Özel Hukuk Doktora Programı / Private Law PhD Program
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11413/88
Browse
Browsing Özel Hukuk Doktora Programı / Private Law PhD Program by Publisher "İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Open Access Arabuluculukta gizliliğin korunması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2011) Yazıcı Tıktık, Çiğdem; Pekcanıtez, HakanTarafların kendi menfaatlerini azami ölçüde karşılayan çözüme ulaşmalarını sağlamak amacıyla, karar verme yetkisini haiz olmayan, tarafsız bir üçüncü kişi olan ve uzmanlık eğitimi almış arabulucunun katılımı ile yürütülen arabuluculuk yöntemi sayesinde uyuşmazlığın herhangi bir dayatma olmaksızın anlaşma ile sonuçlandırması ile daha ucuz ve daha hızlı bir şekilde adalete ulaşılacak, uyuşmazlık da etkin ve kalıcı bir şekilde çözümlenecektir. Arabuluculuk yönteminin bu işlevi dolayısıyla Türk hukuk sisteminin de dahil olduğu Kıta Avrupası hukuk sisteminde arabuluculuk yöntemi teşvik edilerek bu yönde pozitif düzenlemeler yapılmaktadır. Arabuluculuk yönteminin bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak benimsenmesi tarafların bu yönteme ve arabulucuya güven duyması ile mümkün olacaktır. Tarafların arabuluculuya ve arabuluculuk yöntemine güven duyması ise arabuluculukta gizliliğin korunması ile doğrudan ilgilidir.Arabuluculukta gizlilik, arabuluculuk sürecinin aleni olmamasını ve arabuluculuk sürecinde taraflarca ortaya konan bilgilerin sonradan kendileri aleyhine sonuç doğurmamasını ifade eder. Arabuluculuk yöntemi, sürecin aleni olmaması dolayısıyla uyuşmazlığa düşen tarafların, özellikle aleni yapılan duruşmalar esnasında yargılamanın taraflarına ilişkin sırların herkesçe öğrenilmesi ihtimalinin yarattığı sorunlar karşısında önemli bir tercih sebebidir. Ancak sürecin aleni olmaması tarafların arabuluculuk sürecine ve arabulucuya güven duymasını sağlamak bakımından yeterli değildir. Tarafların arabuluculukta gizlilikten beklentileri arabuluculuk sürecinde ortaya konulan ve başka şekilde ulaşılması mümkün olmayan bilgilerin ileride kendisi aleyhine sonuçlar doğurmamasıdır. Tarafların bu kaygılarının bertaraf edilmesi halinde ancak arabuluculuk sürecine ve arabulucuya güven tesis edilebilecektir. Bu bağlamda arabuluculuk sürecine katılan herkesin sır saklama yükümlülüğü olduğu kabul edilmelidir. Arabulucu, taraflar ve yönteme katılan üçüncü kişiler bakımından sır saklama yükümlülüğü arabulucu ve arabuluculuk sözleşmeleri ile sağlanabileceği gibi kanuni düzenlemelerle de hüküm altına alınabilir. Arabulucunun sır saklama yükümlülüğünün arabulucu sözleşmesinden kaynaklanması halinde uyuşmazlığın tarafları bakımından gizlilik güvence altına alınmış olacaklarıdır. Ancak sır sahibi üçüncü kişiler bakımından arabulucu ile sır sahibi üçüncü kişi arasında sözleşmesel bir ilişki olmadığından sözleşmeye aykırılığa ilişkin yaptırımlar uygulanamayacaktır.Uyuşmazlığın taraflarının birbilerine karşı olan sır saklama yükümlülüğü ise arabuluculuk sözleşmesinde kararlaştırılabilecektir. Tarafların arabuluculuk sürecinde öğrendikleri ve başka şekilde ulaşılması mümkün olmayan hususlarda sır saklama yükümlülüğü arabuluculuk sözleşmesinin konusu olabileceği gibi, arabulucunun sır saklama yükümlülüğüne ilişkin hüküm içeren yasal düzenlemelerden bazılarında uyuşmazlığın tarafları bakımından da sır saklama yükümlülüğü getirilmiştir. Arabulucu, uyuşmazlığın tarafları ve üçüncü kişiler için arabuluculuk sürecinde edinilen bilgiler bakımından sır saklama yükümlülüğünün kabulü uyuşmazlığa düşen