■u OCAK / ŞUBAT / MART 1990 SAYI: 1.0 ' 3750 TL (KDV DAHİL) Yetişkin Eğı Gerekliliği *». 11W - «D " -4 Sürdürme Yollan : İr» ’ * ’ '■* ' ’ ■ Okulöncesi Eğitimi EĞİTİM HİZMETİNDE ÖZEL KÜLTÜR İLKOKULU YENİ LONDRA ASFALTI, HÜRRİYET CAD. NO: 1 ŞİRİNEVLER/ İSTANBUL TEL: 552 45 64-552 46 53 552 48 61 ÖZEL KÜLTÜR LİSESİ HAZIRLIK OKULU HAZNEDAR, ŞEVKET DAĞ SOK. NO: 16 BAHÇELİEVLER/ İST. TEL: 554 66 51-584 17 13 ÖZEL KÜLTÜR LİSESİ İNCİRLİ, YOLBAŞI SOK. BAKIRKÖY/İSTANBUL TEL: 583 97 36-583 86 19 583 64 17-561 26 63/64 1 Yapım - Yönetim YA/BA YAYINLARI Eski Londra Asfaltı , 19 Şlrlnevler - İSTANBUL Tel :5515203-5515204 Telex : KÜLT TR 22 667 Montaj Zafer UZUNTÜRK Abone Koşullan Yıllık (4 sayı) 15000 TL Abone ücretleri için: Yapı Kredi Bankası Bakırköy Şubesi H. No: 2888 Yaşadıkça Eğitim veya Posta Çeki H. No: 475 009 Baskı ve Cilt Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik AŞ. Halkalı/İSTANBUL Yayın Yönetmeni iihaml FINDIKÇI Yayın Yardımcısı Hamdi ERKUNT/Nur GÛNER Sahibi Kültür Hizmetleri Ltd. Şti. Adına Fahamettin AKINGÛÇ Genel Yayın Koordinatörü Ömür CANDAŞ Yazı İşleri Müdürü Bahar AKINGÜÇ Kamera Sunay KUŞAKÇIOĞLU Renk Ayrımı Eser Reprodüksiyon Kapak Fotoğrafı Ahmet YİRMİBEŞ Dizgi Önder KARÇIĞA Pikaj Şefika KARÇIĞA Teknik Yönetmen Kudret GÜVENÇ Redaksiyon ve Düzeltme Necla AKEL FEROĞLU MAYINCIDAN OKUR AI Okulda geçirilen yıllarla sınırlı kalmayan ve geniş kitleleri hedef alan bir eğitimin gerekliliği, artık kaçınılmaz bir gerçektir. “Yaygın eğitim”, “halk eğitimi”, “yaşam boyu eğitim” adlarıyla bilinen bu eğitim ile tüm. bireylerin, hemen her geçen gün giderek artan yeni bilgilerden, gereksinimleri ölçüsünde haberdar edilmeleri sağlanabilir. Böylece; bireylerin kendilerini geliştirmeleri, yeniliklere ayak uydurmaları çok daha kolay sağlanabilir. Ancak bu yaygın ve bilinçli bir çabayı gerektirmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı'nca, 15-19 Ocak 1990 tarihlerinde gerçekleştirilen 13. Milli Eğitim Şûrası'nın. sadece “yaygın eğitim” konusuna ayrılması, gerçekten umut verici çalışmaların hızlanmasını sağlamış; ayrıca yaygın eğitim seferberliği de başlatılmıştır. Ancak, özlenen düzeyde bir yaygın eğitimin gerçekleştirilebilmesi için herkese görev düşmektedir. Bireylerin kendilerini geliştirme konusunda çaba harcamaları, kurum ve kuruluşlarda yaygın eğitim ortamları hazırlamaları ve en önemlisi TRT ve basının konuya gereken önemi vermesiyle, yaygın eğilim konusunda özlenen noktalara çok daha rahat gelinebilir. Esasen biz de ilk sayımızdan beri anne-babalara ve öğretmenlere yönelik, eğitim ağırlıklı yayınımızla, yaygın eğitimin gerçekleştirilmesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Bu sayımızda, Milli Eğitim Bakanı Sayın Avni Akyol ile “yaygın eğitim” konusunda yaptığımız görüşmeyi sunuyoruz. Bu görüşmede Sayın Akyol’un, yaygın eğitime ayrılan 13. Milli Eğitim Şûrası ve sonuçları yanında, yaygın eğitim, özellikle ana-baba eğitimi konusunda Milli Eğitim Bakanlığının çalışmalarına ilişkin görüşlerini de bulabilirsiniz. Sayın Akyol’un, dergimizi çok yararlı bulduğunu ve beğendiğini belirtmesi, bizlere güç vermiştir. Bu nedenle kendisine, bir kez de bu sütundan teşekkür ediyoruz. Saygılarımızla. *♦ Sayın Yaşadıkça Eğitim Yetkilileri, Derginizi bir arkadaşımda gördüm ve beğendim. Anne-babalara yönelik derginize şimdiye kadar nasıl rastlayamadığıma da şaşırdım. Yazılarınız arasında yer vermenizi çok istediğim bir konu var: Kolejlere hazırlık konusu. Bu konu, birçok yerde konuşulmasına ve yazılmasına karşılık, bir veli olarak, çocuğumu koleje hazırlarken ortaya çıkan sorunları nasıl çözeceğime, hemen hiçbir yerde bir yanıt bulamadım. Durmadan ’Çocukları yarış atına çevirmeyin/ deniliyor; ama bu nasıl olacak. Çocuklarımızı bu okullara hazırlamayalım mı? Çocuk, nasıl İsterse öyle mİ yapsın? Bu konudaki bilimsel görüşler nelerdir? Beni (ve sanıyorum benzer durumda olan birçok veli vardır) aydınlatırsanız sevinirim. Çalışmalarınızda başarı dileklerimle. Lale Altın (İstanbul) ♦ Değerli Eğitimciler, Ben altı yıllık evli bir bayanım. Evliliğim süresince, eşimle hemen hiçbir konuda anlaşamadık diyebilirim. Ancak, her ne hikmetse bu birlikteliği yine de sürdürüyoruz. Derginizde anlaşamayan çiftlere ilişkin yazılara ise hiç rastlamadım.- Konularınız arasında, uyumsuz çiftlere yani kötü giden evliliklere ilişkin yazılar olmayacak mı? Böyle evliliklerin çocukları ne denli etkilediği düşünülecek olursa, konunun önemi sanırım ortaya çıkacaktır. Böyle konuları İçeren yazılara da yer vermeniz temennisiyle başarılar diliyorum. Filiz Akel (İstanbul) Sayın Yetkili, 15yıllık öğretmenim. Bu süre zarfında öğretmenlerle öğrenciler arasındaki iletişimin niteliği sürekli dikkatimi çekmiştir. İletişim gerçekten de önemli bir konu. Çünkü gözlemlerim sonunda, öğrencisiyle sağlıklı İletişimler kuran öğretmenlerin. konularında çok iyi olmasalar bile öğrencilerini kazandıklarını gördüm. Derginizde yetişkinlerle çocuklar arasındaki İletişim konularına daha çok yer verirseniz, sanıyorum oldukça yararlı olacaktır. Saygılarımı sunarım. Ziya Alaçam (İstanbul) Yaygın eğitime katkısı olan sayın yayıncılar. Derginizin değeri ve ulaştığı yerlerdeki etkinliği hiçbir şekilde. tartışılamaz sanıyorum. Ancak, İlk birkaç sayınızda rastlamakla birlikte, şimdi, güzel yazılarınız İçinde sağlık konulan artık hiç yok. Kanımca sağlık da eğitimin bir parçasıdır. Her sayınızda bir tane de olsa sağlıkla İlgili yazıya yer verirseniz yararlı olacaktır. Sağlık ve başarılar dilerim. Cemile Gül (Tekirdağ) Sayın Yetkililer, Derginizi kurcalarken öncelikle, okuyucu mektupları köşesine bir göz atıyor, bir dahaki sayıda İse bunlara yanıt verecek yazılara yer verip vermediğinize bakıyorum. Üzülerek söyleyeyim ki, ergenlik ve gençlik ’ çağlarına İlişkin yazıların yetersizliği sık sık vurgulanmakla birlikte, bunları karşılayacak yazılarınızın sayısının yine de artmadığını gördüm. Sözü edilen yaşlarda üç çocuğu olan bir baba olarak, bu konuyu bir kez daha düşüneceğinizi umuyorum. Başarı dileklerimle. Nazım Baskın (Balıkesir) Sayın Yetkili, Öncelikle, yayınınızdan dolayı sizi kutlamak İsterim. Bir okuyucunuz olarak derginizden çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Dergiyi sabırsızlıkla bekliyorum. Ancak, derginizin hem üç ayda bir çıkması hem de geniş bir konu perspektifine sahip olması, bazı konulara çok az değinilmesine yol açıyor. Derginizin İki aylık hatta aylık çıkarılması sağlanamaz mı? Saygılarımla. İhsan Güler (İstanbul) Sayın Dergi Yetkilileri, İzmit'te bir dersanede çalışıyorum ve derginize aboneyim. Yakın çevremde dergiyi elimde görenler çok beğeniyorlar ve abone olmak İstiyorlar. Derginiz konusunda daha geniş bilgi edinmelerini sağlayacak bir tanıtım broşürünüz vb. varsa göndermenizi rica ediyoruz. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Ped. Hatice Bayrakçı (İzmit) Değerli Yayıncılar, İyi eğitim görmüş, iyi yerlere gelmiş bir çiftiz. Çocuklarımız dünyaya gelmeden önce çok iyi ana-baba olacağımızı zannediyorduk. Oysa, deyim yerindeyse ‘kazın ayağı hiç de öyle değil'mlş. Şimdi ise çocuklarımızı iyi eğitelim derken oldukça sıkıntılı anlar yaşıyoruz. Gerçekte ne denil büyük strese girdiğimizi geç de olsa fark ettik. Ana-babaların, çocuklar söz konusu olduğunda nasıl bir stres yaşadıklarına ve çözümlerine İlişkin yazılara da yer verirseniz bizim gibi çok İyi eğitimciler olacağını sanan ana-babaları mutlu edersiniz. Saygılarımızla. Serpll-Bülent Dökeril (1st.) İÇİNDEKİLER Milli Eğitim Bakanı Sayın Avnl Akyol, “Yaygın Eğltlm”e İlişkin Görüşlerini Dergimize Açıkladı 6 Dergimizin yayın yönetmeni ilhaml Fındıkçı'nın 13. Milli Eğitim Şûrası’nda ele alınan ‘yaygın eğitim* konusunda. Milli Eğitim Bakanı Sayın Avnl Akyol İle 8 Şubat 1990 günü yaptığı konuşma. Yetişkin Eğitiminin Gerekliliği 12 Yard. Doç. Dr. Günseli MALKOÇ Günümüzde üzerinde en çok konuşulan, hemen herkesin önemi üzerinde birleştiği konulardan birisi eğitimdir ve eğitim denilince çoğumuzun aklına ’örgün eğitim* yani okullarda yapılan eğitim gelmektedir. Oysa okul dışında yapılan ‘halk ■ eğitimi*, ‘yetişkin eğitimi*, ‘yaygın eğitim* gibi çeşitli terimlerle ifade edilen eğitimin, en az örgün eğitim kadar önemli olduğunun gözardı edilmemesi gerekir. Gençlik ve Gelecek 17 Yard. Doç. Dr. Mustafa YILMAN Geleceğini güvence altına almak isteyen milletler, yarının gençlerinin hangi değerlerle donatılması gerektiğini araştırmak, bulmak ve gerekeni zamanında yapmak zorundadırlar. Bunun en güvenilir ve kestirme yolu İse eğitim ve öğretimden geçmektedir. Öyleyse ‘Geleceğin gençliği nasıl olmalıdır?* sorusunun cevabı, yine bir başka soru olan, ‘Geleceğin eğitimi nasıl olmalıdır?* sorusunun İçindedir. Çocukların ve Gençlerin Okuma Alışkanlıkları Üzerine Bir Araştırma 25 Doç. Dr. Üstün DÖKMEN Çocukların ve gençlerin hatta yetişkinlerin yeterince kitap okumamalarının en önemli nedenlerinden birisi, iyi okuyamıyor olmalarıdır. Çocukta ve Ailede Disiplini Sağlama ve Sürdürme Yollan 28 Psk.Oya ARCA Hiç kimsenin bir çocuk üzerinde fiziksel üstünlük kurmaya, onu ruhsal ve fiziksel yönden yaralamaya hakkı yoktur. Kaldı İd dayak, güçsüzlüğün bir göstergesidir. Okulöncesi Eğitimi M Yard. Doç. Dr. Sevda BEKMAN Okulöncesi eğitim kurumu, çocuğun gelişimine; yeteneklerini geliştirerek, deneyim ve öğrenme olanakları sağlayarak, bilinçli bir şekilde yönlendirerek katkıda bulunur. Çocuk Yetiştirmede Eşlerin Görüş Ayrılıkları 41 Greta WALKER Eşler arasında çocuk yetiştirme konusunda görüş ayrılıkları olması doğaldır. Ancak, bunları gidermenin çeşitli yolları vardır. Yayınlar 47 Milli Eğitim Bakam Sayın Avni Akyol, ‘ Yay gm Eğitim”e İlişkin Dergimizin yayın yönetmeni İlhami Fındıkçının, 13. Milli Eğitim Şûrasında ele alman “yaygın eğitim” konusunda, Milli Eğitim Bakanı Sayın Avni Akyol ile 8 Şubat 1990 günü yaptığı konuşmayı aynen sunuyoruz. — Sayın Akyol, öncelikle bu kadar yoğun işleriniz arasında, bize zaman ayırdığınız için teşekkür etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi sosyal ve teknik alandaki gelişmeler büyük bir hızla gerçekleşiyor. Eğitim, bu gelişmelerden en çok etkilenen alanların başında yer alıyor. £iz, Yaşadıkça Eğitim dergisi olarak eğitim-öğretim alanındaki bilimsel gelişmeleri anne-baba ve öğretmenlere aktarıyor ve böylece kendilerini geliştirmelerine katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Bunun için üniversitelerde alanında uzman öğretim üyeleri ile işbirliği içindeyiz. Milli Eğitim Bakanlığımızın da ana-baba eğitimine ilişkin çalışmaları olduğunu biliyoruz. 13. Milli Eğitim. Şürası’nın, ana-baba eğitimini de içeren yaygın eğitim konusuna ayrılmış olması ve bu konudaki umut verici çalışmalar. Milli Eğitim Bakanlığımızın konuya gereken önemi verdiğini göstermektedir. 15-19 Ocak 1990 tarihinde gerçekleştirilen 13. Milli Eğitim Şûrası'nın sadece yaygın eğitim konusuna ayrılmasının amacından biraz söz eder misiniz? — Her şeyden önce getirdiğiniz Yaşadıkça Eğitim dergileri için teşekkür ederim. Gerçekten gördüğüm ve konuların başlıklarından edindiğim intiba kadarıyla ağırlıklı, ciddi, eğitimin temel konularına ve sorunlarına eğilen bir Mynua, Konuların yazarları da alanının uzmanı olan kişilerden oluşmuş. Bu bakımdan dergiyi yürekten kutluyorum. Eğer tirajı gerektiği oranda yüksekse ve gerçekten okunuyorsa çok yararlı olur. Bizim eğitim çalışmalarımızın geliştirilmesinde en önemli problem ya da engel, bilgisizliktir. Yani eğitim alanındaki bilgisizlik, bizim en önemli sorunumuz. Onun için herkesin kendini “Her şeyi biliyorum,” diye kabul etmesi, diyalog eksikliğine yol açıyor, anlayış ve görüş birliğinin gelişmesini engelliyor ve zedeliyor. 