Kamu Hukuku Doktora Programı / Public Law PhD Program

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/89

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 30
  • Publication
    Yapay Zekâ Teknolojileri Kapsamında İdarenin Sorumluluğu
    (İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) SEYHAN, SERKAN; Oğuz Sancakdar
    İdarenin sorumluluğuna ilişkin yerleşik klasik sorumluluk modelleri, yapay zekâ teknolojileriyle bağlantılı olarak doğacak zararlardan sorumluluk söz konusu olduğunda yetersiz kalabilmektedir. Bu nedenle, yapay zekâ teknolojileri bağlamında idarenin sorumluluğunun, yeni bilgiler ve gelişmeler ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu ihtiyaç dolayısıyla başta Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi olmak üzere pek çok uluslararası kuruluşun ve bunun yanında pek çok devletin yapay zekâ teknolojilerine ilişkin çalışmalar yürüttüğü gözlemlenmektedir. Ülkemizde de idarenin yapay zekâ teknolojilerini giderek artan oranda idari faaliyetlere entegre ettiği ve konunun strateji planlarına girmeye başladığı görülmektedir. Bu kullanımlar, temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlal ve bu bağlamda çeşitli zararlar oluşturabilecektir. İşbu durumlarda idarenin sorumluluğunun hangi esaslara tabi olacağının belirlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, çalışmada yapay zekâ teknolojilerinin idari faaliyetlerde kullanımının hukuki çerçevesi ortaya konularak temel hak ve özgürlüklerle ilişkisi irdelenecek; bu bağlamda doğabilecek zararlardan idarenin sorumluluğuna ilişkin esaslar ortaya konulmaya çalışılacaktır.
  • Publication
    Şüpheli ve Sanığın Muhakeme İşlemlerine Katlanma Yükümlülüğü
    (İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) GÜNERBÜYÜK, UYGAR; Durmuş Tezcan
    Ceza muhakemesi hukukunun amacı, belli kurallara uygun şekilde delil toplanarak maddi gerçeğe ulaşılmasıdır. Uyulacak olan kurallar arasında şüpheli ve sanığın kendi aleyhine delil vermeme hakkı/ayrıcalığı da bulunmaktadır. Bu kurala göre, hiç kimse kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya veya kendi aleyhine delil vermeye zorlanamaz. Ancak, şüpheli ve sanığın bazı ceza muhakemesi işlemlerine rızalarının bulunmamasına rağmen zorlanabilmekte ve bu işlemler sonucunda da şüpheli ve sanığın aleyhine deliller ortaya çıkabilmektedir. Bu çalışmada şüpheli ve sanığın ceza muhakemesi işlemlerine katlanma yükümlülüğüne dair düzenlemelere, mahkeme kararlarına, öğretideki görüşlere yer verilerek genel bir değerlendirme yapmak amaçlanmıştır.
  • Publication
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararlarında Adil Denge Kavramı
    (İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) ÖZMEN, AHMET MÜNCİ; Durmuş Tezcan
    Adil denge, AİHM'in 23.7.1968 tarihli Belçika'daki eğitim dillerine ilişkin kararından bu yana, çok sık başvurulan bir kavram veya ilkedir. Konu, AİHS ve Ek Protokoller tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerle, kamu çıkarlarının / yararlarının veya bu hak ve özgürlüklerin kendi aralarında çatışmalarıyla ilgilidir. Buna, üçüncü olarak, kamu çıkarlarının, bir yandan birbirleriyle çatışırken, diğer yandan, AİHS ve Ek Protokollerle güvence altına alınan hak ve özgürlüklerle çatışmalarını da ekleyebiliriz. Adil denge ilkesi, bu çatışma ortamında devreye girer ve çatışan ögeleri ayakta tutacak bir dengeyi sağlayarak çatışmayı durdurur. Bu süreçte, denge sağlanana kadar, çatışan ögelerin, terazide farklı ağırlıklarla tartılması söz konusudur ancak, kural olarak, hakkın özü çiğnenmez ve genel olarak, mutlak hakların ağırlığı azaltılmaz. Oldukça eski bir geçmişe sahip olan adil denge ilkesine, AİHM dışında, bizim Anayasa Mahkememiz dahil, temel haklarla ilgili yargılama yapan çeşitli yargı organları da başvurmaktadır. Tezimizde, ilkenin boyutlarının ortaya konabilmesi için, tarihsel gelişimine ve felsefi temellerine yer verilmeye çalışılmıştır. İlkenin kökeninde yatan orantılılık / ölçülülük kavramı ve terminoloji üzerinde durulmuştur. Adil denge ilkesinin tanımı yapılmış ve bu ilkeyle ilgili olabilecek dengeleme modelleri sunulmuştur. Ayrıca, adil denge ilkesine göre dengeleme yapılana kadar izlenmesi gereken dikey basamaklar / aşamalar gösterilmiştir. AİHM'nin ikincilliği (subsidiarity) ilkesi uyarınca, adil denge ilkesine uyulmasının, öncelikle ulusal yetkililerden beklendiği ve AİHM standartarına uyulması koşuluyla, ulusal yetkililerin değerlendirme ve kararlarına saygı gösterilip uyulacağı (deference) konusuna da değinilmiştir. AİHM kararları ise, yukarıda sözünü ettiğimiz üç çatışma görünümüne uygun olarak bölümlenmiş ve bu bölümlenme içinde, çeşitli dava konularına göre incelenmiştir. Tezin sonunda, AİHM'nin istisnaen de olsa, mutlak hakları bile içine alacak kadar geniş bir yelpazede dengeleme yaptığı; devletlerin önemli ekonomik çıkarlarını gözettiği ve adil denge ilkesine yönelik dengeleme sürecinde, belirli tanım ve kurallara göre değil, olaya / davaya özgü (ad hoc) dengeleme yaptığı sonucuna varılmıştır.
