T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ATATÜRK KİTAPLIĞI Bel_Yz_K1582 NUMARALI CÖNK YÜKSEK LİSANS TEZİ ŞAKİR ŞİMŞEK 1410061004 Anabilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Program: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Prof. Dr. Muharrem Kaya HAZİRAN 2017 T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ATATÜRK KİTAPLIĞI Bel_Yz_K1582 NUMARALI CÖNK YÜKSEK LİSANS TEZİ ŞAKİR ŞİMŞEK 1410061004 Anabilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Program: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı : Prof. Dr. Muharrem Kaya Diğer Jüri Üyeleri : Prof. Dr. Vahit Türk : Prof. Dr. Mehmet Aça HAZİRAN 2017 T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ATATÜRK KİTAPLIĞI Bel_Yz_K1582 NUMARALI CÖNK YÜKSEK LİSANS TEZİ ŞAKİR ŞİMŞEK 1410061004 Tezin Enstitüye Verildiği Tarih : 08 Haziran 2017 Tezin Savunulduğu Tarih : 22 Haziran 2017 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Muharrem Kaya Diğer Jüri Üyeleri : Prof. Dr. Vahit Türk : Prof. Dr. Mehmet Aça ÖNSÖZ Âşık Edebiyatı’nda âşık şiirlerinin toplanıldığı el yazması mecmualar olan cönkler, âşıklar ve şiirleri hakkında bilgiler bulabildiğimiz yazılı eserler arasındadır. Âşıklar veya âşık fasıllarında okuma yazma bilenler tarafından kaleme alınan cönkler, incelendikçe birçok şair ve şiirler gün yüzüne çıkmaktadır. Genellikle deriyle kaplı olup uzunlamasına açılan ensiz, dar sayfalardan meydana gelmektedirler. Halk kültürü, edebiyatı, şiiri açısından bir antoloji özelliği taşırlar. İçerisinde Âşıklık geleneği ürünlerinin bulunduğu cönklerde, halk edebiyatının diğer kolları olan anonim halk edebiyatı ve tekke edebiyatı yanı sıra divan edebiyatı ürünlerine de yer verilmektedir. Geleneklerin yan yana geldiği bu eserler, kültür taşıyıcısı görevini üstlenmişlerdir. Yazıldıkları dönemin dil özelliklerini gösteren cönklerde belirli bir tertip ve nizam yoktur. Şiirler gelişigüzel bir şekilde varaklara yazılmaktadır. Metinden metne farklı yazı ve üslüb özellikleri görülmektedir. Farklı zamanlarda ve de farklı kişiler tarafından da kaleme alınabilen cönklerin incelenmesini güçleştiren bir diğer unsur da imlada yapılan yanlışlıklardır. Bel_Yz_K1582 numaralı cönk metninin incelenmesinde gün yüzüne çıkmamış âşıkların veya gün yüzüne çıkmış, hakkında ilmi çalışmalar yapılmış âşıkların hiçbir yerde rastlanmamış şiirleri gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmıştır. Çalışma üç ana bölüme ayrılmıştır. Âşık edebiyatının yazılı ürünlerine geçmeden âşık tarzı edebiyat geleneği ve terminolojisi sunulmaya çalışılmıştır. Bu çalışma içerinde âşıkların varsa yazılı mecralardaki bazı şiirleri, cönkte yer alan benzerleriyle birlikte verilmiştir. Bu da şiirlerin, başka hafızalardan yazıya geçerken eklenti ve çıkarımlarla yeniden oluştuğunu gözler önüne sermiştir. Cönklerin incelenmesinde birçok zorluklarla karşılaşılmaktadır. Bunlardan en önemlisi ise imla hataları ve iyi korunamayan cönklerde oluşan deformelerdir. İyi bir eğitimden geçmeyen kişilerce yazılan bu metinlerde, kelimelerin hatalı şekilde yazılmasına çok sık karşılaşılmaktadır. Mürekkebin de akması sonucu bazı kelimelerin okunması imkânsızlaşmıştır. İmla hatası, mürekkebin akması veya varaklarda oluşan yırtıkları nedeniyle okunamayan yerler parantez içinde üç nokta ile gösterilmiştir. ii Bu çalışmamızda olumlu tutumu ve sonsuz sabrı ile bizi destekleyen; ilmi birikimiyle açık denizde dalgalarla savaşan bizlere deniz feneri olan değerli hocam, Prof. Dr. Muharrem Kaya ve Türk dili üzerine bilgilerini bizimle paylaşan saygıdeğer Prof. Dr. Vahit Türk hocam başta olmak üzere fikri ve edebi dünyama kattıklarından dolayı tüm arkadaşlarıma, Arapça metinlerin çevirisinde yardımcı olan Saleh Jaradat kardeşime ve tabi ki her şeyim, sevdiğim birinci kadın olan koruyucu meleğim, annem Hulkiye Şimşek’e sonsuz teşekkürler ederim iii İÇİNDEKİLER Önsöz İ İçindekiler İİİ Kısaltmalar V Özet Vİ Abstract Vİİ 1. Âşık Tarzı Edebiyat Geleneği Tarihi 1 1.1. 16. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 5 1.2. 17. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 6 1.3. 18. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 7 1.4. 19. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 8 1.5. 20. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 9 2. Âşık Tarzı Edebiyat Terminolojisi 11 2.1. Âşıkların Yetişme Süreci 11 2.1.1. Çırak Yetiştirme ( Kapılanma ) 11 2.1.2. Kalfalık 12 2.1.3. Ustalık 12 2.2. Mahlas Alma ( Tahallüs-Tapşırma) 12 2.3. Bade İçme ve Rüya Motifi 13 2.4. Âşık Enstrümanı “Saz” 14 2.5. Âşık Fasılları – Âşık Atışmaları 15 2.5.1. Âşık Deyişleri 15 2.5.1.1. Serbest Deyişler 15 2.5.1.2. Sistemli Deyişler 15 2.5.1.3. Tarih Bildirme 16 2.5.1.4. Nazire Söyleme 16 2.6. Âşık Toplantıları 16 2.6.1. Âşık Fasılları 16 2.7. Askı Asmak- Askı İndirmek ve Muamma Geleneği 18 2.8. Âşık Şiirinde Biçim Ve Tür 19 2.8.1. Koşma 19 2.8.2. Âşık Şiirinde Diğer Heceli Türler 22 2.8.2.1. Mani 22 iv 2.8.2.2. Diğer Şekiller 23 2.8.3. Âşık Edebiyatında Aruzlu Şekiller 25 3. Cönk 27 3.1. Bel_Yz_K1582 Cönkün Fiziki Özellikleri 27 3.2. Cönkün İçeriği 28 3.3. Cönkün Dili ve İmlâsı 41 3.4. Çeviri Metin 44 Sonuç 190 Kaynakça 191 Dizin 193 Ek (Orijinal Metin) 195 v KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser C. : Cilt h. : hicri haz. : hazırlayan S. : Sayı s. : sayfa vd. : ve devamı vi Üniversite : İstanbul Kültür Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Program : Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı : Prof. Dr. Muharrem Kaya Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans – Haziran 2017 ÖZET Cönkler, halk edebiyatında genellikle Âşık tarzı şiir geleneğinin ürünlerini bünyesinde barındıran el yazması mecmualardır. Uzunlamasına açıldığı ve ensiz olduğu için halk arasında sığırdili ve danadili olarak da adlandırılmışlardır. Şekli ve içerdiği engin bilgiler hasebiyle Arapça gemi manasına gelen “sefine” adı da cönk için kullanılan bir başka kavramdır. Âşıklık geleneğinin ilk yazılı mecmuaları olma özelliği gösteren cönkler, okuma yazma oranının az olduğu Osmanlı toplumunda, âşıklar hakkında bilgi alabileceğimiz yegâne ürünlerdir. Âşık Edebiyatı ürünlerinin yanında Klasik edebiyat ürünlerine de yer verilmiştir. Bel_Yz_K1582 numaralı cönk, h. 1237-1269 yıllarında hazırlanmıştır. İçerisinde 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan dönem ürünleri bulunmaktadır. İstinsah yapılırken yazıldıkları dönemin dil özellikleri göz ardı edilmemiştir. Anahtar Kelimeler: cönk, âşık, âşık edebiyatı, sefine, şiir vii University : İstanbul Kültür University Institute : Institute of Social Sciences Department : Turkish Language and Literature Programme : Turkish Language and Literature Supervisor : Prof. Dr. Muharrem Kaya Degree Awarded and Date : MA- June 2017 ABSTRACT The cönks are the manuscripts that involve the works of Ashik poetry in Folklore. Due to being opened vertically and narrow, they are called tongue of cattle or calf. “Sefine” that means “ship” in Arabic is also another term used for the cönks. The cönks, which are the first manuscripts of Ashik Tradition, are unique works that we can obtain information about Ashiks in Ottoman society having low literacy. The cönks consist of not only the works of Ashik Literature but also the works of Classic Literature. The cönk numbered Bel_Yz_K1582 is about 1237-1269 years of the Hegira. There are from 13th to 20th century’s works in it. While the poets are written into the cönks, the characteristics of the language of that era was protected. Key Words: the cönk, ashik, ashik literature, sefine, poem viii GİRİŞ 1- 1ÂŞIK TARZI EDEBİYAT GELENEĞİ TARİHİ Şiir, toplum hafızasının ilk ürünlerinden biridir. Bu ürünler insanlık tarihi kadar eskidir ve insanı merkeze alan, hammaddesi tahayyül ve dil olan unsurlardır. İlk oluşum şekilleri düşünüldüğünde bilgiyi daha sonraki nesillere aktarmak ve kalıcılığı korumak için oluşturulan kafiyeli söz dizgileridir. Türk şiiri de Türk tarihi kadar eskidir. Özellikle eski Türk boylarında şaman (kam) ve bu süreci devam ettiren baksı-ozan, toplumun adalet, tıp, astronomi, din ve töre gibi konularında söz sahibi olmakla kalmayan aynı zamanda yuğ ve av törenlerinde, şölenlerde koşuglar, sagular ve savlar söyleyen bilge kişilerdir. İslamiyet’in kabulüyle beraber insanlar tekke kurumu etrafında toplanırlar. Ahmet Yesevi başta olmak üzere kendilerini “Allah âşığı” veya sadece “âşık” olarak tanıtan insanlar, ozan-baksı geleneğine ait edebi türleri, İslami özelliklerle bezeyerek “Tekke Tarzı Âşıklık Geleneğini” oluşturmuşlardır. Âşıklar, Ozan-baksı geleneğinden gelen bu türleri, yine bu geleneğin rüya veya bade yoluyla geleneğe giriş, sözlü olma, kopuz kullanma, heceye bağlı kalma, koşma, koşuk, dörtlük nazım birimi gibi unsurlarına bağlı kalarak dile getirmişlerdir. Asıl âşık tarzı edebiyat geleneği veya sadece âşık tarzı, bu sürecin devamında 16. yüzyılda özellikle İstanbul’da ortaya çıkan kahvehaneler etrafında şekillenmiş ve asıl hüviyetine kavuşmuştur. Türk-İslam âleminde halka açık ilk din dışı kurum özelliği olan kahvehaneler ya da kıraathaneler, toplumun din dışı konuları da konuştuğu ve günden güne yayılan bir sosyalleşme alanı olmuştur. Şiirler, tekke âşıklarınca dini propaganda olarak kullanılır. Âşıklar ise şiirleri, kahvehanelerde sosyalleşmek ve hoşça vakit geçirmek için kullanılmışlardır. Kendilerini başkalarına dinlettirmek ve de para kazanmak amacında olan gezgin- yerli âşıklar bu alanları bir fırsat bilmiş ve olabildiğince buralarda kendi hünerlerini sergilemişlerdir. Bu maddi olanaklar Anadolu’daki âşıkların da İstanbul’a gelişini kolaylaştırmıştır. Ekonomik kazanç vesilesiyle ortaya çıkan sayısız âşıkla beraber rekabet de körüklenmiş ve âşıklar arasında irticalen atışmalar ortaya çıkmıştır. İnsanların ilgisini hayli çeken bu fasıllar ve atışmalar, kahvehane sahipleri tarafından 1 Bu bölüm oluşturulurken Erman Artun’un Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, M.Öcal Oğuz editörlüğünde oluşturulan Türk Halk Edebiyatı El Kitabı (s. 283-338) , M. Fuad Köprülü’nün Saz Şairleri I-V kitapları ile Edebiyat Araştırmaları’nda yer alan “Âşık Tarzının Menşei ve Tekâmülü” (s. 195-238) ve Mehdi Halıcı’nın “Âşıklık Geleneğinin Kökeni” makaleleri başucu kaynakları olarak kullanılmıştır. 1 da desteklenmiştir. Daha fazla insanın kahvehanelere gelmesiyle beraber âşıklık geleneği, “Kahvehane Tarzı Âşık Geleneği” olarak da adlandırılmıştır. Âşıklık geleneğinin ne zaman ve nasıl oluştuğu hakkında üç teori üzerinde durulur. Bunlardan ilki, Mehmet Fuat Köprülü’nün Orta Asya kökenli ozan-baksı geleneğinin Anadolu âşıklık geleneği olarak devam ettiği görüşüdür. Bu görüşte ozan-baksı geleneğinin icracıları, Anadolu’ya göç ettikten sonra buradaki çok uluslu yapıdan etkilenerek geleneğin oluştuğu dile getirilir. Çok uluslu yapı içerisinde, kendi sözlerine söz katarak ve komşu ulusların kopuza benzer enstrümanlarından esinlenerek ortak bir âşıklık geleneği oluşur. 13. yüzyılda Anadolu’nun Moğol ve Haçlı istilalarıyla uğraşmaktadır. Bu buhran döneminde, Ahmet Yesevi’nin öğrencilerini Anadolu’ya göndermesi ve bu öğrencilerin Anadolu’da insanların sığınma ve dua etme yeri olarak görecekleri Tekke kurumunu kurmalarıyla önemli bir icra mekânı daha oluşur. Kendilerini “Allah âşığı” ya da “Hak âşığı” olarak betimleyen kişilerin de ozan-baksı geleneğinin türlerini kendi süzgecinden geçirmeleriyle birlikte yavaş yavaş Anadolu Âşık geleneği oluşmaya başlamıştır. İkinci görüş ise divan edebiyatı araştırmacılarının üzerinde durduğu bir görüştür. Halk edebiyatı araştırmacılarının çoğunluğu tarafından âşıklık geleneği, “taşradan merkeze” doğru geliştiği ileri sürülse de kimi araştırmacılar bunun tam tersi olabileceği görüşündedirler. Alman halkbilimci N. Nauman’ın adıyla özdeşleşen “Seçkin Kültürün Dibe Batması” kuramından yola çıkan Özkul Çobanoğlu, âşıklık geleneğinin İstanbul merkezli yani şehirli bir gelenek olduğunu ve bu gelenekteki üst 2 kültürden alt kültüre doğru yayıldığını ileri sürmüştür. Âşıklık geleneğinin türlerinin Divan edebiyatı türlerinden taklit edildiğini ve İstanbul merkezli kahvehanelerde sadeleştirilerek tekrar üretildiğini ileri sürülmüştür. Bu görüş, âşıklık geleneği merkezi olan Erzurum, Kars gibi diğer Anadolu şehirlerindeki âşıklık geleneğini açıklamada ise yetersiz kalmıştır. 2 Muharrem Kaya,"İstanbul’un Çalgılı Kahvehanelerinin Halk Edebiyatı Açısından Önemi", Türk Edebiyatına Açılan Pencere İnci Enginün Armağanı, haz. Hülya Argunşah, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 2014, s. 329-336. 2 Üçüncü görüş ise âşık Geleneği kökeninin Anadolu olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşte, âşıklıkta kullanılan sazın Akdeniz menşeli ağaçlardan yapıldığı ileri sürülmüştür. Kiraz ve armut ağacından yapılan tezenenin, Orta Asya’da olmadığını ileri süren bu anlayış, ozan-baksı geleneğini göz ardı etmektedir. Ayrıca arkeolojik kalıntılarda Orta Asya’da metal telli çalgılar da bulunmuştur. Bu üç görüşü de içinde barındıran âşıklık geleneği, ozan-baksı geleneğinin tekke tarzı âşıklık geleneği süzgecinden geçip Anadolu’daki farklı kültürlerle ve Anadolu’da var olan edebi anlayışlarla kaynaşan bağımsız bir gelenektir. Anadolu’da hâlihazırda var olan yine kökeni İslamiyet öncesi sözlü Türk edebiyatına dayanan Anonim Halk edebiyatı, Fars ve Arap temelli divan edebiyatı ve dini-tasavvufi halk edebiyatı bulunmakta idi. Toplumun sosyo-kültürel, ekonomik ve idari yapısından ayrı bir edebi anlayış düşünülemeyeceği gibi edebi bir geleneğin de gelişim aşamasında olduğu toplumda var olan edebi akım, anlayış ve geleneklerden ayrı düşünülmesi yanlıştır. Türk kültüründe sözlü kültürün önemli bir yeri vardır. Sözlü kültür ürünleri oluştukları andan itibaren icracının değil toplumun malıdır artık. Dilden dile ve gönülden gönüle aktarılan bu metinler, ilk icracıların değil halkın uzun yıllar içerisinde oluşturduğu metinler olarak belirtilirler. Bu da sözlü dönem Türk edebiyatının bir devamı olan anonim halk edebiyatını oluşturmuştur. Her toplumun hafızasında kendi kültür ipuçlarını veren masallar, hikâyeler, efsaneler ve destanlar mevcuttur. Destanlar ilk oluştukları dönemde manzum olarak anlatılagelmişlerdir. Burada manzum metinlerin, kafiye ve ezgi ile akılda daha kalıcı olmaları etken olmuştur. Dilden dile dolaşarak çeşitli çıkarımlar ve eklentilere maruz kalan destan ve diğer türler fazlasıyla olağanüstülüklerle bezenmişlerdir. Kendi yetiştiği kültür çevresinden etkilenen âşık da toplumun bu ürettiği ürünlerden faydalanmış ve ürünlerinde yer vermiştir. Âşıklık geleneği, divan edebiyatının aruz ölçüsü ve beyit nazım biçimini baz almak yerine, sözlü türk edebiyatı döneminin hecesini ve dörtlük nazım biçimini kullanmıştır. Âşık isminin alındığı gelenek olan dini-tasavvufi halk edebiyatı, âşık geleneğini şekil olarak değil içerik olarak etkilemiş bir edebi anlayıştır. Türkler aynı zamanda Karluklarla beraber boylar halinde Müslüman olan bir millettir. Talas savaşıyla beraber, Karluklar başta olmak üzere Türkler, boylar halinde İslamiyet’i 3 benimsemişlerdir. Böylelikle kültür kazanımıza güçlü bir madde daha eklenmiştir. İslam dini ve kültürü, 11. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar Türk kültürünü ve sanatını yönlendirmiştir. İslamiyet’in Araplardan öğrenilmesi ve Kuran-ı Kerim’in dili olması hasebiyle Arapça, Türkler arasında kutsal sayılmış ve Arapça kelimeler- tamlamalar dilimize hızla dâhil olmuştur. Bununla beraber tekkeler ve tarikatlarda yetişen insanlar, Arapça’dan birçok mesnevi, menkıbe ve destanı dilimize çevirmişlerdir. Bu da Arap kültürünün, kültürümüze daha hızlı nüfuz etmesine sebep olmuştur. Bunun yanında Anadolu’daki İslam kültüründen beslenen Mevlana ve Yunus Emre gibi büyük sanatçılar da yetişmiştir. 13. yüzyıl Anadolusunun buhran döneminde insanları bir araya getirecek ve onlara umut ışığı olacak Mevlana, Farsça şiirleriyle; Yunus Emre, Türkçe şiirleriyle Anadolu insanının dimağında güzel anılar biriktirmiştir. Dini-tasavvufi menkıbeler de edebiyatımıza ve haliyle âşıkların hafızasına, tekrar üretilmek üzere kazınmıştır. Fars kültürünün temelini oluşturduğu ve nerdeyse Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonuna kadar devam eden divan edebiyatı, âşıklık geleneğinin en çok etkilendiği edebi anlayıştır. Seçkin kültüre seslenen ve oldukça ağır bir kültürel birikime sahip kesime hitap eden divan edebiyatı, ayrıca saray edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı veya klasik edebiyat olarak da adlandırılır. Fars edebiyatının nazım türlerinin kullanıldığı bu edebi anlayışta dil oldukça ağırdır. Farsça ve Arapça kelime ve tamlamalarla bezenmiş bu edebi anlayışta beyit nazım birimi kullanılmıştır. Hece yerine yine Arap kökenli aruz ölçüsü kullanılmıştır. Osmanlı’da çok az olan okuma yazma bilenlere bile tamamıyla hitap etmeyen ve kendileri gibi şairlerin anlayabileceği şiirler yazmışlardır. Osmanlı toplumunun büyük bir kesimini geri plana atan ve edebiyatı sadece bir kesime sıkıştıran bu anlayış, belki de âşık geleneğinin Anadolu’da hızla gelişmesine ortam hazırlamıştır. Âşık edebiyatının oluşumunu tamamladığı 16. yüzyılda divan edebiyatı yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Âşıkları, boş laf eden yani “herzegû” olarak niteleyen divan şairleri, âşıkları ve onlar gibi yazmaya çalışanları eleştirmişlerdir. Fakat bu anlayış çok uzun sürmemiş, 18. yüzyıla kadar gelişime devam eden âşık şiiri, geniş alanlara yayılmış ve âşıklar şuara tezkirelerine de dâhil edilmiştir. Âşıklar, divan edebiyatı türlerini ve divan şairleri de âşık edebiyatı türlerini denemeye başlamışlardır. Aynı kültür kaynaklarından farklı ölçülerde beslenen bu edebi anlayışta birçok benzetme öğesi ve mazmun ortaktır. Tasavvuf edebiyatındaki dini mazmunlar 4 ortak ögelerdendir. Özellikle 16. yüzyılla beraber güçlü olan divan edebiyatından etkilenen âşıklar, klasik anlayışın gerek şekil unsurlarından gerekse iç unsurlarından yani mazmunlarından etkilenmişlerdir. Nitekim Gevheri ve Âşık Ömer gibi âşıklar da gazeller, kasideler yazmış bunları da divanlarında toplamışlardır. Halkın anlayabileceği ve halkın gönlünü okşayacak mazmunlar, âşık şiirinde çokça kullanılmıştır. Bunlara ilave olarak mecazlar, Fars mitolojisi kahramanları ve dini motifler de âşık şiirine dâhil olanlardandır. Âşıkların geniş kesime yayılması ve divan şairleri tarafından da âşık edebiyatı türlerinin kullanılması, 18. yüzyılda divan edebiyatında “Mahallileşme” akımının ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Bu dönemde Nedim başta olmak üzere Enderunlu Fazıl ve İzzet Molla gibi şairler de âşık geleneği unsurlarını kullanmışlardır. 1.1. 16. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 15. yüzyılda henüz tam olarak Tekke edebiyatından ve Divan edebiyatından ayrı bir bağımsız edebiyat anlayışı olarak ortaya çıkmayan Âşık edebiyatı, 15. yüzyılın ve Yunus Emre geleneğinin devamı olarak görülmektedir. Divan edebiyatının çok fazla tesirine girmeyen âşık şiirinde yerli unsurlar daha fazla bulunmaktadır. Kahvehanelerin açılmasına dek gezgin âşıklar, daha çok ön plandadırlar. Gezgin âşıklar, Anadolu ve İstanbul dışında Mısır, Hicaz, Balkanlar ve tüm Osmanlı’ya yayılmışlardır. Yazılı örneklerin 16. yüzyılın ortalarında verilmesi sebebiyle bu dönem hakkında çok fazla bilgiye sahip olamamaktayız. 16. yüzyıl tezkirelerinden de bilgi sahibi olamadığımız bu dönem, bir nevi âşıklık geleneğinin bebeklik dönemidir. Bu dönemde bilgi sahibi olduğumuz âşıklar genel olarak Kuzey Afika’daki Garb Ocakları’nda yetişen âşıklar ve Rumeli âşıklarıdır. Bu dönem ürünlerinde mahalli unsurlar daha çok yer kaplarken, ürünlerin anlatımı türkü biçimindedir. İlk olarak bu dönemde divan edebiyatının unsurları âşık edebiyatına dâhil olmuş, ilk kez divan edebiyatı türleri bu dönem âşıkları tarafından denenmeye başlanmıştır. Osmanlı’nın en güçlü olduğu yüzyıl olan 16. yüzyılda âşıklar yurdun her köşesinde barışı ve güzelliği işledikleri gibi savaşı ve kahramanlıkları da anlatmışlardır. Özellikle Kuzey Afrika’daki Fas, Tunus ve Cezayir Garb Ocakları’nda yetişen asker kökenli âşıklar, savaşların en can alıcı noktalarını şiire dâhil edip, epik bir tarzla şiir yazmışlarıdır. Geda Muslu, Armutlu, Kul Çulha 5 bunlardan başlıcalarıdır. Bu âşıklar dışında bu dönemde Öksüz Dede, Bahşî, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Karacaoğlan, Hayalî, Çırpanlı, Hızıroğlu, Kul Mehmet, Kul Pirî, Sururî gibi âşıklar da vardır. 1.2. 17. Yüzyıl Âşık Edebiyatı Âşık Ömer ve Gevheri gibi çok önemli âşıkların yetiştiği bu yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu genişlemiş ve kültür-uygarlık seviyesi ileriye taşınmıştır. Âşıklık geleneği bu dönemde klasikleşen formlarına yaklaşmış, tekke tarzı âşıklık geleneğinin tematik unsurlarından sıyrılmaya başlamıştır. Kendi hüviyetini kazanan âşık edebiyatı, bu dönemde divan edebiyatı ile oldukça yakınlaşmıştır. Âşıklar, divan şiiri türlerini kullanmış hatta divanlar bile yazmışlardır. Bu dönemde kendi şiir anlayışını oturtan özgün şairler dışında, tek maksatları divan edebiyatı şairlerine benzer şiir oluşturmak olan “Kalem Şuarası” adı verilen taklitçiler de ortaya çıkmıştır. 