6 YAŞADIKÇA EĞİTİM Sorunuza gelince, 13. Milli Eğitim Şûrası, hangi amaçla sadece yaygın eğitim konusuna ayrıldı? Biliyorsunuz bugüne kadar Türkiye'de son yapılan şûra üe birlikte, 13 şûra yapıldı. Bu şûralardan önce, Atatürk'ün ilk defa yaptığı bir kongre vardır; 1921'de. Bu da şûra mahiyetindedir. Harp zamanında yapılması da anlamlıdır. Yani hem bir taraftan vatanı kurtarmak için harp, diğer taraftan da gerçek kurtuluş için insanın mutluluğu, insanın kimliği ve kişiliği Atatürk'ün bir numaralı meselesidir. Yani vatanın kurtuluşu için yapılan harple insanın kurtuluşunu eşdeğer saymaktadır. Atatürk'ün yaptığı bu ilk kongreden sonra, Heyet-i İlmiye olarak bilinen üç toplantı yapılmıştır. Onlar da bir çeşit eğitim şûrası mahiyetindedir. Böylece bunları da katarsak, ‘1921'den bu yana 17 eğitim şûrası yapılmış,’ diyebiliriz. Bunların hepsinde, şüphesiz örgün eğitimin yanında, yaygın eğitim yani halk eğitimi konulan da doğrudan ya da dolaylı olarak yer almış durumdadır. Özellikle 6. ve 7. Milli Eğitim Şûralan'nda, yaygın eğitim konusunun özel bölüm olarak ele alındığını görüyoruz. Ama neyin yanında? Yine örgün eğitim konularının ağırlıklı oluşu gerçeği yanında yaygın eğitime de yer verildiğini görüyoruz. Fakat hiçbir şûrada yaygın eğitim tek başına ele alınmamıştır. Biz bu şûrada, sadece yaygın eğitimi ele aldık. Bunun nedenleri şunlar: Birincisi, Türk Milli Eğitim Sistemi iki ana bölümden oluşur. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nda, olay şu şekilde çerçevelenmiştir: Bir, örgün eğitim; iki, yaygın eğitim. Örgün eğitim, bildiğimiz okul merdivenleridir. Yani okulöncesi, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim. Yaygın eğitim ise okul eğitiminin dışında ve yanında yapılan her türlü eğitim-öğretim etkinlikleridir. Buna, dünya eğitim literatüründe çeşitli adlar verildiğini görüyoruz. Bizdeki en geçerli tanımı, halk eğitimidir. Ama halkın eğitimi denildiğinde, bazı çevreler, olayı sadece okumuş bireylerin dışındaki bir halk kitlesinin eğitimi gibi ya da sadece yetişkinlerin eğitimi gibi görmüşlerdir. Onun için bazı ülkelerde sürekli eğitim terimi kullanılmıştır, bazılarında her yerde eğitim, bazılarında ise hayat boyu eğitim ya da ömür boyu eğitim adını alıyor. Ne denirse densin, amaç şu: İnsanın doğumundan ölümüne kadar bir eğitim anlayışı, bir eğitim sürekliliğidir. Neden böyle? Hayat, dc ğrudan doğruya kültürün ürünüdür. Kültür teorisine göre kültür, sürekli değişmedir, sürekli YAŞADIKÇA EĞİTİM 7 gelişmedir, sürekli ilerleme ve sürekli yenilenmedir. Dolayısıyla kültür, değişim teorisini de beraberinde getirir. Böylece, yaygın eğitim konusunu incelememizin birinci gerekçesi, Türk Eğitim Sistemi'nin iki bölümden meydana geldiği ve örgün eğitimle ilgili çeşitli şûralar yapılmış olduğu halde, yaygın eğitim konusunun tek başına ele alınmayışıdır. Oysa yaygın eğitim; az önce yaptığım tanımlardan da anlaşılacağı gibi, örgün eğitimin dışında, içinde ve yanında; yetişkin olsun ya da olmasın bütün insanların, sosyal rol almış bütün kişilerin, içinde bulundukları şartlar dolayısıyla hayata uyumlarını sağlayıcı sosyal, ekonomik, kültürel vb. yönlerden yapılan eğitim etkinliklerinin tümünü kapsar. Biraz önce, değişim sürecinden söz etmiştik. Hayat, yerinde durmuyor; sürekli değişiyor. Bilim ve teknolojideld sürekli ilerlemeler, bilgide de bazı uzmanların deyimiyle roket hızıyla değişmelere ve gelişmelere yol açıyor. İnsanlık tarihinin bize bıraktığı 20 milyon yıllık bir bilgi birikimi var. Ama şimdi içinde bulunduğumuz çağ, artık bilgi toplumu çağıdır. —Ayrıca, bilgi birimi de birkaç yılda bir katlanıyor. — Evet. Yine bilim adamlarının iddiasına göre, her yedi yılda bir, mevcut bilgi bir kat daha artıyor. Bu, baş döndürücü bir olay. Bilgi yenileniyor, bazı bilgiler eskiyor, kısaca süratli gelişmeler ve değişmeler oluyor. Bu bilimsel ve teknolojik gelişmeler hayatın her kesimini, insanın yaşamını, ruh dünyasını ve tüm davranışlarını etkiliyor, insan, bu süratli değişime uymak için kendini hazırlamak ve Yaygın eğitim, örgün eğitimin dışında, içinde ve yanında; yetişkin olsun ya da olmasın bütün insanların, kısaca toplumda sosyal rol almış tüm kişilerin, içinde bulunduktan şartlar dolayısıyla hayata uyumların sağlayıcı eğitim etkinliklerinin tümünü kapsar. yenilemek zorunda, insanın içinde bulunduğu çağa uyabilmesinin, kendisini hazırlayabilmesinin yolu, eğitimdir, kendisini yenileyebilmesinin yolu, eğitimdir, insanlar, aldıkları diplomalarla örgün eğitimin hangi kademesinden çıkarsa çıksın (ilkokulu bitirsin ya da ara sınıflarından çıksın, ortaokulu bitirsin ya da ara sınıflarından çıksın ya da lisede okusun, okurken de geçimini sağlamak için akşamlan meslek edinmek için çalışsın, üniversite aynı şekilde), yeni bilgiler edinmek için yenilikleri izlemek zorundadırlar, işte bunu verecek, bu ihtiyacı giderecek kurum, yaygın eğitim kuruntudur. Bunun için yaygın eğitim, örgün eğitimin üstünde bir güce sahiptir. Örgün eğitim, içinde bulunduğu çağa ilişkin bilgi ve becerileri kazandırır. Hele bizimki gibi bazı ülkelerde sistemler ezbere, şekilciliğe, kuru bilgilere dayanıyorsa bu, daha da tehlikeli bir sonuç doğurur. Diplomalı ama edindiği bilgiler içinde bulunduğu çağa uymayan, yeterli ve geçerli olmayan bireylerin çoğalması söz konusu olur. Onun için biz, yaygın eğitimi yaygın eğitim yoluyla, okumuş ya da okumamış bütün vatandaşların içinde bulunduğumuz çağa uyumlarını sağlayıcı, sosyal, kültürel ve fonksiyonel programlar yoluyla gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bunun araçları da televizyon, basın, çeşitli kurslar, sosyal ve kültürel faaliyetlerdir. — Bu arada hemen sormak istiyorum, örgün eğitim sistemini de yeniden düzenlemeye ilişkin çalışmalarınız var mı? — Yaygın eğitime ilişkin çalışmalarımızın yanında, bir şeyi daha yapmak istiyoruz: Örgün eğitim sistemini de yeniden düzenlemek. Bakanlıkça, şimdi bu konu üzerinde duruyoruz. Örgün eğitim sisteminde; çocuklara anahtarları veren, somut ve soyut kavramları kazandırdıktan sonra, onları kendi kendilerine araştırma, inceleme, değerlendirme yapmaya yönelten ve onlara bilgi, beceri ve alışkanlıklar kazandırılmasını sağlayacak düzenlemeler yapılacaktır. 8 YAŞADIKÇA EĞİTİM Sistemimizde; ezberi, kuru bilgileri ölçmeyen, sadece onlarla yetinmeyen, çocuğun eleştirici bir dimağ ve medeni cesaret sahibi olmasını sağlayan araştırıcı, yapıcı, yaratıcı, yeteneklerini geliştirici bir düzenleme ve bu düzenlemenin gerektirdiği uygulamaları yapmak istiyoruz. Yakında bir toplantı yaparak bunu kamuoyuna açıklayacağız. — Htfendim, 13. Milli Eğitim Şûrası'ntn amacı ve şûranın konusu olan yaygın eğitime ilişkin açıklamalarınız, bakanlığınızın konuya verdiği önemi belirtmesi bakımından ilgi çekici. 13. Milli Eğitim Şûrası'ntn sonuçlarına genel olarak bakıldığında, ana-baba eğitimi açısından sizce ne gibi sonuçlar elde edildi? — Çok ilginç. Alman sonuçlar içinde, İstanbul Üniversitesi'nden bir profesörümüz, Halûk Yavuzer, ana-baba okulu teklifinde bulundu. — Kendisi, benim hocamdır.• • — Öyle mi? Ana-baba okulu görüşü, önce bazıları tarafından yadırgandı. Oylama sonucu, konuyu temenni karan olarak kabul ettik. Bu, gerçekçi ve Türkiye'nin bugünkü durumu için çok gerekli bir öneridir. Bunun uygulamasını yapmak lazım. Bu, okul yoluyla ya da halk eğitiminin çeşitli kurslanyla olur. Ana-babalara ilişkin çalışmalarda, doğrudan eğitimin yanında, dolaylı yollarla ana- babalan eğlendirerek, boş zamanlannı değerlendirerek, çeşitli skeçlerle, temsillerle (TRT'nin ve basının yaptığı gibi) onlan bilgilendirmek ve kendilerini geliştirmelerini Tnsanlar, örgün eğitimin hangi kademesinden mezun olurlarsa olsunlar, yeni bilgiler edinmek için yenilikleri izlemek zorundadırlar. sağlamak mümkündür. Ana-baba eğitiminde, bana göre annelerin eğitimi birinci sırayı alır. Annelerin eğitimi çok önemlidir. Çünkü çocuğun ilk öğretmeni, annesidir. Annelerin mutlaka öngördüğümüz genel çerçeve içinde çocuklara uygar, çağdaş bir anlayışla en uygun ortamı sağlamaları çok önemli. Annenin eğitimi, şunun için de önemli: Ben, “Erkeği eğittiğinizde, bir kişiyi eğitmiş olursunuz; anneyi eğittiğinizde ise bir aileyi eğitmiş olursunuz,” diyorum. Dolayısıyla ana-baba eğitimi projesini yerinde buluyorum. Bunların yanında, yine anne-babaların yaygın eğitimden yararlandırılmalarını sağ­ layacak çeşitli kararlar aldık. Bunlar içinde, ana-babalan bu tür çalışmalara özendirecek, örneğin halk eğitim merkezlerinin etkinliklerinin arttırılması, konuyla ilgili personelin yetiştirilmesi gibi kararlar var. — Sayın Bakanım, ana-baba eğitiminin yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Gerek daha önce başlattığınız çalışmalar gerekse şûra sonunda alınan kararların uygulanması konusunda bakanlığınızın çalışmalarından ve bu konudaki düşüncelerinizden biraz söz eder misiniz? Özellikle yaygın eğitimin gerçekleştirilmesi için örgün eğitim kurumlanndan yararlanılması düşünülüyor mu? Çünkü, yeni kurumlar açmak ve yaymak zor. Diğer taraftan örgün eğitimin gerçekleştirildiği okullarımız akşamlan, hafta sonlan hatta bazı okullanmız öğleden sonra boş. YAŞADIKÇA EĞİTİM 9 — Ana-baba eğitiminde, biraz önce söylediğim doğrudan ve dolaylı eğitim biçimleri araştırılmalı. Yaygın eğitim, örgün eğitim kuru mİ arındaki eğitimden çok farklıdır. Yetişkinlerin eğitimi ile çocukların eğitimi arasında büyük bir fark vardır. Çocukların eğitiminde gerekli olan motivasyon ile yetişkin eğitiminde yetişkinlerin motivasyonu farklıdır. Çocukların eğitiminde belli standartlar, ilkeler vardır; sonuçta diploma verilir. Oysa yetişkinin diplomaya ihtiyacı yoktur. Yetişkinin, kendisine yararlı olacak programlara, bilgilere ihtiyacı vardır. Sosyal rolünün ve sorumluluğunun gereği, amacı, önce evini geçindirmektir. Çocuklar anne-babaları için çok önemlidir ve onların her şeyleridir. Ancak ne olursa olsun, öncelikle çocuğun beslenmesi, giyinmesi, barınması gibi temel ihtiyaçlar bir numarayı alır. Bundan şuna gelmek istiyorum: Yetişkinlerin eğitiminde en önemli faktör motivasyondur. Ana-baba eğitimi yapılırken de bu eğitim, onların ilgilerine, eğilimlerine ve duyacakları ihtiyaca göre, zevkle takip edebilecekleri konulan içermelidir. İkinci olarak yetişkinler, örgün eğitimde olduğu gibi, kendi yaşantılanna doğrudan girecek güncel konulara ağırlık verirler. Çocuk eğitiminde olduğu gibi, sınırlamalardan hoşlanmazlar. Bunlar göz önünde bulundurularak bir program yapılırsa çok yararlı olur. Sadece klasik anlamda bir okul eğitimi ile ‘ben ana-baba eğitimi yapacağım,’ denilirse hüsrana uğranabilir. Bu tip kurumlar da olmalı. Ama yetişkin eğitimi; okul aile birlikleri, koruma demekleri, vakıflann etkinlikleri, aynca düzenlenebilecek geceler, konferanslar, açık oturumlar, paneller, çeşitli yayınlarla gerçekleştirilebilir; sizin yaptığınız gibi. îşte sizin derginiz, Yaşadıkça Eğitim de bir yayın okulu. Yani bazen kişinin zamanı, imkânı el vermez ya da psikolojik faktörlerden dolayı ana-babalar için 10 YAŞADIKÇA EĞİTİM insanın içinde bulunduğu çağa uyabilmesinin, kendisini yenileyebilmesinin yolu eğitimdir. düzenlenmiş bir programa katılamaz, işte bu durumdaki ana-babalara, ihtiyaç duydukları konular, yayın yoluyla verilebilir. Yaygın eğitimin verileceği kitlelerin ihtiyaçlarına göre, yaygın eğitimin tüm yöntemlerinden yararlanılmalı. Böylece eğitim verilen kitle, giderek daha da çoğalacaktır. Bunun yanında, örgün eğitim kurumlanndan da gerekirse yine ihtiyaçlar doğrultusunda yararlanılabilir. Nitekim ben, “Eğitim- öğretim kurumlannın tümünden, aynı zamanda birer yaygın eğitim merkezi olarak yararlanılabilir,” diyorum. Bu konuda istekler geldikçe ve yaygın eğitim uygulamalarına ilişkin doğrudan ya da dolaylı önderlik yapabilecek ve öğretmen yerine geçebilecek uzmanlar bulunabildiği takdirde, ben, imkânları kendilerine zevkle ve seve seve veririm. Esasında, okul aile birliklerinin amacı da budur. Okul aile birlikleri, genelde, okul-aile; özelde, öğretmen-öğrenci-veli ilişkisini kurmak için kuruluyorlar. Çevre-okul-aile üçgeninin ilişkilerini geliştirmek için okul aile birlikleri fonksiyonel olmalıdırlar. Böylece yaygın eğitimin gerçekleşmesine okul aile birlikleri yoluyla katkıda bulunulabilir. Burada öğretmenlerle işbirliği yapılır, eğitim- öğretimin sorunları belirlenir, önce çocuklarla sonra da aileleri ile diyalog kurulur. Öncelikle yapılması gereken, diyalog eksikliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Önce anne-baba arasında, sonra onlarla çocukları arasında, daha sonra da öğretmenlerle yöneticiler arasında sağlıklı bir diyalog kurulması çok önemli. Çocuklar, ancak bu sağlanabilirse sağlıklı biçimde yetişir. Çocuk ailenin her şeyi, bu arada toplumun da her şeyidir. Yaygın eğitim ve özellikle ana-baba eğitimi düşünülürken, bu nokta hep göz önünde bulundurulmalı. Anne-babaların kendilerini geliştirmeleri çocuklarını olumlu yönde etkileyecek, bu ise sağlıklı bir biçimde yetişmiş bireylerin topluma katılmasını sağlayacaktır. — Sayın Bakan, Yaşadıkça Eğitim aracılığıyla anne-baba ve öğretmenlere bir mesajınız olacak