TEMMUZ 1986 SAYI 1 1.100 TL. (KDV D&hll) “Daha mutlu bir gelecek için..." YAŞADIKÇA EĞİTİM Uç ayda bir yayınlanır. Sayı: 1 Temmuz 1986 Sahibi: Kültür Hizmetleri Ltd. Şti. adına Fahamettin AKINGÜÇ Yazı işleri Müdürü: Bahar AKINGÜÇ Yayın Yönetmeni: Ö.F.Sarp BENGÜ Bu Sayıda Yazanlar ÇULHA Meral, ETAN Akın, GÜNGÖRMÜŞ Oya, KORKMAZOĞLU Ümran, KULAKSIZOĞLU Adnan, MADİ Bülent, OKTAY Ayla, ROZAN Norma, YAVUZER Halide Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar: DARCAN Ayşen, GÜNER Nur SEZAL Nurgül Karikatür: Kamil MASARACI Fotoğraf: Reha AKÇAKAYA Kapak: Reha YALNIZCIK Ali Oğuz SEVİNÇ,Ömer ÜNSAL Yönetim yeri: Özel Kültür Okulları Genel Müdürlüğü Yolbaşı Sok. İncirli Bakırköy/İSTANBUL Tel: 561 26 63 561 26 64 Fiyatı: 1.100 TL. (KDV dahil) ‘ Abone Koşulları: KDV Dahil Yurtiçi Yıllık 4.000 TL. Yurtdışı: 25 DM. İlan Koşulları Arka Kapak Renkli 400.000 TL. Kapak İçleri Renkli 300.000 TL. İç Renkli Tam Sayfa 200.000 TL. Yarım Sayfa 120.000 TL. İç Siyah/Beyaz Tam Sayfa 120.000 TL. Yarım Sayfa 75.000 TL. Baskı Hazırlık ve Organizasyon: Çizgi Grafik/512 62 27 Dizgi Ekol/522 77 76 Baskı: Ayhan Matbaası Yazı, özgün fotoğraf ve resimlerin her hakkı mahfuzdur. İzinsiz kullanılamaz. Bu Sayıda... • YAYINCIDAN OKURA Ç\karken/Fahamettin AKINGÜÇ.....................................................................1 • Eğitim Dünyasından/Haberler..............................................................................3 Şampiyon Aile......................................................................................................... 3 Maya Sevgidir......................................................................................................... 3 Göz Taramaları Uyarıyor......................................................................................3 Küçük Piyanist........................................................................................................4 Elektronik Doğum........................................................................................ 4 Öğretmen İthalatı...................................................................................................5 • Çocuk Köyleri......................................................................................................... 5 • Yaratıcı Çocuğu Sever misiniz? Prof. Dr. Halide S. Yavuzer................................................................................6 • Bırakın Çocuklarınız Dilediklerince Resim Yapsınlar/Fteha YALNIZCIK..............................................................10 • Kimin Ağacı/Leo BUSCAGLIA..................................... 13 • Yaz Tatilinde Çocuklarımızın Boş Zamanlarını Nasıl Değerlendirebiliriz?............................................................14 • OLAY ÇÖZÜMLEMESİ ÖNSÖZ/Prof.Dr. Rudolf DREIKURS...........................................................18 Konuşmadan Tavır Koymak............................................................................... 19 • SÖYLEŞİ Community School/Carol FONGER’le Bir Söyleşi........................................24 • Bağımsızlık/Çocukta Özdenetim Doç.Dr. Ayla OKTAY.....................................................................................28 • Özgür Seçim İlkesi Maria MONTESSORİ....................................................................................31 • DERLEME İkizler...................................................................................................................... 32 • Sağlıklı Tepkiler...................................................................................................37 • Eğitimde Bir Davranış Biçimi Olarak Cesaretlendirme/Ak/n ETAN........................................................................ 40 • Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Bölümü ve “Anne Eğitim Programı”................................................................................... 42 • DİKKAT/Aşırı Hareketli Çocuklar.....................................................................44 • Çocuğun Gelişiminde Babanın Önemi........................................................... 47 • Ergenlik/Yard.Doç.Dr. Adnan KULAKSIZOĞLU........................................49 • Çocukta Ağız ve Diş Sağlığı............................................................................. 52 • BİLİM DÜNYASINDAN Çizgilerin Dili......................................................................................................... 54 YAYINCIDAN OKURA i Çıkarken 25 yıldır içinde bulunduğumuz eğitim dünyasında, an­ ne ve babaların çocuklarının gelecekleri için nasıl çırpındık­ larını yakından gözledik. Bu anne ve babalar, kültür düzeyleri ne olursa olsun, ister bilim adamı, ister işçi, ister ev hanımı olsunlar, çocuklarıyla ilgili sorunlar karşısında çoğu kez ne yapacaklarını bilemiyor ve paniğe kapılıyorlardı. Bunların pek çoğu, karşılaştıkları sorunları kendileri küçükken anne, ba­ ba ve öğretmenlerinden nasıl görmüşlerse öyle çözmeye ça­ lışıyorlardı. Uyguladıkları yöntemde eskiye göre hiçbir değişiklik yoktu. Ancak bu kolay ve geleneksel yöntem,de­ ğişen ve gelişen dünyamızda, ne sorunlara çözüm getiriyor ne de aileyi mutlu etmeye yetebiliyordu. Anne ve babalar çocuklarını daha iyi yetiştirmek için özellikle son yıllarda eğitim konusunda bazı bilgiler edinme­ leri gerektiğini farketmişlerdir. Çocukların yetiştirilmesinde eski yöntemlerin geçerli olmadığı, en azından sorunları çöz­ meye yetmediği, hergün biraz daha çok sayıda anne baba tarafından görülür ve anlaşılır olmaktadır. Yaşadıkça Eğitim’i bu gereksinimleri duyan anne ve ba­ balara, bilimsel ve çağdaş bilgilerin ışığında, çeşitli eğitim konularını ve uygulamalarını yansıtmak, tanıtmak ve irdele­ mek amacıyla yayınlıyoruz. Bu bilgi ve deneylerin kendileri­ ne yaşam boyu yararlı olacağını umuyoruz. Anne ve babaların yanı sıra, öğretmenlerin de çağdaş dünyadaeğitim alanında yapılan araştırma ve uygulamalar konusunda bilgi sahibi olmak, eğitbilim konusundaki bilgi­ lerini yeniden gözden geçirmek, değişik uygulama örnek­ lerinden yararlanmak istediklerine inanıyoruz. Anne, baba ve öğretmenlerin bu gereksinimlerini kar­ şılamayı amaçlıyoruz. Çünkü onların ve çocuklarının biraz daha mutlu olmalarını diliyoruz. Kültür Okulları Genel Müdürü Fahamettin AKINGÜÇ Satranç Dünyasında ŞAMPİYON AİLE Satranç, matematik ve müzik gibi küçük yaşlarda başlar. Büyük oyuncular ge­ nellikle kendilerini çocukken gösterirler. Ünlü şampiyon Paul Morphy (1837-1884) ço­ cukken New Orleans’da pek çok başarılı sonuçlar aldı. Uluslararası büyük usta Sa­ muel Reshevesky ise 6 ya­ şında İki düzine yetişkine karşı oyun kazandı. Bobby Maya SevçidİR “Çocuğun eğitimi ve gen­ cin eğitiminde, aile içindeki et­ kileşim büyük önem taşır. 0-6 yaş dönemi çocuğun karakte­ rinin şekillendiği, kişiliğinde çok büyük yolların alındığı bir dö­ nemdir. Özellikle bu dönemde, anne-baba ile çocuk arasında sağlam bir iletişim zor olur. Bu iletişim ancak kişiliğine saygı gösterilen bir çocuk ile sevgi ve saygı zinciri içinde çocuğu ile apaçık dost ve arkadaş olan anne-babanın ilişkisi ile sağla­ nabilir. Böyle bir ortamda ilgi vardır, güven vardır, sevgi vardır. Çocuklukta sevgi dolu bir dönem yaşanmışsa. 