Beslenme ve Diyetetik Bölümü / Department of Nutrition and Dietetic
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/6827
Browse
Browsing Beslenme ve Diyetetik Bölümü / Department of Nutrition and Dietetic by Rights "http://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/3.0/us/"
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Metadata only Bariatrik cerrahi planlanan obez hastalarda besin tüketimleri ile duygusal yeme davranışı arasındaki ilişki(2019-12) Batar, NazliBu çalışma, bariatrik cerrahi planlanan obez bireylerin besin tüketim sıklıkları ile bireylerin kısıtlayıcı, duygusal ve dışsal yeme davranışları arasındaki etkileri incelemek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yönterm Prospektif tanımlayıcı tipteki bu araştırma, İstanbul’da özel bir obezite kliniğine bariatrik cerrahi ameliyatı olmak için başvuran ve hekim tarafından uygun görülen 86 obez birey üzerinde yürütülmüştür. Veriler araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Bulgular:Çalışmaya katılan obez bireylerin yaş ortalaması 41,64±12,62 yıl, Beden Kütle İndeksi (BKİ) ortalaması 37,73±4,17 kg/m2’dir. Katılımcıların %65’i kadın, %35’i erkektir. Bireylerin %72’si düzenli (haftada 5-6 kez ve daha fazla) 3 ana öğün yapmakta, %48’i düzenli ara öğün yapmamaktadır. Düzenli gece ara öğün yapanlar ile gece ara öğününü atlayan obez bireylerde dışsal yeme davranışı arasında anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır (p=0,02). BKI>45 kg/m2 olan bireylerin dışsal yeme davranış düzeyinin BKI>35-39,9 kg/m2 olanlara göre yüksek olduğu istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (p=0,029). Düzenli çikolata tüketenlerin duygusal yeme davranış düzeyinin hiç tüketmeyenlere göre daha yüksek olduğu (p=0,02), hiç beyaz ekmek tüketmeyenlerin kısıtlayıcı yeme davranış düzeylerinin düzenli tüketenlere göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p=0,01).Sonuç: Bariatrik cerrahi sonrası yeterli ağırlık kaybı ve obezite ile ilişkili komorbiditelerde iyileşmenin sağlanabilmesi için baraitrik cerrahi öncesi ve sonrası multidisipliner ekip çalışmasının önemi unutulmamalıdır.Publication Metadata only BMC'de Multidisipliner Ekip ve Yaşanan Etik Sorunlar ve Protein(2019-10) BATAR, NAZLI; 256218Multidisipliner ekip çalışmasının bariatrik cerrahide rolü büyüktür. Bariatrik cerrahi öncesi ve sonrası bir bütün olarak düşünüldüğünde, multidisipliner yaklaşımın sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanma ve yaşam tarzı değişikliği ile optimal sonuçlara daha kolay ulaşabileceği gibi ulaşılan ağırlığın korunabilmesi açısından da önemi yapılan çalışmalarla desteklenmektedir. Kılavuzlar günümüzde dört ana uzmanlık alanını tanımlamıştır. Cerrah, hemşire, diyetisyen ve psikiyatr veya psikologlar multidisipliner ekip içinde olmalıdır. Cerrahlar, bariatrik cerrahi ekibinde cerrahi tekniği uygulayan kişiler olarak lider olarak görev alırlar. Ekip lideri hastaneye veya kliniğe bağlı olarak görev yapar, hastanın ameliyat öncesi ve sonrası değerlendirmesinden ve takibinden sorumludurlar. Psikiyatr veya psikologlar, bariatrik cerrahinin uygunluğunu belirlemek için hastanın sosyal, psikolojik ve psikiyatrik değerlendirmesini sağlarlar. Diyetisyenler ameliyat öncesi ve sonrası hastaların beslenme durumunun saptanması ve değerlendirilmesinde, antropometrik ölçümlerin alınması ve değerlendirilmesinde, sağlıklı beslenme eğitimlerinin yapılmasında görev alırlar. Ameliyat sonrası hemşireler, disiplinler arası bakım, eğitim ve ameliyat sonrası izlemenin planlanmasına yardımcı olan ekip elemanlarındandır. Obezitenin giderek evrensel bir halk sağlığı sorunu haline gelmesi, obezitenin etkili tedavi yöntemlerinden olan bariatrik cerrahi tekniklerinin uygulanma sıklığını da arttıracaktır. Bariatrik cerrahinin bir ekip çalışması olduğunun unutulmamalı ve multidisipliner yaklaşımla hastaların ele alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Alanında uzman bir diyetisyen ekip içinde her zaman büyük bir role sahip olacaktır. Ameliyat öncesi ve sonrası beslenme durumunun saptanması, antropometrik ölçümlerin değerlendirmeleri, hasta sonuçlarının iyileştirilmesi, olası beslenme komplikasyonlarının erken tespiti ve önlenmesinde diyetisyenler hastalara yol göstermelidir. Deneyimli diyetisyen ve multidisipliner ekip yaklaşımı ile hastalar özgü sistematik bir beslenme bakım süreci ile daha başarılı sonuçlar elde edileceği unutulmamalıdır.Publication Metadata only Breastfeeding Practices in Medical Nutrition Treatment of