17. yüzyıl, Âşıklık geleneği kurallarının oluştuğu ve bu kurallar doğrultusunda özgün bir edebi anlayışın başladığı yüzyıldır. Bu yüzyıl içerisinde geleneğin en güçlü temsilcilerinden sayılabilecek âşıklar ortaya çıkmıştır. Âşık geleneği kendi içinde klasikleşmiş formuna ulaşmış; divan edebiyatında olduğu gibi geleneğe uyma zorunluluğundan ötürü benzer söyleyişler de görülmüştür. Âşık şiiri, gelişime ve bağımsız bir anlayış olma yolunda hızla ilerlemiştir. Bu yüzyıl hakkında edindiğimiz bilgiler de 16. yüzyıl kadar olmasa da yetersizdir. Âşıklar hakkında bilgiler cönk ve mecmualardan yahut dilden dile dolaşan efsanevi anlatımlardan sağlanmaktadır. Kendi sınırlarını belirleyen âşıklık geleneği bu dönemde gelişimini tamamlamış bir olgunlukla karşımıza çıkmıştır. Sayısal olarak çok fazla ürün verilmese de nitelik bakımından zirveye ulaşılmıştır. Sade bir dil ile ürün veren Ercişli Emrah, Kuloğlu ve Kayıkçı Kul Mustafa gibi âşıkların yanı sıra Âşık Ömer ve Gevheri gibi divan edebiyatı şairlerini aratmayacak derecede süslü ve aruz ölçüsünü kullanarak ürünler veren âşıklar da vardır. Âşık Ömer ve Gevheri, aruzlu şiirlerinde divan şairleri kadar başarılı olmuşlardır. Bu başarı onları birçok cönk ve mecmuaya dâhil etmiş; onların da yüksek zümre olarak gördükleri divan şairleriyle eşdeğer 6 görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu iki aşığın açtığı yolda daha sonra Dertli, Bayburtlu Zihni, Şem’i gibi âşıklar da yol almaya çalışacaklardır. İlk şairname de bu yüzyılda Âşık Ömer tarafından verilmiştir. Bu şairnamede pek çok aşığın ismi verilse de âşıkların özellikleri çok vurgulanmamıştır. 17. yüzyılın önde gelen başlıca âşıkları şunlardır: Âşık Ömer, Gevheri, Temeşvarlı Âşık Hasan, Katibî, Ercişli Emrah, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık İbrahim, Kuloğlu, Âşık Yusuf vd. 1.3. 18. Yüzyıl Âşık Edebiyatı Âşıklık geleneği içerisinde 17. yüzyıl gibi bereketli bir yüzyıldan sonra 18. yüzyıl, duraklama devridir. Nicelik olarak bir hayli fazla olan âşıklar arasında etkin bir âşık çıkmamıştır. Buna rağmen birçok âşık önceki dönemin gücünden faydalanarak şuara mecmularına dâhil edilmişlerdir. Niceldeki bu artışın sebebi âşıklığın maddi kazanç olarak görülüp sazı eline sözü diline alan herkesin kahvehanelere, bozahanelere ve meydanlara çıkmasıdır. Özellikle bu dönemde ortaya çıkan âşıklar divan şiirini taklit yolunu seçmiş ve başarılı olamamışlardır. Bu dönemde âşıkların divan şiirine ilgisi kadar divan şairlerinin de âşık şiirine ilgisi artmıştır. Nitekim bu dönemde, divan edebiyatında, mahallileşme akımı adı altında öze dönüş niteliğinde bir anlayış ortaya çıkmıştır. Bu akımın öncüsü, dönemin ünlü şairi Nedim’in de hece vezniyle bir türkü yazması, âşık şiirine olan ilginin açık bir kanıtıdır. Daha önceleri boş laf eden manasına gelen herzegû olarak nitelendirilen âşıklar artık divan şairleri tarafından da kabul edilmiştir. Bu kabul edilme ile birlikte divan şairlerinin yer aldığı mecmualara da kaydedilmiştir. Bu dönemde medreseli âşıkların sayısının arttığı görülmektedir. Bu âşıklar, önceki yüzyılın getirdiği halk şiiri türleri ve anlayışının yanında, divan edebiyatı türlerini de kullanmışlardır. Önceki yüzyıllarda âşıklar tarafından kullanılan aruzlu türlere, gazel, kaside, muhammes ve divani gibi türler de eklenmiştir. Her iki şiir anlayışında da hâkim olan klasik edebiyat anlayışıdır. Sevgili, ayrılık, felek ve hasretten şikâyet gibi konular sıkça işlenmiştir. 7 Bu yüzyılda önde gelen şairler ise şunlardır: Agah, Agahî, Abdi, Âşık Bağdadî, Âşık Derunî, Âşık Halîl, Âşık Nigarî, Âşık Nuri, Âşık Sadık, Âşık Said, Kabasakal Mehmet, Kara Hamza, Levnî, Mağripoğlu, Nakdî, Talibî vd. 1.4. 19. Yüzyıl Âşık Edebiyatı 19. yüzyıl, Anadolu coğrafyasında hayli hareketin olduğu bir dönemdir. Siyasal ve ekonomik olarak Osmanlı’nın çöküş dönemine girmesi gerekse edebi yaşamda batıdan gelen yeni edebi akımların oluşturduğu yeni edebiyat anlayışları, âşık şiirinin tarihi gelişimine de tesir etmiştir. Bugüne dek bir arada ve birbirine karışmamak amacında olan üç edebiyat anlayışının yanına, batıdan alınan edebi akım ve nazım türleri ile yaratılan Tanzimat edebiyatı da eklenmiştir. Bu yeni edebiyat anlayışı, Tekke-tasavvuf, Klasik ve Âşık edebiyatı geleneklerinin de birbirilerine yaklaşmasına ve kendi iç dinamiklerini korumalarına vesile olmuştur. Batılı unsurlara karşı yerli olan unsurları koruma gayesi, bu konuda ehil olan âşık tarzı halk şiirini sözcü konumuna getirmiştir. Bu dönemde halk şiiri, önceki dönemlerin de birikimiyle atılımda bulunmuş ve parlak bir asır geçirmiştir. Milli ve epik özellikler gösteren destanlar, âşıklar tarafından sıkça dillendirilmiş ve dönemin yazılı mecralarında işlenmiştir. Devletin çöküş döneminde olması ve batılı devletler tarafından sürekli olarak tehdit edilmesi, Fransız İhtilali’nin etkisiyle yayılan milliyetçiliğin çok uluslu olan Osmanlı’yı yavaş yavaş parçalaması da yerli unsurları ve milli kimliği daha çok ön plana koymuştur. Bu da âşık şiirinin istediği bir şeydir. Ekonomik olarak da çöküş döneminde olan Osmanlı’nın göçebe olan toplulukları, yerleşik hayata geçirerek vergi almak istemesi, göçebe âşıkların tepkisini çekmiştir. Bu iskân politikasına karşı başta Avşarlardan Dadaloğlu olmak üzere diğer göçebe âşıklar da ateş püskürmüşlerdir. Dadaloğlu’nun “Ferman 3 padişahınsa, dağlar bizimdir.” sözü göçebe toplulukların ve belki de 19. yüzyıl âşık şiirinde devlete başkaldıran göçebe âşıkların mottosu olmuştur. 19. yüzyılda, II. Mahmut’un âşıkları koruması âşık edebiyatının gelişmesine vesile olmuştur. Özellikle İstanbul merkezli âşıklık geleneğinin yeniden canlanması 3 Özdemir, Z. Ahmet, Avşarlar Ve Dadaloğlu, Ankara, 1985, s. 165. 8 ve var olan âşıklık geleneği yerine “semaî kahvehaneleri” geleneğini ortaya çıkarmıştır. Semai kahvehanelerdeki âşıklar, tipik gezginci âşık tipi değil; “Meydan şairleri” olarak bilinen yerleşik yaşama geçmiş âşıklardır. Bu âşıklar semai kahvehanelerinde destan, koşma, semai ve kalenderi gibi şiirler söylemişlerdir. Özellikle dini bayramlar ve cuma geceleri yapılan bu fasıllar halkın uğrak yeri olmuştur. Tekke ve âşık edebiyatının büyük icra mekânları olan başta yeniçeri ocağı olmak üzere asker ocakları olmuştur. 16. ve 17. yüzyılda Garb Ocakları, 18. yüzyılda Mağrip Ocakları da yeniçeri ocakları gibi âşık ve tekke edebiyatları üyelerinin bulunduğu, yetiştiği ortamlar olmuşlardır. Bektaşî âşıkların çoğunlukta olduğu yeniçeri ocağının, askeri başarısızlıklar ve batılılaşmaya ayak uyduramaması sebebiyle kapatılması, tekke ve âşık edebiyatlarına güç kaybettirmiştir. Bu yüzyılda âşıkların büyük çoğunluğu okuma yazma bilmekte ve âşıklar klasik kalıplara uymasa da şiirlerini divanlarda toplamışlardır. Âşıklık geleneği ve kuralları, ortaya çıkan âşık kollarında yeni âşıklara aşılanmaya çalışılmıştır. Bu dönemde özellikle Doğu Anadolu bölgesinde Kars-Erzurum-Iğdır merkezli önemli âşık kolları ortaya çıkmıştır. Erzurumlu Emrah Kolu, Şenlik Kolu, Sümmanî kolu, Ruhsat kolu ve Dertli kolu Âşıklık geleneğinin önemli kollarındandır. Bu dönem âşıkları ise şunlardır: Âşık Şem’i, Âşık Şenlik, Bayburtlu Zihnî, Dadaloğlu, Dertli, Erzurumlu Emrah, Gedaî, Muhibbî, Ruhsatî, Seyranî, Sururî, Sümmanî, Tokatlı Nurî vd. 1.5. 20. Yüzyıl Âşık Edebiyatı Osmanlı devletinin 20. yüzyılda gittikçe güçsüzleşip parçalanması ve sürekli savaş halinde olması, her kesimi olumsuz etkilediği gibi Âşıklık geleneğini ve âşıkları da kötü etkilemiştir. 19. yüzyılın ihtişamı yavaş yavaş sönmeye başlamıştır. İstanbul ve büyük şehirlerde, devletin içinde bulunduğu işgal, savaş ve merkezi otoritenin güç kaybetmesi sebebiyle âşık fasılları düzenlemek bir yana, âşıklık geleneğine de büyük darbe vurmuştur. Asrın başında âşıklar, büyük şehirlerden taşraya inmiş ve buradaki buhran ve işgaller nedeniyle sinmişlerdir. M. Fuat Köprülü, bu dönemi anlatırken Âşık edebiyatının bittiğini dahi vurgulamıştır. Fakat 9 bu durağan dönem Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde sona ermiştir. Cumhuriyetle beraber gelenek tekrar canlanmıştır. Her ne kadar bir önceki âşıkları aratmayacak Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan, Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova gibi âşıklar çıkmış olsa da geleneğin güç kaybettiği âşıkardır; fakat bitmemiştir. Savaşlardan çıkmış ve kendi kendini yönetme gücünü kazanmış bir millet, bu buhran ve acı dönemin sonunda kendi iç değerlerine dönüş yapmıştır. Türk ulusunun kültürel değerleri, devlet destekli olarak edebiyatçılar ve araştırmacılar tarafından derlenmeye, hızla yayımlanmaya başlanmıştır. Nitekim bu araştırmacılardan biri olan Ahmet Kutsi Tecer, Âşık Veysel ve Ali İzzet Özkan gibi âşıkları Anadolu’nun bağrından çıkarıp TRT radyolarına kazandırmıştır. Sivas’ta yapılan “Âşıklar Bayramı” Âşık Veysel’le beraber birçok aşığın tanınmasına sebep olmuştur. Bu da geleneğin bitmediğinin kanıtıdır. Hızla gelişen elektronik aletler, plak ve kaset gibi ses kayıt cihazları, âşıklık ürünlerinin daha rahat kaydedilmesine vesile olmuştur. Bu dönemde âşıklar sanatçı tipine daha da yaklaşmışlardır. Köy kahvehaneleri ve Semai kahvehaneleri yerine radyolar, gazinolar ve lokantalar âşıkların yeni uğrak yerleri olmuşlardır. Halkın içe dönmesi ve değerlerini ön plana çıkarması, aruzun terk edilmesi ve hecenin daha egemen olmasına etki etmiştir. Milli ölçünün bu denli egemen olması yeni edebiyat anlayışında da “Beş Hececiler” adlı ekollerin doğmasına da sebep olmuştur. Bu dönemin önemli şairleri şunlardır: Ali İzzet Özkan, Âşık Veysel, Talibî, İsmetî, Davut Sularî, Kağızmanlı Hıfzı, Murat Çobanoğlu, Posoflu Müdamî, Şeref Taşlıova vd. Yeni Türk devletinde yetişen kadın âşıklar da mevcuttur: Sarıca Kız, Döne Sultan, Şah Turna, Âşık Nurşah, Nevcivan Özmerih. 10 4 2- ÂŞIK TARZI EDEBİYAT GELENEĞİ TERMİNOLOJİSİ Âşıklar tarafından üretilen metinleri iyi anlayabilmek için hem bu geleneğin aşamalarını hem de kendine has terminolojisini bilmemez gerekir. Âşıklık geleneğinin terminolojisini oluşturan unsurlar şunlardır: 2.1 Âşıkların Yetişme Süreci Âşıkların yetişme sürecinde geleneğin kuşaktan kuşağa aktarımını sağlayan usta-çırak ilişkisi gereklidir. Bu süreç içerisinde, hevesi olan ya da âşıklığa yönlendirilen kişilerin, ustalardan, âşıklık geleneğinin kurallarını, geleneğin gereklerini öğrenmeleri ve daha sonra bunları icra ile göstermeleri gerekir. Bu süreçten sonra, ustasından icazeti (diploma) alan âşığın kendi şiir dünyasını oluşturmaya başlaması gerekir. Buradaki icazet, bir belge değil, ustanın mahlasname söyleyerek öğrencisine mahlas vermesidir. Âşıklık geleneğinde ustadan alınan mahlas, aşığın ustası kadar ehil olduğu ve âşıklık geleneğini icra edebileceği ve başka nesillere taşıyabileceği anlamına gelir. Şehirde yetişen âşıklar, şehirlerin derin kültür portalı içinde olmaları ve farklı kesimlerle etkileşimdeolmaları sebebiyle köy âşıklarına nazaran daha geniş bir kelime hazinesine sahiptirler. Her ne kadar usta-çırak ilişkisi, âşıkların yetişmesinde önemli rol alsa da rüya ya da bade ile âşık olanlar da mevcuttur. Bu husus ilerleyen bölümlerde detaylıca aktarılacaktır. Âşıkların yetişme sürecinde şunlar yer alır: 2.1.1. Çırak Yetiştirme (Kapılanma) Âşıklık geleneği, sadece irticalen saz çalıp söz söylemek değil; geleneğin yüzyıllar içerisindeki gelişimini, kurallarını ve âşıklık geleneği içinde yetişen kişilerin de bilinip anlatılmasını gerektiren bir gelenektir. Bu gelenekte yetişecek âşık, öncelikle âşıklık geleneği hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Ardını yani geleneğin geçmişini bilmeden gelenek içinde icrayı yapma olanağı yoktur. Usta kendine seçtiği çırağı sürükli yanında gezdirir. Atışmalarda ve fasıllarda ustasını dinleyen çırak, eğitimini sahada alır. Usta, çırağa saz çalmayı, meydan 4 Bu bölüm oluşturulurken Erman Artun’un Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Saim Sakaoğlu’nun Aşık Edebiyatı Araştırmaları ve M. Öcal Oğuz editörlüğünde hazırlanan Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, eserleri başucu kaynakları olarak kullanılmıştır. 11 açmayı, divana çıkmayı, ayak kurallarını ve âşık makamları gibi birçok konuda bilgi vererek onu hazırlar. Belli bir seviyeye gelen çırağın şiir söylemesine izin verir, hatta onunla atışmalarda dahi bulunur. Yetiştiği düşünülen aşığa ustası tarafından söylenen mahlasname ile mahlas verilir. Bu mahlas, icazet görevi görerek, âşığın tek başına âşıklık yapabileceği anlamına gelmektedir. Âşık ustasının öğretileriyle diyar diyar gezer ve atışmalarda bulunur. Bu atışmalarda ustasını anar ve onun şiirleri ile söze girer. Bu da usta-çırak ilişkisinin, bir nevi kültür taşıyıcılığı olduğunu gösterir. 2.1.2. Kalfalık Bu dönem âşık adayının belli bir seviyede olduğu dönemdir. Bu seviyedeki âşık eline saz alıp çalabilen ve söz söyleyebilendir. Bu dönemde genç âşık, hocasının şiirlerinin yanında kendi tahayyül ve hafızasından şiir üretmeye ve icraya çalışan âşıktır. Geleneğin kuralları dışına çıkmadan heceli, duraklı ve faslın veya atışmanın temasına uygun şiirler üretir. Aşığın üretim çağıdır. 2.1.3. Ustalık Dilde ve telde ileri bir seviyeye gelen ve atışmalarda bulunan usta âşıklar, irticalen şiir söylemede ustalaşmışlardır. Usta âşıklar, önceden söyledikleri, ustalarının şiirlerini, kendi hafızasından ve edebi dimağından geçirerek yeniden üretir. Ayrıca ustasından veya diğer âşıklardan duyduğu hikâyeleri kendi üslubuyla yeniden üreterek şiirleştirir. Kendi şiir dilini oluşturmaya çalışan âşık, her zaman olduğu gibi çevresindeki âşıkların üsluplarından etkilenerek kendi üslubunu yaratır. 2.2. Mahlas Alma ( Tahallüs-Tapşırma) Mahlas hem âşıklar hem de divan şairleri tarafından kullanılan, şairin şiirdeki adıdır. Arapça “hâlâs” kelimesinden türeyen mahlasın kelime anlamı, kurtulacak yer veya saflıktır. Mahlas, âşıklar tarafından ilk anlamında kullanılır. Âşık geleneğinde mahlas yerine daha çok “tapşırma” kelimesi kullanılır. Âşıklar, mahlasları hem diğer şairlerden ayırt edilebilmek hem de geleneğin devam eden yazısız kuralı olduğu için kullanırlar. Âşık terminolojisinde mahlas almaya “tahallüs”, mahlas kullanmaya ise “tapşırma” ifadeleri kullanılır. Aşığa, mahlası, ustası tarafından verilir. Usta âşık, 12 kendini yetiştirmiş ve bu geleneği tek başına sürdürebilceğine inandığına, mahlasname söyleyerek mahlas verir. Mahlas verilirken usta âşık, genç âşığın özelliklerine uygun bir mahlas vermeye çalışır. Âşıkların özelliklerinin yanı sıra, boy adları, yaşam öyküleri, fiziki özellikleri ve inançları da mahlas almalarında etkili olmaktadır. Köroğlu, Dadaloğlu, Benli Ali, Kul Nesimi, Dertli mahlasları bunlardan sadece birkaçıdır. Mahlas/tapşırma, şiirlerin son dörtlüğünde bulunur. 2.3. Bade içme ve Rüya Motifi Âşık terminolojisinde çok fazla kullanılan bu iki motif âşıklık geleneği âşıkları için bir başlangıçtır. Rüya motifi, âşıkların maddiyattan sıyrılarak maneviyata yönelmelerini ve şiirlerin daha efsunlu bir hava kazanmasını ifade eden bir motiftir. İlham kaynağının ilahi güç olduğuna inanılan rüyada, kimi âşıklar, Hz. Muhammed’i, Hızır’ı, mürşidi, piri veya vb. ilahi kudret kaynaklı kişileri görmeleriyle saz çalıp söz söylemeye başladıklarıbelirtilmiştir. Bade motifi ise rüya anında görülen ve yine ilahi bir güç tarafından aşığa sunulan bir ikramdır. İkramı kabul eden âşık, uyandığında sazı eline alıp çalmaya başlar ve âşık olur. Fakat bu işlem bu kadar basit bir ritüel değildir. İçinde olağanüstülükler ve mitolojik unsurlar barındırır ve derinlemesine incelendiğinde binlerce yılı kapsayacak bir ritüeldir. Âşıklar, genellikle önceden saz ile söze aşina olsalar da asıl âşıklık kimliklerini bade içtikten sonra kazanırlar. Aslında bade içme tabiri yanlış bir tabirdir. Çünkü âşık terminolojisinde bade, sadece içilen bir şey olmadığı gibi yenilen yutulan bir şey de olmayabilir. Bade tanımı içerisine mey, süt, elma, armut, kağıt, söz vb. birçok unsur girebilmektedir. Badeli âşıkların hikâyeleri incelendiğinde ortak motifler göze çarpmaktadır. Âşıklar çeşme, pınar veya herhangi bir su birikintisi yanında bayılır veya uyurlar. Yatan âşık rüya görmeye başlar. Rüyasında peygamber veya bir pir tarafından bade sunulur. Badeyi içtikten sonra ise aşığın şiirine yön verecek sevgili gösterilir. Bu motife ise âşık terminolojisinde “buta gösterme” denmektedir. Âşıkların rüyada içtikleri bade(dolu) üç türlüdür: 13 Er dolusu: Er dolusu içen âşıklar, âşıklık vasfının yanı sıra aynı zamanda kahramanlık vasfını kazanırlar. Toplumun iyiliği ve adalet için savaşan ve bunları şiirlerinde epik bir havada aktaran âşıklardır. ‘Aşk dolusu: Rüyada pir elinden içilen dolu ile âşık, şiirine konu olacak “but” ile tanıştırılır. Uyanan âşık, çok üzülür, dövünür ve sevgilisini aramaya koyulur. Pir dolusu: Kimi âşıkların rüyalarında pir elinden üç defa bade sunulduğu gözükür. Pir tarafından verilen birinci dolu âlemleri yaratan asıl sevgili Allah, ikincisi pirler ve üçüncüsü ise beşeri aşkı ifade eden asıl sevgili içindir. Bade içildikten sonra âşık, uykuda tiremeye ve ağzından köpükler saçmaya başlar. Rivayetlere göre usta bir âşığın sazın tellerine vurmasıyla uyanır ve âşık olurlar. İslamiyet öncesi şaman-kam geleneğinin bir uzantısı olan ve bu geleneğin özelliklerini içinde barındıran Âşıklık geleneğinde, âşık olma ritüeli ve şamanların 5 şamanlığa seçilmeleri arasında benzerlikler bulunmuştur. Türklerin yol göstericisi, öteki dünya ruhları ve doğadaki ruhlarla bağlantısı olduğuna inanılan şamanlar, şaman olma ritüelinde bir nehir kenarında kendinden geçer ve ağzından köpükler saçmaya başlar. Uyanınca olağanüstü güçlere sahip olurlar. Âşıkların uykularında bade içtikten sonraki vecd halleri de ve ondan sonra olağanüstü yahut ilahi güçlerin verdikleri âşıklık yeteneği ile saz çalmaları da bu ritüele benzemektedir. Bir başka ilgi çekecek nokta ve ortak öğe ise sudur. Bütün dünya mitolojilerinde ve yaradılış destanlarında yaratılma ve yenilenme mânâsına gelen su motifi, âşıkların ve şamanların yeni bir birey olarak doğmalarında etkili olmuş olabilir. 2.4. Âşık Enstrümanı “Saz” Her türlü telli çalgıyı ifade için kullanılan saz kelimesi âşık terminolojisinde, arkaik Türklerin kullandığı kopuzun gelişmiş şekli olan bağlamadır. İlk âşıkların çaldıkları saza çöğür denildiği için âşıklara “çöğürcü” de denilmekteydi. Âşıkların büyük bir kısmı saz çalmaktadır. Şiirlerin icrasında âşık şiirinin daha etkili olmasına olanak sağlayan saz, sözün musikiyle birleşerek tesirini artırır. 5 Umay Günay, Türkiyede Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yay., Ankara, 1992, s.91. 14 Atışmalarda aşığa yol açan ve söz üretmede sıkıştığı zaman, aşığına zaman kazandıran yardımcı konumundadır. Saz çalamayan âşıklar, çalabilenler kadar değer görmezler. Bu yüzdendir ki saz çalamayan bazı âşıklar, fasıllarda yanlarına saz çalabilen “sofu” adlı kişileri alırlar. Bektaşi âşıkların kullandıkları sazlarda çeşitli düzenler vardır. Üç telli ve on iki telli sazlar, bunların en ünlüleridir. Üç telli sazlarda her bir tel, Allah, Hz. Muhmammed ve Hz. Ali üçlemesine işarettir. On iki telli sazda ise her bir tel on iki imamdan birini temsili eder. 2.5. Âşık Fasıllları – Âşık Atışmaları Âşıklar arasında, âşıklık gücünün, kelâmın ve nüktedanlığın yarıştırıldığı yer olan âşık fasılları ve atışmaları, geleneğin en önemli icra yerleridir. Âşıklar hem para kazanmak hem şöhretine şöhret katmak hem de sadece eğlenmek için bu fasılları tertip ederler. Özellikle halkın -dini bayramlar ağırlıkta olmak üzere- hoş vakit geçirmek için katıldıkları bu fasıl ve atışmalar, âşıklar ve gelenek için çok önemlidir. Geleneğin âşıklardan istediği özellikler, irticalen söyleyebilme, saz çalabilme, bade içtiğini iddia etme ve ayrıca atışma yapabilmedir. Âşıklar bunlardan en az üç tanesini yapabiliyor olmalıdır. 2.5.1. Âşık Deyişleri 2.5.1.1. Serbest Deyişler Âşıkların dinleyiciler karşısında sunduğu, söylenmesi gereken yer ve zamanın belli olmadığı deyişlerdir. Bu deyişler arasında insanların en çok dikkatini çeken ve en etkili deyişler zamanla kalıcı hale gelir ve diğer âşıklarca fasıllarda hatırlatılır. Âşıkların bu deyişleri genellikle yazıya geçirilmiştir. Bu metinlerin geneli türkü olarak nitelendirilse de bunlar koşma, semai, varsağı, ağıt, bozlak, destan, koçaklama ve güzelleme gibi adlarla anılırlar. Bu başlıklar dışında gazel, kaside, kalenderi, vezn-i aher, mani, murabba, divan, muhammes, ilahi, nefes de serbest deyişler arasındadır. 2.5.1.2. Sistemli Deyişler Âşıkların yeri ve zamanı belli olan mekânlarda ve kurallı olarak söyledikleri deyişlerdir. Bunlar âşık fasıllarında, atışmalarda ve deyişmelerde söylenirler. 15 Âşık deyişlerinde ortak bir ayağın (kafiye) kullanılması, fasıllarda ortak bir temaya uygun deyişlerin söylenilmesi yahut pek çok şairin karşılıklı atışmaları da sistemli deyişler arasına girmektedir. Burada asıl olan, ortak bir noktanın bulunmasıdır. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde fasıllar, atışmalar veya mani tarzı türküler söylenerek sistemli deyişler örneklendirilmektedir. 2.5.1.3. Tarih Bildirme Toplumu etkileyen bir olayın tarihi veya bir şahsın doğum ve ölüm tarihlerinin, şiirde kullanılmasına denir. Divan edebiyatında “tarih düşürme” olarak kullanılan bu tabir, Arap alfabesinin her bir harfine bir sayısal rakam verilmesi ve bu harflerin rakamları baz alınarak kullanılması esası olan “ebcet hesabı”na dayanır. Özellikle divan edebiyatında çokça kullanılan bu türün üstadı 18. yüzyılda yaşan Sururî’dir. Kedisinin bile ölüm tarihini şiire işleyen âşık, şairanelik yönü pek güçlü olmasa da tarih düşürmede ustalaşmıştır. Bu gelenek, âşık tarzı şiirinde de kullanılmıştır. Âşıklar, önemli gördükleri sel, salgın hastalık, göç ve savaşları, ebcet hesabı kullanarak şiirleştirmişlerdir. Ebcet hesabı dışında kimi âşıklar, tarihi, olduğu gibi vermişlerdir. 2.5.1.4. Nazire Söyleme Bir şairin şiirine karşı, aynı birim ve vezin ile şiir söylenilmesidir. Divan edebiyatına ait olan bu tür, Âşıklar tarafından da kullanılmıştır. Nazire yapılırken önemli olan, muhteva ve şekil yönünden asıl şiire bağlı kalmasıdır. 