevesinde bir incelenmesi oluşturmaktadır. Tez dört bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde tezin bütününde başvurulacak kavramsal ve kuramsal çerçeve oluşturulmuştur. Bu bölümde Yüksek Öğretim, Üniversite ve "Vakıf Üniversitesi kavramları açıklanmıştır. Kuramsal çerçeve başlığı altında yüksek öğretim hizmetinin bir tür kamu hizmeti olduğu vurgulanmıştır. İkinci bölüm, "Tarihsel Süreçte Yükseköğretim Faaliyetlerinin Hukuki Niteliği" konusuna ayrılmıştır. Bu başlık altında, Türkiye'de yüksek öğretimin gelişimi ve kurumsallaşması tarihsel bir perspektifle incelenmiş ve Osmanlı döneminden bugüne kadar geçen süreçte yüksek öğretim etkinliklerine değinilmiştir. Üçüncü bölümde vakıf üniversitesinin hukuki statüsü anayasa ve idare hukuku çerçevesinde incelenmiş, bu doğrultuda yürürlükteki yasal mevzuat ve yargı kararları irdelenmiştir. Dördüncü bölümünün ilk kısmında Vakıf Üniversitelerinin Organik ve Mali Yapısı ve Bunların Denetim Yolları ile Yükseköğretimin Planlaması konusu ele alınmıştır. Son kısımda ise Türkiye'de yüksek öğretim idaresinin yeniden yapılandırılmasına yönelik çağdaş tartışmalar aktarılmıştır.Publication Kapütülasyonların Osmanlı-Türk adli ve idari modernleşmesine etkisi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2009-05) Apaydın, Bahadır; Prof. Dr. Bülent TahiroğluBu çalışmanın konusu kapitülasyonların Osmanlı-Türk adli ve idari modernleşmesi üzerindeki etkilerinin araştırılarak hukuksal perspektiften değerlendirilmesidir. Amacımız, kapitülasyonların bu süreçte sahip olduğu işlevin somut verilerden yola çıkarak, adli ve idari yapı üzerindeki etkilerini tespit etmektir. Bu minvalde basta devletin siyasi ve idari yapısı olmak üzere kara ve deniz ticaret hukuku, sahsın hukuku, uluslararası hukuk, yabancılar ve vatandaşlık hukuku, sigorta hukuku, toprak hukuku, ceza hukuku ve yargılama hukuku gibi hukukun bir çok alanında yasanan gelişmeler incelenmiştir. Ayrıca Osmanlı-Türk adli ve idari örgütlenmesinde, yönetim ilkelerinde, yasa yapma sürecinde, pozitif yasalara geçiste ve mülkiyet iliskilerinde yasanan gelismeler ya da degisimlerde de kapitülasyonların etkileri araştırılmıştır. Dolayısıyla kapitülasyonlar ışığında hukuki açıdan bir modernleşme sorgulaması yapılmıştır. Bu çalışma sonucunda ortaya çıkması beklenen veriler sayesinde, Osmanlı-Türk hukuk sistemindeki gelişmelerin son iki asırdaki niteliği hakkında daha somut ve teknik değerlendirmeler yapma imkanı olabilecektir. Ayrıca Türkiye'ye miras kalan çeşitli kurumların hukuksal temellerinin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Çalışmada sosyal bilimler alanında yaygın olan, öncelikle konuyla doğrudan ilgili kuramsal çerçevenin oluşturulması, daha sonra birincil ve ikincil kaynaklardan edinilen verilerin mukayeseli olarak değerlendirilmesi ve konunun özgün bilimsel yanını oluşturan örnek olay ve doküman incelemesi yöntemi kullanılmıştır. Anahtar Sözcükler: Kapitülasyonlar, Adli ve idari Modernleşme, Uluslararası Hukuk, Yargılama Yetkisi, Yabancıların Hukuki Statüsü.Publication Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2012-07) Aycı, Emrullah; Durmuş TezcanCeza yargılamasında gerçeğe ulaşmayı ve yargılama sonunda verilecek kararların uygulanmasını sağlamak amacıyla, kural olarak ceza hakimi tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise kanunla yetkili kılınan mercilerce geçici olarak başvurulan; henüz hüküm vermeden önce kişinin temel hak ve hürriyetlerine müdahaleyi gerektiren yasal çarelere koruma tedbirleri denir. Koruma tedbirlerinin yasal düzenlemeyle belirlenmiş olması, temel hak ve özgürlükleri hükümden önce sınırlaması, geçici olması, belli bir amacı sağlamaya dönük bir araç olması, uygulanmaması halinde o amacın gerçekleşmesinin tehlikeye girme olasılığının bulunması, amaç ile uygulanan tedbir arasında ölçülülük olması gerekmektedir. Koruma tedbirlerinin, amaçlarına göre, yöneldikleri kişilere göre, karar vermeye ve uygulamaya yetkili mercilere göre ve yöneldikleri değerlere göre çeşitli ayrımları bulunmaktadır. Koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında hukuka aykırı davranılmasının ceza hukuku, ceza yargılaması hukuku ve tazminat hukuku açısından bazı sonuçları bulunmaktadır. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat ceza hukuku içinde, haksız fiile ve kusursuz sorumluluğa benzeyen yanları da bulunan ve kamusal yanı olan kendine özgü bir tazminat türüdür. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminatın kaynakları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/5 maddesi ile, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141, 142, 143 ve 144'üncü maddeleridir. Buna göre; bir kişinin, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanması, tutuklanması, veya tutukluluğunun devamına karar verilmesi; kanuni gözaltı süresinde hakim önüne çıkarılmaması; kanuni haklarının hatırlatılmaması veya hatırlatılan haklarından yararlanma isteğinin yerine getirilmemesi; kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmaması veya bu süre içerisinde hakkında hüküm verilmemesi; kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi; mahkum olup da gözaltı veya tutuklulukta geçirdiği sürenin hükümlülük süresinden fazla olması veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle bu cezayla cezalandırılması; yakalama veya tutuklama nedenleri ve hakkındaki suçlamalar kendisine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı olmaması halinde sözle açıklanmaması; yakalanma veya tutuklanmasının yakınlarına bildirilmemesi; hakkındaki arama kararının ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilmesi; eşyası veya diğer malvarlığı değerlerine koşulları oluşmadığı halde el konulması veya korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerlerinin amaç dışı kullanılması veya zamanında geri verilmemesi, tazminat sebebi olarak sayılmıştır. Tazminat hakkına sahip olanlara beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi halinde tazminat haklarının bulunduğunun hatırlatılması gerekmektedir. Kişiler, uygulanan koruma tedbiri nedeniyle uğradıkları, her türlü maddi ve manevi zararlarını avukatlık ücretleri ve faiziyle birlikte isteyebilmektedirler. Tazminat davaları ağır ceza mahkemelerinde açılır. Mahkemece yapılacak ilk incelemede dilekçedeki bilgi ve belgelerin eksikliği tespit edilirse eksikliğin bir ay içinde tamamlanması, aksi halde istemin reddedileceği ilgiliye bildirilir. Dilekçe ve belgeler yeterli ise bir örneği Devlet Hazinesinin temsilciliğine tebliğ edilerek onbeş gün içerisinde itirazlarını yazılı olarak bildirmesi istenir. İstem ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde veya tazminat miktarının saptanmasında mahkeme başkanı her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerden birine yaptırmaya yetkilidir. Mahkeme kararını duruşmalı olarak verir. Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi istinaf yoluna başvurabilir. Tazminat ve miktarının hesaplanması tazminat hukukunun genel prensiplerine göre yapılır. Hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar kaldırılarak yargılanıp mahkum olanlarla, yargılamanın aleyhte yenilenmesiyle yeniden yargılanıp beraat kararı kaldırılarak mahkum olanlara ödenen tazminat Cumhuriyet savcısının yazılı istemi ile aynı mahkemeden alınacak kararlar geri alınır. Geri almada kamu alacaklarının tahsiline ilişkin usul uygulanır. Bu karar itiraza tabidir. Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, koruma tedbirine ilişen görev gereklerine aykırı davranarak görevini kötüye kullanan kamu görevlisine rücu eder. iftira konusu suç veya yalan tanıklık nedeniyle gözaltına alınma ve tutuklanma halinde Devlet, iftira eden veya yalan tanıklıkta bulunan kişiye de rücu eder. Gözaltı veya tutukluluk süreleri mapsup edilenler, sonradan yürürlüğe giren lehte hükümler gereği durumları tazminat istemeye uygun hale gelenler, af, şikayetten vaz geçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler, kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler, adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar, tazminat isteyemezler. Yasada iki tür yasa yolundan söz edilmektedir. Birincisi ön inceleme sonucu verilen