Phenylketonuria(2019-09) Çakır Biçer, Nihan; Ersoy, Melike; 25392Objective: Phenylketonuria (PKU) is an inherited metabolic disease with the increase of phenylalanine (phe) in the blood and body fluids in the absence of phenylalanine hydroxylase enzyme. PKU was the first inborn error of metabolism treated with medical nutrition therapy (MNT). The aim o f this study was to evaluate the breastfeeding practices in the MNT of PKU patients followed up at Dr. Sadi Konuk Training and Research Hospital, metabolism reference clinic for three years. Methods: Forty-two patients were reviewed for infants diagnosed with PKU between 2016 and 2019. Eighteen PKU patients (8 mild-PKU, 10 classic-PKU) over two years old and diagnosed with National Newborn Screening Program were included the study. MNT, blood phe, tyrosine (tyr) levels and anthropometric measurements of patients were evaluated retrospectively. Results: The mean age of patients is 2,5±0,4 years and 44% were male. The patients were diagnosed at a mean age of 13,7±6,7 days with blood phe and tyr levels of the patients were 1756 pmol/dL and 65 pmol/dL. After the diagnosis, 24-hour-BH4-loading test was applied, breastfeeding was interrupted until the blood phe level was <600 pmol/dL (mean 3,7±1,6 days) and breast milk was stored for reuse. In this process, MNT was applied phe-free medical formula with an average of 2,1 g/kg/day essential amino acid (eaa), 108 kcal/kg/day energy and 150 ml/kg/day fluid. After the blood phe level was <600 pmol/dL, free breastfeeding was initiated. Mean breastfeeding duration of patients was 17,8±9,3 moths. In the first 6 moths 0.9 g/kg/day eaa, 43 kcal/kg/day and 57 ml/kg/day fluid were applied and average blood phe and tyr levels were 240 pmol/dL and 70 pmol/dL. Complementary feeding education was given to all patients at 6 months. At the age of 6-12 months the patients received MNT containing average 0,9 g/kg/day eaa, 0,54 g/kg/day natural protein, 25 mg/kg/day phe, 74 kcal/kg/day energy and average blood phe and tyr levels were 314 pmol/dL and 69 pmol/dL. At the age of 12-24 months, the MNT containing average of 1,1 g/kg/day eaa, 1 g/kg/day natural protein, 26 mg/kg/day phe, 109 kcal/kg/day was recommended to patients and average blood phe and tyr levels were 312 pmol/dL and 82 pmol/dL and phe:tyr ratio was 3,8. Anthropometric measurements of the patients were observed to be within normal range during the study. Conclusion: Free breastfeeding is a successful and reliable practice that supports the healthy growth and development of the child in the life-long MNT of PKU.Publication Open Access Detection and molecular examination of pathogens in honey and bees in the northern Marmara Region, Turkey(Kafkas Universitesi Veteriner Fakultesi, 2020-03-02) Bayrakal, Gülay Merve; Akkaya, Hayrettin; Sezgin, Funda Hatice; Dümen, Emek; EKİCİ, GÖZDEHoney, which has many positive health effects, is fondly consumed in our country and in the world. Although honey is considered to be a micro-organism-free food because of its antimicrobial and bacteriostatic effects, studies refute this idea. In addition to primary contamination, personnel, tools and equipment used in beekeeping and honey production is a potential source of secondary contamination. In addition, honey, which can carry many microorganisms as a result of cross-contamination, is among the important foods and can threat public health. Therefore, it is thought that screening of pathogens that may be present in honey would contribute to the studies. Due to the geographical location, the diversity of climate and vegetation, Turkey is located in the upper row of honey producting countries. In this study, 900 samples examined in Kırklareli province in Northern Marmara Region. Kırklareli region has been chosen as the research area since it is considered as an important province in honey production and is a border province located in the industrial zone. The aim of the study was to investigate the presence of parasitological, bacterial, fungal and viral parameters which are important for the quality of the consumer, bee, larvae, colony and honey. According to the obtained data, positive results were found in many parameters and statistically significant results were obtained.Publication Open Access Determination of the Connection Between the Asthma Patients and Mycobiota in the Environment They Live in(Selçuk Üniversitesi Mantarcılık Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü, 2023) KORKMAZ, ARAS