Kamu Hukuku Doktora Programı / Public Law PhD Program
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/89
Browse
Browsing Kamu Hukuku Doktora Programı / Public Law PhD Program by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 30
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Yaşam hakkı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2007) Güngör, Hasan Atilla; Prof. Dr. Yıldızhan YaylaPublication Kapütülasyonların Osmanlı-Türk adli ve idari modernleşmesine etkisi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2009-05) Apaydın, Bahadır; Prof. Dr. Bülent TahiroğluBu çalışmanın konusu kapitülasyonların Osmanlı-Türk adli ve idari modernleşmesi üzerindeki etkilerinin araştırılarak hukuksal perspektiften değerlendirilmesidir. Amacımız, kapitülasyonların bu süreçte sahip olduğu işlevin somut verilerden yola çıkarak, adli ve idari yapı üzerindeki etkilerini tespit etmektir. Bu minvalde basta devletin siyasi ve idari yapısı olmak üzere kara ve deniz ticaret hukuku, sahsın hukuku, uluslararası hukuk, yabancılar ve vatandaşlık hukuku, sigorta hukuku, toprak hukuku, ceza hukuku ve yargılama hukuku gibi hukukun bir çok alanında yasanan gelişmeler incelenmiştir. Ayrıca Osmanlı-Türk adli ve idari örgütlenmesinde, yönetim ilkelerinde, yasa yapma sürecinde, pozitif yasalara geçiste ve mülkiyet iliskilerinde yasanan gelismeler ya da degisimlerde de kapitülasyonların etkileri araştırılmıştır. Dolayısıyla kapitülasyonlar ışığında hukuki açıdan bir modernleşme sorgulaması yapılmıştır. Bu çalışma sonucunda ortaya çıkması beklenen veriler sayesinde, Osmanlı-Türk hukuk sistemindeki gelişmelerin son iki asırdaki niteliği hakkında daha somut ve teknik değerlendirmeler yapma imkanı olabilecektir. Ayrıca Türkiye'ye miras kalan çeşitli kurumların hukuksal temellerinin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Çalışmada sosyal bilimler alanında yaygın olan, öncelikle konuyla doğrudan ilgili kuramsal çerçevenin oluşturulması, daha sonra birincil ve ikincil kaynaklardan edinilen verilerin mukayeseli olarak değerlendirilmesi ve konunun özgün bilimsel yanını oluşturan örnek olay ve doküman incelemesi yöntemi kullanılmıştır. Anahtar Sözcükler: Kapitülasyonlar, Adli ve idari Modernleşme, Uluslararası Hukuk, Yargılama Yetkisi, Yabancıların Hukuki Statüsü.Publication Uluslararası hukuk açısından "açık semalar" antlaşmaları sürecinde sivil havacılık düzeninin dönüşümü(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2010) Günel, Reşat Volkan; Tezcan, DurmuşUluslararası sivil havacılık, ilke olarak uluslararası hukuk kurallarına göre düzenlenen uluslararası ekonomik bir faaliyettir. Uluslararası havacılık hukukunun kaynaklarını ise uluslararası antlaşmalar ve örf adet hukuku kuralları oluşturmakla beraber, asli kaynaklar çok taraflı uluslararası havacılık sözleşmeleridir. Bu eserde, uluslararası sivil havacılık düzeninin dönüşümü "Açık Semalar" antlaşmaları çerçevesinde sorgulanmaktadır. Açık semalar, uluslararası politik ekonomi kavramı olarak, havacılık endüstrisinde daha serbest bir piyasanın oluşumu için uluslararası havacılık hukuku kurallarının liberalleştirilmesini talep eder. Eser, sahip olduğu ideolojik duruş çerçevesinde söz konusu politik ekonomi faaliyete eleştirel bir yaklaşıma girerek hedeflediği sonuçlara ulaşmaya çalışır.Publication Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti ve kullanılmasına ilişkin suçlar(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2011-04) Tuncer, Arzu; Prof. Dr. Mustafa Tayfun AkgünerUyuşturucu veya uyarıcı maddelerin bireyler üzerinde bağımlılık etkisi yaratması uyuşturucu kaçakçılarının uluslararası faaliyet gösteren suç örgütleri olarak teşkilatlanmalarına neden olmuştur. Uyuşturucu kaçaklarının her ülkenin tek başına mücadele edemeyeceği kadar güçlü finansal güce, teknik donanıma ve uzman elemana sahip olması nedeniyle, ülkeleri uyuşturucuyla mücadelede uluslarararası işbirliğine teşvik etmiştir. 1961 tarihli Tek Sözleşmesi, 1971 tarihli Psikotropik Maddelere İlişkin Sözleşme ve 1988 tarihli Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, uyuşturucuyla mücadelede belli başlı Sözleşmelerdendir. Uyuşturucu ve uyarıcı madde ticaretinin dünyada izlediği en önemli rotalar, altın üçgen olarak adlandırılan Laos, Tayland ve Myanmar ülkelerinin çizdiği üçgen şeklindeki rota; ile altın hilal olarak adlandırılan Afganistan, Pakistan ve İran ülkelerinin çizdiği hilal şeklindeki rotadır. Türkiye, dünyadaki önemli uyuşturucu rotalarının transit geçiş yolu üzerindedir. Türkiye, uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin uluslararası Sözleşmeleri ve Protokolleri dikkate alarak Türk Ceza Kanunu'nda ve ilgili mevzuatta uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kaçakçılığına ilişkin uluslararası hükümleri kanunlaştırmıştır. Ceza hukukunda reform niteliği taşıyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu 26.09.2004 tarihinde kabul edilmiş ve zaman içinde üzerinde değişiklikler yapılmıştır. Tez çalışmasının kapsamı, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti ile uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımına ilişkin suçlardan oluşmaktadır. Bunun yanısıra, etkin pişmanlık, uluslarararası