0-6 yaş arasında çocuğa yeterli psiko- Fischer 14 yaşındayken Amerika’da hem gençlerde hem de yıldızlarda şampiyon oldu. Bugün ise satranç dün­ yasında yepyeni bir İsim var: POLGAR’lar. Polgar ai­ lesinin en büyüğü Susan (16) usta statüsünde büyük ba­ şarı gösterdi. Susan, 22 ya­ şındaki İsveçli Pia Cramling’i yenerken, Ameri­ sosyal olgunluk ortamı sağlan­ mışsa, yeterli oyun ortamı sağ­ lanmışsa, ilgi ve yeteneklerine göre yönlendirilerek eğitilmiş ise bu çocuğun son çocukluk döneminde de ergenlik döne­ minde de sorunu olmayacaktır. Anne-babadaki sevgi ve saygı dolu yaklaşım öğretmende de olmalıdır. Ailesinde yeterli ilgi­ yi, sevgiyi görmüş olan çocuk, ya da bir genç hiçbir zaman öğ­ retmeninin gösterdiği yakın il­ gi karşısında şımarık davranış göstermiyecektir. Bütün mese­ le insan insana olan iletişimdir. Bunun temelinde ise dostluk, arkadaşlık ve sevgi vardır. Su, çiçeğe zamanında verilir; bu da 0-6 yaş dönemidir. Çocuğunuz 15 yaşındayken istediğiniz ka­ ka’nın altı kez şampiyon ol­ muş usta satranççısı Walter Browne’i da mat etti. Karde­ şi Sophia (11) ise uzman ka­ tegoride ikinci oldu. Ailenin en küçüğü Judith (9) ise tur­ nuvanın safdışı bin oyuncu­ sunu yenerek mucizeler ya­ rattı. “Bir ailede bir mucize olabilir, ama üçü birden iha- nılamaz,” diyen turnuvanın düzenleyicisi Jose Cuchl, Polgarların en küçüğü Ju- dith’in, Haziran’daki Ameri­ kan Satranç Federasyonu sıralamasına giren en genç aday olacağını ekledi. Baba Laszlo Polgar, “Daha karımla evlenmeye karar verdiğim gün, çocukla­ rımızdan birinin şampiyon olacağını biliyordum” dedi. Susan ise “4 yaşındayken bana matematik ile satranç arasında tercih yapmamı söyledller.Ben satrancı seç­ tim. Kızkardeşlerim ise beni izlediler,” dedi. Hiç okula gitmeyen üç kız kardeş, lise eğitimi programını evde uy­ guladıklarını belirtiyorlar. Sabahın erken saatinde kal­ kan kardeşler, önce biraz futbol oynadıklarını, sonra İse satranç tahtasına dö­ nüp, uzman takımlar gelene kadar çalıştıklarını söylüyor­ lar. İstekli uzman satranççı- lardan oluşan takım gelince, geç saatlere kadar açılış gambitleri, savunma strate­ jileri üzerinde çalışmalar ya­ pıyorlar. dar sevgi ortamı oluşturun; 0-6 yaşta sevgi yoksa bu kez de so­ nuç alamazsınız. Eğitimin te­ melinde sevgi vardır.” Yukarıdaki sözler İstanbul Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bö­ lümü Başkanı Haluk Yavu- zer’in. Yavuzer, 23 Nisan Antalya Uluslararası Çocuk Şenliği'nde düzenlenen “Sevgiden Barışa” adlı panelde Antalya halkının özlediği bilgi açlığını giderme­ ye çalıştı. Panelde anne-baba ve çocuk ilişkileri, sevginin ço­ cuğun yaşamındaki yeri ve kay­ nağı, çocuk ve öğretmen ilişkilerine değinen Yavuzer, sevginin gerçek eğitim olduğu­ nu söyledi. Anne-baba ve ço- GÖZ -TARAMALARI UYARIYOR Okulda yapılan göz ta­ ramaları çocuklarımızda göz bozukluğu oranının gittikçe arttığını gösteriyor Eyüp il­ çesinde yapılan göz tarama­ sında öğrencilerin yüzde on beşinde görme bozukluğu saptandı. İstanbul’da bir özel okulda yapılan göz tara­ ması sonucunda ortaya çı­ kan oran ise yüzde 21. Eyüp ilçesinde 27 bin öğrenci ge­ nelinde yapılan taramaya karşın bin kişilik özel okulda yapılan taramanın eşit sayı­ da örnekler oluşturmaması­ na karşın ilgili çevreler dü­ şük sosyo-ekonomik yapı­ dan gelen çocukların bilgi­ sayar televizyon ve dersler açısından sosyo-ekonomik düzeyi yüksek çocuklara oranla gözlerini daha az yor­ dukları sonucunun çıkarıla­ bileceğini söylüyorlar. cuk ilişkisindeki etkileşimi “maya” olarak tanımlayan Yavuzer: “Eğer bir çocuğa anne ve baba olarak aşırıya kaçmadan sevgi gösterip, yaşatarak öğre­ tirsek çocuk sevgiyi öğrene­ cektir. Kişiliğin temel taşının sev­ gi olduğunu vurgulayan Yavu­ zer, sevginin 0-6 yaş arasında geliştiğini, bu dönemde dayak yiyen, uygun bir aile ortamında bulunmayan bireyin sevgiyi öğ­ renemeyeceğini belirterek Erich Fromm okumakla sevgi öğrenilmez" dedi. Yavuzer daha sonra sözle­ rini şöyle noktaladı: “Eğer bir anne eve geç geldiğini babana söyleme di­ yorsa, beklesin bakalım çocu­ ğu ileride yalan söyleyecek mi, söylemiyecek mi? Maya derken bunu anlatmak istiyorum. Ör­ nek anne-babadır. Onlardaki bozukluklar çocuğa yansıya­ caktır. Suçluluk üstünde yaptı­ ğım çalışmada suçlu çocuğun anne babasının yüzde 50'si suçlu idi. Babası eve her gece alkollü gelen ve dayak yiyen bir çocuktan sevgi bekleyebilir mi­ yiz? Hayır". YAŞADIKÇA EĞİTİM 3 Eğitim Dünyasmdan/Haberler “Cinsel sorun yok, cinsel olgu var.” KÜÇÜK PİYANİSTİN RESİTALİ Çocuklarımızın ergenlik dönemine girmesiyle birlikte cinsel­ liğe adım atmalarının cinsel bir sorun değil cinsel bir olgu olarak adlandırılması gerektiği öne sürüldü. Ülkemizde gençlerin cinsel­ liğine ilişkin konuların cinsel bir sorun olarak adlandırıldığını ifa­ de eden Doç.Dr.Ertener “CİNSEL SORUN YOK CİNSEL OLGU’’ vardır dedi. Geçtiğimiz ay içinde Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Rehberlik Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen eğitim semi­ nerinde cinsel eğitim üzerine bir konuşma yapan Doç. Dr. Ulvi­ ye Ertener, cinsel olgunluğa erişen gençlerin kendilerini tanımaya daha çok ihtiyaç duyduklarını belirterek görüşlerini şöyle açıkladı: “Bir genç cinselliğe eriştikten sonra mutlaka sorun çıkacak diye bir kural yoktur. Zaten aslında hiçbir sorun temeli çok önce­ lerde atılmadan çıkmaz. Son zamanlarda gencin hayatında ol­ muş bir olay sorun yaratmışsa bu, o soruna neden olan bir olay değil, olsa olsa bardağı taşıran son damladır”. Cinselliğin konuşulduğu bir çok yerde “sorun” olarak ele alın­ dığını söyleyen Ertener, sözlerini şöyle sürdürdü: Cinsel olgular ele alınırken bir “alışkanlık” olarak “sorun” şeklinde ele alınıyor Çocuk anne ve babadan o güne dek sordu­ ğu soruların yanıtlarını anlayabileceği gibi almışsa, kendine say­ gı gösterilmişse, cinsel olgunluğa ulaştığında cinsel sorun diye bir şey olmayacaktır. Cinsellik bir sorun değil bir olgudur. “AİLE İÇİ ETKİLEŞİMDE SEVGİ KARŞILIK BEKLEMEDEN SAYGI TEMELİNE DAYANMALI” Konuşmasında aile içi etkileşimde sevginin karşılık beklemeden saygı temeline dayanması gerektiğini savunan Ertener, eğer çocuklarımızdan yarın için birşeyler bekliyor ve ancak onu çok başarılı olduğu zaman seviyorsak onu sevmiyoruz demektir de­ di. Özgür Aytekin'in piyano resitali, izleyenleri büyüledi. 6,5 yaşındaki küçük sanatçının, 15 mayıs 1986 günü Devlet Kon­ servatuarımda verdiği konser Bach, Robert Schumann. Be­ la Bartok, A. Adnan Saygun ve Kabalevski’nin yapıtlarından oluşuyordu. 1979 yılında İstanbul’da doğan Özgür Aytekin, 4 ya­ şındayken, okumayı öğre­ nip, müzik yeteneğinin anla­ şılmasıyla, özel eğitim gör­ meye başladı. 