FAHRETTİN; Çolakoğlu, Günay Tülay; Karaltı, İskenderIn the 12-month period between February 2014 and January 2015, this study was carried out in the homes of 55 asthma patients living in 14 different regions of Istanbul (Ataşehir, Bulgurlu, Fikirtepe, Hasanpaşa, İçerenköy, Moda, Göztepe, Çekmeköy, Ümraniye, Altayçeşme Neighborhood, Esenkent Neighborhood, Feyzullah Neighborhood, Gülsuyu Neighborhood, Yalı Neighborhood). Air ideal (Biomerieux, France) air vacuuming device was used to determine the fungal flora in the domestic ambient air of the relevant patients. In this context, in order to prevent bacterial growth, Streptomycin antibiotic was added and Rose Bengali potato dextrose agar was placed in the slot of the device and the air filter of the device was installed. The device, which was placed at a height of 75-85 cm from the ground, was operated for 3-5 minutes and 200 liters of domestic ambient air was vacuumed. A total of 1071 microfungi colonies isolated in the study were found to belong to a total of 10 genuses and 23 species. The obtained genera are Alternaria (Arıküfü), Aspergillus (Asper), Aureobasidium (Karamaya), Chaetomium (Günoku), Cladosporium (Havaküfü), Fusarium (Solduran), Mucor (Ekmekküfü), Paecilomyces (Günküfü), Penicillium (Penisilyum) and Rhizopus (Karaküf). Among them, the most isolated genera were Aspergillus, Penicillium, Cladosporium, Alternaria and Fusarium. The most isolated species in this study were Aspergillus niger (Kara asper), Fusarium poae (Buğday solduran), Alternaria alternata (Astımküfü), Cladosporium cladosporioides (Karakökküfü), Penicillium brevicompactum (Sağlam penisilyum), Cladosporium macrocarpum (İrikurutan), Cladosporium sphaerospermum (Güllekurutan) and Penicillium glabrum (Bol penisilyum). In the 12-month period, the lowest microfungi concentration was observed in January and the highest microfungi concentration was observed in May. During the study, the temperature of the sample areas were measured with a thermometer and the humidity rates were measured with a hygrometer. In this study, the types of allergen microfungus that cause the onset of asthma disease or the progression of the degree of disease are stated. These were determined as Alternaria alternariae (Fıstık küfü), Alternaria alternata, Aspergillus fumigatus (Kıran asper), Aspergillus niger, Aureobasidium pullulans (Karamaya), Chaetomium globosum (Top günoku), Cladosporium cladosporioides, Cladosporium herbarum (Yaygınkurutan), Cladosporium sphaerospermum, Penicillium chrysogenum (Penisilyum), Penicillium glabrum.Publication Embargo Effect of nutrient intake on some biochemical parameters in the first six months after sleeve gastrectomy(2019) Alphan, M.E.; BATAR, NAZLIAim: The aim of this study is to determine the possible nutrient and protein deficiency in the first six months after sleeve gastrectomy and to determine its effect on some biochemical parameters. Material and Methods: This study is an intervention study including 102 patients (75 female and 27 male) aged between 18-65 years, who had undergone sleeve gastrectomy operation at the General Surgery Clinic of Şişli Florence Nightingale Hospital between 13.07.2017 and 06.01.2018 and been followed up by a dietician for at least six months postoperatively. Anthropometric measurements, three-day food intake, and biochemical parameters were followed pre-operatively and during the first six months. Results: There was a 27.4% decrease in body weight of the patients in first six months after surgery. Both decrease in body weight, and decrease in body fat ratio and body mass index were found statistically significant (p<0.001). A statistically significant difference was found between preoperative and postoperative 6th month biochemical parameters; serum HbA1c, insulin, uric acid, total protein, total cholesterol, HDL-cholesterol, LDL-cholesterol, triglyceride, iron, iron binding capacity, ferritin, zinc, vitamin D, calcium, parathormone, folate and vitamin B12 levels of the patients (p<0.001). The difference between 6th month serum total protein levels of patients using and not using whey protein powder in the first month after sleeve gastrectomy was found statistically significant (p=0.002). Conclusion: It should be kept in mind that regulating patients’ lifestyle with post-operative multidisciplinary team and regular follow-up, and supporting with active life are necessary for obesity treatment to be sustainable.Publication Metadata only Ergenler İçin Aile Yemekleri