hukuktaki non bis indem kuralının istisnası olarak yabancı ülkede uyuşturucudan verilen cezanın Türkiye'de verilen cezadan mahsub edilmesi, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelede uluslarararası adli yardımlaşma ve kontrollü teslimat, tedavi ve denetimli serbestlik konuları da ele alınmıştır.Publication Yeni Türk Ceza Kanunu'nda Taksir(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2011-12) Saygılar, Yasemin Filiz; Öztürk, BahriBu çalışmanın konusu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer alan taksire ilişkin düzenlemenin ayrıntılı bir şekilde incelenmesidir. Taksir konusu suç genel teorisi içerisinde son derece önemli bir yere sahiptir. Özellikle ilerlemekte olan teknoloji, endüstriyel faaliyetler ve artan insan nüfusu ile birlikte, günlük hayatta yaşanan tehlikeler de geçmişe oranla artmış, bu şekilde taksirli suçlar alanında da büyük oranda artış yaşanmıştır. Taksirle işlenen fiiller faaliyet alanlarına göre çeşitlilik arz ederler. Buna göre, trafik kazalarından kaynaklanan taksirli suçlarla birlikte, tıp mesleğinin icrasından doğan taksirli suçlar ve iş kazalarında ortaya çıkan taksirli suçlar söz konusu olabilir. Çalışmamızda sadece suç genel teorisi çerçevesinde genel hükümlere ilişkin olmak üzere TCK m.22 incelenerek, TCK'nın özel hükümler kısmında yer alan taksirli suçlar örnek vermek suretiyle ele alınmıştır. Çalışmamızın ?kusurluluk ve taksir? başlıklı ilk bölümünde, ceza sorumluluğunun esasını oluşturan kusurluluk ele alınmış, kast ve taksirle olan ilişkisi ortaya koyulmuş ve ceza hukuku öğretisinde mevcut olan taksir hakkındaki çeşitli teoriler incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın ikinci bölümünde, taksir kavramının tarihçesi ve karşılaştırmalı hukukta mevcut olan taksire ilişkin düzenlemeler ele alınmıştır. Türk Ceza Hukukunda taksire ilişkin düzenlemeler ise üçüncü bölümde yer almaktadır. Bu bölümde, 5237 sayılı TCK'da yer alan taksirle ilgili düzenleme dikkate alınmak suretiyle taksirin unsurları incelenerek, taksirin türlerine TCK m.22 ışığında yer verilmiş; taksirin derecesi, taksirli suçlarda iştirak, taksirin somut olayda gerçekleşme şekilleri, şahsi cezasızlık sebebi ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplerin taksirli suçlardaki etkileri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerin taksirli suçlardaki etkileri konuları incelenmiştir. Bu şekilde çalışmamızda özellikle taksirin hukuki esası konusunda yaşanan tereddütler üzerinde durularak konu açıklanmaya çalışılmış ve sistem olarak ceza hukukunda sorumluluğun temelini oluşturan kusurluluk kavramından yola çıkılması gereği benimsenmiştir. Bununla birlikte uygulamada büyük önem taşıyan bilinçli taksir ve olası kast arasındaki farklılıklar üzerinde de durulmuştur.Publication Yeni Türk Ceza Kanunu'nda ilgilinin rızası(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2011-12) Sırma, Özge; Öztürk, BahriBu çalışmanın konusu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer alan ilgilinin rızasına ilişkin düzenlemenin ayrıntılı bir şekilde incelenmesidir. . Bilindiği gibi, ilgilinin rızası kavramı bir hukuka uygunluk nedeni olarak, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile ilk kez ceza yasasında yer almış olmakla birlikte, temellerini Roma hukukundan alan bu kavram ceza hukuku öğretisi tarafından bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmekteydi. İlgilinin rızası kavramı; kaynağı, hukuki niteliği, koşulları ve konusu gibi çeşitli noktalarda tartışılmakla birlikte, özellikle ötanazi ve tıbbi müdahaleler gibi konularda pek çok ülke hukukunda tartışılmaya başlanmasıyla önemini arttırmıştır. Birinci bölüm ?Rıza Kavramı, Tarihçe, Karşılaştırmalı Hukukta Rıza? başlığını taşımaktadır. Bu bölümde rızanın hukuka uygunluk nedeni olması bakımından, genel olarak, hukuka aykırılık kavramı, kavramı açıklayan teoriler, hukuka özel aykırılık ve hukuka uygunluk nedenlerine yer verilmiştir. İlk bölümde ayrıca rıza kavramının tanımı ve hukuki niteliği Türk ve Alman öğretilerinde yer alan görüşlere değinilerek açıklanmıştır. Bölümde ayrıca rıza kavramının tarihçesine değinilmiştir. İkinci bölüm ? Yeni Türk Ceza Kanunu'nda İlgilinin Rızası? başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, genel olarak TCK'da yer alan ilgilinin rızası hükmü ele alındıktan sonra; rızanın koşulları Türk ve Alman öğretisi dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Bu bölümde ayrıca rızanın konusu kavramı ele alınarak, Türk ve Dünya ceza hukuku öğretileri ile konunun uygulama alanına yer verilmiştir. Bu kısımda yargı kararları da dikkate alınarak rızanın geçerlilik koşullarına değinilmiştir.Publication Elektronik haberleşme alanında idarenin düzenleme, denetleme ve yaptırım yetkisi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2012-05) Özelçi, Mustafa Aytaç; Akgüner, Mustafa TayfunElektriksel işaretlere dönüştürülebilen her türlü işaret, sembol, ses, görüntü ve verinin kablo, telsiz, optik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, elektrokimyasal, elektromekanik ve diğer iletim sistemleri vasıtasıyla iletilmesi, gönderilmesi ve alınması olarak tanımlanan elektronik haberleşme, 2008 yılında yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu Yasa ile elektronik haberleşme hizmetleri kamu hizmeti anlayışıyla özel hukuk kişilerince üstlenilmiştir. Bu bağlamda anılan Yasada özel hukuk kişilerinin yetkilendirilmesi, bildirim yoluyla yetkilendirme ve kullanım hakkı yoluyla yetkilendirme biçiminde iki şekilde gerçekleşmektedir.Publication Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2012-07) Aycı, Emrullah; Durmuş TezcanCeza yargılamasında gerçeğe ulaşmayı ve yargılama sonunda verilecek kararların uygulanmasını sağlamak amacıyla, kural olarak ceza hakimi tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise kanunla yetkili kılınan mercilerce geçici olarak başvurulan; henüz hüküm vermeden önce kişinin temel hak ve hürriyetlerine müdahaleyi gerektiren yasal çarelere koruma tedbirleri denir. Koruma tedbirlerinin yasal düzenlemeyle belirlenmiş olması, temel hak ve özgürlükleri hükümden önce sınırlaması, geçici olması, belli bir amacı sağlamaya dönük bir araç olması, uygulanmaması halinde o amacın gerçekleşmesinin tehlikeye girme olasılığının bulunması, amaç ile uygulanan tedbir arasında ölçülülük olması gerekmektedir. Koruma tedbirlerinin, amaçlarına göre, yöneldikleri kişilere göre, karar vermeye ve uygulamaya yetkili mercilere göre ve yöneldikleri değerlere göre çeşitli ayrımları bulunmaktadır. Koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında hukuka aykırı davranılmasının ceza hukuku, ceza yargılaması hukuku ve tazminat hukuku açısından bazı sonuçları bulunmaktadır. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat ceza hukuku içinde, haksız fiile ve kusursuz sorumluluğa benzeyen yanları da bulunan ve kamusal yanı olan kendine özgü bir tazminat türüdür. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminatın kaynakları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/5 maddesi ile, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141, 142, 143 ve 144'üncü maddeleridir. Buna göre; bir kişinin, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanması, tutuklanması, veya tutukluluğunun devamına karar verilmesi; kanuni gözaltı süresinde hakim önüne çıkarılmaması; kanuni haklarının hatırlatılmaması veya hatırlatılan haklarından yararlanma isteğinin yerine getirilmemesi; kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmaması veya bu süre içerisinde hakkında hüküm verilmemesi; kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi; mahkum olup da gözaltı veya tutuklulukta geçirdiği sürenin hükümlülük süresinden fazla olması veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle bu cezayla cezalandırılması; yakalama veya tutuklama nedenleri ve hakkındaki suçlamalar kendisine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı olmaması halinde sözle açıklanmaması; yakalanma veya tutuklanmasının yakınlarına bildirilmemesi; hakkındaki arama kararının ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilmesi; eşyası veya diğer malvarlığı değerlerine koşulları oluşmadığı halde el konulması veya korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerlerinin amaç dışı kullanılması veya zamanında geri verilmemesi, tazminat sebebi olarak sayılmıştır. Tazminat hakkına sahip olanlara beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi halinde tazminat haklarının bulunduğunun hatırlatılması gerekmektedir. Kişiler, uygulanan koruma tedbiri nedeniyle uğradıkları, her türlü maddi ve manevi zararlarını avukatlık ücretleri ve faiziyle birlikte isteyebilmektedirler. Tazminat davaları ağır ceza mahkemelerinde açılır. Mahkemece yapılacak ilk incelemede dilekçedeki bilgi ve belgelerin eksikliği tespit edilirse eksikliğin bir ay içinde tamamlanması, aksi halde istemin reddedileceği ilgiliye bildirilir. Dilekçe ve belgeler yeterli ise bir örneği Devlet Hazinesinin temsilciliğine tebliğ edilerek onbeş gün içerisinde itirazlarını yazılı olarak bildirmesi istenir. İstem ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde veya tazminat miktarının saptanmasında mahkeme başkanı her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerden birine yaptırmaya yetkilidir. Mahkeme kararını duruşmalı olarak verir. Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi istinaf yoluna başvurabilir. Tazminat ve miktarının hesaplanması tazminat hukukunun genel prensiplerine göre yapılır. Hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar kaldırılarak yargılanıp mahkum olanlarla, yargılamanın aleyhte yenilenmesiyle yeniden yargılanıp beraat kararı kaldırılarak mahkum olanlara ödenen tazminat Cumhuriyet savcısının yazılı istemi ile aynı mahkemeden alınacak kararlar geri alınır. Geri almada kamu alacaklarının tahsiline ilişkin usul uygulanır. Bu karar itiraza tabidir. Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, koruma tedbirine ilişen görev gereklerine aykırı davranarak görevini kötüye kullanan kamu görevlisine rücu eder. iftira konusu suç veya yalan tanıklık nedeniyle gözaltına alınma ve tutuklanma halinde Devlet, iftira eden veya yalan tanıklıkta bulunan kişiye de rücu eder. Gözaltı veya tutukluluk süreleri mapsup edilenler, sonradan yürürlüğe giren lehte hükümler gereği durumları tazminat istemeye uygun hale gelenler, af, şikayetten vaz geçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler, kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler, adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar, tazminat isteyemezler. Yasada iki tür yasa yolundan söz edilmektedir. Birincisi ön inceleme sonucu verilen kararlara karşı yasa yolu olan itiraz, ikincisi ise yapılan asıl yargılama sonucu verilen kararlara karşı yasa yolu olan istinaf yasa yoludur.Publication İmar kirliliğine neden olma suçu ve bu suçun onarıcı adalet kavramı bakımından değerlendirilmesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2012-07) Haşıloğlu, Sedat Sami; Tezcan, DurmuşGerek imar kirliliğine neden olma suçunun kanunlarda yerini alması , gerekse bu suçun failinin belli şartları yerine getirmesi karşılığında hakkında bir ceza uygulanmaması, birey ve toplumu ön planda tutma anlayışı nedeniyledir.Toplumsal düzeni bozucu özellikleri bulunan bu suçun cezalandırılması insan haklarının gelişiminin bir sonucudur. Bunun gibi , bu eylemleri cezalandırmak yerine , sonuçlarını failin katılımıyla onarmak ve bir toplumsal uzlaşıya varmak da yine insana değer veren ceza hukuku sisteminin bir gereğidir. Türk Hukukunda yeni bir kavram olan ?İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu? TCK 184. Maddesi'nde düzenlenmiştir.Bu maddenin 5. Fıkrası ise çağdaş ceza hukuku sistemi içinde gittikçe önem kazanan onarıcı adalet uygulamasına güzel bir örnektir. Bu suç , bir çok teknik kavramı (bina , ruhsat , ruhsata aykırılık , şantiye , belediye sınırı , özel imar rejimi , imar planı vs ) içinde barındırmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılması için , çalışmamızın ilk bölümününde imar hukuna ait bu kavramlar ayrıntılı olarak ele alınmıştır.İkinci bölümde ,bu suçun unsurları dikkate alınarak anlatılmıştır.Üçüncü bölümde ise , maddenin beşinci fıkrasında yer alan ve Türk Hukuk Sisteminde onarıcı adalet kavramının uygulamalarından ve bir tür etkin pişmanlık olarak kabul edebileceğimiz durum incelenmiştir. Çalışmamızda , bu suçun ayrıntılı bir biçimde kavram ve unsurlarının ortaya konularak açıklanması , genel ceza hukukunun temel bazı kavram ve kurumlarının bu suç bakımından değerlendirilmesi , onarıcı adalet sisteminin önemi ve etkin olarak kullanılması ve bu maddedeki fıkraların uygulanmasında karşılaşılan sorunların yargıtay kararları ışığında çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Maddedeki içerik incelerken , ?ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina? kavramının kullanılmasının kanun koyucunun amacına uygun düşmediğini saptamasını yapılmıştır. 3194 sayılı Kanun'un 5. Maddesine göre bina tanımı yapılmıştır.Maddi ceza hukukundaki kıyas yasağı göz önünde bulundurulduğunda , bu suçun bina dışındaki , havuz , halı saha , su kuyusu , çay bahçesi vs gibi yapılar için söz konusu olamayacağı açıktır.Tezimizde bu konudaki eksikliğin giderilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Genel ceza hukuku içindeki ?teşebbüs , iştirak ve içtima ? kurumlarının , imar kirliliğine neden olma suçunun uygulanmasında nasıl işletileceği konusu üzerinde özellikle durulmuş ve Yargıtay içtihatları doğrultusunda konu açıklığa kavuşturulmuştur. İçtima kurumu , özel kanun ? genel kanun ilişkisi de göz önünde bulundurularak incelenmiş ve uygulamadaki sorunlara çözüm önerileri getirilmiştir Maddenin beşinci fıkrasındaki düzenleme , madde içinde belirtilmemesine rağmen bir etkin pişmanlık olarak kabul edilmiştir.Maddenin bu fıkrasının uygulamaki örnekleri anlatılmış , özellikle Hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına karar verilmiş olmasının , TCK 184/5 maddesindeki etkin pişmanlık kurumunun uygulanmasına engel olmadığı sonucu ortaya konulmuştur. Sonuç olarak ; Bu çalışmanın , kanunun etkin bir biçimde kullanılarak kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesinde uygulamacılara yardımcı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: ?İmar kirliliğine neden olma suçu, bina, yapı, ruhsat, mücavir alan, özel imar rejimi , onarıcı adalet , etkin pişmanlık , hükmün açıklanmasının geriye bırakılması.Publication Devlet görevlilerinin ağır insan hakları ihlallerinde yabancı ceza yargılamasından bağışıklığı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2013) Erson Asar, Bilge Nur; Tezcan, DurmuşUluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası ceza hukukundaki giderek artan gelişmeler değerlendirildiğinde, devlet görevlilerini yabancı ceza yargılamasından koruyan yerleşik bağışıklık kurallarının ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, bu gelişmelerden etkilenip etkilenmediği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu soru, çalışmanın temelini oluşturan sorudur. Birinci bölümde genel olarak bağışıklığın tanımı ve kapsamı ile devlet görevlilerinin uluslararası hukuktaki statüleri incelenmiştir. Bu bölümde ayrıca bağışıklık kurallarının temelleri ve kaynağı, konuya ilişkin kodifikasyon çalışmaları, devletin yargı bağışıklığı ve devletlerin yargı yetkilerini uygulamalarına engel teşkil eden diğer sınırlamalar değerlendirilmiştir. İkinci bölümde ratione materiae (işlevsel) ve ratione personae (kişisel) bağışıklıkların kapsamı irdelenmiştir. Yabancı devlet görevlilerinin işlevsel bağışıklıkları genellikle