2.6. Âşık Toplantıları 2.6.1. Âşık Fasılları Âşıkların, belirli bir dinleyici kitlesi önünde geleneğin kurallarına bağlı kalarak sazla sözle yapılan uygulamaların bütününe âşık faslı denir. Âşıkların şöhret ve para kazanmak için gezdikleri yerlerde yaptıkları bu ritüele, divana çıkma veya meydan edilme adları da kullanılır. Âşıklar, âşık fasıllarında, sazları ve sözleriyle karşı tarafı sindirmeye çalışırlar. Bir hakem heyeti tarafından galibinin belirlendiği bu buluşmalarda âşıklar, 16 sazlarına olan güvenlerini, fasıllara “Medet senden telli kepçe” gibi sözler söyleyerek 6 başlarlar. Âşık fasıllarını genel itibarıyla üç ana bölüme ayırabiliriz: 1. Hoşlama 2. Hatırlatma 3. Tekellüm Âşıklar, kendi hayat hikâyelerini, şiirlerle birbirilerine ve dinleyicilere aktardıktan sonra fasla başlarlar. Hoşlama ile başlanılan ilk bölümde âşıklar, dinleyiciler ve rakiplere, hoş geldiniz mânâsında şiirler söylerler. Burada söze, ev sahibi âşık, ikisi de misafir ise yaşça büyük olan âşık başlar. Hatırlatma bölümünde ise âşıklar eski büyük âşıkların ve kendi ustalarının şiirlerini söylerler. Burada, genellikle Köroğlu’nun şiirlerinden örnekler verilir. Tekellüm bölümü ise faslın asıl bölümüdür. Tekellüm bölümü kendi içerisinde şu bölümlere ayrılır: a) Açılış: En yaşlı aşığın ortaya bir ayak(kafiye) atması ile başlar. Fasla, dar olmayan bir ayakla başlamak daha uygundur. b) Öğütleme: Âşıkların birbirlerine öğüt verdikleri bölümdür. Bu bölümde asıl amaç, öğütle beraber kendi şairlik güçlerinin diğer tarafa gösterilmesidir. c) Bağlama-muamma: Tekellümün en ilgi çekici bölümüdür. Bu bölümde âşıklar, birbirilerinin çeşitli alanlardaki bilgilerini ölçerler. Genellikle dar ayaklar kullanılır. Amaç âşığı halk karşısında bilgisiz gösterip üstün gelmektir. Bu bölümde âşıkları zorlayan muammalardır. Muammalar, içinde bir adın saklı olduğu dizelerdir. Bağlama-muamma bölümü günlerce sürebilmektedir. d) Sicilleme: Karşılaşmada yenen aşığın yenileni kırmadan hicvettiği bölümdür. Bent ve bentlerden oluşur. e) Yalanlama: Bir diğer ismi mübalağa olan bu bölümde âşıklar, yalanları abartabildikleri kadar abartmaya çalışırlar. Mizah ve sosyal hiciv aynı anda verilmeye çalışılır. 6 Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2005, s. 89. 17 f) Taşlama-takılma: Âşıkların, rakibini, arkadaşlarını, etraftakileri veyahut sosyal-siyasi bir konuyu eleştirdikleri bölümdür. Taşlamanın konusu çok geniştir. Burada asıl dikkat edilecek şey, âşıkların birbirlerini eleştirirken kırıcı olmamalarıdır. g) Tüketmece veya daraltma: Birbirlerine üstün gelemeyen âşıklar, bu bölümde lebdeğmezler ve dar uyaklarla üstün gelmeye çalışırlar. Lebdeğmez: Dudak ünsüzleri olan b, p, m, v, f harflerini kullanmadan, verilen ayağa göre şiir söyleme sanatıdır. Bu bölümden önce âşıklar, dudak altlarına bir iğne yerleştirirler. Dudak ünsüzlerinden birini kullanan aşığın dudağına iğne batar ve kaybeder. h) Uğurlama ve mehdiye: Birbirini şimdiye kadar iğneleyen âşıkların birbirini övücü manada, tam şiirler söylemeleridir. Faslın bitişinde, büyük âşıklardan birinin şiiriyle fasıl kapanır. Bu âşık ise genel olarak Köroğlu olmaktadır. Yenilen âşık sazını diğer aşığa bırakır ve bir daha meydan edilmez. Bu yenilgilerden sonra âşıklığı bırakanlar da vardır. 2.7. Askı Asmak- Askı İndirmek ve Muamma Geleneği Âşık Edebiyatı’nda askı ve muamma gelenekleri, âşıklığın en eski geleneklerindendir. Muammalar, Âşık edebiyatında içerisinde bir ismin gizli olduğu manzum bilmecelerdir. Çok eskiye dayanan askı-muamma geleneğinde asıl amaç, âşıkların kahvehanelerde yazdıkları muammaların çözülmesidir. Kendine güvenen âşık, bir mendille beraber bir muammayı kahvehanenin en görünen yerine asar. Kendine güvenenler bu muammayı çözmeye çalışırlar. Çözemeyenler mendilin içine para bırakırlar. Çözebilen âşık ise paranın hepsini alır. Eğer muamma çözülemezse, söyeleyen âşık, belirlediği zamanda gelir ve bütün parayı alır. Askı-muamma geleneğinin üç adet uygulaması vardır. Bunlardan birincisi, askı bir mendil değil, sadece bilmeceden oluşur. İkincisi, âşıkların tecrübelerine bağlı olarak bohça veya mendile saklanan nesnenin bulunmaya çalışılılmasıdır. Üçüncü ise, en bilinenidir. Bir muammayla beraber asılan mendildir. Bilmeyen mendile para atar, bilen ise paraları alır. Eğer bilinmezse, yazan âşık paraları alacaktır. 18 2.8. 7Âşık Şiirinde Biçim ve Tür 2.8.1. Koşma Âşık edebiyatında, belirli kurallara sahip, en çok kullanılan nazım şeklidir. Koşmak mastarının türevi olan koşma, eklemek, ardına ilave etmek mânâsına gelmektedir. Bu anlamlar dışında tefrik ve rekabet etmek anlamlarına da gelmektedir. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında koşuğun karşılığı olarak görülmüştür. Koşmalar yapılarına ve konulara göre çeşitlenmekle beraber, asıl olarak 11’li hece ölçüsü ve dörtlük nazım birimiyle oluşturulan metinlerdir. 1.1) Koşmalar yapılarına göre Düz, Ayaklı, Musammat, Musammat Ayaklı, Zincirbend, Zincirbend Ayaklı, Yedekli ve Dedim-dedi’li koşmalar olarak sınıflanırlar. 1.2) Koşmalar ayrıca işlediği konulara göre de birbirinden ayrılırlar: a) Güzelleme: Aşkı, güzeli ve güzelliği öven koşmalardır. Güzellemelerde âşık ile maşuk arasındaki ilişki, lirik bir tarzda işlenmektedir. Güzellemelerde ayrıca sevinç, hüzün ve hasret gibi konular da anlatılmaktadır. Özellikle Karacaoğlan, güzellemeleriyle ün kazanmıştır. b) Koçaklama: Kahramanlık ve yiğitliğin anlatıldığı koşmalardır. Epik anlatımın kullanıldığı bu koşmalarda yiğitlerin kavgalarda ve savaşlarda gösterdikleri başarılar mübağalalı olarak anlatılagelir. Köroğlu ve Dadaloğlu koçaklamalarıyla bilinmektedirler. c) Taşlama: Âşık edebiyatında, kötülemek ve alay etmek için yazılan bu tür koşmalarda, toplumun ve devletin aksak yönleri, eleştirilen konulardan olmuştur. Âşıklar, bu konular dışında rakiplerini de taşlamalarıyla iğnelerler. Divan edebiyatında hicve karşılık gelmektedir. d) Ağıt: Acıklı olaylar arkasından söylenen koşmalardır. e) Bu türler dışında Öğütleme, Yalanlama, Sicilleme, Kargışlama, Alkışlama ve Salavatlama koşmalar da vardır. 7 Bu bölümün oluşturulmasında Erman Artun’un Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı kitabındaki tür şemasına göre sıralama ve sınıflandırma yapılmıştır. 19 1.3) Ezgileri Göre Koşmalar: a) Semâ’î: Âşık edebiyatında, 8’li hece kullanıldığı, özel bir ezgisiyle söylenen koşmalardır. Kendi başına bağımsız bir tür olarak da kabul edenler vardır. Divan edebiyatında aruzla söylenen semaiden farklıdır. Doğa ve güzellik konularının sıkça işlendiği şiirlerdir. b) Varsağı: Güney Anadolu’da Varsak boyunun söylediği koşmalardır. Semai gibi 8’li hece ölçüsü ile söylenen bu şiirler, epik bir hava taşır. Semaiden ayrılan bir başka yönü ise bre, hey, behey gibi nidaların kullanılmasıdır. c) Destân: Kelime anlamı “efsane ve mesel” olan destan, Arapça bir kelimedir. Âşıklık geleneğinde yer alan destan türüne geçmeden evvel, bu metnin eski Türklerdeki karşılıklarını ve ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir. Yakutlar’da olong, ölöng ifadeleri, kahramanlık ve yiğitlikle ilgili manzum anlatılar için kullanılmıştır. Kırgızlarda kahrmanlık anlatıları için ise comok, anlatıcı için comokçu ifadeleri kullanılmıştır. Türkçede ise destan ifadesi, lirik anlatıların hakim olduğu koşug, yır ve cır ifadeleri ile karşılanmıştır. Buradan anlaşılacağı üzere Türkler’de destan, hem epik anlatılar hem lirik anlatılar 8 olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Destan, divan edebiyatı, halk edebiyatı ve yeni edebiyat alanlarında da kullanılmıştır. Kimi zaman manzum kimi zaman mensur olabilen bu tür, ayrıca manzum-mensur karışık olarak da karşımıza çıkmaktadır. Günümüze değin birçok araştırmacı tarafından destanların tasnifi yapılmış; kapsam ve çeşitleri ortaya konmaya çalışılmıştır. İlhan Başgöz, destanları sadece “güldürücü destanlar” ve “ağır mevzulu destanlar” olarak ayırt etmiştir. Bu tasnif ilk önce Hikmet Dizdaroğlu tarafından genişletilmiştir. On ayrı başlık altında toplanan destan tasnifi daha sonra Sabri Koz ve Fuat Özdemir tarafından da genişletilmiştir. Bu tasniflerin en genişletilmiş olanı, Ali Yakıcı tarafından destanların konularına ilişkin yapılan otuz 9 ana başlık ve birçok alt başlıktan oluşan tasniftir: Ali Yakıcı’nın destan tasnifi şu şekildedir: 8 Şükrü Elçin, Türk Dilinde Destan Kelimesi ve Mefhumu” Halk Edebiyatı Araştırmaları, C. I, Ankara 1988, s. 33-41. 9 Ali Yakıcı, “Âşık Tarzı Türk Şiirinde Destan Türünün Tasnifi”, Milli Folklor, S. 19, C. 3, Ankara, 1993, s.19-22. 20 1) Şikâyet Destanları 2) Övgü Destanlaı 3) Yergi Destanları 4) Öğüt Destanları 5) Yas Destanları (Ağıtlar) 6) Seyahat Destanları 7) Şehir-Kasaba-Köy Destanları 8) Yer-Dağ-Nehir-Pınar Destanları 9) Şenlik-Tören Destanları 10) Yapı ve Anıt Destanları 11) İnsanla İlgili Destanlar 12) Dini Hayatı ile İlgili Destanlar 13) Kültürel Hayatı ile İlgili Destanlar 14) Eğitim Hayatı ile İlgili Destanlar 15) İktisadi Hayatı ile İlgili Destanlar 16) Sosyal Hayatı ile İlgili Destanlar 17) Siyasi Hayatı ile İlgili Destanlar 18) Savaş – Zafer – Fetih ile İlgili Destanlar 19) Eşkıya Destanları 20) Doğal Afet Destanları 21) Kıtlık (Kuraklık) Destanları 22) Göç Destanları 23) Hastalık Destanları 24) Zaman ve Devirlerle İlgili Destanlar 25) Mevsimlerle İlgili Destanlar 26) Hayvanlarla İlgili Destanlar 27) Bitki ve Meyvelerle İlgili Destanlar 28) Çiçek Destanları 29) Yemek Destanları 30) Teknolojiyle İlgili Destanlar 21 Her konuda destan yazılabilir. Fakat bazı konular daha çok işlenmiştir. Özkul 10 Çobanoğlu’nun konuları bakımından tasnifi ise ana başlıklara göre şu şekildedir: I. Sosyal Hayatla İlgili Destanlar II. Kültürel Hayatla İlgili Destanlar III. İktisadi (Ekonomik) Hayatla İlgili Destanlar IV. Eğitim Hayatıyla İlgili Destanlar V. Siyasi Hayatla İlgili Destanlar VI. Dini ve Ahlaki Hayatla İlgili Destanlar VII. Askeri Hayatla İlgili Destanlar VIII. Sosyo-Kültürel Hayatla İlgili Destanlar IX. Doğal Çevreyle İlgili Destanlar X. İnsanla İlgili Destanlar Âşık tarzı halk edebiyatında yer alan destanlar, anonim halk edebiyatındaki destanlardan farklıdır. Anonim halk anlatılarında destan, epik karakterde iken âşık anlatılarında lirik bir karaktere sahiptir. Âşık tarzında ele alacağımız destan, gazel ve koşma nazım türlerini andıran bir şekilde söylenmektedir. Diğer nazım türlerinde dörtlük sayısında bir sınırlama var iken destanda sınırlama yoktur. Genellikle 4 ile 120 dörtlük arasında yazılan destanlar, 7, 8 ve 11’li hece ölçüsünün kullanıldığı koşmalardır. 2.8.2. Âşık Şiirinde Diğer Heceli Şekiller 2.8.2.1. Mani: Halk şiirinin en çok kullanılan nazım türlerinden biridir. Anonim maniler de olmakla birlikte âşıklık geleneğinde, hem kısa hem kolay söyleniyor olması vesilesiyle sıklıkla kullanılan bir türdür. Âşık edebiyatında, âşıkların atışmalarında, türkülerde, halk hikâyelerinde hatta destanlarda bile kullanılmaktadır. Destan ve halk 10 Özkul Çobanoğlu, Âşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü, Akçağ Yay., Ankara, 2000, s. 53-89 22 hikâyelerinde kahramanların karşıklı konuşma bölümlerinde kullanılırlar. Sadece mani söyleyen âşıklar bile vardır. Genellikle 7’li hece ölçüsü kullanılarak oluşturulan manilerde, kafiye şeması “aaba”dır. 4+3 duraklıdır. Kafiye şeması ve tek dörtlük olması sebebiyle divan edebiyatındaki rübai ve tuyuğ’a benzetilir. Maniler Düz, Cinaslı, Kesik, Yedekli (artık) ve Deyiş maniler olarak ayrılırlar. Düz mani: 7’li hece ölçüsü ve “aaba” kafiye düzeni ile yazılan tam mani örneğidir. Cinaslı mani: Mısraların sonunda sesleri aynı anlamları farklı sesteş kelimelerin kullanıldığı manilerdir. Kesik mani: İlk mısralarının 7 heceden az olduğu manilerdir. İlk mısralarında “aman aman” ifadeleri bulunan maniler İstanbul manileridir. Yedekli (artık) Mani: Düz maninin sonuna iki dizenin eklenmesiyle oluşan manilerdir. Cinas kullanılmayan bu manilerin diğer özellikleri, düz manilerle aynıdır. Deyiş Mani: Karşılıklı söylenen manilerdir. Soru-cevap şeklinde düzenlenirler. 2.8.2.2. Diğer Şekiller Bayatî Kars yöresinde sıkça kullanılan bu tür, cinaslı manilere benzer. Sesteş kelimeler, türkülerin veya deyişlerin arkasına eklenerek yapılır. Tecnis Cinaslı manidir. İlk mısrada sadece cinaslı sözcük veya sözcük grubu kullanılır. 23 Cıgalı Tecnis (Yedekli Koşma) Kafkas menşeli olan bu türde, koşmanın dörtlükleri arasına 7’li hece ölçüsüne sahip dörtlükler eklenir. Eklenen bu dörtlüklerin kafiye şeması, asıl koşmanın şemasına benzer. Doğu Anadolu’da çok kullanılan bir türdür. Sicilleme 7 ile 16 heceden oluşan sicillemeler, en çok 10 mısradan meydana gelen bent ve bentlerden oluşur. İç ve Doğu Anadolu âşıkları tarafından sıkça kullanılan bu tür, her konuda söylenebilmektedir. Diğer ismi “şeki”dir. Divan Klasik edebiyattaki divanla karıştırılmamalıdır. Âşıklık geleneğinde kullanılan divan, 14 ve 15’li hece ölçüsü ve dörtlük nazım birimiyle oluşur. Murabba 14’lü hece ölçüsü ile yazılırlar. Kendine özgü ezgisi ve makamı vardır. Muhammes Bentlerden oluşan muhammesler, en az 15 heceden oluşan mısralarla oluşur. Dört ve üzeri mısralardan oluşabilirler. Müstezat Divan edebiyatının nazım türü olan kalenderilerin, her mısrasının altına 4 ve5 heceden oluşan mısraların eklenmesiyle oluşur. Müstezatlara “ayaklı kalenderi” ya da “yedekli kalenderi” de denmektedir. Semai Bendlerden oluşan semailer, muhammeslerle benzerlik gösterirler. Son mısrasının tekrarlanması ile muhammesten ayrılırlar. 16’lı hece vezni ile yazılırlar. Divan edebiyatında, aruzla yazılan semai ve koşma türü içerisinde 8’li hece ile yazılan semaiden farklıdır. 24 Nefes Genel itibarıyla 5 dörtlük kullanılarak oluşturulan nefesler, Dini-tasavvufi halk edebiyatı türü olan nefesten farklıdır. Koşma nazım türü düzeninde söylenen nefeslerin kafiye şeması, aaba/ccca/ddda… şeklindedir Dübeyt Erzurum âşıkları tarafından çokça kullanılan bu tür, hecenin 7+7 durağı kullanılarak söylenirler. Dörtlük nazım biçimi kullanılır. 2.8.3. Âşık Edebiyatında Aruzlu Şekiller Âşıklık geleneği içerisindeki âşıklar, yanı başlarında, büyük bir kültüre ve Âşıklık geleneğinden daha köklü bir yapılanmaya sahip olan divan edebiyatından hayli etkilenmişlerdir. Nitekim âşıklar, divan edebiyatı türlerini ve aruz ölçüsünü kullanarak ürünler vermeye çalışmışlardır. Divan Divan, aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılır. Âşıkların, “divanî”olarak adlandırdığı bu türün birçok alt şekli bulunmaktadır. Divanın muhammes, murabba, gazel gibi şekilleri olduğu gibi ayaklı divanlar da vardır. Gazel şeklinde divanlarda kafiye şeması aa/xa/xa/xa... şeklindedir. Murabba şeklinde divanlarda ise aaba/ccca/ddda... şeklindedir. Semai Semai, aruzun mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla yazılır. Âşık tarzı halk şiirinde kullanılan üç semai türünden biridir. Bu semailer aynı zamanda hecenin 8+8 ölçüsüne de uymaktadır. Semailerin de divanlar gibi gazel, muhammes, murabba, müseddes ve ayaklı şekilleri bulunmaktadır. 25 Selis Aruzun feilâtün feilâtün feilâtün feilün kalıbıyla yazılan selisler, 15’li hece ölçüsüne de uymaktadır. Divan ve semailer gibi birçok şekli vardır. Kendisine has bir ezgisi vardır. Kalenderi Aruzun mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlun kalıbıyla yazılırlar. Divanlar, semailer ve selisler gibi birçok şekle sahiptirler. Satranç Aruzun müfteilün müfteilün müfteilün müfteilün kalıbıyla yazılan satrançlar, iki eşit parçaya ayrılabilen ve kendi içinde de kafiyenlenen bir türdür. Aruzun Müfteilün kalıbıyla yazıldığı gibi mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlun, mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün ve fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla da yazılabilirler. 26 3- CÖNK Âşıklar, şiirlerini daha çok şifahi olarak dile getirseler de bazen şairin kendisi bazen de âşık meclislerinde sürekli olarak bulunan kişiler, şiirleri defterlere kaydetmeye çalışmışlardır. Bu defterlere ise cönk veya sığırdili denilmektedir. Arapça gemi manasına gelen sefine adı da cönk için kullanılmıştır. Uzunlamasına açılması ve içerdiği zengin malzeme yüzünden gemiye benzetilmiştir. Daha çok deriyle kaplı olan bu defterler, âşıkların kendi şiirleri veya dinledikleri başka âşıkların şiirlerine de yer vermektedir. Belli bir tertibi olmayan cönkler, halk şiiri için antoloji mahiyetindedir. Cönklerde âşıkların hece vezniyle yazdıkları şiirler dışında aruzla yazılan Halk edebiyatı unsurları hatta Divan edebiyatı şairlerinin de şiirlerine yer verilmektedir. Cönklerin, divan edebiyatındaki karşılığı ise tezkire veya mecmualardır. Cönklerde ve mecmularda her iki geleneğin ürünleri olsa da cönklerde genellikle eğitim almamış kesimin; mecmualarda ise medrese eğitimi almış kesimin şiirleri daha ağır basmaktadır. Cönklerde, birçok imla hatası bulunmaktadır. İmlalarının çok bozuk olmasının nedeni ise âşıkların çok fazla okuma yazma bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Cönklerde, üslubta, sayfa yapılarında ve tarihlerde birçok farklılık görülebilmektedir. Bu da cönkün el değiştirdiği ve cönke sonradan sayfa eklemelerin yapıldığını gösterir. Cönklerde birden fazla yazı stili bulunabilmektedir. Selis, rika, bozuk rika, nesih gibi. Hatta aynı yazı stilinde bile farklılıklar bulunmaktadır. Bu da cönkün, farklı müelliflerinin olabilceğini gösterir. 3.1. Bel_Yz_K1582 Numaralı Cönkün Fiziki Özellikleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kütüphanesi’nden alınan Bel_Yz_K1582 numaralı cönk, şair ve oyun yazarı olan Tahsin Nahit Uygur tarafından kütüphaneye bağışlanmıştır. Cönk 22 x 9 cm. ebatlarında olup, sayfalar uzunlamasına açılmaktadır. Cönkte varaklar birbirine yapıştırılarak ve dikilerek 27 bağlanmıştır. Cönkün sadece bir kişiye ait olmaması kuvvetle muhtemeldir; çünkü hem cönkün sayfa yapıları ve renkleri hem de kullanılan yazı stilleri birbirinden oldukça farklıdır. Sayfalardan bir kısmının daha sonra bu cönke eklendiği varakların yapısı ve renginden belli olmaktadır. Cönkümüzde metinlerin bazılarının eksik olduğu da gözükmektedir. 65a ve 65b bölümünde devam etmekte olan destan örneğinde müellifin her dörtlüğün başına numara yazdığı görülmektedir; fakat ilk sayfadaki 15 numaralı dörtlükten sonra 26 numaralı dörtlük gelmektedir. Bu eksiklikler metnin ilerleyen sayfalarında da tekrar edecektir. 67 varaktan oluşan bu cönkte varak numaralarında atlamalar olmasa da bazı sayfaların daha sonra cönke eklendiği anlaşılmaktadır. Cönkü yazan kişilerin, defterin sadece bir tarafından başlmaması, metinlerin sıralanışında aksaklıklar meydana getirmiştir. Burada varak numarasına da bağlı kalınarak, bu karışıklıkların olduğu yerlerde metin başlarından yola çıkılarak metinler düzgün bir sırada verilmeye çalışılmıştır. İncelediğimiz cönkte, varakların sağına ve soluna metinler, derkenarlar yazılmıştır. Metinde nemden ve sıcaklıktan dolayı deformeler yahut belli nedenlerle yırtıklar da olmuştur. Bazı metinlerde mürekkepler akmış bazılarında ise nemden dolayı yazılar silik hale gelmiştir. 3.2. Cönkün İçeriği İncelenen Bel_Yz_K1582 numaralı cönkün yazarı belli değildir. İçerisinde ağırlıklı olarak koşmalar, semailer, maniler, kalenderiler, selisler, divanlar, ilahiler, tecnisler ve destanlar gibi halk şiiri unsurları yer almıştır. Bu cönkte ayrıca divan edebiyatı örneklerinden gazeller ve kasidelere de sıkça yer verilmiştir. Cönkte ayrıca ebcet tablosu, beyitler, segirname (seyirname), nevruziye, Muhammediye, elifname, Irak makamına ait bir beste, Arapça hutbeler ve dualar da bulunmaktadır. Cönkün içerisindeki eserlerin büyük bir kısmında Miladi olarak 19. yüzyılı işaret edecek Hicri 1234-1267’li tarihleri kapsayan yıllar bulunsa da cönk içerisinde 15. yüzyılda Kirdeci Ali’ye ait olduğu düşünülen Güvercin Destanı ve Geyik (Kesikbaş) Destanı’nın birer varyantına; 16. yüzyıla ait Baki ve Fuzuli gibi şairlerin gazellerine; 17. yüzyıla ait Âşık Ömer ve Gevheri’nin koşmalarına da yer verilmiştir. Cönkün içerisinde Nesimi, Baki, Fuzuli, Âşık Ömer, Gevheri ve Dertli gibi divanları bulunan 28 şairlerin yanında, isimleri duyulmamış Nûrî Beg, Kara Hasanoğlu Hafız Hüseyin, Sevdayî Ahmed, Âşık Mustafa, Âşık Karib Âşık Mehmed, Âşık İbrahim, Âşık Osman, Mecnûnî, Sabrî, Bedrî, Zühdî ve Vehâbî gibi âşıkların da şiirlerine yer verilmiştir. Metinlerin büyük bir bölümünde başlıklar bulunmaktadır. Burada yazan başlıklar ya âşıkın mahlası ya da metnin türüdür. Bazı metinlerde ise başlık veya mahlas kullanılmamıştır. 1.1) Manzum Bölümler Cönkler manzum ve mensur metinler içerseler de âşıklık geleneği şifahi ve doğaçlama bir gelenek olduğu ve geleneğin oluşan kurallarına bağlı kalmak için manzum metinlere daha çok önem verilmiştir. İncelediğimiz cönkte manzum metinlerin varsa aruz kalıbı ve hece ölçüsü bulunmuştur. Bazı metinlerde ise mısraların hece sayıları arasında çok büyük farklılıklar olduğu için kalıpları bulunamamıştır. Örneğin: 38a TÜRKÎ (…) azduracak deftere yazduracak Bu da böyle giderse tövbeyi bozduracak Amanın Emine kemer beline yanıyorum tatlı diline Sarı saçın başın durur Yel eser dolaşdur Yûsuf Züleyhânın hak yüzi kavuşdur 29 1.1.1 ) Mısra Sayısı Sınırlı Olan Metinler Tezkireciler, tezkirelerde, divan edebiyatı şairlerini unvan, aile, doğduğu- öldüğü yer, soy, ahlak durum, edebi kişilik vb. yönlerden bütüncül bir şekilde incelerken, âşıklardan çok sınırlı bir şekilde bahsetmektedir. Âşıkların şiirleri, onların dilinden döküldükten sonra toplumun malı olur ve dilden dile geçerek anonimleşirler. Anonim hale gelmeyenler ya cönklere, mahlaslarıyla yazılmış ya da âşıkların, varsa divanlarında kalmıştır. Cönklere işlenen bu şiirler de, kulaktan duyma yazıldıkları için anlatılar arasında kimi farklılıklar olabilmektedir. Nitekim divan edebiyatında, divanları olan şairlerin de, şiirlerinde bu farklılaşma gözükmektedir. Burada âşıkların/şairlerin divanlarında veya başka cönklerde bulunan metinleriyle, bizim üzerinde çalıştığımız cönkte bulunan aynı metinlerin farklılıklarını da göstermeye çalışacağız. İlk olarak en çok kullanılan koşma, türkü, semai, divan, kalenderi, gazel ve kasideler üzerinde durduk. a) Hâr zahmından neler çekdügümi gülzârda 11 Bâgbân-ı bülbül-i giryâne söyleñ söylesün Baki Divanında yer alan gazelin bu beyti yerine bu cönkte şu beyit yer almaktadır: 2b Aşkdan hâli derûn olanların ahvâlini Bâhsız kılmasın hamı mencâna söylen söylesun Bâkî’nin divanındaki beyit yerine yazılan bu mısralar, divandaki metne göre daha sadedir. 