tarafların arabuluculuk sürecinde ortaya koydukları bilgilerin kendileri aleyhine sonuç doğurmamasını güvence almakla birlikte yeterli değildir. Taraflar, arabuluculuk süreci sona erdikten sonra açılabilecek davalarda yargılama sürecinde arabuluculuk yönteminde ortaya konulan bilgilerin kendisi aleyhine kullanılmayacağının da güvence altına alındığından emin olmak isterler. Bu beklenti medenî usûl hukukuna ilişkin hüküm ve sözleşmelerin konusunu oluşturur. Tarafların bu konudaki en temel endişesi arabulucunun tanık olarak dinlenmesidir. Ayrıca arabuluculuk yöntemi, tarafların arabulucuya güveni üzerine inşa edildiğinden, arabulucunun güvenilirliğinin teminat altına alınması hem tarafların hem de kurumun işleyişinin menfaati gereği arabulucunun tanık olarak dinlenilememesini gerektirir. Tanıklık kamusal bir yükümlülük olduğundan ve arabulucuya sözleşme ile tanıklıktan çekinme hakkı tanınamayacağından arabulucuya tanık olarak başvurulamayacağına ilişkin delil yasakları getiren yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Her ne kadar arabulucuya sözleşme ile tanıklıktan çekinme hakkı tanınması mümkün değilse de kanaatimizce uyuşmazlığın taraflarınca arabulucunun ya da müzakerelere katılan üçüncü kişilerin mevcut veya müstakbel dava tanık olarak gösterilmeyeceğine ilişkin karşılıklı irade beyanlarını içeren usuli bir sözleşme yapmaları mümkündür. Bu sözleşme ise bir delil sözleşmesidir.Arabulucunun arabuluculuk süreci sonrasında açıklabilecek davalarda tanık olarak gösterilmemesinin yanı sıra taraflar, arabuluculuk sürecine ilişkin hazırlanan belgeler ile arabuluculuk sürecindeki ikrarların, çözüm önerilerine ilişkin görüş ve tekliflerinin de mahkemede kullanılmaması beklentisi içerisindedirler. Taraflar bu yönde ikrar sözleşmesi veya delil sözleşmesi gibi usuli sözleşmeler akdedebilirler. Ancak bu sözleşmelerin yargılama sürecindeki etkisi ve yalnızca sözleşmenin taraflarını bağlayıcı etkisi olması dolayısıyla yasal bir düzenlemeye kavuşturulması yerinde olacaktır.Publication Open Access Borca aykırlık hallerinden kusurlu ifa imkansızlığı ve hukuki sonuçları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2011) Gündoğdu, Fatih; Prof. Dr. M. İlhan UlusanSözleşmenin kurulması anında mevcut olan edimin ifa zamanında borçludan kaynaklanan bir sebeple ifa edilmesinin mümkün olmaması şeklinde tanımlanabilecek olan ifa imkansızlığı, Borçlar Kanunumuzda özel olarak düzenlenmiş olmaması sebebiyle hiç veya gereği gibi ifa etmeme hallerini düzenleyen BK m.96 kapsamında ele alınmaktadır. Doktrinde birçok türü geliştirilen imkansızlık, meydana geldiği ana göre baştaki-sonraki imkansızlık; etkilenen çevreye göre objektif-sübjektif imkansızlık; sorumluluğa göre kusurlu-kusursuz imkansızlık; edimin etkilenme oranına göre kısmi-tam imkansızlık; süresine göre ise sürekli-geçici imkansızlık ayrımlarına tabi tutulmuş ve bu imkansızlık türlerine farklı hukuki sonuçlar bağlanmıştır. Bunun dışında imkansızlığa hangi sonucun bağlanması gerektiği meselesinde, çeşit ve sınırlı çeşit borçları, seçimlik borçlar, para borçları, sürekli borç ilişkileri ve mutlak kesin vadeli işlemler gibi durumlar özel bir anlam ifade etmektedir. Borçlunun ediminin ifasının, kendi sorumluluk alanından kaynaklanan bir sebeple imkansız hale gelmesi halinde, ifa etmeme sebebiyle zarar gören alacaklı borçludan olumlu zararının tazmin edilmesini isteyebileceği gibi, şartların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat, kaim değer ve sözleşmeden kararlaştırılan cezai şartı da talep edebilecek, bunların