devletin bağışıklığı kuralının bir sonucu olarak ele alınmaktadır. Bu da devletin yargı bağışıklığı kuralının kapsamı konusunda sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda işlevsel bağışıklığın devletin yargı bağışıklığı ile doğrudan ilişkili görülmemesi gerektiği ve devletin yargı bağışıklığı kurallarının (eski) devlet görevlilerinin yabancı yerel mahkemelerdeki konumunu belirlemesine ilişkin yaklaşımın hatalı olduğu tartışılmıştır. Ardından, kişisel bağışıklıktan yararlanan devlet görevlileri ile bağışıklıklarının maddi ve usuli kapsamı değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda uluslararası hukukta bireylerin yükümlülüklerine ilişkin kuralların devlet görevlilerinin bağışıklığına ilişkin kurallara etkisi açıklanmıştır. Bu etki Pinochet ve Arrest Warrant davaları incelenerek değerlendirilmiştir. Ayrıca uluslararası ceza mahkemelerinde bağışıklıkların geçerli olmadığına yönelik kural da irdelenmiştir.Publication Ceza Muhakemesinde mağdurun hakları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2013-03) Alan Akcan, Esra; Tezcan, DurmuşSuç mağdurlarına karşı ceza adalet sisteminde, mağdurların yararları yönünde böyle bir duyarlılığın ortaya çıkması kanun koyucuyu da etkilemiş; 5271 sayılı CMK ile mağdur hakları düzenlenmiştir. Ülkemizde bugüne kadar mağdurlara karşı gösterilen özel dikkat sadece bazı adam öldürme, terör ve örgütlü suçlar bakımından söz konusu oluyordu. Bugün ise tüm suç mağdurlarını korumaya yönelik düzenlemeler dikkati çekmektedir.Publication Hak ve özgürlüklerin korunması bağlamında bireysel başvuru(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2013-06) Ural, Sami Sezai; Öztürk, BahriTemel hak ve özgürlüklerin korunması ve kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması için kurulan güvence mekanizmaları,, bölgeden bölgeye değişkenlik göstermekle birlikte günümüzde temel haklar artık evrensel bir değerler bütünü olarak kabul edilmektedir. Tarihsel süreç içinde, temel hak ve özgürlükler kavramsal ve pratik düzlemlerde sürekli bir gelişim izlemektedir. Bu bağlamda, bireylere tanınan hakların içeriğinden daha çok bunların hangi yöntem ve mekanizmalar ile korunabileceği konusu ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla insan haklarının muhtemel tehlikelere karşı nasıl korunabileceği konusunda yeni mekanizmalar kurmaya veya mevcutları güçlendirmeye dönük arayışlar özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşmış ve akademik çalışmaların yanında uygulamaya yönelik adımlar da atılmaya başlanmıştır. Bu anlayışın sonucu olarak 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilan edilmiştir. Böylece, tarihte ilk defa ?insan hakları? evrensel bir kimlik kazanmış ve geçerliliği konusunda genel uzlaşma sağlanmıştır. Türkiye, insan hakları konusundaki bu duyarlılığının bir yansıması olarak gerek BM Teşkilatı gerekse daha sonra Avrupa düzeyinde ortaya çıkan insan hakları ve demokrasi odaklı oluşumların içinde olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, 1949 yılında Avrupa Konseyi?nin kurucuları arasında yer almış ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi?ni de kabul edip onaylamıştır. Türkiye hem AİHS hem de BM ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde taraf olduğu diğer sözleşmeler dolayısıyla insan hakları konusunda birçok yükümlülük altına girmiştir. Bunların en önemlileri arasında Avrupa insan hakları koruma sisteminin bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi?nin yargı yetkisini tanıma, vatandaşlarına bireysel başvuru imkânı verme, başvuru sonucunda verilecek ihlal kararlarının gereğini yapma ve insan hakları konusunda ortaya konan genel içtihat ve uygulamalara uyma yükümlülüğünü sayabiliriz. Ülkemizde insan haklarını koruma ve geliştirme konusu ciddiye alınmış ve bunun bir yansıması olarak yeni kurumsal yapılar oluşturulmuştur. Bu amaçla Kamu Denetçiliği Kurumu ve İnsan Hakları Kurumu gibi teşkilatlar kurulmuştur. Getirilen bu mekanizmalar ve oluşturulan yeni birimlerle insan hakları ihlallerinin süratle tespiti ve giderilmesi konusunda önemli mesafeler alınması amaçlanmıştır. İnsan hakları alanında gerçekleştirilen en son anayasa değişikliğiyle, mevcut hak arama yollarına ek olarak 7.5.2010 gün ve 5982 sayılı Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 12.9.2010 tarihli referandumun kabulüyle gelen bireysel başvuru hakkı, yeni bir temel hak ve özgürlükleri koruma mekanizması olarak hukuk hayatımıza kazandırılmıştır. Söz konusu anayasa değişikliği ile anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS kapsamında olan herhangi birinin ihlal edilmesi durumunda, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılması olanaklı hale gelmiştir. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin anayasal ve yasal düzeyde güvence altına alınmasının, hatta içerik bakımından çok yüksek evrensel standartlara sahip metinler olmasının bir anlam ifade edebilmesi için öncelikli olarak yasalar uygulanabilir nitelikte olmalı, devletin bütün organları hukuka bağlı kalmalı ve tüm faaliyetleri denetime tabii olmalıdır. Bu denetimi en etkin şekilde sağlayacak olan merciin adı yargıdır. Bireysel başvuru mekanizması ile temel hak ihlallerinin iç hukukta ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak AİHM?de Türkiye aleyhine yapılan başvuruların sayısının azaltılması ve böylelikle, pek çok uyuşmazlığın AİHM gitmeden mahallinde çözüme kavuşturularak ülkemiz insanının, insan hakları standardının yükseltmesi ve sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin daha etkin korunması sağlanacaktır.Publication Mülteciler ve sığınmacılar hakkında idarenin görevleri-yetkileri ve yargısal denetim(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2013-11) Altınok Çalışkan, Elif; Sancakdar, OğuzBu çalışmada ortaya konulması hedeflenen, mültecileri (refugee) ve sığınmacıları (asylum seekers) idare hukuku açısından irdeleyerek, bunlar üzerinde idarenin görev ve yetkilerini saptamaktır. Kaçınılmaz olarak görev ve yetki sözcüklerinin geçtiği yerde, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak yargısal denetimden de söz etmek gerekir. Bu nedenle çalışmamızda ulusal ve uluslararası yargı kararlarına yer vererek bu amacı gerçekleştirmeye çalıştık. Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde mülteci ve sığınmacı kavramlarına yer verilmiş bu kavramların tarihsel süreç içindeki gelişimlerine değinilmiştir. İkinci bölümde mülteci ve sığınmacılar hakkında idarenin görev-yetkileri ile 4.4.2013 tarihli 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile oluşturulan ve yeni bir idari yapılanma olan, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve bu yapılanmanın hukuksal statüsü üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise, her hukuksal ilişkinin amacına uygun biçimde ilerleyebilmesinin güvencesi, hukuk devleti olmanın en temel gereği yargısal denetime yer verilmiştir.Publication Türk Ceza Kanunda çocuk düşürtme ve çocuk düşürme suçları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2013-12) Oktar, Salih; Tezcan, Durmuş5237 sayılı TCK, kişilere karşı suçlar kapsamında, çocuk düşürtme (m.99) ve çocuk düşürme (m.100) suçlarını tanımlamış ve ceza yaptırımına bağlamıştır. Diğer taraftan, 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun, kadının istemiyle on haftayı aşmayan gebeliğinin, tıbbi yolla sona erdirilmesine; yine süreye bağlı olmaksızın tıbbi zorunluluklarla gebeliğin sona erdirilmesine yasal olanak tanınmıştır. Bunlara ilave olarak, 5237 sayılı TCK, kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde yirmi haftayı aşmayan gebeliğin tıbbi yolla sona erdirilmesinin cezalandırılmayacağı hükmünü getirmiştir.Kanun koyucu, çocuk düşürtme ve düşürme suçlarıyla, öncelikle ana rahmine yerleşmiş ceninin yaşam hakkını korumayı amaçlamıştır. Bununla beraber bu suçlarda, kadının vücut dokunulmazlığı, kendi kaderini tayin hakkı korunmaktadır. Cenin hukuki bir hak öznesidir. Fakat doğuncaya kadar kadından bağımsız değildir. Bu nedenle ceninin yaşam hakkıyla kadının vücut bütünlüğü üzerinde tasarruf hakkı ve kendi geleceğini tayin hakkının çatışması söz konusu olmaktadır. Tarih boyunca ve tüm hukuk sistemlerinde, bir yanda ceninin yaşam hakkı, diğer tarafta kadının gebelik ve anneliğe ilişkin tercihi arasında adil bir denge kurmak zorunluluğu ile karşılaşılmıştır. Çocuk düşürtme fiillerinin suç sayılması konusunda, Ceza Hukukunda görüş birliği bulunmasına karşılık, çocuk düşürme ve kadının istemiyle çocuk düşürtmesi fiillerinin suç sayılarak cezalandırılmasına ilişkin görüş ayrılığı ve tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Bu fiillerin suç olmaktan çıkarılması yönünde güçlü bir eğilim bulunmakta ve oldukça haklı gerekçeler ileri sürülmektedir. Bir taraftan insan türüne ait, ana rahminde gelişen ceninin yaşamı, diğer taraftan kadının tercihi arasında makul ve meşru sınırın çizilmesi çözümü zor bir sorun görünümü arz etmektedir. Gerek gebeliğin sonlandırılmasına izin verilmesi, gerek bu fiillerin cezalandırılması son çare olarak görülmektedir. Tezimde TCK'muzun çocuk düşürtme ve düşürme suçları ele alınarak incelenmiş; tarihsel gelişimi, insan hakları hukukunda ve karşılaştırmalı hukukta bu suçlara ilişkin durum yansıtılmaya, TCK'muzun yürürlükteki hükümlerinin incelenip değerlendirilmeye, öğretideki görüşler, sorunlara ilişkin çözüm önerileri irdelenerek, sonuçlara ulaşılmaya çalışılmıştır.Publication Tabiat varlıklarını koruma(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2014-05) Bilgin, Sakine Nilüfer; Sancakdar, OğuzTabiat varlıkları, doğal çevreyi oluşturur. Tabiat varlıklarının planlı bir biçimde korunarak yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması, doğal dengenin korunabilmesi ve insanların sağlıklı bir çevrede varlığını sürdürebilmesi açısından gereklidir. Koruma-kullanma dengesi, alan ölçeğinde koruma-korunma, toplum yararı/kamu yararı/üstün kamu yararı, şehircilik, sürdürülebilir çevre, sürdürülebilir kullanım, sürdürülebilir kalkınma, tabiat varlıklarının korunmasına egemen olan temel ilkelerdir. Tabiat varlıklarının bütüncül planlama ilkesinin uygulanmasıyla korunması mümkündür.Publication Kamu hukuku açısından vakıf yükseköğretim kurumları (yasal dayanakları ve tüzel kişiliği)(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Hukuku Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2016) Aküzüm, Hüseyin UralBu doktora tezinin özünü vakıf