Ölçeği'nin Geliştirilmesi(2019-04) kermen, seda; AKTAÇ, ŞULE; 268496; 40690Giriş: Aile yemekleri, aynı evde yaşayan aile fertlerinin çoğu veya tamamı ile aynı yerde ve aynı anda yenilen yemekler şeklinde tanımlanmaktadır. Birlikte yemek yeme eylemi aile hayatında merkezi bir noktadır. Ailenin, ergenlik döneminde artan bağımsızlığa ve akran etkisine rağmen beslenme davranışları üzerinde etkisi devam etmektedir.Publication Metadata only Escherichia coli and food safety(IntechOpen, 2019-02-21) Dümen, Emek; EKİCİ, GÖZDEFoodborne pathogens are evaluated as an important risk factor in terms of public health in developed and developing countries due to their extensiveness all around the world. Escherichia coli and other coliform bacteria are important foodborne pathogens. Some of the most important sources of contamination for these groups of microorganisms are reported as: areas with unfavorable hygiene, contaminated waste water, meat products, cereal products and vegetables. Total coliform bacteria and E. coli count is known to be the indicator of unfavorable hygienic conditions and fecal contamination in foods. Foodborne diseases, however, are a global issue. A joint approach by all countries and related international organizations is a prerequisite for detection and control of foodborne problems that pose a threat to human health and international trade. Despite their complicate biology, epidemiology and analyses, most foodborne diseases are preventable. It is of vital importance for public health that consumers and food producers act in accordance with the principles regarding internationally accepted safety methods.Publication Metadata only Evaluation of Nutritional Status in Relation with Oral and Dental Health of Patient in Geriatric Outpatient Clinic(2019-04) Cin, Pelin; Tanrıöver, Özlem; Yavuzer, Hakan; Erdinçler, Deniz Suna; 264857; 102553Background: The deterioration of oral and dental health in elderly may make them more susceptible to malnutrition by affecting their ability to chew along with taste perception, swallowing capacity and nutrient intake. The relationship between oral health and nutritional status in elderly is controversial and there are limited number of studies. The aim of this study was to evaluate the association between oral and dental health in relation with nutritional status of elderly individuals. Materials and methods: This study was carried out in 215 volunteer patients aged 65 years or older, consisted of 70 males and 145 females who applied to Geriatric outpatient clinic between May 2018 and November 2018. Demographic characteristics of the patients included in the study were recorded. A questionnaire was used to evaluate the oral and dental health status. Mini Nutritional Test - Long Form was used to assess nutritional status. In addition, the food and beverages consumed by the patients were recorded with a 24-hour retrospective recall method and daily energy and nutrient intake was analyzed with the full version of the Nutrition Information System (BeBiS) software program. Results: Of the patients 32.6% were males and 67.4% were females. The mean age of the males was 78.6±6.8 years and the mean age of females was 74.9±6.9 years. Forty-four point two of the patients were primary school graduates, 20% were high school graduates and 9.8% were secondary school graduates. Eighty percent o f males were married and 41.4 percent of females were married. The percentage of men with difficulty in chewing and swallowing was 24.3%, while the percentage of women was 23.4%. It was observed that 30.2% of the patients had tooth loss, 54.9% had full-dentures and 14.9% had no tooth loss (Table 1). The prevalence of malnutrition (n=7) and risk of malnutrition (n=53) was 3.3% and 24.7% respectively. Patients with malnutrition and risk of malnutrition were found to have less appetite, more tooth loss and more frequent difficulty swallowing and chewing compared to patients with normal nutritional status. In addition, mean daily energy, carbohydrate, fat, fiber intake and water consumption were found to be statistically lower than those with normal nutrition status (Table 2). Conclusion: In aging process, besides additional diseases, oral and dental health problems, problems related to chewing and swallowing function and social difficulties in reaching food are effective in food intake. As a result, inadequate intake of energy and macronutrients occur. Patients in geriatrics outpatient clinics, should be screened