yanı sıra yapma borçlarında alacaklı bazı hallerde borcu kendisi ifa etmek için hakimden kendisine izin verilmesini talep edebilecektir.Publication Open Access Çalışma Sürelerinde Esneklik(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2018) Demirezen, Esra Ceren; Esener, Hüseyin Hayri Turhan; 113717Küreselleşme, teknolojik gelişmeler ve ekonomik krizler, çalışma hayatına esnek üretim, esnek teknoloji ve esnek yönetim kavramlarının dahil olmasını sağlamıştır. Uluslararası piyasada rekabet etmek isteyen işveren 7/24 işletmesini çalıştırmak isterken, işçi de sosyal yaşantısına zamana ayırmak arzusu içindedir. 1980' ler sonrası Avrupa ülkelerinde doğan ve sonrasında tüm dünyaya hızla yayılan esnekleşme prensibi Türk İş Hukukuna 4857 sayılı kanun ile girmiştir. 4857 sayılı kanun ile, 1475 sayılı Kanunun katı rejiminden sıyrılarak hem işçinin hem de işverenin çalışma süresi bakımından iş sözleşmesinden beklentilerine yönelik hükümlere kanunda yer verilmiştir. Avrupa birliği yönergeleri ile uyumlu hale getirilmeye çalışan mevzuat bugün neredeyse paralel düzenlemeler içermektedir. Çalışmamızda işçinin işverenin emrine girdiği andan çıktığı ana kadar geçen dönemde yani çalışma süresinde esneklik prensibi anlatılmaya çalışılmıştır. Birinci bölümde çalışma süresi kavramı tüm yönleriyle ele alınmış, ikinci bölümde esneklik prensibinin çalışma yaşamında doğuşu ve gelişimi izah edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise gerek 4857 sayılı Kanunda gerekse Avrupa birliği yönergelerinde yer alan esneklik düzenlemelerine yer verilmiştir.Publication Open Access Fikri hukukta manevi haklar ve manevi hakların korunması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2008-06) Bellican, CüneytSöz’den sese, yazıdan görüntüye doğru ilerleyen düşünen insanın düşünce ürünlerinin pozitif hukuk kuralları tarafından korunması gerekliliği, Fikri Hukuk adı altında bağımsız bir hukuk dalının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fikri Hukuk kavramı, çatısı dar tutulabildiği kadar geniş bir çerçeveye de kavuşturulabilir. Dar anlamda Fikri Hukuk-geniş anlamda Fikri Hukuk ayrımı Fikri Hukuk korumasından yararlanacak olan kişilerden çok Fikri Hukuk kurallarını yorumlayacak olanlar tarafından dikkate alınan teorik ve didaktik bir ayrımdır. Dar anlamda Fikri Hukuk, eser sahibini merkeze alan Fikir ve Sanat Eserleri Kanununu kapsarken, geniş anlamda Fikri Hukuk bu Kanunun yanına Marka, Endüstriyel Tasarım, Patent gibi sınai alanları, hakları da koyar. Çalışmamızda Fikri Hukuk kavramına daha çok FSEK’i kapsayacak şeklinde bir anlam yüklemiş olup, bu doğrultuda Fikri Hukukta manevi hakları mercek altına alırken FSEK odaklı değerlendirmelerde bulunacağımızı belirtmek isteriz. Manevi hakların, sınai haklar bakımından bir anlam ifade edip etmediği noktasında da, yeri geldiğinde, sınai haklara ilişkin düzenlemeler eşliğinde karşılaştırmalı değerlendirmeler yapılacaktır. Fikri Hukuk’un varlığına ilişkin renkli tartışmalar, Fikri Hukukun ruhunu da; manevi hakları da konu ve hedef alır. Fikri Hukuk, günümüzde artık, “naif eser sahibinin nadide eserini” koruyan romantik eğilimli bir düzenlemeler demeti olmaktansa, makineler arasında veya önünde üretim yapan, teknoloji ve tüketim tandanslı toplumun bir üyesini, üyelerini koruma altına alan düzenlemeler sepeti haline gelmiştir şeklinde karamsar bir yorum yapılabilir. Bu yoruma bir an olsun ve/veya kısmen olsun katılmak ya da katılmayı düşünmek, ister istemez şu cümleleri davet eder: “Kim” korunmalı yerine “ne” korunmalı 2 anlayışı