16. yüzyıl divan şairi olan Bâki, metinler incelendiğinde çok süslü bir dil kullanmaktadır. Âşıkların divan şiirlerine olan ilgisi düşünüldüğünde yazan kişinin hafızasında yer alan bu mısralar, değişikliğe uğramış ve daha sade bir kelime haznesine sahip olan âşık tarafından tekrar üretilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Şifahi 11 Bâkî Divanı, Haz. Sabahattin Küçük, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2015, s.396. 30 olan bir edebiyatta ürünlerin ilk hallerini koruması veya varyantlaşmaması düşünülemez. b) Müptelâyım hâtırımdan fikr-i yâr eksik değil Görmeyeli mâh cemâlin âh ü zâr eksik değil Çeksem el kılsam ferâgat aşk beni râhat komaz Başta sevdâ dilde zahmet kalbde nâr eksik değil … Ger bulayım der isen sen bu cihânda devleti Ehl-i dil kâmiller ile daim eyle sohbeti Câhil u nâdân ile ger ider isen ülfeti 12 Ya elinden ya dilinden bir zarar eksik degil Âşık Ömer’e ait olan bu iki dörtlük yerine bu cönkte şu mısralar yer alır: 49b Mübtelâyım hatırımda fikr-i yâr olsın da gel Gülâ cemâlin görmeyeli âhım zâr olsın da gel El çeküb kalsam kâr etmez ‘aşk beni rahat komaz Başda sevdâ dilde zahmet kalbde nâr olsın da gel Geldilerse de bu cihânda sen bulursun devleti Ehl-i dil kâmiller ile ider dâ‘im sohbeti Sakın o câhiller ile etme dâ‘im ülfeti 12 Şükrü Elçin, Âşık Ömer, Kültür Bakanlığı, Ankara 1999, s.78. 31 Metinler arasında şifahi olan metinlerin, kulaktan kulağa, dilden dile geçişlerde oluşabilecek küçük farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar metnin muhtevasına değil, kullanılan kelimlerindedir. c) Kadir Mevlam senden bir dileğim var Bana bir güzel ver gönlum eğleyim , Ellere vermişsin benim sucum ne Birin de bana ver gönlum eğleyim Uzun boylu olsun cansız olmasın Beyaz tenli olsun kansız olmasın Güleç yüzlü olsun densiz olmasın Böyle bir yosma ver gönlum eğleyim Güvercin duruşlu keklik sekişli Kıl ördek boyunlu ceren bakışlı Tavus kuşu gibi göğsü nakışlı Şöyle bir güzel ver gönlum eğleyim Karac'oğlan der ki edelim niyaz Ak göğsün üstünde kılalım namaz Almadan kırmızı elmastan beyaz 13 Bana bir guzel ver gönlum eğleyim Karacaoğlan’a ait olan bu dörtlüklere karşılık bizim metnimizde, mahlassız şu dörtlükler yer almaktadır: 13 Mustafa Necati Karaer, Karacaoğlan, Kültür Bakanlığı, Ankara 1988, s.106-107. 32 23a Kâdir mevlâm senden bir dilagim var Bana bir yavru ver gönlüm eglensin İllere virmişsin nedir günâhım Bana bir civân ver gönlüm eglensin Hem kara yagız olsun hem ince belli Olsun Köroglı’nın ‘Ayvâzı denli Bir karış gerdânlı büskürme benli Bana bir civân ver gönlüm eglensin Tavus koşugı gögsü nakışlı 14 Üsküfün aldırmış cerân bakışlı Gügercin tabuklu keklik sekişli Bana bir yavru ver gönlüm eglensin Dir ‘âşıkım ilden başım belalı Gügercin tabuklı güymeni laleli Hayli zamân oldı aklım alalı Bana bir civân vir gönlüm eglensin Metinler arasındaki kelimelerde farklılıklar mevcuttur. Cönkümüzde yer alan metinde, Köroğlu’na yapılan telmih, diğer metinde bulunmamaktadır. 14 Ceylan 33 d) Ey nâme selâm it yârime benden Böyle magrûr olub yüze çıkmasun Yogısa katlime ferman iderim Bir kere âşıklar yüze çıkmasun Nasihâtdir benim murâdım ana Sözime incinüp küsmesün bana Ebrûların dağıtmasun her yana Hem zülüfler yüze çıkmasun Dahi küçükdür maldan anlamaz Arz-ı hal eylesem sözüm dinlemez Bağlasam el karşusında söylemez Kimsenin sevdüği yüze çıkmasun Nazîfî günbegün ider efgânım Hâlime rahm eylemez kaşı kemânım Bari öldür beni rûh-ı revânım 15 Tek böyle zülüfler yüze çıkmasun Nazîfî’ye ait olan ve tecnis başlıklı bu şiirin bir başka varyantı cönk metninde yer almaktadır: 15 Dr. Şahin Köktürk, Cönlerden Bir Cönk Amasya Cönkü, Samsun, 2007, s.129. 34 62b KOŞMA Ey nâme selâm it yârime benden Böyle magrûr olub yüze çıkmasun Yohsa (…) fermân iderler Bir kere ‘âşıklar yüze çıkmasun Daha pek küçükdür hâlimden anlamaz Arz-ı hâl eylesem sözim dinlemez El baglasam karşusında söylemez Kimsenin sevdigi yüze çıkmasun Benim nasîbimdir bu sözim ana Sözime incinüb küsmesin bana Çekmesun süngüsin bir kere bana Siyâh zülüfleri yüze çıkmasun Nâzîfî günbegün artar figânım Hâlime rahm itmedi kaşı kemânım Koy beni öldürsin rûhı revânım Tek böyler yâralar yüze çıkmasun 35 e) Benem ol aşk bahrisi denizler hayrân bana Deryâ benim katremdür zerreler ‘ummân bana Kâf dagı zerrem degil ay ü güneş bana kul Hak’dır aslım şek değil mürşiddir Kur’ân bana Çün dosta gider yolum mülk-i ezeldür ilim ‘âşktan söyler bu dilim aşk oldu seyrân bana Yogıken bu bârigâh sen var idin pâdişâh Âh bu ‘aşk elinden âh derd oldı dermân bana Âdem yaradılmadan cân kalıba girmeden Şeytân la’net olmadan ‘aşk idi seyran bana Yaradıldı Mustafâ yüzü nûr gönli safâ Ol kıldı bize vefâ ondandur ihsân bana Şeri’ât ehli ırak eremez bu menzile Ben kuşdilin bilirem söyler Süleymân bana Yûnus bu halk içinde eksükliktir hak bilir bildürür 16 Divâne olmuş çagrır dervîşlik bühtân bana Yunus Emre divanında yer alan bu ilahi örneğine karşılık, üzerinde çalıştığımız cönkte şu ilahi yer almaktadır. 6a Benim ol ‘aşk bahrisi denizler hayrân bana 16 N.Ziya Bakırcıoğlu, Yunus Emre Divanı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1981, s.62-63. 36 Deryâ benim katremdir ‘aşk oldu seyrân bana Çün dosta giden yolum mülkü irişdi ‘ilim ‘aşkdan söyler bu dilim ne kul müselmân bana Yog iken bu bârigâh sen var idin padişâh Âh bu ‘aşk elinden âh derd oldı dermân bana Şeri’ât ehli ırak iremez bu menzile Ben kuşdili bilürüm söyler Süleymân bana Yûnus bu halk içinde eksiklikdir hak bilürüm Divâne olmaz çağırur dervîşlik bühtân bana Cönkte yer alan ilahide, Yunus Emre’nin divanında yer alan ilahiden 3 beyit daha azdır. Eksiklik, metnin, dilden dile geçerken bazı beyitlerin unutulmasından kaynaklanabilir. f) Seherde uğradım bir adil hana Dostum sultân olmuş ilin üstüne Cemâlini gördum oldum divâne Selâmına durdum yolun üstüne Seherden uğradım ben de bir gence Usuldur boyları belleri ince Dokuvermiş mor beliği kolunca 37 Sarılaydım ince belin ustune Ak imiş gerdanın beyazdır kardan Alnın gevherdenmiş cemâlin nurdan Dişin sedefdenmiş dudağın dürden 17 Lebin kaymak çalar balın üstüne Karacaoğlan bu mısralarına karşılık cönkte şu mısralara rastlanılmıştır. 21b Sabâhdan ugradım ben bir güzele Yavru sultân olmuş elin üstüne Cemâlin gördüm de oldum divâne Selâmına durdum yolun üstüne Yârim ser-hoş midir uykudan kalkmış Ela gözlerine sürmeler çekmiş Varımış zülfüni gerdâna dökmüş Koyuvirmiş ince belin üstüne Beri gel sevdügim kaşları devrân Anlın şems-i kamer gözleri nurdan Seçilmez yanagın kırmızı gülden Sanki kan gelmiş karın üstüne Farklılıklar, kelimelerde görülmektedir. İçerik birbiyle paraleldir. 1.1.2) Destanlar İncelediğimiz cönkte altı adet destan örneği bulunmaktadır. 17 Mustafa Necati Karaer, Karacaoğlan, Kültür Bakanlığı, Ankara 1988, s.71. 38 Cönkte, Hz. Muhammed’in konu edildiği Güvercin ( Hâzâ Destân-ı Gögercin) Destanı ve başlığı olmasa da içerikten anlaşılan Geyik (kesikbaş) Destanı’na da yer verilmiştir. Bu iki dini mesnevi üzerinde Mustafa Argunşah, Namık Aslan ve Mahfuz Zariç gibi akademisyenlerin de çalışmaları vardır. 14. yüzyılda yaşamış Kirdeci Ali’ye ait olduğu düşünülen bu dini halk hikâyelerinde, 18 diğer metinlerle içerik aynı olsa da üslup olarak farklılıklar vardır. Geyik destanın başında yer alan ve Peygamber’in övüldüğü kısım bulunmamakta, metnimizde geyiğin kâfirlere yakalanmasından başlanmaktadır. Bu dini hikâyeler Hz. Muhammed’in bütün âleme duyduğu sevgi ve Allah’ın onu dört melekle sınamasını konu alır. Ayrıca bu metinlerde Peygamberin bir mucizesi olarak hayvanlarla konuşması vardır. Geyik Destanı’nda kâfirlerin eline düşen ve yavrularından uzakta kalan bir geyiğin Peygamber’den yardım görmesi konu edinir. Azat edilmesini isteyen Peygamber’in isteği yerine getirilmez. Peygamber bunun üzerine geyiğin yavrularıyla vedalaşması için salınmasını ister. Eğer geri gelmezse kendini esir alabileceklerini söyler. Bunun üzerine geyik salınır; fakat geyiğin dönüş yolunda, kâfirler dönmemesi için tuzak kurmuşlardır. Geyik bu tuzağa düşer. Allah’a edilen dua sayesinde geyik, Cebrail vasıtasıyla tuzakla birlikte Peygamber’in huzuruna getirilir ve dile gelir. Geyiğin hikmetini görenler İslam’a geçer. Güvercin destanında ise al kanlar içinde olan bir güvercinin Peygamber’in dizine konması ve doğandan onu saklamasını istemesiyle başlar. Güvercin, yavruları olduğunu, saklanması gerektiğini; doğan da besleyecek yavrularının olduğunu, Allah’ın bu güvercini ona rızık olarak verdiğini söyler. Peygamber yalvarır ve ona türlü nimetlerden vermek ister fakat doğan ille de güvercini ister. Peygamber sonunda kendi etinden vermeyi teklif eder. Doğan peygamber etini kabul eder. Fakat Peygamber bıçağı eline vuracağı zaman, bıçağa emir gelir ve bu emir üzerine bıçak kesmez. Doğan Cebrail’e, güvercin Mikail’e dönüşür. Peygambere yalvarıp kendilerine yarın mahşerde şefaat etmesini isterler. Bu destanlar dışında dört adet daha destan bulunmaktadır. 47a, 48a, 63a ve 64a sayfalarında bulunan bu destanlardan 47a ve 63a’da âşık-maşuk arasında olan bir 18 Mahfuz Zariç, “Geyik Destanı (Destan-ı Geyik), Ebû Zerr ve Kardeşlik Eğitimi”, Heceöykü, S. 63, s. 144, Ankara, 2014. 39 aşk hikâyesi anlatılır. 48a’da bulunan Destân-ı Terzî metninde ise, bir âşığın, terzici güzele karşılık bulmadan vurulması anlatılır. 64a sayfasında bulunan destan ise, bir nevruziye örneğidir. Nevruziyeler, baharın gelişini konu alan metinlerdir. Bu metinlerde baharın gelişi ve yeryüzünün tekrar yeşile bürünmesi konu edinir. Bu nevruziyeler, kendi başlarına birer bağımsız metin olabilecekleri gibi bazen kasidelerin bir bölümü olarak da karşımıza çıkarlar. Cönkte yer alan bu nevruziyede, baharın gelip yeryüzünün nasıl canlandığı, bitkilerin kişileştirilmesiyle anlatılmıştır. 1.1.3) Diğer Metinler Cönkte bu metinler dışında 26a bölümünde yer alan, Vasfî’ye ait olan Irak makamından bir beste ve 30b bölümündeki elifname dikkat çekmektedir. Koşma, destan ve divanlarda kullanılan elifnameler, âşık şiirinde değişik şekillerde kullanılmakla beraber, dize başlarında harflerin alt alta sıralanması ile oluşurlar. Elifnameler dini, tasavvufi ve din dışı olarak üçe ayrılırlar. Cönkte yer alan elifnamenin konusu din dışıdır. Elifnamede âşığın sevgiliye duyduğu özlem anlatılmaktadır. Acem makamları içinde değerlendirilen Irak makamından olan beste, aruzun müstefilâtün müstefilâtün kalıbında yazılmıştır. Müellifi Vasfî’dir. A) Mensur Bölümler Manzum ağırlıklı olan cönkte mensur olarak yazılan az sayıda metin vardır. 7b, 8a, 8b ve 9a sayfalarında müellifi belirsiz bir Segirname (Seyirname-Tabirname) bulunmaktadır. 19 Segirnamelerde , insan vücudunun bir bölgesinin seğirmesi üzerine kişi hakkında gelecek ile ilgili öngörülerde bulunulan metinlerdir. Kelime anlamı ise hafif kımıldamak veya derinin altındaki kasların titremesi ve oynamasıdır. 19 Fatih Ramazan Süer, “Bir Segirname Örneği ”, Turkish Studies, 2011, s.287-304. 40 İnsanoğlunun tarih boyunca gelecekten duyduğu kaygı, onu sürekli olarak gelecek hakkında önceden çıkarımlarda bulunmaya itmiştir. Bu yüzdendir ki insan, doğaüstü faaliyetleri de geleceğin habercisi olarak görmüşlerdir. “İlm-i Tefe’ül” olarak bilinen falcılık, insanın geleceğine duyduğu meraktan ortaya çıkmış bir bilgi alanıdır. Öyle ki insan el, kemik vb. birçok nesne kullanarak ve bunlara doğaüstü güçler yükleyerek gelecekten haberdar olmaya çalışmıştır. Bir tek bununla kalınmamış, kuşların ötüşünden bile gelecek ile ilgili fal bakıldığı görülmüştür. Bunların dışında taş, kıyafet ve kitap falları da mevcuttur. Segirmaneler de bu ihtiyacın bir ürünüdür. Vücudun herhangi bir uzvunun seğirmesinin birçok olayı işaret ettiğine inanılan bu metinlerde, insanlara seğiren bölgenin neye işaret ettiği söylenmektedir. Cönkte yer alan Segirname örneğinde, nemden dolayı yazıların büyük bır kısmı deforme olmuştur. Bu metin dışında 21a ve 31a sayfalarında da yer ve kişi adları belirtilen küçük mensur bölümler vardır. Bunlar dışında az da olsa 9b, 10a, 23b ve 33b sayfalarında Arapça mensur kısımlar(dualar ve hutbeler) bulunmaktadır. 3.3. Cönkün Dili ve İmlâsı Cönkleri kaleme alan âşıkların veya kişilerin, çok iyi okuma yazma bilmemesi, cönklerde birçok yazım hatasının olmasına sebep olmuştur. İncelediğimiz cönkte, bir yazar üzerinde durmak veya eleştirmek yerine, varakların birbirinden bağımsız olarak birbirine dikilmiş ve yapıştırılmış olması, bizi yazarı veya yazarları değil; cönkü eleştirmeye sevk etmiştir. Cönkte saptanacak dil ve üslup hataları ile beraber cönkün müellifleri de üzerlerine düşen eleştiriyi almış olacaklardır. Âşıklık geleneği, Osmanlı coğrafyasında divan edebiyatı ile birlikte yol almış iki nehir gibidir. Yan yana akan bu iki nehir, her ne kadar farklı bir yatakta seyretseler de birbirlerine karıştıkları da olmuştur. Âşıklar sık sık divan ddebiyatı türlerini de dile getirmiş, bu edebiyatın köklerinden de, yani Arapça ve Farsça’dan da etkilemişlerdir. İslamiyet’le beraber dil hafızamıza eklenen Arapça kelimelerin yanına divan edebiyatıyla beraber, Farsça kelimeler daha çok dâhil olmaya başlamıştır. Bununla birlikte Farsça tamlamalar da âşıkların diline iyice yerleşmiştir. 41 a) Cönkte Farsça tamlamaların neredeyse tamamında sonu ünsüzle biten kelimelerden hemen sonra tamlama “i”leri yazılmıştır. Örneğin: Sahibi zaman, ruyı zemin, ateşi hicran, ruzı şeb, ‘aşkı muhabbet… Yapılan bu yanlışlar çeviri metnimizde düzeltilmiştir. b) Cönkte Arapça ve Farsça kelimelerin yazımında bir takım hatalar olmuştur. Örneğin, “ha” ile yazılması gereken hicab güzel “he” ile, “sad” ile yazılması gereken maksat “sin” ile, habîb ve tabîb kelimelerinde kapalı “î”nin kullanılmaması, ilk hecesinde vav harfi gösterilen gönül kelimesinde ikinci hecede “vav” gösterilmesi… c) Cönkte ayrıca Türkçe kelimelerde de bir takım hatalar yapılmıştır. Yazım yanlışı yapılan bu kelimelerin doğrularına da başka varaklarda rastlanmaktadır. Bu da cönkün birçok müellifinin olabileceğini gösterir. Örneğin: Taş kelimesi hem “te” ile hem “tı” ile yazılmış, doğan kelimesi hem” tı” ile “dal” ile, son kelimesi hem “sin” hem “sad” ile, su kelimesinin “sad” ve “sin” ile gösterilmesi, avcı kelimesinin “elif” ve ayn ile başlaması, çöl kelimesinin aynı metinde hem “vav”la hem “vav”sız gösterilmesi, çekmek fiilinin “kaf”la yazılması… d) Arapça ön ek olan “bi” ve Farsça ön/ard ekler, kelimelerden tire (-) ile ayrılmıştır. Bi-vefâ, na-çâr, sitem-kâr, cilve-gâh… e) Özel isimlere büyük harfle başlanmıştır. Sevdâyî Ahmed, Yûsuf, Nesimî, Yunus, Sivas, Irak, Vehâbî, İslambol… f) Etmek, vermek, demek gibi fiiller metnin aslına bağlı kalınarak “itmek”, “virmek” ve “dimek” olarak yazılmıştır. g) Bilinen geçmiş zaman eki olan +DI’nın sert ünsüzlerden sonra gelen tonlu(tI) hali kullanılmamış, metne bağlı kalınarak –dI’lı şekli kullanılmıştır: gitdi, virdi… h) Günümüzde d’li şekilde okunan ancak eski dönemde Tı harfi ile yazılan Türkçe kelimeler metne bağlı kalınarak t’li şekilde yazılmıştır: toldı, tag, togan… i) Arapça ve Farsça kelimelerin asıllarında kullanılan uzun ünlüler (â,û,î) gösterilmiştir: Sevdâ, mahkûm, sefîl, kitâb, mâh, rûh… j) Metinlerde hece ve aruz kaygısı yüzünden kelimelerin son hecesinde gösterilmeyen bazı ünlüler, ünsüzler veya “ve” anlamında kullanılan farsça 42 “û” harfi köşeli parantez içinde gösterilmiştir. Gird[i] meydâna, zülm [û] nefri, serinde[n] cânında[n]… k) Âşıkların mahlasları kalın yazı ile işaretlenmiştir. l) Bazı metinlerde mürekkepler akmış bazılarında ise nemden dolayı yazılar silik hale gelmiştir. Bu sebeplerden dolayı okunamayan kelimeler parantez içinde (…) şeklinde gösterilmiştir. 43 3.4. Çeviri Metin 1b KALENDÂRÎ [Mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlun] Cânımki uyaransın hicrânına yaksın Divâne gönül ya nice bir yolun baksın Gelir gibi agyâr ile eren gelsun ecelsun Layıgımki üftâdelerine dert bıraksın Cakdıgı içün bizleri ol şimşiri tab’ın Bigâne seni gelib rakîb cânına caksın Yanında senin var iken agyâr-ı münâfık Git aklım aldın sen bana (…) aksın Biz Nûrî begün devlet-i destân bırakdık Şimdengerü ister mi felek başına taksın 44 KALENDÂRÎ [Mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlun] Ey yâr beni sen ateş-i hicrâna bırakma Yaktın bu kadar yâr yeter cânımı yakma Cânımda eğer var ise meylin senin ey gül Şimdi dili ferdâya koyup başıma kakma Müjgânın ile sen de yüz yareler açdın Gamzen okını bre yeter cânıma cakma Ey u bire yeter sen de kaddî servin alcak Her gördügüne su gibi meyl eyleyüb akma 2a Gel Nûrî begün halka nasîbin (…) Cân var beni varlıkda yarına odlan yakma DİVÂN [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Ey hakîm-i vakt evvelden gel yanıma Allah içün Bir ‘abdâl it derdimi yabana atma Allah içün 45 Ruz-ı hicr midir ecel vakti midir ey Lokmân yürü Turma gâfîl sa’y kıl dermâna Allah içün Cism-i cânım ser-be-ser yandı elinden almam Bir içim su (...) sûzânıma Allah içün Bunca yıldır ehîle güncî-yi melâmet beklerim Bir terehhüm kıl dil-i nâlânıma Allah içün Böyle söyle gûy-ı dil-dâra gidersin ey sebâ Vasf-ı hâlim ol şehr-i hûbâna Allah içün Tutdın ‘Azrâ‘il ger-yabanım kim minder sana Al koşdır cânımı cânanıma Allah içün Nâ-tıflıdan bir emek-dâr kuzı Emrah deyü Nûrî adı kayd edin divânıma Allah içün 2b BÂKÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Söylemez küsmüş bana cânana söylen söylesün Neyledim ol yâr-ı ‘âlîşâna söylen söylesün 46 Nazıyla güftâre gelmezse helâk iyler beni Ol cefâ û cevri bi-pâyâna söylen söylesun Derd-i ‘aşkı gayrıdan sorsak ne bilsun cekmiyan Anı yine ‘âşık-ı nâlâna söylen söylesün ‘Aşkdan hâli derûn olanların ahvâlini Bâhsız kılmasın hamı mencâna söylen söylesün Bâkîyâ dil durmasun güftârım takat var iken Vaktidir ol Hüsrev-i devrâna söylen söylesün ‘AZÎZÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] 20 Bâkî nicün söylemez cânana söylen söylesün Kuluna rahm eylemez sultâna söylen söylesün Hatr-ı nâşâdımı alsun ele lütf iylesün Dostlar ihsân iden ol hâna söylen söylesün 20 Kaf yerine kef kullanılmıştır. 47 Dilden olan sözi ‘aşkı cân güzârı yandıḡın Bizim hûbânın beni nâlâna söylen söylesün Ol mehin mirâtı ruḫsârına karşu dursun Tûtî-güyâyı Hindistâna söylen söylesün Evveldin gamla ‘Azîzî vaslına erişsem Cân var mı tabîb-i câna söylen söylesün 3a ‘ÂLÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Tâze dilber sevse ‘âşıka eski derdin tâzeler Tâzeler keyfiyâtın erbâb-ı ‘aşkın tâzeler İyledin gönlin durub düşürmek icün Allah Gamın dilerim ki bozar dil-bendini ki tâzeler Bir kadeh midir şirâsı nerek seri sermâyesi Hevâceler ‘aşkın mütâ’ayyin yok yere endâzeler Kaçdı dil (…) benden kondı kadd-i mehlike Nâlet (…) ana eylerin avâzeler 48 Rusya ehl-i hâme-veş şimdi el uzatsa ne gam Vakd ola ‘Âlî sözin alsun kalmadı yazeler FUZÛLÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Her kitâba kim leb-i lâ’lin hadîsin yazeler Rişte-i cân birle ‘aşk ehli anı şirâzeler Bu ne serdir raz-ı ‘aşkın dimedim bir kimseye Şehre düşmüş ben sevdim seni deyü avâzeler Şeyhler meyhâneden yüz döndürirler mescide Bi-tarîkatlar gerek kim togru yoldan azeler 4a I [11’li hece ölçüsü] Visâline melek şâd iylemedin Niyâz-gâh iylerim dâ’imâ seni Bunca feryâdımı zâr iylemedin ‘Âlemde seveli bi-vefâ seni 49 ‘Âşıkın olalı ben senin câna Cefâ kânûnını iyledin icrâ Kendin gibi dilden hazret-i Mevlâ Bir pâre iylesün (…) seni Gonca-yı fehm içün niyledim âh û zâr Gelsen rûyına bakmasun agyâr Bu hüsn-ı zarâfet çünki sende var Ya nice sevmesün (…) seni KOŞMA [11’li hece ölçüsü] Rahm iyle hâlime fâhîm sevdigim Ben gibi hüsnine ‘âşık bulunmaz Serini nâdâna açma sevdigim Şimdiki hâlimde sâdık bulunmaz Bu ‘aşk-ı muhabbet geleli sere Ölüriz yinile gerçi dilbere Cihânın dilberi gelse bir yere Bana senden gayrı m’aşûk bulunmaz 50 Zümre-i ‘âşıklar meydâna gelse ‘Âlemde merd olan merdâne gelse Sana cân virmege kurbâna gelse Yine benden başka layık bulunmaz 4b BAKIYESİ [11’li hece ölçüsü] Ararsın şimdi meyḫânelerde ‘Aşk ile mest olan mestânelerde Kendi rehnârına pervânelerde Sabrî gibi bagrı yanık bulunmaz KOŞMA [11’li hece ölçüsü] Ey semen gonca-i gül dilber-i r’anâ Ey fâmını bâlâ ey melek simâ Dünyâlar elinden dâra çâr bilür ‘Âşıklar derdinden nâra çâr bilür Bu dil mest olmuştur esnânına Beklerim rûz [û] şeb bir ihsânına Bülbül-veşin zâr ider destânına Gül içün bülbülde hâra çâr bilür 51 Ağlarsın derd ile turmayup hemân ‘aksine döndürdi feth-i devrân Senin gibi cîn şeytâna her zamân Zühdî gibi niçin nâra çâr bilür GAZEL [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Sal devrânıydı niye geldi muharrem mâhı âh Nîde-i el û ‘ıyâle iylediler âh û âh Şerhe şerhe yâralar acdı derûnda âh-ı dil Şah Hüseyin iylememek Kerbelâya ‘azm-i râh İtdiler dünyâ içün zülmi nifâkı âşikâr Yıkdı esâs-ı dini hâ‘in yezîdî bed-likâ Bilmedin mi sen anı teşne leb kıldun şehîd (… ) 5a BAŞLIKSIZ Bilür iken mader-i hayrü’n-nisâ ibn ‘alî Gördük ol sultâna kim zülm [u] nefri revâ (…) nın bile Bedrî haşre makam tuta Hâk olub cismânı biterse yahşı kabrinde giyâh 52 SEMÂ’Î [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] Ferâgat gel gönül yâhû ümid-i nakl-ı dilberden Bilürsin kim vefâ gelmez cihân içre güzellerden El ayak birâder yolı tarîkinden Kalendâr olmıyan ‘âşık siler anı defterden Bugün kürside bir vaiz sümek atsın Bulunmasun kim bir ‘âşık çeke anı sabırdan (…) bir aldı sûfî bizi nâr ile korkudan Sanur kim kendi gelmesin berâber o muharrirden Felek hayâd-ı ‘âlemde sakın aldanma Mecnûnî (…) kahrıman ola çekemez merhem-i cebirden? KOŞMA [11’li hece ölçüsü] Genç yaşımdan gönül virdim ben sana Yanak üzerinde cân viresin sevdigim Azgından yüzünden hicrân yerine Pâr [û] pâre kan dökersin sevdigim 53 ‘İnat her yanların çürüsün Üftâdeler etrâfını bürüsün Tımarın çekilsün kanın kurusun Mezârlıkda sâye viresin sevdigim 5b (…) cânanını hey meydâna gel meydâna Terk idüb başı cânı âh kurbâna gel kurbâna Şebnem düşecek güle tîbi ayur bülbüle Feryâd iden ol gül âh efgâna gel efgâna Bakma nefsin ‘âline âh gelirim ‘ârîf bağına Tıfl ayrup kârına âh cevlâna gel cevlâna 21 Men ‘arefe nefsehû fakd ‘arafe rabbehû Hakkı görüp hûbana ‘irfâna gel ‘irfana 21 Metinde “rabbehû” kelimesinin başında “dal” harfi yazılmıştır. Manası: Kendini bilen ,Rabbini bilir. 