routinely on their nutritional status to determine those who need nutritional support and to apply effective nutrition interventions. In order to reduce the risk of malnutrition, all elderly patients should be questioned about oral and dental health, and appropriate guidance should be given.Publication Open Access Evaluation of the Effect of Hedonic Hunger on Purchasing Behavior in Adult Individuals(Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, 2022) BİÇER, NİHAN ÇAKIR; AKBURAK, İPEKObjective: The aim of this study is to evaluate the effect of individuals’ hedonic hunger status on their purchasing behaviors. Materials and Methods: This cross-sectional study was conducted with 218 individuals, 147 females and 71 males, aged 18-65 years. Questions about demographic characteristics and eating habits, Power of the Food Scale (PFS), Hedonic and Utilitarian Purchasing Behavior Scale were applied via an online questionnaire. The study protocol was approved by the Ethical Committee of the Acıbadem Mehmet Aydınlar University with the number of 2021-17/10. Results: PFS total score was determined as 3.03±0.82 in females and 2.51±0.90 in males (p<0.05). According to PFS, the frequency of hedonic hunger in females (70.7%) was higher than in males (49.3%) (p<0.05). Hedonic Consumption Behavior Scale (HCBS) total and subscale scores were higher in females than males (p<0.05). A positive correlation was found between PFS and HCBS scores in females and in males between PFS and HCBS and between PFS and Utilitarian Consumption Behaviors Scale scores (p<0.05). Conclusion: Hedonic hunger and hedonic consumption behavior frequency were found to be higher and related to each other in females. It is believed that practices aimed at raising awareness in the consumption of food and non-food products and developing utilitarian purchasing behavior will contribute to weight control and sustainability.Publication Metadata only Geriatri hastalarında yaşlanma anoreksisi ve ilişkili faktörlerin değerlendirilmesi(2019-11) Cin, Pelin; Tanrıöver, Özlem; Yavuzer, Hakan; Erdinçler, Deniz Suna; 264857; 102553; 252693Giriş ve Amaç: Yaşlılıkta yiyecek aliminin veya iştahın azalması ile tanımlanan yaşlanma anoreksisi, geriatrik popülasyonda malniitrisyon, kırılganlık, sarkopeni ve mortalite gibi olumsuz sağlık sonuçlarına neden olabilecek önemli bir risk faktörüdür. Yaşlanma anoreksinin oluşum mekanizmaları arasında, tat ve koku değişiklikleri, hormonlar, gastrointestinal fonksiyon ve inflamasyon yer almaktadır. Günlük temel aktivitelerindeki işlevsel bozukluklar, çiğneme ve ağız-diş sağlığının bozulması, hastalık-ilaç durumu, sosyal izolasyon, yemek pişirme becerisinin eksikliği, depresyon ve ekonomik sorunlar anoreksi gelişiminde önemli risk faktörü olarak rol oynamaktadır. Besin öğesinden zenginleştirilmiş diyetler veya oral beslenme takviyeleri gibi beslenme müdahaleleri yaşlıların iştah durumunu ve yaşam kalitesini anlamlı şekilde iyileştirebilir. Bu çalışmanın amacı; yaşlılarda yaşlanma anoreksisi ve ilişkili faktörlerini değerlendirmek ve etkin beslenme müdahalesinin belirlenmesine katkı sağlamaktır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte planlanan bu çalışma 15.12.2019-01.08.2020 tarihleri arasında yapılması planlanmaktadır. Çalışmanın evrenini, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Geriatri Polikliniği’ne başvuran, Standardize Mini Mental Test (SMMT) skoru 24 puandan yüksek ve 65 yaş üstü gönüllü hastalar oluşturacaktır. Örneklem büyüklüğü, yaşlılarda anoreksinin %20 (literatür bilgisine göre) olduğu varsayılarak, %95 güven aralığı ve % 5 hata payı ile en az 246 kişiye ulaşılması hedeflenmiştir. Çalışmaya katılan bireylere demografik bilgileri, tıbbi öyküsü ve beslenme alışkanlıklarını içeren anket uygulanacaktır. Antropometrik ölçümleri yapılacaktır. İştah durumunu değerlendirmek için Basitleştirilmiş Beslenme İştah Anketi (SNAQ), depresyonu değerlendirme de Geriatrik Depresyon Ölçeği (GDS), fiziksel aktiviteyi değerlendirme de Günlük Yaşam Aktivite Ölçeği (GYA) ve beslenme durumunun değerlendirilmesinde Mini Nutrisyonel Değerlendirme (MNA) kullanılacaktır. Katılımcıların günlük besin öğesi alımı 24 saatlik geriye dönük hatırlama yöntemi ile kaydedilecektir. Bulgular: Bağımlı değişkenler iştah durumunun ve anoreksinin değerlendirmesi, bağımsız değişkenler ise; demografik bilgiler, tıbbi öyküsü, depresyon skalası, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite değerlendirmesi, antropometrik ölçümler, beslenme