5,5 yaşındayken, Adnan Saygun başkanlığında bir kurulun değerlendirmesi ile, Devlet Konservatuarımın gö­ zetimi altında piyanoya baş­ layan Aytekin’in anne ve ba­ basının öğretmen olduğu ve bu yetenekli öğrencinin ilko­ kul eğitimine ikinci sınıftan başladığı belirtiliyor. Şu anda 6.5 yaşında olan ve 3. sınıfa devam eden öğrencinin aldığı müzik eği­ timiyle temel eğitimini başa­ rıyla sürdürdüğü belirtiliyor. Aytekin’in resitalini iz­ leyenler, onun önümüzdeki yıllarda ülkemizin bir övünç kaynağı olacağı konusunda birleşmekte ve “yeni bir Idil Biret, yeni bir Suna Kan ka­ zanmanın en önemli yolu­ nun, yetenekli çocuklarımızı belirlemekten geçtiği bir kez daha kanıtlanmış oldu,” de­ mektedirler. ELEKTRONİK DOĞUM CİNSEL EĞİTİM ÜSTÜNE İRKAÇ SAYISAL VERİ ♦♦ Ülkemizde gelişme çağındaki gençlerin yüzde 48’lik bir bö­ lümü cinsellik hakkındaki bilgileri kendi deneyimleri ve kişisel ça­ baları ile öğreniyor. Ne denli doğru bilgi edindiği belli olmayan bu kesimi ise arkadaşlarından cinsellik hakkında bilgi edinen yüz­ de 28’lik bir kesim izliyor. Okulda elde edindiği bilgilerle cinsellik hakkında fikir sahibi olanlarla anne ve babasından cinsellik hak- kındaki sorularına yanıt alabilenlerin sayısı ise toplam yüzde 15. Cinselliğin hangi kaynaktan öğrenildiği üstüne yapılan araştırmada yüzde 5’lik bir kesim “doğadan”, “gözlemlerime dayanarak” gi­ bi yanıtlarla soruları yanıtlarken yüzde 5'lik bir başka bölümde sorulara hiç yanıt vermiyor. Öte yandan geçtiğimiz yıl içinde Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yapılan bir başka araştırma ise ülkemizde cin­ sel eğitimin durumunu bir başka yönden gösteriyor. Bakanlığın araştırma sonuçlarına göre, lisede okuyan gençlerin yüzde 88’i karşıt cinsten bir arkadaşa sahip değil. Bu arada erkeklerden yüz­ de 8Ti, kızlardan ise yüzde 78’i flörtü doğal karşılamasına karşın flört ettikleri karşıt cinsten bir arkadaşa sahip değiller. Kızlarla ko­ nuşmayı ahlaksızlık olarak niteleyen liseli gençlerin araştırmaya katılan diğer liselilere oranı ise yüzde 13. “30 saniye içinde bebeğin kalp atışları hastahanenin kompüterinde görünüyor.’’ Hamile kadınlar artık ne saatlerce hastanede bekle­ yecekler, ne de check-up için para ödeyecekler. Yeni Ingiliz sistemi, (The Hutleigh Domiciliary Fetal Monitor) DFM annelerin bebeğinir kalp atışlarını kayıt etme ve kayıtlı bilgiyi telefonla 30 sa­ niyede hastahanenin kom- püterine gönderme işlemini sağladı. DFM dünyada ilk kez piyasaya sunuldu. Ucuz ve çalıştırması ko­ lay olan bu alet, tehlikeli ha­ milelik geçiren kadınlar için ideal.Böyle durumdaolanan- ne adayına uzaktan kuman­ dalı makinanın nasıl kullanı­ lacağı öğretiliyor. Daha son­ ra telefon modemin içine yerleştiriliyor ve 30 saniye içinde bebeğin kalp atışları hastahanenin kompüterinde görünüyor. Tıp otoriteleri de □unları yerlerinde inceleyip, anne adayına zamanın gelip gelmediğini bildiriyorlar. YAŞADIKÇA EĞİTİM 4 Eğitim Dünyasından/Haberler Öğretmen İthalatı Milli Eğitim Gençli* ve Spor Bakanlığı istatistiklerine göre orta öğretimde öğretmen açığı geçmiş yıllara göre büyüyor. 1981-82’de öğretici başına 31,1982-83’de 32, 1983-84’de ise 34 öğrenci düş­ tüğü saptandı. Bu oran 1984-85’de 42'ye ulaştı. Bu verileri Eği­ tim Fakültelerindeki düşük öğrenci sayısı izliyor. Her 100 öğrenciden ancak 5'inin öğretmen olmayı düşündüğü Eğitim Fa­ kültelerinde öğretmenlik mesleği S.O.S. veriyor. Buna karşılık yabancı dille eğitim yapan öğretim kurumları- na aşırı istek, 1984-85 öğretim yılı başında yalnız İstanbul'da, Ana­ dolu Lisesi statüsünde 8 yeni özel Lisenin açılmasına neden oldu. Birbiri ardına açılan ve yabancı dille eğitim yapan bu özel öğre­ tim kurumlan, öğretmen ihtiyacının büyük bir kısmını Milli Eğiti­ me bağlı Anadolu Liseleri ile normal liselerin nitelikli öğretmenlerini transfer ederek karşılıyorlar. Anadolu Liselerinde okuyan öğrenciler kimi derslerin boş geçtiğini, yabancı dil ders­ lerinin Türkçe okutulduğundan yakınıyorlar. Oğlu üç yıldır Nişan­ taşı Anadolu Lisesinde okuyan bir veli, “Geçen yıl 4 Fen öğretmenini özel okullara kaptıran okulun yöneticileri, önümüz­ deki yıllarda daha büyük yaralar almamak için her türlü çareyi düşünmeliler.” diyor. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Metin Emiroğlu bu okul­ lar için düşünülen formülleri şöyle sıraladı: ODTÜ ve B.Ü öğren­ cilerine burs verilecek, mezun olunca Anadolu Liselerinde 3-4 yıl mecburi hizmet yaptırılacak, Pakistan ve Bangladeş’ten öğret­ men getirilecek, yedeksubaylara Anadolu liselerinde öğretmen­ lik yaptırılacak. Buna karşın yurt dışındaki İngilizce öğretmenlerini denetle­ yen İngiliz müfettiş Kate Leigh “Türkiye’deki filolojiler ile ODTÜ, Hacettepe ve Boğaziçi Üniversitesi mezunları İngilizceyi Pakis­ tanlIlardan çok daha iyi biliyor ye konuşuyor” diyerek Milli Eği­ tim Bakanlığı'nın PakistanlI İngilizce öğretmeni politikasını eleştirdi. Yabancı dille eğitim yapan öğretim kurumlarına aşırı istek, İstanbul'da Anadolu Lisesi statüsün­ de eğitim yapan okul sayısını hızla artırıyor. Öğretmen ve yönetici kadrolarını İstanbul’daki Anadolu Li­ seleri ve diğer resmi ve özel okullardan bazı başarılı öğretmen­ leri transferle oluşturan bu yeni okulların hepsinin eğitim kaliteleri kuşkusuz aynı düzeyde değil. Çocuğunu bu yeni açılan okullar­ dan birine veren bir anne sorunlarını şöyle dile getiriyor. “Yabancı dil bilen öğretmen sorunu çözümlenemedi. Matematik ve Fen dersleri zayıf. Okulumuz her yönden çok yeni ve yerleşmiş değil." ...“İstanbul’da İngilizce öğretim yapan okullardan birinin verdiği ilana başvuran bir İngiliz Türkiye’deki hayat şartlarını çok ucuz buluyor ve bir otobüs biletinin 100 lira olduğuna adeta inanamıyordu”... Diğer taraftan Ingiltere’de de öğretmenlik mesleği can çeki­ şiyor. Londra’da çıkan Times gazetesinin Eğitim ekine ilan ve­ ren bir İngiliz okul bir tek müracaat bile alamıyordu. Yılda 10.000 Sterlin, yani yaklaşık 10 milyon TL. alan öğretmenler Londra’da geçinemiyor ve öğretmenler arasındaki işsizlik gün geçtikçe bü­ yüyordu. Aynı gazetenin eğitim ekine Türkiye’deki bir öze! okul ilan veriyor ve müracaat sayısı 35’i aşıyordu. Bu ilana başvu­ ranlardan biri Neil Keindrick Türkiye’deki hayat şartlarını çok ucuz buluyor ve bir otobüs biletinin 100 TL. olduğuna adeta inanamı- yordu. Londra da en yakın mesafe otobüs biletinin 600 TL. oldu­ ğunu söylüyor ve hayat pahalılığından yakınıyordu. Müracaatlardan bir diğeri ise 15 senedir Londra’da yaşayan Hint asıllı Kaval Hepworth idi. Yıllık maaşından vergi düştükten sonra elinde yalnızca 645 pound kaldığını ve bununla da Londra’ da yaşamanın zor olduğunu söylüyordu. Bir diğeri ise Türkiye’yi merak ettiğini,insanlarıyla tanışmak,Türk çocuklarını tanımak, İs­ tanbul'u görmek istediğini söylüyordu. ...“Eskiden ‘palas okul’ diye anılan özel okullar giderek özelliği olan okullar haline geldiler”... Bugün Türkiye’oe yabancı dil Öğretiminde en önemli sorun yabancı dil öğretmeni eksikliği. Nitelikli yabancı dil öğretmeni bul­ mak oldukça zor. Özel okulculuk konusunda deneyimi olan İs­ tanbul Özel Okullar Derneği Başkanı ve Özel Kültür Kolejinin kurucusu Fahamettin Akıngüç “ özel öğretimdeki değişiklikleri şöyle belirtti”: Çok eskiden “palas okul" diye anılan özel okullar giderek özelliği olan okullar haline geldiler. Epey bir zamandan beri sürdürülen nitelik çalışmaları özel okulları oldukça çekici öğ­ retim kurumlan yaptı. Bence yabancı dil öğretimi sorununda en köklü çözüm yabancı öğretmen çalıştırmaktır. Ama bu oldukça pahalı bir çözümdür.” Bugün yabancı dile verilen önem, veliler arasında bu dille eğitim yapan kurumlara aşırı istek oluşturuyor. Yabancı dille eğitim yapan kurumların tek sorunu da “öğretmen eksikliği". Geçmiş yıllara oranla her yıl biraz daha büyüyen öğretmen açığı öğret­ men ithalini zorluyor. Çocuk KöylERİ Ülkemizde bir süre önce, tanınmış aktrist ve aktörlerinde katıldığı geniş bir tanıtım kam­ panyası ile gündeme gelen Çocuk Köyleri tamamen unutul­ muşken, İstanbul Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı Baş­ kanı Türkan Saylanın Mısır ge­ zisi, Türk kamuoyuna çocuk köylerini yeniden anımsattı. Türkan Saylan’ın Mısır ge­ zisinden sonra verdiği bilgiye göre, El Nasr S.O.S Çocuk Kö- yü’nde anneliği üstlenecek gö­ nüllü kadınlar ilan yolu ile seçiliyor. Çocuğu olan kadınla­ rın çocuklarına da iş ve yatacak yer verilen köyde yardımcı öğ­ retmen görevi yapan yedi tane de teyze bulunuyor. Anneler çocukları gezdirirken ya da hastahaneye götürdüğünde “teyzeler” görevi devralıyor. El Nasr S.O.S. çocuk kö­ yünde 25 ev ve ailenin bulun­ duğu da Saylan’ın verdiği bilgiler arasında -23’ü müslü- man ve ikisi hıristiyan evinin oluşturduğu köyde erkek ço­ cukların yaş gruplanması 0 ile 14 yaş arasında değişiyor. 