  • Publication
    Türk Ceza Hukukunda Dolandırıcılık Suçu
    (İstanbul Kültür Üniversitesi, 2023) BIKMAZ, RAİF; Durmuş Tezcan
    Uluslararası Sözleşmeler ve milli hukuk sistemlerinde, mülkiyet hakkının temel dokunulmaz insan haklarından kabul edilmesi ile beraber mal varlığına karşı işlenen suçların hukuk sistemlerinde yerini almıştır. Türk Ceza Kanunu'nda kişilerin mal varlığına yönelik tecavüzlerin önlenmesi açısından detaylı düzenlemeler yapılmış ve diğer medeni ülkelere göre daha ağır cezalar öngörülmüştür. Sosyal ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak dolandırıcılık suçunda artışlar olduğu görülmektedir. bankacılık ve bilişim sistemlerindeki gelişmelere paralel artış gösteren dolandırıcılık suçu günümüzde sınırları aşan bir suç haline gelmiştir. Hileli davranışların çeşitlilik göstermesi, takibi zorlaştıran yöntemlerin kullanılması, bu suçla mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Bu bakımdan dinamik bir suç özelliğini kazanan dolandırıcılık suçu ile mücadelede yeni düzenlemeler yapılması zorunlu hale gelmiştir. Türk Ceza Hukukunda en çok değişikliğe uğrayan suçlar arasında dolandırıcılık suçu düzenlemesi olduğunu söylemek mümkündür. Dolandırıcılık suçu, bir kimsenin hileli davranışlar göstermek suretiyle muhattap aldığı kişiyi aldatıp muhattabın veya bir başkasının kaybına ve kendisi ya da başkası için bir menfaat elde etmek şeklinde tanımlamak mümkündür. Dolandırıcılık suçunda esas olan kişinin malının alınmasında hileli davranış ile rızanın alınmasıdır. Türk Ceza Kanunu m.157.de dolandırıcılık suçunun basit şekli düzenlenmiştir. yasanın m.158 de arttırıcı nitelikli haller ve 159.Maddesi ise yaptırımı azaltıcı nitelikli halin düzenlendiği görülmektedir. Modern ceza kanunları içerisinde en detaylı düzenlemelerin yapan ceza kanunlarından biri olduğu söylenebilir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu'nda dolandırıcılık suçu uygulamalarında, yasanın yürürlüğe girdiği 01.06.2005 tarihinden bu yana halen tam bir birlik oluşmadığını söylemek mümkündür. Sözleşme hürriyetinin korunması ile dolandırıcılık suçunun sınırlarının tam olarak belirlenemediği ve suç kapsamında değerlendirilebilecek bir çok olayın hukuki anlaşmazlık olarak değerlendirilerek takipsiz bırakıldığı görülmektedir. Bu bakımdan Yargıtay uygulamaları detaylı incelenerek aradaki fark ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmamızda dolandırıcılık suçu beş ana bölümde inceleme konusu yapılmıştır. Birinci bölümde, dolandırıcılık suçuna ilişkin genel bilgiler ile karşılaştırmalı hukuktaki düzenlemeler, ikinci bölümde dolandırıcılık suçunun unsurları, üçüncü bölümde suçun nitelikli detaylı olarak incelenmiştir. Yazımızın dördüncü bölümünde suçun özel görünüş biçimleri, Cezayı azaltıcı haller ve beşinci bölümde ise dolandırıcılık suçunun soruşturulması, kovuşturulması ve genel hükümlerin dolandırıcılık suçundaki uygulamaları açıklanmıştır. Ülkemizde, 765 S.y.Türk Ceza Kanunu'ndan, 5237 sy.Türk Ceza Yasasına geçilirken yasa değişikliği nedeniyle, yeni yasanın uygulanmasında, doktrin ve uygulamada yaşanan tartışmalar irdelenerek dolandırıcılık suçu bütün boyutlarıyla incelenerek yol gösterici bir çalışma olması amaçlanmıştır.
