T. C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ AHMET ERHAN’IN ŞİİRLERİNİN SÖZ DİZİNİ (SIKLIK-KAVRAM) YÜKSEK LİSANS TEZİ Ganimet Didem DOLANBAY GÜNEŞ 1900005787 Anabilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Emre Berkan YENİ HAZİRAN 2024 T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ESTİTÜSÜ AHMET ERHAN’IN ŞİİRLERİNİN SÖZ DİZİNİ (SIKLIK-KAVRAM) YÜKSEK LİSANS TEZİ Ganimet Didem DOLANBAY GÜNEŞ 1900005787 Anabilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Emre Berkan YENİ Jüri Üyeleri: Dr. Öğr. Üyesi Emre Berkan YENİ (Asıl Jüri Üyesi) Dr. Öğr. Üyesi Mehmet TÜRKMEN (Asıl Jüri Üyesi) Dr. Öğr. Üyesi Sıla GEN KAYA (Asıl Jüri Üyesi) Doç. Dr. Uğur GÜRSU (Yedek Jüri Üyesi) Dr. Öğr. Üyesi Güler UĞUR MELİKOĞLU (Yedek Jüri Üyesi) HAZİRAN 2024 i ÖN SÖZ Türk şiiri, geçmişten günümüze değin birçok değişim ve gelişim yaşamış ve en köklü değişimlerinden birini Tanzimat Dönemi’nden itibaren yaşamaya başlamıştır. Tanzimat ile başlayan Türk şiirinin yenileşme hareketleri ve yenilik arayışlarının beraberinde yaşanan değişim süreci, Cumhuriyet Dönemi’nde meyve vermeye başlayarak günümüze kadar ulaşmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde birçok farklı şiir anlayışının, çeşitli edebî grupların oluşması dönemin ne kadar yeniliğe ve gelişime açık olduğunun bir göstergesidir. Değeri ve ismi birçoklarınca bilinmeyen Ahmet Erhan da şiirlerini bu dönemde kaleme almış kıymetli bir sanatçımızdır. Tez çalışmamızda Ahmet Erhan’ın şiirlerinin tamamındaki söz varlığına dair dizinleme ve listeleme yöntemleri kullanılarak incelemeler yapılmış ve elde edilen bulgulardanklerin sıklıklarına ulaşılmış, şairin ekseriyetle kullandığı sözcükler ve söz yapılarından hareketle onun üslubuna dair incelemeler yapılmış ve ardından da bu sözcük ve kavramlar üzerinden şiirler hakkında birtakım yorumlamalar yapılarak çalışmamız sonuçlandırılmıştır. Tüm hayatım boyunca benden desteklerini esirgemeyen ve bu tezi yazabilmem için en az benim kadar yorulan, emek veren canım aileme çok teşekkür ederim. Tezimi yazarken her türlü desteği sunan saygıdeğer tez danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Emre Berkan Yeni’ye teşekkürlerimi sunarım. Yüksek lisans yapmam için beni cesaretlendiren eşim Bahadır Güneş ve sevgili arkadaşlarım Özde Yekta Meriç ve Leo Meriç’e teşekkür ederim. Tez yazım aşamasında benden yardımını esirgemeyen değerli arkadaşım Ayça Çay ve ailesine, hayatımın güzellikleri çocuklarım Badem ve Aren Güneş’e en içten teşekkürlerimi sunarım. Ganimet Didem DOLANBAY GÜNEŞ Haziran 2024 ii İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER ...................................................................................................................... ii KISALTMALAR .................................................................................................................. iv ÖZET .......................................................................................................................................v ABSTRACT ........................................................................................................................... vi 1. GİRİŞ ...................................................................................................................................1 1.1. Genel Hatlarıyla Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Şiir .........................1 1.1.1. Saf (Öz) Şiir Anlayışı ........................................................................................1 1.1.2. Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir (1923-1960) ..............................................2 1.1.3. Millî Edebiyat Anlayışını Yansıtan Şiir ............................................................3 1.1.4. Garip Akımı (I. Yeni) ........................................................................................4 1.1.5. Garip Dışında Yeniliğini Sürdüren Şiir .............................................................5 1.1.6. II. Yeni ..............................................................................................................5 1.1.7. Dinî Değerleri, Geleneğe Duyarlığı ve Metafizik Anlayışı Öne Çıkaran Modern Şiir .......................................................................................................................6 1.1.8. 1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir .............................................7 1.1.9. 1980 Sonrası Şiir ...............................................................................................8 1.1.10. Cumhuriyet Sonrası Halk Şiiri ..........................................................................8 1.2. Ahmet Erhan ...........................................................................................................9 1.2.1. Hayatı ...............................................................................................................9 1.2.1.1. Doğumu, Çocukluğu, Ailesi .............................................................................9 1.2.1.1. Gençlik Yılları .........................................................................................11 1.2.1.2. Eğitim ve Meslek Hayatı .........................................................................13 1.2.1.3. Evlilikleri, Oğlu ve Arkadaşlıkları ..........................................................17 1.2.1.4. Kişiliği .....................................................................................................20 1.2.1.5. Hastalığı ve Ölümü .................................................................................22 1.2.1.6. Ödülleri ..........................................................................................................23 1.2.2. Eserleri ...........................................................................................................24 1.2.2.1. Şiirleri .....................................................................................................25 1.2.2.1.1. Alacakaranlıktaki Ülke ....................................................................... 25 1.2.2.1.2. Akdeniz Lirikleri ................................................................................. 26 1.2.2.1.3. Yaşamın Ufuk Çizgisi ......................................................................... 27 1.2.2.1.4. Sevda Şiirleri ....................................................................................... 28 1.2.2.1.5. Zeytin Ağacı ........................................................................................ 28 1.2.2.1.6. Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin ........................................................... 28 1.2.2.1.7. Ölüm Nedeni: Bilinmiyor ................................................................... 29 iii 1.2.2.1.8. Deniz, Unutma Adını! ......................................................................... 31 1.2.2.1.9. Öteki Şiirler ......................................................................................... 31 1.2.2.1.10. Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi....................................................... 32 1.2.2.1.11. Resimli “Ahmetler” Tarihi ................................................................ 33 1.2.2.1.12. Ne Balık, Ne De Kuş ......................................................................... 34 1.2.2.1.13. Kaybolmuş Bir Köpek İlanı .............................................................. 35 1.2.2.1.14. Şehirde Bir Yılkı Atı ......................................................................... 36 1.2.2.1.15. Sahibinden Satılık ............................................................................. 36 1.2.2.2. Düzyazıları .............................................................................................38 1.2.2.2.1. Köpek Yılları....................................................................................... 38 1.2.2.2.2. Ankara-İstanbul Karatreni ................................................................... 40 2. AHMET ERHAN’IN ŞİİRLERİNİN SÖZ DİZİNİ .......................................................41 2.1. Söz Dizininin Oluşturulmasında İzlenen Yöntem ...................................................41 2.2. Dizin ............................................................................................................................45 3. BULGULAR ....................................................................................................................601 3.1. Sıklık .........................................................................................................................601 3.2. Kavram .....................................................................................................................603 4. SONUÇ ............................................................................................................................694 KAYNAKÇA .......................................................................................................................695 iv KISALTMALAR A. Ç. D. İ. : Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin A. L. : Akdeniz Lirikleri A. Ü. : Alacakaranlıktaki Ülke Ç. Y. A. : Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi D. U. A. : Deniz, Unutma Adını! Ed. : Editör K. B. K. İ. : Kaybolmuş Bir Köpek İlanı N. B. N. K. : Ne Balık, Ne de Kuş Ö. A. : Özel Ad Ö. N. B. : Ölüm Nedeni: Bilinmiyor Ö. Ş. : Öteki Şiirler R. A. T. : Resimli “Ahmetler” Tarihi S. S. : Sahibinden Satılık S. Ş. : Sevda Şiirleri Ş. B. Y. A. : Şehirde Bir Yılkı Atı T. : Türkçe TDK : Türk Dil Kurumu TS: Türkçe Sözlük Y. U. Ç. : Yaşamın Ufuk Çizgisi Z. A. : Zeytin Ağacı v Enstitüsü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Türk Dili ve Edebiyatı Tezli Yüksek Lisans Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Emre Berkan Yeni Tez Türü ve Tarihi: Yüksek Lisans – Haziran 2024 ÖZET AHMET ERHAN’IN ŞİİRLERİNİN SÖZ DİZİNİ (SIKLIK-KAVRAM) Ganimet Didem DOLANBAY GÜNEŞ Çalışmamızın ilk kısmında Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri genel hatlarıyla anlatılmış, ardından dönemin hafızalarda iz bırakan değerli şairi Ahmet Erhan’ın hayatı, kişiliği, eserleri ve almış olduğu ödüller hakkında detaylı bilgiler verilmiştir. Çalışmamızın diğer kısmında ise Ahmet Erhan’ın tüm şiirleri bilgisayar ortamına aktarılmış, Microsoft Excel programı üzerinde dizin çalışması yapılmış ve AntCont programıyla sözcük sıklıklarına ulaşılmıştır. Bu bölümleme ve düzenlemelerin ardından Ahmet Erhan’ın tüm şiirlerinin söz dizini oluşturulmuştur. Bu dizin çalışmasıyla sonuç bölümünde Ahmet Erhan’ın şiirlerinde en çok kullanılan sözcükler ve kavramların bilgisine ulaşılmış ve tablolar halinde sunulduktan sonra hangi kavramlara sözlük anlamlarının dışında anlamlar yüklediği üzerine yorumlamalar yapılarak tez çalışması sonlandırılmıştır. Bu çalışmanın ortaya koymuş olduğu söz dizininin Ahmet Erhan’ın söz ve kavram dünyası ile ilgili yapılacak araştırmalara kaynak oluşturması temenni edilmektedir. Anahtar sözcükler: Ahmet Erhan, şiir, söz dizini, sıklık, kavram. Bilim Dalı Sayısal Kodu: vi University: T.C. İstanbul Kültür University Institute: Institute of Graudate Education Department: Turkish Language and Literature Programme: Turkish Language and Literature Supervisor: Asst. Prof. Emre Berkan YENİ, Ph.D. ABSTRACT WORD INDEX OF AHMET ERHAN’S POEMS (FREQUENCY-CONCEPT) Ganimet Didem DOLANBAY GÜNEŞ The first part of our study provides a general overview of Turkish poetry in the Republican Era, followed by detailed information about the esteemed poet Ahmet Erhan, including his life, personality, works, and awards that left a mark on the era's memory. In the next section of our study, all of Ahmet Erhan's poems were digitized, indexed using Microsoft Excel, and word frequencies were analyzed using the AntCont program. Following these segmentation and arrangements, an index of all of Ahmet Erhan's poems was created. Through this index work, in the concluding section, the most frequently used words and concepts in Ahmet Erhan's poems were identified and presented in tables. Subsequently, interpretations were made regarding the meanings attributed to these concepts beyond their dictionary definitions, thus concluding the