kökleşmeye başlamıştır sanki. “Kim”den çok “ne”ye yönelim kuşkusuz zamanın ruhunu taşıyan bir anlayıştır. Akla gelen bu ifadeleri ve iddiaları çürütmek ve/veya eser sahibinin manevi haklarına vurgu yapmak bakımından şu değerlendirme yapılabilir: Zamanında kişilik haklarından bağımsızlaşan manevi haklar, zaman içinde ve günümüzde kültür endüstrisinin içinde tamamiyle malvarlığı değeri olarak görülmek istenmektedir. Bu noktada, manevi hakların kişilik haklarından bağımsız bir kurum olmasının ifade ettiği anlam iyi kavranmalıdır. Kişilik haklarıyla manevi haklar arasındaki karşılaştırma, benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyacak; manevi hakların kişilikten tamamen bağımsız bir değer olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Kimi zaman mali hakların kıskacında, kimi zaman kişilik haklarının gölgesinde kalan manevi haklar, hiç kuşkusuz, pozitif hukuk bağlamında FSEK çerçevesinde bağımsız bir kurum olmuştur. Manevi hakların bağımsızlığı, manevi hakların özellikle kişilik hakları ve mali hakların bitişiğinde konumlanmış bir yapı olduğu gerçeğini de sarsmaz. Başka bir deyişle, manevi hakları anlayabilmek için çevresinde bulunan kişilik hakları ve mali hakları da anlamak ve birlikte değerlendirme yapmak yararlı olur. Bu durumda, manevi hakları korumak bakımından onu mali haklara yaklaştırıp, bir malvarlığı değeri olmasına yol açmaktansa, kişilik haklarına yaklaştırmak daha doğru bir yol tarifi olabilir. Teknoloji, bir taraftan sunduğu imkanlarla kimi eserlerin meydana getirilmesini kolaylaştırırken ve teşvik ederken, diğer taraftan eser sahibinin haklarının daha kolay ve daha hızlı ihlal edilebileceği bir alan oluşturmaktadır. Manevi haklar da bu ihlallerden payına düşeni almaktadır. Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, manevi hak kavramının eser sahibinin haklarına ilişkin teorilerdeki yeri başta olmak üzere, dar anlamda manevi hak-geniş anlamda manevi hak ayırımı üzerinde durulacak, her bir manevi hak ayrı ayrı incelenirken bu hakların sözleşmeler hukukundaki yerine dikkat çekmek amacıyla gölge yazarlık kurumu tanıtılacak ve değerlendirilecektir. Tüm bu 3 değerlendirmeler yapılırken, manevi haklar ile kişilik hakları arasındaki ilişki, benzerlikler ve farklılıklar temelinde ayrıntılı olarak sunulmaya çalışılacaktır. Bölüm, manevi hak kavramının sınai haklar bakımından ifade ettiği anlam üzerine yapılacak değerlendirmeyle son bulacaktır. İkinci bölüm, manevi hakların özelliklerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesine yönelik bir çabadır. Bu çaba, başlıca şu soruların yanıtlanması için harcanmıştır: Manevi haklar sınırlı sayı ilkesine tabi midir? Manevi haklar, süre sınırlamasına tabi midir? Manevi hakların mirasa konu olmasından söz edilebilir mi? Manevi haklar devredilemez ve vazgeçilemez haklardan mıdır? Mali haklara ilişkin hukuki işlemler bakımından FSEK’te birçok hükme yer verilirken, manevi haklara ilişkin hukuki işlemler bakımından aynı durum sözkonusu değildir. Bu bağlamda manevi haklara ilişkin hukuki işlemler, tabi olduğu sınırlamalarla birlikte ele alınacaktır. Son bölümde ise, manevi hak ihlallerinin sonuçları ele alınacaktır. Manevi hak ihlalinden sözedebilmenin ön şartlarından eser kavramı da özellikle multimedya eser kavramı ön planda tutularak değerlendirilecektir.Publication Open Access Fikri mülkiyet hukukunda dijital veri tabanlarının korunması(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2013) Şener, Yavuz Selim; Öztürk Akkartal, HanifeGünümüzde her çeşit veri ve bilginin kullanım