  • Publication
    Masumiyet karinesini genişleten bir ilke olarak lekelenmeme hakkı
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2021) Tanrıvermiş, Atilla; Tezcan, Durmuş
    Masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkının tam da merkezinde yer alan bir kavramdır. İnsan hakları, insanlığın ortaya çıkışından bu yana büyük gelişim ve değişimler göstermiş olup, bu süreç insanlık var olduğu sürece devam edecektir. Lekelenmeme hakkının, masumiyet karinesi içerisinde gelişimi ve karineyi genişletmesi, insan hakları kavramının dinamikliğinin bir sonucudur. Masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı sanığa, kusuru ispat edilmeden önce suçlu gibi muamele görmesini önleyen, dokunulmaz, anayasal bir hak olması yönüyle mahkemelerin tarafsızlığı garantisini verir ve kişi, suçlu olduğu mahkeme hükmüyle kesinleşmeden hiçbir şekilde suçlu olarak nitelendirilemez. Günümüzün gelişen kitle iletişim araçlarının araçlarının çokluğu ve çeşitliliği ile sosyal medya kullanımı göz önüne alındığında, lekelenmeme hakkı korumasının kurumsallaştırılamamasının çok olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır. Tez çalışmamızda üç bölüm başlığı altında konuyu ele aldık. Birince bölümde, kavramlarla ilgili genel açıklamalar yaparken bazı bağlantılı haklarla çatışma ve dengelenmesi hakkında bilgiler verdik. İkinci bölümde, kavramların özel hukuk ve kamu hukuk kapsamında korunması, bazı ceza muhakemesi kurumları ile ilişkisi ve suçluluk karineleri ile ilişkisi hakkında bilgiler verdik. Üçüncü bölümde, hazırlık soruşturmasının yürütülmesi, Cumhuriyet savcılığı işlemleri ve CMK m.158/6 düzenlemesi ile getirilen soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesi konularını işledik. ANAHTAR KELİMELER: Masumiyet Karinesi, Lekelenmeme Hakkı, İnsan Onuru, Basın Özgürlüğü, Hazırlık Soruşturmasının Yürütülmesi, CMK m.158/6 düzenlemesi
  • Publication
    Türkiye futbol ve basketbol mevzuatına göre spor disiplin ihlalleri ve yargılaması
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2020) Yalçınkaya, Can; Tezcan, Durmuş
    Bu doktora tezinin özünü Türkiye Cumhuriyeti Futbol ve Basketbol Federasyonları tarafından gerçekleştirilen disiplin yargılama faaliyetinin incelenmesi oluşturmaktadır. Tez 7 bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde spor hukuku, tanımı, kaynakları, tarihsel gelişimi ve özellikleri üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde, yerel düzlemde gerçekleştirilen disiplin yargılamalarının kimi zaman uluslararası alanda da karşılığı olabildiğinden bağlantılı uluslararası spor birlikleri ve disiplin yargılaması usulleri incelenmiştir. Üçüncü bölümde Türkiye'de sporun idari ve yargısal yapılanması Gençlik ve Spor Bakanlığı, Basketbol Federasyonu ve Futbol Federasyonu ayrı ayrı ele alınarak incelenmiştir. Çalışmamızın dördüncü bölümünde, Basketbol Federasyonu ve Futbol Federasyonu disiplin mevzuatı içerisinde yer alan disiplin suç tipleri örnek içtihatları ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Beşinci bölümde, sadece ülkemiz spor federasyonlarının değil, uluslararası düzlemde karar vermeye yetkili spor disiplin yargılaması yapmakla görevli makamların kriterleri de göz önüne alınarak spor disiplin yargılamalarında deliller ve sorumluluğu etkileyen nedenler açıklanmıştır. Altıncı bölümde Basketbol Federasyonu ve Futbol Federasyonu disiplin mevzuatı içerisinde yer alan disiplin suçlarına yönelik uygulanan cezalar ele alınmıştır. Çalışmamızın yedinci ve son bölümünde spor disiplin yargılamalarında aksaklık olarak nitelendirilebilecek tespitler işaret edilip yargılamaların daha sağlıklı ve adalet duygularını tatmin eder şekilde yürütülebilmesi için bir kısım öneriler sunulmuştur.
  • Publication
    Adil yargılanma hakkı boyutuyla ceza muhakemesi hukukunda hakimin davaya bakamaması ve reddi
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı / Hukuk Bilim Dalı, 2019) Kolcu, Selahattin; Tezcan, Durmuş
    Devletin üç temel erkinden birisi olan yargı organının tarafsızlığının sağlanması, başta hakimin tarafsız olması ile sağlanacaktır. Hakimin tarafsızlığını sağlama yolunda öngörülmüş olan en önemli araçlardan birisi de hakimin davaya bakamaması ve reddi kurumudur. Dolayısıyla bu kurumun adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkisi vardır. Bu nedenle çalışmamızın ilk bölümünde AİHS çerçevesinde adil yargılanma hakkı değerlendirilmiştir. Daha sonra, ikinci bölümde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun sistematiğine uygun olarak, hakimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu haller, üçüncü bölümde de hakimin reddi konusu ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Dördüncü bölümde, hakimin çekinmesi konusu incelenmiştir. Çalışmanın son kısmında ise, konumuzla olan ilgisi nedeniyle zabıt katiplerinin reddi ile savcının reddi ve çekinmesi konuları kısaca değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında doktrindeki görüşlere yer verilmiş, ayrıca uygulama ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, Yargıtay kararlarına sıklıkla yer verilmiş, kararlarda katılmadığımız hususlar açıkça belirtilmiştir. Yine uygulamada karşılaşılan ve tereddütlere yol açan hususlarla ilgili çözüm önerileri dile getirilmiştir. Anahtar Sözcükler : Adalet, Adil Yargılanma, Hakimin Davaya Bakamaması, Ret, Çekinme, Hukuk Devleti, Bağımsızlık, Tarafsızlık.
  • Publication
    Ceza Muhakemesinde Yargılamanın Yenilenmesi
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Nişancı, Dilaver; Tezcan, Durmuş
    Yargılamanın yenilenmesi, gerek sanığın lehine gerekse de aleyhine olarak ortaya çıkan yeni durumlar dolayısıyla, kesinleşmiş bir hükme rağmen; hükmün duruşma yapılarak veya yapılmaksızın tekrar ele alınmasına olanak sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur. Sahte belge ve hâkimin görev suçu işlemesi, Kanun' da müşterek yenileme nedenleri olarak düzenlenmiş olup; lehe ya da aleyhe olduğuna bakılmaksızın bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesi istenebilecektir. Gerçek dışı tanıklık veya bilirkişilik, hukuk mahkemesi hükmünün ortadan kaldırılması, yeni olaylar veya deliller, AİHM' in ihlal kararı ve AYM' nin ihlal tespit ettiği dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesi de; lehe yenileme nedenleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu' nda yalnızca aleyhe yenileme nedeni oluşturan tek düzenleme, sanığın beraat sonrasında, suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilir nitelikte ikrarda bulunmasıdır. Maddi hatalar yanında hukuksal hatalar ve bu bağlamda içtihat değişiklikleri de yargılamanın yenilenmesine sebebiyet verebilirler. Yargılamanın yenilenmesi için bir talep söz konusu olup; söz konusu talep, kararının yenilenmesi istenen mahkemeye yapılacaktır. İlk yargılamada görev almış olan hâkim de yargılamanın yenilenmesi yolunda görev alamayacak olup, süreç; şekli inceleme safhası, esas inceleme safhası ve dava safhası olarak üç adımdan oluşmaktadır. Yargılamanın yenilenmesi süreci; ya ilk hükmün onaylanması ya da ilk hükmün iptali ile yeni bir hüküm verilmesi ile sonlanacaktır. Yargılamanın lehe yenilenmesi durumunda, aleyhe bozma yasağı kuralı geçerli olup; verilecek yeni hükümle tayin edilecek ceza, eski hükümle tayin edilen cezadan daha ağır olamayacaktır. Yenileme muhakemesiyle cezası ortadan kalkan eski hükümlünün maddi ve manevi kayıpları için tazminat talep etme imkânı da bulunmaktadır.