14 yaşından sonra köyün yakının­ daki pansiyonlara yerleştiriliyor­ lar, kız çocukları ise evlenene dek köyde kalabiliyorlar. Konuşma Bozukluğunda Yeni Tedavi Konuşma bozukluğu teda­ visinde, ülkemizde ilk kez elek­ tro metronom kullanımına başlandı. Küçük bir ritm aleti olan ve kulağın içine yerleştiri­ lebilen bu aygıtın kısa sürede olumlu sonuçlar sağladığı be­ lirtildi. Ülkemizde ilk kez elektro metronom uygulamasını ger­ çekleştiren Psikiyatrist Dr. Yıl­ maz Özsoy, belirli aralıklarla sinyal veren aygıtın, tedavi sü­ resini çok kısalttığını ifade etti. Halk arasında “Kekemelik” olarak da adlandırılan konuşma bozukluğunda, endişe ve ger­ ginliğin de önemli rolü olduğu­ na değinen Dr. Özsoy, bu araç sayesinde tedavinin en önemli unsurlarının üstüne gidilebildi­ ğin! sözlerine ekledi. YAŞADIKÇA EĞİTİM 5 Yaratici Çocııqu Sever misiniz? Prof. Dr. Halide S. Yavuzer Çocuklarda bazen öyle sözcüklere, öyle resim­ lere, hiç akla gelmedik öyle düzenlemelere rastla­ nır ki "Nereden aklına gelmiş de bunu yapmış" diye düşünürüz ve bu çocukta yaratıcılık var deriz. Nedir yaratıcılık, yaratıcılığı olan çocuk gerçek­ ten belli olur mu? Yaratıcılık engellenebilir mi? Ya da yaratıcı olmayan bireyde yaratıcılık geliştirilebilir mi? Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halide Yavuzer yaratıcılığa ilişkin olarak biz- lere şu açıklamada bulunuyor: r y T ürkiye’nin, çok nedenli ve çet­ refil sorunlarından bir an ön­ ce sıyrılabilmesi için, değişik ve çeşitli çözümler getirmesi gerek­ mektedir. Siyasal, ekonomik, eğitim­ sel ve diğer sorunlara psiko-sosyal faktörler de eklenince durum ürkü­ tücü bir biçime dönüşmektedir. Kı­ sa vadeli çözümler yanında bu durumu olumlu bir şekle büründür­ mek için uzun vadeli de düşünmek bir görev halini almıştır ve bu, an­ cak yaratıcı yollara yönelerek ve ön plana alınarak sağlanabilecektir. Çözümler her alanı kapsamakla be­ raber ağırlık eğitim, sanayi, sosyal ilişkiler ve akıl sağlığına veril­ mektedir. “Yaratıcı çocuk” derken unut­ mamak gerekir ki merak sahibi, her şeyi öğrenmek ve bilgisini arttırmak isteyen, duygu ve heyecanlara açık, önsezişli, duygu sezgili olan çocuk kastediliyor. Ayrıca etkileyici ve ya­ pıcı kişilik özellikleri yanında anne­ lerin bazen hoşlarına gitmeyecek yönleri de olabilecektir. Başına buy­ ruk, bildiğini okuyan, zorba, kolay dostluk kuramayan, yaramaz, ida­ resi güç biri olabilir. Elbette, yara­ tıcılıkla ilgilenen bilim adamları çeşitli özellikleri sayarlarken bunla­ rın hepsinin bir kişide bulunmaya­ bileceğini çok iyi biliyorlardı. Burada vurgulamak istediğim konu okul yıllarında yaratıcı düşün­ ceyi geliştirmek için neler yapılabi­ leceğini anne ve öğretmenlere duyurabilmektir. Burada gözden hiç kaçırmamak gerekir ki ruhsal gü­ ven, duygusal olgunluğun temel taşları ancak ve ancak ana/baba yuvasında yerleşir. Ana ve baba ruhsal sağlığı uygulamakla sorum­ ludurlar. Anne, baba ruhsal olgun­ luktan yoksun ya da çok çatışmak bir kişiliğe sahipse durum çok güçleşir. Sağlam bir yaşam (akıl sağlığı yönünden) ve başarılı meslek yılla­ rı için yaratıcı düşüncenin gelişme­ si zorunludur. Aynı zamanda herkesin gerekli yeteneklere ve be­ cerilere değişik derecelerde sahip oldukları ve bu yeteneklerini okul fa­ aliyetleriyle arttırabileceğini bilim adamları kanıtlamışlardır. Torranece (1962) yirmi kadar temel ilkenin ço­ YAŞADIKÇA EĞİTİM 6 cuğa aşılanmasını önermektedir. Aşağıda sıralanan bu ilkelerden ba­ zılarını sizlere sunmakta yarar vardır: • Yaratıcı düşünceyi değer­ lendirme. Bu ilke önemlidir, nedeni ço­ cukların yaşadıkları toplumun de­ ğerlerini benimsemeleridir. Yaratıcılık geliştirilecek ise değer­ lendirilmesinin de öğrenilmesi ge­ rekir. Bu amacı köstekleyecek iki engel vardır. Birincisi, öğretmenin (ya da annenin) çocuğun yaratıcı yapıtlarını hoşgörüyle değerlendir- memesidir. Bu hoşgörüyü sağlamak zan­ nedildiği kadar kolay değildir. Ge­ leneklere bağlı bir öğretmenin sevmediği ya da hoşlanmadığı kat­ kıları, duygusal engellerden ötürü, objektif bir şekilde değerlendirme­ si çok güçtür. Genellikle öğretmen­ ler üstün zekâlı ama yaratıcılığı olmayan ya da yaratıcılığı olan ama zekâsı çok üstün olmayanları tercih ederler. (Getzels and Jackson 1958). Bu A.B.D.’de birçok okulda* defalarca saptanmıştır. • Minnesota, Minneapolis, Washington, Norfield ilk okulları. Yaratıcı düşüncenin değerlen­ dirilmesinde ikinci engel ortaya çı­ kan yapıtın "bir sanat şahaseri gibi" abartılarak değerlendirilmesi­ dir. Bu da yaratıcı düşüncenin hoş­ görüyle değerlendirilmemesi kadar engelleyici bir davranıştır. Kişinin daha önceki başarıları, şampiyon­ lukları ya da aldıkları ödüllere göre yapılacak bir “yaratıcılık değerlen­ dirmesi ise yaratıcı çocuğu bulma­ da insanı aldatabilmektedir. % Çocukların çevreden gelen uyarılara duyarlığın artırılması. Üstün yaratıcılar üzerinde ya­ pılan araştırmalar çevreden gelen uyarılara açık ve duyarlı olmayı da vurgulamaktadır. Bir kişi diğerlerinin duygularına, heyecanlarına duyar­ lı olduğundan insanlar arası ilişkile­ rinde yaratıcı olabilir oysa kimyasal bir olaya duyarlı olmayabilir. Bu ba­ kımdan küçük çocuklara çevreden gelen bu tür uyarıları daha canlı bir biçimde duymalarına yardım edil­ melidir. Bu şekilde üretimin niteliği de etkilenir. Russell (1956) ilginç bir araştır­ masında yedinci ve sekizinci sınıf düzeyinde eşit sayıdaki öğrenci gruplarına, hayal gücüne dayanan yazımları geliştiren üç yöntem uygu­ lamıştır. On haftalık süre içinde her grup, önceleri öğrendikleri resimler konusunda canlı, tasviri yazım de­ nemelerine girişmişlerdir. İkinci gru­ ba ses, renk ve hareket sözcükleri içeren edebiyat parçaları öğrenme­ leri önerilmiş; üçüncü grup, ise her hangi bir nesne ya da durumu in­ celerken görme, koklama, işitme, dokunma gibi duyumları betimle­ mişlerdir. Yazım ödevlerinde çeşitli duyu organlarında algılamayı dene­ yen grup diğer ikisinden daha bü­ yük kazançlar göstermişlerdir. 9 Nesne ve düşünceleri bece­ rili biçimde kullanmayı özendirme: Küçük çocuğun gördüğü her nesneyi alıp saatlerce uğraşmasına dayanılmaz bir isteği vardır; işte bu görme, anlama merakı, türetme ye­ teneğinin kökenini oluşturur. Çocuk­ ların el uğraşlarıyla ilgilenme dere­ celeri ile verilen cevapların niteliği ve niceliği arasında geçerli bir iliş­ ki bulunmuştur. Demek ki çocuklara çevrelerin­ deki nesnelerle, oyuncaklarla oyna­ maları temin edilirken bunları daha cazip bir hale sokmaları ve çeşitli düşüncelerle karşılaşmaları sağlan­ malı ve desteklenmelidir. • Sistemli olarak her düşün­ ceyi geçerlilik sınamasından geçirme. Eğitimin en yaygın amaçların­ dan biri küçüklere ve gençlere "gerçeği sınama” yani yaşadıkları dünya hakkında gerçeğe uygun bir tanım verebilmektir.