thesis. It is hoped that this study's presented word index will serve as a source for future research on Ahmet Erhan's linguistic and conceptual world. Keywords: Ahmet Erhan, poetry, word index, frequency, concept. Science Code: 1 1. GİRİŞ 1.1. Genel Hatlarıyla Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Şiir 1.1.1. Saf (Öz) Şiir Anlayışı Jean Moréas, sembolizm akımının özelliklerini belirtirken akıma ismini veren sembol kavramını Baudelaire’in “Sembol ormanları içinden geçer insan” (Baudelaire, 1980:24) adlı dizesinden hareketle oluşturmuştur. Bu adlandırmayla beraber sembolizmin kavramsal bir değere ulaşması ve dünyayı etkisi altına alan bir akıma dönüşmesinin yolu açılmıştır. Sembolizmin, insan ruhunun gizemini ve duygularının çeşitliliğini ifade etmeye çalışırken ihtiyaç duyduğu sanatlı söyleyiş, ses ve ahenk zenginliği, mitler, sözün gücünü ortaya çıkarma çabası olarak saf şiir (poésie pure) anlayışının tezahürüne zemin hazırlamıştır. “Bir şiiri nitelemek niyetiyle ilk kez Paul Valéry tarafından Lucien Fabre’nin şiir kitabı için yazdığı ön sözde kullanılan poésie pure ifadesi, 24 Ekim 1925’te, Académie Française’in bir üyesi olarak Institut de France’ın yıllık toplantısında konuşma yapması istenen Abbé Henri Bremond’un konuşmasında bir şiir anlayışının karşılığı olarak kullanılır.” (Karadoğan, 2023:194). Baudelaire ve Mallarmé’nin etkisinde kalarak şiir üzerine düşüncelerini geliştiren Valéry, kendi şiir anlayışını oluşturarak saf şiir eksenli Valéryen şiir tarzının ortaya çıkmasını sağlar ve böylelikle bu anlayışın genel hatları belirmeye başlar. “Saf şiir anlayışına göre sanata yüklenen görev ve anlam, sanatın tabiatı dışına çıkmamalıdır.” (Yılmaz ve Yılmaz: 2010:112). Bu yüzden saf şiir anlayışında şiirin görevi didaktiklikten uzakta “sanat sanat için” görüşünü zemin kabul etmektedir. Temel taşı dil olan saf şiirde şiir tesadüfen oluşmaz. Belli bir zekânın ve emeğin karşılığı olarak oluşur. Mallarmé’nin şu ifadeleri saf şiirle ilgili önemli ipuçları içermektedir: “Bir ruh halini göstermeliyiz ya da tersine, bir nesneyi seçip bir dizi çözümlerle bu ruh durumunu ortaya çıkarmak için nesneyi azar azar çağrıştırmalıyız.” (Alkan, 2005: 124). Bir sezdirme durumunun öne çıktığı saf şiirde şair bu yüzden anlaşılmak için değil hissedilmek için şiirlerini kaleme alır. Anlaşılmak istememenin verdiği gaye onları nesirden uzaklaştırır çünkü onlara göre anlaşılmak nesrin işidir. Şiirde anlam katmanlarının çoğaltılması, imge ve çağrışım gücünün etkisiyle duyguların örtülü ifade edilmesi, şiiri güzel yazma kaygısını da ortaya çıkarmıştır. Şiiri mükemmel forma kavuşturma ve duyuş güzelliğini ön plana çıkarma çabası şiiri yazma işini de zorlaştırmıştır. Bu mükemmellik arzusu, sesi ve sözcükleri musikîye yaklaştırır. Bu tarz şiir yazma geleneği bizim edebiyatımıza çok da uzak değildir. 2 Saf şiiri, Türk edebiyatında “bir iddia olarak ilk defa ortaya atan ve teorisini kuran Yahya Kemal’dir.” (Okay, 2007:337). Ona göre saf şiirde bulunması gereken en önemli özellik derunî ahenk ve ritimdir. Böylelikle şiir, nesirden uzaklaşır ve müstakil bir role bürünür. Yahya Kemal’de derunî ahenk ile tanımlanan şiirin dili, Ahmet Haşim’de “musikî ile söz arasında sözden ziyade musikîye yakın” (Haşim, 2005:16) bir hâl alır. Haşim, önce Şiirde Mâna ve Vuzuh ve daha sonrasında kaleme aldığı Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar yazısıyla saf şiirin ilkelerini ortaya koyar. Türk edebiyatında bu iki ismin öncülüğünde başlayan saf şiir anlayışı kendilerinden sonra gelen birçok şairi etkisi altına alarak bir anlamda Modern Türk Şiiri’nin de temelini oluşturur. Edebiyatımızda Cumhuriyet Dönemi’nde ise Yedi Meşaleciler (Muammer Lütfi Bahşi, Vasfi Mahir Kocatürk, Kenan Hulusi Koray, Yaşar Nabi Nayır, Ziya Osman Saba, Sabri Esat Siyavuşgil ve Cevdet Kudret Solok); Yahha Kemal’in öğrencilerinden Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Muhip Dıranas; Cahit Sıtkı Tarancı, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi ve Fazıl Hüsnü Dağlarca saf şiir anlayışıyla şiirler yazmışlardır. Yahya Kemal Beyatlı’nın kaleme aldığı Kar Mûsikîleri şiiri saf şiir anlayışıyla yazılmış şiirlere örnek gösterilebilir. 1.1.2. Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir (1923-1960) Temelini Marks ve Engels’in attığı Marksist düşünce geniş coğrafyalara yayılmış toplumları başta tarih, sosyoloji ve ekonomik açılardan etkisi altına almıştır. Marksizm bu konularla beraber edebiyat çevrelerince de benimsenmiş çeşitli yazar ve düşünürlerin görüşleri çerçevesinde kendine has bir mahiyet kazanmıştır. 1934 senesinde toplanan Birinci Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nde alınan kararlar neticesinde de edebiyat, toplumcu-gerçekçi akım doğrultusunda şekillenmeye başlamıştır. Türk edebiyatında ise toplumcu-gerçekçilik anlayışının ilk yansımaları bazı Tanzimat sanatçıları (Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy vb.) arasında görülse de asıl ivmesini Cumhuriyet Dönemi’nde kazanır. Beşir Fuat, Nazım Hikmet, Abdullah Cevdet, Hoca Tahsin Efendi, Ercüment Behzat Lav bu edebiyat anlayışının Türkiye’deki öncüleridir. 1940’lara doğru Kadro dergisi kurucularından Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat Nedim Tör gibi isimler ile Nazım Hikmet’in şiir anlayışında birleşen başka kuşaklardan İlhami Bekir Tez, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Niyazi Akıncıoğlu, Abdülkadir Demirkıran (Vedat Türkali), Arif Damar, Enver Gökçe, Mehmet Kemal, A. Kadir gibi isimler de 1940 ve sonrası toplumcu şairler kuşağını oluşturur. 3 “Bu edebi anlayışın eksenini, sanatın ana konusu olarak ele alınan insan-toplum ve onun üretim ilişkileri oluşturur. Bu anlayış, sanatı her türlü dinsel ve töresel bağdan kopararak bireysel varoluş biçimi olarak algılar. Ancak bireyin bu anlamlı eylemindeki en belirleyici rolü, topluma verilir. Sanatkâr toplumun ruh mühendisi olarak algılanır.” (Korkmaz, 2020:267). Toplumcu-gerçekçi şiirin bu vasıflarını kitlelere seslenerek emekçinin, ezilen sınıfın gür sesi olmak gayesini şiirine uygulayan Nazım Hikmet’in ilk iki şiir kitabı (835 Satır ve Jokond ile Sİ-YA-U) hem içerik hem de üslup açısında bir başkaldırı niteliğinde olup şairin hayat görüşüyle de uyuşmaktadır. Türk edebiyatında serbest nazımın önünü açan Açların Gözbebekleri, Nazım’ı “özgür koşuk”un öncüsü yapmıştır. Özellikle Rus fütürist şairi Mayakovski’den esinlenerek yansımasını bulan Makinalaşmak şiiri, toplumcu-gerçekçi akımın en belirgin özelliklerini taşıyan şiire örnektir. 1.1.3. Millî Edebiyat Anlayışını Yansıtan Şiir Türk edebiyatında Millî Edebiyat anlayışı, Mehmet Emin Yurdakul’la başlayan ve ilkeleri 1911’de Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip gibi isimlerin öncülüğünde Selanik’te çıkmakta olan Genç Kalemler dergisinde atılan Yeni Lisan hareketi ile belirlenir. Bu yıllarda etkisi artarak çoğalan anlayış, II. Dünya Savaşı yıllarına kadar etkisini sürdürmeye devam eder. Mehmet Emin’in kaleme aldığı şiir kitabı Türkçe Şiirleri’nde yer alan Anadolu’dan Bir Ses Yahut Cenge Giderken şiirindeki: “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim, uludur.” (Yurdakul, 1979:110) mısraı ile başlayan “Türk olmakla gurur duyma fikri ve Türklük bilinci birçok kesimi etkilemiş ve yine aynı kitapta yer alan ‘Biz Nasıl Şiir İsteriz?’ başlıklı şiir de Millî Edebiyatın ilk poetikası olma niteliği kazanmıştır.” der Kâzım Yetiş (Korkmaz, 2020:203). Millî Edebiyat anlayışını benimseyen şairlerin kaynağı Anadolu’nun doğal güzellikleri, insanı ve folklorudur. Konusunu memleketten alan anlayışın hareket noktası Halk edebiyatı ve hece ölçüsüdür. Dilde sadelik esas olup günlük konuşma dili ve argo şiire girer. Hitabete kaçan şiir tonu, işlenen konulara uygun olarak gurur, irade ve iyimserlik eksenindedir. Bu yüzden şiirde lirizmden çok didaktiklik ön planda kalır. Millî Edebiyatımıza romantik bir açılım getirdiği düşünülen Beş Hececiler (Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç ve Halit Fahri Ozansoy), 4 şiirimizin Anadolu’ya açılmasına olanak sağlayıp hece ölçüsünü alışılmışın dışındaki kalıplarla ve değişik duraklarla kullanarak söyleyiş olanaklarını zenginleştirdiler. “Modern şiirimizde aruzun dışında hece ölçüsünün de estetik bir ahenk unsuru olarak kullanılabileceğini gösterdiler.” (Geçgel, 2006:5). Bunların dışında Anadolu ve insanının çeşit çeşit yönlerini ele alan Ömer Bedrettin Uşaklı, Zeki Ömer Defne, Şükûfe Nihal, Halide Nusret Zorlutuna, Ahmet Kutsi Tecer, Cahir Külebi, Arif Nihat Asya, Orhan Şaik Gökyay, İbrahim Alaattin Gövsa ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi şairler de bu anlayış çerçevesinde şiirlerini kaleme almışlardır. Ahmet Kutsi Tecer’in Halay, Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Pazar Dönüşü şiirleri Millî Edebiyat anlayışı ile oluşturulmuş şiirlere örnektir. 1.1.4. Garip Akımı (I. Yeni) Türk edebiyatında Garip Hareketi; 1941 yılının Mayıs ayında Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu’nun şiir hakkındaki görüşlerini ortaya koydukları, Orhan Veli’nin arkadaşı Cahit Yamaç’ın da ismini verdiği Garip adıyla yayımladıkları kitapla başlar. Garip’in ön sözü her ne kadar Orhan Veli tarafından yazılmış olsa da ortak bir görüş bildirdiğinden imzasız olarak yayımlanır ve “Şiir, yani söz söyleme sanatı” (Kanık, 2000:23) tarifi, onların geleneğe karşı tutumlarının belirleyici eksenini oluşturur çünkü bu tarif, “Ahmet Haşim’in ‘Şiir sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır.’ görüşüne tepki niteliğindedir.” (Korkmaz, 2020:277). Sanatın bunun gibi geleneksel kalıplardan kurtulması gerektiğini savunan Garipçiler; ananeye, vezin ile kafiyeye, söz oyunlarına, süse, şiirin söylev havasında oluşuna ve tüm şairâneliğe karşı çıkmışlardır. Şiirde anlaşılmazlıktan ziyade anlamı savunarak “şiiri günlük tartışmalar arasına” (Enginün, 2022:95) sokmuşlardır. Özellikle Orhan Veli tarafından kaleme alınan: “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” (Kanık, 2000:46) mısraının yer aldığı Kitabe-i Seng-i Mezar adlı şiir, sanat ve toplum çevrelerince büyük yankı uyandırmış böylelikle küçük insan ve onun gündelik sıkıntıları, geçim kaygısı, sevinçleri şiire girmiş ve şiirlerinde “konuşma dilinin doğallığı içinde şiirsel deyişler” (Mutluay, 2018:191) yer almıştır. Bazı şiirlerinde fütürizm, dadaizm ve sürrealizm etkileri de görülen Garipçiler; çocuksu söylemle kaleme aldıkları şiirlerini bilinçaltı ve düş ögeleriyle, sıkça yer verdikleri ironi ve mizahla oluşturmuşlardır. Orhan Veli’nin Vatan İçin adlı şiiri bu anlayışla yazılan şiire örnek verilebilir. Ayrıca Garipçilerin dönemin siyasî ruhundan kendilerini 5 soyutlayarak siyaset dışı olmaları onların daha geniş kitlelerce benimsenmelerine olanak sağlamıştır. 1.1.5. Garip Dışında Yeniliğini Sürdüren Şiir 1 Kasım 1952 senesinde ilk sayısını Ankara’da yayımlayan Mavi dergisi, 32 sayı çıkararak yayın hayatını sonlandırmıştır. “Başlangıçta gençlerin çıkardığı karma bir dergi görünümünde olan Mavi; Güner Sümer, Ahmet Oktay, Özdemir Nutku ve Yılmaz Gruda’nın çabalarıyla toplumcu gerçekçi bir dergi kimliğine bürünmüştür.” (Özkırımlı, 2014:875). Daha sonraları Atilla İlhan’ın sosyal realizmi savunan düşüncelerini konu alan yazılarını yayımlayan dergi, onun bobstil ve alafranga olarak nitelendirdiği Garipçilerin karşısında bir duruş sergilemiştir. Dergide yayımlanan “yazılardan hareketle bir Mavi Akımı oluşturulmak istenmişse de bu görüş rağbet bulmamıştır.” (Enginün, 2022:120). “Hazırlıklarına 1949 yılı sonlarında, ‘eski şiirimizden, milli kültür ve edebiyatımızdan kopmadan yeni ve güzel bir şiir sergilemek, o yıllarda şiirimizi çıkmaza sokanlara ve yozlaştıranlara karşı çıkmak ve tavır almak’ parolasıyla başlanan Hisar dergisi, ilk sayısını 16 Mart 1950’de yayımlamıştır.” (Geçgel, 2014:103). Aralık 1980’e kadar toplam 277 sayı çıkaran dergi, uzun soluklu bir yayın hayatı yaşamıştır. Hisarcılar, bir bildiriyle neler yapacaklarını açıklamak yerine zaman içerisinde neler yapacaklarını göstermenin daha doğru olduğunu düşünmüşler ve derginin kuruluşundan 17 yıl sonra Ankara Radyosu’nda hazırlanan bir programla sanat anlayışlarını, inandıkları değer ve ilkelerini açıklamışlardır. I ve II. Yeni’ye tamamen karşı olan Hisarcılar; sanatçının dilinin yaşayan bir dil olması gerektiğini savunarak sanatçının bağımsız, sanatın millî ve asıl olanın sanatta yenilik olduğunu vurgulamışlardır. Hisar, daha çok bir şiir dergisi görünümünde olsa da uzun süren yayın dönemi boyunca beş yüzü aşkın yazar ve şaire ev sahipliği yaparak onların ürünlerini yayımlayıp okuyucusuyla buluşturmada Türk edebiyatının önemli bir yapı taşı olmuştur. 