54 22 İLÂHÎ [8’li hece ölçüsü] Sakın dünyâya aldanma Ben de kimse kalur sanma Aç gözün gafletden uyan Aç gözün gafletden uyan Kanı Âdem kanı Havva kanı Muhammed Mustafa Bu fânîden umma vefâ Aç gözün gafletden uyan (…) istigfâr ile ikrarını tekrar eyle Bir assılu bâzâr eyle aç gözün gafletden uyan Mâsivâdan yumup gözün Dergâh-ı hakka dut yüzin Hidâyetten gûş it sözi Aç gözün gafletden uyan 6a BAŞLIKSIZ Benim ol ‘aşk bahrisi denizler hayrân bana Deryâ benim katremdir ‘aşk oldu seyrân bana 22 Aziz Mahmud Hüdai’ye aittir. 55 23 Çün dosta giden yolum mülkü irişdi ‘ilim ‘aşkdan söyler bu dilim ne kul müselmân bana Yog iken bu bârigâh sen var idin padişâh Âh bu ‘aşk elinden âh derd oldı dermân bana 24 Şeri’ât ehli ırak iremez bu menzile Ben kuşdili bilürüm söyler Süleymân bana Yûnus bu halk içinde eksiklikdir hak bilürüm Divâne olmaz çağırur dervîşlik bühtân bana İLAHÎ Teşekkül-i cihân-beste lütf eyle ‘inâyet kıl ed-duha Derd ile bu dili haste lütf eyle ‘inâyet kıl Kıl ‘âşıklara ihsân it Dertlilere dermân it Kuşdilini ihsân it lütf eyle ‘inâyet kıl Ey merhamet çok rahmân-ı ‘âlem gözime 23 Erişti. 24 Şeri’t olarak yazılmış, Elif eksik 56 Zindân kaçarsa kafesten cân Lütf eyle ‘inâyet kıl ed-duha Rahmân rahîmsin güfrân-ı ‘azîmsin Sultân-ı kerimsin lütf eyle ‘inâyet kıl ‘aşkla dilerim senden tecellî ya Allah aldı Geçerim cân ile senden tecellî eyle ya Allah Nider ‘âşık-ı hayâlet nider nakşı Kâmâti cemâlinden münâcâtı tecellî eyle ya Allah Ölmezden evvel öldürdin Deryâsına kandır gözümden bir dem kandır Tecellî eyle ya Allah Çün ‘âşıkdur sana Ya’kûb Yüzün göster aya Mecnûn yine sensin sana (…) Tecellî eyle ya Allah 6b İLAHİ [11’li hece ölçüsü] Sordılar Mecnûn Leylâ nice oldı Leylâ gidüp nâmı dillere kaldı 57 Benim gülüm bir gayrı Leylâ oldı Yürü Leylâ ki ben Mevlâyı buldum Yürü Leylâ ki ben Allahı buldum Şu ben yalvarurken sen nâz iderdin Hevâyı gözlüyor pervâz iderdi Cefâyı çok vefâyı az iderdin Yürü Leylâ ki ben Allahı buldum Bugün Leylâ gören Mevlâya Bugün Mevlâ gören Leylâ bakmaz Onu âlâ gören ona bakmaz Aya nâzâr iden yılduz bakmaz Yürü Leylâ ki ben Mevlâyı buldum Mecnûn ârzû idüp kabeye vardı Halkıya yabuşup çok zârılık kıldı Mecnûn Leylâ derken Allah buldı Yürü Leylâ ki ben Mevlâyı buldum 58 (…) Var git Leylâ var git durma karşumda (…) men mevlayı gördüm durma karşımda 7a İLAHİ [8’li hece ölçüsü] Şehîdlerin ser-çeşmesi Evliyânın bagrı yası , Enbiyânın gözüm yası Hasan ile Hüseyindir vay 25 Hazret-i ‘alî bubaları Hem Muhammed didüleri Hem Fâtıma ana kuzuları Îzâ Kerbelânın yazuları Şehîd olmuş gâzîleri ‘Arşında iki kuzuları Îzâ Kerbelânın ta içinde Nur balkır Siyâh sacında Kızıl kanların içinde ‘Îzâ Didü ile bile varan Kevser ırmagından içan Susuz ümmete su viran Hasan ile Hüseyindir vay Temet 25 Dedeleri 59 Yûnûs eydür dünyâ fânî Bizden evvel gelen kani Şehidin de Şeytânı? Uyan seherlerde uyan Gizli sırlar olsun ‘ayân Kahr [û] kâr? kalmaz Allah’a dayan Yalvar kullar Allah’a Seherde eyle niyâzı Kabûl eyle duamızı Mahrûm itme siz bizi Îzâ 26 Çün uyuma gaflet pasar 27 Seni ‘ibâdetden keşer Rahmet bile sabâh eser Îzâ 28 Aslın bir avıc toprakdan Seni var eyledi yokdan Kısmet istersin Hakdan Yalvar kul Allaha yalvar minnet 26 Basar 27 Keser 28 Avuç 60 29 7b Evvela sol elinin dırnakları segirse (…) ana(…) itmişdir (…) etmek gerekdir eger sag koltugı segirse şâzlıklar ve servedler bula (…) iderler gussalene eger sol (…) segirse bir dost (…) sevine eger iki koltugı segirse sevine (…) Koca eger arkası segirse (…) veyâhûd (…) eger sag bögri segirse (…)eger sol bögri segirse (…)veya(…)bula eger sag yanı segirse (…)eger arkanun sol yanı segirse (…) vire eger arkanın ortası segirse bir ulu kişidir dilegüni ve istegüni bula eger (…) segirse (…) eger (…) sol yanı segirse yavuzluklardan evin ola eger iki yanı segirse (…) ola sevine eger belinün sag yanı segirse koşuk koşuşuna? eger sag gögsi segirse gaybından oglı gele veyâhûd dostdan ırag olmaya eger sol gögsi segirse (…) işi ile üstüne ola (…) yasdugı dosta eger gögsünün yukarısı segirse biz (…) ile (…) eger aşagısı segirse bir ‘avdet? (…) eger Eger gögsünün sag yanı segirse bir…. Senden ziyân ola eger gögsünün altı segirse halka (…) dokuna eger yüregi segirse sebebinden? gussa düşe eger sag memesi segirse dirülükdür eger sol memesi segirse bir dostı (…) böbregi segirse (…) eger karnının sag yanı segirse 8a Segirse biraz hastalık çeke eger karnının sol yanı segirse (…) eger göbegi segirse (…) erişüp suyuna? şâz ola eger sag kasıgı segirse perîşân ola eger oturak yerinin sag yanı segirse şâzlıklardır eger sol yanı segirse yavuzlukların emîn ola eger (…) her yerden segirse Hak ta’âlâ ana şâzlıklardan virir eger zekeri segirse evvelâ helâlinden gör veyâhûd oglı ola eger zekerinin sag yanı segirse (…) hayra (…) eger zekerinin sol yanı segirse cümmâ’ vakı’ ola bazılar muradın (…) eger (…) segirse ‘avdet ucundan savaşta ola düşmânı üzre gâlib ola eger dübürü segirse bir yerden bir yer yayını? (…) var eger zekerinin dibi segirse cimâ’ etmek için vakı’ ola eger sag uylugı segirse çün illet gör eger sol uylugı segirse ayru yerden bir ‘azîz dostı gelsevüz eger sag uylukının taşrası segirse hayr ola (…) ola eger sag uylukının ucı segirse gazadan kurtulmuş ola eger sol uylukının ucı segirse ganimet bula ‘izzet ziyân ola (…) 29 7b, 8a ve 8b sayfalarında yer alan Segirname metninde nemden dolayı varakların sağ tarafında büyük deformeler olmuştur. 61 (…) 8b Sag topugının (…) segirse olalar incünüb ziyân gör sag ökçesi segirse bir dost kişiden (…) eger sol ökçesi segirse (…) eger ayagının üsti segirse bir garîb ucundan? veyâhûd sefer var gîr û selâmet gele eger sol ayagının üsti segirse gâyet veyâhûd sefer var gîr û selâmet gelur gör gelu ‘avrat aluben sag selâmet (…) gele eger sag ayagının pencesi segirse gaza vakı’ ola eger sol ayagının pencesi segirse sefer var selâmet gele eger sag tabanı segirse gaflete eger sol tabanı segerse gîr û (…) Sefer ile eger sag ayagının baş parmagı segirse zahmete ugraya eger ikinci parmagı segirse gazaya erişub aglaya eger orta parmagı segirse (…) vakı’ ola eger dördünci parmagı segirse segirse şâzlıklar ola eger serçe parmagı segirse saglık û râhatlık bula 9a Eger sol ayagının baş parmagı segirse murâdına ir eger ikinci parmagı segirse bir eşi ile ider pişman ol eger orta parmagı segirse sevgülü ol eger dördünci parmagı segirse iylikler gör bazılar diyeler ki o güneş (…) ol eger serçe parmagı segirse ‘ibâdet eyle eger (…) parmaklar segirse sevgülü evvela olmak (…) dirler eger cem’i gögdesi segirse ‘ibâdet (...) BAŞLIKSIZ [11’li hece ölçüsü] Mısır olup idek şurbi duhânı / Eyler öz cânına kendü ziyânı Budur ahir zamânın bir nişânı / halk-ı ‘âlem olupdur mübtelâsı Frenk kavmi bunı eyledi icâd / itmek içün cihân halkını ifsâd Halk-ı ‘âlem buna hep oldı mu’tâd/ İçer anı fakîr û agniyâsı Cehennem ehli gibi her düni gün/ bogazından çıkar burnundan tüter Başına almış ol yılânı füsûnı/ ne kadar mislidir anın bahâsı Ya’kûb malını kendü iyler isrâf / ‘ömr sermâyesini idür itlâf 62 9b bevl sarıkı metâ’ (…) ’akadtuhu bismi Feşûm Feşmeh (…) ‘a’lah şükkü vucûben i’kıdu bevl sarıkı meta’ (….) hatta yeredde ma ahazahu ve yermi en-nasa bi’l-hicareti hatta yekûne tevhen (…) ve’rbituhu min kalbi en ye’tihi’l-mevtu ve’rbitu emsalehu fela yebulu hatta yerudde ma ahazahu ve’l-esma esseb’ati hi a’nakıkum mu’allakaten hatta tef’lu ma emertüküm es-sa’ate el-‘icle (,,,,) ve illa sallattü aleyküm el- mela’ikete el-gilaz eş-şidad el müvekkelin aleyküm ellezin hüm akva minüm mela’iketül-azab ve mala’iketül gazab lil-lahi azze c ecelle ve melaiketü sahtıhı yadriûne vucûhehüm ve edbarehüm ve hüm el-arba’ata ‘aşre meliken ve entüm seb’a ya’huzu külle isneyni biyedihi külle 10a vahidin minküm evvelühüm (…) ‘ccilu ila kaza’i haceti bihakkı sitrike (…) tekaddese zatuhu ve la havle vela kuvvete illa billah el-‘liyy el-azim Türkçe cümle elhamdü lillah elhamdü lillah eş-şükrü lillah eş-şükrü lillah eş-şükrü lillah estagfirul- lah estagfirul-lah estagfirul-lah estagfirul-lah min külli zanb estagfirul-lah fegfir zenbi istegfirhu siren ve cehren estagfirul-lah kavlen ve fi’len (…) ileyhim el-hamdü lillah hakdur (…) irhamna ya Allah ve’surna v’gfir lena ya Allah la ilahe illa Allah Muhammed resulul-llah 10b KOŞMA [11’li hece ölçüsü] Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış Siyâh peykler efkâr dâhı-bend itmiş Bir yanın ziyâsı ‘âlemi tutmış Bir yanında şerrin? cânı bend itmiş 63 11a GARÎB [11’li hece ölçüsü] Gurbet elde başı yasdığa gelende ‘Acâb neye varır işi garîbin Gelen olmaz giden olmaz yanına Akar gözlerinin yaşı garîbin Lânet olsun gurbet elin adına Doyamadım sohbetine dadına Kaçan kavîm kardeş gelür aklına Bir an ağrıyınca başı garîbin Gurbet elde garîb kimdir bilmezler Ağlayınca çeşmim yaşın silmezler Garîb nedir hâlin diye sormazlar 30 Bulunmaz yârânı işi garîbin Gurbet elde ben 30 Eşi 64 ‘ÂLÎ, 56 Karîb, 125 ‘AZÎZÎ, 55 KARÎB, 141 Ahmet Kutsi Tecer, 18 KASÎDE, 80, 81 Ahmet Yesevi, 9, 10 KEREM, 177 Akıska, 170 Konya, 170 ÂŞIK ‘ÖMER, 147, 162, 163, 177, 178 KOŞMA, 43, 58, 59, 61, 71, 183, 193 ÂŞIK MAHMÛD, 113 Köroğlu, 14, 21, 25, 26, 27 ÂŞIK MEHMED, 153 Kul Mehmet, 14 ÂŞIK MUSTAFA, 150 Levnî, 16 Âşık Ömer, 13, 14, 15, 36, 39, 199 Leylâ, 65, 66, 67 Âşık Tarzı Edebiyat geleneği, 9 mahallileşme, 13, 15 Âşık Veysel, 18 Maktûnî, 158 Bagdad, 171 MANİ, 97, 108, 110, 111, 112, 117, 118, 119, 121, Bahşî, 14 172, 173 BÂKÎ, 54, 200 Mecnûn, 65, 66, 171 baksı, 9, 10, 11 Mehmet Fuat Köprülü, 10 Bayburtlu Zihni, 15 Mevlana, 12 Beş Hececiler, 18 Mısır, 13, 70, 170 Bosnalı, 170 Muhammed, 21, 47, 63, 67, 71, 81, 88, 99, 107, Cönk, 35, 42 129, 147, 149, 165 Dadaloğlu, 16, 17, 21, 27 MUHAMMEDİYE, 135, 138 Dertli, 15, 17, 21, 36 Murat Çobanoğlu, 18 DERTLÎ, 168 Mûsâ, 168 DESTÂN, 82, 153, 158, 184, 187 Nauman, 10 DİVÂN, 53, 74, 78 Nâzîfî, 43, 184 Divan edebiyatı, 10, 12, 14, 28, 38, 49 Nedim, 13, 15 Ebced, 134 NESİMİ, 164 Enderunlu Fazıl, 13 Nûrî, 37, 52, 53, 54 Ercişli Emrah, 14 Osmânlı, 143, 144 Erzurumlu Emrah, 17 ozan, 9, 10, 11 Fuzûlî, 76 Özkul Çobanoğlu, 10, 30 FUZÛLÎ, 57 Rumeli, 13, 170 Garb Ocakları, 17 Rüya motifi, 21 GAZEL, 60, 76, 77, 79 Sabrî, 37, 59, 199 Gevherî, 109 SEMÂ’Î, 61, 132, 135, 182 Güvercin Destanı, 36 SEVDÂYÎ AHMED, 165 Hafız Hüseyn, 102 Şeref Taşlıova, 18 Hayalî, 14 Şirâz, 171 HÂZ DESTÂN-I GÖĞERCİN, 82 Tekke Tarzı Âşıklık Geleneğini, 9 Hicâz, 170 Tercan, 177, 178 HÛRŞÎD, 148 Trabulus, 170 HUTBE, 112, 140 Tunus, 170 -I TERZÎ, 158 TÜRKÎ, 37, 113, 120, 132, 140, 145, 146, 147, 150, İLAHÎ, 64, 98, 149, 170, 174 152, 162, 163, 165, 168, 169, 171, 176, 177, 178 İstanbul, 9, 10, 16, 17, 31, 35 Vasfî, 48, 117 İzmir, 170 Vehâbî, 37, 50, 142, 143, 144, 199 İzzet Molla, 13 VEZN-İ AHER, 181 Kadeh-i Câm, 121 Yemen, 171 Kahvehane Tarzı Âşık Geleneği, 10 Yûsuf, 37, 50, 123, 142, 146, 170, 172, 197 KALENDÂRÎ, 52, 53 Zühdî, 60, 182 Karacaoğlan, 14, 15, 27, 130 Züleyhâ, 172 Karib, 37 e kim baksun 65 Anam yok ki gözlerinden yaş düşsün Yârim yokdur mezarıma taş diksün Bir çalıdır mezâr taşı garîbin 11a DİVÂN [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Ta ezelden Kâlû Belâdan ‘ahd ile imândayüz Uymayız câhil sözine ‘âkîl ile ezeldeyüz Düşmüşem garîb ellere varmadım ben sılaya Velûlar sözi satulmaz bir fenâ dünyâdayuz 'âkîl isen bir mürşîdin itdiğini tutagör Nice bir yerlerde varup anın tekkesinde yatagör Bunda yükledüp (…) varup anda satagör Öyle ise durmaz geçer bir ulu kervândayuz Kâmîl olan ‘âşıka ma’lûm bizim ahvâlimiz Ya ilahî ahiretde âsân it sûâlimiz Peyk yer ayak bir olunca nice olur hâlimiz 66 31 Uymuşuz nefs-i şeytâna cürm ile isyândayuz 31 Vav harfi gösterilmiştir. 67 11b GAZEL [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] Ağlarım ta sabâh olınca derdile Eyûb miyam 32 Dökerim göryaşını hem hecrile Y’akûb mıyam Ana rahminden düşeli terk itmedi ben gâm Bilmezem ki bu gâmın gözine ben mahbûb muyam Gâh gâm gâh elîm gâh sîtâm gâh cefâ Çekerim bunları bir bir ragıb-ı murgûb mıyam Ey bana tâlib olan derd-i elîm muhabbet-i gâm Beni terk iyle âhı ben sana matlûb muyam Ey leb-i konca Fuzûlî nice kan ağlamıyam Dest-i cevrinle bükersin kim beni ben mektûb muyam 32 Gözyaşı 68 GAZEL [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] İsmi sübhân virdin mi var bagçelerde yurdun mu var Benim gibi derdin mi var garîb garîb ötme bülbül Bilürem ‘âşıksın güle senin kadrin kimler bile Bizim bagçedeki güle göz atup ötme bülbül Pervâz idüp uçar mısın deniz deryâ geçer misin? Benim gibi nâçâr mısın garîb garîb ötme bülbül Bilürem ‘âşıksın virde efkârın var gâyet serde Sinemdeki olan derde bir derd de sen katma bülbül 11b Bülbül ‘âşıksın güllere dâ’im konarsın dillere Sen de düşersin dillere garîb garîb ötme bülbül Yunus vücudın bak derken cihânda mislin yokdurken Seher vakti ya Hak derken bizide unutma bübül Bülbül Ötme bülbül ötme derdi derde katma bülbül 69 DİVÂN [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Ey gönül nişân olursın çeşmin yâr olsun da gör Etdiğin cürmi günâhı bir kitâb olsun da gör Nefse uyup hakka lâyık bir ‘amâl işlemedin Cân cândan ayrulup ten turâb olsun da gör 12a Kabre dâhil olunca gelür ol iki melek Teker teker ol vakitde bir sû’al olsun da gör Heybetinden dilin dolaşup ol zamân ne itsen gerek Hak ‘inâyet eylemez ise ol ‘azab olsun da gör Der ki ‘ömer İsrafîle(…) fermân ola Bu sedâyı işidenler cümlesi pişmân ola Yarılup yerlerle gökler yakılup virân ola Haşr olub mahlûkât bir hitâb olsun da gör 70 12b GAZEL [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] İlahî yârim kıl bana senden gayrı yârim yok Ne yüz ile varam sana günâhdan gayrı kârım yok Sürüp bir menzîle eydüm nedâmet bahrine daldım Hayâl-i ‘aşka yâr oldım (…) kararım yok Gönül yâr etdi sübhân gözüm yaşı çeker kağnı Koymuşam başımla cânı bu yolda ihtiyârım yok Ne dervîşem ferâgatde ne tâc [û tahd-ı devletde Bu dehr-i zeri? gurbetde garîb kaldım anarım yok Benim ‘âsi yüzüm kara garîb aktara biçâre Tutuşmuşam bu gün nâra ben yanınca yanarım yok 71 13a KASÎDE [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] Virân olacak dünyâya dünyâm var deyu neylersin Toprakda çürüyan tene tenim var deyu neylesin Gideyor doğru yollara Hak davet ider kullara Harama sunan ellere elim var deyu neylersin Bülbül ‘âşıkdır güller dâ’im konar dillere Gıybet söyleyan dillere dilim var deyu neylersin Sakın gece gündüz hizmet it ehli irfâna 33 Helâli harâmı secemiyan câna cânım var deyu neylersin Söyleme yalan sözleri gâyet çok olur özleri 34 Pakan görmeyan gözleri gözüm var deyu neylersin Ol kişinin hâlına ola ‘ömür gecer gelmez ola Zikirde olmıyan dile dilim var deyü neylersin 33 Seçemiyen 34 Bakan 72 Var Allahdan amîn dile Muhammed yardımcın ola Helâlden olmıyan mala malım var deyü neylersin 35 Yûnus eydür hâlim yaman ecal gelur vermez aman Yoldaş olmaz ise îmân ölüm var deyü neylersin 13b KASÎDE [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] Ala ey cânımın cânı şefâ’at ya resûlallah Neyler şâhı sultânı şefâ’at ya resûlallah Senin yüzin gören gözler ne eyü görinür gözler Senin nûrundan gice gündüzler ziyâdır ya resûlallah Seni sevenlerin yüzi geçer makbûl olır sözi Seni sevmeyenin yüzi karadır ya resûlallah Kabrinizden kalk digince defterine bak digince Hiç ‘amâlin yok digince şefâ’at ya resûlallah 35 Ecel 73 Mukrîlere hayr oldı deryâlar misk ile doldı Senin cefâ-kârın derde devâ oldı şefâ’at ya resûlallah Günâhım çokdır kime varam dahı ben kime yalvaram Esir ki ben günâh-kârım şefâ’at ya resûlallah Mevlâm etsun ‘inâyetler hem eylesun hidâyetler Senin kapunda hâcetler şefâ’at ya resûlallah 16a HÂZ DESTÂN-I GÖĞERCİN [11’li hece ölçüsü] Eşid emdi ideyim bir hoş haber Kim ne dimiş ol resûle mu’teber Eşid emdi bir hikâyet ey gâfîl Mesnevide öyle oldı nâkîl Resûl ikindi namâzın kılmış idi Du’â idüp el yüze salmış idi 74 15b Gördiğin bir göğercin geldi uçar Kondı resûlün dizine kanlar saçar Eydür ey iki cihânın fahrî resûl Şefâ’atın ummağa geldim kıl kabul Üç gündür bir dogan beni kogar Canım almak kasdına oldı süvâr Eşid imdi ideyim bir hoş haber Mesnevide nakl olup bu mu’teber Gizler isen gizlegil şimdi gelur Üç yavrum var ya resûl öksüz kalur Emânet kıl sana beni gizlegil Beni senden ister ise yok degil Gizlemezsen destûr ile uçayım Yüce yüce kayalara kaçayım 75 Çün eşitdi resûl bu sözleri Yaşıla doldı mübârek gözleri Resûl eydür gel yanuma gir heman Bunda geldin çün işin oldı tamam 15a Çün göğercin girdi resûlun yanına Sen bak emdi Tanrının takdîrine Şol saat hevâdan indi bir dogan Yeri gögü titredüp kılur figân Dogan eydür ya resûl vir avımı Yohsa haste kılurum ben cânımı Ol benim avımdır gizlemegil Komazım umudumdır yok degil Hak anın etin rızk virmişdir bana Virmez isen da’vâcı olam yarın sana Resûl eydür bir koyun virem ben sana Sen bagışla tek bu gögercini bana 76 Doğan eydür ben koyunı almazam Gögercin dadın anda bulmazam Tez vir eziyet idüp ezme beni Boynuna almagıl ol altı kanı Altı yavrum var aşdır yola bakar Anları ter eylemek yürek yakar Resûl eydür âdem eti tatludur Sözim eşid söz eşidmek kutludur 14b Kendi etinden kesub vireyim ben sana Sen bagışla tek bu gögercin bana Razı oldı ol dogan işbu kavle Kim resûlün etin alub savıla Resûl buyurdı pıçagı getürdiler Sahab[e]ler kayguya oturdıler 77 Aldı pıçağı mübârek eline Çaldı ol dem o mübârek koluna Nidâ geldi pıçaga kesme sakın Olmaya kesesin bir zerre etin Pıçak eser itmedi sol yanına Urdı pıçagı resûl sag yanına Bes resûlün etin kesmedi pıçak Nice kessün kesme dedi ana Hak Doğan tefekkür idüb bakardı bu işlere 36 Kim resûl yetişmişdi ‘azîm tüş lere Ol doğan silkindi oldı Cebrâ‘il Gögercin silkindi oldı Mikâ‘il 14a İkiside ol zamân aglaştılar Hem resûlün ayagına düşdiler 36 Düş 78 Dediler kim sensin ol âhîr habib Hem olursun cümle derdlere tabib Olmayaydın sen yaradılmazdı nev-felek Ne beşer yaradulurdı ne melek Sensin âhîr ins cînnin serveri Ol hüdânın sevgili peygamberi Biz [A]nın çok mu’cizâtın bilmişuz Hem sınayub şefâ’atine gelmişuz Hak çalab desturiyle geldik size Zâhir oldı lütf ihsânımız bize Bize yarın sen şefâ’at eylegil Kamumıza hak katında toylagil Kim ola kim şehr ide şefâ’atin Ruz kıl hazırlara ‘inâyetin Çün Mustafadan diledi bunlar dilek Gine göge revân oldı ol iki melek 79 Cümle bunda hatm oldı işbu kelâm Bir salavât Muhammed Mustafa ya vâlâm? 