  • Publication
    Uluslararası antlaşmalar ışığında rüşvetle mücadelenin yeni boyutu ve tüzel kişinin ceza sorumluluğu
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2019) Fırat, Elvan Sevi; Tezcan, Durmuş
    Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan ve ticaret hayatının içinde yer alan rüşvet, günümüzde hızla küreselleşen bir dünyada hem ulusal hukuk sistemlerinin hem de uluslararası düzenlemelerin konusu olmaktadır. Ceza hukuku uygulamaları açısından rüşvet, yolsuzluğun en yaygın ve tanıdık şeklidir. Uluslararası kamu kuruluşlarının rüşvetle mücadele kapsamında yapmakta olduğu çalışmalara ve bu çalışmaların bir çıktısı olarak yayımladıkları raporlara göre hem ulusal hem de uluslararası seviyede rüşvet ve yolsuzlukla mücadeleye ilişkin yasal çerçeve ve mevcut yaptırımlar, rüşveti ve yolsuzluğu tamamen engellemekte yetersiz kalmaktadır. Rüşvet ve yolsuzluk, uluslararası ticaret ile birlikte giderek karmaşık ve soyut bir hal almaktadır. Çoğu zaman, bu suçları işleyerek kendilerine veya başkalarına haksız menfaatler sağlayan gerçek ve tüzel kişilerin kovuşturulmasında hem bu eylemlerin niteliğinden hem de mevcut yasal çerçeveden kaynaklanan zorluklarla karşılaşılmaktadır. Günümüzde, yolsuzlukla mücadeleye ve özellikle yabancı kamu görevlilerine rüşvet suçuna dair ulusal ve uluslararası düzenlemelerin kapsamı ve etkisi artmakta; ülkeler geleneksel yaklaşımları bir kenara bırakıp etkin kovuşturmaya yaklaşmak için tüzel kişilerin ceza sorumluluğunu benimsemektedir. Toplumsal hayatta etkisi giderek artan tüzel kişilerin çok uluslu karmaşık yapılanmaları ve tüzel kişilerin ceza sorumluluğu ile ilgili küresel gelişmeler de dikkate alındığında, daha etkin, caydırıcı mekanizmalara ve tüzel kişilere özel kovuşturma usulleri ile yaptırımlara ihtiyaç olduğu görülmektedir. Bu tez kapsamında, rüşvet ve yolsuzluğun Türk hukukunun ve karşılaştırmalı hukukun bakış açıları, FCPA ve OECD Konvansiyonu gibi uluslararası alanda öncü düzenlemeler, karşılaştırmalı hukukta tüzel kişilerin ceza sorumluluğuna dair tartışmalar, öngörülen yaptırım ve tedbirler ile yolsuzlukla mücadeleye dair daha etkin bir mücadelenin nasıl mümkün olabileceği konuları ele alınmaktadır.
  • Publication
    İdari Yargıda Ehliyet ve Husumet
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2018) Burtan, Çağlar Burak; Tezcan, Durmuş
    Bu çalışmanın konusu "İdari Yargılamada Ehliyet ve Husumet"tir. Çalışmanın içeriğinde öncelikli olarak taraf kavramına değinilerek, idari yargıda da uygulanan ve medeni usul hukukunda esas alınan kimi "taraf kuramları" ile idari yargılamada tarafların dava ehliyeti anlatılacak ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda görev ve ehliyete ilişkin diğer düzenlemeler ele alınacaktır. Bu düzenlemelere göre, husumetin belirlenmesinde kamu tüzel kişileri ile Devlet tüzel kişiliğinde, onları temsil etmeye yetkili makamların ortaya konmasının önemi üzerinde durulacaktır. Tüzel kişiliğin temsili, dava açma ehliyeti bakımından da incelenecektir. Çünkü, Danıştay'ın yerleşik içtihatları uyarınca, tüzel kişiliği olmayan ve tüzel kişiliği sona eren kuruluşlarca ya da tüzel kişi olan davacının kanuni temsilcisi olmayan kişilerce imzalanan dilekçeler ile dava açılması durumunda, davanın ehliyetsiz kişi tarafından açılmış sayılacağı konusu irdelenecektir. Burada incelenmesi gerekecek olan bir başka konu da "menfaat" kavramı olacaktır. Danıştay, taraf ilişkisinin kurulması için gerekli olan kişisel, meşru ve güncel bir menfaat alakasının varlığının idari yargı yerlerince belirleneceğini belirtmektedir. Bu nedenle, davacının idari işlemle ciddi, makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunması dava açma ehliyeti için yeterli sayılabilecektir. Bilindiği üzere, 521 sayılı Danıştay Kanunu'nda 1973 yılında 1740 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda, husumetin noksan ya da yanlış bir şekilde bildirilmesi nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi uygulamasına son verilmiştir. Günümüzde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'na göre, davacı tarafından dava dilekçesinde hasma hiç yer verilmemesi ya da hasmın yanlış gösterilmesi durumunda görevli mahkeme olan idare mahkemelerince, açılan dava, doğru hasma yönlendirilmektedir. Bu durumun, temel hak ve özgürlükler açısından ve dava hakkı uyarınca, idare edilen lehine doğurduğu sonuçlar ifade edilecek, 1740 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin gerekçesine değinilecek ve o dönem tutulan meclis tutanaklarında yapılan yorumlar incelenecektir. Bu bilgiler ve incelenen kanun gerekçeleri ışığında husumetin belirlenmesinde Türk hukuk sistemindeki uygulamalar tartışılacaktır.