1.1.6. II. Yeni İlhan Berk, Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Oktay Rifat ve Turgut Uyar gibi şairlerin öncülüğünde 1950’li yılların ortalarına doğru şekillenmeye başlayan İkinci Yeni Hareketi, daha çok 1955-65 yılları arasında kendini gösterir. Muzaffer İlhan Erdost, 1956 senesinde Pazar Postası’nda yayımlanan yazısına koyduğu başlılıkla İkinci Yeni’nin “adlandırıcısı, yayıncısı ve kuramcısı olmuştur.” (Kayıran: 2016:138). Garipçilerin şiiri basite 6 indirgemelerine tepki olarak doğan İkinci Yeni; dadaizm, sürrealizm gibi akımlardan etkilenmiştir. Özellikle sürrealizme ait olan serbest çağrışım metodu, bilinçaltından gelme unsurlar, rüya, hayal ve mitler İkinci Yeni’ye kaynaklık eder. Şiir anlayışlarının amacını anlamsızlığın anlamı olarak seçen bu akım mensupları, akıl yoluyla biçimlenen yüzeysel anlamı dışlayarak imge ağırlıklı ve kapalı bir şiir dilini tercih etmişlerdir. Garipçilerin hitap ettiği küçük insandan ziyade aydın kesime hitap ederek şiirlerini çözme işini belli bir kültür seviyesinde olan donanımlı bir okuyucu kitlesine bırakırlar. Bu yüzden onlar da “sanat sanat içindir” görüşü hakîmdir. İkinci Yeni şairleri her şeyden önce dil üzerinde durmuşlar ve dili estetik yönü ağır basan bir malzeme olarak kullanmışlardır. Buna bağlı olarak da şiirlerinde dil sapmaları, dezenformasyonlar, alışılmışın dışında bağdaştırmalar temel yapı ögeleri olarak göze çarpar. Böylelikle dil, onlarda bir sanat eseri ortaya koymanın aracı vazifesini kazanmıştır. İmaja dayalı bir estetik anlayışla kaleme aldıkları şiirlerinde nesne, soyutlama ve çağrışımlarla hissettirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda resim sanatıyla yakın ilişkide hareket ederler. Cemal Süreya’nın Gül, Üvercinka; Edip Cansever’in Aşkın Radyoaktivitesi, Yerçekimli Karanfil; İlhan Berk’in Ağır Ot gibi şiirleri bu hareketin öncüsü şiirlere örnek gösterilebilir. 1.1.7. Dinî Değerleri, Geleneğe Duyarlığı ve Metafizik Anlayışı Öne Çıkaran Modern Şiir Bu şiir anlayışın mayasını oluşturan İslâmi düşünce, metafizik ve mistizim; ilk olarak Türk edebiyatının Anadolu’da oluşan sahasında görülmeye başlamıştır. Yeni edebiyatta Abdülhak Hâmid’in Makber, Kürsi-i İstiğrak gibi şiirleri edebiyatımızda bu anlayışın oluşup geliştiğini gösterir. “Tarihin akışında Ferit Vecdi, Reşit Rıza, Muhammed Abduh, Cemalettin Afganî ve Mehmet Akif’in şahsında simgeleştiğini gördüğümüz İslâmi dünya anlayışı, bu dönemde de kendi gerçekliğini ifade edecek yeni temsilciler ve sanatkârlar yetiştirir.” (Korkmaz, 2020:322) Türkiye’de özellikle 1950’lerden sonra modernleşmenin dayattığı küreselleşme olgusu, köyden kente yapılan göçler, giderek artan işsizlik; bireyi yalnızlaştırarak onu iç dünyasına itmiş ve bu durum edebiyata da sirayet etmiştir. Böyle bir dönemde İslâmi söylemin yapı taşını oluşturan Necip Fazıl Kısakürek, Asaf Hâlet Çelebi ve Sezai Karakoç gibi isimler de sanatın özünü Tanrı’da bulur çünkü bu anlayışta Karakoç’un deyimiyle “sanat, kaçsa da, inkâr etse de, ‘Tanrı’ya doğru’dur hep.” (Bozyiğit, 2012:33). Daha sonraları Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Ebubekir Eroğlu, İsmet Özel, Nurullah Genç ve Nuri Pakdil gibi isimler de bu anlayışla şiirlerini kaleme almışlardır. Bu anlayışı benimseyen şairler; şiirlerini 7 dinî ve metafizik ögelerle süsler, içe dönük ve kapalı bir anlayışla İslâmi düşünceyi vurgularlar. Cahit Zarifoğlu’nun Kayıt adlı şiiri bu anlayışla yazılmış şiirlere örnek verilebilir. 1.1.8. 1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir Türkiye’nin dönüm noktalarından biri 1960 senesi olmuştur. DP iktidarında politik ortamın iyiden iyiye gerginleşmesi, iktidar-muhalefet kutuplaşması ve bunun etkilerinin halka yansıması toplumsal gerilimi hızla tırmandırmış ardından 27 Mayıs 1960 Muhtırası ile Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanın idamı, yeni ve görece özgür bir anayasanın hazırlanması ve İşçi Partisi’nin kurulması Türkiye’nin siyasal sürecini çeşitlendirmiştir. Liberal kapitalist sistemin biçimlendirdiği sistem karşısında Marksist ideoloji büyük kitleler arasında hızla yayılarak dönemin dinamiğini oluşturmuştur. Nazım Hikmet’in kitaplarının basımının 1965 senesinde serbest bırakılması Garip ve İkinci Yeni’nin karşısında geri plana düşmüş toplumcu-gerçekçi anlayışı tekrar gün yüzüne çıkarmıştır (Andı, 2018:139). Böylece şiir, politik bir söyleme doğru evrilmeye başlamıştır. Dönemin ideolojik anlayışı günlük hayatın hemen hemen her köşesine sinerek sanatı da etkisi altına almayı başarmıştır. Özellikle şiire estetik kaygılardan çok Marksist ideolojik bir söylem anlayışı yerleşmiştir. Metin Demirtaş, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Ataol Behramoğlu, Kemal Özer, Gülten Akın, Refik Durbaş, Nihat Behram vb. gibi isimler bu dönemin şiir anlayışıyla eserlerini kaleme almışlardır. Sosyalist düşünce yapısının daha vülgarize bir anlayışla şiirde işlenmesi, şiiri sloganlaştırmıştır. Dönem şairleri And, Devinim, Halkın Dostları, Militan, Yeni Gerçek gibi dergilerde hem şiirlerini hem de ideolojilerini halka açıklamaya çalışırlar. Ortak bir ideoloji etrafında birleşen şairlerin şiir söylemleri ise birbirinden farklıdır. Örneğin İsmet Özel, şiirlerinde şiddet içeren imajlar kullanarak ideolojisini yansıtırken Ataol Behramoğlu’nda bu durum daha çok duygusallığın ön plana çıkmasıyla yansıtılmış; Refik Durbaş’ta ise duygusallığın yerini Halk ve Divan şiiri ögeleriyle süslediği halktan kimselerin ve şehirlerin çeşitli görünümleri almıştır. 1970-80 arasında ise bu şiir anlayışına tabi şairler; şiiri siyasal mücadelenin bir aracı olarak görmüş ve şiirde biçimden çok geniş kitleleri harekete geçirici, sınıf çatışması ve toplumsal mücadelenin ön planda olduğu eserler ortaya koymuşlardır. Ataol Behramoğlu’nun Bir Gün Mutlaka adlı şiiri bu anlayışla yazılmış şiirlere örnek gösterilebilir. 8 1.1.9. 1980 Sonrası Şiir 1970’lerde ülke içindeki siyasi kutuplaşmanın yarattığı çatışma ortamının 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle son bulması hem siyasi hem de toplumsal alanda önemli değişikliklere zemin hazırlamıştır. Türk toplumunda yaşanan bu değişimler elbette edebiyatta da yansımasını bulmuştur. Edebiyatta “1980’den sonra pervasız atılımlar, yerini şiirin normlarına; ideolojik sağaltım ise yerini sözün gücüne bırakır. İnsani duyarlık ve evrensel tecrübeler şiirin gözdesi olur.” (Korkmaz, 2020: 327). Şairler, akım mensupluğundan azade olarak şiiri özgürlüğüne kavuşturmayı başarmış böylelikle tek boyut ve doğrunun hüküm sürdüğü şiir anlayışını es geçerek çok sesli ve çok renkli bir şiir anlayışının içerisinde yerlerini almışlardır. Şairlerin bunu sağlarken de imgenin gücünden tekrar yararlandıklarını görürüz. “1980 sonrasının belirgin ve önemle vurgulanması gereken bir özelliği de depolitize olan kitlelerin hızla kültürel ürünlere yönelmesi olmuştur.” (Oktay, 2004: 71). Bu vesileyle şairler için bir şiir arayışı başlamıştır ve bu arayışı besleyen ana kaynaklardan biri çeşitli alanlarda yapılan çeviri bolluğu diğeri ise ortaya çıkan canlı ve çok renkli dergi sayılarındaki artıştır. “Şiirin gündemini belirleyen” (Asiltürk, 2021:44) dergiler içinde Yeni Türkü, Üç Çiçek, Poetika, Yönelişler, Sombahar, Şiir Atı vd. gösterilebilir. 1980 sonrası şairlerin arasında farklılıklar olsa da “dönemin şiirini meydan getiren şairlerin büyük bir çoğunluğu Türk şiirinin bir bütün olduğu, bu şiirin hiçbir ayrım gözetilmeden sahiplenilmesi gerektiği konusunda hemfikirdirler.” (Asiltürk, 2021:24). Hilmi Yavuz, Haydar Ergülen, Lale Müldür, Adnan Özer, Küçük İskender, Murathan Mungan, Güven Turan, Enis Batur, Şükrü Erbaş, Birhan Keskin, Sefa Kaplan, Sunay Akın, Hüseyin Atlansoy, Sedat Umran, Tuğrul Tanyol, Seyhan Erözçelik gibi şairler bu dönemin sanatçılarına örnek olarak gösterilebilir. Tezimizde şiirlerini çalıştığımız Ahmet Erhan da 1980 sonrasının şairlerinden biridir. 1980 şiir anlayışı içinde yer alan şairlerin önemli ve de büyük bir kısmı, şiirin biçimsel ve sanatsal yönüne önem vererek imgeyi ön planda tutmuşlardır. Haydar Ergülen’in Fazla Balkon adlı şiiri ile Hüseyin Atlansoy’un Serseri adlı şiiri bu anlayışla yazılmış şiirlere örnek gösterilebilir. 1.1.10. Cumhuriyet Sonrası Halk Şiiri Cumhuriyet’te, “Halk müziği, dil ve folklor araştırmalarının bilimsel ve kurumsal bir kimlik kazanması, ulus-devlet yapısının, halkçılık ilkesinin ve demokratikleşmenin doğal bir sonucu olarak halk kültürünün önemsenmesi, Halk şiirinin yaşayan bir gelenek olarak yeni ve güçlü temsilciler yetiştirmesini, halk şairlerinin de toplumsal sorunlar karşısında halk bilincini 9 ve halkın bakış açısını yansıtmasını sağlamıştır.” (Yücetoker ve Bahar, 2015: 10). Âşıklık geleneğinde harmanlanıp usta-çırak ilişkisiyle yetişen şairler, genellikle şiirlerini saz eşliğinde söylerler ve bu durum onlara aynı zamanda besteci kimliği de kazandırmıştır. “1931 ve 1964’te Sivas’ta, 1938’de Bayburt’ta ve 1966’dan beri de Konya’da düzenlenen âşıklar bayramları/şölenleri de geleneğin yaşatılması, âşıkların tanınması konusunda etkili olmuş (Alptekin ve Sakaoğlu, 2006:169); o dönem açılan Halkevleri, yapılan radyo programları, Âşık Kahveleri de bu şiir geleneğine olumlu katkılar sağlamıştır. Âşık Veysel, Posoflu Âşık Müdami, Âşık Efkari, Bayburtlu Hicrani, Âşık Selmani, Erzurumlu Reyhani, Âşık Feymani, Âşık Hudai, Dursun Cevlani, Zülfikar Divani, Kadirlili Mahmut Taşpınar, Âşık Çobanoğu, Âşık Mahzuni Şerif, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Abdurrahim Karakoç, Neşet Ertaş, Kağızmanlı Hıfzı, Ali İzzet Özkan gibi şairler Cumhuriyet Dönemi’nde halk şiiri yazan başlıca şairlerimizdendir. Sanatçılar, şiirlerinde geleneksel konuların yanında dönemin güncel konularını da şiirlerinde işlemişlerdir. Âşık Veysel’in Kara Toprak adlı şiiri ile Murat Çobanoğlu’nun Giden Gelmez adlı şiirleri bu tarzda yazılmış şiirlere örnektir. 1.2. Ahmet Erhan Bu kısımda Ahmet Erhan’ın hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmiştir. Erhan’ın hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesinin sebebi; Ahmet Erhan’ın, eserlerinde kaleme aldıklarıyla kendi özel yaşamını ilişkilendirmesidir. 1.2.1. Hayatı 1.2.1.1. Doğumu, Çocukluğu, Ailesi Kimliğindeki verilen adıyla 8 Şubat 1958 tarihinde “Ahmet İzzet’ten olma, Emine’den doğma” (Erhan, 2022b: 298) Erhan Bozkurt, Ankara’da dünyaya gelir. “İşçi kökenli, çok çocuklu, orta-alt sınıf diyebileceğimiz bir aile ortamında dört abladan sonra doğmuş son çocuktur. Dört kız çocuktan sonra olası bir erkek beklentisiyle yapılan bir çocuk olduğu için dünyaya gelişiyle ailesini çok mutlu etmiştir.” (Alper, 2023:13). “Ahmet Erhan’ın çocukluğu Akdeniz’dir.” (Celal, 1989:5). Aslen Mersinli olan aile, dört kızdan sonra doğmuş erkek-son çocuk olduğu için Erhan’a çok fazla ilgi göstermiştir. Çevresinde olan herkes ondan bir şey beklemeksizin istediğini hatta istemediklerini dahi vermiştir. (Alper, 2023:13). Erhan, genel anlamda mutlu bir çocukluk geçirmiştir. 