19a [11’li hece ölçüsü] Elimizden alurlar geyigi sihr iderler bize Sihr ile câzûluk kılalar bize Bizi kendi ümmetine döndüre Evimize dahı mahrûm göndere Kırk kişiyle avlayuben tutmuşuz Bir gice dahı yabanda yatmuşuz Resûl eydür hele çözün siz Disün yeri gögi yaradan Çözdiler ol geyigin ayagını Pek tutuben bogazının bagını Baglu yerden geyikcigi aldılar Mustafanın huzûrına geldiler 80 Dediler ne sözün var söylegil Bize peygamberligin şerh eylegil Dedi bogazını çözünüz heman Eylesun size peygamberliğim hoş ‘ayan Bunlar eydür çözücek geyik kaçar İki kere sekişlese bir yıllık yere uçar Kaçacak elden geyik gayıb gider Bunı gayrı ardından kimler tutar 18b Resûl eydür çözünüz siz söz tutun Geyik kaçarsa beni tutun İşbu kavle razı olup durdılar Geyigin bogazını çözdiler Hak çalab dil virdi lütfündan ana Virem salâvat dedi eydem sana Eydür ol iki cihânın serveri Hak çalabın sevgili peygamberi 81 Tanrı birdir sen resûlsun bi-gümân Yerde gökde işbu söz oldı ‘ayân Her kim bunda hak bildi seni Otdan azat olısar yarın teni Her kim ol bunda seni hak bilmedi 37 Yarın ol tamu tinin kaynadı Yedigi zakkum ola yeri cehennem Yüzi kara işdügi ola haram Her kim senin hikmetine fermân ola Yeri cennet yoldaşı rızvân ola Ben dahı göynüklüm ya Mustafa Bir kara yazım var gördüm cefâ 18a Çin? ilinden gelmişdim garîb Arar idim karındaşım yavı kılıb 37 Tenin 82 Geluben Mekke tagına kuzuladım İki kuzu kuzuladım gizlerim Erken kalkuben ot otlıyam Geri gelüp kuzularım emzireyim Bu kâfirler gelüp avladılar Çevre yanım odıla bagladılar Kaçamadım yogıdı bende mecâl Karındaşı yavı kalan ne mecâl Karındaşı kişiye himmetlü tag Ölüm ayırsa yüregin yagını Karındaşın yavı kalan ne olur Kimlerden yagımı alçak olur(?) Kişinin karındaşı yürek yagıdır Malı mülki bagcesi hem bagıdır Şimdi irdi bana bir günün dahı Neylim ol iki yavruları sahi 83 Dişleri yok ta ki ot otlılar Ne bulalar ıssız tagda öleler 17b Ya resûl bana payende ol bugün Yüregim bagına dermân ol bugün İrişeyim ol iki kuzulara Hâlim haber vireyim ben anlara Çün işitdi Mustafa bu sözleri Yaşıla toldı mübârek gözleri Resûl eydür kâfir sözüm tutun Geyigi bana bagışlan ya satun Ya payende olayım kılın kabul Eger gelmez ise iki pahasın benden alın Anlar eydür nemiz eksik satalım Ala? payende olursan tutulım Geyigimiz gelmez olursa biz tutaruz seni Böyle bil kim öldürürüz biz seni 84 Resûl’ın ikrârıyla geyigi saldılar Kavli ikindiye karar kıldılar Çünki bunlar işbu kavli kıldılar Geyigi ol demde salıvirdiler Derdile geyik çıkdı yola Vah ana kim kuzulardan ayrıla 17a Yavuz okdur ugramasun kimseye Kuzular ayrılıgına kimler duya Akar idi geyigin gözi yaşı Yel gibi geçerdi tagı taşı Tag taş dere tepe dimez geçer Yaş yerine gözlerinden kanlar saçar Dedi eydür ey iki körpe kuzu Nice sorayım sizin hâlünizi Gelinüz bir dem yüzünüzi göreyim Karnunız açdır bir dem emzireym 85 Ey iki körpe kuzular gelinüz Şimdengeru siz anasız kalınuz Bunlar eydür ana ne duydı cânın Dilin gelmez idi bu söz senin Ana ne geldi söylersin kim sözi Dedigin yok idi bize bu sözi Geyik eydür kâfire tutulmuşam didi Hak resûlini pâyında virmişam didi İşbu sözi işidüp aglaşdılar Anasıyla bir zamân meleşdiler Dediler sözin oldı bize harâm Diyesin resûle bizden selâm Ko bizi bu tag başında ölelim Tanrı resûline kurbân olalım 16b Geyik eydür ben giderim aradan Size dest-ger ola Yaradan 86 İşbu sözi söyleyüb döndü gerü Dinle emdi Tanrı hükmün gel berü Meger ol kâfir begi âdem kendirüp Yolına varın tuzak kurun diyüp Gelüp tuzagı kurup gitdiler Ol geyigcigi tuzak ile tutdılar Kıldı geyik tuzak içre aglayu Hak çalab buyruguna bel baglayu Geyik eydür ey ‘âlemlerin sırrın bilen Ey kamu dertlilere dermân kılan Hiç kayırmazım yana oldı cefa Ala pâyende oldı yana Mustafa Dertliyim dermân işdir ya hüküm Ben za’îfam senin lütfün ‘azîm Kıldı geyik tuzak içre turır Hak ta’ala cebrâ‘il’e buyurır 87 Tez eriş geyigi getür dedi Tuzagıla Ahmede yetir dedi Cebrâ‘il geyigi aldı tuzagı bile Ta cenâb-ı Ahmede getürdi hele Geldi geyik ortaya Allah diyü Hâli gör ya Resûlallah diyü 16a Siz ayıblaman benim giç geldigim Size ma’lûmdır benim ne oldıgım Ol kâfirler görince geyik geldigini Mustafa önünde böyle aruzlandıgını Kırkıda ol dem müselmân oldılar Kamusı bile îmân getürdiler Mustafa ashâbıyla şâz oldılar Kaygudan cümlesi âzât oldılar Kâfirler görünce dine döndiler Din ‘ayân olınca neler gördiler 88 Okuyanı dinleyeni yazanı Rahmetinle yarlıga kıl ya ganî 19b İSİMSİZ [11’lihece ölçüsü] 38 (…) digdikleri yoldur bir nice Bülbül cefaya figân ider güli görince O dilberin kendi gönli olınca Tenha çayırlara gelesi vardır Ak gögün dalındayım Efendim hayâlindeyim sakın Var geldi sanma bir zâlim elindeyim MANİ 7’li hece ölçüsü Araz akar meyl ilen Elli deste gül ilen İllere meyl virmiş Beni anlaru bildin 38 Dedikleri 89 SOL ÜST [11’li hece ölçüsü] İki karındaş beraber büyümüş Dökülenler sökülenler o elmiş Evi yanmış kendi yanmış bir ‘acâb Su imiş BEYT Su üstünde turayım yavrım seni kime sorayım Cânım senin hayr varını kimde sorayım BEYT Bir ‘acâyîb nesne gördim /Dışı gümüş içi altun Bakdıkça (…)/ ‘ibret-i âlâ Hüdânın Kurtdan cânlanır (…)karîbesinin muhayyer Sene 1267 20a İLAHÎ 11’li hece ölçüsü Arayı arayı bulsam izini İzinin tozuna sürsem yüzünü 90 Hakk nasîb iylerse görsem yüzünü Ya Muhammed cânım ârzûlar seni Sıdklan girmişem Ben bu hak yola Zerrece kalmadı benim işimde Ya Muhammed cânım ârzûlar seni Ebûbekir ‘Ömer ‘Osmân’la bile Ya Muhammed cânım ârzûlar seni Bir mübârek sefer olsad(a) gitsem Kâ’be yollarında kumlara badsam Mübârek cemâlin seyrimde görsem Ya Muhammed cânım ârzûlar seni ‘Ali’yle Hasan Hüseyn anda Yarın kıyametde hak divânında Sevgülü cânım Muhammed de Ya Muhammed cânım ârzûlar seni 91 20a İSİMSİZ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] 39 Yetişir cevr iyledin ey narlı yârim yetiş Ağlatmak aldın efendim kesb-i kârım yetiş Bilürsinki ben karîb-i ‘âşık-ı bi-çârim Sende insâf yok mudur ey şîve-kârım yetiş Çün nice sevdi diyü ‘âleme şâd iyledin Ben sana nitdim efendim bendeni yâd iyledin Hatır-ı ‘uşşâkı yıkd(ı) sanasın kadd iyledin Velvele virdin cihâna nâmerdim yetiş Lütfuna mazhar olanlar şâd-ı handan oldılar Çekdigim cevri görüp de şi’iler kılar güldiler Ol benim cânım dedik de seni benden aldılar Gayrı derdim şöyle dursun bu efkârım yetiş Sen bilürsin bu garîbin yâri yok yârânı yok Görmedim bir sencileyin cevri çok ihsânı yok Merhametsiz bi-vefâsın dîni yok îmânı yok ‘Ahdim olsun sevmiyeyim mendini 39 Nazlı 92 Katli zâlim neler etdik cândana açdık yâreyi Gel yeter aglatdın sen bu ‘âşık [bi]çareyi 40 Kimse bilmez belki bu son inkisârım yetiş BEYT Kebâb oldım yiyen yok nedir hâlin diyen yok Âşıklık otdan gömlekdir benden gayrı giyen yok 21a İSİMSİZ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Dil virüp bir âfet-i devrâna yâr olmakda güç Genç gamda ateş-i ‘aşkıla zâr olmakda güç Baglayüp dil mülkini sevdâ-yı târ zülfüne Bir küllî nisare ‘âlemde hezâr olmakda güç Seyri gül-zâr idelim amma ki agyâr olmasun Ey yeri dücâm meyz?-i nevbahâr olmakda güç Bir mülâyim tabı’a mâ‘il olasuz yokdur veli ‘Âşıkın mahbûbu (…)olmakda güç 40 Sin ile yazılmış 93 Böyledir kânûn-ı ‘aşkın mâcerâsı lütfa Başda sevdâ dilde firkât inkisâr olmakda güç Hafız Hüseyn Sene 1243 Tamam İSİMSİZ Başın keldir götün kıldur nolaydı Başın götün götün başın olaydı Bir gice aykır olub bir gice kısrag mı olalım Sikelim sikişelim dünyâda tek sag olalım İSİMSİZ Sohbetde dâ’imi seca’âtde ‘Âlî benem birâderim Kazîlılu Abdurrahim Efendi selâmımız ilanundan? sonra nemûde-i muhibbânımız devr-i seher benem efendim misâfir didikleri üç gündür dört gün olmak muhâldur gelene beş gün oldı kimsesiz? nihâldur. 94 SOL ÜST BEYT Kebâb oldım yiyen yok nedir hâlin diyen yok Âşıklık otdan gömlekdir benden gayrı giyen yok BEYT Behey işşek oglı katır asla sayma kimi hatır Misâfir ile keyfine ye dört gün yatup beş gün yatur 21b İSİMSİZ 11’li hece ölçüsü Sabâhdan ugradım ben bir güzele Yavru sultân olmuş elin üstüne Cemâlin gördüm de oldum divâne Selâmına durdum yolun üstüne Yârim ser-hoş midir uykudan kalkmış Ela gözlerine sürmeler çekmiş Varımış zülfüni gerdâna dökmüş Koyuvirmiş ince belin üstüne 95 Beri gel sevdügim kaşları devrân Anlın şems-i kamer gözleri nurdan Seçilmez yanagın kırmızı gülden Sanki kan gelmiş karın üstüne Yavrum uzamışsın selvi dal gibi ‘Âşıkların hizmet ider kul gibi Yeşil yaprak dalında tâze gül gibi Yeşiller baglanmış elin üstüne BEYİT Didim dilber ne dilbersin didi dilber olsam sana ne Didim dilber cânım çıkdı didi cânın çıksa bana ne Benim cânım benim kuzum gonca gülüm budagı Yazanın agzına olsun okuyanın dudagı Bunı yazdım yadigârım olmak içün Okuyanlar bir du’â kılmak içün 96 SOL ÜST 11’li hece ölçüsü Yine bahâr oldı güller açıldı Salın benim nazlı civân ahmedim Mâh yüzine siyâh benler saçıldı Ol siyâh kaşları kemân Ahmedim Yürü hey her câ‘il ‘ahdin durmaz Sarılup sarmaşup bu gice yatmaz Bana itdigini kâfirler itmez Yok mudur gögsünde îmân Ahmedim Hakkımı hak itdin benden olursam Çürüyüpde yer altında kalursam Yarın kıyametde seni bulursam Ölürüm hakkımı komam Ahmedim Hocazâde senin kapunda kuldır Zerrece mihnetin var ise bildir Çıkar hançerini gel beni öldür Suçum nedir benim demem Ahmedim Et-tamam Kara Hasanoglı Hafız Hüseyin Sene 1243 97 22a [11’li hece ölçüsü] Yine yeşillendi taglar gögerdi ‘Âşık ma’şûkına boyun egerdi Gördücegi yerde sine dögerdi Sinesin karşumda dögen gelmedi Biz de mâ‘il olduk bir (…)-sâze Efendim ‘âr etmiş gelmiyor bize Bir elinde bâde birinde meze Mezesin agzıma viren gelmedi Ked rakipler de yolları baglandı Cigercigim ‘aşk odına daglandı Tedârik gövdeleri yükler baglandı Benim ile yiyüp içen gelmedi Rakîbler gök yüzinde yetişir Cigercigim oda düşdi alışır Beni koymuş yadlar yalan konuşır Yâdlar ile konuşanım gelmedi 98 Bulmadım cihânda kadrimi bilen Cümle düşmân imiş yüzime gülen Serimi yoluna kurbanım diyen Serinde[n] cânında[n] giçen gelmedi BEYİT ‘Acib hâldir ‘acib hikmet Nazar kıl sen şu dünyâya Fakîre i’tibâr olmaz İderler izzeti baya SOL ÜST BEYT Bu hâne böyle bir hâne sagı u solı sefâ İçinde sâmetin olanlar asla görmesin cefâ Bir gelan bir dahı gelsin dimesünlar bi-vefâ Sahîbine şefa’ât itsün Muhammed Mustafa BEYT Ba’zlar erkânla baglanır kemer-i dervîş Ba’zlar kulak ister ya şehr-i dervîş 99 BEYT Niceler siyâh içinde kemal bulur mu dervîş Niceler (…) kâzub olur her dem hammâr dervîş MANİ 7’li hece ölçüsü Kırmuzı gül mor yine Mecâl kalmadı tende Ateşine pek yandım Dîn îmân yok mu sende 22b BAŞLIKSIZ 11’li hece ölçüsü ‘Arz-ı hâlim budur efendim sana ‘Aşkına düşeliden hâlim yamandır ‘Azîz başın içün rahm it bana Aman hey merhâmet gâni civân hey Bunca demdir saklarım dilde yâreni Hiç mesrûr etmedin ben âvâreni Gel yeter aglatdın ben bi-çâreni Aman hey dilber sahib-i zamân hey 100 Cânımın cânısın ey yüzi mâhım Sana meyl virdim ise nedir günâhım Efendim sultânım ey padişâhım Vücûdum mülküne şâh-ı cihân hey Bakışların beni sevdaya saldı Neyleyim bu gönül sabırdan kaldı Benlerin ziyâsı aklımı aldı Cemâlin olınca nûr-ı ‘ayân hey Gevherî kadrini eyledi idrâk Ol sebebin oldı çeşmimizde çak Derdmendi bi-çârını eyledin helâk Aman hey nazlı yârim aman hey Tamam oldı kitâbın intihâsı Geregidir kâtibe şerbet bahâsı Nedir efendim ‘âşıka hışımla bakmak 41 Layık efendim ‘âşıkın ot lara yakmak 41 Od: ateş 101 SOL ÜST Ne güzel â’lâ makâm olmış mübârek eyle Yarabbi Safâlar sürdüm içinde cefâ çekdirme Yarabbi BEYT Ne gökcek hâne bu hâne ‘aceb zevki safâ itdik Sürenler sürsün safâsını du’âlar işde biz gitdik MANİ [7’li hece ölçüsü] Alnı üstünde cemler / sevdügüm beni dinler Benim kalbimde sensin / senin kalbinde kimler 23a BAŞLIKSIZ [11’li hece ölçüsü] Kâdir mevlâm senden bir dilagim var Bana bir yavru ver gönlüm eglensin İllere virmişsin nedir günâhım Bana bir civân ver gönlüm eglensin Hem kara yagız olsun hem ince belli Olsun Köroglı’nın ‘Ayvâzı denli Bir karış gerdânlı büskürme benli Bana bir civân ver gönlüm eglensin 102 Tavus koşugı gögsü nakışlı 42 Üsküfün aldırmış cerân bakışlı Gügercin tabuklu keklik sekişli Bana bir yavru ver gönlüm eglensin Dir ‘âşıkım ilden başım belalı Gügercin tabuklı güymeni laleli Hayli zamân oldı aklım alalı Bana bir civân vir gönlüm eglensin MANİ [7’li hece ölçüsü] 43 Bakçe larde fermâyım / yeşil paşlı durnayım Senden özge seversem / murâdıma irmeyim MANİ [7’li hece ölçüsü] 44 Bunar başı bulanık Âşıgım bagrım yanık Al başımdan sevdânı 45 İl uyur ben uyanuk 42 Ceylan 43 Bahçe 44 Pınar 103 SOL ÜST BEYT 46 Bu odaya gelen kişi / etmek ilen ‘aş yesin Eger namâz kılmaz ise / topragla daş yesin MANİ [7’li hece ölçüsü] Keklik taşda ne gezar / kalem kaşda ne gezar Bugün ben yâri gördüm / ‘akıl başda ne gezar MANİ [7’li hece ölçüsü] Mecnûni dagda gezar bülbüller bagda gezar Yedi benli yâr seven ölürse de sag gider 23b HUTBE Sübhane men teferrede bi-vücubi’l-vücudi ve tevehedde bi-kemali’l-beka’ı ve’l-cud ellezi emere bi tathiri beytihi l’l-ta’ifin ve’r-rukka’i’s-sücud. Tekbirü’l-lah. Sübhane Halik-i’n- nüfus ve’l enfas ve kaşifi’l-humumı ve’l-vesvas ellezi ce’ele’l-beyte’l haramı kıyamen li’n-nası. Allahu ekber. Sübhane müfetti ebvabı’t- Tevfik ve müvazzıhı esbabı’t-tahkik ellezi şerrefena bi teşrik-ı yevmi’l ‘id ve eyyâmi’l taşrik. 45 El(yabancı) 46 ekmek 104 Allahu ekber. Elhamdu lillahı ellezi ce’ele’l-ka’bete kıbleten li’l-enam ve fezzele haza’l-yevm ‘la sa’iri’i-eyyâm ve ce’elehu ‘iden li-cemi’i ehli’l-islam. Eşhedü şehadeten tünecci ka’iliha ‘ni’l-ekdari ve’l-alam ve nüşhidü seyyide’l-enbiya ve hayre’l enam Salla Allahu Teala. İ’lemü enne’l-udhiyetü vacibetün ‘la külli ganiyyin mükellef mükim fe’c’elü lühumeha selasen sülüsün li’i-hedaya ve sülüsün li’s- sadakati ve sülüsü’l-baki li sahibi’d-dahiyye. Kale’n-nebiyyü salla Allahu te’ala ‘aleyhi ve seleeme…. 24a TÜRKÎ ‘ÂŞIK MAHMÛD [11’li hece ölçüsü] Hey gâzîler sâ‘ir ‘âşıklar gibi Şunda bir gözleri mestim yok imiş Sevgili yârine sâdıklar gibi Belgü-zâr virecek dostum yok imiş Nâmerdlerin ögüdünü almazdım Hiç kimsenin ‘ameline kalmazdım ‘Âşık ‘Osmân 6666 3333 9999 105 25a TÜRKÎ ‘ÂŞIK İBRÂHÎM [11’li hece ölçüsü] 47 Gözünde beri yok yüzer bakacak Bize bunda ne var türki yakacak Bize bir sohbet bul ellimize cekecek Bizim malın hesâbı hükme düşdi ‘Âleme kethüdâ[y] geldi sana derdini mi açdı Zamân âdeminden ‘âyetden şaşdı Andan odundan bir kayhan kahve gemi aşdı Şarklı benim? etimden sana mı düşdi Hey kethüdâ eydür kötü sohbet ‘âri müdür (âramdır) Yüzime güldün yarenimdür yârimdür(yâri müdür) (…) mal virmek eline karımdur(kari müdür) Türkmen gam verelim daşa gam ‘âşık hasan düşdi Mahkemeden aldıgı taşımı? malımız ırmaga düşdi gâ‘ib mi? Biz malımız yerine mal alduk bize ayıb mı bizim malın hesâbı sana mı düşdi 1267 cemâziyü’l-âhir 25b ‘Âşık isen gel yanıma otur Kıymet bilmezsin sormasın hal hatır 47 Yüze 106 Sonunda eşek mi var olmuş (…) katır Katuni yemlu? yıl sana düşdi Ben senli arz eyleyüm önüme gerildi ırmak Senin haddine mi düşdi âdem olan diline almak Sana virgü olmış gelene gidene urmak Baglardan aşagı çün sana düşdi Haline el virir mi bize bu kâ‘imden yazmak Senin haddine mi düşdi böyle bir sohbet dürmek Burnun ile (…) sogunlıcan? kazmak Sarayım başın ervâsı sana mı düşdi Yârin yolına mal virir şarklının uşagı ‘İlme kethüdâ mâh başına sarar isen kuşagı Senin gibi sözini bilmez kör eşegi 48 Sarıgına bırakdı ırmağı keşdi Şarklının mal virmekden artmaz fıragı Köroglından agzına baka var mı yuragı Şarklının gözine (…) Allah Bu sohbeti söyleyince eline mi geçer (…)Kethüdi vir keseyi kesen alırum Gelür hizmetkâra bir (…) yiyirum 48 Geçti 107 YAN TARAF Senin gibi etli pek gürgün ki doyurum haçan böyle pek(…) geçer 26a (…) döküldi yolımı durdın ‘Âşık İbrâhîme uydın işde belânı buldın Şarklının ekmegini çok yedin kudurdın Bögrüne kurşun deb ki kanlı kazık düşdi ‘Âşık İbrahim dir sabâhleyin kalkarın Sana bundan fenâ türkî yakarın Bundan sonra eger dilini tutmaz isen Karnımdan pek sabâhat çıkarın bizi diline almak sana mı düşdi GÜFTE-İ VASFÎ MAKÂM-I ‘IRAK [Müstefilâtün müstefilâtün] Meclisde ol gül tagıdır bâde Kâkül bir (…) harikulâde Üftâde tannan hasım amade Üç çift kayık gök suya bâde Ebrû siyâhın teninde bende Meclis hâsırla hânende sende ‘âşıkın çokdur gel gülüm penbe IZ 108 Şems seyrin al sîm deste Tersîh-i ‘Irakden bir güzel beste Mevsimdeki sen büsküli fesde IZ Felâtûn giymiş (…) ferâce Kefenler çıkdı şimdi harâca Vasfî söyledi bunı abacı IZ 26b MANİLERİ BAYAT İDER? [7’li hece ölçüsü] 49 Bu daglar ulı daglar / çesmeşi sulı daglar Benim âh û zârımdan/ gökde bulud aglar MANİ [7’li hece ölçüsü] Bu daglar kışdan aglar / ciy düşmiş kışdan aglar İnce bel kocalmakdan / al yanak dişden aglar 49 Çeşmesi 109 MANİ [7’li hece ölçüsü] Bu daglar bizim olsa / çevresi üzüm olsa Yârimi haste dirler / yasdıgı dizim olsa BEYT [7’li hece ölçüsü] Ak gülün dalındayım / efendim hayâlindeyim Sakın vaz geldi sanma / bir zâlim elindeyim BEYT Bu hâneye gelen (…) ana benden selâm olsun Unutmasın bu kâtibi derunından dua kılırın MANİ [7’li hece ölçüsü] Bu daglar meze daglar / yâr gele geze daglar Çesmeşi serâb olmış / kelebegi vah daglar MANİ [7’li hece ölçüsü] Yeşe daglar başı / başa virmiş aglar Lâleli sünbülli yâri / sende bin yaşa daglar 110 MANİ [7’li hece ölçüsü] Daglar dagladı beni / gören agladı beni Yâre hasret oldım / ‘avcı bagladı beni BEYT [11’li hece ölçüsü] 50 Dostluk degdikleri yoldur bir ince Bülbül figân ider güli görince O dilberin kendi gönli olınca Tenhâca yerlere gelmesi vardır MİM 51 Şifaü’lkulûb likâ’ülmahbûb gözim Yaşıla yazıldı bu mektûb âh efendim BAŞLIKSIZ [Feilâtün feilâtün feilâtün feilün] Kim arar kanıma girsen de begim ben de senin Dil-i divânecigim yavrucugum bende senin Cümle varım ile cânım da senin ben de senin Şânına her ne düşerse anı kıl bende senin Merhâmet eyle efendim cümle nâ-çâr oldım 50 Dedikleri 51 Kalblerin şifâsı sevgiliye ulaşmak. 111 27a TÜRKÎ [11’li hece ölçüsü] Şunda bir dilber gönül düşürdüm ‘Âlemde agyârın hesâba gelmez ‘Âşıkın ateşiyle bagrım pişürdüm Derûnumın derdi hesâba gelmez ‘Aşkın ateşiyle ugradım derde Gönül sadâ virdi ol iki yerde Hayâlin gözüme çekildi perde Eyyâm rüzgârı hesâba gelmez Birkaç rakîb yollarımuz bagladı Gözüm yaşı Tuna gibi çagladı Yüregimde bir âh idüp agladı Dünyânın eleme hesâba gelmez Efendim siz bu demleri sürdünüz Virân olsun vatanımız yurdumuz Bana bir isimleri çok mu gördünüz Ellerin beyâzı hesâba gelmez 112 MANİ 52 Kadeh-i Câm dan tolduruvir kadeh-i Câmdan Ellerin beyâzı varın giçmem kadeh-i Câmdan BEYT [11’li hece ölçüsü] Ma’ârif söylemek şimdi cihâna Hava herâd ma’na? bikrân yapana Firâkın acısı gelmez bahâne Velev fena (…) yevmü’l Fatiha YAN TARAF 53 Günâhım kûhî Kaf olsa ne kam dur ya celîl Rahmetin bahrına niyet ana seni kalîl Gögü günâhım varsın idüp tartarsa yeridir 54 Günâhım varsın idüp tartarsa Yezdân Ne çeker Yarabbi yarın mahşerde mizân 52 Cem: Fars mitolojisinde şarabı bulduğuna inanılan efsane kişilik. 53 Gam. 54 Zerdüştlükte iyilik tanrısı. 113 27b BAŞLIKSIZ 11’li hece ölçüsü Bâd-ı sabâh sen Allahı seversin Tâze nev-civânım ne zamân gelür Keşf idüp cihânı seyrân idersin Derdime dermânım ne zamân gelür Tı’-ı gamzelerin sineme çakan Ca’d? idüp bendesin odlara yakan Kemendi zülfüni boynuma takan Katlime fermânım ne zamân gelür ‘Âşıkım cevr etme kaşı kemânım Yolına fedâdır başımla cânım Kâmeti nûrına mâh tâbânım ‘Âfet-i devrânım ne zamân gelür ‘Âşıkım yüzine ey yüzi mâhım Arşa erişdi yine feryâdım âhım Mahbûblar içinde çeşm-i siyâhım ‘Aceb ol sultânım ne zamân gelür 114 O yârin yolına fedâdır cânım Gerçe irdi arşa âh û figânım Muhtâcım dâ‘imâ lütfa sultânım İsm-i Süleymânım ne zamân gelür BEYT Bunı yârim yadigârım olmak içün Okuyanlar bir du’â kılmak içün ‘âlemin 28a [11’li hece ölçüsü] Gel benim efendim rûh-ı revânım Terk etmem ben sen pek kan? olursa Ne mümkün efendim sen ayrılmak Büsbütün sana inat düşmân olursa Çıkub yücesinden engine bakmam Suya meyl virüp çaglayup akmam Senin cemâlinden gayrı cemâle bakmam Karşumda Yûsufum Ken’ân olursa 115 Gide rakîbler de sararsın solsun Bize idenlerde Mevlâdan bulsun Olursa sevdigim sen gibi olsun ‘Âşık karşusında civân olursa Seninle kıldıgım ‘ahdle ‘imân Bize yardım ider yaradan-ı sübhân Gözüme görünmaz zümre-i hûbân Her biri âfet-i devrân olursa Hafız Hüseyin Sene 1243 tamam BAŞLIKSIZ Müberrâdır kalem olmaz kamışdan Vefâ gelmez elin (…) kamışdan SOL TARAF MÜNECCİM 11’li hece ölçüsü Ya ilahî rahmet ihsân it bize Kıl ‘inâyet ‘afv-ı gufrân it bize Gelmişuz kapuna mahrûm eyleme Lütfün ile derde dermân it bize 116 Dilimüzde okunan Kuran (…) Hazretine ideriz dâ‘im (…) Çagruşuruz rabbena amenna deyü Rahmetinden gevher-feşân it bize Cümlemuze ilm-i nâf’i kıl nasîb Hem ‘amelde sâlih eyle ya mucîb Son nefesde eyle îmânı nasîb Kabrimüzi bag bostân it bize Atamuza anamuza rahmet it Yerlerini ahiretde cennet it Hocamuza vaslında rahmet it Du cihânda anı bizesultân it (…)olmaglık Askeri (…) it nasÎb Nasrun minallah vakti Karîb 117 28b BAŞLIKSIZ [11’li hece ölçüsü] Yavrum senden ayrılalı gülmedim Dünyâ ak mı kara mıdır bilmedim Sencileyin çeşm-i siyâhım görmedim Kaşı gözi çeşm-i siyâhım benim Heb güzeller bir araya gelsünler Bu dünyâ fânîdir böyle bilsünler Ölürsem kan bahâm senden alsunlar Kaşı gözi çeşm-i siyâhım benim Kaldır ak kolların kandadır kanda Bülbülün feryâdı kırmuzı gülde Seni ısırmak isterler şu ‘âlemde Kaşı gözi çeşm-i siyâhım benim Kaldur ak kolların kan dökülmesün Gamzen oku cigercigim delmesün Gel sarılalum kıyâmete kalmasun Kaşı gözi çeşm-i siyâhım benim 118 MÜNECCİM Ya ilahî sen kerem kıl Mansûr şâhmûz Şimdi masfûf kâfirine koyma ya Rab Gayrı senden yokdır ilahî gidecek Cümle islâm ‘askerine eyle nusret ya nazîr Ya hâfız ya rahîm ya samî’ ya basîr Sen nasîb eyle ya Rab bize feth-i nusreti Ta kıyâmet haşr olınca bula islâm rif’atı IZ Dâ ‘ima senden dileriz derde dermân kulları Dest açub âmin çeker bunca sübyân kulları IZ DER-KENÂR [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Başladım bülbül misâli zâra her gün her gice Anın içün ben düşmüşüm efkâra her gün her gice Ben nasîhat eyledikçe yâre her gün her gice Aşinalık iyler agyârıyla her gün her gice 119 Dilberin meclislerinde çalınur şaşârı? bâb 55 Dölünür pervâne-veş devrânımda lâl-i şarâb Ol perinin ateşi ‘aşkı beni etdi kebâb Bu vücûdum şehri yandı nârâ her gün her gice Cümle ‘âlem ol perinin hüsnüne kalur-bend Reb’-i meskûnı dolaşdım bulmadım sana manend Sitâ’ir? yak dide-i giryân bunca dakdım kemend Varayım Mansûr gibi bir dârâ her gün her gice Ey ‘Ömer dilber hayâli didemüzden gitmedi Sevdügüm ehl–i ferâset dostını fedâ etmedi Gezme agyâr ile didim nasîhâtim dutmadı Söyledükçe gözleri sehhâre her gün her gice 29a MÜNECCİM 56 Hürmeti inna fetehna kıl kerem fethi mabeyn Şâd-ı mesrûr ola asker hem çü ashâb gözin Mâh nazarun bedr ola ya Rab senindir cengin Kıl ‘inâyet ola rehber askeri Cibrîl-i emîn Ya ilahî vir zaferler gayrı peygambere 55 Dönülür 56 Kuran-ı Kerimde Fetih Suresi 1. Ayetin başı 120 Nusretinle bu gazâ dolunsun gazâ-yı ekbere Kahr ola â’dâ olanlar padişâh servere Olıncık hürmeti bakma kusûrı askere Heyet-i islâm kaçarsın kâfiri bir zahmla Neferi allahuekber kefere virsun zelzele 57 Nasrullah minallah ve fethun karîb ve beşşirü’lmüminin YA MUHAMMED Ya ilahî zât-ı pâkin zû’l-celâline ‘aşkına Sevdigim dostum Muhammed Mustafanın ‘aşkına Hem Ebubekir, ‘Ömer, ‘Osmân, ‘Âlînin ‘aşkına ‘Asker-i İslâma imdâd eyle Allahım medâd Râhtı ervâh-ı mü’min hazret-i Kurân olur Hâfızı Kurân olanlar cism içinde cân olur Başlasa her kim kelâmullah bismillahla Hüzni gider cism içinde cânla cânan olur Yarın ol mahşerde yâri hazreti ‘Osmân olur Nasrun minallahi û fethun karîb 57 Kuran-ı Kerim, Saff Suresi, 13. Ayet, Manası: Allahın yardımıyla, müminlere yakın bir zamanda fetih müjdeleniyor. 