mı? — Anne-baba ve öğretmenlere mesajım, eğitimde en önemli unsurun sevgi olduğunu unutmamalarıdır. Biz bu • • ilkeyi, Milli Eğitimde temel unsur haline getirmeye çalışıyoruz. Sevgi kavramı; eğitimin de, ev yönetiminin de kısaca her şeyin en güçlü anahtarıdır. Sevgisiz eğitim yapılamaz. Sevgisiz aile düzeni, sağlıklı olmaz. Sağlıklı olmayan aile düzeninde, çocuk sağlıklı bir kişilik gelişimi gösteremez, başkalarını sevemez, sağlıklı ve hoşgörülü olmayı öğrenemez. Sevgisiz toplum, aslında ruhsuz, bilinçsiz, saygısız, güvensiz bir toplumdur, insan olmanın göstergesi sevgidir. Sevgi ile ümit yan yanadır. Hayata bağlanmanın, yaşama sevincinin göstergesi de ümittir. Ümitsiz insan her şeyi bırakmış, yaşama sevincini yitirmiş; eğitim, anne, baba, toplum kavramlarını hiçe sayabilen kişidir. Yani ümitsizlik, güvensizliğe; sevgisizlik ise robotlaşmaya götürür. Diğer yaratıklardan farklı bir tutum içinde olmamaya götürür. Sevgi ile söylemek istediğim sadece duygusal, platonik, nevrotik, narsistik, politik sevgi değil. Sağlıklı sevgi; üretici, yaratıcı, bilimsel sevgidir. Bunun temelleri ise ilgi ve bilgidir. Bilgiden kastettiğim, insanın ya da nesnenin iyi tanınması ve bilinmesidir. İnsanlar, ancak bildikleri ve tanıdıkları bir dünya içinde mutlu olurlar. Birey olarak gelişmelerin gerisinde kalmışlarsa, kendilerini geliştirememişlerse, uyumları güçleşir, mutlulukları zedelenir. Zaten yaygın eğitimin önemi de buradan kaynaîdanıyor. “Bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına yapmama” biçimindeki ahlak kuralının gereği olan saygı. Saygı mı bekliyoruz? Saygı göstermeliyiz. Sevilmek mi istiyoruz? Sevmeliyiz. İlgilenilmek mi istiyoruz? Kendimiz ilgi göstermeliyiz. Saygıdan sonra hoşgörü. Kutuplaşmamak, kendimizin dışındaki görüşlere ve davranışlara karşı hoşgörülü olmak lazım. Ne kadar farklı olursa olsun, bir görüş ya da davranışın sahibine ait olduğunu bilerek ona saygılı olmak, olumsuz davranışlara yönelmemek gerekir. Hoşgörüyü de bir faktör sayarsak sevginin beşinci temeli sorumluluktur. Sorumluluk duygusu,insana çeşitli yükümlülükler getirir. Kendimize, ailemize, çevremize, bundan hareketle insanlığa karşı sorumluluk bilinci içinde olmak, insanı yücelten ve onu diğer yaratıklardan ayıran düşünmenin ürünüdür. “Düşünüyorum, öyleyse varım,” diyebilen insan nasıl kendi varlığına bu kadar önem veriyor ve günümüzde “Düşünüyorum, öyleyse sorumluyum,” diyebiliyorsa, o zaman gerçek çağdaş insan olur ve sorumluluğunun gereğini yapar. Zaten insan, kendisi, çevresi ve dahil olduğu kültürün milli, manevi ve insani değerleri karşısında, sorumluluk duygusu içinde olma gereği duyar. Çünkü insanlar, kendi kültürlerinin ürünüdürler. Bunu bilimsel bilgilerle geliştirerek çağdaşlaşır, böylece de evrensel niteliklere kavuşurlar. Anne-baba ve öğretmenlere önerdiğim, üzerinde bu kadar durduğum ve Milli Eğitimde de yerleştirmeye çalıştığımız sevgi olgusu, birçok problemin oluşmasını önleyecektir. Özellikle bireyler arası etkileşimin yaşandığı eğitim ortamlarında, bu daha da önemlidir. Anne-baba olarak, öğretmen olarak ya da herhangi bir birey olarak; sevgi ve onun temel ilkeleri olan ümit, bilgi, saygı, hoşgörü ve sorumluluk kavramları dikkate alındığında,çeşitli olumsuzlukların kendiliğinden çözümlendiği görülecektir. Bunun en çok yansıyacağı alan da çocuk eğitimidir. Çünkü bu kavramlara dikkat edildiğinde ve bu bir yaşam biçimi haline getirildiğinde, olumlu bir diyalogun temel şartlan yerine getirilmiş olacaklar. Böylece çocuklun n en iyi şekilde yetiştiıilmeleri sağlanabilecektir. Yukanda temel unsur olarak belirttiğimiz sevgi ve onun beraberinde getirdiği ilkelerin benimsenmesinin yanında, anne-babalann; çocuklannın ilgi, istek, ihtiyaç ve yetenekleri doğrultusunda ilerlemeleri konusunda fazla müdahaleci davranmamalan da çok önemlidir. Çocuklann yeteneklerini ortaya çıkaracak, onlan geliştirecek ve yeni davranışlar kazanacaktan ortamlar hazırlanmalı ve bu konuda onlara rehberlik yapılmalıdır. — Efendim. Bize zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ederim. — Ben teşekkür ederim. YAŞADIKÇA EĞlTÎM 11 I Eğitim inin Gerekliliği Yard. Doç. Dr. Günseli MALKOÇ (MÜ Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü} Eğitim denilince çoğumuzun aklına “örgün eğitim” yani okullarda yapılan eğitim gelmektedir. Oysa okul dışında yapılan “halk eğitimi”, “yetişkin eğitimi”, “yaygın eğitim” gibi çeşitli terimlerle ifade edilen eğitimin, en az örgün eğitim kadar önemli olduğunun gözardı edilmemesi gerekir. Günümüzde üzerinde en çok konuşulan, hemen her­ kesin önemi üzerinde birleş­ tiği konulardan birisi eğitim­ dir ve eğitim denilince çoğu­ muzun aklına “örgün eğitim” yani okullarda yapılan eğitim gelmektedir. Oysa okul dı­ şında yapılan “halk eğitimi”, “yetişkin eğitimi”, “yaygın eğitim” gibi çeşitli terimlerle ifade edilen eğitimin, en az örgün eğitim kadar önemli olduğunun gözardı edilme­ mesi gerekir. Bu yazımızda “yetişkin eğitimi” terimi kul­ lanılmaktadır. Çağımızdaki sosyo-ekonomik, kültürel ve teknolojik değişmeler ile in­ sanın tabiatı gereği sahip ol­ duğu sürekli öğrenme ihti­ yacı, yetişkin eğitiminin öne­ mini giderek daha da arttır­ maktadır. Bu yazımızın ko­ nusu, yetişkin eğitiminin ni­ çin bu denli önemli olduğunu irdelemektir. ■ » Öncelikle yetişkin eğiti­ minin ne olduğunu açıkla­ makta yarar görmekteyiz. Yetişkin eğitimi; İçeriği, dü­ zeyi ve yöntemi ne olursa olsun, ister okullarda, kolej­ lerde, üniversitelerde ya da çıraklıkta uygulanan ilköğ­ retimin uzantısı bir eğitim olarak düşünülsün ister o eğitimin yerini tuttuğu var­ sayılsın, yetişkin olarak dü­ şünülen kişilerin yetenekle­ rini geliştirmelerine, bilgileri­ ni, arttırmalarına, teknik ya da mesleki yeterliliklerini iyi­ leştirmelerine ya da bu yete­ nek, bilgi ve yeterliliklerine yeni bir yön vermelerine, tu­ tum ve davranışlarını hem ki­ şisel gelişme bakımından hem de dengeli ve bağımsız bir toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişmeye katılma bakımından değiştirebilmele­ rine olanak sağlayan düzenli eğitim süreçlerinin tümünü ifade edebilecek bir eğitim biçimde tanımlanabilir. 12 YAŞADIKÇA EĞİTİM Ülkemizdeki tüm eğitim faaliyetlerinin koordinasyo­ nundan sorumlu olan Milli Eğitim Bakanlığı bunu, yay­ gın ve örgün eğitim olmak üzere iki ana bölümde yürüt­ mektedir. Bilindiği gibi ör­ gün eğitim, okullarda yapılan eğitimdir. Bakanlıkça düzen­ lenen ve ücretsiz olan yaygın eğitim faaliyetleri, en geniş çapta her il ve ilçe merkezin­ de bulunan Halk Eğitim Mer- kezleri'nce yürütülmektedir. Ayrıca çırak eğitim merkez­ leri, pratik kız sanat ve ak­ şam sanat okulları gibi ku­ rumlar da bu hizmete katıl­ maktadır. Gene Milli Eğitim Bakanlığının koordinasyonu y^ağdaş anlamda eğitim; kişide var olan gizil güçlerin ortaya çıkarılması, bunlardan en iyi şekilde yararlanılması, yani kişinin kendisini gerçekleştirmesine yardım edilmesi anlamına gelmektedir. altında ama özel kurumlarca yürütülen yaygın eğitim faa­ liyetlerine, çeşitli meslek ve lisanları öğretmek üzere özel­ likle dershanelerde açılan üc­ retli kurslar örnek olarak gösterilebilir. Tabiatı gereği insan, sü­ rekli olarak çeşitli ihtiyaçla­ rını karşılama çabası içinde­ dir. Kişi; para, sağlık, ken­ dine güven, itibar, başarı ka­ zanmak, işi ve sosyal yaşan­ tısı açısından ilerleme sağla­ mak ister.Aynca yetişkin; iyi bir eş,iyi bir anne-baba, çağ­ daş, sosyal, girişimci, çevre­ sindekileri etkileyebilen, se­ ven, sevilen ve boş zaman­ larını en iyi şekilde değerlen- direbilen bir kişi olmak ister. Okullar, genellikle ço­ cuk ve gençleri sosyalleşti­ ren, yetişkinlik dönemine ha­ zırlayan kuramlardır. Yetiş­ kin eğitiminin amacı ise; ki­ şileri hayata hazırlamak ol­ mayıp, onların daha başarılı bir hayat sürmelerine yar­ dımcı olmaktır. Yetişkin eği­ timi, kişilerin güncel prob­ lemlerine çözüm getirerek önce kendilerine ve dolayı­ sıyla çevrelerine yararlı ol­ malarını sağlar. Bu nedenle yetişkin eğitimi programları­ nın amacı, öğrencilerin prob­ lemlerine yönelik olarak dü­ zenlenmelidir. Amaçlar belir­ lenirken gerçekçi olunmalı, genellikten kaçınılarak özel amaçlara yönelinmelidir. Günümüzde eğitim ve öğrenme, okula devamla sı­ nırlanmış olmanın çok öte­ sinde, hayat boyunca sürme­ li, her türlü bilgi ve beceriyi içine almalı, mümkün olan her imkândan yararlanarak kişiliğin eksiksiz gelişmesi için herkese fırsat vermelidir. Ayrıca pek çok genç, örgün eğitimin çeşitli aksaklıkların­ dan (entelektüel yetiştirme yarışında kişisel özelliklerin göz önünde bulundurulma­ ması gibi) dolayı bu sistemin dışına itilebilmektedir. Çocukların eğitiminde kullanılan ilke, teknik ve yöntemlerin, çok yakın zamanlara kadar yetişkinlerin eğitimi için de yeterli olduğu v arsayı intaktaydı. Çağdaş anlamda eğitim, kişide var olan gizil güçlerin ortaya çıkarılması, bunlardan en iyi şekilde yararlanılması, yani kişinin kendisini ger­ çekleştirmesine yardım edil­ mesi anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre, kişilerin, ha­ yatları boyunca bilgi ve bece­ rilerle donatılmaya ihtiyaçları vardır. Oysa, örgün eğitim kurumlan, çocuk ve gençle­ re, yaşantılarının belli bir dö­ neminde, ileriye dönük ola­ rak hazırlanmakta olduklan rollerle ilgili bilgiler vermek­ tedir. “Ağaç yaşken eğilir” sö­ zü, günümüzde önemini YAŞADIKÇA EĞİTİM 13 giderek kaybetmektedir. Özel­ likle Thomdike'm yapmış ol­ duğu araştırmalardan, yaş ilerledikçe öğrenme hızının sanıldığı kadar hızla düşme­ diği ortaya çıkmıştır. Tersine araştırma sonuçlan, yetişkin­ lerin bazı konulara daha çok ilgi duyup daha çok önem verdiklerini, biriken hayat tecrübeleri sayesinde bu ko­ nulan daha da iyi kavrayabil- diklerini ortaya koymuştur. Çocukların eğitiminde kullanılan ilke,teknik ve yön­ temlerin, çok yakın zamanla­ ra kadar yetişkinlerin eğitimi için de yeterli olduğu varsa­ yılmaktaydı. Öğrenme ile il­ gili pek çok ilke, çocuk ve hayvanlann öğrenmesiyle il­ gili incelemelerden; öğretme ile ilgili olanlann çoğunluğu ise çocuklann devam zorun­ luluğunda olduğu koşullar al­ tında elde edilmiştir. Ijrünümüzde yetişkinlerin çocuklardan farklı niteliklere ve öğrenme motivasyonuna sahip olduğu görüşleri 1 yoğunlaşmış, andragoji terimi doğmuştur. Tüm bu çalışmalardan pedagoji teknolojisi ortaya çıkmıştır. Kökleri, Yunanca paid (çocuk) ve agasos (yön­ lendiren) kelimelerinin bir­ leştirilmesinden meydana ge­ len pedagoji, çocuklann öğ­ renmesine yardım etme sana­ tı ve bilimi anlamına gelmek­ tedir. Zamanla bu tanım, çocukla ilgili anlamına ek olarak genel anlamda, tüm öğrenim faaliyetleri için kul­ lanılmıştır. Günümüzde yetişkinlerin çocuklardan farklı niteliklere ve öğrenme motivasyonuna sahip olduğu görüşleri yo­ ğunlaşmış, andragoji terimi doğmuştur. Kökünü Yunan­ ca aner (insan)'dan alan and­ ragoji, yetişkinlerin öğren­ mesine yardım etme sanatı ve bilimi ve bu maksada yetiş­ kin eğitimi kuram ve tekno­ lojisinin incelenmesi anlamı­ na gelmektedir. Andragoji ve pedagoji, tamamıyla farklı süreçler değildir. Bazı peda­ gojik varsayımlar, bazı du­ rumlarda çocuklar için ge­ çerli olabilmektedir. Adeta andragojinin babası haline gelmiş ve bu terimin geniş kabul görmesine büyük kat­ kıları olmuş olan Malcolm Knowles'a göre, andragojiyi pedagojiden ayıran dört temel varsayım bulunmaktadır. Kişinin olgunlaşmasına paralel olarak gelişen bu var­ sayımlar şunlardır: 1- Yetişkinde benlik kav­ ramı, bağımlı bir kişilikten bağımsız bir kişiliğe doğru gelişir. 2- Yetişkinin, gittikçe ar­ tan ve dolayısıyla öğrenme­ sine giderek çoğalan bir kay­ nak oluşturan hayat tecrübesi birikimi vardır. 3- Yetişkinin kendini öğ­ renmeye hazır hissedişi, top­ lumsal rollerinin gerektirdiği, gelişen iş ve görevleriyle uyum sağlayacak şekilde, ar­ tarak gelişir. 