durumu ve besin tüketim kaydı değerlendirmesidir. Sonuç: Araştırma tasarım ve etik kurul hazırlama aşamasındadır. Tartışma sorulan: Çalışmamızda kullanılması planlanan mevcut ölçeklere ek ölçek önerisi olabilir mi ?Publication Metadata only İstanbul İlinde Açıkta Satılan Kırmızı Pul Biber Örneklerinde Fflatoksin Seviyelerinin ve Mikrofungus Florasının Belirlenmesi(2019-09) Günalan, Elif; Karatlı, İskender; EKİCİ, GÖZDE; 264859Publication Metadata only Kalsiyum Mineralinin Obezite Üzerine Etkisi(2019-10) BATAR, NAZLI; 256218Amaç: Bu çalışma, yarım yağlı ve tam yağlı süt ürünleri ile zenginleştirilmiş zayıflama diyetlerinin, obez bireylerde ağırlık kaybı, bel-kalça çevresi, vücut yağı oranı ve yağsız vücut kitlesindeki değişiklikleri saptamak amacıyla yapılmıştır. M etod: Bu araştırma Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Polikliniğine zayıflama amacıyla başvuran 45 kadın üzerinde yürütülmüştür. Çalışmaya herhangi bir sağlık problemi olmayan ve beden kütle indeksi (BKÎ) >25 kg/m2 olan kişiler dahil edilmiştir. Gebe, emzikli bayanlar, Tip 1 veya tip 2 DM tanısını almış olanlar, zayıflamaya yönelik ilaç kullananlar, endokrin, hepatik, renal bir hastalığı olanlar çalışma grubuna alınmamıştır. Bu araştırmada, kadınlar 15’erli üç gruba ayrılmış ve üç ayrı diyet uygulamışlardır, l.grup: 1600 kkal 500 mg kalsiyum minerali içeren zayıflama diyeti (%55 karbonhidrat, %15 protein, %30 yağ ), 2.grup: 1600 kkal 1000 mg kalsiyumlu (%52 karbonhidrat, %19 protein, %29 yağ) yarım yağlı süt ürünleri içeren zayıflama diyeti 3.grup: 1600 kkal 1000 mg kalsiyumlu (%46 karbonhidrat %17 protein, %37 yağ) tam yağlı süt ürünleri içeren zayıflama diyeti uygulanmıştır. Çalışmaya katılan kişilerin genel özelliklerini, beslenme alışkanlıklarını, aktivite durumlarını belirlemek amacıyla oluşturulan anket formu diyetisyen eşliğinde doldurulmuştur. Kişilerin günlük kalsiyum tüketimi, 3 günlük besin tüketim kaydı ( 2 hafta içi, 1 hafta sonu) alınarak belirlenmiştir. Bulgurlar: Kalsiyum ile zenginleştirilmiş zayıflama diyetleri uygulayanların BKÎ, bel-kalça çevrelerindeki azalmada istatistiksel olarak anlamlılık elde edilmiştir. Tam yağlı süt ürünleri ile kalsiyumdan zenginleştirilmiş zayıflama diyeti uygulayanlarda (3.grup) yağsız vücut kütlesindeki artış ve vücut yağı yüzdesindeki düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Zayıflama diyetlerinin kalsiyum ile zenginleştirilmesinin ağırlık kontrolüne yardımcı olabileceği düşünülerek böyle bir çalışma planlanmış ve çalışma sonucunda tam yağlı süt ürünlerinin ağırlık kontrolünde daha etkin olduğu sonucuna varılmıştır. Bu durum da Whey proteini ile ACE’nin baskılanması sonucu antiobezite etkisini ile açıklanabilir.Publication Metadata only Nörotropik B vitaminleri ve merkezi sinir sistemine etkileri(2019-12-27) Cin, Pelin; 264857B kompleks vitaminleri, nörotransmitter üretimindeki rolleri göz önüne alındığında enerji, beyin fonksiyonu ve ruh modülasyonunu etkilemede güçlü biyolojik etkilere sahiptir. Nörotropik B vitaminleri olarak adlandırılan B1, B6 ve B12 vitaminlerinin ise, nöronların ve glia hücrelerinin enerji metabolizması, DNA ve RNA sentezi/onarımı, genomik ve genomik olmayan metilasyon, nörokimyasal ve dopaminerjik ve serotonerjik nörotransmitterlerin sentezine katılarak bilişsel işlev üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, hem merkezi sinir sisteminin hem de periferik sinir sisteminin sağlığı açısından nörotropik B vitaminleri önemli rol oynar. Bu derlemede, güncel bilgileri dikkate alarak nörotropik B vitaminlerinin nörolojik süreçleri modüle edebileceği biyokimyasal yolakları açıklamak ve yapılan araştırma sonuçlarını sunmak amaçlanmıştır. Literatüre göre; B1 vitamini, glikoz metabolizmasında, nöronların membran fonksiyonunun sürdürülmesinde ve miyelin ve çeşitli nörotransmitterlerin (özellikle asetilkolin ve serotonin) sentezinde rol oynayarak beyin fonksiyonuna etki eder. B6 vitamini, özellikle L- DOPA’dan dopamin, 5-Hidroksitriptofandan serotonin ve glutamattan gama aminobutirik asit (GABA) gibi nörotransmiterlerin sentezindeki önemli işlevi ile bilinmektedir. B12 vitamini ise özellikle miyelinin sentezinde ve B6 vitamini ile birlikte metionin döngüsünde önemli işleve sahiptir. Homosisteinin yüksek düzeylerinin beyin fonksiyonu üzerindeki zararlı etkilere sahip olduğu düşünülen mekanizmalar arasında oksidatif stresin artması, metilasyon reaksiyonlarının inhibisyonu, DNA'da hasarın artması ve onarımınm düzensizliği ve hücre ölümüne yol açan nörotoksisite