kararlara karşı yasa yolu olan itiraz, ikincisi ise yapılan asıl yargılama sonucu verilen kararlara karşı yasa yolu olan istinaf yasa yoludur.Publication Masumiyet karinesini genişleten bir ilke olarak lekelenmeme hakkı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2021) Tanrıvermiş, Atilla; Tezcan, DurmuşMasumiyet karinesi, adil yargılanma hakkının tam da merkezinde yer alan bir kavramdır. İnsan hakları, insanlığın ortaya çıkışından bu yana büyük gelişim ve değişimler göstermiş olup, bu süreç insanlık var olduğu sürece devam edecektir. Lekelenmeme hakkının, masumiyet karinesi içerisinde gelişimi ve karineyi genişletmesi, insan hakları kavramının dinamikliğinin bir sonucudur. Masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı sanığa, kusuru ispat edilmeden önce suçlu gibi muamele görmesini önleyen, dokunulmaz, anayasal bir hak olması yönüyle mahkemelerin tarafsızlığı garantisini verir ve kişi, suçlu olduğu mahkeme hükmüyle kesinleşmeden hiçbir şekilde suçlu olarak nitelendirilemez. Günümüzün gelişen kitle iletişim araçlarının araçlarının çokluğu ve çeşitliliği ile sosyal medya kullanımı göz önüne alındığında, lekelenmeme hakkı korumasının kurumsallaştırılamamasının çok olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır. Tez çalışmamızda üç bölüm başlığı altında konuyu ele aldık. Birince bölümde, kavramlarla ilgili genel açıklamalar yaparken bazı bağlantılı haklarla çatışma ve dengelenmesi hakkında bilgiler verdik. İkinci bölümde, kavramların özel hukuk ve kamu hukuk kapsamında korunması, bazı ceza muhakemesi kurumları ile ilişkisi ve suçluluk karineleri ile ilişkisi hakkında bilgiler verdik. Üçüncü bölümde, hazırlık soruşturmasının yürütülmesi, Cumhuriyet savcılığı işlemleri ve CMK m.158/6 düzenlemesi ile getirilen soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesi konularını işledik. ANAHTAR KELİMELER: Masumiyet Karinesi, Lekelenmeme Hakkı, İnsan Onuru, Basın Özgürlüğü, Hazırlık Soruşturmasının Yürütülmesi, CMK m.158/6 düzenlemesiPublication Mülteciler ve sığınmacılar hakkında idarenin görevleri-yetkileri ve yargısal denetim(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2013-11) Altınok Çalışkan, Elif; Sancakdar, OğuzBu çalışmada ortaya konulması hedeflenen, mültecileri (refugee) ve sığınmacıları (asylum seekers) idare hukuku açısından irdeleyerek, bunlar üzerinde idarenin görev ve yetkilerini saptamaktır. Kaçınılmaz olarak görev ve yetki sözcüklerinin geçtiği yerde, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak yargısal denetimden de söz etmek gerekir. Bu nedenle çalışmamızda ulusal ve uluslararası yargı kararlarına yer vererek bu amacı gerçekleştirmeye çalıştık. Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde mülteci ve sığınmacı kavramlarına yer verilmiş bu kavramların tarihsel süreç içindeki gelişimlerine değinilmiştir. İkinci bölümde mülteci ve sığınmacılar hakkında idarenin görev-yetkileri ile 4.4.2013 tarihli 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile oluşturulan ve yeni bir idari yapılanma olan, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve bu yapılanmanın hukuksal statüsü üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise, her hukuksal ilişkinin amacına uygun biçimde ilerleyebilmesinin güvencesi, hukuk devleti olmanın en temel gereği yargısal denetime yer verilmiştir.Publication Şüpheli ve Sanığın Muhakeme İşlemlerine Katlanma Yükümlülüğü(İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) GÜNERBÜYÜK, UYGAR; Durmuş TezcanCeza muhakemesi hukukunun amacı, belli kurallara uygun şekilde delil toplanarak maddi gerçeğe ulaşılmasıdır. Uyulacak olan kurallar arasında şüpheli ve sanığın kendi aleyhine delil vermeme hakkı/ayrıcalığı da bulunmaktadır. Bu kurala göre, hiç kimse kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya veya kendi aleyhine delil vermeye zorlanamaz. Ancak, şüpheli ve sanığın bazı ceza muhakemesi işlemlerine rızalarının bulunmamasına rağmen zorlanabilmekte ve bu işlemler sonucunda da şüpheli ve sanığın aleyhine deliller ortaya çıkabilmektedir. Bu çalışmada şüpheli ve sanığın ceza muhakemesi