  • Publication
    Vergilendirmede Etkinlik ve Mükellef Hakları Bakış Açısıyla Büyük Ölçekli Sermaye Şirketlerinde Vergi İncelemesi
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Cangüloğlu, Yasemin; Başaran Yavaşlar, Funda
    Vergi incelemesi, mükelleflerin gerçek mali gücünü araştırmak, tespit etmek ve sağlamak amacıyla yapılan bir faaliyettir. Vergi incelemesi olmadan, mükelleflerin vergiyle ilgili kurallara uyup uymadıkları, dolayısıyla gerçek mali güçleri tespit edilemeyecektir. Bu nedenle bu sürecin mutlaka etkin bir şekilde yürütülmesi gerekir. Diğer taraftan vergi incelemesi, mükelleflerin temel hak ve özgürlükleriyle de yakından ilgili olduğu için gerek sistem içerisinde yer alan düzenlemelerin gerekse uygulamadaki sürecin mükellef hakları bakımından da ele alınması gerekir. Mükellef hakları ile ödevleri arasında kurulacak olan denge, etkin bir vergi incelemesinin gerçekleşmesine de hizmet edecektir. Yeni vergilerin uygulamaya konulmasının zor olduğu siyasi ortamlarda vergi incelemesi, devlete gelir sağlamak üzere ilk düşünülen önlemlerden birini teşkil ettiğinden, daha fazla gelir elde etme düşüncesiyle vergi idaresi, büyük şirketleri daha sıkı denetime tabi tutmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada bir denetim aracı olan vergi inceleme müessesesi, büyük ölçekli şirketler bakımından etkinlik ve mükellef hakları bakış açısıyla ele alınmış olup; büyük ölçekli sermaye şirketlerinin incelenmesinde etkinliğin sağlanmasına yönelik öneriler ortaya konulmuştur.
  • Publication
    Uluslararası hukuk açısından "açık semalar" antlaşmaları sürecinde sivil havacılık düzeninin dönüşümü
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2010) Günel, Reşat Volkan; Tezcan, Durmuş
    Uluslararası sivil havacılık, ilke olarak uluslararası hukuk kurallarına göre düzenlenen uluslararası ekonomik bir faaliyettir. Uluslararası havacılık hukukunun kaynaklarını ise uluslararası antlaşmalar ve örf adet hukuku kuralları oluşturmakla beraber, asli kaynaklar çok taraflı uluslararası havacılık sözleşmeleridir. Bu eserde, uluslararası sivil havacılık düzeninin dönüşümü "Açık Semalar" antlaşmaları çerçevesinde sorgulanmaktadır. Açık semalar, uluslararası politik ekonomi kavramı olarak, havacılık endüstrisinde daha serbest bir piyasanın oluşumu için uluslararası havacılık hukuku kurallarının liberalleştirilmesini talep eder. Eser, sahip olduğu ideolojik duruş çerçevesinde söz konusu politik ekonomi faaliyete eleştirel bir yaklaşıma girerek hedeflediği sonuçlara ulaşmaya çalışır.
  • Publication
    Feminist perspektiften düşünce tarihinin köşe taşları ve ideal bir hukuk anlayışı
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2016) Demir, Nazlı Hilal; Türkbağ, Ahmet Ulvi
    Günümüzde çoğu alanda erkeklerin bir adım gerisinde olan kadınların durumlarının düzeltilmesi için hukuk alanında zaman zaman kadına ilişkin düzenlemeler yürürlüğe koyulmakta, değiştirilmekte ya da yürürlükten kaldırılmaktadır. Ancak bu düzenlemelerle ortaya çıkan sonuçlar ile amaçlananlar her zaman birbirlerine paralel olmamaktadır. Zira mevcut düzene baktığımızda kadının statüsüne yönelik halen çok fazla şeyin değişmemiş olduğu görülmektedir. Bu durum ise, yapılan değişikliklere ilişkin olarak bir eksiklik ya da hata olabileceği ihtimalini akıllara getirmektedir. Peki, cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik gerçekleştirilmiş hukuki reformlarda eksik/hatalı olan noktalar nelerdir? Daha önemlisi bu noktalar nasıl düzeltilecek ve cinsiyetler açısından ideal bir hukuk düzenine nasıl ulaşılacaktır? Bu soruları cevaplamak amacıyla ortaya koymuş olduğum çalışmanın ilk bölümünde, kadının mevcut durumunun zeminini oluşturmuş tarihin önemli düşünürlerinin ileri sürdükleri fikirler ele alınmıştır. İkinci bölümde ise feminist hukuk yaklaşımları ışığında Türk hukuk sistemi incelenmiş ve ideal bir hukuk düzenine ulaşmak için yapılması gerekenlere ilişkin önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Sözcükler : Feminist Hukuk Teorisi, Feminist Hukuk Bilimi, Feminizm, (Biyolojik) Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet
  • Publication
    Anayasaya uygunluk bakımından önleyici denetim
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Yıldız, Ceren; Yüzbaşıoğlu, Necmi
    Devletin temel niteliklerinden olan hukuk devleti ilkesinin unsurları arasında bulunan anayasasının üstünlüğü ilkesini uygulamaya geçirmenin ve korumanın en etkin yolu anayasaya uygunluk denetimidir. Anayasaya uygunluk denetimi, iktidarın sınırlandırılmasının bir aracı olmasının yanı sıra hukuk güvenliğinin ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin de teminatıdır. Anayasaya uygunluk denetimi, benimsendiği ülkeler ve uygulama şekilleri bakımından farklılıklar göstermektedir. Çalışmamıza konu olan anayasaya uygunluk bakımından önleyici denetim modeline, denetime konu olan hukuki işlemlerin yürürlüğe girmesinden önceki safhada başvurulur. Bu nedenle önleyici denetimin, "siyasi" bir denetim olduğu ve yargının yasamaya müdahalesi nedeniyle kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali anlamına geldiği şeklinde eleştirilerde bulunulsa da, Kıta Avrupası anayasa yargısı sisteminde farklı hukuki işlemler bakımından uygulandığı görülmektedir. Türkiye açısından bakıldığında, giderici denetim modelinin benimsendiği fakat birçok kez önleyici denetimin uygulanabilirliğinin de tartışıldığı görülmektedir. Anayasaya uygunluk denetiminin işlevselliğini sağlamaya yönelik olarak oluşturulan kazanılmış hak olgusu, yokluk kararı ve içtihat ile oluşturulan yürürlüğün durdurulması kurumu, Anayasa Mahkemesinin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Bu nedenle yargı denetiminin pozitif düzenlemeler çerçevesinde yapılması gerekliliği, önleyici denetim ihtiyacını ortaya koymuştur. Hukuk devleti ve hukuk güvenliğinin korunması ve sürekliliğinin sağlanması amacıyla çalışmamıza konu olan önleyici denetim modeli, karşılaştırmalı hukuktaki örnekleriyle birlikte incelenecek ve bir model önerisinde bulunulacaktır.
  • Publication
    Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu (TCK m.239)
    (2017) Çiftçioğlu, Cengiz Topel; Tezcan, Durmuş
    Ekonomik hayatta, ticari işletmelerin faaliyetleri maddi değerlerin yanı sıra büyük oranda gizli nitelikteki bilgilere dayanır. Söz konusu bilgiler, ticari işletmelerin değerinin belirlenmesinde ve ekonomik hayattaki rekabet gücünün artmasında büyük rol oynar. Buna karşın ekonomik küreselleşmenin yaşandığı çağımızda, teknolojiye bağlı olarak gelişen iletişim imkanları birçok bilgiye anında ulaşmamızı sağlamıştır. Bu nedenle ticari işletmeler, elde etmek amacıyla araştırma ve geliştirme faaliyetlerine büyük yatırım yaptıkları bu nitelikteki bilgilerin, özellikle rakiplerinin eline geçmesini önlemek bakımından koruma tedbirleri almaktadır. Ancak söz konusu sır teşkil eden bilgilerin, işletme sahiplerinin alacakları tedbirlerle gizli tutulmasının çoğu zaman yeterli olmadığı da görülmüştür. Bu itibarla, bu sırların korunması bakımından hukuk düzeninin devreye girmesi gerekli olmuştur. Sırrın korunması, çeşitli kanunlardan veya özel hukuk sözleşmelerinden kaynaklanan bir yükümlük olarak öngörülmüştür. Bazı sırların korunması bakımından özel hukukun sağladığı "tazminat sorumluluğuna" dayalı koruma usulü yeterli bulunmayarak, kanun koyucu tarafından ceza hukuku da devreye sokulmuştur. Bu anlamda, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması eylemi suç olarak düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 2.kitabının "topluma karşı suçlar" başlıklı 3.kısmının "ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlar" hakkındaki 9. bölümünde düzenlenen 239. maddesinde, "ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması" suçuna yer verilmiştir. 5237 sayılı TCK m. 239, 765 sayılı eski TCK'da tam olarak karşılığı bulunmayan yeni bir suç tipi getirmiştir. TCK'nın 239.maddesinde yer alan ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu; bir kimsenin sıfat ya da görevi, meslek veya sanatı gereği vakıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri ya da fenni keşif ve buluşları veya sınai uygulamaya ilişkin bilgileri yetkisiz kişilere vermesi veya ifşa etmesi; bu bilgi veya belgelerin, hukuka aykırı yolla elde eden kişiler tarafından yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi ve nihayet cebir veya tehdit kullanarak bir kimseyi bu madde kapsamına giren bilgi veya belgeleri açıklamaya mecbur kılması suretiyle oluşur. TCK m. 239'da düzenlenen ticari sır bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu ile öncelikle, ekonomik hayatta haksız rekabetin önlenmesi, ticari yaşamın dürüstlük kuralları çerçevesinde sürdürülmesinin sağlanması ve bu suretle serbest piyasa ekonomisinde bireyin adaletli, güven veren ve rekabete dayalı bir ekonomik yapıda faaliyette bulunma hakkının korunması amaçlanmaktadır. Ayrıca özellikle suçun müşteri sırrının açıklanması suçu olarak işlenmesi durumunda, aynı zamanda bireyin özel hayatının gizliliği hakkı da korunmaktadır. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu, seçimlik hareketli bir soyut tehlike suçudur. Bu suç aynı zamanda bağlı hareketli bir suçtur. Yine TCK m.239'da düzenlenen bu suç, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi ile tamamlandığından sırf hareket suçudur. Bu suçun ihmali hareketle işlenmesi mümkün değildir. Ayrıca ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Suçun işlenmesi bakımından herhangi bir özel kast aranmamıştır. Suçun olası kastla da işlenebilmesi mümkün bulunmaktadır. TCK m.239'da düzenlenen ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçunun ele alındığı bu çalışmada; sır kavramı, sırrın hukuki niteliği ve sırrın korunmasının hukuki dayanağı ile ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı kavramları ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Yine TCK m.239'da düzenlenen suçun, Türk Ceza Kanununu sistematiği içindeki yeri dikkate alınarak yakın suç tipleri ile karşılaştırması yapılmış ve buna göre inceleme konusu suçun unsurları, muhakeme usulü ve yaptırımı da ayrıntılı olarak izah edilmiştir.