hizmetine sunulmasında yararlanılan teknolojilere, bilgi iletişim teknolojileri adı verilmektedir. Dijital veri tabanları, bilgisayar ve internet teknolojisindeki gelişmelerle birlikte, bilginin işlenmesi, depolanması ve iletiminde temel bilgi iletişim teknolojisi ürünü olma özelliğini kazanmıştır. Bu tür veri tabalarında, her türlü veri dijital (sayısal) formatta derlenerek kişiler tarafından kolaylıkla erişilebilir ve kullanılabilir hale dönüştürülmektedir. Bunların oluşturulmasında, veri ve bilgilerin elde edilmesi, derlenmesi ve hizmet sektöründe kullanılabilir hale getirilmesi işlemleri, önemli ölçüde fikri çalışma, teknolojik donanım ve para yatırımı gerektirmektedir. Meydana getirilmelerindeki fikri emeğe ve parasal masrafa rağmen dijital veri tabanları, kolaylıkla kopyalanıp çoğaltılma ve taklit edilme özelliğine sahiptir. Veri tabanlarının taklit edilmesi ve rakip ortamlarda yetkisiz iletimi ilk yatırımcılılar, rakipler ve kullanıcılar arasındaki uyuşmazlıkların artmasına yol açmıştır. Tez çalışmamız, Milletlerarası alanda ve Türk Hukukunda giderek önem kazanan veri tabanlarının korunması hakkındadır. Çalışmada birinci bölümde veri tabanı kavramı ve türleri teknik ve hukuki yönden incelenecektir. İkinci bölümde, veri tabanlarının korunmasına yönelik karşılaştırmalı hukukta ve FSEK.?te öngörülen düzenlemeler ele alınacaktır. Son bölümde, dijital veri tabanları üzerinde sahip olunan hakların ihlalinden doğan hukuki ve cezai sorumluluk halleri incelenecektir.Publication Open Access Klasik Dönem Roma Hukukunda ölüme bağlı bağışlama (donatio mortis causa) ve Türk Hukukundaki görünümü(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2013) Mındız, Emine; Bülent Tahiroğluonatio mortis causa muamelesinde bağışlayan, gerçekleşmesi muhtemel veya muhakkak olan bir korkudan dolayı ölümünü göz önünde bulundurarak, başka bir deyişle somut ve yakın bir ölüm tehlikesi içerisinde bulunduğu için veya böyle bir tehlike söz konusu olmaksızın, sadece günün birinde her insanın öleceği düşüncesiyle bağışlamada bulunmaktadır. Donatio mortis causa, bozucu şarta bağlı olarak bağışlayan henüz hayattayken ifa edilebileceği gibi; bağışlananın, bağışlayanın ölümünde sağ bulunması geciktirici şartına da bağlanabilirdi.Publication Open Access Markanın hükümsüzlüğü ve hukuki sonuçları(İstanbul Kültür Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Özel Hukuk Anabilim Dalı, 2013) Sekmen, Orhan; Öz, TurgutBu çalışma, markanın hükümsüzlüğü ve hükümsüzlüğün hukuki sonuçlarını mukayeseli hukukla karşılaştırmak suretiyle incelemeyi amaçlar. İnceleme 3 bölüm-den oluşmaktadır. ?Marka kavramı ve benzer kavramlarla karşılaştırılması? başlıklı birinci bölümde: Markanın tarihçesi ve marka hakkındaki hukuki gelişmeler, teori-ler, markanın iktisabına ilişkin sistemler, markanın tanımı, türler, işlevi ve sınıfları ile markanın benzer kavramlarla karşılaştırılması konuları; ?markanın Hükümsüz-lük Halleri? başlıklı ikinci bölümde: Hükümsüzlük ve iptal kavramları, mutlak ret nedenleri, nispi ret nedenleri ve markanın tescil edilmesinden sonra ortaya çıkan di-ğer hükümsüzlük nedenleri ile KHK da öngörülmemesine rağmen, Tasarıda düzen-lenen ve bizce de hükümsüzlük nedeni olarak kabul edilmesi gereken bazı haller; Hükümsüzlük davası ve hükümsüzlüğün hukuki sonuçları? başlıklı üçüncü bölümde ise: hükümsüzlük davasının niteliği ve özellikleri, tarafları, deliller ve değerlendiril-mesi ile resen araştırma sorunu ve hükümsüzlük kararının etkileri ayrıntılı olarak incelenmiş ve gerekli değerlendirmeler yapılmıştır.