Öğretmen her­ hangi pratik bir sorunun çeşitli çö­ zümlerini gösterdiği kadar değişik olasılıkları da denemelerini destek­ lemelidir ve sonra en iyi çözüme, çocuk kendi varabilmelidir. Bu tür eğitim üçüncü sınıfta başlattırılabi- YAŞADIKÇA EĞİTİM 7 linir. Akıl sağlığı alanında “gerçekleme” eksikliği ya da tekrar gözden geçirilip düzeltilememiş ileri ruhsal bozukluklarda gerçek­ le ilgili olmayan hayal gücüne dayanan psikotik düşünce ile yara­ tıcı, sağlam kişinin düşüncesi ara­ sında ayrıcalık vardır. • Yeni görüşlere hoşgörü sağlama: “Gerçek sınamasına” alıştırılan çocuk hoşgörü yoluna ilk adımını atmıştır. Her kimden gelirse gelsin azınlıktan gelen düşünceyi ya da çözümü tartışmaya açık tutmaktır. Bazen alışılagelmiş kavramlar bıra­ kılarak yaşam için zengin ve yeni olanaklar bulunabilinir. Toplumun normlarına herkesin yüzde yüz uy­ ması yersiz ve verimsiz olacaktır. • Basma kalıp düşünce örün- tüsü zorlamalarından kaçınma: Bilimsel yöntem kadar yaratıcı yöntemin de var olduğu söylenebi­ lir. Bir çiçeği anlatmanın, bir ev pro­ jesi çizmenin çeşitli yolları olacaktır; biraz yol gösterme, biraz çalışma özgürlüğü, biraz hoşgörü pek çok Küçük yaşlarda çocuğun düşüncelerinin değerini ve algılarına inanmasını öğrenmesi önemlidir. Bu yaklaşımın bir yöntemi de ço­ cuğa düşündüğünü yazdırmaya alıştırmaktır. yaratıcı işi kolaylaştıracaktır. Yeni projelerin alışılmış yöntemlerle de­ nenmesi şiddetle eleştirilmektedir. Ayrıca bilimsel araştırmaları eleşti­ renlere çok fazla güç ve yetke tanın­ ması bazı sakıncalar oluşturabilir. • Sınıfta yaratıcı hava ege­ menliğini sürdürme. Çocuğa "Ev, Ağaç, İnsan” çi­ zim testi uygulanırken bir tür gev­ şetilmiş denetim görülür; hoşgörü, güven duygusu, korku yoksunluğu, esnek bir çalışma beraberliği böy­ le bir hava yaratabilir. Boğaziçi Üni­ versitesinde bir psikoloji dersinde, bir anket için öğrencilerin soruları kendileri hazırlayıp sınıfta tartışma­ ları, kendileri yönetmeleri çok olum­ lu hava yaratıp onların istek ve coşkularını arttırmıştır. Ayrıca sınıfı oluşturan gruptan bazı yaratıcı dü­ şünceler de ortaya atılmıştır. • Yaratıcı düşüncenin değerli olduğunu çocuğa öğretme. Küçük yaşlarda çocuğun düşünce­ lerinin değerini ve algılarına inan­ masını öğrenmesi önemlidir. Bu yaklaşımın bir yöntemi de çocuğa düşündüğünü yazdırmaya alıştır­ maktır. Böylece çocuk hayal gücü­ nün değerini öğrenirken aşırı hayal kurması da önlenir ve özdüşünce- lerinin somutlaştığını görürken bu yolda çabalarını sürdürmesi de desteklenir. Daha ileri yaştaki öğ­ renciler akıllarına gelen her düşün­ ceyi bir deftere geçirirlerse olumlu olanlar unutulmaz ve ilerde bunlar eleştirilebilir, atılabilir ya da önemli başka bir buluşa yol açabilir. Hayal gücüne dayanan tiyatro oyunları, roller, tuhaf, acaip öykü anlatımları, değişik resim çizimleri ve buna ben­ zer şeyler çocuk düşüncesinin nor­ mal evreleri olarak görülmelidir. • Yaşıtların kişiye baskı ve zor­ lamalarından sakınma yollarını öğrenme. Yaratıcı kişinin kendinden da­ ha atletik yapılı ya da sosyal yönden başarılı yaşıtları ile mutsuz bir sosyal yaşam sürdürmemesi için değerli olduğunu ona sezdirmek çok önemlidir. Bazan bu çocuklar kendileri başlarını derde sokarlar. Örneğin, bazı gruplarda yaratıcı üyeler oldukça sevimsiz, grubu önemsemeyen ve grupla özdeşleş­ meyen ve lidere yüz vermeyen kişi­ lerdir. Araştırmalar gösteriyor ki bu YAŞADIKÇA EĞİTİM 8 I tür çocukların gruba katkıları olsa bile bir çok eleştirilere duçar olmuş­ lar ve sevilmeyen kişiler olarak de­ ğerlendirilmişlerdir. Üstün kişilerin hoş olmayan özellikleri, kuşkusuz, arkadaşları tarafından geri itilmele­ re yol açacaktır ve gözlenen diğer araştırmaların sonuçları da bu doğ­ rultudadır elbette. Bu konuda Stein (1956) öğretmenlere bazı öneriler­ de bulunmuştur ve yaratıcı çocuğun hakları korunurken kendisi istediği gibi çalışabilmeli, kendini kanıtlaya­ bilmeli ve kendisine içten, dürüst, amaçlı “efendice” davranılırken kendisi de bu özellikleri öğren­ melidir. Yazının sınırlı olmasından diğer önemli ilkelere burada yer ayıramı­ yorum. Ancak bu satırlara noktayı koymadan önce yeni yollar deneye­ bilecek yürekli anne-babalar yetiş­ tirme koşuluna değineceğim. Üstün yaratıcı çocuk bilgisi ala­ nında yeni yollar denemekten kor­ kan, çekinen yetişkinlerle karşılaşırsa sıkılır, bunalır, çevresine ailesine ve ve okuluna yabancıla­ şır. Aileler, çocukların her tür dene­ melerine açık olmalı, onları gerçek sınamalarına doğru yöneltmeli ve evrenin sırlarını araştırmaya istekli kılmalıdırlar. KAYNAKLAR Getzels, J.W. and Jackson, P.W.Jhe Meaning of Giftedness An Examination of An Expanding Concept Phi Deta Kalpan 1958, 40, 75-77. Russell, D.H. Children’s Thinking, Boston, Ginn, 1956. Stein, M.I.; A Transactional Approach to Creativity; In C.W. Taylor (Ed.), The 1955 University of Utah Research Conference on The Identification of Creative Scientific Talent: Salt Lake City; U. of Utah Press, 1956. Torrance, PE.; Developing Creative Thinking Through School Experiences in Parnes S.J., And Harding, H.E (Eds.), Scribners and Sons, New York 1962. YAŞADIKÇA EĞİTİM 9 Küçük çocuk annesinin yanına yaklaşıp sordu: “Anne balıklarıma bak, güzel oldu mu?" Anne resme baktı, hiç bir şeye benzetemedi: Ne niyetle yaptın sen bu­ nu? Balık mı bu? Balık filan değil, olsa olsa adam kafası­ dır.” Sonra genç kadın arka­ daşlarına dönüp büyük keşfi­ ni anlattı: “Bizim çocuk resimden hiç anlamıyor.” Okul öncesi dönemde çocuklarımız bize sık sık re­ sim gösterip yorum isterler. Onlar resme başladıkları an­ dan bitirdikleri ana dek mutlu olmuşlardır. Bize gelip resim­ lerini gösterirler ve bizden akıl alırlar: “Neye benzemiş bu?” Ya da: “Kızım, yaparken hiç düşünmedin mi? İnsanın kafası bu kadar büyük olmaz.” Çocuk, sanki resmi artis­ tik bir amaçla başlatmış ve sanki bir ressamın kaygısını içinde duyuyormuş gibi yük­ leniriz ona. Sonra ne olur? Kendini görsel yolla anlatan ve giderek görsel anlatımı sözle anlatıma yeğleyen ço­ cuklarımız, dil gelişiminde belli bir yere ulaşınca resmi bırakır. Bırakın, Çocuklarınız Dilediklerince Resim Yapsınlar...99 Geçtiğimiz yıl içinde ço­ cuklarla birlikte çalışarak bir resim sergisi açan Ressam Reha Yalnızcık “Genç Dostla­ rı” ile yaptığı çalışmanın so­ nucunda şunu söylüyor: “Çocukların resmine müda: hale edilmemesi gerekir.” Çocuğun resmine karı­ şıldığında, çocuğun kendisi­ ni büyüklerle özdeşleştirme çabasına girdiğini ve bu ça­ banın da sonuçta çocuğun resminin üstünden tüm saflı­ ğın, içtenliğin ve yaşına özgü güzelliklerin rengini akıttığı­ nı, Yalnızcık kendi gözlemle­ rine dayanarak şöyle anlatı­ yor: “Çocuklar çok güzel re­ sim yaparlar diye birşey yok. Böyle birşeyi söylemek yan­ lış olur. Ama şu bir gerçek ki, büyüklerin resimlerine veri len önem, çocukların resimle rine verilmiyor. Aynı saygı ço cukların yaptıkları resimlere gösterilmiyor. Çocuklarır arasında da iyi resim yapan kötü resim yapan diye bir ay rım var. Onlar resim yaparat kendilerini anlatıyorlar. Çocuk ların arasında da büyükle rin resmine özenenler ve ken dilerini rahat rahat anlatanlaı var. Onların arasında da sa natçı olanlar var. Büyükleı çocuklara karıştıkça, onların resim merakları yitip gidiyor. Bu karışmaya, 'Boşver resmi, ressam mı olacaksın? Zaten ressamlar para