  • Publication
    Yeni Türk Ceza Kanunu'nda ilgilinin rızası
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2011-12) Sırma, Özge; Öztürk, Bahri
    Bu çalışmanın konusu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer alan ilgilinin rızasına ilişkin düzenlemenin ayrıntılı bir şekilde incelenmesidir. . Bilindiği gibi, ilgilinin rızası kavramı bir hukuka uygunluk nedeni olarak, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile ilk kez ceza yasasında yer almış olmakla birlikte, temellerini Roma hukukundan alan bu kavram ceza hukuku öğretisi tarafından bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmekteydi. İlgilinin rızası kavramı; kaynağı, hukuki niteliği, koşulları ve konusu gibi çeşitli noktalarda tartışılmakla birlikte, özellikle ötanazi ve tıbbi müdahaleler gibi konularda pek çok ülke hukukunda tartışılmaya başlanmasıyla önemini arttırmıştır. Birinci bölüm ?Rıza Kavramı, Tarihçe, Karşılaştırmalı Hukukta Rıza? başlığını taşımaktadır. Bu bölümde rızanın hukuka uygunluk nedeni olması bakımından, genel olarak, hukuka aykırılık kavramı, kavramı açıklayan teoriler, hukuka özel aykırılık ve hukuka uygunluk nedenlerine yer verilmiştir. İlk bölümde ayrıca rıza kavramının tanımı ve hukuki niteliği Türk ve Alman öğretilerinde yer alan görüşlere değinilerek açıklanmıştır. Bölümde ayrıca rıza kavramının tarihçesine değinilmiştir. İkinci bölüm ? Yeni Türk Ceza Kanunu'nda İlgilinin Rızası? başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, genel olarak TCK'da yer alan ilgilinin rızası hükmü ele alındıktan sonra; rızanın koşulları Türk ve Alman öğretisi dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Bu bölümde ayrıca rızanın konusu kavramı ele alınarak, Türk ve Dünya ceza hukuku öğretileri ile konunun uygulama alanına yer verilmiştir. Bu kısımda yargı kararları da dikkate alınarak rızanın geçerlilik koşullarına değinilmiştir.
  • Publication
    Yeni Türk Ceza Kanunu'nda Taksir
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2011-12) Saygılar, Yasemin Filiz; Öztürk, Bahri
    Bu çalışmanın konusu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer alan taksire ilişkin düzenlemenin ayrıntılı bir şekilde incelenmesidir. Taksir konusu suç genel teorisi içerisinde son derece önemli bir yere sahiptir. Özellikle ilerlemekte olan teknoloji, endüstriyel faaliyetler ve artan insan nüfusu ile birlikte, günlük hayatta yaşanan tehlikeler de geçmişe oranla artmış, bu şekilde taksirli suçlar alanında da büyük oranda artış yaşanmıştır. Taksirle işlenen fiiller faaliyet alanlarına göre çeşitlilik arz ederler. Buna göre, trafik kazalarından kaynaklanan taksirli suçlarla birlikte, tıp mesleğinin icrasından doğan taksirli suçlar ve iş kazalarında ortaya çıkan taksirli suçlar söz konusu olabilir. Çalışmamızda sadece suç genel teorisi çerçevesinde genel hükümlere ilişkin olmak üzere TCK m.22 incelenerek, TCK'nın özel hükümler kısmında yer alan taksirli suçlar örnek vermek suretiyle ele alınmıştır. Çalışmamızın ?kusurluluk ve taksir? başlıklı ilk bölümünde, ceza sorumluluğunun esasını oluşturan kusurluluk ele alınmış, kast ve taksirle olan ilişkisi ortaya koyulmuş ve ceza hukuku öğretisinde mevcut olan taksir hakkındaki çeşitli teoriler incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın ikinci bölümünde, taksir kavramının tarihçesi ve karşılaştırmalı hukukta mevcut olan taksire ilişkin düzenlemeler ele alınmıştır. Türk Ceza Hukukunda taksire ilişkin düzenlemeler ise üçüncü bölümde yer almaktadır. Bu bölümde, 5237 sayılı TCK'da yer alan taksirle ilgili düzenleme dikkate alınmak suretiyle taksirin unsurları incelenerek, taksirin türlerine TCK m.22 ışığında yer verilmiş; taksirin derecesi, taksirli suçlarda iştirak, taksirin somut olayda gerçekleşme şekilleri, şahsi cezasızlık sebebi ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplerin taksirli suçlardaki etkileri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerin taksirli suçlardaki etkileri konuları incelenmiştir. Bu şekilde çalışmamızda özellikle taksirin hukuki esası konusunda yaşanan tereddütler üzerinde durularak konu açıklanmaya çalışılmış ve sistem olarak ceza hukukunda sorumluluğun temelini oluşturan kusurluluk kavramından yola çıkılması gereği benimsenmiştir. Bununla birlikte uygulamada büyük önem taşıyan bilinçli taksir ve olası kast arasındaki farklılıklar üzerinde de durulmuştur.