10 Erhan, beş altı yaşlarında at ve köpeklerle iç içedir. İki yarış atları vardır: Vildan ve Esire. Vildan, her koşuda çoğunlukla favori gösterilirken Esire ise daha çok eşek tabiriyle anılan bir attır. Bir gün Ankara Hipodromu’nda at yarışı izlemeye gelen baba-oğul unutulmaz bir gün yaşar. Bir aprantinin koşturduğu Esire birinci gelir, potayı geçtikten sonra da yere yığılır çünkü Esire’nin ayağı kırılmıştır. Birasını yudumlayan baba, oğluna sıkıca sarılır. Kazanma coşkusu ve acının iç içe geçtiği o andan sonra bir daha evlerinde atlarla ilgili tek bir söz konuşulmaz (Erhan, 2000:17). Annesinden çok babasına düşkün olan Erhan, Yusuf Alper ile yaptığı telefon görüşmesinde “Herkes beni anneci bilir ama ben babacıyımdır.” (Alper, 2023:14) der. Erhan’ı edebiyata ve okumaya yönlendiren de yine babası olur. Oğluna okuma sevgisini aşılayan baba Ahmet İzzet, Erhan’ın ilk şiirlerinin yayımlandığını da dünya gözüyle görür. Ortaokulda kitaplık kolu olan Erhan, babasının “Oğlum benim gözlerim görmüyor, bana geceleri kitap okur musun?” demesiyle her gece babasına okul kütüphanesinden aldığı kitapları okumaya başlar. Romanlarla tanışır bu vesileyle. Onları babasına okudukça kitaplarda yazılanlardan çok etkilenir ve bu sayede klasikleri, Rus ve Fransız edebiyatını tanır. Sonradan babasının bunu kitap okuması için yaptığını öğrenir. Teoman’la yaptığı tek röportajında “Onu küçük puntolu bir gazete okurken yakaladım sonra.” diyerek anlatır bu durumu (Akıncı, 2015:16). Baba Ahmet İzzet’in işi dolayısıyla aile, Ankara’dan Mersin’e oradan da Adana’ya göç eder fakat Mersin hem Erhan hem de annesi için yeri doldurulamaz bir şehirdir. Öyle ki Mersin adı geçince annesinin gözleri hep dolar (Erhan, 2022a: 480). Yıllar sonra Ölüm Nedeni: Bilinmiyor şiir kitabında Mersin’den ayrılışı, çocukluğundan ayrılmak gibi görerek: “Ama herkesin Mahmudiye mahallesinde 8 nolu bir evde bırakılmış bir çocukluğu yok” (Erhan, 2022a: 482) diye mısralayacaktır. Mersin’den Adana’ya gidiş aile üzerinde sıkıntılara yol açar çünkü baba Ahmet İzzet’in işleri günden güne bozulur ve kendisini iyiden iyiye alkole verir. Erhan, yine Yusuf Alper ile yaptığı telefon görüşmesinde “Ölümünden önce ondan ve alkolden nefret ederdim.” (Alper, 2023:14) diyerek babasının alkol bağımlılığına tepki gösterir. Çocukluk yıllarında bu durum hem akranı olabilecek yaşta bir kardeşinin olmaması hem de sonradan yoksul düşmüş varlıklı bir ailenin çocuğu olan Erhan’ı yalnızlaştırır (Erhan, 1983:9). 1975 senesinde Erhan henüz 17 yaşındayken babası 51’inde alkolden ölür (Akbayır, 2013:5). Aile kalakalır. Evin tek erkek çocuğu olarak evin sorumluluğunu Erhan üstlenir. Yakınlarını kaybeden insanların yaşayabileceği gerçekçi bilinç düzeyindeki bazı sorunlar, çok normaldir ancak “asıl önemlisi bilinçdışında yaşanandır. Olası ki delikanlılık dönemindeki 11 Ahmet bir gerileme (regresyon) yaşamış; ödipal karmaşa, sorunlar yeniden güncelleşmiş, onların üstesinden gelerek çözümlemiş ve babayla özdeşimi daha da pekişmiştir. Bu döneme uygun olarak babanın alkol içme davranışı ve ritüelini de içine alarak (internalizasyon) babasının meyhanedeki yerine o oturmuştur.” (Alper, 2023:14-15). Yıllarca eşine “İçme!” diyen annesi ise ölünceye kadar Erhan’ın kendisine “İçme!” diyecektir (Alper, 2023:16). Erhan’ın, babası ile kurduğu bu özdeşim ismini de etkileyecek ve babasının ilk ismini alarak bundan sonraki hayatında Ahmet Erhan olacaktır. 1.2.1.1. Gençlik Yılları Ahmet Erhan’ın çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları Mersin ve Adana’da geçer. “Adana Erkek Lisesi’nde ve Adana Demirspor genç takımında (o yıllarda takım birinci ligdedir) 6 numaralı forma onundur. Soldan sağa deplase oldu mu yüzde doksan goldür; sol gösterip sağ çakar. Genç takımda oynarken Fatih Terim A takımındadır. Fatih Terim’le aynı mahallede oturur.” (Akbayır, 2013:5). “Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi” şiir kitabında yer alan Erhan Bozkurt, Ahmet Erhan’ı Yargılıyor adlı şiirinde Erhan, kendi hayatıyla ilgili bir dönüm noktası olan bu olayı anlatır: “Günde üç maç yaptığın kavurucu sıcakların altında Adanademirspor’da Fatih Terim’le aynı takımda epeyce sıyrık meşin bir yuvarlağın peşinde Fatih Galatasaray’a doğru deplase oldu, sense şiire kesilmiş bir süt kadar buruk yıllar kaldı arkada ve önde” (Erhan, 2022b:302) Ölüm haberi manşetlere yansıyınca öğrenilir Ahmet Erhan’ın eski bir futbolcu olduğu. Adıyamanspor’un sağ beki tarafından kaval kemiği kırılır, futbol tutkusundan egale edilir ve futbolu bırakmak zorunda kalır (Akıncı, 2015:16). Çocukluğundan beri içinde taşıdığı edebiyat sevgisi futboldan sonra onu daha çok şiire yaklaştırır. Okan Konuralp, “Bu kaval kemiği yakınlaştırdı biraz da şiire kendisini. İnce, hassas ağabeyimizdir; futbola devam etseydi şairliği olmazdı ama futbolu için şiir gibi derlerdi, inandığımızdır.” (Akıncı, 2015:16) diyerek anlatır Ahmet Erhan’ı. 12 Yıllar sonra İlhan Bilecik ile yaptığı röportajda “En büyük tutkum futbol oynamaktı o sıralar. Bütün çocukluğumu ve gençliğimin ilk yıllarını kapladı bu uğraş. Tam iyi bir futbolcu olduğuma inandığım bir sırada birdenbire bıraktım onu da.” (Erhan, 1982:9) diyerek hassas ve kırılgan kişiliğini yansıtır çünkü “Ahmet Erhan’ın küsme huyları vardır, futbola da küser.” (Akbayır, 2013:4). Erhan ve ailesi; dünyaya aydın bir pencerenden bakan ve Türkiye İşçi Partisi, Aybar kanadından olan baba Ahmet İzzet’in, demir-çelik işiyle uğraşırken bir anda işlerinin kötüye gitmesi sonucu batması üzerine kendisini iyice alkole vermesine ve maddi zorluklara dayanamayarak Adana’dan ayrılıp Ankara’ya tekrar taşınma kararı alır (Ökten, 2013). Aile, Ankara’ya gelir gelmez Etlik’te bir zemin katta yaşamaya başlar. O dönemler Etlik, sağ görüşlü insanların egemenliğinde bir bölgedir ve hemen her gün kimin yaptığı belli olmayan cinayetler işlenir. Perdelerin sürekli kapalı olduğu, silah seslerinin hiç dinmediği bir evde ilk gençliğini geçiren Erhan için ölümü düşünmekten başka çare yok gibidir. Turgay Fişekçi bir gün dostu Erhan’ı o zemin kat evde ziyarete gittiğinde İtalyanca kitaplar görür. Pavese’nin ölüm temalı şiirlerini çevirmeye çalıştığını öğrenir Erhan’dan (Fişekçi, 2013:10). Erhan’ın gelişim çağındayken tanık oldukları ve içinde yaşadığı çevreye hâkim olan ölüm, gelecekte kaleme alacağı şiirlerin de ana izleğini oluşturur. Çeşitli nedenlerle liseden ayrılan Erhan, Ankara’da akşam lisesine devam eder ve gençlik yıllarını bu kentte geçirir. Babasının ölümünden sonra aynı lisenin kantininde çalışır çünkü aile hem maddi hem de manevi olarak zorlanır. Ailenin erkek-son çocuğu Erhan için sorumluluk alma vakti gelir. “Gündüz çay ocağında çalışır, akşam derste uyur.” (Akbayır, 2013:4). Erhan’ın lise dönemine denk gelen zamanlar, ülkenin en karışık olduğu zamanlardır. 1980 İhtilâli öncesi ülke sıkıntılı süreçlerden geçer. Sağ-sol çatışmaları, fail-i meçhul cinayetler, fikir ayrılıkları vs. etkenlerden ülke gençliği bir uçuruma doğru sürüklenir. Bir gün lisede dersteyken “solcular kapıyı tekmeyle açıp bir arkadaşını çağırırlar dışarı. Öğretmen pencerenin yanına kaçar. Sağcıdır çocuk, vuracaklardır. Ahmet sınıf sorumlusudur, önüne geçer onun ve ‘Hayır!’ der, ‘Benim sınıfımdan adam alamazsınız!’ Ama sonrasında ona da, ‘Arkadaş okulu bırak! Her zaman ben olamam ki yanında.’ der.” (Akbayır, 2013:4). Görüldüğü üzere o yıllar, siyasi fikir ayrılıkları sebebiyle gençlerin eğitim hayatlarını bile sonlandırmaları için tercih yapmak zorunda kaldıkları yıllardır. Erhan için de zor zamanlardır İhtilâl öncesi, o dönemleri kendi ifadesiyle şöyle anlatır: “Yedi kere kurşunlandım ben, toplu ya da tek. İlginç tarafı; dördünü solcuların, üçünü sağcıların yapması… Hâlbuki hiçbir zaman eline silah 13 değmemiş adamlardanım.” (Yakupoğlu, 2007:1). Bir gece üzerinde parka, içinde de bir sürü bildiriyle eve dönerken sağ görüşlü insanlar yolunu keser. Sınıfta kurtardığı çocuk aralarından çıkar ve engel olur zarar görmesine (Akbayır, 2013:4). Ataol Behramoğlu’nun 1975 senesinde yönetmenliğini üstlendiği TKP çizgisinde bir dergi yayımlanır: Militan dergisi. O dönem, siyasi görüşleri farklı farklı olan birçok gence kucak açan Militan, 1976’da Ahmet Erhan şiirlerini topluca yayımlar. 17 yaşında bir akşam lisesi öğrencisinin şiirleri birçoklarının dikkatini çeker (Ergülen, 2014:42). İlk şiirlerini yayımladıktan sonra babası ile kurduğu özdeşimin de etkisiyle edebiyat dünyasında artık Ahmet Erhan olarak anılmaya başlar: “er-han boz-kurt 1976'da ilk şiirini yayımladığından beri Ahmet Erhan'da karar kılıyorsun bir gün soyadı kanununa muhalefetten yargılanacaksın ya da beni öldürmekten” (Erhan, 2022b:301) Ahmet Erhan, henüz 22 yaşındayken yayımladığı ilk şiir kitabı Alacakaranlıktaki Ülke ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanır. Bu ödülü kazanan en genç şair olur Erhan. 1.2.1.2. Eğitim ve Meslek Hayatı İlk ve ortaöğrenimine Mersin ve Adana’da devam eden Ahmet Erhan, babasının işlerinin kötüye gidip kendisini alkole vermesi sonucu ailesiyle Ankara’ya taşınır. Kısa bir süre sonra baba Ahmet İzzet vefat eder. Babasının vefatından sonra Adana’da çeşitli nedenlerle yarım bıraktığı lise hayatını akşam lisesinde okuyarak tamamlar. Ortaokulda kitaplık kolu olan Erhan, burada Rus ve Fransız klasikleriyle tanışır. Böylelikle ileride kendisine yoldaşlık edeceği edebiyatla yolları kesişmiş olur (Akıncı, 2015:16). Gençliğinin geçtiği Ankara’da akşam lisesinden mezun olduktan sonra Gazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okur (Akıncı, 2015:16). Çeşitli özel kuruluşlarda Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yapar. Eline hiç silah almayan Erhan, 36 yaşında Burdur’a askere gider. Askerliğini iki aylığına bedelli yapar (Akbayır, 2013:5). 14 Ahmet Erhan zor şartlar altında mesleğini icra etmiştir. Ankara Esat’ta yalnız yaşayan kendi hâlinde bir öğretmenken gecenin üçünde evini polis basar. Erhan’ı 2. Şube’ye götürürler. Emniyet amiri ne iş yaptığını sorar. Erhan da Büyük Kolej’de öğretmen olduğunu söyler. Amir kızının da orada okuduğunu belirtir ve polislere “Hocamı niye aldınız?” diye sorar. Sebep; bir terör örgütü şüphelisinin cebinden Erhan’ın Alacakaranlıktaki Ülke kitabının düşmesidir (Akbayır, 2013:4). Bunun gibi olaylar Erhan’ı bazen maddi sıkıntıya da düşürür çünkü siyasi fikir ayrılıklarının oluşturduğu ortam, Erhan’ın geçimini sağlayacağı bir iş bulmasının önünde büyük engel teşkil etmiştir. Her şeye rağmen yıllarını öğretmenliğe verir Erhan. 20 yıl Türkçe- Edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra çocukların, sağlık sorunlarından dolayı sesinin değişmesinden korkması Erhan’ın çok ağrına gider ve o da öğretmenlik mesleğini bırakır (Akbayır, 2013:5). Artık Öğretmen Erhan Bozkurt yoktur geriye sadece Ahmet Erhan kalır. Öküz dergisinde kendisiyle yaptığı röportajında öğretmenliğe özlemini şöyle dile getirir: “İki yıldır hayatını Ahmet Erhan’a devrettin, öğretmenliğe ara verdin ve onun yazdıkları ve aldığı ianelerle yaşıyorsun. Nankör olma! Ama ben senin öğretmeyi değil, öğrenmeyi sevdiğini biliyorum. Yine de iyi bir öğretmen olduğunu söylüyorlar, bu da çocuklarla olan muhabbetinden ileri geliyor, özne ile yüklem uygunluğundan değil. İt gibi özledin öğretmenliği, Boz… sen benim kişilik gömleğimin temiz yakasısın. Kendine iyi bak ve öte yakaya sakın özenme. Şu adına ‘hayat’ dediğimiz ali-cengiz oyununda, senin ütülü pantolonlarını, markalı kravatlarını, gömleklerini… Özlediğimi itiraf etsem, benimle barışır mısın?” (Erhan, 2000:17). Ahmet Erhan, Adnan Özer ve Yaşar Miraç’la birlikte Yeni Türkü adlı bir gırgır hareketi başlatırlar. Yıl 1978’dir. Kızılay Meydanı’nda limon satar gibi Yeni Türkü Şiir Gazetesi satarlar. Ahmet Erhan yıllar sonra 23 Mart 2003’te -İstanbul’a taşındığı yıllarda- Hürriyet Pazar Keyfi’nde bir ilân görür: Yeni Türkü Koleksiyon, 3 CD, 4 Kaset. Yeni Türkü grubu, Yaşar Miraç’tan yaptıkları şarkılardan koleksiyona hiçbir parça almamış; Erhan’dan da -izinsiz olarak- sadece Kalırsa Bir Soru’yu almışlardır. Ahmet Erhan bu duruma çok içerler ve Hayvan dergisinden Yeni Türkü’ye seslenerek Derya Köroğlu’ndan özür beklediğini, özür gelmezse dava açacağını belirterek ekler: “Yemenimde kir yok, ayağımda nasır… Ama, keşke adam dövecek yaşta olsaydım.” (Akbayır, 2013:4). Ölümünden birkaç yıl önce dostu Yaşar Miraç hem sağlık sorunları hem de maddi sıkıntılar yaşayan Erhan’a yeni bir dergi çıkarmak istediğini söyler fakat hayata geçiremezler. O anı Yaşar Miraç, Ahmet Erhan’ın ölümünden sonra yayımlanan Sayıklamalar dergisinin 45. sayısında şöyle anlatır: “Birkaç yıl önce (Ahmet daha sesini yitirmeden, konuşabilirken) bir dergi çıkarmayı düşünmüştüm. Ahmet’in gözleri ışımıştı söyleyince. Yeni Türkü’yü çıkaralım, 15 demişti. Yok Ahmet, demiştim. ‘Bu yepyeni bir dergi olmalı, bugüne yakışmalı; şiiri, sanatı ayaklandırmalı. Yalnız yazı için değil; hareketli, etkinlik bir dergi.’ Ona da varım, demişti. Fakat ne ben de eski güç ne Ahmet’te o takat. Düşüncede kalmıştı. Bu yüzden kızıyorum kendime. Keşke inat etseydim o dergi düşünde. Başarabilseydik belki de Ahmet yaşardı birkaç yıl daha; o umutla, o heyecan, o hareketle…” (Miraç, 2013:20). Alacaranlıktaki Ülkeyi 1981’de yayımlattıktan sonra kitabın ikinci şiiri olan Bugün de Ölmedim Anne’yi 1990 yılında Ahmet Kaya, besteleyerek Dardayım adlı şarkısında okur. Yine kendisinden izin alınmamıştır. Bu yüzden Erhan, Ahmet Kaya’ya dava açar (Alova, 2022). Ama yine de davalık olduğu Ahmet Kaya’nın, en sevdiği şarkısı Siz Benim Neden İçtiğimi Nereden Bileceksiniz’i dinlemeyi çok sever ve Ahmet Kaya öldüğünde çok ağlar (Alemdar, 2017:14- 15). Ahmet Erhan, Ankara’da hem öğretmenliği hem şairliği hem de kimi dergilerde yazma işini bir arada götürdüğü yıllarda Küçükesat’tan İncesu’ya yedi farklı adreste ikamet eder (Alemdar, 2017:13). 2000’lerin başında pansiyon dediği bir yerde kalır. Burası aslında öz halasının evidir ve Erhan’dan yatak parası ister, maddi sıkıntı içinde olduğu için yemek yemeye de yakınlardaki bir arkadaşına gider (Erhan, 2015:85). Aynı zamanlarda bir yandan ev aramakla uğraşan Erhan, iki ay boyunca sokak sokak ev arar. En sonunda bir gecekondu apartmanının deposundan bozma bir yerde ev bulur. Seyranbağları’nın en üst noktasında olan gecekondunun mahallesi son derece gerici bir çevredir. Öyle ki akşam belli bir saatten sonra Erhan dışarı çıkmaktan korktuğunu ifade eder. Bir antre ve odadan ibaret olan eve -imar kaydı bulunmadığından- telefon da bağlatamayan Erhan, aynı zamanda ısınamamaktan da şikâyetçidir. Kıt kanaat geçindiği dönemlerdir. Bir yandan Öküz dergisine yazılarını gönderirken bir yandan da bazı dershanelerde çalışır. Aile bağları tamamıyla kopmuştur (Erhan, 2015:87). Zaten bir yıl sonra da Ankara’yı ardında bırakarak İstanbul’a taşınacaktır. Şair sözcüğünü meslek olarak kayıtlara düşmek İlhan Berk’in fikri olsa da Erhan’ın; çektiği onca acıya, parasızlığa, işsizliğe ve yalnızlığa rağmen ölüm kâğıdına mesleği şair olarak yazılır (Alemdar, 2017:14) fakat Ahmet Erhan, henüz 17 yaşında başladığı şairliğini ve yazmış olduğu şiirleriyle ilgili pek fazla konuşmayı tercih etmez. Erhan, ilk kitapları çıktığından bu yana Işıl Özgentürk, Türkân Yeşilyurt-Emel Güz, Ayhan Şahin, Teoman gibi isimlere röportaj verir. Çok fazla röportaj vermeyi sevmeyen Erhan, en son Oğul adlı şiirini izin isteyerek besteleyen Teoman’la on yıl kadar telefonla görüştükten sonra bir araya gelmeye karar verir. Şiirinin bestelenmesine izin veren Erhan’ın Teoman’dan bir ricası vardır, o da: Oğul’u şarkı 16 olarak değil de şiir olarak belirtmesidir. Teoman, Erhan’ı kırmaz ve istediğini yapar (Yakupoğlu, 2007:1). 24 Ocak 1993’te çok sevdiği Uğur Mumcu’nun katledilmesinin ardından 2 Temmuz 1993’te gerçekleşen Sivas Katliamı, Ahmet Erhan’ı derinden etkiler. Özellikle Sivas’ta en yakın arkadaşları Behçet Aysan ve Metin Altıok’un ölümü şairi büyük bir acıya ve depresyona sürükler. O günden sonra toparlayamayan Erhan, kendisini günden güne daha çok alkole verir. Bu yüzden dayanamaz Ankara’ya. Girdiği her sokakta, gittiği her yerde Behçet abisini görür (Bozkurt, 2013: 15). Bir de üstüne çeşitli dergilere yazı göndermesine ve yer yer dershanelerde çalışmasına rağmen işsizlikle ve parasızlıkla boğuşur. Ayak ağrıları gitgide artar, o dönem deprem bölgesinden gelen öğretmenlerin düşük ücretlerle çalışmaya razı olmaları da Erhan’ı maddi açıdan etkiler ve öğretmenlikten uzaklaşmak zorunda kalır (Erhan, 2015:88). Böylelikle 2001 yılına kadar Ankara’da yaşayan Erhan, Hüseyin Alemdar’ın da ısrarıyla Kıymet Hanım ve oğlu Deniz’den koparak (Alemdar, 2017:13) 5 Nisan 2001 Perşembe günü, 43 yaşında, elinde siyah bir çantayla İstanbul’a gelir (Erhan, 2019:7). “Kazancı Yokuşu’nun hemen yanında eski adı Sormargir, yeni adıyla Başkurt Sokak’ta eski bir Beyoğlu evinin küçücük birinci katı”na (Fişekçi, 2013:9) yerleşir. Bir yandan Öküz dergisinde yazmaya devam eder ancak maddi sıkıntılar yine peşini bırakmaz. Neredeyse tüm parası kira ve alkole gitmektedir. Dostu Hüseyin Alemdar, bu durumu bildiğinden Erhan’a Yapı Kredi ve İş Bankası gibi banka kuruluşlarının yayınlarına ya da Metis ve Can gibi yayınevlerine editör olabilmesi için ona yardım etmek ister, böylelikle Erhan da Enis Batur’la görüşür. Enis Batur, Yapı Kredi Yayınlarında kendisiyle görüşürken Alemdar’a Erhan’ın haftada kaç gün içtiğini sorar. Alemdar da “Artık içmiyor.” diyerek yalan söyler (Alemdar, 2017:13) fakat karşı tarafa inandırıcı gelmediği için Erhan’ın editörlük hayalleri gerçekleşmez. Cihangir’deki hayatı kısa süren Erhan; şehrin gürültü patırtısından, ekonomik sıkıntılardan uzaklaşmak için 2002 ve 2007 yılları arasında önce Silivri’ye; 31 Mart 2007’de de kendini dinlediği -dinginlik yıllarım- dediği Silivri’den ayrılarak Beylikdüzü’ne yerleşir (Tevfik, 2014:46). İstanbul’a yerleşmesinin üzerinden çok fazla geçmeden -aynı Behçet abisi gibi- kanser olduğunu öğrenen Ahmet Erhan, uzun yıllar süren kanser tedavisi ve ardından sesini kaybetmesiyle kendini yazma işine verir. Öyle ki yazmak tüm hayatını kaplayan bir eyleme dönüşür. Bir gün, bir kâğıdı oğlu Deniz’e gösterir. Kâğıtta: “Bir şair daha başka ne ister ki. Sesim olmasa da olur, önemli olan yazmak, yazı ile derdini anlatmak…” yazıyordur (Bozkurt, 2013:16). 17 “Son yıllarını, şarkı sözlerinden gelen kırıntılarla yaşayan, birçok yayınevinden düzeltmenlik isteyen ancak şiirlerinde ortaya koyduğu sarhoş imajından dolayı kimsenin oralı olmadığı Ahmet Erhan’ın yirmi yıl Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptığı unutulmuş gibi davranılır. İstanbul, Ahmet Erhan’ı tanımakta zorlanmış gibidir.” (Akbayır, 2013:4). Öyle ki “Silivri’den ayrıldıktan sonra artık çok fazla şiir yayımlamaz şair, dergilerde pek gözükmez, başlı başına bir kitap çıkarmaz. Silivri’de işaretleri gelen gırtlak kanseriyle başlayan süreç, sağlık sorunları peşini bırakmaz. Kendi de uzak durmayı seçer bir tavır olarak.” (Tevfik, 2014:46). 1.2.1.3. Evlilikleri, Oğlu ve Arkadaşlıkları Ahmet Erhan hayatı boyunca iki evlilik yapar. İlki Kıymet Hanım, ikincisi Hacer Hanım’ladır. Kıymet Hanım’dan 9 Aralık 1986’da Ankara Hacettepe Hastanesi Doğum Kliniği’nde oğlu Ahmet Deniz dünyaya gelir. Kıymet Hanım zor bir doğum yapar çünkü Erhan’la aralarında kan uyuşmazlığı vardır: Erhan, A RH pozitif; Kıymet Hanım ise, A RH negatiftir. İç parçalayan çığlıklarına o henüz altı yaşındayken kaybettiği annesinin adı ile Erhan’a savurduğu küfürler karışır Kıymet Hanım’ın. Nihayet doğum gerçekleşir ancak kan uyuşmazlığından ötürü Ahmet Deniz’i on beş gün kadar kuvözde tutarlar. Deniz için hem negatif hem de pozitif kan bulunması gerekir. İhtiyati elden bırakmayan Ahmet Erhan haftalar öncesinden paltosunun cebine birçok jeton doldurmuştur; ulaşabileceği her yeri, herkesi arar (Erhan, 2019:141-144). Zaman zaman öfkeyle söz ettiği ilk eşi Kıymet Hanım, titiz ve eleştirici biridir (Alper, 2023:88). Aynı zamanda da zor bir doğumu atlattığı için Erhan’ın gözünde sıkı bir Boşnak kızıdır (Erhan, 2019:145). “Yay burcunun delişmen çocuğu” (Erhan, 2019:148) diye nitelendirdiği oğlu Deniz, ailenin hayatına girince kendisine babalık sıfatı da yüklenen şair, adeta sersemler. Erhan, bu ruh hâlini: “pek çok şeyin olduğu gibi baba olmanın da acemisiydim” (Erhan, 2019:154) diyerek ifade eder. Ahmet Erhan’ın birçok eserinde yer yer oğluna vasiyet niteliği taşıyan yazılar görürüz. Örneğin, 1992 yılında Deniz Unutma Adını! şiir kitabını yayımlattığında kitapta yer alan “İlk Vasiyet” şiiri, oğlu Ahmet Deniz’e ithafendir. 2001’de yayımlattığı Ankara-İstanbul Karatreni adlı deneme kitabında Deniz…Oğlum… bölümü de keza Ahmet Deniz içindir. Bunda oğluna iyi bir baba olamamanın suçluluğu, onunla ilişkilerinin zayıflaması, aralarına giren şehir ve hayat mesafesi ve gün geçtikçe kendi babasına benzediğini düşünmesi de etkili olmuştur. 18 Ahmet Erhan, 3 Ocak 2000 tarihli Ferruh Tunç’a yazdığı mektubunda “Bendeki aile kavramını siz ayakta tutuyorsunuz. Bense öteki aileye yanaşma çabalarımı ancak böyle çırpınarak göstermek durumunda kalıyorum.” (Erhan, 2015:85) diyerek içinde bulunduğu durumu ve yalnızlığını anlatır. Erhan’ın ölümünden sonra oğul Ahmet Deniz, babasına Bak, Unutmadım Adımı… diye seslenir. Şiirlerinde Ahmet Erhan olup oğluna yabancı, gerçekte ise Ahmet Erhan Bozkurt olarak oğluna yakındır. Oğlunun “Seni seviyorum ve hep sevdim.” diyemediği ama öğrencilerinin en kral öğretmedir Ahmet Erhan. Oğlunun iktisatçı oluşuna hayıflanan ama bir o kadar da onunla gurur duyan; ses rengini, kaşlarının, burnunun ve dudaklarının şeklini oğluna veren; şiirlerini oğlunun okumasını istemediği hâlde her fırsatta kendini oğluna anlatmaya çalışandır Ahmet Erhan (Bozkurt, 2013:14). Kıymet Hanım’la evliliği uzun sürmez, süremez. Bunda alkolün etkisi yadsınamayacak kadar büyüktür elbette ancak geçmişte sorunlu-alkolik bir baba ve kendisini evine adayan bir annenin bulunduğu bir evde büyüyen Ahmet Erhan için anneyi kurtarma düşüncesi bilinçdışında şekillenmiş olabilir. Çocukları da olduktan sonra evdeki eş-sevgili kadın, artık anne olmuştur ve bu eş ya bu rolü üstlenecek, sonsuza kadar bakıcı gibi kalacak ya da ilişkiyi sonlandırıp bitirecektir. Netice olarak Kıymet Hanım, bilinçli ya da bilinçsizce evin anne rolüne zorlanmış, Erhan da evin haylaz çocuğu olarak kalmış ve babalık rolünde zorlandığı bir süreç yaşamıştır (Alper, 2023:53-54). Kıymet Hanım’dan ayrıldıktan sonra kendisini eşinden ayrılan ilk insan olmadığı yönünde avutmaya çalışan Erhan, altı ay kadar hastanede alkol tedavisi görür ancak hastaneden çıkar çıkmaz kendisini yine alkole verir (Erhan, 1998:126). O günlerde bir gün bir köpek alır eve: Ayışığı. Bu sevimli kara köpek Erhan’ın yalnızlığının dünyaya açılan çığlığı olurken küçük Ahmet Deniz içinse insan dışındaki bir varlıkla oynamanın simgesi olur (Erhan, 2019:153). Ayrılık sonrası yerleştiği Esat Caddesi’ndeki soğuk ve kendi deyimiyle tabuta benzeyen evinde Ahmet Deniz’in geleceği hafta sonlarını iple çeker (Erhan, 2019:152). Ayışığı hem birçok şiirine hem de 1998’de yayımladığı Köpek Yılları öykü kitabına konu olur. Ahmet Erhan’ın ikinci evliliği Hacer Günaçar’ladır. Nikâh şahitliğini Ataol Behramoğlu yapar (Alemdar, 2017:13). Hacer Hanım’dan çocuğu olmaz. Hacer Hanım’ın Yusuf Alper’e anlattıklarına göre Erhan’ın on beş gün kadar içki içmediği olur ardından bir şekilde içkiye başladığında ise aşırı miktarda alkol aldığı olurmuş (Alper, 2023:85). Her şeye rağmen Hacer Hanım, Ahmet Erhan’ın kansere yakalandığını öğrendiğinden, tedavi sürecine ve hayata gözlerini yumduğu güne kadar yanında kalır. 19 Arkadaş çevresinin en sevileni olan Ahmet Erhan’ın edebiyat çevrelerinden ve dışından birçok arkadaşı olmuştur. Kırmızı Kedi Yayınları tarafından iki cilt hâlinde yayımlanan Ahmet Erhan’ın toplu şiirleri Burada Gömülüdür’ün, 18 Ocak 2014 tarihli sunuş yazısını kaleme alan Adnan Özer ile yakın arkadaşları Akif Kurtuluş, Erhan’ın mahalleden arkadaşlarıdır (Özer, 2022a:6). Ahmet Erhan, 1978’de Yaşar Miraç ve Adnan Özer’le Yeni Türkü Şiir Gazatesi’ni çıkarır (Akbayır, 2013:4). Adana Demirspor’da oynadığı yıllarda Fatih Terim’le de aynı mahallede oturur, arkadaşlık yapar (Akbayır, 2013:5). Erhan, Ferruh Tunç ve eşi Zerrin Hanım’la uzun yıllar telefonda görüşüp mektuplaşır. Haydar Ergülen, Ercan Kesal, Hüseyin Ferhad, Özcan Karabulut, Adnan Azar, Behçet Aysan, Orhan Alkaya, Tamer Ay, Refik Durbaş ve Erdal Alova da Erhan’ın çok eski arkadaşlarıdırlar. Ahmet Erhan, Ankara’dan İstanbul’a taşındığı yıllarda eski arkadaşları Turgay Fişekçi ve Artin Demirci’yle çok zaman geçirir. Fişekçi, bir gün Artin Demirci’nin Kuzguncuk’taki atölyesine Erhan’ı götürmek ister. Uzun uğraşlar sonucu ikna olan Erhan, birkaç saat poz vereceği için telaşlıdır, yerinde duramaz. Bu durum atölyede de devam eder ancak çok kısa bir sürede çok başarılı bir resim ortaya çıkar (Fişekçi, 2013:9). Yıllar önce İstanbul’a taşınan Haydar Ergülen ve Ercan Kesal da hayatına İstanbul’da devam etme kararı alan Erhan’ı yalnız bırakmazlar. Ercan Kesal, 1984 yılında doktor olup Ankara’ya geldiğinde ilk iş olarak Zafer Çarşısı’na uğrar. Amacı genç bir şairle tanışmaktır. Bu kişi Akdeniz Lirikleri ve Alacakaranlıktaki Ülke kitaplarının şairi Ahmet Erhan’dan başkası değildir. Biraz sohbet ederken birbirlerine ısınırlar ve kurdukları dostluk, Erhan’ın öldüğü güne kadar devam eder (Kesal, 2019). Ahmet Erhan’ın oğlu Deniz dünyaya geldiğinde de yine Ercan Kesal yanlarındadır. Erhan “İlk, kadim dostum, can arkadaşım Doktor Ercan” diye bahseder kendisinden (Erhan, 2019:145). Hüseyin Alemdar ise Ahmet Erhan’ı ailesi bilmiş bir dostudur. Kurucusu olduğu Orhan Murat Arıburnu Ödülleri’nde Erhan’ın birkaç kez yanında olup jüri üyeliği yapmasını hiç unutamaz. Erhan, ona “Hüs, dümbük” diye seslenir. Yer yer aralarında kırgınlıklar olsa da bir gün Erhan’ın “Lan Hüs, dümbük, böyle gider Ankara’ya dönemezsem senin eline düşeceğim, beni babamın mezarına sen indirirsin!” demesi Alemdar’a çok dokunur ancak Erhan vefat ettiğinde onu İstanbul’dan Ankara’ya getirecek olan da babasının mezarına indirecek olan da Hüseyin Alemdar’dan başkası değildir (Alemdar, 2017:13-14). Büyük Ekspres Kuşağı, Murat Koçak’ın yol arkadaşlarıyla kendisine verdiği bir isimdir: Akif Kurtuluş, Behçet Aysan, Adnan Satıcı, Hüseyin Ferhad, Azer Yaran, Adnan Azar. Genç 20 78 Kuşağı şairleridir onlar. Ahmet Erhan’ın acılarla sevinçleri ortak yaşadıkları, acılı kuşağıdır. Sakarya Caddesi’ndeki Ekspres’te içtikleri içkilerin hatırınadır bu adlandırma (Akıncı, 2015: 17). Ahmet Erhan 1978 yılında defterler dolusu şiirler yazıp onları gözü gibi korumaya çalışsa da birileriyle şiir, siyaset, hayat konuşmaya ihtiyaç duyar. Tam da böyle günlerde Mersin’de on beş yıl arayla aynı bahçeden portakal çaldığı Özdemir İnce ile tanışır ve çevreye girer. Metin Altıok, Nebahat Altıok, Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu ile dostluk kurar ve onları ailesi bilir (Erhan, 2019:113-114). Behçet Aysan ise, Behçet abisidir. 