kazanmıyor­ lar,’ gibi yaklaşımları örnek vermek mümkün. Ya da çocu­ ğun yaptığı resime bakıp, ‘Aaa ağaç kırmızı mı olurmuş, bu yeşil mi olurmuş, gibi yak- “Selen yukarıdaki kuşu yaptı. Ben de altındaki kolajı.” Reha YALNIZCIK Selen KURBANOĞLU YAŞADIKÇA EĞİTİM 10 laşımlar da bolca karşılaştı­ ğımız anne baba eleştirileri arasında.” ‘‘Belli yaşta çok güzel ürün­ ler veren çocukların bazıları da ne yazık ki bu başarılarını sürdü- remiyorlar. Resim olayından ko­ puyorlar,” diyen Reha Yalnızcık, bazı çocukların da resimlerinin çocuksu olmamasından yakını­ yor. Çocuklarla çalışmak için za­ manının büyük bir bölümünü ayıran Yalnızcık’ın yakındığı önemli bir konu, çocuksuluğu ol­ mayan “çocuk resimleri”. Yalnız­ cık bu konudaki düşüncelerini de şöyle açıklıyor: “Geçen yıl Bakırköy’de hiçbir ücret almadan ders verdim. Orada resimleri bir­ likte ürettiğim çocuklarımla tanıştım, aralarında sanat eğitimi görenler de vardı. An­ cak, kendilerini büyüklerle özdeşleştiriyorlardı. Onları “eğitenler" büyüklerle nasıl çalışıyorlarsa onlarla öyle ça­ lışmışlar. Hiçbir çocuksuluğu kalmamış, saflığını yitirmiş, benliğini kaybetmiş resimler yapıyorlardı.” Çocukların bazılarının da klâsik resim çizgilerine doğuştan sahip olduğunu be­ lirten Yalnızcık, “Resim eğiti­ mi ülkemizde yaygınlaşma­ mış ve nasıl yapılacağı bilin­ meyen bir eğitim,” diyor. İlko­ kullarda resim öğretmeni kavramının olmamasının da resim eğitimi konusundaki eksikliğimize örnek gösteri­ yor. Yalnızcık’ın bu konudaki düşünceleri de şöyle; “ilkokulda resim öğret­ meni diye birşey yok. Aslında resim zevkinin ilkokulda veril­ mesi yeterli. Yoksa herkes ressam olacak diye bir kural koyup, ona göre resim yap­ mak çok saçma. Eğitim ile ancak bir yere kadar bir şey­ ler verilir. Kişileri yetenekleri­ ne göre değerlendiren bir eği­ tim resmi öğrenmede kulla­ nılsa, yeteneği olana fırsat tanındığı gibi diğer çocuklara da resim sevgisi aşılanmış olur.” “Ön plandakileri onlar ağaç niyetine yaptılar. İstanbul’u süsledi.” Reha YALNIZCIK Derya İnci SARI “Onların anlatmak istediklerini hissederek, bir bütünleşme sağlamak istiyorum.” Reha YALNIZCIK Pelin ARSLANTÜRK “Onlar da sanatçı, onlar da duyuyor; böylece birbirimizi üzmeden üretiyoruz.” Reha YALNIZCIK Deniz AYMAN YAŞADIKÇA EĞİTİM 11 Bireyi olduğu gibi kabul­ lenen, onun yaptığı resime saygı gösteren Yalnızcık, as­ lında modern eğitimin kural­ ları ile çocuğa yaklaşarak, kimseyi kimseyle karşılaştır­ madan, “Reha Ağbi” olarak, görsel dünyaya hergün yeni birini katıyor. Yalnızcık, eği­ tim dünyasında gittikçe yay­ gınlaşan, çocuğu küçük bir adam değil, gelişen bir birey olarak görme anlayışını ülke­ mizde uygulamayı omuzla­ mış bir sanatçımız. Çocuğa değer vermesi, ona saygıyla yaklaşması, onun resmini bir büyüğün resmini değerlendir­ diği gözle değil, onunla aynı fırtınaları paylaşan bir sanat­ çı gözüyle değerlendirmesi, Yalnızcık’ın deyimiyle “yeryü­ zünde ilk kez olmuş bir olay.” Geçtiğimiz yıl içinde, “Her gün 23 Nisan”, “Reha Yalnız­ cık ve Küçük Dostlan” sergi­ lerini açan sanatçı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Daha orta okula gider­ ken, resim dersinde arkadaş­ larıma yardım ederdim. Çocuklarla birlikte çalışma fikrinin başlangıcı da on beş yıl öncesine, yani arkadaşla­ rıma resim derslerinde yar­ dım ettiğim döneme rastlar. Birlikte çalışma fikrinin çekir­ değinin oluşması üç yıl ön­ cesine dayanıyor. Çocuklarla bir- Reha YALNIZCIK Nilay BAŞER-Moris SELONİ “Nilay bu büyük kırmızı balığı yaptı Balıklar çocukların.” Biz yetişkinlerin dünyaya bakış açısı, tek doğru bakış açısı değil, çocukların da bir bakışı var. likte resim yapma fikrini uygulamak istedim. Bu arada, bir pedagoga da­ nışmanın yararlı olacağını düşün­ düm. Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölüm Başkanı Haluk Yavuzer’e danıştım. O da çocuk resmine müdahale edilmemesi­ nin en doğru yol olduğunu söy­ ledi. Aslında ben de sanatçı olduğum için, hisseden biriyim. Karşımdakini bir birey olarak kır­ madan ona yaklaşmanın en doğ­ rusu olacağını biliyordum. Bir de bir bilim adamının ağzından yön­ temimi doğrulamak beni rahatlat­ tı.” Toplumumuzda görsel anlatım yoluna gidilmediğine ve resim zevkinin az olduğu­ na dikkati çeken Yalnızcık, şöyle diyor: “Ancak ben giderek res­ me herkesin ilgisinin arttığını görüyorum. Ressam olmak, artık, insanların ekonomik bir çok meslek grubundan daha çok para kazanmasını sağla­ yabiliyor.” Büyüğün resimde kılı kırk yaran hesapları ve este­ tik tutkusu yerine, Yalnızcık’ın deyimiyle,"çocu­ ğun paldır küldür resime gir­ mesi....Yetişkinin görsel anla­ tımı bir ikinci iletişim dili gibi kullanması yerine, küçüğün kendi kendini tanımada res­ mi bir köprü gibi kullanması ve çocuğun bu geçiş köprü­ sünün ortasında, yetişkinle­ rin egosentrik alışkanlığını kullanmadan da sanat eserle­ rine ulaşması... Kısaca, biz yetişkinlerin dünyaya bakış açısı, tek ve doğru bakış açısı değil, çocukların da bir bakış açısı var. Reha YALNIZCIK- Aslı YILDIZ “Çocuklarla birlikte çalışılırken onlara müdahale edilmemesi gerekiyor.” Reha YALNIZCIK- Sany TREVES dan uzak, paldır küldür resme girerek farklı düşündüklerini gösteriyorlar.” Reha YALNIZCIK-Berkay KEMER “Kuş ondan, konacağı ağaç benden” YAŞADIKÇA EĞİTİM 12 KİMİN Açaci İ Resim öğretmeni öbür sınıftan bize koşarak gelirdi. Başını eğe­ rek şöyle bir selam verir ve hemen konuşmaya başlardı: "Çocuklar, bugün bir ağaç resmi çizeceğiz, "sonra karatahtaya yaklaşır, büyük bir yeşil top ve küçük bir kahverengi gövde halindeki kendi ağacını çizerdi. Elma şekeri biçimindeki o ağaçlan düşünün. Yaşamım boyunca ben bu şekildeki ağaçlan görmedim. Oysa öğretmen ağacını böyle çi­ zer ve "Haydi çocuklar, siz de çizin," derdi. Herkes uğraşmaya baş­ lar, resmi çizerdi. O küçük yaşta bile bir sağduyunuz varsa öğretmenin sizden onun ağacını çizmenizi istediğini sezinlerdiniz. Eğer bu durumu daha birinci sınıfta sezinlemişseniz, küçük bir elma şekeri çizer ve öğret­ men de, "Oh, bu çok güzel olmuş!" derdi. Oysa sınıfta, bu öğretme­ nin yaşamında hiç ağaç görmemiş olduğunu anlayacak kadar ağacı gerçekten tanıyan öğrenciler de çıkardı. Böyle öğrenciler ağaca tır­ manmış, gövdesini kollarıyla sarmış, dalından yere düşmüş ve ağaca ağacın yaprakları arasında esen rüzgârın sesini dinlemiş çocuklar olurdu. Bunlar ağacı gerçekten tanır ve elma şekeri olmadığını bilir­ lerdi. Bu yüzden önce eline mor sarı, turuncu, yeşil ve kırmızı renkle­ ri alır, sonunda güzel ve tuhaf bir resim çizip öğretmene verirlerdi, öğretmen böyle bir resme bakar bakmaz çocuğa haykırırdı. ‘Geri ze­ kâlı çocuk sen de!” Tüm çabalarımız herkesi diğerlerine benzetmeye yöneliktir. Oy­ sa herşey kendimizle başlıyor. Kendi ağacınızdan vazgeçmeyin. Ona tutunup, sanlın. Siz yal- nızca.siz büyülü'güçlerin bileşkesi olarak böyle bir ağacı yaratan kişi oldunuz ve olacaksınız. Siz, siz olarak en iyisiniz. Siz başkalannın ye­ rine geçtiğinizde, her zaman,ancak en iyi ikinci olabilirsiniz' YAŞADIKÇA EĞİTİM 13 Yaz Tatilinde Çocuklarımızın Boş Zamanlarını Nasıl Değerlendirebiliriz? Doç. Dr. Norma RAZON r-------------- aÇalışmak kadar dinlenmenin de bireyin mutluluğuna katkısı olduğu yadsına­ maz. Okul yıllarında, boş zamanların değerlendirilmesinde kendisine yardımcı olun­ mayan bir öğrenci, yetişkin olduğunda akşam işten çıktığında kendisine verilen