işlemlerine katlanma yükümlülüğüne dair düzenlemelere, mahkeme kararlarına, öğretideki görüşlere yer verilerek genel bir değerlendirme yapmak amaçlanmıştır.Publication Tabiat varlıklarını koruma(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2014-05) Bilgin, Sakine Nilüfer; Sancakdar, OğuzTabiat varlıkları, doğal çevreyi oluşturur. Tabiat varlıklarının planlı bir biçimde korunarak yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması, doğal dengenin korunabilmesi ve insanların sağlıklı bir çevrede varlığını sürdürebilmesi açısından gereklidir. Koruma-kullanma dengesi, alan ölçeğinde koruma-korunma, toplum yararı/kamu yararı/üstün kamu yararı, şehircilik, sürdürülebilir çevre, sürdürülebilir kullanım, sürdürülebilir kalkınma, tabiat varlıklarının korunmasına egemen olan temel ilkelerdir. Tabiat varlıklarının bütüncül planlama ilkesinin uygulanmasıyla korunması mümkündür.Publication Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu (TCK m.239)(2017) Çiftçioğlu, Cengiz Topel; Tezcan, DurmuşEkonomik hayatta, ticari işletmelerin faaliyetleri maddi değerlerin yanı sıra büyük oranda gizli nitelikteki bilgilere dayanır. Söz konusu bilgiler, ticari işletmelerin değerinin belirlenmesinde ve ekonomik hayattaki rekabet gücünün artmasında büyük rol oynar. Buna karşın ekonomik küreselleşmenin yaşandığı çağımızda, teknolojiye bağlı olarak gelişen iletişim imkanları birçok bilgiye anında ulaşmamızı sağlamıştır. Bu nedenle ticari işletmeler, elde etmek amacıyla araştırma ve geliştirme faaliyetlerine büyük yatırım yaptıkları bu nitelikteki bilgilerin, özellikle rakiplerinin eline geçmesini önlemek bakımından koruma tedbirleri almaktadır. Ancak söz konusu sır teşkil eden bilgilerin, işletme sahiplerinin alacakları tedbirlerle gizli tutulmasının çoğu zaman yeterli olmadığı da görülmüştür. Bu itibarla, bu sırların korunması bakımından hukuk düzeninin devreye girmesi gerekli olmuştur. Sırrın korunması, çeşitli kanunlardan veya özel hukuk sözleşmelerinden kaynaklanan bir yükümlük olarak öngörülmüştür. Bazı sırların korunması bakımından özel hukukun sağladığı "tazminat sorumluluğuna" dayalı koruma usulü yeterli bulunmayarak, kanun koyucu tarafından ceza hukuku da devreye sokulmuştur. Bu anlamda, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması eylemi suç olarak düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 2.kitabının "topluma karşı suçlar" başlıklı 3.kısmının "ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlar" hakkındaki 9. bölümünde düzenlenen 239. maddesinde, "ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması" suçuna yer verilmiştir. 5237 sayılı TCK m. 239, 765 sayılı eski TCK'da tam olarak karşılığı bulunmayan yeni bir suç tipi getirmiştir. TCK'nın 239.maddesinde yer alan ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu; bir kimsenin sıfat ya da görevi, meslek veya sanatı gereği vakıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri ya da fenni keşif ve buluşları veya sınai uygulamaya ilişkin bilgileri yetkisiz kişilere vermesi veya ifşa etmesi; bu bilgi veya belgelerin, hukuka aykırı yolla elde eden kişiler tarafından yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi ve nihayet cebir veya tehdit kullanarak bir kimseyi bu madde kapsamına giren bilgi veya belgeleri açıklamaya mecbur kılması suretiyle oluşur. TCK m. 239'da düzenlenen ticari sır bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu ile öncelikle, ekonomik hayatta haksız rekabetin önlenmesi, ticari yaşamın dürüstlük kuralları çerçevesinde sürdürülmesinin sağlanması ve bu suretle serbest piyasa ekonomisinde bireyin adaletli, güven veren ve rekabete dayalı bir ekonomik yapıda faaliyette bulunma hakkının korunması amaçlanmaktadır. Ayrıca özellikle suçun müşteri sırrının açıklanması suçu olarak işlenmesi durumunda, aynı zamanda bireyin özel hayatının gizliliği hakkı da korunmaktadır. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu, seçimlik hareketli bir soyut tehlike suçudur. Bu suç aynı zamanda bağlı hareketli bir suçtur. Yine TCK m.239'da düzenlenen bu suç, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi ile tamamlandığından sırf hareket suçudur. Bu suçun ihmali hareketle işlenmesi mümkün değildir. Ayrıca ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Suçun işlenmesi bakımından herhangi bir özel kast aranmamıştır. Suçun olası kastla da işlenebilmesi mümkün bulunmaktadır. TCK m.239'da düzenlenen ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçunun ele alındığı bu çalışmada; sır kavramı, sırrın hukuki niteliği ve sırrın korunmasının hukuki dayanağı ile ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı kavramları ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Yine TCK m.239'da düzenlenen suçun, Türk Ceza Kanununu sistematiği içindeki yeri dikkate alınarak yakın suç tipleri ile karşılaştırması yapılmış ve buna göre inceleme konusu suçun unsurları, muhakeme usulü ve yaptırımı da ayrıntılı olarak izah edilmiştir.Publication Türk Ceza Hukukunda Dolandırıcılık Suçu(İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) BIKMAZ, RAİF; Durmuş TezcanUluslararası Sözleşmeler ve milli hukuk sistemlerinde, mülkiyet hakkının temel dokunulmaz insan haklarından kabul edilmesi ile beraber mal varlığına karşı işlenen suçların hukuk sistemlerinde yerini almıştır. Türk Ceza Kanunu'nda kişilerin mal varlığına yönelik tecavüzlerin önlenmesi açısından detaylı düzenlemeler yapılmış ve diğer medeni ülkelere göre daha ağır cezalar öngörülmüştür. Sosyal ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak dolandırıcılık suçunda artışlar olduğu görülmektedir. bankacılık ve bilişim sistemlerindeki gelişmelere paralel artış gösteren dolandırıcılık suçu günümüzde sınırları aşan bir suç haline gelmiştir. Hileli davranışların çeşitlilik göstermesi, takibi zorlaştıran yöntemlerin kullanılması, bu suçla mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Bu bakımdan dinamik bir suç özelliğini kazanan dolandırıcılık suçu ile mücadelede yeni düzenlemeler yapılması zorunlu hale gelmiştir. Türk Ceza Hukukunda en çok değişikliğe uğrayan suçlar arasında dolandırıcılık suçu düzenlemesi olduğunu söylemek mümkündür. Dolandırıcılık suçu, bir kimsenin hileli davranışlar göstermek suretiyle muhattap aldığı kişiyi aldatıp muhattabın veya bir başkasının kaybına ve kendisi ya da başkası için bir menfaat elde etmek şeklinde tanımlamak mümkündür. Dolandırıcılık suçunda esas olan kişinin malının alınmasında hileli davranış ile rızanın alınmasıdır. Türk Ceza Kanunu m.157.de dolandırıcılık suçunun basit şekli düzenlenmiştir. yasanın m.158 de arttırıcı nitelikli haller ve 159.Maddesi ise yaptırımı azaltıcı nitelikli halin düzenlendiği görülmektedir. Modern ceza kanunları içerisinde en detaylı düzenlemelerin yapan ceza kanunlarından biri olduğu söylenebilir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu'nda dolandırıcılık suçu uygulamalarında, yasanın yürürlüğe girdiği 01.06.2005 tarihinden bu yana halen tam bir birlik oluşmadığını söylemek mümkündür. Sözleşme hürriyetinin korunması ile dolandırıcılık suçunun sınırlarının tam olarak belirlenemediği ve suç kapsamında değerlendirilebilecek bir çok olayın hukuki anlaşmazlık olarak değerlendirilerek takipsiz bırakıldığı görülmektedir. Bu bakımdan Yargıtay uygulamaları detaylı incelenerek aradaki fark ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmamızda dolandırıcılık suçu beş ana bölümde inceleme konusu yapılmıştır. Birinci bölümde, dolandırıcılık suçuna ilişkin genel bilgiler ile karşılaştırmalı hukuktaki düzenlemeler, ikinci bölümde dolandırıcılık suçunun unsurları, üçüncü bölümde suçun nitelikli detaylı olarak incelenmiştir. Yazımızın dördüncü bölümünde suçun özel görünüş biçimleri, Cezayı azaltıcı haller ve beşinci bölümde ise dolandırıcılık suçunun soruşturulması, kovuşturulması ve genel hükümlerin dolandırıcılık suçundaki uygulamaları açıklanmıştır. Ülkemizde, 765 S.y.Türk Ceza Kanunu'ndan, 5237 sy.Türk Ceza Yasasına geçilirken yasa değişikliği nedeniyle, yeni yasanın uygulanmasında, doktrin ve uygulamada yaşanan tartışmalar irdelenerek dolandırıcılık suçu bütün boyutlarıyla incelenerek yol gösterici bir çalışma olması amaçlanmıştır.