4- Yetişkinlerin katılmak istediği eğitim programları­ nın özünü, ileride gerektiği zaman kullanabileceği konu ağırlıklı bilgiler yerine, he­ men uygulayabileceği, gün­ lük problemlerine çözüm ge­ tirebilecek konular oluşturur. Yetişkin, kaybedecek zama­ nı olmadığı için katıldığı eğitim programlarının, doğ­ rudan ihtiyacına çözüm getir­ mesini ister. Bu varsayımları dikkatle incelediğimizde, bazı önemli sonuçlara varmaktayız. Ön­ celikle yetişkinlerin eğitimin­ de, öğretmen bir otorite, bilgi aktaran bir kişi olma yerine; yardımcı, yönlendirici bir kişi olmalıdır. O güne kadar oluşmuş olan hayat tecrübesi sayesinde, yetişkin, kendi­ sine yönelik eğitim program­ larının her safhasında aktif olarak rol almak ister. Yetişkin; bağımsız bir ki­ şi, bir vatandaş olarak kendi­ sine yetebilen, eğitim faali­ yetlerine artık ikinci derecede önem veren bir kişidir. Öyleyse o, her şeyden önce, hayatını sürdürebilmek yani bir iş sahibi olabilmek ister, ilkokul mezunlarının ancak yüzde elli kadarının ortaokula devam ettiği, binlerce öğren­ cinin üniversite kapılarında beklediği, her 100 gençten on birinin açık işsiz olduğu ve birçok aydının iş bula­ madığı ülkemizde, bu kişilere iş imkânı sağlayabilmek çok önemli toplumsal bir görev 14 YAŞADIKÇA EĞİTİM olduğu kadar, çok da güç bir görevdir. Ayrıca faal İşgücü­ müzün eğitim durumu ince­ lendiğinde % 37'sinin hiç eğitim görmediği, % 48'inin ilkokul seviyesinde bir eğiti­ me sahip olduğu görülür. Gelişmiş ülkelerde temel eği­ timin en az 8-9 sene olduğu dünyamızda, faal iş gücümü­ zün % 85'inin temel eğitim dahi almamış olması, çok önemli bir sosyal olgudur. Toplumlaruı ekonomik refah ve istikrara kavuşabilmesi, ancak yeterli sayı ve nitelikteki işgücüne sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Birçok işyeri gerekli özel­ liklere sahip kalifiye eleman bulamamakta, birçok işsiz de gerekli özelliklere sahip ol­ madıkları için boş gezmekte­ dir. Bu kişilere iş sağlamak, ancak onlara iş piyasasının ihtiyaç duyduğu becerileri sağlamakla mümkün olabilir. Devlet Bakanlığı'nca açılan “Beceri Kursları”, bu ihtiya­ ca cevap verebilmek için ger­ çekleştirilmiştir. Bu konuda halihazırda geniş bir altyapı­ ya sahip olan Halk Eğitimi Merkezlerine ve diğer ye­ tişkin eğitimi veren kuramla­ ra, büyük görevler düşmek­ tedir. Gene bazı meslekler, gelişen teknoloji sonucu za­ man içinde önemini kaybede­ cek, ömür boyu tek bir mes­ leğe sahip olmak, yeterli ol­ mayabilecektir. Bu kişilerin yeni bir iş edinebilmeleri ya da iş ha­ yatına dönebilmeleri için, ye­ tişkin eğitimi faaliyetlerinin, bir mesleğin icrası için ge­ rekli becerileri kazandırma­ ya, mesleki veya teknik nite­ liklerini duruma uydurmaya ya da değiştirmeye ve içinde bulundukları sosyo-ekono- mik durumu çeşitli yönleriyle kavramalarına imkân sağla­ yacak biçimde düzenlenmesi gerekmektedir. Toplumu, iş­ sizliğin uzun dönemde geti­ receği sosyal sarsıntılardan korumak, ancak bu şekilde mümkün olabilir. Böylelikle çeşitli sebeplerle eğitim im­ kânlarından ya hiç ya da ye­ terince yararlanamamış kişi­ lere tekrar fırsat verilerek, eğitimde fırsat eşitliği konu­ sunda da önemli adımlar ant­ mış olur. Bu konuda öncelik sağlanması gereken hedef gruplar kadınlar, genç işsiz­ ler, göçmenler, kırsal kesim­ de yaşayanlar, köyden kente göç edenler şeklinde özetle­ nebilir. Günümüzde kalkınmanın temel unsurunun “insan” ol­ duğu, hemen herkesçe kabul edilmiş olan bir gerçektir. Toplumlann ekonomik refah ve istikrara kavuşabilmesi, ancak yeterli sayı ve nitelik­ teki iş gücüne sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Gelişme­ de ana faktör, insan serma­ yesine verimli bir şekilde ya­ pılan yatırımdır. Son yıllarda ekonomik büyüme ile ilgili değişimlere en yüksek derecede uyum sağlayabilen kişi ve uluslar varlıklarını başarıyla sürdürebilecek, ötekiler başarısızlığa mahkûm ı olacaklardır. olarak yapılan araştırmalar; bu büyümenin fiziki serma­ yeye yapılan yatırımlardan çok, eğitim, yetiştirme, sağ­ lık, hayata ve işe karşı sosyal tutum gibi çeşitli faktörlerle açıklanabileceğini ortaya koymaktadır. Bunun sonucu olarak ekonomiyi planlayan­ lar ‘İnsana Yatırım’, “insa­ nın Yeteneklerini Geliştir­ meye Yatırım” ya da ‘İnsan Kaynaklarına Yatırım’ gibi çeşitli şekillerde ifade edilen bu alana yani yetişkin eği­ timine ağırlık vermeye başla­ mışlardır. İnsan sermayesine yatı­ rım, şu anda öğrenci olan gençlerin üretime dönmesini beklemek değil, halihazırda yetişkin olan kişilerin bilgi ve becerilerini arttırmak anla­ mına gelmektedir. Fabrika­ lardaki üretimi gerçekleşti­ ren, tarladan ürünü sağlayan, şu anda aktif olarak çalış­ makta olan kişiler olduğuna göre, bu kişilerin en verimli hale getirilmeleri gereklidir. Bütün sanayileşme çabaları­ na rağmen, ülkemizde tarım önemli bir yer tutmaktadır. Daha iyi nasıl mahsul alı­ YAŞADIKÇA EĞİTİM 15 nacağı konusunda çiftçimiz sürekli eğitime tabi tutulma­ lıdır. Çeşitli firma ve kurum­ lar da ellerinde bulunan per­ soneli daha verimli bir hale getirebilmek için hizmet içi eğitime giderek artan bir önem vermektedirler. Yetişkin eğitiminin çok önemli diğer bir boyutu da gelecek nesillerin bugünkü yetişkinlerce şekillendirilme­ si dir. Bu anlamda yetişkinin eğitiminin etkisi, denize atı­ lan bir taş gibidir; giderek ar­ tan etkileri vardır. Şüphesiz her ana-baba, her öğretmen, çocuğuna ya da öğrencisine en iyi eğitimi vermek ister. Buna karşılık, acaba bu kişi­ lerin yüzde kaçı çocuk eği­ timi konusunda yeterli bil­ giye sahip olduğuna ve sağ­ lıklı bir eğitim verebildikle­ rine inanmaktadır? Acaba kaç veli çocuklarının zekâsının büyük bir bölümünün okul­ öncesi dönemde geliştiğinin, ailenin davranışlarının (fizik­ sel ihtiyaçlarını karşılama, sevgi ve yakınlık gösterme gibi) çocuğun kişiliğinin ge­ lişmesinde ne denli önemli olduğunun bilincindedir ve bu konulara gereken önemi vermektedir? Veliler, ihmal ettikleri için mi, yoksa gerek­ li bilgilere sahip olmadıkları için mi çocuklarının eğitimin­ de pek çok hatalar yapmak­ tadır? İstanbul Üniversite- si'ndeki “Ana Baba Okulu” böyle bir ihtiyaca cevap ver­ mek için açılmış ve büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Dile­ ğimiz, bu tip olumlu uygu­ lamaların ülke çapında ve ku­ rumlar bazında yaygınlaştı- nlmasıdır. Acaba öğretmen­ lerimiz, çocuklarımıza çağdaş gelişmeler ışığında eğitim ve­ recek biçimde kendilerini ye­ nilemekte midir? Eldeki mal­ zeme insan olunca, yapılan hataların giderilmesinin ne 16 YAŞADIKÇA EĞİTİM denli zor olduğu açıkça orta­ dadır .Yapılacak hatalar, ulus­ ların, hatta dünyanın kaderini değiştirecek boyutlara ulaşa­ bilir. Günümüzde öğrenme; ar­ tık yeme, içme, güvenlik duyma gibi temel insan ih­ tiyaçlarından biri haline gel­ miştir. Çok yakın bir gele­ cekte, bilgi ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak, köklü sosyo-ekonomik deği­ şiklikler yer alacaktır. Bu de­ ğişiklikler, umulmadık dere­ cede ekonomik faaliyetlerde, iş gücünün niteliklerinde,ça­ lışma biçimleri ve boş zaman Kendimizi daha iyi gerçekleştirebilmek, daha iyi bir eş, daha iyi anne-baba, daha iyi dünya vatandaşı olabilmek ve de ülke kalkınmasına daha iyi katkıda bulunabilmek için artık yetişkin eğitimine gereken önemi vermeliyiz. faaliyetlerinde hızlı farklılaş­ malara yol açacaktır. Daha az zaman kullanılarak, daha ni­ telikli elemanlarca, daha ka­ liteli işler yapmak gerekecek­ tir. Öyleyse bu değişimlere ayak uydurabilmek esastır. Hayat boyunca aynı mesleği sürdürme fikri giderek gün­ celliğini kaybetmektedir. Sü­ regelen değişimlere en yük­ sek derecede uyum sağlaya­ bilen kişi ve uluslar, varlık­ larını başanyla sürdürebile­ cek, diğerleri başarısızlığa mahkûm olacaklardır. Her ülke, vatandaşlarına, kendile­ rini en üst derecede gerçek- leştirebileceleri,hem kişi hem toplum olarak refah seviye­ sine ulaşabilecekleri imkân­ ları sağlamakla yükümlüdür. Bu gerçekler göz önünde bulundurularak özetlendiğin­ de; hiç kimsenin okullardan, artık eğitimlerinin bitmiş ol­ duğu duygusuyla ayrılma­ ması, okullarda gençlere ve­ rilen eğitimin, yaşantılarının çok daha büyük bir zamanını oluşturan yetişkinlik hayatına hazırlayıcı, ilerde daha da ge­ liştirilebilecek nitelikte olma­ sı gerekmektedir. Öyleyse kendimizi daha iyi gerçekleş­ tirebilmek, daha iyi vatan­ daş, daha iyi eş, daha iyi an­ ne-baba, daha iyi dünya va­ tandaşı olabilmek ve de ülke kalkınmasına daha iyi kat­ kıda bulunabilmek için artık yetişkin eğitimine gereken önemi vermeliyiz. KAYNAKÇA 1- Darkenwald and Merriam. Adult Education: Foundati­ ons of Practice, New York: Harper Publishing Company, 1982. 2- Jarvis, Peter. Adult and Continuing Education The­ ory and Practice,Croom Helm. London and Canberra Nichols Publishing Co. New York, 1983. 3- Knowles, Malcolm. S. The Modern Practice of Adult Education, New York: Associa­ tion Press, 1970. 4- Lowe, John (Çeviren: Turan Oğuzkan), Dünyada Yetişkin Eği­ timine Toplu Bakış, Ankara: Unesco Türkiye Milli Komisyo­ nu, 1985. 5- Titmus, Colin. Strategies for Adult Education, The Open Univ. Press, Milton Key­ nes, 1981. 6- Titmus, C., Butedahl, P., Ironside, D. (Çev: Ferhan Oğuz­ kan), Yetişkin Eğitimi Te­ rimleri, Ankara: Unesco Türki­ ye Milli Komisyonu, 1985. Gençlik ve Yard. Doç. Dr. Mustafa YILMAN (DEÜ Buca Eğitim Fakültesi) Geleceğini güvence altına almak isteyen milletler, yarının gençlerinin hangi değerlerle donatılması gerektiğini araştırmak, bulmak ve gerekeni zamanında yapmak zorundadırlar. Bunun en güvenilir ve kestirme yolu ise eğitim ve öğretimden geçmektedir. Öyleyse “Geleceğin gençliği nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı, yine bir başka soru olan, “Geleceğin eğitimi nasıl olmalıdır?” sorusunun içindedir. GENÇLİĞİN TANIMI Nedir gençlik? Bunca il­ giyi üzerine çekişi nedendir? Niçin dün olduğu gibi bugü­ nün ve yarının en önemli toplumsal sorunları arasında yer almaktadır? Gençliğin, gerek biyolojik ve gerekse sosyolojik olarak toplumun diğer kesimlerinden farkı ne­ rededir? Geleceğin gençleri nasıl olmalıdır yahut olmak zorundadır? Bu tür sorular, hemen her ülkede sıkça soru­ lan ve cevaplar aranmaya ça­ lışılan konulardır. Gençlik, bir milletin ge­ leceği, itici ve ilerletici gücü­ dür. Yaşanılan günlerin ay­ nası, gelecek yarınların ha­ bercisidir... Gençliği tanı­ mak, onun durumunu, dü­ şüncesini, duygusunu, tutu­ munu ve eylemini bilmek de­ mektir. Bütün bunlar, gencin içinde yerleştiği ve yaşadığı çevrenin doğal, sosyal, eko­ nomik, kültürel şartlan ile değişir, şekillenir. ı Gençlik üzerinde bunca ilginin yoğunlaşması ve ya- tınmlann büyük çoğunluğu­ nun gençliğe yönlendirilme­ si, aslında her toplumun ön­ celikle yapması gereken gö­ revidir. Çünkü gençlik, bir ulusun varlık nedeni olduğu bir yana, geleceğinin de en sağlam güvencesidir. Gençliği tanımak, onun durumunu, düşüncesini, duygusunu, tutumunu ve eylemini bilmek demektir. 1960'11 yılların sonlarına gelinceye kadar dünya ve Türkiye, gençlik konusunda tam anlamıyla yeterli bir du­ yarlılık göstermemiştir. An­ cak dünya genelinde 1968 yı­ lında başlayan gençlik hare­ ketleri, bütün devletleri »genç­ lik sorununun boyutları ve önemi hakkında daha fazla bilinçlenmeye götürmüş ve giderek artan biçimde iyileş­ tirici önlemlerin alınmasına neden olmuştur. Gerçekten gençler, bir toplumun aynasıdır. Çünkü gençler, bir toplumdaki ra­ hatsızlıkları, çelişkileri en so­ mut biçimde davranışlarında yansıtır, dile getirirler. Nite­ kim gençlik davranışlarına bakarak, bir toplumun sorun­ ları hakkında bilgi edinmek mümkündür. YAŞADIKÇA EĞİTİM 17 Yalnız gençlik sorunu; pedagoji, psikoloji, sosyolo­ ji, antropoloji, ekonomi, kri­ minoloji ve benzeri disiplin­ lerin ortaklaşa çözümleyebi­ lecekleri çeşitli tür ve boyut­ larda özellilder sergilemekte­ dir. Bizim burada üzerinde duracağımız nokta; ulusal varlığımızın temel güvencesi olan gençlerin, gelecekle iliş- Toplumlannm aynası olan gençler, o toplumdaki rahatsızlıkları, çelişkileri en somut biçimde davranışlarında yansıtır, dile getirirler. kileri ve nasıl bir eğitimle ye­ tiştirilecekleri konusudur. Başka deyişle,“Yarının genç­ leri hangi niteliklere sahip ol­ malı, hangi bilgi ve becerileri kazanmalıdır?” sorusuna, be­ lirli sınırlar içerisinde cevap aramaktır. Gençlik, tanımlaması ol­ dukça güç olan, biyolojik, psikolojik ve sosyal bir ge­ lişme, olgunlaşma çağı olup genellikle kronolojik olarak 14-24 yaş dilimleri arası dö­ nemi kapsamaktadır.1 Gençlik devresinde bulu­ nan genç kuşakların; bedence ve ruhça büyük bir değişim geçirmekte oldukları... Ger­ çekten bedensel, ruhsal ve zihinsel bir bocalama, bu­ nalım içinde bulundukları, masal çağından çıkıp gerçeğe ulaşma çabası gösterdikleri, bundan dolayı ciddi bir şüp­ he ve kaygı duydukları, ba­ ğımsızlık hırsı ve otoriteye 18 YAŞADIKÇA EĞİTİM isyan davranışları sergiledik­ leri, kendilerini kanıtlamak istedikleri, kültürel değerlerle çatıştıkları, tam anlamıyla bir rehberlik ve yardıma