bulunmaktadır. Nörotropik B vitaminleri hakkındaki güncel bilgileri göz önüne alarak, sinir sisteminin birçok farklı yolunda, özellikle periferal nöropati tedavisindeki kombine kullanımlarında biyokimyasal bir sinerji oluşturdukları sonucuna varılmıştır. Gelecekteki klinik çalışmalarda B vitaminlerini hem periferik nöropatiler hem de birçok nörolojik bozukluk için terapötik ve nöroprotektif bir yaklaşım olarak düşünmeye başlamak önemlidir.Publication Metadata only Nutritional Long-Term Complications After MBS and Solutions(2019-10) BATAR, NAZLI; 256218Although bariatric surgery positively affects the general health status of the obese individual, it may make the individual susceptible to serious nutritional deficiencies. Inadequate energy intake after surgery, rapid weight loss, food intolerance, lack of nutritional support or prolonged vomiting, etc. nutritional deficiencies may develop. The pathophysiology of nutritional deficiencies resulting from bariatric surgery is multifactorial. The severity o f these deficiencies depends on the preferred surgical technique. Postoperative protein, minerals, especially iron and calcium and some vitamins (vitamin B l2, vitamin D, folic acid and vitamin B l) are inadequate. In the postoperative period, protein consumption of the patients may be insufficient. Intolerance to protein foods may be encountered. Protein malnutrition is the most serious macronutrient complication after bariatric surgery; regular protein intake and monitoring and evaluation of the patient's nutritional status is very important. Dietitians should use all evaluation criteria (biochemical tests, anthropometric measurements, functional capacity, etc.) to identify, monitor and treat protein malnutrition. Fast and excessive nutrition may cause edema, hypokalemia, hypophosphatemia and hypomagnesemia with refeeding syndrome. In general, protein intake in patients after bariatric surgery is recommended as 60-120 g per day. According to ASMBS principles, 60-90 g protein is recommended for patients after RYGB, and 90-120 g protein for BPD or BPD / DS patient. Patients may have difficulty in reaching postoperative protein intake targets early in the postoperative period due to gastric volume, or they may have intolerance to protein foods in the early period, but patients should be encouraged by their dieticians for protein intake targets.Publication Open Access Prevalence and PCR Sensitivity Comparison of Toxoplasma gondii, Listeria monocytogenes and Staphylococcus aureus in Salads and Appetizers Consumed in Istanbul(Turkish Journal of Agriculture - Food Science and Technology, 2019-02-19) Bayrakal, Gülay Merve; Dümen, Emek; Bilgin, Zahide; EKİCİ, GÖZDEThis study was conducted to investigate incidence of Toxoplasma gondii, Listeria monocytogenes and Staphylococcus aureus in 100 samples of salad and appetizers (50 salad and 50 appetizer samples) collected from retailers located various districts of Istanbul. While only PCR procedures were used for the analysis of Toxoplasma gondii, conventional microbiological methods and PCR procedures were used for analysis of Listeria monocytogenes and Staphylococcus aureus. Also PCR specify and sensitivity for all the positive samples were calculated. According to the results, 9 (9%) samples had Listeria monocytogenes, 36 (36%) samples had Staphylococcus aureus, all the samples were negative for Toxoplasma gondii. It was noted that PCR sensitivity results were quite specific and accurate for both Listeria monocytogenes and Staphylococcus aureus. It was concluded that salad and appetizers may seriously threat consumers’ health microbiologically if they are processed under poor hygienic conditions.Publication Metadata only Protein: Whey Protein(2019-10) BATAR, NAZLIPostoperatif dönemde hastalar protein eksikliği ve yağsız vücut kütlesi kaybı riski ile karşı karşıyadır. Bariatrik cerrahiyi daha güvenli bir prosedür haline getirmek için, beslenme yetersizliği riskinin azaltılması gerekmektedir. Erken dönem protein desteğinin bariatrik cerrahi hasta grubunda postoperatif dönemde vücut kompozisyonunu olumlu yönde etkilediği, böbrek fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilemediğini belirten çalışmalar mevcuttur. Ameliyat sonrası ilk aylarda hedeflenen protein miktarına gastik hacim nedeniyle ulaşılamadığı, hedeflenen proteinin ancak 2/3’ünü tolere edebildiği göz önüne alınarak 15-35 gr protein/gün desteğinin gerekli olduğunu vurgulanmaktadır. Amerikan Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Derneği (ASMBS) rehberinde, ameliyat sonrasında önerilen protein miktarı günlük en az 60 g ile 1,5 g/kg ideal vücut ağırlığı olacak şekilde hesaplanmalı, kişinin günlük besin tüketimi ve aktivite düzeyine göz önünde bulundurularak beslenme programına dahil edilmelidir. En fazla protein miktarı 2.1 g/kg ideal vücut ağırlığı olmalıdır. Tercih edilen protein desteği 14-25g protein içermeli, enerjisi 150-250 kkal yi aşmamak, 5 gramdan az şeker, 5 gramdan az yağ, mümkün oldukça az katkı maddesi içermelidir. Protein kaynağı olarak whey, soya ve yumurta proteini tercih edilmiş olmalıdır.Publication Metadata only Toplum sağlığında gıda işletmelerindeki hijyenik tasarımın yeri(2019-12-27) AKKAYA, Esra; Bingöl, Enver Barış; EKİCİ, GÖZDE; 264859Gıda işletmelerinde tüm süreçlerin kusursuz şekilde ilerlemesi için bir takım iş değerlendirmeleri ve tasarım esaslarına gereksinim vardır. Ekipman, proses ihtiyaçlarının belirlenmesi ve bu parametrelerin gıdaları nasıl etkilediği hijyenik tasarımla ilişkilidir. Hijyenik tasarım; gıdalarla olabilecek kontaminasyonu önleyen, elde edilen ürünlerin, atıkların, ambalajların, üretim proseslerinin optimal akışını sağlayan ve personelle ilgili tüm durumlar için belirlenmiş standartlar ve kurallar bütünüdür. Halk sağlığı açısından gıda ile ilişkili ortaya çıkabilecek tüm istenmeyen potansiyel problemleri en aza indirmek, Tehlike Analizi Kritik Kontrol Noktaları (HACCP) sisteminin etkin olarak uygulanması ve bu standartlar ve kurallar bütünüyle mümkün olabilmektedir. Gıda işletmeleri, tesis tasarımında diyetisyenlerin de yer aldığı multisidipliner bir tutum içerisinde olmalıdır. Ekipmanlar için makine mühendisliğine, uçtan uca hijyenik alt yapı için hijyen uzmanlarına, üretim sorumlularına, ısıtma/soğutma ve havalandırma konusunda uzmanlara, tesisin fiziki koşulları ve malzeme-materyal seçiminde uzman kişilere ihtiyaç olduğu bilinmektedir ve diğer teknik alanlarda ilgili uzmanlarla iş birliği yapmak gerekmektedir. Sağlıklı gıda üretimi ve işletmenin sürdürülebilirliği için bu iş birlikleri büyük önem taşımaktadır. Tasarımı uygun yapılmamış olan bir gıda işletmesinde müşteri/tüketici memnuniyeti mümkün olamayacağı gibi, uzun vadede tesisin maliyetlerinin artacağı ve işletmenin saygınlığının azalacağı da bir gerçektir. Bununla birlikte gıda işletmeleri özellikle, ciddi tehlike potansiyeli olan endüstriyel faaliyetlerin yapıldığı ve çevre kirliliğinin olduğu, su taşkınlarına ve zararlıların yayılmasına açık, atıkların etkili biçimde ortamdan uzaklaştırılamadığı alanlara kurulmamalıdır. Toplum sağlığına yönelik gıda ile ilişkili hastalık risklerini azaltmada primer basamak olan gıda üretiminin hijyeni için uygun şartların sağlanması kaçınılmaz olmakla birlikte çok faktörlü bir yaklaşım gerektirir.Publication Metadata only Üniversitesi öğrencilerinin kafein tüketiminin değerlendirilmesi(2019-10-10) Cin, Pelin; Güçlü, Duygu; BATAR, NAZLI; 264857; 256218Amaç: Bu çalışma üniversite öğrencilerinin beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri ve günlük ortalama kafein alimim değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışma İstanbul Kültür Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde okuyan, çalışmaya katılmayı kabul eden 42 kadın öğrenci ile yürütüldü. Öğrencilerin demografik bilgileri, beslenme alışkanlıkları ve kafein içeren besin tüketimi sıklığını değerlendiren bir sorgulama anketi kullanıldı. Antropometrik ölçümleri (BKİ) yapıldı. Bulgular: Bu çalışmaya gönüllü olarak katılan kadın öğrencilerin yaş ortalaması 19,9±0,8 yıl, BKİ ortalaması 21,2 ± 3,0 kg/m2’dir. Öğrencilerin %50’si 3 ana öğün, %45,2’si 2 ana öğün yapmaktadır. Öğrencilerin günlük kafein tüketim miktarı 232,1±196,6 mg’dır. Öğrencilerin %61,2’si öğle öğününde kafeinli içecekleri tercih etmektedir. Öğrenciler BKİ’ye göre zayıf olan öğrencilerin %25’i <250mg, %87,5’i 251-500mg, obez olanların %12,5’i 251-500 mg kafein tüketmektedirler. Öğrencilerin BKİ sınıflamasına göre kafein tüketimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre üniversiteye giriş sınavı sonrası, üniversitede eğitim öğretim gören ve sınav stresi devam eden öğrencilerin sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması akademik başarıları için önemlidir. Fazla kafein tüketiminin, uykusuzluğa, baş ağrısına, konsantrasyon bozukluğuna, kalp atımı ve kan basıncında artışa, mide sorunlarına ve menopoz riskinde artışa sebep olabilmesi nedeni ile üniversite öğrencilerinde de tüketim miktarına dikkat edilmelidir.