2 Temmuz 1993’te Metin abisi ve Behçet abisi de olmak üzere 37 kişi katledilir. “Sivas olduğunda, bütün mahallemin çocuklarını kaybettim ve bütün İsmet Özel kitaplarını attım çöpe. Orada ölenler 37 kişiyse 30’unu tanıyordum Sadece şiirleri, romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da… Onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık.” diyerek acısını anlatır (Akıncı, 2015: 17). Oğlu Ahmet Deniz, Sivas’tan sonra babasının “Orada benim 37 canım değil, ben de öldüm, giden canımız aslında 38…” dediğini duyar (Bozkurt, 2013:15). Sivas olaylarından sonra Erhan bir daha kendisini toparlayamaz ve alkol tüketimini artırır. Ankara’dan kaçar ve Sivas’ın doğusuna gitmeyi kendine yasaklar (Bozkurt, 2013:15- 16). 1.2.1.4. Kişiliği Ahmet Erhan, çok kırılgan ve hassas bir mizaca sahiptir. İlhan Bilecik ile yaptığı röportajda “En büyük tutkum futbol oynamaktı o sıralar. Bütün çocukluğumu ve gençliğimin ilk yıllarını kapladı bu uğraş. Tam iyi bir futbolcu olduğuma inandığım bir sırada birdenbire bıraktım onu da.” (Erhan, 1982:9) diyerek hassas ve kırılgan ruhunu yansıtır çünkü “Ahmet Erhan’ın küsme huyları vardır, futbola da küser.” (Akbayır, 2013:4). Yaşadığı hayattan nefret eder ama yaşamayı da çok sever Erhan. Şiirlerinde oğluna sevgisini bıkmadan, usanmadan dile getirir ama oğlunun yüzüne karşı söyleyemez. Hayat ve insanlar kirlenip değiştikçe acısı artar ve alkole sığınır. Dayanamaz. 90’lı yılların sert koşullarında televizyonda bir Kürt çocuğun zincire vurulmuş görüntüsünü görür ve mide kanaması geçirir (Bozkurt, 2013:14). Erhan, zaman zaman alkole sığınmasını panik ataklı anksiyete diye bir hastalığa yorar. Ahmet Erhan sokağa tek başına çıkmakta zorlanır; yükseklik, asansör, maç ve miting kalabalıkları ile son yıllarında türeyen hipermarket kalabalığı, telefonsuzluk, hastanelere uzak 21 yerlerde barınamama gibi birçok saplantısı ve korkusu vardır şairin (Erhan, 2000:17). Fakat bu kadar korkuya rağmen korkularıyla da mücadele etmesini bilmiş, korkularına rağmen yaşamaya devam etmiştir. Ankara’da kaldığı dönemlerde balkondan Ankara manzarasını izlemek için - yükseklik korkusu olduğunu bile bile- evin orta yerine bir beton çivisi çakar. Çiviye bir ip geçirir, onu da beline bağlar. Böylelikle çok sevdiği Ankara’sını izler (Erhan, 2019:72). Oğlu Ahmet Deniz’in doğumunda da bebeği yoğun bakımda kuvöze alırlar. Yoğun bakım bölümü dokuzuncu kattadır. Annesinin kolunu tutup gözlerini kapayan Erhan, oğlunu görebilmek için asansör korkusunu da hiçe sayar (Erhan, 2019:148). Yalnız içmeyi, müzik dinlemeyi, evleri, yatakları çok seven Erhan, alkolü bir sonuç olarak görür. Bazen üç ay ağzına içki sürmez; o zamanlar okur, yazar ama bazen de öyle bir içmeye başlar ki ev, boş şişeler mezarlığına döner (Erhan, 2000:16). En sevdiği film Sonsuzluk ve Bir Gün’dür (Alemdar, 2017:14). Yusuf Alper ile yaptığı telefon görüşmesinde Ahmet Erhan, “özellikle içki içmediği zamanlarda oldukça çekingen, kaçıngan bir davranış biçiminin olduğunu, topluluk karşısına çıkarken çok heyecanlandığını, avuçlarının terlediğini ve titremelerinin olduğunu da belirtmektedir.” (Alper, 2023:85). “Ahmet Erhan’ın dört tutkusu vardır: Şiir, aşk, futbol ve at yarışları. En derin aşk şiirlerini âşık olmadığı dönemlerde yazar. Erhan’a göre insan hayatta bir kere âşık olur, ötesi o aşkın dipnotlarıdır.” (Akbayır, 2013:4). “Galatasaray âşığı, İnter sempatizanı, Real Madrid’in azılı düşmanı” (Bozkurt, 2013:14) olan Erhan, at yarışlarına oldukça meraklıdır. Özellikle dönemlerde hayatının meşguliyet alanlarından biridir. Atlarla haşır neşir olmayı, onları sezinlemeyi, genlerine varana dek haklarında bilgi sahibi olmayı çok sever (Erhan, 2000:17). Ahmet Erhan, Ferruh Tunç’a gönderdiği mektubunda “Bir de yalnız yolculuk yapacak kadar büyümedim galiba. Neyin korkusudur bu, bilmiyorum, bilemeyeceğim. Bütün zeminlerde yalnızlığa bir türlü alışamadım; öte yandan başka biriyle olmak düşüncesi bile bana korkunç sıkıntı veriyor.” (Erhan, 2015:85) diyerek yer yer ikircikli ve çelişkili ruh dünyasını da dile getirir. Ahmet Erhan’ın önce sahip olduğu aile yıkılmış, yük omuzlarında kalmıştır. Sonra kendi ailesini kurmuş, bir de çocuğu olmuştur. Annesi ölmüş, boşluğa düşmüştür. Kurtulan ülke dizlerinin üstüne çökmüş, iktidar kendi çocuklarına kıymış, kardeşlik birbirini kırmıştır. Kırgınlığını şiire dönüştüren Erhan, ömrünün sonuna kadar kendini hırpalamıştır. Şiirlerinin temel izleği ölüm üzerine olan Erhan; öykündüğü Mayakovski, Yesenin, John Barrymann gibi 22 yapmamış, hayat ona ağır gelse de o, her şeye rağmen yaşamayı seçmiştir çünkü ona göre eylemli bir intihar kendinden yeterince geç(e)memiş birinin işidir (Tunç, 2013:22-23). Bu yüzden o yaşarken ölmeyi, ölürken yaşamayı istemiştir. Maddi manevi sıkıntılarla geçen ömründe bunu çevresine yansıtmamaya çalışmıştır (Erhan, 2015:85-88). Ahmet Erhan’da her şey doğaldır (Miraç, 2013: 17). Yapmacıksız bir hayat sürmüştür. Erhan, “İçe dönüktür ama servet, güç, kadınların sevgisi gibi şeyleri fazla önemsememiştir.” (Alper, 2023:24). 2000’li yıllarda şair olarak tanınmadığından dert yanmış, son on yılında kendini sakladığını hissederek (Erhan, 2000:16) bir nevi unutulmaktan korkmuştur. 1.2.1.5. Hastalığı ve Ölümü Ahmet Erhan, Sivas Katliamı’nın ardından iyiden iyiye Ankara’da yaşayamadığının farkındadır çünkü her yerde Behçet abisini görür. Ankara kendisine dar gelince İstanbul’a taşınma kararı alır ancak Behçet abisi onu orada da yalnız bırakmaz çünkü İstanbul’a yerleşmesinin üstünden çok geçmemiştir ki çok sevdiği Behçet abisi gibi kansere yakalanır (Bozkurt, 2013:16). Yaşar Miraç, bununla ilgili şöyle der: “Ahmet’i Ankara yedi; (Etlik, Kızılay, Küçükesat…) İstanbul bitirdi; (Cihangir, Beyoğlu, Silivri, Beylikdüzü…)” (Miraç, 2013:17). Gırtlak kanseridir Ahmet Erhan. İki kez ameliyat olur. İkinci ameliyatında ses tellerinden birini alırlar, üstelik ameliyat esnasında kalbi kısa süreliğine durur. 50 yaşına sağlık sorunlarıyla giren Erhan’ın en çok ağrına giden sesidir. 20 yıl Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yapmış biri olarak çocukların sesinden korkması Erhan’ı çok üzer (Akbayır, 2013:5). Ancak “ameliyatından sonra hem içkiye hem sigaraya eskisi gibi (daha fazla değil) devam eder.” (Tunç, 2013:23). Gitmekte kararlı gibidir. Ahmet Erhan, Kıymet Hanım’dan ayrıldıktan sonra ve daha birçok kez alkol tedavisi görür. Kimisi kendi isteğiyledir, kimisi herkesin ebeveynliğe soyunmasıyladır (Erhan, 2019:79). Ama her seferinde alkole geri döner. Bu da süreci hızlandırır. Çok sevgili dostu Ercan Kesal’ın sahip olduğu Özel Okmeydanı Hastanesi’nde 501 numaralı torpilli odada son günlerini geçirir Ahmet Erhan. Kesal rutin kontrolleri yapmak üzere arkadaşının yanına uğrar, o günü şöyle anlatır: “Üç kadın, Erhan’ın günlük rutin vücut temizliğini yapıyordu. Biri, cefakâr eşi Hacer, diğerleri hemşire ve temizlik görevlisi. Bir süredir yatağa bağımlı olan Erhan, sessizce ve tepkisizce yapılanları izleyerek yatağında yatıyordu. Kapıda biraz durdum ve bekledim. Sonra fark etti beni ve bakıştık bir süre… ‘Ah 23 kardeşim!’ dedim içimden. Yan yana yürüdüğümüz, sarhoş olup ağladığımız, kucaklaşıp coştuğumuz; uykulu, uykusuz, hiç bitmeyecek zannettiğimiz, gençliğimiz, gecelerimiz… Bir hinlik geldi aklıma: Yatağın yanına gelerek ‘Tamam, birader’ dedim. ‘Evet, böyle bir hayalimizi hatırlıyorum. Etrafımızda kadınlar olacaktı. Onlar fır döneceklerdi. Biz yan gelip yatacaktık. Keyif keka. Ama sanki bu değildi.’ dedim sırıtarak. İnce, kararmış dudaklarını güçsüzce açıp gülümsedi.” (Kesal, 2019). Yine aynı hastanede ölümünden on gün önce arkadaşı Yaşar Miraç ziyaret eder Erhan’ı. Erhan, arkadaşından bir şey ister ancak konuşamadığı için Miraç anlayamaz. Eşi Hacer Hanım tercüme eder: “Küçük bir ölüm makinen yok mu?” diye sorar Erhan. “Var ama benimki bozuk.” der ve ekler Miraç, “Getiririm tamir edebilirsem…” Büyük ölüm makinesi birden çalışıverir (Miraç, 2013:18). Ahmet Erhan pazar günlerini hiç sevmez. “Oldum olası şu pazarları sevemedim hiç, çocukluğumdan beri!” diyerek anlatır bunu da. (Bozkurt, 2013:14). Ölüm, o sevmediği pazar günü gelir. 4 Ağustos 2013’te Ahmet Erhan 55 yaşında dünyaya gözlerini yumar. Babası, 1975 senesinde 51 yaşındayken vefat eder. Ahmet Erhan da bu yüzden hep babasının öldüğü yaşı geçmek ister. Dört yıl kadar geçer de… Cenazesini yakın dostu Hüseyin Alemdar, Özel Okmeydanı Hastanesi’nden alarak Ankara’daki -Erhan’ın da kendisinden isteği üzerine- Karşıyaka Mezarlığına defneder (Alemdar, 2017:13). “Şiirin ve hayatın has evladı Ahmet Erhan, şimdi An(a)kara’sındaki Karşıyaka Mezarlığında sevgili annesi Emine Hanım’la komşu, babası Ahmet Bozkurt’la aynı mezarda sonsuz arkadaş… Ve Behçet Aysan’ın sonsuz ışıklı evreninde… Çünkü iyi insanlar, ışıklar ve şiirler içinde tersine büyürler. Ve hayatımıza her dem karışırlar… Karışsınlar…” (Tevfik, 2014:47). 1.2.1.6. Ödülleri Ahmet Erhan, 1981 yılında henüz 22 yaşındayken yayımladığı ilk şiir kitabı Alacakaranlıktaki Ülke ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanır. Sanatçı, bu ödülü alan en genç şair olma özelliğini günümüzde de korur. Şair, 1992 yılında yayımlanan Deniz, Unutma Adını eseriyle Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü alır. 1997 yılında yayımlanan Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi adlı şiir kitabıyla 1998 yılında Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü; 1999 yılında ise Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü kazanır. Sanatçı, 2003 yılında yayımlanan Kaybolmuş Bir Köpek İlanı adlı şiir kitabıyla 2004 yılında Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü alır. Bu üç ödülünün sevincini (Cemal 24 Süreya, Halil Kocagöz ve Yunus Nadi Ödülleri) arkadaşı Hüseyin Alemdar ile yaşayan Erhan, ödül törenlerine büyük bir ikna çabasıyla gider ancak Bay Alkol Ahmet, Halil Kocagöz Şiir Ödülleri Töreni’ne gitmesine izin vermez (Alemdar, 2017:13). 2005 yılında yayımlanan Şehirde Bir Yılkı Atı adlı eseriyle Behçet Aysan Şiir Ödülü’ne layık görülür. Bu ödül Erhan için çok önemli ve çok da anlamlıdır çünkü çok yakın dostu olan ve ağabeyi olarak gördüğü Behçet Aysan Sivas’ta, Madımak Oteli’nde -orada olan diğer birçok arkadaşı gibi- katledilmiştir. Bu yüzden Erhan, Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü kendi ifadeleriyle şöyle değerlendirir: “Bana şu dünyada şairlerini yakmış bir tek ülke gösterebilir misiniz? Herkesin Nobel’i konuştuğu günleri yaşıyoruz. Behçet Aysan Ödülü Türkiye’nin Nobel’idir ve ‘mağrur’ Batı’ya karşı ‘mağdur’ halkların simgesi olmalıdır.” (Erhan, 2007:34). Son ödülü ise 2008 yılında Sahibinden Satılık adlı eseriyle aldığı Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’dür. 1.2.2. Eserleri İlk şiirleri Militan dergisinde yayımlandığında Erhan, 18 yaşındadır. 