muhtaç oldukları hemen herkesçe bi­ linmesine ve gözlenmesine karşılık, kendilerinin gerek­ tiği ölçüde ilgi, sevgi ve yar­ dım görebildiklerini söyle­ mek çok güçtür.2 ’ Geleceğini güvence altına almak isteyen bütün millet­ ler, yarının gençlerinin hangi değerlerle donatılması gerek­ tiğini araştırmak, bulmak ve gerekeni zamanında yapmak zorundadırlar. Bunun en gü­ venilir ve kestirme yolu ise eğitim ve öğretimden geç­ mektedir. Öyleyse “Gelece­ ğin gençliği nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı, yine bir başka soru olan, “Geleceğin eğitimi nasıl olmalıdır?” so­ rusunun içindedir. Gençlik; biyolojik, psikolojik ve sosyal bir gelişme, olgunlaşma çağı olup genellikle kronolojik olarak 14-24 yaş dilimleri arası kapsanoktadır. Gerçekten insanlığın ya­ hut yerel olarak bir toplumun elde ettiği her türlü başarının veya ürünün; daha açıkçası bilginin, becerinin, tekniğin, yöntemin ve bulgunun yeni kuşaklara kazandınlabilmesi ve geçişin sağlanabilmesi, sadece eğitim ile mümkün olabilir. Söz konusu değer- legitim, en geniş ve genel anlamıyla temelde bir etkileşim işi olup birden çok insanın birbirleri üzerinde etkili olarak birtakım değişiklikler meydana getirebilmeleridir. lerin eğitimin dışında başka bir araçla taşınması, işlen­ mesi ve geliştirilmesi olası­ lığı yoktur. Çünkü en geniş ve genel anlamda tanımlamak gere­ kirse eğitim, temelde bir et­ kileşim işi olup birden fazla insanın birbirlerinin üzerinde etkili olarak birtakım deği­ şiklikler meydana getirebil­ meleridir. Nitekim insanla hayvan arasındaki asıl keskin çizgi burada bulunmakta ve insa­ nın, kazandıklarını öteki in­ sanlara aktarabilme yeteneği olmasına karşın, hayvanlar bundan yoksun görünmek­ tedir. Gerçekten eğitilmiş bir insan başka bir insanı eğite- bilirken, aynı şekilde, eğitil­ miş bir yunus başka bir yu­ nusu eğitememekte, bilgisini ve becerisini ona aktarama- maktadır. YAREVLV EĞİTİMİ VE GENÇLİK Eğitimin; genç insanların şekillendirilip yönlendirilme­ sinde ve kendilerine birtakım değerler kazandırılmasında, en etkili ve kalıcı araç oldu­ ğundan hareket ederek yarı­ nın, 2000'li yılların eğitimi­ nin ana çizgilerini şöyle sıra­ layabiliriz^ 1- Demokratik, yapıcı, birleştirici ve üretkendir. 2- Her türlü olumlu geliş­ meye açıktır. 3- Teknoloji kullanımı üst düzeydedir. 4- Doğru, geçerli ve kul­ lanılabilir değerler kazandı­ rır. 5- Yeteneğe ve kişiliğe saygıya dayanır. 6- Toplumun her yönden kalkınıp ilerleyebilmesinde temel araçtır. 7- Katılımcı, barışçı ve gelişmecidir. 8- Önyargılardan kurtul­ muş, bilimsel ve araştırıcıdır. 9- Gereksiz bilgilerden ayıklanmış seçici bir öğretimi • • • • • •ongorur. 10- Öğrenimde herkes için olanak ve fırsat eşitliğini sağ­ lamıştır. 11- Bütün gençlerin insan onuruna yaraşır bir hayat sü- rebilmeleri için zorunlu geliri elde edebilecekleri bir iş, bir meslek edinebilmelerini mümkün kılacak eğitsel or­ tamları yaratmıştır. 12- Bütün bunları başarıy­ la gerçekleştirebilecek yeter­ likte öğretmen, eğitimci ve yöneticilere sahiptir. Görüldüğü gibi geleceğin eğitimi, bugünkünden çok farklı olguları içermekte ve bunları çözümlemiş olmayı varsaymaktadır. Özellikle ya­ rının eğitimi; üretken, barış­ çı, gelişimei? mutlak bir iş ve meslek sahibi,girişimci, araş­ tırıcı gençlerin yetiştirilmesini amaçlamaktadır. Yetiştirilecek gençler, ön­ celikle doğru, geçerli ve uy­ gulanabilir bilgi ve becerilerle donatılmış olmalıdırlar. Bilgi dolu beyinlere değil, fakat iyi işleyen beyinlere sahip kılın­ malıdırlar. Atatürk'ün dediği gibi; “Eğitim ve öğretimde izlene­ cek yöntem, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir baskı aracı, yahut uygar bir zevk olmak­ tan çok, gerçek maddi hayat­ ta başarılı olmayı sağlayan pratik ve uygulanabilir bir araç haline getirmektir. Milli Eğitim ... bu esasa önem vermelidir.”^ Oysa konuya ilişkin ola­ rak 1984 yılında hazırlanan bir raporda şu görüşlere yer verildiği gözlenmektedir^ 1- Halen yürürlükte olan eğitim programı ağırdır ve öğrencilere yük getirmekte­ dir. 2- Program çağın geri­ sinde kalmıştır. YAŞADIKÇA EĞİTİM 19 3- Öğrencilere verilen bil­ giler, günün bilim düzeyin­ den uzaktır. Program günü­ müzün bilim ve teknik dü­ zeyinin gerisinde kalmıştır. 4- Konuların öğrencilere günlük yaşamlarında yardım­ cı olacak biçimde seçilmesi, kafalarının gereksiz bilgilerle doldurulmaması gerekir. 5- Bazı ders konulan ilk­ okul, ortaokul ve lisede tek­ rar edilerek okutulmaktadır. Konulann tekrar işlenmesi, ders saatlerinin tekrarla geç­ mesi yerine, yeni konular iş­ lenebilir. 6- Derslerde öğrencilerin sorunlan işlenmemektedir. Yeni programda, öğrenci ve ailelerinin sorunlarına eğilen konular bulunmalıdır. 7- Eğitim sisteminde öğ­ renciler ezberciliğe yöneltil­ mekte, bir öğrenci konuyu anlamadığı halde ezberlemek­ tedir. Bunun yerine dersler bilgi verici biçimde verilmeli­ dir. 8- Her öğrenciye yetenek­ leri araştırılmadan aynı eğitim verilmektedir. Oysa, öğrenci yeteneğine göre eğitilmelidir. 9- Ders konulan öğrenci­ lerin ilgisi dışındadır. Yeni programda öğrencilerin ilgi­ sini çekecek, hevesini arttıra­ cak konular işlenmelidir. Burada özellikle geleceğin Türk gençlerinin yetiştiril­ mesi bakımından çok önemli, fakat yanlış saydığımız bazı noktalara değinmeyi zorunlu görmekteyiz. Yarının eğitimi demokratik ve katılımcı olacağına, yeteneğe ve kişiliğe saygıya dayanacağına göre, ders konularının belli bir oranda seçiminde öğrencilerin en n görüşlerinin alınması, 2000'li yılların eğitim anlayışının doğal bir gereğidir. Raporun 4.,6. ve 9. mad­ delerinde ders konularının öğrencilerin günlük yaşam­ larına yardım etmediği ve on­ ların sorunlarına eğilmediği bildirilmektedir. Ancak bu­ nun nasıl gerçekleştirileceği açıklanmamaktadır. Oysa iş­ lenecek ders konularının öğ­ rencilerin ilgisini çekebilme­ si için mutlaka kendilerinin belirli ölçülerde, konulann belirlenmesinde söz sahibi olmalan, başka deyişle bü­ yüklerin hazırlayıp gençlere sunduklan kalıp, paket prog­ ramlar yerine, katılımcı bir eğitimin gereği hazırlanacak ortak programların oluştu­ rulabilmesi için uygun orta­ mın hazırlanması şarttır. Yannın eğitimi demokra­ tik ve katılımcı olacağına, ye­ teneğe ve kişiliğe saygıya da­ yanacağına göre, ders konu- lannın belli bir oranda se­ çiminde öğrencilerin yetkili kılınması, en azından kendi­ lerinin görüşlerinin alınması, 2000'li yılların eğitim anla­ yışının doğal bir gereğidir. Bu açıdan her düzeydeki eğitim ve öğretim programla- 20 YAŞADIKÇA EĞİTİM nnın hazırlanmasında genç­ lerin katkısı sağlanmalı, gö­ rüşleri mutlak alınmalı ve her şeyi büyükler, yetişkinler bi­ lir saplantısından kurtulun- malıdır. Bize göre gençlerin, her düzeydeki ve türdeki eği­ tim etkinliklerinde sorumlu­ luk almaları, gerek kişilik ve karakter gelişimlerinin tam olması gerekse yarının top- lumunun uygar bir görünüm kazanmasında önemli ve vaz­ geçilmez yararlar sağlayacak­ tır. Gençlerin yeteneklerine inanmalı ve kendilerine gü­ venilmelidir. Onlara kendile­ rini kanıtlama, gösterme fır­ satları verilmeli, başarılan desteklenmeli ve eğer olursa yanlışlarını, eksiklerini dü­ zeltmek, gidermek için onlara zaman tanınmalıdır. Eleştiri­ ler mutlak yapıcı olmalıdır. Geleceğin Türk gençleri; kendilerine güvenleri olan, çalışkan, yaratıcı, üretici ve işbirliği duyguları gelişmiş, sorumluluklannm bilincine varmış, kendilerine güveni­ len ve düşüncelerine saygı duyulan birer insan olarak yetiştirilmelidir. Bunun için her düzeyde gerekenler ya­ pılmalı ve hiçbir özveriden kaçınılmamalıdır.Çünkü eği­ time yapılan her türlü yatı­ rım, en değerli yatırımdır. Bir ülkenin kalkınmasında eğitilmiş insan gücünün öne­ mini anlamak bile belirli dü­ zeyde bir eğitimi zorunlu kı­ lar. Uzmanlar, ABD ve Ja­ ponya'nın kalkınmasında ve bugünkü duruma gelmesin­ de, eğitimin büyük payı ol­ duğu konusunda birleşmek­ tedirler. Nitekim Japonya'nın bu­ günkü eğitim sistemi, toplu­ mun sürekli değişen insan gücü istemlerini karşılayan yapısal bir gelişme süreci içinde bulunmaktadır... Eği­ tim, öğrenim ve kültür konu­ lan, ekonomiden jıemen son­ ra, günlük basının ve ulusal bilincin ikinci önemli sorunu­ dur... Ortaokula dayalı beş yıllık Teknoloji Kolejleri, ulusal ekonomi ve ileri tek­ nolojinin ustalarını, yaratıcı öncülerini yetiştirmektedir.6 Görülüyor ve anlaşılıyor ki, 2000'li yıllar, bir teknolo­ ji çağı olacaktır. Bu nedenle, geleceğin gençleri büyük ço­ ğunlukla teknokratlan oluştu­ racaktır. Ancak eğitim siste­ mi bir yandan teknik insan gücünü yetiştirip bunun kali­ tesini yükseltirken öbür taraf­ tan onun ruhen sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için gerekli öğelere de yer vermek zorundadır. eğitiminde; bilgi edinme, dinlenme ve eğlenme arasında bir bütünlük sağlanması, onun yarma hazırlanırken dengeli ve sağlıklı bir ruhsal yapıya ka vuşturu iması kaçınılmazdır. Gençliğin eğitiminde; bil­ gi edinme, dinlenme ve eğ­ lenme arasında bir bütünlük sağlanması, onun yarına ha­ zırlanırken aynı zamanda dengeli ve sağlıklı bir ruhsal yapıya kavuşturulması kaçı­ nılmazdır. Gençlik, ülkemizde gide­ rek artan ölçüde ve yaygın biçimde gündeme getirilmiş ve Konu etııımış cumasına karşılık, onun özlemlerine tam cevap verebilmiş ol­ maktan henüz oldukça uzak olduğumuz, bir gerçektir.Ni- tekim Türkiye, çevresindeki ülkelere kıyasla genelde eği­ time gereken önemi verme­ mektedir. Sabit sermaye ya­ tırımları içinde eğitime ay­ rılan pay çok düşüktür. Ör­ neğin 1965'te eğitime ayrılan pay % 15,5 olmasına karşı­ lık, bu sayı giderek azalmış ve 1987'de % 8,5'e düş­ müştür. Oysa 1960'ta bazı Ortadoğu ülkelerinin eğitime ayırdıkları pay % 8 olup, bu­ na yakındır. Özellikle kaliteli bir eğitim ve öğretim için, hemen her­ kesin yararlanabilmesini mümkün kılacak ölçüde ve düzeyde altyapı yatırımlarının gerçekleştirilememiş olması, 2000'e çok yaklaştığımız şu yıllarda, biz Türkler için hiç de kabul edilebilir bir görün­ tü değildir. Bunun hızla dü­ zeltilmesi, zanaatsız ve mes­ leksiz bir tek gencin bile bı­ rakılmaması, tüm gençleri­ mize devletçe her türlü maddi ve manevi desteği sağlayacak organizasyonların ivedilikle gerçekleştirilmesi için gerekli yatırımların yapılması, en bü­ yük dileğimizdir. Genç deyince genelde sa­ dece öğrenim çağındaki gençler akla gelmektedir. Oy­ sa, gerek kendi başarısız­ lıkları gerekse öğrenim ola­ naklarının yeteri ölçüde sağ­ lanamaması yüzünden okul kurumu dışında kalanların da büyük bir çoğunluk oluş­ turduğu ve sorunlarının da ayrı bir özellik taşıdığı göz­ den kaçırılmamalıdır. Çünkü ortaöğretimde, ortaokul dü­ zeyinde okullaşma oranı or­ talama % 45,2 ve lisede ise % 25,6 dolayında seyretmek­ te olup ortaokul çağındaki gençlerin % 54,8'i ve lise YAŞADIKÇA EĞİTİM 21 grubundakilerin % 74,4'ü okul kurumu dışında bulun­ maktadır. Bunların bir kısmı boş gezmekte, bir kısmı da genellikle uygun olmayan iş ve zanaatlarda çalışmak zo­ runda kalmaktadır. Gerçekte devlet, her gen­ cin; yetenekleri ve kapasitesi ölçüsünde okul, kurs ya da bir iş, zanaat içinde yer alma­ sını sağlayıcı önlemler alabi­ lir ve uygulamaya geçebilir. Bunun yollan, kaynaklan ve yöntemleri araştınlıp buluna­ bilir. Ancak, bu konuda önemli bir motivasyon eksik­ liği vardır. Öncelikle bunun giderilmesi şarttır. Zaten konuya yönelik ya- yınlann; konferans, panel, sempozyum, açık oturum, brifing gibi sosyal etkinlikle­ rin amacı, söz konusu moti- Gençlik ve gelecek arasındaki ilişkide sorulması gereken sorulardan belki de en önemlisi, yarının mesleklerinin nelerden oluşacağı ve bunların hangi nitelikte insanlar; gerektireceğidir. Ua vasyon eksikliğini olabildi­ ğince gidermeye çalışmak, yetkililer düzeyinde uyarıcı etki yapmak, kamuoyunu bi­ linçlendirmektir. Ancak bu­ nun dozu hiçbir zaman kaçı­ rılmamalı, söz kısmı uygula­ manın önüne geçmemelidir. Çünkü burada asıl önemli olan, gençler için neler düşü­ nüldüğü olmayıp nelerin ya­ pılabildiği ve nelerin neden yapılamadığıdır. Çünkü ye­ tişkinlere, topluma ve bunla- 22 YAŞADIKÇA EĞİTİM nn örgütlenmiş şekli olan devlete güvenleri sarsılan bir gençlik, istemeyerek de olsa zararlı olabilir. Bundan ötürü kendilerine verilebilecek söz­ lerin,ülke olanaklarıyla oran­ tılı ve yapılabilir olması önem taşımaktadır. Gençlik ve gelecek ara­ sındaki ilişkide sorulması ge­ reken sorulardan belki en önemlisi, yarının meslekleri­ nin nelerden