bu önemli zaman aralığını değerlendiremez. Bugün kahvehanelerin du­ manlı salonlarında sabahtan akşama dek vakit geçirenlerin çocukluklarında boş zamanlarını değerlendirmeyi öğrendikleri söylenebilri mi? İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri öğretim görevlisi Doçet Doktor Norma Razon, boş zamanları değerlendirme konusunda küçük öğrencilerin anne-babasına yol gösterirken, yarın bir yetişkin olacak çocuklarımıza yararlı uğraşlar verebilecek bir temelin nasıl hazırlanacağını gösteriyor bize. , Y az tatilinin amacı, yoğun bir çalışma dönemini geride bıra­ kan öğrenci ve öğretmenlere dinlenme fırsatı vermek, öğrencile­ rin bir sonraki öğrenim dönemine bedenen ve ruhen dinlenmiş olarak girmelerim sağlamaktadır. Günümüzde ilk, orta ve yüksek öğretim basamaklarında uygulanan ders ve sınav programları oldukça ağırdır. Öğrencilerin bir kısmı bu programları izleme konusunda güç­ lük çekmekte, bir kısmı da yıl için­ de verilen ödevleri yerine getirmekte zorlanmaktadır. İşte ders yılı boyunca yorulan, zorlanan bu öğrencilerin bir üst sınıfta başarılı olabilmeleri için tatillerde bir yandan dinlenmeleri ve eğlenmeleri, öte yandan eksikliklerini gidererek bel­ li bir olgunluk düzeyine ulaşnriaları şarttır. Bu nedenle tatil programla­ rında dinlenmeye de, eğlenmeye de, çalışmaya da yer verilmelidir. Öğrencilerin tatillerde herşey- den önce dinlenmeye ihtiyaçları vardır. Öğrencilerin bu ihtiyaçlarını giderebilmek için düzenli uyumaları ve dengeli beslenmeleri öncelikle sağlanmalıdır. Bu arada temiz ha­ vadan, deniz ve güneşten yararlan­ malarına, açık havada gezip dolaşmalarına fırsat verilmelidir. Açık havada yürüyüş yapmak da bir tür dinlenmedir. Dinlenme biçi­ mi bireyden bireye değişir: kimisi yorgun olunca eline bir kitap alır uzanır, kimisi müzik dinleyerek ve- ya resim yaparak yorgunluğunu gi- dinlenme biçimine saygı göster- derir. Yetişkin, çocuğun tercih ettiği melidir. ...“Eğlenmek de bir ihtiyaçtır. Çalışmaktan bunalan insan, yorgunluğunu atıp eğlenmek ister”... Eğlenmek de bir ihtiyaçtır: ça­ lışmaktan bunalan insan, yorgunlu­ ğunu attıktan sonra eğlenmek ister. Bir yıl boyunca tüm zamanını ders­ lerine ayırmış olan öğrenci de yaz tatilinde eğlenmek ister. Çocuk eğ­ lenirken bazen yalnız olmak ister, bazen çevresinde arkadaş veya ye­ tişkin arar. Çocuğun bu konudaki is­ tekleri anlayışla karşılanmalı, tatilde bireysel oyuna da, grup faaliyetine de yer verilmelidir. Çocuk oyuncak­ ları ile dilediği gibi oynayabilmeli, arkadaşları ile zaman zaman bir araya gelebilmeli, evde veya park­ ta oynayarak enerjisini harcayabıl- melıdir. Anneler çocukta bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji oldu­ ğunu hatırdan çıkarmamalı, çocu­ ğa oyun oynama ve boş zamanlarını belli uğraşlarla değer­ lendirme fırsatı vermelidirler. YAŞADIKÇA EĞİTİM 14 ...“Yıl içinde düzenli bir biçimde çalışmış olan bir öğrencinin bilgilerini tekrarlayarak pekiştirmesi ne kadar yararlı ise, ders yılında yeterince çalışmamış olan bir öğrencinin eksiklerini tamamlaması da o kadar yararlıdır.’’... Dinlenme ve eğlenme hakkına sahip olan çocuğun, duruma göre günde yarım saat veya bir saat ka­ dar ders çalışmasında hiçbir sakın­ ca yoktur. Aksine, annenin ev işleri ile meşgul olduğu günün erken sa­ atlerinde, çocuğun geçmiş dersle­ ri gözden geçirmesinde, anlayamadıklarını sormasında, kav­ ramamış olduğu konuları tekrarla­ masında yarar vardır. Yıl içinde düzenli bir biçimde çalışmış olan bir öğrencinin bilgilerini tekrarlayarak pekiştirmesi ne kadar yararlı ise, ders yılında yeterince çalışmamış olan bir öğrencinin eksikliklerini ta­ mamlaması o kadar yararlıdır. Bu arada çocuğun ders kitaplarından başka kitaplar da okumasına ola­ nak tanınmalıdır. Burada aileye dü­ şen görev: çocuğun arzu ettiği kitap veya dergileri sağlamak, öğrendik­ lerini sindirmesine ve bilgisini zen­ ginleştirmesine yardımcı olmaktır. Yol gösterici olan ana-baba baskı­ dan kaçınmalı, kitap okuma ve ders çalışma saatini ve süresini belirleme işini çocuğa bırakmalıdır. Aile tatil programını çocuk ile birlikte hazır­ lamalı, çocuğun isteklerine saygı göstermeli, ona seçim hakkı tanı­ malı, bu arada çocuğun da görev ve sorumluluklarını yerine getirme­ sine, kararlaştırdığı programı uygu­ lamasına özen göstermelidir. ...“Tatil programını hazırlarken, boş zamanları değerlendirme uğraşlarını belirlerken, çocuğun yaşı, ilgileri, yetenek ve becerileri ile cinsiyeti göz önünde tutulmalıdır.’’ T atil programını hazırlarken boş zamanları değerlendirme uğraşlarını belirlerken, çocu­ ğun yaşı, ilgileri, yetenek ve bece­ rileri ile cinsiyeti göz önünde tutulmalıdır. Çocuğa uygun oyun veya uğ­ raşın seçiminde yaş önemli bir et­ kendir. Çocuğun yaşla ilgileri değişir, becerileri artar. Çocuk bü­ yüdükçe arzuları, istekleri değişir, buna bağlı olarak da ilgi duyduğu faaliyetler farklılaşır. Faaliyet seçiminde bir diğer önemli etken de çocuğun ilgileridir. Her çocukta ilgi uyandıran uğraş­ lar farklıdır. Bir çocuk spor yapmak­ tan zevk alırken, bir diğeri bir müzik aleti çalmaktan hoşlanır. Çocuk belli bir alana ilgi duyuyorsa, çocuğun ilgisini o yönde geliştirme ve tatmin etme yolları aranmalıdır. Çocuk belli bir faaliyete ilgi duymuyorsa, o faa­ liyete yönlendirilmemelidir. İlgi duy­ madığı faaliyete zorlanan çocukta sıkıntı, başarısızlık ve mutsuzluk be­ lirtilerinin görüleceği bilinmelidir. Etkinliklerin seçiminde yetenek ve beceriler en az ilgiler kadar dik­ kate alınmalıdır. Çocuğun yetenek­ li olmadığı bir uğraşa yöneltilmesi ne kadar zararlı ise, beceremediği bir faaliyete itilmesi ne kadar sakın­ calı ise, yetenekli olduğu bir alana yönlendirilmemesi o kadar zararlı­ dır. Arzu edilen; çocuğun yetenekli olduğu alanda başarılı olması, bu başarısı ile kendini kanıtlamasıdır. Tatil programının hazırlanma­ sında dikkat edilecek bir başka nok­ ta da, çocuğun cinsiyetidir. Kızlarla erkeklerin farklı dönemlerde, farklı faaliyetlerden hoşlandıkları unutul­ mamalı, çocuğun cinsiyetine uygun uğraşlar seçmesine izin verilmelidir. Tatillerde çocuk için tercih edi­ len boş zamanları değerlendirme YAŞADIKÇA EĞİTİM 15 ...“Mutluluk ve huzur dolu bir tatilin iyi değerlendirilmiş bir tatilin, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal ve toplumsal gelişimini olumlu yönde etkileyeceği unutulmamalıdır.