22 yaşındayken yazdığı Alacakaranlıktaki Ülke ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü alan şair, genç yaşta tanınmaya başlar. Şair kimliğiyle tanıdığımız Erhan’ın şiir türü dışında az sayıda eseri vardır. Ahmet Erhan, Köpek Yılları adında toplu öykülerinin yer aldığı bir öykü kitabı ile Ankara- İstanbul Karatreni adlı bir de deneme kitabına sahiptir. 14 şiir kitabı olan şairin şiir kitapları şunlardır: Alacakaranlıktaki Ülke (1981), Yaşamın Ufuk Çizgisi-Akdeniz Lirikleri (1982), Sevda Şiirleri (1984), Zeytin Ağacı (1984), Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin (1984), Ölüm Nedeni: Bilinmiyor (1988), Deniz, Unutma Adını! (1992), Öteki Şiirler (1993), Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997), Resimli “Ahmetler” Tarihi (2001), Ne Balık Ne De Kuş (2002), Kaybolmuş Bir Köpek İlanı (2003), Şehirde Bir Yılkı Atı (2005), Sahibinden Satılık (2008). 1984 yılında Sevda Şiirleri, Zeytin Ağacı ve Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin adlı eserler, Kuş Kanadı Kalem Olsa adlı şiir kitabının içinde toplu olarak yayımlanır. Erhan’ın Ankara’da yaşadığı zamanlarda yazdığı şiir kitapları Yeni Türkü, Lir ve Bilgi yayınevleri tarafından; 2001 yılı itibarıyla İstanbul’a taşınmasından sonra yazdığı şiir kitapları Everest Yayınları tarafından basılır. Haziran 2006’da Ahmet Erhan’ın 30. sanat yılı münasebetiyle Everest Yayınları, Buz Üstünde Yürür Gibi adını taşıyan seçme şiirleri 30. yıla özel baskıyla yayımlar. Şubat 2015’te ise tüm şiirleri Burada Gömülüdür ismiyle iki cilt hâlinde Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanır. 25 1.2.2.1. Şiirleri Ahmet Erhan, kendi poetikasını hiçbir zaman kaleme almamış olsa da aslında belli başlı kavramlar poetikasını belirlemiştir. Bunlar: hayat, vicdan ve Türkiye’dir (Tunç, 2013:21). 1.2.2.1.1. Alacakaranlıktaki Ülke Ahmet Erhan’ın ilk şiir kitabı Alacakaranlıktaki Ülke, 1981 yılında Yeni Türkü Yayınları tarafından basılmıştır. Erhan, henüz 22 yaşındayken yayımladığı bu kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü almaya hak kazanan en genç şair olmuştur. Hem kitaba adını veren hem de kitabın ilk şiiri olan Alacakaranlıktaki Ülke, 16 bölümden oluşur. Kitapta “ağırlıklı olarak 70’li yılların ikinci yarısının ve 1980’lerin toplumsalının Ahmet Erhan’ın kişisel dünyasındaki yansımalarını görürüz.” (Şafak, 2006: 57). Kitaba da adını veren ve uzun bir şiir olan “Alacakaranlıktaki Ülke” şiiri, ilerleyen zamanlarda yazacağı uzun şiirlerin habercisi gibidir (Berksoy, 2001:23). “Bugün de Ölmedim Anne” şiiri, kitabın üçüncü şiiridir. 1990 senesinde Ahmet Kaya, “Bugün de Ölmedim Anne” şiirini besteleyerek Dardayım adlı şarkısında okur. Şarkı da şiir de çok sevilir. Bu sayede Ahmet Kaya gelir elde ederken Ahmet Erhan o dönemlerde yoklukla mücadele etmektedir ve Kaya’ya dava açar çünkü Kaya, şiiri izinsiz bestelemiştir. Erdal Alova, Cemal Süreya, Ataol Behramoğlu, Küçük İskender gibi isimler arkadaşları Ahmet Erhan’ın yanında olduklarını göstermek için altı ay boyunca şiir grevi yaparlar, dergilere şiir vermezler. En sonunda Erhan, kazandığı telif hakkı parasıyla kendisine ev alır (Alova, 2022). Ama yine de Erhan davalık olduğu Ahmet Kaya’nın, en sevdiği şarkısı Siz Benim Neden İçtiğimi Nereden Bileceksiniz’i dinlemeyi çok sever ve Ahmet Kaya öldüğünde çok ağlar (Alemdar, 2017:14- 15). Aynı kitapta yer alan Bugün de Ölmedim Anne, Uzun Bir Şiirin Son Dizeleri ve Milattan Önceki Şiirler bölümlerindeki şiirler ile beraber “Alacakaranlıktaki Ülke” şiiri ile kitapta toplam 24 adet şiir bulunmaktadır. Ahmet Erhan, Alacakaranlıktaki Ülke kitabında aslında Türkiye’yi anlatır. Ölüm teması ağırlıktadır öyle ki Behçet Necatigil Ödül törenindeyken Edip Cansever ona, “Evlat ne çok bahsetmişsin, daha gençsin oysa kimden öğrendin ölümü?” (Özer, 2022a:7) diye sorar. 26 Birçoklarına göre karamsar bir tablo çizen kitapta her ne kadar hüzün ve keder iç içe olsa da bunun altında yatan temel etkenler ülke sorunları, sağ-sol çatışmaları, sabah evinden çıkan insanların evlerine tekrar dönüp dönemeyeceklerinin belirsizliğidir (Alper, 2023:11). Alacakaranlıktaki Ülke ile ilgili Işıl Özgentürk ile yaptığı söyleşide Erhan, şiirlerine sirayet eden ölüm, karamsarlık, hüzün gibi kavramlar için şunları ifade eder: “Ölümü, en genel anlamıyla ölümü yenmek için yazıyorum ben. Doğanın, insanın ve toplumun ölümüne karşı çıkmak için. (…) Alacakaranlıktaki Ülke’deki şiirleri göz önüne alırsak ölümün değil, ölüme karşı olmanın şiirleri olarak görebiliriz.” (Erhan, 1981:11). Erhan, her ne kadar böyle düşünse de “Alacakaranlıktaki Ülke’de topladığı şiirleriyle kutsal yaşama hakkını savunduğunu düşünürken karamsar, kötümser, ölümsever bir şair tanımıyla antolojilere geçer. 80 öncesinde ancak ölerek dünyayı değiştirebileceğini düşünen arkadaşlarına içerden (toplumcu) bir itiraz geliştirdiğini düşünürken bireyci suçlamasıyla yüz yüze gelir. O, yaşanan’a ilişkin saptamasını, neredeyse o an’a denk düşen bir süreçte yaparak önem kazanmıştır. Özgün yanı da budur.” (Satıcı, 2022a:370). Ahmet Erhan, ilk şiir kitabının edebiyat ortamında istediği gibi sonuç vermediğinden de yakınır: “Alacakaranlıktaki Ülke’nin zannımca bir misyonu vardır. Olumlu-olumsuz çok şey yazıldı hakkında; sonuçta sağa da sola da yaranamadı o kitap. Kolaj tekniğiyle okudu herkes, işine geldiği gibi yorumladı. Sosyolojik boyuta hemen hiç girilmedi. Bir sabah uyandım, baktım ki ‘meşhur’ olmuştum, hepsi bu…” (Erhan, 2000:16). Ayhan Şahin ile yaptığı söyleşide edebiyatımızda otuz yılı geride bıraktıktan sonra insanların hâlâ kendisinden yirmili yaşlarındaki şiirleri beklediğiyle ilgili üzüntüsünü dile getiren Erhan, ilk kitabının en kötü kitabı olduğunu ifade eder çünkü yaşı itibarıyla da bu doğaldır. Ama yine de inkâra düşmez, ne olursa olsun Alacakaranlıktaki Ülke, onun ilk göz ağrısıdır (Şahin, 2007: 32-33). “Alacakaranlıktaki Ülke kitabından sonra Ahmet Erhan kendi içine kapanan bir şiire doğru yol almıştır. Ahmet Erhan her daim şiiri spontanlıktan (kendiliğinden) kuran bir şiirle hemhâl olmuştur.” (Özkarcı, 2010:34). Ama her zaman “Alacakaranlıktaki Ülke’nin öncesinde ve sonrasında Akdeniz vardır.” (Celâl, 1989:5). 1.2.2.1.2. Akdeniz Lirikleri 27 Ahmet Erhan’ın ilk kitabı bazı kaynaklarda Akdeniz Lirikleri’dir. “Bu kitap 1979 yılında, bankamatik kartı büyüklüğünde röntgen kâğıtlarına basılarak Yeni Türkü’den çıkmıştır.” (Kayıran, 2016: 273). Ancak Erhan, 1982 yılında Mustafa Cem ile yaptığı bir söyleşide şu ifadelerle “Şiirim 1976 yılından bu yana çeşitli dergilerde sürekli olarak yayınlanıyor. Bildiğiniz gibi geçen yıl ilk kitabım Alacakarnlıktaki Ülke çıktı. Bir aksilik olmazsa bu yılın ikinci aylarında da ikinci kitabım yayımlanacak: Yaşamın Ufuk Çizgisi ve Akdeniz Lirikleri.” (Erhan, 1982: 142-144) Alacakaranlıktaki Ülke’nin ilk şiir kitabı olduğunu belitmiştir. Biz de bu çalışmada Ahmet Erhan’ın beyanını esas alarak Alacakanlıktaki Ülke’yi ilk yapıt olarak inceledik. Ahmet Erhan, güncelin getirdiklerini Alacakaranlıktaki Ülke’de yansıtırken evrenseli ve kalıcılığı aramak için Akdeniz Lirikleri’ni kaleme alır (Celâl, 1989:5). Akdeniz Lirikleri, 1982 senesinde Lir Yayınları tarafından yayımlanır. “Önce Akdeniz vardı.” görüşüne inanan Erhan’ın doğaya, insana ve topluma bakışında şiirsel duyarlılığını besleyen şey Akdeniz bilincidir. Bu bilinç; genel kategorilerin dışında bir dünya yorumunu, köklerini geçmişten alarak insanı tarihsel bir araç olarak görmeyen çağdaş bir hümanizma ve yeni bir estetik arayışı gerektirir (Erhan, 1981:11). Her fırsatta Akdeniz’e dönmek istediğini dile getiren Erhan’ın bu kitabında 35 şiir bulunmaktadır. Alacakaranlıktaki Ülke’de ağır basan kanlı canlı ölüm, bu şiirlerinde artık şaire yarenlik yapmaktadır. 1.2.2.1.3. Yaşamın Ufuk Çizgisi Akdeniz Lirikleri ile aynı sene (1982) Lir Yayınları tarafından yayımlanan eserde Erhan’ın; üzerine karamsarlık, hüzün ve keder bulaşmış ceketten sıyrılmaya çalıştığını görürüz. Erhan, ilk şiir kitabı Alacakaranlıktaki Ülke’de ölüm fikrini kanıksamaya başlar. Bunda ülkedeki siyasi olaylar sonucu meydana gelen ölümlerin payı büyüktür. Yaşamın Ufuk Çizgisi’nde ise siyasi ölümlerden ziyade daha genel bir ölüm fikri belirmeye başlayan şairin, ölüme bakışı değişim gösterir ve şair, ölüm temasını daha az işler. İlk kitabında ölümü anlatırken hayatı görmezden gelen şair, bu kitabında kendisini yaşamın ufuk çizgisinde görerek ölüm ve hayat birlikteliğini ve bu birliktelikten doğan zıtlığı şiirlerinde beraber kullanır. Seçilmiş bir yalnızlığın hâkim olduğu şiirlerinin bulunduğu Yaşamın Ufuk Çizgisi, aynı zamanda aşkı arayan bir adam resmi de çizer ancak mutluluk Erhan’a yine Akdeniz’le gelir. 28 1.2.2.1.4. Sevda Şiirleri Sevda Şiirleri 1984 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Kitabın adında her ne kadar sevda sözcüğü geçse de aslında aşktan çok fazla söz etmez Erhan. Kitap sadece “Deniz Kızı İçin Şiirler” bölümünden oluşur ve 20 şiirden ibarettir. Sevda Şiirleri, içerisinde daha çok sevgiliye sesleniş barındırır. 1.2.2.1.5. Zeytin Ağacı Zeytin Ağacı 1984 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Kitabın yayımlandığı sene Erhan henüz 26 yaşındadır. Eser, “Şair Olmak Zarar Ömüre”, “Zeytin Ağacı” ve “Kalıt” olmak üzere üç bölümden oluşur. Derin bir yalnızlığın hâkim olduğu şiirlerinde şair genel anlamda mutsuz ve umarsızdır. 1.2.2.1.6. Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin 1984 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Eserde on dört “düzyazı şiirler”in (Erhan, 1983:10) yanı sıra on bir şiir bulunur. Ahmet Erhan, eserlerinde az da olsa mitolojik motiflere yer vermiştir: Akdeniz Lirikleri’nde “Ağlayan Odysseus” şiirinde Yunan mitolojisinin deniz tanrısı Poseidon’un ve İthaka kralı Odysseus’un adları geçer. Bu eserinde ise “Ateş Hırsızı” şiirinde Prometheus’a gönderme varken aynı kitapta yer alan “Kybele’nin Son Oğlu”nda da Anadolu mitolojisinden faydalandığını görürüz. Ancak Metin Celâl bu durumu eleştirir: “Erhan’ın şiiri tek anlamlıdır. Bu şiir için zorlu bir handikaptır. Çünkü şiir çoğullaştığı ölçüde kalıcıdır. Öte yandan tek anlamlılığın ulaştığı yer düzyazıdır. Bunun bir şiir için ne kadar tehlikeli olduğunu söylemeye gerek yok. Ahmet Erhan bu açmazın farkında ve bunu kültürüyle yenmeyi deniyor. Şiirlerinde izlerini gördüğümüz mitoloji araştırmaları ve felsefî boyut bulma çabası bunun göstergesi.” (Celâl, 1989:5). Yalnızlık, her şeye rağmen yaşama arzusu ve ölüm temalarının bu eserde de ağır bastığını gördüğümüz Ahmet Erhan’ın, Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin’de yer alan “Milattan Sonra MCMLXXX” bölümündeki şiirleri uzun süredir yazmaya çalıştığını ve aslında bölümün adını da “Türkiye, MCMLXXXI” olarak belirlediğini İlhan Bilecek’e verdiği röportajdan öğreniriz (Erhan, 1983:10). Belli ki sonradan Ahmet Erhan fikir değiştirmiştir. 