oluşacağı ve bunların hangi nitelikte in­ sanlar gerektireceğidir. Gözlemlere bakılırsa 2000'li yılların meslekleri, ekonomi ve teknoloji yönün­ de bir gelişme gösterme eği­ limindedir. Nitekim tıp, ec­ zacılık ve hukuk dallarına ilgi azalmaktadır. Gerçekten, el­ de edilen ücretle okul arasın­ daki ilişki araştırıldığında, ön sıralan teknik insan gücü üreten okullarla idari ve ticari nitelikli insan yetiştiren okul­ ların aldığı görülmektedir. Aynı zamanda, sağlanan üc­ retle iş deneyimi arasında ya­ kın bir ilişki bulunmaktadır. Şüphesiz gelecek, gençler içindir. Ancak onlar, gelece­ ğe ait midir, yoksa değil mi­ dir? Başka deyişle eğitim sis­ teminin yetiştirmekte olduğu insanlar, geleceğin istediği özelliklere ne ölçüde sahip­ tirler? Bu konuya ilişkin ne­ ler, nasıl yapılabilir? Hemen belirtelim ki, Tür­ kiye'nin bu konudaki soru­ nu, birçoklarının sandığı ve ileri sürdüğü gibi sadece pa­ rasal, ekonomik olmayıp da­ ha çok geleceğe ve topluma yönelik genel politikayla ilişkilidir. Gerçekten mevcut gençlik sorunlarının yaklaşık % 50'si, varolan kaynaklarla yeni düzenlemeler yoluyla kolaylıkla çözülebilir nitelik­ tedir. Bunun için konunun Hemen belirtelim ki, Türkiye'nin bu konudaki sorunu, birçoklanma sandığı ve ileri sürdüğü gibi sadece rasat, ekonomik olmayıp daha çok geleceğe ve topluma yönelik genel politikayla ilişkilidir. önemine inanmak ve işi be­ cerecek yeteneğe sahip ol­ mak yeterlidir. Doğaldır ki bu sınırlı ya­ zımızda, çözümlere yönelik ayrıntılara girmek mümkün değildir. Somut bir örnek vermek gerekirse, 1-2 yılda yükseköğrenim yurtlarının iki katına çıkarılması, iste­ nirse nelerin yapılabileceği­ nin göstergesidir. Elbette böylesine hızlı de­ ğişmelerin yaşanmakta oldu­ ğu bir zamanda, yakın, hele uzak geleceğe ilişkin tahmin­ lerin yapılabilmesi çok güç olmakla birlikte, bu konuda çalışmalar sürdürülmektedir. Burada bilimsel bir varsayım ya da kehanette bulunmak mümkün değildir. Ancak bu durum, hiçbir zaman gele­ ceğe yönelik hesapların yapı­ lamayacağı anlamına da gel­ mez. Çünkü her ne kadar tam anlamıyla bir öngörüden yoksun olsak da geleceği bugünden inşa etmek zorun­ dayız. Geleceği bugünden inşa etmek zorundayız. Çünkü artık, “Bugün dursun, 1 yarın yapılır,” diyebilme olanağı kalmamıştır. 2000 yılında nüfusumuz içindeki genç insan sayısı yaklaşık 15 milyonu bula­ caktır. Başka deyişle şu an­ daki gençler, anılan yıllarda ülke yaşamında gerçek etken birer yetişkin olacaklardır. Onun için “Bugün dursun yarın yapılır,” diyebilme ola­ nağı kalmamıştır. Özetle yarının gençleri: 1- Dünya politik yaşamı, ekonomi politikası ve tekno­ lojik yapısı, 2- Bunların Türkiye'ye doğrudan ya da dolaylı etki­ leri, 3- Türkiye'nin kendi iç yapısındaki değişmelerinin niteliği, 4- Bağımsız bir millet ola­ rak varlığımızı tehdit edebile­ cek her türlü oluşumu zama­ nında algılayabilecek olanak­ lara sahip bulunması konu­ sunda bilgili, uyanık ve ye­ terli olarak yetiştirilmek zo­ rundadırlar. Son olarak, hangi iş ve meslekler söz konusu olursa olsun, gelecek hakkında şun­ ları söyleyebiliriz.8 1- Yeni iş sayısında bir artış beklenmiyorsa da mev­ cut iş alanlarında, işlev ve ni­ teliklerin dağılımında önemli ölçüde kaymalar olacaktır. Doğrudan doğruya üretime bağlı görevler azalırken yeni ürünlerin incelenmesi, araş­ tırma, geliştirme, dağıtım, ta­ nıtım, pazarlama görevlerin­ de artış olacaktır. Dolayısıyla hizmetlerin (işletme, finans, pazarlama, iletişim...) payı artmaya devam edecektir. 2- Öbür taraftan üretim tekniklerinin çağdaşlaşmasın­ daki gelişme, yükseköğrenim görmüş kadroların oranında bir artışa yol açacaktır. 3- “Yeni teknolojilerin” gelişmesi, çeşitli toplumsal ve ekonomik engeller yüzün­ den ağır bir tempoyla gerçek­ leşecektir. Bu, mesleki eğiti­ min yeni duruma ayak uy­ durmasına zaman sağlaya­ caktır. Böylelikle yeni tekno­ lojiler yepyeni dallara olduğu kadar, geleneksel dallara (makine, dokuma...) da gire­ cektir. 4- Yeni işler gittikçe daha yüksek nitelikli bir eğitim ge­ rektirecektir. Bu eğitim çok yönlü nitelikte olacak, telli bir dalda iyice yetişmiş ol­ mayı gerektirmekle birlikte, komşu teknolojilerin (elek­ tronik, bilişim) ve yaşayan bir dilin bilinmesini de gerek­ tirecektir. her şeyden önce kendi alanların daha kaliteli ve çok yönlü yetişmek ve teknoloji rtkullanımı konusunda yetkin olmak durumundadırlar. 5- Yüksek kadrolardan bu tür bir yetişme istenirken, ara kadrolar ve daha alt kadrolar (teknisyenler, işçiler, me­ murlar) işe alınırken de daha üst düzeyde bir yetişme ara­ nacaktır. Özetle geleceğin gençleri, her şeyden önce kendi alan­ larında daha kaliteli ve çok yönlü yetişmek ve teknoloji kullanımı konusunda yetkin olmak durumundadırlar; bu­ güne göre çok daha hızlı sos­ yal, ekonomik, politik, bi­ limsel ve teknolojik değiş­ melere zamanında başarıyla uyum sağlayabilecek şekilde yetiştirileceklerdir. Atatürk'ün kendilerine sonsuz güvendiği ve üstün yeteneklerle donatılmış say­ dığı değerli Türk gençlerinin, O'nun özlediği çağdaş uy­ garlığa ulaşmada, yarınlarda önemli başarılar sağlayacak­ larına umudumuz vardır. Kendilerinin varlıklarını or­ taya koyabilmeleri ise büyük ölçüde onları yetiştirecek öğ- YAŞADIKÇA EĞİTİM 23 retmenlerin niteliklerine bağlı bulunmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin yeniden, ancak işin ehli yet­ kililerce gerçekçi bir biçimde incelenip değerlendirilmesi, bir sistem yaklaşımı içinde, bütün boyutlarıyla 2000'li yılların çağ ve ülke ihtiyaç­ larına cevap verebilecek bi­ çimde düzenlenmesi kaçınıl­ mazdır. KAYNAKÇA 1- Köknel, özcan. Türk Toplumunda Bugünün Genç ligi. Bozak Matbaası, İstanbul, 1970. 1- Köknel, özcan. Cumhu­ riyet Gençliği ve Sorunları. Cem Yayınevi, Başaran Matbaası, İstanbul, 1981. 2- Akgül, Mehmet Kültür Varlığımızın Korunması ve Gençlik. İzmir Büyükşehir Bele­ diyesi Kültür Yayını, İzmir, 1985. 3- Yılman, Mustafa. Türkiye' de Ortaöğretime Öğretmen Yetiş­ tirme Sisteminin Pedagojik Te­ melleri. Doktora Tezi, DEÜ Sos­ yal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 1987. 4- Genelkurmay Başkanlığı, Atatürkçülük. I. Genelkurmay Basımevi. Ankara, 1982. 5- MEGSB. Tanıtma- I Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1984. 6- Güvenç, Bozkurt. Japon Kültürü. Türkiye İş Bankası Ya­ yını No: 213 Ankara, 1980. 7- Fransız Büyükelçiliği. Fransa'dan Haberler Sayı: 1010 Ankara, 1985. 8- Selçuk Üniversitesi. I. Milli Gençlik Kongresi. Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya, 1987. 9- Ekşi, Aysel. Gençleri­ miz ve Sorunları. İstanbul Üniversitesi Yayını No: 2790 İs­ tanbul, 1982. 10- Türk Eğitim Demeği. Gençliğin Eğitimi ve So­ runları. TED Yayını No. 9 An­ kara, 1985. 24 YAŞADIKÇA EĞİTİM ^NE YAPMALI NASIL YAPMALI NE YAPMALI NASIL YAPMALI NE < z insanın yeni bir şeyler öğrenebilmesi, kendini gös­ terebilmesi için mutlaka oku­ la gitmesi gerekli değildir. Okullar, uzun yıllar alan bir iz­ lence (program) çerçevesin­ de, öğrencilere çeşitli bece­ riler kazandırmanın yanı sıra, onlara birtakım ahlaksal, sos­ yal,ekonomik değerler aşılar. Ancak, eğitim sadece okul­ larla sınırlı değildir. Eğitimini bitirmiş ya da çeşitli neden­ lerden dolayı eğitimi yarım kalmış kişiler, eğitim ve öğre­ nim gereksinimlerini çeşitli biçimlerde karşılayabilirler. İster ilkokul mezunu ol­ sun, ister üniversite mezu­ nu, kendini yeni şeyler öğ­ renmeye açık hisseden her­ kes, bu isteğini, belli bir alan ya da beceriye yönelterek, gerek var olan yetişkin eğiti­ mi merkezlerinden gerekse kendi sağlayacakları olanak­ larla giderebilir. Örneğin, siz ortaokul mezunu bir genç olarak, ilgilerinizi ve ne yap­ mak istediğinizi bir gözden geçirip şimdilik kendinizi de­ neyeceğiniz bir alan bulabilir­ siniz. Yalnız, bu alanı seçer­ ken seçiminizin gerçekçi ol­ ması amacıyla şu noktaları gözden geçirmeniz yararlı olacaktır. Z SN nVlNdVAHSVN flVlNdVA SN nVINdVAlİSVN nVlAIdVA Amacım Nedir? Ne Yap­ mak istiyorum? Bunu belirlerken şu nok­ talara dikkat edin: a) Varmak istediğiniz nok­ ta neresidir? b) Bu alan sizi hem mad­ di hem de manevi açıdan doyuracak mı? c) Eğer istediğiniz sade­ ce gelir getirecek bir meslek­ se; seçtiğiniz alanın geliri si­ zin istediğiniz düzeyde mi? d) Seçtiğiniz alan ya da beceri, ileride size kendinizi daha da geliştirme olanağı sağlayacak mı? e) Eğer istediğiniz sa­ dece sizi meşgul edecek bir alan ya da becetiyse; bu alan yeterince geniş ve doyurucu mu? Doğal olarak, yukarıda belirtilen noktaların amacı, sadece sizin bilinçli ve sağlık­ lı bir seçim yapmanıza yar­ dımcı olmaktır. Doğru seçim yapabilmenin bir başka ko­ şulu da önceden bilgi edin­ menizin gerekliliğinin yanı sıra, seçtiğiniz alanda dene­ yim kazanmanıza da bağlıdır. Bu nedenle kendinize, seç­ tiğiniz alanda bir deneme yapma fırsatı tanımalısınız. Size şimdiden, seçece­ ğiniz alanda başarılar dileriz. N E Y A P M A LI N A S IL Y A P M A LI N E YAPM ALI N A S IL Y A P M A LI N E YA PM ALI N A S IL YA PM ALI N E YA PM ALI N A S IL YA PM ALI N E YA PM ALI N A Çocukların ve Gençlerin Okuma Alışkanlıkları Üzerine Doç. Dr. Üstün DÖKMEN (Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi) Çocukların ve gençlerin hatta yetişkinlerin yeterince kitap okumamalarının en önemli nedenlerinden birisi, iyi okuyamıyor olmalarıdır. Çocuklarımızın ve genç­ lerimizin okumaya ilgilerini arttırmak, daha çok ve daha iyi okumalarını sağlamak amacıyla çeşitli çalışmalar ya­ pılmaktadır. Bu çalışmaların yönünü ve niteliğini belirle­ mek için çocuklann ve genç­ lerin okuma ile ilgili sorun- lannı araştıran bilimsel ince­ lemelere ihtiyaç vardır.- Bu ihtiyaç doğrultusunda 1989 yılında, “Okuma Becerisi, ilgisi ve Alışkanlığı Üzerine Psiko-Sosyal Bir Araştırma” adını taşıyan bir araştırma gerçekleştirdik. Bu yazıda, söz konusu araştırmanın çer­ çevesi ve bazı bulgulan özet­ lenecek, gözlenen sorunlara çözümler önerilecektir. Adı geçen araştırma kap­ samında, “Okuma Becerisi Testi”, “Okuma ilgisi Ölçe­ ği”, “Okuma Alışkanlıktan Anketi” ve “Kütüphane Kul­ lanım Anketi” adlı araçlar ge- I liştirilmiş ve uygulanmıştır. Bu araçlar, Ankara'nın çeşitli semtlerindeki dört ilkokul­ dan, dört liseden ve iki üni­ versiteye ait beş fakülteden seçilen toplam 805 öğrenciye uygulanmıştır.Elde edilen ba­ zı ilginç bulgulan şöyle özet­ leyebiliriz: Okuma Becerisi testi, Sa­ bahattin Eyüboğlu'nun Mon- taigne'den çevirdiği “Dene­ meler” adlı kitaptan aldığımız kısa bir metinden oluşmak­ tadır. Dilimizde 15 defa bası­ lan bu popüler kitaptan alınan söz konusu metni öğrenci­ lerin kaç dakikada okudukları belirlenmiş, metni ne ölçüde anladıklannı görmek içinse, kendilerine 10 soru sorul­ muştur. Bu işlem sonucunda her öğrenciye a) Okuma hızı puanı ve b) Okuduğunu anla­ ma puanı verilmiştir. Lise öğrencilerinin ortalama ola­ rak dakikada 135, üniversite öğrencilerinin ise 146 kelime okudukları bulunmuştur; bu­ rada söz konusu olan sadece okumaktır. Anlayarak oku­ mak söz konusu olduğunda ise liseli öğrencilerin dakika­ da ortalama 55 kelimeyi, üni­ versiteli öğrencilerinse 91 ke­ limeyi anlayarak okudukları görülmüştür. Bu hızlar çok düşüktür. Uygun eğitimin verilmesi durumunda, yetiş­ kinlerin dakikada 1000, hatta daha fazla kelimeyi anlayarak okuyabildikleri bilinmekte­ dir. Kendi kendilerini eğiten­ lerinse, dakikada en az 5 kelimelik bir hıza erişmeleri mümkündür. Öğrencilerimiz, kendile­ rine verilen metni hem yavaş okumuşlar hem de ilk oku­ yuşta yeterince kavrayama­ mışlardır. Okudukları metne uygun bir başlık koymaları istendiğinde, lise öğrencileri­ nin % 47'si, üniversite öğ­ rencilerinin ise % 17'si met­ nin kapsamına/ana fikrine uygun bir başlık koyama- YAŞADIKÇA EĞİTİM mışlardır. Öğrencilere sorulan sorulardan biri de metnin ya­ zarının kim olduğuydu. Me­ tinde yazarın kimliği hak­ kında en küçük bir bilgi yok­ tur, metnin Montaigne'e ait olduğu,sadece araştırmacı ta­ rafından bilinmektedir. Böyle olunca da okuyuculardan beklenen, söz konusu soruya “Metnin yazan belli değil,” diye cevap vermeleridir. Oy­ sa lise öğrencilerinin % 65'i, üniversite öğrencilerinin ise % 64'ü yazann adının “Pli- nius” olduğunu ileri sürmüş­ lerdir. Öğrencilere verilen Yara# ve yeterince anlamadan okuyanlar, daha çok mizah ve magazin türü dergileri tercih etmektedirler; buna karşılık, hızlı ve anlayarak okuyanlar ise çeşitli dergilerine ve roman türü kitaplara yönelmektedirler. metnin ilk cümlesi şöyle baş­ lamaktaydı: “Plinius'un de­ diği gibi, herkes kendisi için bir derstir; ...”