121 29b BAŞLIKSIZ [11’li hece ölçüsü] Kadîr Mevlâm senden bir dilegim var Benim halim dosta bildür Yaradan Benim agyârım ilen gizlü sırrım var Aradan engeli ka[l]dur Yaradan Hidâyet umarım bârî hüdâmdan Kanlı yaşlar akıduram dîdemden Ben gözlerim dilber kaçar âdemdan O da bencıleyin kuldur Yaradan Uzak yollara da giden gelindi Cigercigim delik delik delindi Ölümden gayrısına dermân bulundı Ayrıluk dermândır Yaradan Karacaoğlan der eydür yanub yandurma İçüb ‘aşkın şarâbından kondurma Kadîr Mevlâm Azrâ‘il göndürme Benim cânım dost ilinde Yaradan 122 BAŞLIKSIZ [Feilâtün (fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün] Bendesin terk iylemiş ol yâre bilmem neyledim Kaşları ebru kemân hünkâra bilmem neyledim Ashab? sundum efendim halime iyledim Melek hüsnin saçı sultânım bilmem neyledim Andelîbim her seherde ben bahârsız olamam Gice gündüz aglamakdan bir saatcık duramam (…) YAN TARAF BEYT ‘Âkîl isen ey birâder dimeyesin dostuna Zîrâ dostın dostu vardur diyüvirur dostına ‘Âkîl isen ey birâder cem’ eyle isrâf etmen pek Kalursa düşmâna kalsın dosta muhtâc olma tek Sene 1244 123 30a TÜRKÎ [15’li hece ölçüsü] Üç güzele selâm virdim selâm almaz gülüpdür Güzelsin ezel sevdim cümle ‘âlem bilüpdür İncili kuşak belinde hakkın kelâmı dilinde Bak şişesi elinde al efendim diyüpdür İncili kuşak kuşanur sim bagı yere döşenür Cilve senden bil boşanur iç efendim diyüpdür 58 Evlerinin önü kurma kurma tek dalını kırma Uçkurının ucı hurma çöz efendim diyüpdür SEMÂ’Î [11’li hece ölçüsü] Ala gözlerini sevdigim dilber/ şan idüp ‘âleme güldürme beni Açub beyâz gögsün turma karşumda/ ecelim gelmeden öldürme beni Kör müdür bakma bana il gibi / efendim gözümde yaş seyl gibi Bahçende açıldın gonca gül gibi/ takup yanagına soldurma beni Beyâz kolların dola boynuma/ ölüm gelmez aldı benim aynıma Bir gice misâfir girse koynuma/ sabâh oldı diyü kaldırma beni Kerem eydür bir dem agladım güldüm/ arayı arayı ben seni buldum ‘Arz-ı hâl eyleyüp kapuna geldim/ kerem eyle mahzûn gönderme beni 58 Hurma 124 30b TÜRKÎ ELİF Elif Allah[ı] seversen gel bize nâz eyleme Be biz[e] bugün tenezzül eyleyüp gelsen ne var Te tamam oldı cefâlar düşmânım şân eyleme SE sevâbdür ‘âşıkına merhâmet kılsan ne var CE cemâlin aya benzer iki kaşları hilâl HA eyle hüsnin yırtacak? Kudretullahu Zü’lcelâl HI hüdânın emriyle leblerin ab-ı zülâl Dal deli oldum ‘âşıkına bir ilaç kılsan ne var Zel zıllet çekmemişim dünyâya gelelü berü Re rahatlık bulmadım zaî’fa oldır bende cân Ze ziyâde kadeh iderler cevr itme bana sen Sin selâmım bari bir kez efendim alsan ne var Şın şifâsız derde düşdüm asla ilâç bulmadım Sad sataşdım aglamaga gice gündüz gülmedim Dat za’îf oldım cânanım noldıgım bilmedim Tı tabîbim gulâmın yüzine gülsen ne var Zı za ile zulm rakîb eyledir cevirle el Ayn ‘akubet içre çekdigim gâyet melâl Gayn gani Mevlâya kalsın bu suretle Fe fenâ dünyâda bana yadigâr olsan ne var 125 31a Sene bin iki yüz kırk yedide mâh-ı cemâziyü’l-evvelinin ve cemâziyü’l-âhirinin on ikinci günine degin İslambollu Emin Efendi (…) ikâmet ve on üçüncü güni İslambola mine’l-râhî oldukların hâvi (…) bu mahalde şerh vakit olundı. 1247 Rumi 13 Hafız Hüseyin İşbu bin iki yüz kırk yedi senesi Ebced 1234 Hevvez 567 Huttî 8910 Kelemen 20 30 40 50 Sa’fes 60 70 80 90 Karaşet 100 200 300 400 Sehhaz 400 500 600 Dazıg+len 700 800 900 126 SEMÂ’Î [8’li hece ölçüsü] Ala gözli nazlı dilber/ mâhı tabâtdan ayrıldım /Siyâh zülfün mâh yüzine Dökan dilber[den] ayrıldım/ biz gidelim bag bostâna / bülbül gider gülistâna Bizi mestâne mestâne/ yakan dilberden ayrıldım/ bakdım kaşına gözine Benzer kadîm tûtî kuşuna/ bizi hicrân ataşına / yakan dilberden ayrıldım ‘Âşık ‘Ömer dir ki varma/ varup dizârında durma/ Ala göze siyâh sürme/ çeken dilberden ayrıldım. Su üstünde arayım/ seni kime sorayım Sensiz giçen ömrimi/ ömürden mi sayayım 31b MUHAMMEDİYE Çün Adem cennete girdi (…) devletler erdi Kamu iyilikleri gördi edildi şükr ile ihlâs Bakub gördi anı îblîs hased kıldı eydür tilim Anı bilmez idi dem iderdi şükr ile ihlâs Gül-ab-ı cennete kabu? isen karar idüb sarar anda Görir kim çıkdı bir tavus iderdi fahr ile ihlâs 127 Didi ne hûb ziyâsın sen eger olmaydun hergiz Didi ölmek nedür bildir kalem ya fikr ile ihlâs Didi cândır bu cismini diri tutup veren hûn Hemen talim çıka cânın keder bu kahrla ihlâs Çün işdi anı tavus ile niyle buluşdı Haber virdi anı fi’l-hâl bu sözi setrle ihlâs Balin ol vakit cennetde dev gibi suretde Ayagı durup etdi anın iderdi emr ile ihlâs Bu sözi çün ana rahmın tamam bir bir didi iblis 32a DİVÂNÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Görmedim dünyâyı gezdim senin gibi hüsnü güzel Cümle ‘âlem bulunsa kurbân olursa (…) an Sende bu nâzı terk et bu güzellik var iken Nice sevemez ey efendim her gören insân seni 128 Ben sana insân dimezem ya meleksin ya hûrî Gam degildir ser verürem yoluna şimdengirü Yâri aşnalıkdan pîrim bu ‘âşık sen Karîbi Eylemiş yârin figânı hûblara sultân seni GEVHERÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Bendesin terk eylemiş ol agyâre bilmem neyledim Kaşları ebrû kemân dildâre bilmem neyledim ‘Arz-ı hâlimi etdim efendim hâlimi şerh eyledim Hüsn-i mülk-i sabâhı hünkâra bilmem neyledim Hâr elinde ne gonca vaslın tenhâsını bulamam Bülbülüm gül-zâr içinde hâre bilmem neyledim Ol rakîb dînsiz îmânsız beni ya virâne ider Hakk belâsın ver hâk agyâre bilmem neyledim 129 32b MUHAMMEDİYE [8’li hece ölçüsü] Buyurdı serveri ‘âlem/ resûlun fahr-i mevcûdât Gelür müslimler etfâli/ kıyâmetde diler hâcât Hesâb içün kamu kullar/ ki hem oldukta divâne hem Ki anlar sâf dudup cümle / hem el baglayalar kat kat Diye cibrîle Allah / buları cennete ir gür Geleler cennete cümle/ kabuda duralar bizzat Diyeler kanı babamız / dahı sevgüli anamız Atasız anasız bize / gerekmez diyeler cennât Melekler ideler anda / sizin ananuz atanuz Sizin gibi digil masûm/ günâhlular anda bilür heyhât Uyup nefsin her biri / hüdâyı oldalar ‘âsî Yanasılar cehennemde / ki zâyi’ kılalar evkât Meleklerden işidicek / bu söze ideler sayha 33a Figân arlıgı ki / kati aglaşalar kerrât Bilir iken sûra Allah / nedir bu sayha ya Cibril Diye müminler etfâli / sayahidir degil takat Atasız anasız bize / gerekmez diyeler cennât Olar olmayacak bize / ola mey zevk ile lezzât 130 Oların suçların bize / bagışlaya keremden Hakk Vallâ bizi ya cibrîl / olar ile tamuya at Diye cibrile Allah / kanı bizzat olan Allah Ki var mahşer yerin yokla / benim çün kadıü’l-lhâcât Ataların anaların / bulub anlara teslim it Bagışladım kamu suçın / ki kıldım yerlerin rehzât Bu kez şâz olalar cümle / elin ellerine alub Şefâ’atla kamu anda / olalar dâhilün cennât İlahi sadıkı kulun / bulardan hakka mend iyle İki ‘âlemde ‘âtâ it / ana ‘izzetle tekrimen 33b Enisü’l-müzekki hem yazdı / bu nakli dinle ey ‘âşık Ne devlet ol kişikim / ana ire bu tebşîr et Kamu ahbâbına dahı / atasına anasına Keremden bahşuş it cennet / sürürler dürlü zevkıyât Temetü’t-tamâm oldı 131 HUTBE El- hamdüli’l-lahi ellezi halaka külle şey’in ve hüve ‘ala külli şey’in vekil Ellezi la yestahikkü’l-‘iyadete (…) ve hüve ‘ala külli şey’in vekil. Fesübhane’l-lezi hüve Mevlâna ni’mel-Mevlâ ve ni’mel-nasir. Ve neşhedü ennehü ellezi kala iza (…) Fe kûlü hasbüna Allah ve ni’me’ül-vekil Salla allahu ‘aleyh ve ‘ala âlihi ve üla’ik .. ‘an abi hüreyrete raziye allahu teala ‘anhü:’’ Âhirü ma tekelleme bihi İbrahim ‘aleyhi’s-selâm hine ulkıya fi’n-nar hasbüna’l-lahu ne ni’mel-vekil. Sadaka resûl’l- lah ….. sahibü’l ,,,,,, ve’l-kevseri ve’s-sebil (…) 34b TÜRKÎ [15’li hece ölçüsü] Gel benim cândan ‘azîzim kıble-gâhım Mustafa ‘âlem üzeresin benimsin padişâhım Mustafa Yüzü kara gel firâkım mestâneler söyledi Vebillah haberim yok iftirâdır Mustafa 132 Mustafa’nın yüzin gören borc ider cebe gider Ak gerdânda cift benler birbirinen cenk ider Halîlin köyene vardım câhîller bayram ider Tekkeye kurbân demişsin işde geldim Mustafa Mustafa’nın yüzin görem niderem dünyâ malını Ak gerdânda cift benler seyr ider mimlerin Ben ölünce vâsiyetim hocama söylerim Tarihim mezar daşına yazıvirsün Mustafa Temetü’t-tamam ‘ÂŞIK KARÎB [Fâilâtün âilâtün fâilâtün fâilün] Seyretdim mekteb içinde bir güzel Kurân okur Rûhı envâr sacı sünbül lebleri mercân okur Rabbe rabbe hocâsına dersın ezber okur Hakîkat bülbül misâli şakıyub Kurân okur Rabbe rûhın görincek kalmadı cismimde bâb Sevdim Allah içün şâhit olsun dört kitâb 133 Hem kacan yüzine bakdım etmedi benden hicâb Diz çöküb Yûsuf misâli şakıyub Kurân okur Temetü’t-tamâm 35b İSİMSİZ [11’li hece ölçüsü] Vehâbî der ki hasmım aradım Askerini çölde susuz kırardım Dutdugımı mızrak ile yarardım Bu çöllere benim yüz bin kanım var Mehmed paşâm der ki bilürüm seni ‘Askerim kasabdur keser insânı Kesilülmez ise içerlür kanı Haytadan burma yüz bin kahrımanım var Vehâbî der ki beni bilmeyen bilmez Meydân gelmeyince yigit bilinmez 59 Deryâdan gelenin biri kurtulunmaz 60 Amânsız gûmansız çok yatanım var 59 Kurtulmaz 60 Gümânsız 134 Mehmed paşâm der ki bir ‘azîm cenk kuruldu Bayrakdarlur durmuş cenk (…) 36a (…)durmayan daldır. Gelegetürem çok ihsânım var Vehâbî der ki ‘Osmânlı yetişdi 61 Bir ateş düşdi çöller tutuşdi 62 El kulın ‘Osmânlı bırakdı kaşdı Ben bilmedim böyle düşmânım var Mehmed paşâm der ki açıldı nusret Urum gazilerim vermegin ruhsat Ünümüzi duysun ol sâhib-i devlet Sultân Mehmed gibi padişâhım var Vehâbî der ki hubun söyledim bildüm ‘Üryânlur yanında hep dost oldum Duh yanım kesildi çâresiz kaldım Ne tâkatim kaldı ne dermânım var 61 Ateş “ayn” harfiyle yazılmış. 62 kaçdı 135 36b Mehmed paşâm der ki dehr-i nefis-kâr Bu çölleri yaşın iderem der Mikdârını bildirdi sana öldürür Benim bu çöllerde şah [û] sultânım var Vehâbî der ki bu yol alur kaçayım Kanadım yokdur nasıl uçayım Bana bir zehir ver içeyim Zülmünde kaldım çok figânım var Mehmed paşâm der ki katlin bükeyim Kazma vurub temelini hamle yıgayım ‘Üryân şeyhlerin dişin sökeyim Hindistâna kadar meydânım var Vehâbî der ki çok çekdim zahmet Hakka ‘Osmânlı da vermemiş heybet 37a Aman sâhib-i hurûci eyle merkat Hâkipâya düşdüm yüz bin âmânım var Temetü’t-tamâm 1234 136 37b TÜRKÎ [11’li hece ölçüsü] Salât Mevlâdan budur niyâzım Pervâneler gibi nâra düşesin Dilerim ki derdine dermân olmasun Şeyda bülbül gibi zara düşesin Tâze fidân iken dilin kurusın Vücudun kurısın cânın çekilsun Otuz iki dişin birden dökülsün Genç yaşında ihtiyara düşesin İki yakan bir araya gelmesun Seni görenler heç merhamet kılmasun Aglamakdan bir dem yüzin gülmesun Garib Mansur gibi zara düşesin Ömrümde aglatdın sen dahı gülme Hayli muraddan bir murad alma 137 Ölürsin ahretde hiç aman bulma Yılanı çok kabristâna düşesin İki gözin birden hem olsun ‘alîl Ellerin yanında gez melûl melûl Genç yaşın içinde hem sersefil Şöyle bir sitem-kâra düşesin 38a TÜRKÎ (…) azduracak deftere yazduracak Bu da böyle giderse tövbeyi bozduracak Amanın Emine kemer beline yanıyorum tatlı diline Sarı saçın başın durur Yel eser dolaşdur Yûsuf Züleyhânın hak yüzi kavuşdur 63 Sevdigimin adı Şems af eylerem oldı bir iz Karatavuk tepeli kulakları küpeli Bana olsın diyüler şimdiki kızlar bahalı Amanın oglan uyansana gül yasdıka tayanmasa 63 “Vav” harfi olmadan yazılmıştır 138 38b ‘ÂŞIK ‘ÖMER TÜRKÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Ey elif-i fâdıl-i dilber bir sal kesb-i mâlîye Saklasın türl[ü] hatadan olgani bilür diger Bir cânânın cevri il oldu ‘aklım târumâr Kalbin elhâm bırakır ya Rab yavrum söylesin El-mecnûn almış ‘askerin oturmuş köşkine Nice bin cânlar boyanur anberü’l-müşkine İki cihân padişâhı dîn-i Muhammed ‘aşkına Kalbin elhâm bırak ya Rab yavrum söylesin ‘Âşıkan ma’şûk karşu çekildü ‘iyal ile Ah etdikçe artardı yüce dagların karı Ya ilahî al cânımı ya barışdur yârimi Kalbe elhâm bırak ya Rab dilber gibi la’în Gurbet ellerinde kaldım aglamakdır kârımız Şimdi bizden yüz çevirdi ol mah yüzli yârimiz 139 64 Haber gönder tutu dillim dök ol efkârımız Kalbin elhâm bırak ya Rab yârim söylesin 39a (…) Ayak-ı şerîf (…) tilamandan gür gürle (…) Kalbine elhâm bırak ya rab dilber söylesin BEYT Meger dilber senin hüsnün bigâne bagaşlumdan artuk Kavun gibi yanakların hıyar gibi dudakların senin iger Yanakların bana dirgenden artukdır Mustafam BEYT-İ HÛRŞÎD [Feilâtün feilâtün] Şâh-ı hurşîd iki dilber Birisi mâhîme benzer Kulaç kulaç ak kolların Salışı mâhîme benzer 64 Tûtî: Papağan 140 Çıksam yârîn odasına Siyâh kılıncun kalsın 39b Girmiş kekelik libasın Sekişi mâhîme benzer Derc itmiş bagı bostanı Vurdı bu sinam dagı Kaldurmuş kiraz dudagı Gülüşü mâhîme benzer Yârim gelur gül ile Hurşid yanında bile Kargu saçın içinde Döktümi mâhîme benzer 40a İLAHÎ-Yİ MUHAMMED Muhammed dünyâya geldi kura 141 41a TÜRKÎ ‘ÂŞIK ÖMER [11’li hece ölçüsü] Fâriga oldum şimdi ‘aşdan ekmekden Dostum gelürdi yola bakmakdan Şu dilberin hasretini çekmekden Sarardı gül benzim soldı tilim Bil bilem gül içün kaluram zâri 41b ‘ÂŞIK MUSTAFA [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Çok zamândır intizârım kaşı yayı görmedim Yerde miydin gökde miydin ol hümâyı görmedim Kimlerin hânesinde gün gibi [ı]şkla vir Seçilmez şems-i kamerden hüsn-i ayı görmedim Sen güzeller şâhısın medh eylerem hasbeten Görde görem sevin cânım düşdi gönlin hikeme nisbeten Günde yüz bin kan ider ol ben kalbine 142 Bakışı bin kad deger cism-i cânânı görmedim 42a BAŞLIKSIZ Ya gedâm nevşenim kalas kalem ile yazarın Ya gedâm nevşenim bu kalem ile yazarım 43a ‘ÂŞIK ÖMER [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Ey deli gönül gâfil olma çünki meydân bizdedir Hak yoluna zikredelüm ta ki bu cân bizdedir Cümleye dört kitâb indi hakka bir bilmek içün Şükrine kâdîr degilüz ulu Kurân bizdedir ‘Azrâ’il bugün gelince neye varır halimüz Nice susuz hey îmânsız sormadı ahvâlimüz Evvalâ münkir ve nekir sorunca su‘âlimüz Dilaram hakk şaşırmasun cümle ‘isyâ[n] bizdedür Ben de bir gün emir olup mantar gibi bitsem 143 Gerek cümle 44a TÜRKÎ [11’li hece ölçüsü] Güle gelmişem sana haber sormaya Eglen uçup gitme konadur bülbül Senin muhabbetin kalbim evinde Vücûdum sihrini dutadır bülbül Güle kon dikene konma Eski düşmânın dost olur sanma Gene seni sarıcak hâre inanma O rakîbin kasdı cânadır bülbül Gâh odur ki rahm eyleye kulına Tabîb odur anda melhem bulına Magrûr olub konma gülün dalına Hârı var pençeli kandır bülbül La-tamâm 45a 144 TÜRKİ ‘ÂŞIK MEHMED [11’li hece ölçüsü] Bir konak yapdırdım yetim malından aman aman İçini döşedim ‘âcem şalından Aslını sorarsan yetim malından aman aman 65 Alma talkım? alma allı gelini Altun kemer sıkmış ince belini Gelin oldum gelin ben de bilmedim aman aman 66 Âlîde pulı baytumlara binmedim Beş lira verdim kayıkçının birine Aldı da gitti deryâların içine Ecel gelmiş kayıkçının suçı ne 47a DESTÂN [8’li hece ölçüsü] Bir ‘Abbasi tıflına gönül verdim Amma benden yok haberi Bir bakışda aldı aklım 65 Talihim olabilir. Talkım kelimesinin anlamı mısra ile uyuşmamaktadır. 66 Faytonlara 145 67 Bir tâze gül bu Basrî Hûrisi? gitmez eynimden Çıhup gitmez hayâlimdan Gezerken kendi hâlimde Düşürdi sevdâya seri Sevdâ çıkmaz içerimdan Bu rakîbim? yagımı ariden? Gâlibâ cinsi bir bedan Dilbedesi yapdırı? Yetişmişdir on yaşına Cân sıgmaz bakışına Geymiş kalbur fesi başına Baglamış mavi canperi Severiz kaşı helâli 67 Basralı 146 Yüzi şan perçemi bâlî ‘Aşkına düş-vâr olalı Lahîm eridi kaldı deri 46b Hüsnünü görmeye ederiz Gaybına gayret güderiz Bederinden pek severiz Cekmesin asla kederi Biz severiz o güzeli Şimdi degil ta ezeli Çeşmi siyâh etdi etdi deli Ben gibi bin dilbederi Lezzet olur mezesinden Kovartdı gönül türbesinden Bir ümmeti türbesinden 147 Cazûbdur bizi ekseri Gördi gönül etdi heves Uçdı gönül kıldı kafes 68 Erişdi bir azkun karası Kara gülmez kalfaları? Digdüki atlaz frengi Bu şehirde bu kadar dengi 46a Rûhladı gül-bân irengi Ne pak beyâz ne esmeri Damenine des(t) vereyim Ya(…)ya ûhde öleyim Bir görek beni kânun gibi Öleyim bari müşteri Yol ögretmez tükânına 68 Azgın 148 Nasıl varayım yanına Vuslat içün damenine Doldurayım sim u zeri Iras geldi gözi gözüme Beni kul etdi özime Bir kere bakdım yüzine Etdi hicâb dökdi teri Akşam evine gidince Sabâh tükâna gelince Gönül gezer bilenince Gâh ileri gâhî geri 45b O gözleri âfet içün Heman maksat sohbet içün Erişdi tâze ülfet içün (…) diyem bir entari 149 Gördi gözüm yaş içinde Söyletür nâs içinde Görmedim Sivas içinde Böyle bir hüsni kameri Maktûnî cânımı duvâr habîb Derde düşvâr oldı tabîb Şebi vuslat olsa nasîb Dönmedi talîhi ahteri 48a DESTÂN-I TERZÎ [8’li hece ölçüsü] Sevdi gönül bir yüsri San’atı terzî güzeli Hüsnini bir muhtasırı Şerh iderek söylemeli Medhinin fâ’ikini Biz gibi bin ‘âşıkını 150 Eyledi ‘aşkında deli Düşdi gönül çâresine Kaşlarının karasına Lehçe-i meh-pâresine Yandı derûnum göreli Kendi güzel nâmı güzel Lehçe-i gül-kâmı güzel Gönlümün ihrâmı güzel Dinle bu rengin kızılı ‘Âşıka cânan görinür 48b Dertlere dermân görinür Sûreti insân görinür Sîretı hurma hasılı 69 Maderinin nesli beri Lali bed-hişan? gevheri 69 Peri 151 Galiba andepdiri? Aslına gül-hân dimeli Cinsile bir şuh cihân Feth ile fettâh zamân Kameti nevside? kaddan? Bagu delik bi-bedeli Çünki söz olmaz sözine Kaşına şehla gözine Hasılı dünyâ yüzine Gelmemiş asla bedeli Süslüce püskülli hani Görmeden oldum sevesi 49a Sîm û zeri çok hûsî Bilmem ana netlemeli 152 Bazâr idüben sîm u zeri Sevmeli böyle güzeli Ma mülki ma seri Cümle feda eylemeli Dûhter-veş bileli ten Nâzikdir gonca-i dehr Bir mecidiye virüben Bir öpücük istemeli Bade sun gül-gîne 70 Turma sarıl garîbine İçliginin her yerine Dikmeli altun vemeli? Dikse dînsiz nâz iderek Ve hem utanup hem gülerek Söyleye cânım diyerek 70 Garib kelimesinde “ayn” harfi gösterilmiştir. 153 Geldi bir yesem o dili Temetü’t-tamâm oldı 49b TÜRKÎ [15’li hece ölçüsü] Mübtelâyım hatırımda fikr-i yâr olsın da gel Gülâ cemâlin görmeyeli âhım zâr olsın da gel El çeküp kalsam kâr etmez ‘aşk beni rahat komaz Başda sevdâ dilde zahmet kalbde nâr olsın da gel Geldilerse de bu cihânda sen bulursun devleti Ehl-i dil kâmiller ile ider dâ‘im sohbeti Sakın o câhiller ile etme dâ‘im ülfeti Et-tamâm ‘ÂŞIK ‘ÖMER [11’li hece ölçüsü] Sana dem sana ey ‘Âşık ‘Ömer Gerçek ‘âşık isen dinden haberü Eger bilür isen kâftânı kefeni Yedinci melekden nûrdan haber vir ‘Âşıklar söylenür her dâ ‘im kasdı 154 Sarı öküz ayagın yalaga basdı O nurdan kandili ‘arşa kim ‘asdı Daha yukarıdan bana haber vir Balıgın agzına yazılan yazı Yunus balık ile etdi niyâzı Asla terk itmedi beş vakd namâzı Vahdin nice bildi andan haber vir 50a TÜRKÎ ‘ÂŞIK ‘ÖMER [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Ustaya hizmet idenler yol bilür erkân bilür Şeytan[a] hizmet idenler ateş-i sûzan bilür Bir İncîl bir Tevrat Zebûr Kurân dört kitâ[b] Ma’nâsını okuyup yazan bilür Cennet bek mübâhdur hasseten nûrdan yapusı Yetmiş sâ’at yerden gelür misk-i anber kokusu Yedi iklim dört köşedir bu dünyânın hepsi Hûblân fânî dünyâyı devr idüp gezen bilür 155 Der ki ‘Ömer şu cihânda dert benim mihnet benim Çok şükür hüdâya söz benim sohbet benim Yetmiş iki çocuksun hepsi dir cennet benim Vermem bence belli olmaz (…)sübhân bilür Et-tamâmü’t-tamâm 51a NESİMİ Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün 71 Sûre-i şemsü’d-duhâ câna bugün vechindedir 72 İnnî ve’l-leyli izâ yagşa iki zülfündedir 73 Çün beneynâ fevkakum sebân şidâden didi Hak 74 Hem ce’alnâhu sirâcen ol yedi hattundadır Rabbü’l-ekrem çün ki sana ta’allîm eyledi kalem 75 Allemel insâne mâ-lem ya’lem ol ilmindedir 76 Ve’s-semâ zâtü’lburûc ol sac [û] kaşın [û] kirbigin 71 a.g.e., Duha Suresi. Manası: Güneşin doğuşuna and olsun. 72 a.g.e., Leyl Suresi. Manası: Karanlık büsbütün geceyi örttüğü zaman. 73 a.g.e., Nebe’ Suresi Manası: Ve üstünüze yedi sağlam bina (sema) çattık. 74 a.g.e., Nebe’ Suresi Manası: Kandil yaptık. 75 a.g.e., Alak Suresi, 5. Ayet. Manası: İnsana bilmediği şeyleri öğretti. 156 Hem ce’alnâhu tabâkâ sebân ol eflâkındadır 77 Aynına yazmışdır nasr-ı min’elbeşer 78 Okıyan fethun karîb cümle dalındadır? Zülf [û] kaşı sakf-ı merfû‘ oldı agzın selsebil Cennetiyle hûr [û) gılmân beyt-i ma’mûrınadır Zülf kaşı kirpigin çün Hak didi ümm’ülkitâb Fîh esrâ-yı semâdan şâhı hem lütfündadır Ya Muhammed Ahmed Mahmud Kâsımın yakîn 52b TÜRKÎ SEVDÂYÎ AHMED Tecnis [11’li hece ölçüsü] Deli gönül seni gördi âh çekar Derdimin dermânı sensin efendim Dembedem çeküp yolları bakar 76 a.g.e., Burûc Suresi. Manası: Burçlara sahip gökyüzüne and olsun. 77 İnsanların yardımıyla. 78 a.g.e., Saff Suresi, 13. Ayet, manası: Yakın olan fetih. 157 Gönlümün aglatıcısı sensin efendim Gönül verdim sana ey melek şâhıi Şu ‘âlem içrede sensin bir mâhi Sana yandım her dem ey hûblar şâhı Bülbüli Şeydâ da sensin efendim Güzel seni gördim divâne oldım Cemâlin şem’ine pervâne oldım Gönlüm sana virdim mübtelâ oldım Ol şâhîn bakışlı sensin efendim Kimseler görmemiş sen gibi güzeli Ela gözlerini her dâ’im süzer 52a Salını sallanı bir hoşça gezer Ol keklik sekişli sensin efendim Her dâ’im gelursin ol selv-i revânım 158 Sana söyliyorum ey sırr-ı beyânım Seni sarmaga vardır fermânım Fermânlı nev-civân sensin efendim 79 Ayakların pice pice basarsın Zerrece sözime birden küsersin Hâlin arz etmeden yekden kesersin Ol güzel mâhı-tâb sensin efendim Dir Sevdâyî şını bir elif alur Âhirinde bir kef ile ra gelür Bâ-yı gedâ ana ya bilür olur Gözleri şems-i rak sensin efendim Sarhü’l-hami ‘alî aganın Mahtûmî Sevdâyî Ahmed 1240 53b 79 Piç: Kıvrım,büklüm 159 TÜRKÎ DERTLÎ [11’li hece ölçüsü] Kanâ’at mülkünün padişâhıyım Evrâd ezkârım afuvven (afvû) gafûr Cümle fehlu kâ‘in? pûr günâhıyım Şevket-i dârâtım sabûren şekûr Dört melek halketmiş hallâk-ı cihân Her yer bin yer imiş müvekkil her an Mikâil bârân Cibrîle Kurân ‘Âzrâilen ervâh İsrâfîl sûr Varup bir şecerden hitâb alurdı Vahy-i rabbâniye hayrân kalurdı ‘Âklı fikri virüp hamuş oldı Mûsâ’ya tecelli göründükçe Tûr Ehl-i aşk olanda nâmûs ‘âr olmaz Aşkın deryâsın had kenâr olmaz Felek kendisine bi-karâr olmaz Vakt olur hükm ider Süleymâna mûr Beni mecnûn etdi bir sacı leylâ 160 Gitmiyor sevdâsı başımda hâlâ Dertlî her nereye yazdıysa mevlâ 80 Kasâ sına rızâ belâsına sabûr Temet 54a TÜRKÎ ‘ÂŞIK ÖMER 11’li hece ölçüsü Bilmem sarhoş mudur uyhudan kalkmış Ala göz siyâh sürmelur çekmiş Durmuş (…) gerdân dökmiş Salıvirmiş ince belin üsten Kılar zikr-i dininin akdar seçilmez Yüzine bakılmaz ay ile gerdân Agzın şems-i kamer dişlerin nûrdan Kırmızı yanaklar (…) yel gibi Tamam 1239 54b 80 Kaza 161 İLAHÎ-Yİ MUHAMMED 55a KALENDÂRİ [Mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlun] Nasıl medh ideyim seni sultânım Rumeli Bosnalı deger gözlerine Akrânın bulunmaz rûh-ı revânım İzmir’di Konya’yı deger gözlerine Yüzine örülmiş Yûsuf nişânı Gören üftâdeler kalay kafdan? 