yükseköğretim kurumlarının kamu hukuku disiplini çerçevesinde bir incelenmesi oluşturmaktadır. Tez dört bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde tezin bütününde başvurulacak kavramsal ve kuramsal çerçeve oluşturulmuştur. Bu bölümde Yüksek Öğretim, Üniversite ve "Vakıf Üniversitesi kavramları açıklanmıştır. Kuramsal çerçeve başlığı altında yüksek öğretim hizmetinin bir tür kamu hizmeti olduğu vurgulanmıştır. İkinci bölüm, "Tarihsel Süreçte Yükseköğretim Faaliyetlerinin Hukuki Niteliği" konusuna ayrılmıştır. Bu başlık altında, Türkiye'de yüksek öğretimin gelişimi ve kurumsallaşması tarihsel bir perspektifle incelenmiş ve Osmanlı döneminden bugüne kadar geçen süreçte yüksek öğretim etkinliklerine değinilmiştir. Üçüncü bölümde vakıf üniversitesinin hukuki statüsü anayasa ve idare hukuku çerçevesinde incelenmiş, bu doğrultuda yürürlükteki yasal mevzuat ve yargı kararları irdelenmiştir. Dördüncü bölümünün ilk kısmında Vakıf Üniversitelerinin Organik ve Mali Yapısı ve Bunların Denetim Yolları ile Yükseköğretimin Planlaması konusu ele alınmıştır. Son kısımda ise Türkiye'de yüksek öğretim idaresinin yeniden yapılandırılmasına yönelik çağdaş tartışmalar aktarılmıştır.Publication Feminist perspektiften düşünce tarihinin köşe taşları ve ideal bir hukuk anlayışı(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2016) Demir, Nazlı Hilal; Türkbağ, Ahmet UlviGünümüzde çoğu alanda erkeklerin bir adım gerisinde olan kadınların durumlarının düzeltilmesi için hukuk alanında zaman zaman kadına ilişkin düzenlemeler yürürlüğe koyulmakta, değiştirilmekte ya da yürürlükten kaldırılmaktadır. Ancak bu düzenlemelerle ortaya çıkan sonuçlar ile amaçlananlar her zaman birbirlerine paralel olmamaktadır. Zira mevcut düzene baktığımızda kadının statüsüne yönelik halen çok fazla şeyin değişmemiş olduğu görülmektedir. Bu durum ise, yapılan değişikliklere ilişkin olarak bir eksiklik ya da hata olabileceği ihtimalini akıllara getirmektedir. Peki, cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik gerçekleştirilmiş hukuki reformlarda eksik/hatalı olan noktalar nelerdir? Daha önemlisi bu noktalar nasıl düzeltilecek ve cinsiyetler açısından ideal bir hukuk düzenine nasıl ulaşılacaktır? Bu soruları cevaplamak amacıyla ortaya koymuş olduğum çalışmanın ilk bölümünde, kadının mevcut durumunun zeminini oluşturmuş tarihin önemli düşünürlerinin ileri sürdükleri fikirler ele alınmıştır. İkinci bölümde ise feminist hukuk yaklaşımları ışığında Türk hukuk sistemi incelenmiş ve ideal bir hukuk düzenine ulaşmak için yapılması gerekenlere ilişkin önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Sözcükler : Feminist Hukuk Teorisi, Feminist Hukuk Bilimi, Feminizm, (Biyolojik) Cinsiyet, Toplumsal CinsiyetPublication Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu (TCK m.239)(2017) Çiftçioğlu, Cengiz Topel; Tezcan, DurmuşEkonomik hayatta, ticari işletmelerin faaliyetleri maddi değerlerin yanı sıra büyük oranda gizli nitelikteki bilgilere dayanır. Söz konusu bilgiler, ticari işletmelerin değerinin belirlenmesinde ve ekonomik hayattaki rekabet gücünün artmasında büyük rol oynar. Buna karşın ekonomik küreselleşmenin yaşandığı çağımızda, teknolojiye bağlı olarak gelişen iletişim imkanları birçok bilgiye anında ulaşmamızı sağlamıştır. Bu nedenle ticari işletmeler, elde etmek amacıyla araştırma ve geliştirme faaliyetlerine büyük yatırım yaptıkları bu nitelikteki bilgilerin, özellikle rakiplerinin eline geçmesini önlemek bakımından koruma tedbirleri almaktadır. Ancak söz konusu sır teşkil eden bilgilerin, işletme sahiplerinin alacakları tedbirlerle gizli tutulmasının çoğu zaman yeterli olmadığı da görülmüştür. Bu itibarla, bu sırların korunması bakımından hukuk düzeninin devreye girmesi gerekli olmuştur. Sırrın korunması, çeşitli kanunlardan veya özel hukuk sözleşmelerinden kaynaklanan bir yükümlük olarak öngörülmüştür. Bazı sırların korunması bakımından özel hukukun sağladığı "tazminat sorumluluğuna" dayalı koruma usulü yeterli bulunmayarak, kanun koyucu tarafından ceza hukuku da devreye sokulmuştur. Bu anlamda, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması eylemi suç olarak düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 2.kitabının "topluma karşı suçlar" başlıklı 3.kısmının "ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlar" hakkındaki 9. bölümünde düzenlenen 239. maddesinde, "ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması" suçuna yer verilmiştir. 5237 sayılı TCK m. 239, 765 sayılı eski TCK'da tam olarak karşılığı bulunmayan yeni bir suç tipi getirmiştir. TCK'nın 239.maddesinde yer alan ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu; bir kimsenin sıfat ya da görevi, meslek veya sanatı gereği vakıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri ya da fenni keşif ve buluşları veya sınai uygulamaya ilişkin bilgileri yetkisiz kişilere vermesi veya ifşa etmesi; bu bilgi veya belgelerin, hukuka aykırı yolla elde eden kişiler tarafından yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi ve nihayet cebir veya tehdit kullanarak bir kimseyi bu madde kapsamına giren bilgi veya belgeleri açıklamaya mecbur kılması suretiyle oluşur. TCK m. 239'da düzenlenen ticari sır bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu ile öncelikle, ekonomik hayatta haksız rekabetin önlenmesi, ticari yaşamın dürüstlük kuralları çerçevesinde sürdürülmesinin sağlanması ve bu suretle serbest piyasa ekonomisinde bireyin adaletli, güven veren ve rekabete dayalı bir ekonomik yapıda faaliyette bulunma hakkının korunması amaçlanmaktadır. Ayrıca özellikle suçun müşteri sırrının açıklanması suçu olarak işlenmesi durumunda, aynı zamanda bireyin özel hayatının gizliliği hakkı da korunmaktadır. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu, seçimlik hareketli bir soyut tehlike suçudur. Bu suç aynı zamanda bağlı hareketli bir suçtur. Yine TCK m.239'da düzenlenen bu suç, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi ile tamamlandığından sırf hareket suçudur. Bu suçun ihmali hareketle işlenmesi mümkün değildir. Ayrıca ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Suçun işlenmesi bakımından herhangi bir özel kast aranmamıştır. Suçun olası kastla da işlenebilmesi mümkün bulunmaktadır. TCK m.239'da düzenlenen ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrının açıklanması suçunun ele alındığı bu çalışmada; sır kavramı, sırrın hukuki niteliği ve sırrın korunmasının hukuki dayanağı ile ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı kavramları ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Yine TCK m.239'da düzenlenen suçun, Türk Ceza Kanununu sistematiği içindeki yeri dikkate alınarak yakın suç tipleri ile karşılaştırması yapılmış ve buna göre inceleme konusu suçun unsurları, muhakeme usulü ve yaptırımı da ayrıntılı olarak izah edilmiştir.Publication Ceza Muhakemesinde Yargılamanın Yenilenmesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Nişancı, Dilaver; Tezcan, DurmuşYargılamanın yenilenmesi, gerek sanığın lehine gerekse de aleyhine olarak ortaya çıkan yeni durumlar dolayısıyla, kesinleşmiş bir hükme rağmen; hükmün duruşma yapılarak veya yapılmaksızın tekrar ele alınmasına olanak sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur. Sahte belge ve hâkimin görev suçu işlemesi, Kanun' da müşterek yenileme nedenleri olarak düzenlenmiş olup; lehe ya da aleyhe olduğuna bakılmaksızın bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesi istenebilecektir. Gerçek dışı tanıklık veya bilirkişilik, hukuk mahkemesi hükmünün ortadan kaldırılması, yeni olaylar veya deliller, AİHM' in ihlal kararı ve AYM' nin ihlal tespit ettiği dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesi de; lehe yenileme nedenleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu' nda yalnızca aleyhe yenileme nedeni oluşturan tek düzenleme, sanığın beraat sonrasında, suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilir nitelikte ikrarda bulunmasıdır. Maddi hatalar yanında hukuksal hatalar ve bu bağlamda içtihat değişiklikleri de yargılamanın yenilenmesine sebebiyet verebilirler. Yargılamanın yenilenmesi için bir talep söz konusu olup; söz konusu talep, kararının yenilenmesi istenen mahkemeye yapılacaktır. İlk yargılamada görev almış olan hâkim de yargılamanın yenilenmesi yolunda görev alamayacak olup, süreç; şekli inceleme safhası, esas inceleme safhası ve dava safhası olarak üç adımdan oluşmaktadır. Yargılamanın yenilenmesi süreci; ya ilk hükmün onaylanması ya da ilk hükmün iptali ile yeni bir hüküm verilmesi ile sonlanacaktır. Yargılamanın lehe yenilenmesi durumunda, aleyhe bozma yasağı kuralı geçerli olup; verilecek yeni hükümle tayin edilecek ceza, eski hükümle tayin edilen cezadan daha ağır olamayacaktır. Yenileme muhakemesiyle cezası ortadan kalkan eski hükümlünün maddi ve manevi kayıpları için tazminat talep etme imkânı da bulunmaktadır.Publication Vergilendirmede Etkinlik ve Mükellef Hakları Bakış Açısıyla Büyük Ölçekli Sermaye Şirketlerinde Vergi İncelemesi(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Hukuk Anabilim Dalı / Kamu Hukuku Bilim Dalı, 2017) Cangüloğlu, Yasemin; Başaran Yavaşlar, FundaVergi incelemesi, mükelleflerin gerçek mali gücünü araştırmak, tespit etmek ve sağlamak amacıyla yapılan bir faaliyettir. Vergi incelemesi olmadan, mükelleflerin vergiyle ilgili kurallara uyup uymadıkları, dolayısıyla gerçek mali güçleri tespit edilemeyecektir. Bu nedenle bu sürecin mutlaka etkin bir şekilde yürütülmesi gerekir. Diğer taraftan vergi incelemesi, mükelleflerin temel hak ve özgürlükleriyle de yakından ilgili olduğu için gerek sistem içerisinde yer alan düzenlemelerin gerekse uygulamadaki sürecin mükellef hakları bakımından da ele alınması gerekir. Mükellef hakları ile ödevleri arasında kurulacak olan denge, etkin bir vergi incelemesinin gerçekleşmesine de hizmet edecektir. Yeni vergilerin uygulamaya konulmasının zor olduğu siyasi ortamlarda vergi incelemesi, devlete gelir sağlamak üzere ilk düşünülen önlemlerden birini teşkil ettiğinden, daha fazla gelir elde etme düşüncesiyle vergi idaresi, büyük şirketleri daha sıkı denetime tabi tutmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada bir denetim aracı olan vergi inceleme müessesesi, büyük ölçekli şirketler bakımından etkinlik ve mükellef hakları bakış açısıyla ele alınmış olup; büyük ölçekli sermaye şirketlerinin incelenmesinde etkinliğin sağlanmasına yönelik öneriler ortaya konulmuştur.