. Daha sonra metin içinde yazar (yani Montaigne), pek çok defa “Ben” zamirini kullanmıştır. Bu durumda, “Ben” diyen kişi ile Plinius'un aynı kişi olmadığı açıktır. Metin yaza­ rının Plinius olduğunu söy­ leyen okuy uculann, çok dik­ katsiz okudukları anlaşılmak­ tadır. Öğrencilerimizin okuma hızlan ile metni anlama dü­ zeyleri ve okumaya ilgileri arasında anlamlı ilişkiler bu­ lunmuştur; şöyle ki: Yavaş okuyanlar daha az, hızlı oku­ yanlar daha fazla anlamak­ tadır. Yine, yavaş okuyanla- nn okumaya ilgileri az, hızlı okuyanlann ise fazladır. Bu­ nun bir uzantısı olarak, oku- duklannı daha iyi anlayan- lann, az anlayanlara oranla okumaya daha fazla ilgi duy­ dukları anlaşılmaktadır. Ya­ vaş ve yeterince anlamadan okuyanlar, daha çok mizah ve magazin türü dergileri ter­ cih etmektedirler, buna karşı­ lık, hızlı ve anlayarak oku­ yanlar ise çeşitli bilim-kültür dergilerine ve roman türü ki­ taplara yönelmektedirler .Elde edilen bu sonuçlar, bize, ço­ cukların ve gençlerin kitaba yönelik ilgilerini nasıl arttıra­ bileceğimiz konusunda ipucu Çocuklara, özel eğitim vererek sağladığımızda, hem kitaba duydukları ilgi artacak hem de çeşitli yayınlara yönelebileceklerdir. vermektedir. Çocukların ve gençlerin hatta yetişkinlerin yeterince kitap okumamaları­ nın nedenlerinden birisi, iyi okuyamıyor olmalarıdır. Öy­ leyse kişilere, özellikle ço­ cuklara, bu konuda özel eği­ tim vererek daha iyi okuma­ larını sağladığımızda, hem kitaba duydukları ilgi artacak hem de daha çeşitli yayınlara yönelebileceklerdir. Araştırmamızın bir başka bulgusuna göre de öğrencile­ rimiz, kütüphanelerden nasıl yararlanılacağını yeterince bilmemektedirler. Üniversite öğrencilerinin % 0,8'i konu 26 YAŞADIKÇA EĞİTİM kataloguna bakmayı, % 23'ü Index'in, % 95'i ise Abst- ract'ın ne olduğunu bilme­ mektedir; % 98'i ise Türkiye Makaleler Bibliyografyasına Öğrencilerimiz , kütüphanelerden nasıl yararlanılacağını yeterince bilmemektedirler. hiç bakmamıştır, öğrencile­ rin kütüphanelerdeki kay­ naklara çok fazla ihtiyaç duy­ madıktan da anlaşılmakta­ dır; üniversite öğrencilerinin % 83'ü kütüphaneye gitmek­ te, gidenlerinse % 54'ü kü­ tüphanede kendi kitap ve not­ larından çalışmaktadır. Bu durumda kütüphanelerin, da­ ha çok "okuma salonu" niye­ tine kullanıldığını söyleyebi­ liriz. Böyle olmasının nedeni ise herhalde, öğrencilerimizin kaynak aramaya yeterince yöneltilmemeleri ve derste tu­ tulan notların sınıf geçmek için yeterli olabilmesidir. Öğrenciler içinden, liseye gidenlerin % 24’ ü, üniver­ siteye gidenlerin % 19'u öğ­ retmenlerinden, bir rehberlik uzmanından ya da kütüphane görevlisinden kütüphanede kaynak aramayı öğrendikle­ rini belirtmişlerdir, geri kalan büyük çoğunluk ise ya kendi kendine öğrenmiş ya da hiç öğrenememiştir. Bu durumda kanımızca, öğrencilere kü­ tüphane kullanımının öğretil­ mesi, okullardaki rehberlik hizmetlerinin ihmal edilmez bir parçası kabul edilmelidir. İlkokullarımızda ise du­ rum daha yüz güldürücüdür. Bulgularımıza göre, ilkokul öğrencilerinin çoğunluğu ço­ cuk kütüphanelerine gitmekte ve ödünç alma sisteminden yararlanmaktadırlar. Ayrıca belirtmek gerekir ki ilkokul­ larımızda sürdürülmekte olan "sınıf kitaplığı" uygulaması da yararlı olmaktadır. Bu ko­ nuda üzücü olan, okulları­ mızda okul kütüphanesine hemen hiç önem verilmeme­ sidir. İlkokulların büyük ço- sürdürülmekte olan “sınıfkitaplığı" uygulaması, öğlenciler için yararlı olmaktadır. ğunluğunda kütüphane ya hiç yoktur ya kütüphane vardır ama kadrosuzluk nedeniyle memur bulunamadığı için ka­ palıdır ya da vardır ve açıktır Bazı ilkokullarda, ansiklopedi dizileri idarecilerin odasındadır ve öğrencilerin bunlara “el sürme" şansları oldukça azdır. ama okulun bodrum katinda­ dır. Yine bazı ilkokullarda, ansiklopedi dizileri idarecile­ rin odasındadır ve öğrencile­ rin bunlara "el sürme" şans­ ları oldukça azdır. Çocuklar kitabı evlerinde de okuyabi­ lirler; fakat çocuklarımızı ya­ rının okuyucuları yapmak is­ tiyorsak, onlara, kütüphane­ nin kendine özgü havasını te­ neffüs etme fırsatı vermeli­ yiz. Bu konudaki son öneri­ miz "kütüphane gönüllüleri" ile ilgilidir. Batı ülkelerindeki çocuk kütüphanelerinde, gü­ nün belli saatlerinde çalışan kütüphane gönüllüleri vardır. Bu sistemi ülkemizde de kur­ mak ve kamuoyuna tanıtmak yararlı olabilir. YAŞADIKÇA EĞİTİM 27 Çocukta ve A ilede Disiplini Sağlama ve Sürdürme Yollan Oya ARCA (Özel Kültür Lisesi Rehberlik Uzmanı) Hiç kimsenin bir çocuk üzerinde fiziksel üstünlük kurmaya, onu ruhsal ve fiziksel yönden yaralamaya hakkı yoktur. Kaldı ki dayak, güçsüzlüğün bir göstergesidir. Bu yazıda, disiplini sağla­ ma ve sürdürme yollarını, neden-sonuç ve ödül-ceza ilişkileriyle açıklamaya çalı­ şacağız. Önce disiplinin tanımını yapalım: Günlük konuşma dilinde disiplin, yaygın ola­ rak belirli kuralların baskılı 28 YAŞADIKÇA EĞİTİM bir eğitimle kazandınldığı, kuralların katı bir biçimde uygulanmasını sağlamak için cezanın kullanıldığı bir yön­ tem olarak bilinmektedir. Oysa disiplin; “öğretici, düzenli, doğru davranış ve yetkinlik kazandırıcı yetiş­ tirme” demektir. Bir başka deyişle disiplin, bireyin kişi­ liğini kazanabilmesi, uyumlu ve başarılı olabilmesi için ona gereken özgürlüğün tanın­ ması; doğru yolu bulabilme­ si, toplumsal kuralları öğ­ renebilmesi için de sevgi do­ lu bir denetim ortamının sağ­ lanmasıdır. OLUMLU DAVRANIŞLAR KAZANDIRMAK Davranışlar, sonuçlarıyla kontrol edilir. Bir başka de­ yişle, bir davranış, sonucuna göre devam eder ya da sona erer. Bir davranışın sonunda istediğimizi elde ettiğimizde, o davranışı yineleme olasılı­ ğımız yükselecektir. Ancak sonuç olumsuz olduğunda, bir daha aynı davranışta bu­ lunma olasılığımız düşük ola­ caktır. Bir çocuk, istediği her­ hangi bir şeyi ağlayarak elde etmişse, çocuğun başka is­ teklerini ağlayarak bildirmesi de kaçınılmazdır; ancak ço­ cuk ağladığı halde istediğini elde edemezse, bir dahaki se­ fere ağlama olasılığı düşük olacaktır. Aişilik önce ailede şekillenir. Anne-babalar, yaşantıları, değerleri ve kişilik özellikleriyle çocuklara model olurlar. ilk çocukluktan itibaren dünyayı deneme yoluyla öğ­ renen çocuklar, bu öğrenme­ yi çok hızlı gerçekleştirirler. Bu hızlı öğrenmenin en önemli koşulu, yetişkinlerin davranışlarında tutarlı olma­ sıdır. Örneğin, bir anne, so­ kakta satılan yiyecekleri al­ mayacağını söyledikten son­ ra; çocuğu ısrar etti, ağladı ya da üzüldü diye bu kara­ rından vazgeçerse,sonuç hoş olmayacaktır.Çocuk, annesi­ nin önceden yaptığı hiçbir uyarıyı önemsemeyecek, na­ sıl olsa istekleri yerine getiri­ liyor diye ısrar etmeye de­ vam edecektir. Bu yüzden, çocuklarımız karşısında ola­ bildiğince tutarlı olmalıyız. Eğer söz konusu olan odasını toplamasını istedi­ ğimiz bir genç ise bir ön ko­ nuşmayla işe başlamakta ya­ rar vardır. Onunla, artık bü­ yüdüğü, yaşadığı yeri temiz ve düzenli tutmasının kendi­ sine ne gibi yararlan olacağı ve benzeri konularda konu­ şabiliriz. Daha sonra odayı son kez birlikte toplayabili­ riz. Bundan sonraki altın ku­ ral, annenin bir daha odayı toplamamasıdır; ikinci ve önemli kural ise genci yaptığı işten dolayı ödüllendirmek­ tir. Oda çok kötü toplanmış, anne odanın halini beğen­ memiş olabilir. Tüm bun lan n önemi yoktur. Önemli olan, çocuğun bir iş yapması ve devamının sağlanabilmesidir. Nasıl olsa zamanla daha iyisi yapılacaktır. İşte bir davranışın en önemli sonucu bu olmalıdır: ÖDÜL. Çocuk, davranışı­ nın sonucunda ödül aldığı takdirde, ne olursa olsun o davranışı sürdürmek isteye­ cektir. ÖDÜL VE CEZA Çocuğu ve genci disipline etmenin ve çeşitli kuralların yerleşmesini sağlamanın en iyi yolu, ödül-ceza sistemini kullanmaktır. Bu sistem, ku­ rallarına bağlı kalındığında çok çabuk sonuç verir. Nasıl Uygulanır? Kuşkusuz tüm anne-ba­ balar, çocuklarının olumlu davranışlar kazanmasını is­ terler. Sorun, bunun nasıl gerçekleşeceğidir.Kişilik ön­ ce ailede şekillenir,daha son­ ra çevre de buna katılır.Özel- likle anne-babalar, yaşantıla­ rı, değerleri ve kendi kişilik özellikleriyle çocuklarına mo­ del olurlar. vJlumlu davranışta bulunan çocuk hemen ödüllendirilmelidir ki, yapılan davranışın yinelenme olasılığı yükselsin. Kendi içinde tutarlı ol­ mayan bir ailede yetişen ço­ cuktan tutarlılık beklemek haksızlık olur. Öncelikle ödüllendirilecek ya da ceza­ landırılacak davranışlar belir­ lenmeli ve işe ödülden baş­ lanmalıdır. ÖDÜL NASIL VERİLMELİDİR? istenilen davranışları ka­ zandırmanın en iyi yolu, YAŞADIKÇA EĞlTİM 29 olumlu davranışları pekiş- ■ tirmektir. Olumlu bulunan ve istenilen bir davranışın ger­ çekleştirilmesinden hemen sonra ödüllendirilmesi, o davranışın bir daha yapılma olasılığını yükseltecektir. Bu aşamada ufak tefek hataları görmezden gelmek, ödülün önemini arttıracaktır. Olumlu davranışlar ödül gördükçe, çocuk, bu düzeni öğrenecek ve ödülden mah­ rum kalmamak için olumsuz davranışlarını zamanla engel­ leyecektir. Ödüller, kişinin yaşına, gereksinimlerine, ki­ şilik yapısına göre değişe­ bilir. Manevi Hangi yaşta olunursa olunsun, kişiye kıvanç verici sözler söylemek, başarılı ve uyumlu biri olduğunu belirt- Kişiye kıvanç verici sözler söylemek, olumlu yanlarını belirtmek, en etkili ödüllerdir. mek, en etkili ödüllerdir. An­ cak övgü amaçlı sözlerde aşı­ rıya kaçılmamalıdır. Yaşı küçük olanları» ku­ cağa alma, tatlı sözler söyle­ me. övme, sokağa çıkmasına izin verme, gezmeye götür­ me gibi davranışlar da etkili olacaktır. Bir genç içinse, büyük­ lerin yanında ondan övgüyle söz etme, bazı özgürlükler tanıma, yetişkin biri ol­ duğunu kabul etme tü­ ründen ödüller verilebilir. Maddi Ödüller Çocuklar için, çeşitli şe­ kerlemeler, çikolatalar, oyun­ cak türü hediyeler almak, te­ levizyon izleme süresini biraz 30 YAŞADIKÇA EĞİTİM daha uzatmak, çocuğun iste­ diği ve önceden vaat edilmiş herhangi bir şeyi gerçekleş­ tirmek ya da buna benzer çe­ şitli ödüller yerinde olacaktır. Gençler için, herhangi bir dileğini yerine getirmek; par­ ti, doğum günü, arkadaş top­ lantısı gibi yerlere gitmesini sağlamak; çeşitli hediyeler al­ mak, hem genci sevindirecek hem de ilişkileri sağlamlaş­ tıracaktır. ÖDÜLLENDİRMEDE DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR ♦Herhangi bir davranışın yapılması istenirken, ödül vaat edilmemelidir. “N'olur çocuğum masayı topla. Eğer toplarsan sana.... alacağım,” şeklindeki bir konuşma rüş­ vet teklifidir ve oldukça yan­ lıştır. Davranış, hemen ardın­ dan ödül görmelidir. Rüşvet ancak kısa bir süre için ge­ çerli olacak; vaat edilen ödül­ ler ortadan kalktığında dav­ ranış da sona erecektir. ♦İstenilen davranış, ger­ çekleştiği anda ödül görmeli ve bu ödüller devam etmeli­ dir. O davranış yerleştikten sonra sürekli ödül vermek gereksizdir. Ödül, bir anlam­ da başka olumlu davranış­ ların yerleşmesini de sağla­ malıdır. ♦Elden geldiğince, ma­ nevi ödül verilmelidir. Sü­ rekli maddi ödül verildiği takdirde, çocuklar her yap­ tıkları işte karşılık beklemeye başlarlar. • ♦Ödülün her zaman ce­ zadan daha iyi sonuçlar ver­ diği unutulmamalıdır. ♦Ödülleri hem anne hem baba vermeli; varsa aile bü­ yükleri de katılmalıdır. Sü­ rekli tek kişinin ödül vermesi doğru değildir. ♦En büyük ödül, yerin­ de ve anlamlı “sevgi”dir. Ço­ cuğu sıkmayan bir ilgi, öz­ gürlüğünü kısıtlamayan sev­ gi, bütün yollan açacaktır. CEZALANDIRMADA DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR Ödül almaya alışmış bir çocuk için en büyük ceza, ödülden mahrum edilmesi­ dir. Bunun dışında cezalar, bazı haklardan yararlandır­ mama (televizyon izlettirme­ me, sokağa çıkarmama vb.) şeklinde olabilir. Ceza veri­ lirken dikkat edilecek en önemli nokta, cezanın adilce verilmesi ve ağır olmaması­ dır. Bu sistemde başlangıçta bazı zorlanmalar olabilir. Ba­ zı kurallara uymak, zama­ nında kazanılmış belli alış­ kanlıklardan vazgeçmek ko­ lay olmayacaktır. Ne yazık ki, anne-babalar çoğu zaman, çocuklarının sa­ dece olumsuz davranışlarını görürler. Olumlu davranıştan ise zaten yapılmakta olduğu için önemsenmez. İşte ceza- lann en büyüğü budur. Ceza verilirken dikkat edilecek en önemli nokta, cezanm adil olması yanında, yanlışla orantılı olmasıdır. [m Ceza verilmesi gereken durumlarda neler yapılması gerekin ArÇocuğa ceza verirken çok önemli haklannı elinden almamalıyız. Yakında yapıla­ cak