81 82 Yunun Gürcistân’ı Ezrum Van’ı 83 Kars Akıska deger gözlerine Kimsede görmedim sendeki nâzı Tunus Trabulus Mısır Hicâz’ı 81 Yunanistan 82 Erzurum 83 Ahıska 162 Yemen’i Bagdad’ı ‘Acem Şirâz’ı 84 85 Belkı Bukara yı deger gözlerine Afv-ı Rabbinden eyliyor medhin Al yanakdan olsa bûse himmetine Yüz bin sarrâf gelse bilmez kıymetin Büsbütün cihânı deger gözlerine Temet 55b TÜRKÎ ‘ÂŞIK’ ÖMER [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Aglamakdan dîdemi gîryân iden karşımdadur Sinemi Mecnûn gibi gurbân iden karşımdadur Gice gündüz aglamakdan zârım bir haber Gönderub derde elîm mihmân iden karşımdadur Şems tûlû’ idi semâdan şimdi çıkdı afı-tâb Kıl zahm-ı kahharü’s-sem şâh-ı ‘âlem-i hûb Gönlümün mülküni yıkup iyledin cânım harâb 84 Belh. 85 Buhara. 163 Bi-burhân? cevrini yayan iden karşımdadur Sen cihânın Yûsuf’usun ben Züleyhâ’yım 86 Müddeti Yagkûb şâhir-zârı efgân kılayım ‘ibret etdum ben rakîbe ben de cevrim bileyim El durup biçâre kurbân iden karşımdadur Bu ‘Ömer Mecnûn oldı ey sanem kıl ilâc Göz ‘acup katlim fermân iden karşumdadur Temet 1239 56a MANİ [7’li hece ölçüsü] İnceyin egensin mâ’ilim cilvesin Yüz yârim koşu (…) MANİ 86 Hz. Yakub 164 [7’li hece ölçüsü] Armud daldan düşer mi/ günden yanı bişer mi? Sevüp sevüp ayrılam/ şanımız düşer mi? MANİ [7’li hece ölçüsü] Gicenin degse sesin uyandım bir sesin Yârim gönlün bute şehvet düşidim ana sesin MANİ 7’li hece ölçüsü] İstanbulda minareler? belkıs? çınar? yar Benden selâmlur olsun karamuk güzele MANİ (…) MANİ (…) 57a 165 İLAHÎ [8’li hece ölçüsü] Mübârek yüzini görem Türabına yüzüm sürem Bu cânın yolına koyam Şefa’ât ya Resûlallah Yüzim kara günâh-kârım Velâkin ‘âşıkam zâra Şefa’ât senden umaram Şefa’ât ya resûlallah Bilhakki leylâ mirâc Olursun ‘âlâma sertâc Cümle ‘âlem sana muhtâc Şefa’ât ya resûlallah Defterlerim hisâb oldı Günâhlarım azab oldı 166 Câger yandı kebâb oldı Bu dünyâlar harâb oldı Âlâ ey cânımın cânı Şefa’ât ya resûllallah Nebîler şâhı sultânı Şefa’ât ya resûlallah 56b Diyârı şehri terk etdi Seni ârzûlayup geldim Gurbet beni ihtiyâr etdi Şefa’ât ya resûlallah Dilerim ki sana varam Mübârek ravzanı görem Eşigine yüzim sürem Şefa’ât ya resûlallah 58a 167 TÜRKÎ [11’li hece ölçüsü] Ben de şu dünyâya geldim geleli Bir gün şâz olupda güldük mü gönül 87 Mefâsı yok imiş dilber sevmenin Kasdı cân imiş bildik mi gönül 88 Gice gündüz yârin hâyalin kudarım Mefâsız dilberin (…) Bir beşe degil nicesin sevdim Hiç birinden mefâ bildik mi gönül Nerde güzel görsen benin ögersin Ben senin derdini çekemem dilber Her nereye varsan yerin bilürsin Hayûn elemden aşinâ olursın İtme gönül bir gün pişmen olursın ‘âkıbet sürem gelürsin gönül 87 Vefâ 88 Hayâlin kurarım 168 58b NESİMÎ Sûre-i semi TÜRKÎ ‘ÂŞIK ‘ÖMER Cân-ı dîlden mal aldım bir kâşı kemân ben Yitürdüm aklım başımdan düşeli sevdi ben TÜRKÎ KEREM [11’li hece ölçüsü] Durna gidersen bizim illere Tercan’da bir haste gördim diyesin Eger bir su‘âl soran olursa Tercan’da haste gördim diyesin Ben uçardım kanadlarım kırıldı Kurbet ilde kara bagrım delindi Ben bir sefîlce kulın yolındı Tercan’da bir haste gördim diyesin Haste düşdim kimse bilmez hâlimi 169 Almadan aldırdım gonca gülimi Ne diyâra gidem bilmem yolımı Tercan’da bir haste gördim diyesin Kerem direm haste düşmüş iniler Âh etdikçe kulakların cınlar Hâcı Bekdaşı küçügi bunlar Tercan’da bir haste gördim diyesin 59a TÜRKÎ ‘ÂŞIK ‘ÖMER [11’li hece ölçüsü] 89 Hecrin köşesinde yuturum haste Gözlerim yolda kulagım sende Yürahinin yandı vücûdum tenim Bu zâ’if çeşmim ne zamân gelür Hicrân köşesinde yuturum haste Bu za’if canıma cân ne zamân gelur Gözlerim yoldadır kulagım sesde Mâhımdan bir haber ne zamân gelür ‘Aklımı zay etdi kaşları hilâl 89 Yatarım. 170 Anın içün gitmez gönlimden melâl Süzüşdin yârin lebleri Zülâl dişleri dürdânem ne zamân gelür Dizüşüp aglarım aman ala aman Bu derdi çekmege kalmadı dermân 60a İSİMSİZ [11’li hece ölçüsü] Verin gidün anam yasını yaslanasın Alup kitâblurın ögün yoksın? Benden şimden göremen etsin Serin ne nicesi elde dest verin Sûretim versinlür? (…) Gömlegim versinlür sim kılın? Garib yigit alsındı saran(…) Gurbet elde alup kıldı deger verin 61a 171 TÜRKÎ [Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün] Hatleri zülfi melil tale? efâlin murûr Bagçenin (…) bahanın (…) La’lünün bâkîdir ahmerden da’ima senin Gelmemişdi mislin cemden hüri [û] gılmân ‘âşık naz ilen derde dermân senin işin Bendeki katlim destim fermânın sor Hakk seni ögmüş yaratmış sen güzeller şâhısın 90 Her nevi hüsnin ziyade yeryüzinin şâhısın Lale bagında mecliste ‘âşık hem zar (…) ‘aşk bedestânında hân-ı mercânın sor ‘arşın nurundan yaratmış ola seni Rab Hakibâyı yüzin sürenler hiç olur mi nâmerd 90 Zı ile yazılmış 172 Sen cevher ma’denisin bu ömür bir zekât (…) bu muhit buse ihsânın sor Tamam 61b 4 BAKIYESİ [11’li hece ölçüsü] Niçün düşdin cânımun kasdına (…) gelsun zebâniler üstüne Tokuz ay yanasın bir yan üstüne On bir ayda cân viresün sevdigim VEZN-İ AHER [Müstefilâtün müstefilâtün müstefilâtün müstefilâtün] Ey vasl-ı cennet kıl câna minnet vay servikâmet cân içre cânsın Kıl câna minnet vay servi kâmet cân içre cânsın bagı fidânsın Vay servi kâmet cân içre cânsın bagı fidânsın gözden nihânsın Cân içre cânsın bagı fidânsın gözden nihânsın cânım cânânsın Üftâden oldum gül gibi soldum sor bana noldum cevrinle cânân Gül gibi soldum sor bana noldum cevrinle cânân oldum perîşân Sor bana noldum cevrinle cânân oldum perîşân ey fitne-devrân Cevrinle cânân oldum perîşân ey fitne-devrân ahir zamânsın 173 Bir hûb-edâsın pek dil-rübâsın pek bir cefâsın sırrın bilinmez Pek dil-rübâsın pek bir cefâsın sırrın bilinmez nakşın alınmaz SEMÂ’Î [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] Aman ey derde dermânım devâdır ismin ‘âlemde Aman ey câna cânânım devâdır ismin ‘âlemde Yetişdirdim semâlara hemân bu âh ile vâhı Aman ey ‘âlî sultânım devâdır ismin ‘âlemde Bana lütf eylesin şâhım tövbe bir kerecik olur Aman ey gonce fidânım devâdır ismin ‘âlemde Gamın eyliyor Zühdî yolını dâ’im Aman ey derde dermânım devâdır ismin ‘âlemde 62a 5 SEMÂ’Î [Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün] Gelür gelsin semâ çağlar gelür gülzâr hâra oynar ider râh ü figân bülbül kılar gül intihâr oynar A gonca lâl sefil gezer câme-i taglar 174 Aman sâfî güzel sâfi gönlümde fikr-i yâr oynar Şarâb içmen bugün gördüm o şûhî cilve-kâr oynar Niye fasl-ı bahâr oldı erişdi mevsim-i ‘işret Bu mevsimde gerek bulsun dili divâneler şöhret Niçün turmaz gönül titre bembe? var bunda ehl-i beyt Ne lâzım söylemek gayrı bu hep cânım zülâm olsun Dilerim bâb u lütfündan üftâdı gulâm olsun Sana ey sevdigim neyden otuz bin kez selâm olsun Aman sâfi getür sâfi gönlümde fikr-i yâr oynar Şarâb içmen bugün gördüm o şûhî cilve-kâr oynar 62b 10 KOŞMA [11’li hece ölçüsü] Ey nâme selâm it yârime benden Böyle magrûr olup yüze çıkmasun Yohsa ‘azlime mi fermân iderler Bir kere ‘âşıklar yüze çıkmasun 175 Daha pek küçükdür hâlimden anlamaz Arz-ı hâl eylesem sözim dinlemez El baglasam karşusında söylemez Kimsenin sevdigi yüze çıkmasun Benim nasîbimdir bu sözim ana Sözime incinüb küsmesin bana Çekmesün süngüsin bir kere bana Siyâh zülüfleri yüze çıkmasun Nâzîfî günbegün artar figânım Hâlime rahm itmedi kaşı kemânım Koy beni öldürsin rûh-ı revânım Tek böyler yâralar yüze çıkmasun 63a 11 DESTÂN 11’li hece ölçüsü Küsme eyle sözimi ‘âkilâna bak Nider hakîkatden beyânı güzel Yârâna karîb ol nâdânı bırak Kıymetini bilen insânı güzele 176 Kıl bu sözlerimi gûşine perçîn Sakın bir kimseye hiç eyleme kîn Seni zem idenin sen eyle medhin ‘ârif ol mûcib-i ‘irfânı güzele İncitme kimseyi ey baht-ı bâlâ Zebur-ı? adl mülkidir ka’be-i ûlyâ Herkesi hâlice hoş görmek ola Sabr ol her hâle hûbânı güzele İl içün kendini ateşe yakma Men ‘aref dersini elden bırakma Kendini bil illen gıybete bakma Menden sadr olan noksânı güzele Seni elsîne (…)sen elsîne özden Lisânını hıfz (…) İhyâ beninden gel çıkma gözden Çünki niceden meydânı güzele 177 Kendini bilmeze pek olma yakın Sonradan görmüşe borc itme sakın Asâlet rütbesin gögsüne takın Zülmünden çık mâh-tâbânı güzele Her du’â içinde dile özini Elin aç mevlâya döndür yüzini Ölmeden cennete dikme gözini Evvelen nâmlı imânı güzele ‘amelsiz ‘âlimi alma bir pula Bendini tut git (…) yola Hâlinden şikâyet eyleme kula Rezzâk ‘âlemde cemâli güzele Rızk içün ‘âlemde hiç çekme kaygu Gelür görinmezden çok sayma saygu Sûretâ bedende âdemsin yâhû Seri fâsın? eyle armâni güzele 178 12 Kendini medh ider şeyh degil ya âh Esrâr-ı tevhîde olmadan (…) Elinde bir tesbîh başda külâh Dürlü dürlü söyler yalânı güzele Yalâncının adıdır anıldırır Ona namâzın adı şecâ’atlidir Dogrı söyleyen kabâhatlidir Şimdi yüzsüz devrânı güzele 64a 13 DESTÂN 1 Bin gırr u nâz ile eyyâm-ı bahâr Gûhî nezâketden gösterdi serî Kahrımân zemherî efe rüzigâr Çekdi tabûrını kıldı seferî 2 Beyâzın çekdim yâsin? gösterdi cihâna Hamusın kılıç çekub gird[i] meydana Kalkanı çekdim batmasın al kana Feth itdi hamusını aldı şehri 179 3 Sâhir bir darü’l fücûr? gördi bu hâli Topladı başına yedi kralı Sihr için çekdim açarken falı 91 Havâce benefşe geldi ilerü 4 Başladı çekmege kahhâr ismini Yazdı bir vakt içre ism-i resmini Kaldırdı ortadan anın cismini Bir darü’l fücûr üzre buldu zaferi 5 Çekdimle benefşe bir nice eyyâm Soguk korkusundan su muydu ahkam? Teşrîfine hasret çekerken encâm Nevrûzî sultânın geldi haberi 64b 6 92 ‘Asrında ısbanak geldi zuhûra Hakk kısmet eylesün ehl-i gurûra Müflisleri sogan bahr-i surûra Gark-ı lütüflar çokdur bederi 91 Menekşe 92 Ispanak 180 7 93 Ardınca yetişdi burasa zeybek Başı açık egninde sâde bir gömlek Tonı yeşil sakal beyâzın hem seyrek Şeyh sögüt (…) kuşansın kemeri 8 Kara gözli uzun ayaklı lak lak Nâ-gâh gelüp çaldı kapuyı tak tak Haram sarâyına girdi dal taşşak Topladı başına hep serçeleri 9 Halvet hânesinde ibibik hâlâ Görince nevrûzî oldı budala Belinde peştemâl yanında vala Na[z] û nezâketle çıkdı taşırı 10 Teşrîf itdi hemân nevrûzî sultân Sarsıldı bütün eşyâ-yı cihân Hamısın başına kondı bir togan Mahv oldı kalmadı hiçbir neferi 93 Pırasa 181 65a 11 Başın kaldırdı marul bak o esnâda Yeşil câme giyen geldi piyâde Sirke yogurt zeytun sarımsak-zâde İstikbâle çıkdı bu dört kemterî 12 Dilber zülfi gibi çıkdı çemenler Gayza düşdiler gonca (…) Güya çalındı sorgıp oldı tenler İhyâ itdi nevrûz cemler şeceri 13 Sünbül kâküllerin dökdi gerdâna Açdı nikâbını girdi meydâne Selâm virüb susam durdı bir yane Erguvânda geldi gir[d]i içeri 14 Kınalar yakmasın hazin? nergisi Kurbanlık koç gibi kılmasın hakkaten? Münkiri irşâda manend nergisi Mâ‘sûr olup gelsin Hak peygamberi 182 15 Yeşil çadır içre lâle-i ahmer Şehîd-i fâni gibi oldı münevver Kerbelâ sırrına olanlar mazhar (…) Yâd itmesün nurı (…) 65b 18yok 26 Gelü gök yüzinden bir na’ra tablak Nedir deyü bakdım gördim hep çaylak Yaglı kurşun gibi imânı çıblak Pervâzla gelür gayet haşarı 27 Geldi ol biçâre seyyâh akbaba Koymasın gezmedik şehr [û] kasaba Başında karkalar gelmez hesâba Kimi kak kak git der kimi gel beri 28 Başladı geçmeler turna taburı ‘ibretle bakarsa gaflet şaşurı Karakuşun didikleri imânı kurı Geçdi önlerine çekdi neşteri 183 29 Biçâre turnalar tutdı bir feryâd Bozdı sâflarını kâfir cellâd Me’yûsı oldı ahr misâl-i şeddâd Geri geldi ol dem kuşlar kaşmeri 30 İncü gibi akdı bunca revânlar Seyrâne çıkdılar tâze civânlar Elvân elvân açdı cümle fidânlar Saçdı yeryüzine misk-i ‘anberi 66a 19 38 Hakikat yerine gelib de hasret Gül-zâr fenâya itmez ragbet Eger ‘âşıkında var ise gayret Varsun bir dâneden alsun hüneri 39 Âkile mizân-ı hikmet bu dünyâ Münkire esbâb-ı ‘ibret bu dünyâ İnsâna bir büyük kısmet u dünyâ Bu yerden açılur maksûd derdi 184 40 Hamd olsun bahâra erdik kadriyâ At sürüb meydâna girdik kadriyâ Şeş çehâra beş yüz verdik kadriyâ Târîh itdik gördigimiz zarı KOŞMA [11’li hece ölçüsü] Hüsnüne magrûr olma ey ruh-ı mâhım Niceler bu tarz-ı revîşden geçdi Bâlâya (…)elvâh-ı âhım Gûh âhım tıg-ı keşîşden geçdi Seni bî-mürüvvet seni bî-vefâ Kim kime iylemesin itdügin bana Şimdi yâr olmaglık istersin ama Neyleyim sevdigim iş işden geçdi Bülbül-i şeydâyı kafesden uçurduk Elimiz irmedi gitdi kaçurduk Biz güzel sevmeyi gördük geçürdük Bu ‘âşıklık alış verişden geçdi 185 66b 11 Zanbak dedikleri vezîr-i güldür Vezîr-i gül olanın yâri bülbüldür Yâri bülbül olan hep ehl-i dildir Ehl-i dil olandır hakkın müfteri 22 Sarı şebboy il beyâz gülzâr Sarmaş dolaş olmuş bu il dildâr Gûşe-i ‘uzletde feslegan nazar Mest etdi mestâne ehl-i dilleri 23 Ziyâ tavus gibi solmaz çiçegi Rengaren örünmüş nakş ipegi Kadife denilen gözler bebegi Devr ider esdikçe seher yelleri 24 Kuşatdı dünyâyı dürlü çiçekler Hayretde kaldı cümle melekler Hasretin çekdigim sivrisinekler Takmış takındırmış hançeri 186 25 Başladı şiddetle esdi poyraz Yokdan peydâ oldı cüzi bir ayaz Çıka geldi hemân kırlangıc cân-bâz Haşrı neşr didi geçdi ileri 21 Gark oldı eyice sitâye? dünyâ (…) bülbül oldılar nüma Yıldız böcekleri ardınca zira Sahn-ı gülistâna çekdi feneri 67a 22 Yaşıl zümrüd gibi zeyn oldı zeyn Kara kışın şerrinde hakk kılsun emin Her kuş lisânını icrâ-yı ayin Egninde yazıldı vakti seheri 23 Yeşerdi bülbülün ziyâret-gâhı Canan alır senin açıldı râhı Uyandı uykudan hârı siyâhı Çekdi bülbüllere karşu teberi 187 24 Düşdiler feryâd-zâra bülbüller Hazır itdi cismin dâra bülbüller garîb garîb bagırıp hâra bülbül ‘alîl mahzûn gezer zîr û zeberi 25 Uyandı bülbülün zârına güller ‘arz-ı cemâl etdi yarına güller Yandı bülbüller reh-nârına güller Kâfir dikenlerden yangun cigeri 26 Güller güftâr ider bülbüller aglar Bülbüller zâr ider hep güller aglar Güller firâr ider sünbüller aglar Tutdı gülistânı matem (…) 27 Ma’şûkından cüdâ düşen ‘âşıklar Nice âh itmesun bagrı yanıklar Agyâr didikleri zu’mu fâsikler Helâk etdi nice şâb [u] (…) 188 67b Yakdı ciger-gâhım âh Kerbelâ Gayb itdi on iki şâhı Kerbelâ Çün Hayber gâhî gâhî Kerbelâ Cem’-i ‘âşıklar bek oldı ezberi Gördigi nesneyi müflis nümâsı Aldı agûşuna cefâ sefâsı Kara yüzlü pire başlar belâsı 94 Tahta kehle siyle çekdi ‘askeri Baş egmiş gökde ezhâr-ı yıldız ‘ibâdetle meşgûl gice û gündüz Kendi hâlinde dervîş-ân nevrûz Varup dag başına atmış minderi Baş açık karanfil rû-yı semâya Açub nikâbını turmuş dünyâ Hüsn-i Yûsuf gibi bin Mehlikâya Hükm ider çiçegin bu ser-‘askeri 94 Bit. 189 Yaşıl hil’ât gark olup zanbak Gösterir Mansûra sırrı ene’l-Hak Bunda da bu sırrı görmeyen ahmak Noksândır imânı kılsun hazeri 190 SONUÇ Âşık şiir geleneğini için antoloji mahiyetinde olan cönkte, bilinen şairlerin şiirlerinin yanında bilinmeyen şair ve şiirler de gün yüzüne çıkarılmıştır. Yunus Emre, Baki, Âşık Ömer gibi ünlü şairlerin bile yazılı ve bilinen şiirlerinin değişik formları bulunmaktadır. Halk şiirinin şifahi yönü, tek ve bilinen bir kaynaktan çıkan ürünlerin bile varyantlaşarak değiştiğini gözler önüne sermiştir. Geniş şair ve şiir yelpazesiyle bu cönk metni, birçok dönem aşığı ve âşık şiiri hakkında bilgi vermektedir. Destan-ı Terzi metni ve Bâkî’nin divanında yer almayan mısrası gibi bilinmeyen birçok metine; Sabrî, Mecnûnî ve Vehâbî gibi tanınmamış birçok aşığa yer veren cönkte, Türk Edebiyatı’nda gün yüzüne çıkmayan birçok şahıs ve ürünün bu cönklerde gizli olduğunu göstermektdir. Dilden dile dolaşan ve ilk icrasından farklı özellikler ve yorumlar kazanan ürünler, Halk edebiyatı için hem dil hem içerik açısından değerli kaynaklardır. Bu şiirler ve şairler, yeni çalışmaların esin kaynağı olacaklardır. 191 KAYNAKÇA ARTUN, Erman, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008. ARTUN, Erman, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2005. ARTUN, Erman, Türk Halk Edebiyatına Giriş, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004. ASLAN, Namık, “Manzum Dinî Hikâyeler ve Kirdeci Ali’ye Ait Olduğu Söylenen İki Hikâye Metni (Güvercin ve Geyik Destanları)” Erciyes Üniversitesi Sosyal Biimler. Entitüsü. Dergisi S.20, Kayseri 2006. BAKIRCIOĞLU, N.Ziya, Yunus Emre Divanı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1981. BÂKÎ DİVANI, haz. Sabahattin Küçük, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2015. ÇOBANOĞLU, Özkul, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemlerine Giriş, Akçağ Yayınları, İstanbul 2007. ÇOBANOĞLU, Özkul, Âşık Edebiyatı Geleneğinin Eminönü Merkezli Aşık Edebiyatı, Eminönü Belediyesi Yayınları, İstanbul 2006. ÇOBANOĞLU, Özkul, Âşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü, Akçağ Yayınları, İstanbul 2000. Derleme Sözlüğü, Komisyon, C.I, II, III, IV, V, VI Türk Dil Kurumu Yayınları Ankara 1968. DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitapevi Yayınları, Ankara 2010. DİZDAROĞLU, Hikmet, “Halk Şiiri-Saz Şiiri” ELÇİN, Şükrü, “Cönkler ve Mecmualar Üzerine”, Halk Edebiyatı Araştırmaları, C. I, Ankara 1988. ELÇİN, Şükrü, “Türk Dilinde Destan Kelimesi ve Mefhumu” Halk Edebiyatı Araştırmaları, C. I Ankara 1988. ELÇİN, Şükrü, Âşık Ömer, Kültür Bakanlığı, Ankara 1999. ELÇİN, Şükrü, Gevheri Divanı, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara 1998. ERGUN, Saadettin, Âşık Ömer Hayatı ve Şiirleri, Semih Lütfi Matbaası ve Kitap Evi, İstanbul 1938. 192 GÖKYAY Orhan Şaik, “Cönkler Üzerine”, Folklor ve Etnografya Araştırmaları, İstanbul 1984, s. 107-173. HALICI, Mehdi, “Âşıklık Geleneğinin Kökeni” Çağrı, S. 436, Ankara 1996. KARAER, Mustafa Necati, Karacaoğlan, Kültür Bakanlığı, Ankara 1988 KAYA, Muharrem, "İstanbul’un Çalgılı Kahvehanelerinin Halk Edebiyatı Açısından Önemi", Türk Edebiyatına Açılan Pencere İnci Enginün Armağanı, haz. Hülya Argunşah, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, s.329-336, Ankara 2014. KÖKTÜRK, Şahin, Cönklerden Bir Cönk-AMASYA CÖNKÜ, E Yazı Yayınevi, Samsun 2007. KÖPRÜLÜ M. Fuad, Edebiyat Araştırmaları 1-2, Haz. Orhan F. Köprülü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1989. KÖPRÜLÜ M. Fuad, Saz Şairleri I-V, Akçağ Yayınları Ankara, 2004. OĞUZ, M. Öcal, ed., Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara 2013. ÖZDEMİR, Z. Ahmet, Avşarlar Ve Dadaloğlu, Dayanışma Yayınları, Ankara 1985. SAKAOĞLU, Saim; ALPTEKİN, Ali Berat, Türk Saz Şiiri Antolojisi, Akçağ Kitabevi Ankara, 2008. SÜER, Fatih Ramazan, “Bir Segirname Örneği ”, Turkish Studies, s.287-304, 2011. SÜMBÜLLÜ, Yusuf Ziya, “Yeni Bir İhtilâcnâme Nüshası Üzerine Değerlendirme”, TiDSAD, S.6, s.174-196, 2016. TARLAN, Ali Nihat, Fuzuli Divanı Şerhi, Akçağ Yayınları, İstanbul 2014. YAKICI, Ali, “Âşık Tarzı Türk Şiirinde Destan Türünün Tasnifi”, Milli Folklor, S.19, C.3, s. 19-22, Ankara 1993. YILMAZ, Yakup, [H] 1285 Tarihli Bir Cönk, Turkish Studies, s. 887-925, 2011 Zariç, Mahfuz, “Geyik Destanı (Destan-ı Geyik), Ebû Zerr ve Kardeşlik Eğitimi”, Heceöykü, S. 63, s. 144-153, Ankara 2014.. Zariç, Mahfuz, “Güvercin Destanı- Destan-ı Gögercin”, Hece, S. 197, s. 134-140, Ankara 2013. 193 DİZİN ‘ F ‘ÂLÎ, 49 ‘AZÎZÎ, 48 Fuzûlî, 68 FUZÛLÎ, 50 A G Ahmet Kutsi Tecer, 10 Ahmet Yesevi, 1, 2 Garb Ocakları, 9 Akıska, 165 GAZEL, 53, 68, 69, 71 ÂŞIK ‘ÖMER, 141, 157, 158, 172, 173 Gevherî, 102 ÂŞIK MAHMÛD, 106 Güvercin Destanı, 29 ÂŞIK MEHMED, 147 ÂŞIK MUSTAFA, 144 H Âşık Ömer, 5, 6, 7, 29, 32, 194 Hafız Hüseyn, 95 Âşık Tarzı Edebiyat geleneği, 1 , 10, 11 Hayalî, 6 Âşık Veysel HÂZ DESTÂN-I GÖĞERCİN, 74 Hicâz, 165 B HÛRŞÎD, 142 Bagdad, 165 HUTBE, 105, 134 Bahşî, 6 BÂKÎ, 47, 195 I baksı, 1, 2, 3 Bayburtlu Zihni, 7 -I TERZÎ, 152 Beş Hececiler, 11 Bosnalı, 165 İ İLAHÎ, 57, 91, 144, 164, 168 C İstanbul, 1, 2, 9, 10, 24, 28 , 28, 35 İzmir, 165 Cönk İzzet Molla, 5 D K Dadaloğlu, 9, 10, 14, 20 , 7, 10, 14, 30 Kadeh-i Câm, 114 Dertli Kahvehane Tarzı Âşık Geleneği, 2 DERTLÎ, 162 DESTÂN, 74, 148, 152, 179, 182 KALENDÂRÎ, 45, 46 , 46, 67, 70 Karacaoğlan, 6, 7, 20, 123 DİVÂN Divan edebiyatı, 2, 4, 6, 21, 31, 42 Karib, 30 Karîb, 118 KARÎB, 135 E KASÎDE, 72, 73 Ebced, 127 KEREM, 172 Enderunlu Fazıl, 5 Konya, 165 Ercişli Emrah, 7 KOŞMA, 36, 51, 52, 54, 65, 178, 188 Erzurumlu Emrah, 10 Köroğlu, 6, 14, 18, 19, 20 Kul Mehmet, 6 194 L R Levnî, 8 Rumeli, 5, 165 Leylâ, 58, 59, 60 Rüya motifi, 14 M S mahallileşme, 5, 7 Sabrî, 30, 52, 194 Maktûnî, 152 SEMÂ’Î, 54, 125, 129, 177 MANİ, 90, 101, 103, 104, 105, 110, 111, 112, 114, SEVDÂYÎ AHMED, 160 167, 168 Mecnûn, 58, 59, 166 Ş Mehmet Fuat Köprülü, 2 Mevlana, 4 Şeref Taşlıova, 10, 11 Mısır, 5, 63, 165 Şirâz, 165 Muhammed, 14, 40, 56, 60, 65, 73, 81, 92, 100, 122, 141, 144, 160 T MUHAMMEDİYE, 129, 132 Murat Çobanoğlu, 10, 11 Tekke Tarzı Âşıklık Geleneğini, 1 Mûsâ, 163 Tercan, 172, 173 Trabulus, 165 N Tunus, 165 TÜRKÎ, 30, 106, 113, 125, 134, 139, 140, 141, 144, Nauman, 2 146, 156, 158, 160, 162, 164, 166, 170, 172, 173 Nâzîfî, 36, 179 Nedim, 5, 8 V NESİMİ, 159 Nûrî, 30, 45, 46, 47 Vasfî, 41, 110 Vehâbî, 30, 43, 136, 137, 138, 194 O VEZN-İ AHER, 176 Osmânlı, 137, 138 Y ozan, 1, 2, 3 Yemen, 165 Ö Yûsuf, 30, 43, 116, 136, 140, 165, 167, 192 Özkul Çobanoğlu, 2, 23 Z Zühdî, 53, 177 Züleyhâ, 167 195 EK - Bel_Yz_K1582 NUMARALI CÖNK (ORİJİNAL METİN) 196