  • Publication
    Elektronik haberleşme alanında idarenin düzenleme, denetleme ve yaptırım yetkisi
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2012-05) Özelçi, Mustafa Aytaç; Akgüner, Mustafa Tayfun
    Elektriksel işaretlere dönüştürülebilen her türlü işaret, sembol, ses, görüntü ve verinin kablo, telsiz, optik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, elektrokimyasal, elektromekanik ve diğer iletim sistemleri vasıtasıyla iletilmesi, gönderilmesi ve alınması olarak tanımlanan elektronik haberleşme, 2008 yılında yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu Yasa ile elektronik haberleşme hizmetleri kamu hizmeti anlayışıyla özel hukuk kişilerince üstlenilmiştir. Bu bağlamda anılan Yasada özel hukuk kişilerinin yetkilendirilmesi, bildirim yoluyla yetkilendirme ve kullanım hakkı yoluyla yetkilendirme biçiminde iki şekilde gerçekleşmektedir.
  • Publication
    İmar kirliliğine neden olma suçu ve bu suçun onarıcı adalet kavramı bakımından değerlendirilmesi
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2012-07) Haşıloğlu, Sedat Sami; Tezcan, Durmuş
    Gerek imar kirliliğine neden olma suçunun kanunlarda yerini alması , gerekse bu suçun failinin belli şartları yerine getirmesi karşılığında hakkında bir ceza uygulanmaması, birey ve toplumu ön planda tutma anlayışı nedeniyledir.Toplumsal düzeni bozucu özellikleri bulunan bu suçun cezalandırılması insan haklarının gelişiminin bir sonucudur. Bunun gibi , bu eylemleri cezalandırmak yerine , sonuçlarını failin katılımıyla onarmak ve bir toplumsal uzlaşıya varmak da yine insana değer veren ceza hukuku sisteminin bir gereğidir. Türk Hukukunda yeni bir kavram olan ?İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu? TCK 184. Maddesi'nde düzenlenmiştir.Bu maddenin 5. Fıkrası ise çağdaş ceza hukuku sistemi içinde gittikçe önem kazanan onarıcı adalet uygulamasına güzel bir örnektir. Bu suç , bir çok teknik kavramı (bina , ruhsat , ruhsata aykırılık , şantiye , belediye sınırı , özel imar rejimi , imar planı vs ) içinde barındırmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılması için , çalışmamızın ilk bölümününde imar hukuna ait bu kavramlar ayrıntılı olarak ele alınmıştır.İkinci bölümde ,bu suçun unsurları dikkate alınarak anlatılmıştır.Üçüncü bölümde ise , maddenin beşinci fıkrasında yer alan ve Türk Hukuk Sisteminde onarıcı adalet kavramının uygulamalarından ve bir tür etkin pişmanlık olarak kabul edebileceğimiz durum incelenmiştir. Çalışmamızda , bu suçun ayrıntılı bir biçimde kavram ve unsurlarının ortaya konularak açıklanması , genel ceza hukukunun temel bazı kavram ve kurumlarının bu suç bakımından değerlendirilmesi , onarıcı adalet sisteminin önemi ve etkin olarak kullanılması ve bu maddedeki fıkraların uygulanmasında karşılaşılan sorunların yargıtay kararları ışığında çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Maddedeki içerik incelerken , ?ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina? kavramının kullanılmasının kanun koyucunun amacına uygun düşmediğini saptamasını yapılmıştır. 3194 sayılı Kanun'un 5. Maddesine göre bina tanımı yapılmıştır.Maddi ceza hukukundaki kıyas yasağı göz önünde bulundurulduğunda , bu suçun bina dışındaki , havuz , halı saha , su kuyusu , çay bahçesi vs gibi yapılar için söz konusu olamayacağı açıktır.Tezimizde bu konudaki eksikliğin giderilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Genel ceza hukuku içindeki ?teşebbüs , iştirak ve içtima ? kurumlarının , imar kirliliğine neden olma suçunun uygulanmasında nasıl işletileceği konusu üzerinde özellikle durulmuş ve Yargıtay içtihatları doğrultusunda konu açıklığa kavuşturulmuştur. İçtima kurumu , özel kanun ? genel kanun ilişkisi de göz önünde bulundurularak incelenmiş ve uygulamadaki sorunlara çözüm önerileri getirilmiştir Maddenin beşinci fıkrasındaki düzenleme , madde içinde belirtilmemesine rağmen bir etkin pişmanlık olarak kabul edilmiştir.Maddenin bu fıkrasının uygulamaki örnekleri anlatılmış , özellikle Hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına karar verilmiş olmasının , TCK 184/5 maddesindeki etkin pişmanlık kurumunun uygulanmasına engel olmadığı sonucu ortaya konulmuştur. Sonuç olarak ; Bu çalışmanın , kanunun etkin bir biçimde kullanılarak kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesinde uygulamacılara yardımcı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: ?İmar kirliliğine neden olma suçu, bina, yapı, ruhsat, mücavir alan, özel imar rejimi , onarıcı adalet , etkin pişmanlık , hükmün açıklanmasının geriye bırakılması.
  • Publication
    Ceza Muhakemesinde mağdurun hakları
    (İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2013-03) Alan Akcan, Esra; Tezcan, Durmuş
    Suç mağdurlarına karşı ceza adalet sisteminde, mağdurların yararları yönünde böyle bir duyarlılığın ortaya çıkması kanun koyucuyu da etkilemiş; 5271 sayılı CMK ile mağdur hakları düzenlenmiştir. Ülkemizde bugüne kadar mağdurlara karşı gösterilen özel dikkat sadece bazı adam öldürme, terör ve örgütlü suçlar bakımından söz konusu oluyordu. Bugün ise tüm suç mağdurlarını korumaya yönelik düzenlemeler dikkati çekmektedir.