bir eğlencenin (doğum günü, parti, vb.) iptal edil­ mesi gibi cezalara, çocuklar yoğun tepki gösterirler. , ■ACeza, çocuğun yaptığı davranışla orantılı olmalıdır. Küçük suçlar büyük cezalar görmemelidir. Dalgınlıktan, küçük haşanlıklan ya da sa­ karlıktan hoşgörüyle karşıla­ nabilir. ArCeza, tutarlı olduğu za­ man anlamlıdır. Bir davranışı bir gün cezalandınr bir başka gün hoşgörüyle karşılarsak çocuk bocalayacaktır. So­ nunda bizim günlük ruh hali­ mize bakarak hareket edecek­ tir. Sık sık “Gözümün içine bakarak yapacağını yaptı,” deriz. Aslında burada, ço­ cuk, bizi kızdırmak için gö­ zümüzün içine bakmaz; ama­ cı tepkimizi ölçmektir. ArKısaca bir davranış ce­ za görecekse aynı tutum sür­ meli, bir başka davranış hoş­ görüyle karşılanıyorsa, sü­ rekli hoşgörü görmelidir. ArCezalar, hiçbir zaman, çocuk ya da genci küçük dü­ şürücü, hakaret içeren sözler olmamalıdır: “Senden adam olmaz”, “Zaten aptalın teki­ sin”, “Ne zaman doğru dü­ rüst davrandın ki” ya da “Sen bizim çocuğumuz ola­ mazsın,” gibi sözler onu ya­ ralayacak, olumlu davranma cesaretini kıracak,üstelik, ço­ cuğun da böyle düşünmesi­ ne yol açacaktır. Bunun yerine “Herhalde sen de yaptığını beğenme­ din”, “Senin gibi bir ço­ cuktan beklemezdim,” vb. cümleler, özellikle sakin bir ses tonuyla söylendiğinde et­ kili olacak ve çok daha olum­ lu sonuçlar doğuracaktır. A-Hemen ceza vermek yerine, çocuk önce dinlen­ meli; pişman olduğunu, yan­ lışını anladığını söylemesine fırsat verilmelidir. Daha son­ ra, gerekiyorsa ceza vermek­ te sakınca yoktur. Çocuğun özür dilemesi, üzgün olduğunu gösterir. Ancak ona, davranışın tekrarındaki özürlerin yanlışlığı anlatılmalıdır. lir Bazı cezalardan sonra çocuğun özür dilemesi, üz­ gün olduğunu belirtmesi bi­ çiminde değerlendirilmelidir. Ancak çocuk o davranışı tek­ rarlıyorsa, bunun alışkanlık haline gelmesi önlenmeli, benzeri her davranışından sonra af dilemesinin yanlış­ lığı, uygun bir dille anlatıl­ malıdır. Evdeki öteki I I yetişkinlerin verilen cezalan uygulamamaları, örtbas etmeleri ya da çocuğun her isteğini yerine getirmeleri olabildiğince önlenmeli, mümkünse önceden konuşarak anlaşmaya gidilmelidir. ArÇocuğa ceza verilirken anne-babanın aynı görüşte olması gerekir. Anne-baba­ nın birbirlerinin cezalarını bozmaları, karan çocuğun önünde tartışmaları doğru de­ ğildir. ArÇocuğun davranışlarına kızıp küsmek ve bunu devam ettirmek de doğru değildir. “Ben senin annen/baban de­ ğilim”, “Benimle konuşma” gibi terslemeler, çocuğun kızgınlık duymasına ve hayal kırıklığına uğramasına yol açar. ArDavranışlar değerlendi­ rilirken anne-babanın birlikte karar vermesi ve birlikte uy­ gulaması gerekir. Tüm yü­ kün bir eşin üzerinde olması, hem eşi yorar hem de otorite boşluğuna yol açar. Ar Varsa büyükanne ve büyükbabanın olası olumsuz etkileri ortadan kaldırılmalı­ dır. Verilen cezalan uygula- YAŞADIKÇA EĞİTİM 31 mamaları, örtbas etmeleri ya da çocuğun her isteğini ye­ rine getirmeleri olabildiğince önlenmeli, mümkünse önce­ den konuşarak anlaşmaya gi­ dilmelidir. Dayak, bir anlamda, anne-babanın çocuk karşısında çaresiz kaldıklarının göstergesidir. . ÇOCUK DAYAK YEMELİ Mİ? Dünya üzerindeki herhan­ gi bir canlıya verilecek en se­ vimsiz ve ağır ceza dayaktır. Suç ne olursa olsun, ceza dayak olmamalıdır. Hiç kim­ senin bir çocuğun üzerinde fiziksel üstünlük kurmaya, onu ruhsal ve fiziksel yönden yaralamaya hakkı yoktur. Dayak, bir anlamda, an­ ne-babanın çocuk karşısında çaresiz kaldıklarının göster- 32 YAŞADIKÇA EĞİTİM gesidir. Çocuk üzerinde ege­ menlik kurmanın çok farklı yollan vardır. Dayak, kulla­ nılacak en kötü yöntemdir. Bugüne kadar kendinize en­ gel olamayıp çocuğunuza vurmuş olabilirsiniz. Bu dav­ ranışı sona erdirmenin yaran vardır. Dayağın çocukta açtığı yaralar, onanlamayacak ka­ dar büyük olabilir. Anne-ba­ baya kızgınlık, nefret hatta bir süre sonra aynı şekilde karşılık vermek, dayağın en kötü sonuçlandır. Üstelik bu durumlarla karşılaşmak kaçı­ nılmaz olabilir. Özdenetimin Oluşumu Disiplinde amaç, kişinin özdenetimini sağlayabilme­ sidir. Birey, neyin doğru ne­ yin yanlış olduğunu öğren­ diği ve davranışlannı buna göre düzenlediğinde, özde­ netimini kazanmış demektir. Anne-babasının yanında ceza korkusuyla put-gibi du­ ran bir çocuk, denetim orta­ dan kalktığında daha çok ya­ ramazlık yapıyorsa, disiplin sağlanamamış demektir. Gerçek disiplin, çocuğun kendini kontrol etmeyi ba­ şardığı anda amacına ulaşmış olur. Bir çocuğun doğruyu -yanlışı ayırt etmesi, uzun zaman alır. Bu yüzden, yaşa­ mın ilk yıllarında, ortamı sü­ rekli anne-baba kontrol eder. Bir süre sonra çocuk,aile ve toplum kurallarını öğrenme­ ye başlar, ancak yine de ken­ dini kontrol etmekte güçlük çekebilir. Ne de olsa çocuk­ tur ve bazı kuralların tekrar edilmesinde yarar vardır. Çocuğun zaman zaman yaptığı yanlışlar hoşgörüyle karşılanıp temelinde sevgi ve saygıya dayanan bir disiplin uygulandığında, çocuğa doğ­ ru davranışlar için cesaret ve güven aşılanmış olur. Sevgi ve özellikle saygı, bir çocu­ ğun ruhen ve bedenen sağ­ lıklı bir biçimde yetişmesi için en önemli unsurlardır. Kuşkusuz tüm anne-babalar, çocuklarını sevmektedir. An­ cak çocuğa saygı, çoğu kez ihmal edilir. Unutulmamalı­ dır ki çocuk olması, onun bi­ rey olduğu gerçeğini sakla- yamaz. Onun da kendine öz- Uünya üzerindeki herhangi bir canlıya verilecek en sevimsiz ve en ağır ceza dayaktır. gü bir kişiliği vardır ve bu kişilik zamanla şekillenecek, ömrü boyunca onun yaşamı­ na egemen olacaktır. Ondan yapamayacağı şeyleri beklemek haksızlık olur. Yeteneklerinin ve ilgi­ lerinin çok üstünde hedefler çizmek, çoğu zaman çocuk üzerinde yıkıcı etkileri olan bir yaklaşımdır. Anne-baba­ sının gözünde yücelmek ve kabul görmek için istenilen­ leri yerine getirmeye çalışan bir çocuk, başaramayınca yı­ kıma uğrayacaktır. Kendine güveni ve saygısı azalan ço­ cuktan, bir süre sonra, ger­ çekleştirebileceği şeyleri iste­ mek bile mümkün olmaya­ caktır. Bu yüzden kendimiz için beklediğimiz saygıyı, çocuğumuza da göstermeli, kararını desteklemeli ve onu engellememeliyiz. Kötü arkadaşlar edinir di­ ye çocuğun arkadaşlarına ka­ rışmak; hastalanır diye so­ kakta, parkta oynamasını en­ gellemek; derslerini aksatır diye kitap okumasını önle­ mek; kıyafetlerine ve saçma -başına karışmak vb. dav­ ranışlarla çocuğa saygısızlık yapmamaya özen gösterilme­ lidir. Anne-babanın bu tür davranışları, sonuçta çocu­ ğun isyan etmesine, yalan söylemesine, gizli işler çevir­ mesine yol açabilir. Ceza korkusuyla isyan edemeyen çocuklar ise arka­ daşsız, sessiz, içine kapanık, kendine güvensiz, cesaretsiz kişiler olacaklardır, tş işten geçtikten sonra “Hadi çık ar­ kadaşlarınla oyna”, “Çocu­ ğum, bizimle konuşsana, bu­ gün neler yaptığını anlatsa- na,” gibi cesaretlendirmeler, hiçbir işe yaramayacaktır. Çocuğumuza duyacağı­ mız saygı, güven ve hoşgö­ rü, onun zamanla, ilkeleri olan, özdenetimli bir birey olmasını kolaylaştıracak, ba­ şarılı ve uyumlu olmasına katkıda bulunacaktır. NE YAPMALI NASIL YAPMALI NE YAPMALI NASIL YAPMALI < NE YAPMALI NASIL YAPMALI NE YAP > LU < û- < CO < < o. • .< < Q- < co < Eşi* 1 Zin <&r„n iÇin Tnc* k ' i Bnn'*'* tl,n- ikin'* çin „ içi" 0 ir 5^ Siö°r'in» iki s“Si» İ!î*.r < CL < < û- < co < < Bu tür olaylar genç ailelerin ba­ şına sık sık gelen bir durumdur. Be­ bekler sürekli bakım ve ilgi istedikle­ rinden, onlara bakan kimseler bütün günlerini onların gereksinimlerini kar­ şılamak için harcamak zorunda ka­ lırlar. “Ana-baba olmak nasıl bir olay?” diye düşünüp duran eşler, çocuk sahi­ bi olmadan bunu pek anlayamazlar. Daha önce bir bebekleri olsa bile, her bebek birbirinden farklı olduğundan, önceden neler olacağını kestirmek yine de çok zordur. Ailenin yeni üye­ sinin neden olacağı değişikliklere ve yeni duruma uyum sağlayabilmek için anne ya da çocukla ilgilenecek olan kişi, bebeğin bakımını tamamen özeri­ ne almalı ve bunun sorumluluğunu his­ setmelidir. Zaman zaman, bu sorumlu­ luk insanın omuzlarına öyle bir biner ki, başka bir şeyle uğraşmak neredeyse imkânsız hale gelir. Anladığımız kadarıyla, eşiniz böy­ le bir sıkıntıyı yaşıyor. Kısa süre içinde evlenip, iki çocuk sahibi olmanızdan dolayı, durum eşiniz için çok daha cid­ di olabilir. Çünkü, evliliğin yükünün önemli bir kısmı belki de hazır bile de­ ğilken onun omuzlarına binmiştir. Ço­ cuğun asıl bakıcısı olarak tüm sorumlu­ lukların anneye yüklenmesi ya da an­ nenin durumun böyle olduğunu hisset­ mesi, onu çocuklarını yalnız bırakma konusunda daha da isteksiz yapabilir. Sizin ve eşinizin evlilik yaşamı hakkındaki görüş farklılıkları da bir başka neden olabilir. Örneğin, eşiniz evliliği bir aile yuvası kurmak ve bunu sürdürmek olarak görürken, siz evliliği sadece bir karı-koca ilişkisi olarak gö­ rüyor olabilirsiniz. Oysa, hem karı-ko­ ca hem de ana-baba olmak mümkün­ dür. Bunu başarabilmek sadece eşler için değil, ana-baba arasında karşılıklı desteğe dayanan bir sevgi ortamında büyüyecek çocuklar için de önemlidir. Ailelerinde gördükleri, ileriki yaşamla­ rında onlara örnek olacaktır. Evliliğin temel taşı olan eşler arasındaki sürekli iletişim, aynı zamanda aile için de çok önemlidir. Sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin sürebilmesi için eşlerin baş başa, ço­ cuklarının gereksinimlerini karşılamak için meşgul olmadıkları fırsatlara, bir- birleriyle rahatça konuşabilecekleri ortamlara gereksinimleri vardır. Eğer eşiniz olayı bu açıdan gö­ rebilirse, çocukları kısa bir süre için başkalarına bırakma konusunda ikna olabilir. Şimdilik sadece baş başa yi­ yebileceğiniz bir akşam yemeğiyle başlayıp, sonunda bunu ara sıra bir­ likle geçireceğiniz hafta sonu tatille­ rine kadar vardırabilirsiniz. Bunun yanında, eşinizle birlikte çocukların ve evin gereksinimleriyle ilgili yüklendi­ ğiniz sorumlulukları gözden geçire­ bilirsiniz. Böylece, sizin ailenin yükünü ortak olarak paylaşma yolundaki is­ teğiniz, eşinizi size de zaman ayırması konusunda ikna edebilecektir. >cn > "O > > “ü > > go > “ü > >33 > > >"O > > IVA 3N nVIAIdVAIISVN HVINdVA 3N nVINdVAHSVN HVINdVA 3N nVINdVAHSVN HVINdVA 3N YAŞADIKÇA EĞİTİM 33 Okulöncesi Eği tim i Yard. Doç. Dr. Sevda BEKMAN (Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi) Okulöncesi eğitim kurumu, çocuğun gelişimine; yeteneklerini geliştirerek, deneyim ve öğrenme olanakları sağlayarak, bilinçli bir şekilde yönlendirerek katkıda bulunur. 34 YAŞADIKÇA EĞİTİM OKULÖNCESİ EĞİTİMİNİN ÖNEMİ Çocuk, dünyaya gerekli tüm bilgi ve becerilerle gel- mez.Zihinsel, bedensel, duy­ gusal, sosyal gelişme ve ol­ gunlaşma sürecinde, çocuğa yeni deneyimler edineceği öğrenme olanakları sağla­ mak, çocuğun gelecekteki başarısı için önemlidir. Bu çok yönlü gelişme sürecinde ilk yaşların önemi, son yıllarda üstünde durulan bir araştırma durumuna gel­ miştir. Bunun bir nedeni ço­ cuğun öğrenme kapasitesinin ilk yıllarda yüksek oluşu­ dur/1) Bu yaşlarda çocuğun esnek oluşu da, yetersiz ko­ şulların düzeltilmesi halinde gelişmeyi hızlandırabilmek­ tedir. Her ne kadar bazı bul­ gular ilk yaşların öneminin büyütüldüğü kadar olmadığı­ nı gösteriyorsa da O, yine de çocuğun çok yönlü gelişimi­ nin (zihinsel, sosyal, duygu­ sal ve bedensel), sağlıklı bir ilk yaşlardaki öğrenmenin çocuğun gelişimindeki önemi ve bu önemin sosyal ve duygusal gelişimin yanı sıra zihinsel gelişimde de etkili olduğu anlaşılmıştır. şekilde başladığında, onun gelecekteki başarısına katkısı olacağını biliyoruz. Okulön­ cesi eğitiminin önem kazan­ masını sağlayan etmenleri kı­ saca belirtelim: ilk yaşlardaki öğrenmenin çocuğun gelişimindeki önemi ve bu önemin soşyal ve duy­ gusal gelişimde olduğu gibi, • zihinsel gelişimde de geçerli olduğunun anlaşılması t3-4*5), çevresel koşullardan etkile­ nen çocuklara okulöncesi eğitiminin yaptığı eğitsel kat­ kı, sosyal değişme, şehirleş­ me ve kadının üretime katkı­ sının artışı sonucu ortaya çıkan yeni koşullar, okulön­ cesi eğitimini gündeme geti­ ren ve ona önem kazandıran başlıca nedenlerdir. OKULÖNCESİ EĞİTİMİNİN AMACI Okulöncesi dönemde ve­ rilen eğitimi, kurumsal ve kurumsal olmayan şeklinde ikiye ayırabiliriz. Bu yazıda sadece kurumsal okulöncesi eğitimi üzerinde durulacaktır. Okulöncesi eğitimi, 0-6 yaşlan arası gibi geniş bir dönemi kapsar. Kurumsal okulöncesi eğitiminde üze­ rinde durulan yaş dönemi ise 3-6 yaşlan arası, özellikle de çocuğun zorunlu eğitime başlamadan önc