29 1.2.2.1.7. Ölüm Nedeni: Bilinmiyor Ölüm Nedeni: Bilinmiyor 1988 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Erhan’ın bu eserine kadar yazdığı ilk altı kitabı Ankara’da sürdürdüğü hayatından, çocukluğu ve ilk gençliğinden izler taşır. “Kitabında toplumcu görüşten uzaklaşmış olmamakla beraber bireysel duyuşun ağır batığı bir hava hâkimdir.” (Asiltürk, 2021:339). Erhan, hayat boyu tek bir şiir yazdığını dile getirir, bu aynı zamanda zor da bir iştir. Onun için Ölüm Nedeni: Bilinmiyor bir “başparmaktır” (Erhan, 2000:16) çünkü Erhan’ın tek bir şiir yazmayı başka bir boyuta taşıyan eseridir. Geçmiş karşısında fazla önemi olmayan ayrıntılar Ölüm Nedeni: Bilinmiyor’la şiirin önüne geçmeye başlar. Artık Erhan, geçmişin yerine koyacağı farklı bir geçmişe de sahiptir. Farklı algı, yorum ve anlamlandırmalarla bir nevi geçmişini bozan şair, çocukluğu ve ilk gençliğinin mekânlarıyla (Akdeniz ve Mersin) vedalaşır. Eserde yer alan uzun “Mersin” şiiri buna örnektir fakat bu tamamen bir terk edişten ziyade geçmişin bugünden itibaren yeni bir dönüşüme uğrayacağının göstergesidir (Şafak, 2006:63-64): “Ne ben tilkiyim, ne de Mersin kürkçü dükkânı Ölüme mi yaklaşıyorum, yoksa bir an durup da ufuk çizgisine bakma isteği mi bu? Artık ne olacaksa olsun, dindi türkü, atlastaki Mersin haritasını bıçakla oyup çıkardım Ve odamın duvarına astım Sustu ölüm. Sustu yaşam. Bir yorgunluk Beni anlamasanız da olur artık Sekiz Şubat Bindokuzyüzellisekiz. Ölüm nedeni: Bilinmiyor. Ülkesi: Akdeniz” (Erhan, 2022a: 484) Ahmet Erhan’nın bu eserinde ölüm temasının “Ölümü yenmek için yazıyorum.” (Erhan, 1981:11) görüşünden sıyrılarak “Yaşamdan başka ölüm yoktur”a (Erhan, 2022a:439) 30 evrildiğini fark ederiz. Yaşam, burada doğrudan ölüm olarak sunulur. Bu eserindeki şiirlerinde intihar ve alkol düşüncesi ön plandadır: “İplerimiz uçuşup duruyor havada Takacak yerimiz yok, boynumuzdan başka” (Erhan, 2022a:441) “Ateşle suyun öpüştüğü yerdedir yüzün Alkole battığım gecelerde bana süt getiren kadın” (Erhan, 2022a:447) Ahmet Erhan, şiirlerini kaleme alırken kendi hayatında olup bitenlerden ayrı hareket etmez. Örneğin, Ölüm Nedeni: Bilinmiyor’da “Koro Her Zaman Haklıdır” bölümündeki “Evlilik Öncesi Aşk” şiirini eşi Kıymet Hanım için yazmıştır (Akıner, 2023). Ahmet Erhan’ın ilk yapıtlarındaki ülke, ölüm, Akdeniz temaları Ölüm Nedeni: Bilinmiyor’da (yine) ölüm, baba, toprak ve ayna temalarıyla yeni açılımlar kazanır. Ahmet Erhan çelişik yapıda bir karaktere sahiptir ve bu hem hayatında hem de eserlerinde yansımasını bulur. Alacakaranlıktaki Ülke, lirik bir itiraz işlevini genç ölümler karşısında gösterirken Ölüm Nedeni: Bilinmiyor gecikmiş bir ölüme çağrıdır (Satıcı, 2015:371-373). Ölüm Nedeni: Bilinmiyor birçok yazar, eleştirmen, okur tarafından beğenilse de bazı açılardan ağır eleştirilere de maruz kalmıştır. Metin Celâl, Ölüm Nedeni: Bilinmiyor’da da yine ölüm ve Akdeniz temalarının karşımıza çıkmasına anlam veremez. Celâl’in, Erhan’dan beklentisi ölüm sözcüğünü kullanmadan ölüm üzerine şiir yazmasıdır. Hatta kitapta dikkat çekici bulduğu bölüm “Sarı Şiirler”dir. Erhan’ın ölüm ve Akdeniz temalarını attığında şiirinin de rahatlayacağını savunan Celâl, ondan şiirini yeni bir boyuta taşımasını ister (Celâl, 1989:5). Nihilist olduğunu söyleyen sanatçı (Erhan, 2007:32), Ölüm Nedeni: Bilinmiyor’da “doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm” (Erhan, 2022a:391) mısraıyla açıkça nihilizm kavramını da eserine taşır. Bu sebeple “Ölüm Nedeni: Bilinmiyor, nihilizm kıyılarında dolaşan bir şiir toplamıdır. Anlaşılır yanı ise, patolojisinin toplumsal-bireysel gerçeklikte yatıyor olmasıdır. Türkiye’nin son çeyrek yüzyıldaki insanı, insanlık onurunu ayaklar altına alan egemenlik tarzı, Akdeniz kıyılarında portakal satma mutluluğu düşleri kuran bir bireyi, hiçlik eksenine yerleştirmiştir.” (Satıcı, 2015:386). 31 1.2.2.1.8. Deniz, Unutma Adını! Deniz Unutma Adını! 1992 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. “1990’larda yayımladığı kitaplarında Ahmet Erhan’ın toplumsal konulara yeniden ağırlık vermeye başladığı dikkat çeker. Bu kitapların ilki olan Deniz Unutma Adını! 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş’in adından yola çıkarak kendi oğluna verdiği adın yüceltilmesi eğilimine dayanan temel bir şiir üzerine kurulur ve epik bir karakter taşır.” (Asiltürk, 2021:341). Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne layık görülen bu eserde 40 adet şiir bulunur. Eserde depresif ve nihilist bir tutumla beraber zaman zaman suçluluk ve bağışlanma isteği, bazen de dostlarından yakınmalar vardır (Alper, 22023:39-40). Eserde bulunan şiirlerinde çıkan suçluluk duygusu daha çok kendi oğlu Ahmet Deniz’edir. Erhan, şiirlerinde genellikle geleneksel olanı bozarak bazen atasözleri bazen de deyimlerle bir ironi yaratmaktadır. İroniye dayalı şiirinin temel taşı bu yüzden atasözü ve deyimlerdir. Deniz Unutma Adını! ve Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi bu ironik anlatımı daha fazla amaç edinmiş eserlerindendir (Şafak, 2006:23). Eserde yer alan “İlk Vasiyet” bölümü oğlu Deniz’e ithafla başlar. Ahmet Erhan’ın ölümünden sonra oğlu, kendisine Bak, Unutmadım Adımı… (Bozkurt, 2013:13) diye cevap verecektir. 1.2.2.1.9. Öteki Şiirler Öteki Şiirler 1993 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Bu kitapta yer alan şiirlerin özelliği; “kimi yayımlanan kitaplara o dönemlerde bütünlük açısından ters düşmüş ve alınma gereği duyulmamış; kimi yitirilip sonradan bulunmuş; kimi düpedüz ortalama olduğundan, ancak bir tarihsellik ifade ettiği için bugüne dek saklanmış şiirler.” (Erhan, 2022b:7) olmasıdır. Ahmet Erhan’ın eserine aldığı şiirler, onun 1976 ila 1991 yılları arasında kaleme aldığı şiirlerinden ibarettir. Öteki Şiirler, çocukluğu ve ilk gençliğinden izler taşıyan ilk altı kitabı (Alacakaranlıktaki Ülke, Akdeniz Lirikleri, Yaşamın Ufuk Çizgisi, Sevda Şiirleri, Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin ve Zeytin Ağacı) ile benzer tema ve bağlamda değerlendirilebilir. Bundan ötürü bu eserde de hâkim tema ölüm, yalnızlık ve yer yer intihar düşüncesidir. Bazı şiirlerinde de alkol ön plandadır: “Ama hep alkolde saklayın beni 32 Yoksa çürür giderim, dökülür bıyıklarım...” (Erhan, 2022b:84) Kitabın son bölümü olan “Turuncu Defter”e daha değişik bir gözle bakılmasını isteyen Erhan, orada şiir olduğundan emin olmamakla beraber özgün bir şeyler yazdığının düşünür (Erhan, 2022b:7). “Turuncu Defter” Cesare Pavese’nin “Ve yaşam yalnızca rüzgâr, yalnızca gökyüzü, / yalnızca yapraklar ve yalnızca bir hiç değil mi?” sözü ile başlar. Bu alıntı bizi, “Turuncu Defter”de de nihilistik bir hava yakalanmaya çalışıldığına götürür. 1.2.2.1.10. Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi 1997 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Ahmet Erhan, bu eseri ile 1998’de Cemal Süreya Şiir Ödülü ile 1999’a Halil Kocagöz Şiir Ödülü’ne layık görülmüştür ancak çok alkollü olduğu için Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü almaya gidememiştir (Alemdar, 2017:13). Akdeniz kıyılarında portakal satma düşleri (Yeşilyurt ve Güz, 2000: 10) yerini Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi’ne bırakmış ve Deniz, Unutma Adını eserini oluşturan ironik ögeler bu eserinde “artık tamamıyla toplumsal bir tepki durumuna gelmiştir.” (Şafak, 2006:25). Öyle ki Erhan, Ayhan Şahin ile yaptığı söyleşide ironi ile ilgili görüşlerini şöyle ifade eder: “Hep tek bir şiiri yazdığımı söyledim, bunca yıldan beri, ama tek bir kalıba bağlı kalmak değildi ki bu. Zaman içerisinde ironi boyutu girdi şiirlerime; acı yoğunlaştıkça zaman zaman ona sığınıyorum. İroninin yerinde kullanıldığında acının en yoğun boyutu olduğuna inanıyorum. Olmasaydı ne olurdu, belki intihar ederdim, belki değil kesinlikle şiir yazmayı bırakırdım.” (Erhan, 2007:35). Eser, 1980 Kuşağı toplumcu şairlerin hemen hepsinde görülen yenilgi izleği çevresinde oluşturulmuştur. Yüksek bir lirizmle kaleme alınan eserde Erhan, tüm şairleri bu yenilgi ve pasifizme başkaldırmaya davet eder (Asiltürk, 2021:341-342): “İşte, Pelikan dolmakalemle üç kere yazıyorum: Şairler başkaldırın! Şairler başkaldırın! Şairler başkaldırın! Bu defilede hiç değilse boyunuz uzun görünür...” (Erhan, 2022b:147) 33 Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi’nde toplumsal olaylar bireysellikle harmanlanır. Şair; eserinde yer yer dostlarından yakınır, bazen annesiyle ilgili duygularını dile getirir, kendisiyle sıkça dalga geçer, intihara öykünür ve çoğunlukla alkol eserde bulunan şiirlerde yine ön plandadır. 1.2.2.1.11. Resimli “Ahmetler” Tarihi Resimli “Ahmetler” Tarihi 2001 senesinde Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Eser “Suluayna”, “Resimli “Ahmetler” Tarihi”, “Türkiye Ayağa Kalk!” ve “Kalıt” olmak üzere dört bölümden ve 27 şiirden oluşmaktadır. Hermann Hesse’nin “Bozkırkurdu” adlı eserinden bir alıntıyla başlayan Resimli “Ahmetler” Tarihi’nde bazı şiirler birilerine (Ferruh Tunç, Fazıl Say, Doğu Perinçek, Nasuh Mahruki vd.) ithaf edilmiştir. Eseri hem özel hem de kişisel kılan taraf ise şudur: Ahmet Erhan, Resimli “Ahmetler” Tarihi’nde babası, kendisi ve oğlunun çocukluk fotoğrafları ile kendi kimliğinin ön yüzünün fotoğrafına yer verir. “Resimli “Ahmetler” Tarihi’nde dikkati çeken ilk biçimsel özellik şiirlerin genellikle standart bloklamalarla yazılmış olmasıdır; dörtlükler, beşlikler vs. Tekrar dizeler, ritim sağlayan fonetik benzerlikler, kafiye ve redifler şiirlere kolay okunurluk ve kalıcılık kazandırır. Bu şiirlerde iyice kendine, kendi çocukluğuna, ailesine dönmüş görünen şair yine lirik bir söyleyişle çocukluk, yalnızlık, isyan, anlaşmazlık temalarına yer verir.” (Asiltürk, 2021:342). Nihilist ve ironik bir tutumun hâkim olduğu şiirlerinde kendini suçlayan, aşağılayan bir Ahmet Erhan da görürüz. Özellikle 2000’li yıllardan sonra yazdığı şiirlerinde birçok tema aynı kalır fakat bu temalar ironik ögelerle varlığını sürdürür: “pis alkolik herkes seni okuyor herkes sana tutkun masalarda kadehler senin için rezerve gerçekten böyle mi düşünüyorsun Nüfus cüzdanın bile yok, yalan mı” (Erhan, 2022b:301) 34 1.2.2.1.12. Ne Balık, Ne De Kuş Ne Balık, Ne De Kuş 2002 senesinde Everest Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Ahmet Erhan’ın bu eserinde “toplumun alt kesimini meydana getirenlerin acısıyla acılanan, kendi acılarını da satır arasında sezdiren bir şair vardır. Tüketime dayalı hayat anlayışının yarattığı kopukluklar, soğudukça soğuyan insan ilişkileri, modern hayatın özellikle kentlerde yarattığı sevgisizlik ortamı, şairin dertlendiği durumlar arasındadır.” (Asiltürk, 2021:342). Ahmet Erhan, bu eserini yayımlattığında 43 yaşındadır. Kendisi artık Ankara’yı arkasında bırakmış İstanbul’a taşınmıştır ancak oğlu hâlâ Ankara’da yaşamaktadır. Tek bir şiir yazdığını savunan Ahmet Erhan’ın şiiri de aslında tek bir hayattır. O da kendi hayatı… Bu yüzden şiirleri aynı zamanda yaşadığı şehirlerin de şiiridir. Erhan, hayatını yaşadığı şehirlerden ayrı tutmaz. Onlarla birdir, beraberdir; ilgi ve ilişkilendirmelerini onlara göre kurar. Şehirlerin hayatının kendi hayatıyla bütünleşmesine izin verir. Adana, Mersin ve Ankara’nın yansımalarını şiirinde açıkça görürüz. İstanbul’da yaşamaya karar verdikten sonra önce Cihangir, ardın da kentleşen İstanbul’dan kaçtığı Silivri de bu eserinde yansımasını bulacaktır (Şafak, 2016:43-44). Ne Balık, Ne De Kuş adlı kitabında “hiçbir kente uyum sağlayamayan bireyin dramatik kaçışına, göçüşüne tanık oluruz. Kaotik zaman arifesi diye tanımlanan günümüzün vahşet koşullarına başkaldırı için için sezilir. Umudun, hümanist yani insancıl özelliklerin yok edilip unutulması temel endişe ve tepki nedenidir.” (Haşal, 2003:42). Değersizleşen yaşamda birey hiçliğe doğru düşmeye başlar. Eserin ilk bölümü olan “Şehrimin Işıkları”nda yer alan ve Nihat Genç’e ithafen yazılan “Dâüssıla” şiiri, Ankara’ya bir veda niteliği taşır. Burada bir geçmiş hatırlatması bizi karşılar ancak bu durum, aslında geçmişi sahiplenme durumudur (Şafak, 2006:44). Gerçekte şiirlerinde sözcük oyunlarına yer vermeyen şair bu şiirde oyunlara da başvurur ve bundan keyif alır (Erhan, 2007:35): “bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm ankara. anakarası yaşamadım, diyebildiğim her şeyin” (Erhan, 2022b:309) “hoşça kal şehrim, şehrim hoşça kal an kara tahtam, yan kara yüzüm, son kara yolculuğum 35 beni artık gökler, denizler paklar” (Erhan, 2022b:311) Aynı şiir, 5 Nisan 2011 Perşembe günü İstanbul’a ayak basmasıyla başlattığı Ankara- İstanbul Karatreni adlı deneme kitabında “Sunu” bölümünden hemen sonra yazılarak, şiirin sonuna da “Cihangir, 14 Haziran 2001” notu eklenerek karşımıza çıkar (Erhan, 2019:9-11). Ne Balık, Ne De Kuş’ta yer yer kendini hırpalayan Erhan, şiirlerinde farklı anlatım tarzları kullansa da kendi şiirini oluşturduğu temel izleklerden (ölüm, intihar, yalnızlık, alkol, toplumsal duyuş vb.) adı geçen eserinde de vazgeçmez. 1.2.2.1.13. Kaybolmuş Bir Köpek İlanı Kaybolmuş Bir Köpek İlanı 2003 senesinde Everest Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Ahmet Erhan 2004’te bu eseriyle ikinci kez Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü almaya hak kazanmıştır. Uzun yıllar büyük kentlerde yaşayan Ahmet Erhan, Kaybolmuş Bir Köpek İlanı eserini ortaya koyarken kasaba dediği Silivri’de yaşamaktadır ve bu yüzden eserde yer alan tüm şiirler burada yazılmıştır (Şafak, 2006:90). Kaybolmuş Bir Köpek İlanı, Sâdık Hidâyet’in Kör Baykuş eserinden bir alıntıyla başlar. Alıntıda yer alan ifadeler okuyucuya Erhan’ın eserinde neler bulacağı ile ilgili ipuçları verir. Daha önceki eserlerinde Erhan’ın tercihi olan bilinçli bir yalnızlık bizi karşılarken burada daha çok yalnızlıktan bıkmış ve korkmuş bir adamla karşılaşırız. Öyle ki bu seçilmiş yalnızlık Erhan’ı Silivri’ye kadar sürükler: “Ey yalnızlık Ey kadir-i mutlak Sen nelere kadirmişsin ki Buralara kad