**... babalar çocuklarının tatillerini en iyi şekilde değerlendirmek isterken bazı hatalar yapmamaya da çalış­ malıdırlar. Örneğin: uğraşlarının amacı: çocuğu dinlen­ dirmek, eğlendirmek, geliştirmek ve rahatlatmak olduğundan, bunla­ rın çocuğun yaşı, ilgi, istek, yetenek ve cinsiyeti doğrultusunda olmala­ rı sağlanmalıdır. S ocuğun yaşını, cinsiyetini, ilgi ve yeteneklerini göz önünde tutmak şartıyla, ge- aşamalarına uygun olarak şu faaliyetler önerilebilir: Okul öncesi dönemde olan ço­ cuklara en uygun olan oyunlar: in­ şa oyunları, evcilik, bakkalcılık gibi taklit oyunları, her türlü açık hava oyunu gibi faaliyetlerdir. Küçük ço­ cuk malzemesi tahta, plastik veya kâğıt olan inşa oyunlarından zevk alır. Kum, kil, hamur ve çamuru in­ şa oyunlarında kullanmaktan hoş­ lanır. Kâğıt, kalem, makas, yapıştırıcı ve boyalarla yapılan masa başı fa­ aliyetlerinde çocuk yaratıcı ve mut­ lu olur. Bahçe oyunları, su oyunları, top oyunu, koşmaca saklambaç gi­ bi bedensel enerjiyi tüketen oyun­ lar bu dönemde zevk kaynağıdır. Masal dinlemek, hikâye anlatmak, şarkı ve şiir söylemek, dans etmek, kitaplarla eğlenmek küçük çocuk­ ları sevindiren uğraşlardır. İlkokul çağındaki çocuklar için masa başı faaliyetleri, bireysel oyun­ lar ve grup oyunları, kitap okumak, müzik dinlemek, film seyretmek, maça gitmek, futbol, basketbol, yüzme gibi spor faaliyetleri, açık ha­ va oyunları tercih edilen uğraşlardır. Bunların yanı sıra taklit oyunları, ku­ rallı oyunlar, alet kullanmayı gerek­ tiren oyunlar, montaj oyunları bu dönemin sevilen faaliyetleridir. Bu arada farklı nesneleri toplayarak ko­ leksiyon yapma ilgi duyulan hobi­ lerdendir. Gençler için bir arkadaş veya arkadaş grubu ile birlikte olmak, grup içinde faal olmak, arkadaşlarla sohbet etmek, müzik dinlemek, dans etmek aranan uğraşlardır. Si­ nemaya, tiyatroya veya maça git­ mek, partiler düzenlemek, piknikler yapmak genci mutlu etmeye yeter­ li faaliyetlerdir. Ayrıca kitap okumak, araştırma yapmak, bir konuyu de­ rinlemesine incelemek spor faaliyet­ lerine katılmak, gezi ve seyahatlere çıkmak, gençleri mutlu eden diğer etkinliklerdir. Bu arada kamp haya­ tı, çiflik hayatı, izcilik,çocuk ve genç­ lerin yaşamak istedikleri dene­ yimlerdir. ...“Amaç; çocuğu dinlendirmek, eğlendirmek, geliştirmek ve rahatlatmaktır.’’... Çocuğun yaşı kaç olursa ol­ sun, tatil faaliyetlerinin seçiminde zorlama olmamalı, çocuğun özellik­ leri ön sırada yer almalıdır. Ana­ • Aile, kendi çocukluğunda ve­ ya gençliğinde yapamadığı uğraş­ lara çocuğunu yönlendirme konu­ sunda baskı yapmamalı. • Aile, çocuğunun tatil uğraş­ larında mutlu olup olmadığını araş­ tırmalı. Aile, oyun veya faaliyet seçimi çocuğu ile birlikte yapmaya çalış­ malı, çocuğa rehberlik etmekle bir­ likte onu seçiminde özgür bırakmalı, ancak çocuğunu denet­ lemeyi ihmal etmemeli. YAŞADIKÇA EĞİTİM 16 ...“Çocuk dilediği her konuda ailesi ile konuşabileceğini görmeli, ailesine güven duymalı, tüm aile bireyleri ile iyi ilişkiler geliştirecek ortamı bulmalıdır’’... Aile çocuğunu aynı anda bir­ çok faaliyete yönlendirmekten ka­ çınmalı, çocuğunun en başarılı ve en mutlu olacağı faaliyeti tercih et­ meli, bu alanda ilerlemesini sağla­ malı ve bu ilerlemeyi izlemelidir. Ailenin tatil aylarında görevi; çocuğa sadece uygun uğraşlar bul­ mak uygun bir tatil programı yap­ mak değildir. Çocuklarını mutlu etmek isteyen ana-babalar, aile iliş­ kilerini geliştirmek, aile bağlarını kuvvetlendirmek, aile bireyleri ara­ sında sağlıklı bir iletişim kurmak için tüm tatillerden yararlanmalıdırlar. Özellikle yaz tatillerinde yemek sofrası, ailenin etrafında zevkle top­ landığı bir yer olmalıdır. Burada ai­ lenin ortak sorunları görüşülmeli, okul günlerinde olduğu gibi konu­ şulan tek konu okul başarısı, ders, not ve karne olmamalıdır. Çocuk ai­ lesinin dertlerine ortak olmalı, aile de çocuğun sorunlarına eğilmelidir. Çocuk dilediği her konuda ailesi ile konuşabileceğini görmeli, ailesine güven duymalı, tüm aile bireyleri ile iyi ilişkiler geliştirecek ortamı bulma­ lıdır. Bu koşullar sağlandığı takdir­ de çocuk mutlu ve huzurlu olur. Mutluluk ve huzur dolu bir tati­ lin,iyi değerlendirilmiş bir tatilin, ço­ cuğun bedensel, zihinsel, duygusal ve toplumsal gelişimini olumlu yön­ de etkileyeceği hatırdan çıkarılma­ malıdır. YAŞADIKÇA EĞİTİM 17 ONSOZ • Çocukların bizlere çıkardığı zorluklar, sürekli olarak artıp sık­ laşıyor. Ana-babaların birçoğu sorunların üstesinden gelemiyorlar Çocuklar , artık geçmişteki gibi davranılmayacağım sezinliyor, an­ cak şimdi nasıl davranmaları gerektiğini de kestiremiyorlar. Belki, doğruluğunu çoktan kabul ettirmiş birtakım eğitim yöntemleri bu­ lunduğunu da bilmiyorlar Bu konuda ana-babalara yapılan öneri­ ler gerçekten değerli oldukları halde öylesine çeşitli ve zaman zaman da birbirleriyle öylesine çelişkili oluyor ki, değerlerine duyulun gü­ ven ister istemez azalıyor. Bunlar yol gösterici olacaklarına, gide­ rek karışıklık yaratıyorlar. Bu durumda,^herhangi bir yönteme güvenimizin nedeni ne olabilir? • Ana-babalur ve çocuklarla olan kırk yıllık uğraşımda, ailedeki anlaşmazlıkların çözümü için önerdiğimiz yöntemlerin, gerçekten et­ kili olduğu kanısına vardım. Bu öneriler, aile danışma bürolarımı­ zın laboratuarlarında denendi, başarılı sonuçlar alındı. Hiç kuşkusuz, çocuklarıyla anlaşma ve uyum sağlayan bir yöntemi kendiliklerin­ den bulan ana-babalar da vardır. Ama bunlar çoğunlukla, çocukla­ rına neden öyle davrandıklarını ve kazandıkları başarının nedenini kesin olarak bilmemektedirler. • Bizim öğütlerimiz» öze! bir yaşam görüşüne dayalıdır. Bu gö­ rüş, Alfred Adler ve çalışma arkadaşlarının geliştirdikleri, insanlar­ la ilgili çok belirgin bir kavramdan kaynaklanmaktadır. Psikoloji alanındaki genel eğilim de, bizim izlediğimiz bu çizgide gelişmekte­ dir. Biz, ana-babalarm çocuklarına karşı gevşek davranmalarım ya da onları, cezalandırmalarını öğütlemiyoruz. Ana-babalarm öğren­ mek zorunda oldukları şey, çocukları için eş düzeyde kişiler olmak çocukların davranışlarının kökenlerini anlamak ve dizginleri gev­ şek bırakmadan ya da iyice kasmadan'onları yönlendirebilme yete­ neklerini geliştirmektir. • Daha önce yazdığım makale ve kitaplarda, çocuk eğitiminin ana ilkelerini tanımlamaya çalıştım. Ana-babalar ve çocuklar, bun­ lara bir çok katkıda bulundular. Hatta biz uzmanların düşüneme­ diği birtakım etkin yöntem örnekleri de verdiler. Bu karşılıklı öğrenme sürüp gitmektedir. Çünkü hepimiz aynı sorunlar üzerin­ de, çocukların yetişkinliklere çıkarttıkları sorunlar üzerinde çalış­ maktayız. • Bayan Vicki Soltz ’dan, uyguladığımız ilkeleri, kendisine özgü bir biçimde somutlaştırmasını rica ettim. Kendisi, bazı inceleme grup­ larımızın yöneticisiydi. Bu gruplarda, anneler, yalnızca birtakım ya­ nıtlar ve öğütlerle geçiştirilmeyip, bizim ilkelerimizle tanıştırılmaktadırlar. Vurgulanması gereken bütün önemli noktala­ rı Bayan Vicki Soltz ile birlikte görüştük. O daha sonra bunları bir anne olarak, kendine özgü bir dille anlattı. • Bizim yapmaya çalıştığımız, ana-babalara psikoloji dersi ver­ mek değildir. Biz onlara, yeni bir yaklaşımın pratik adımlarını ser­ gileme çabası içindeyiz yalnızca. Tek amacımız, onlara yardımcı olmaktır. Ortaklaşa çabamızla, üstlendiğimiz bu görevi de başarıy­ la yerine getirdiğimiz kanısındayım. En büyük yetenek bile, tüm zor­ lukları ve hataları ortadan kaldırmaya yetmez. Umudumuz, bu gerçeğin ışığında, ana-babaların kendilerine olan güvenlerinin ar­ tacağı ve hata yapmaktan korkmayacakları yolundadır. Hiç kuşku­ suz, sürekli olarak sorunlarla karşılaşılacak ve bunlar hiç bir zaman kökten kazınamayacaklardır. • Sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan, ama çoğu zaman ha­ zırlıklı olmadıkları görevlerle karşı karşıya katan ana-babalar önünde saygılı ve anlayışlıyız. Nasıl çocukları eğilmek gerekiyorsa, ana- babaların da eğitilmeye ihtiyaçları vardır. Yeni yöntemlere göre eği­ tilmek, çocukların zorlamalarına uyum sağlamak, değişik çıkış nok­ talarına gelmemize yarayacak ve barışçı ilişkiler için yeni yollar açacaktır. —————————--------------- Prof. Dr, Rudolf Dreikurs- O Lay ÇözümIemesİ Konuşmadan Tavır Koymak Annelerinin öğlen yemeği çağ­ rısı üzerine alelacele oyunlarını bı­ rakıp mutfağa koşan üç küçük birbirlerini itiştirerek kapıdan içeri girdiler. Hazırlanmış sofranın ba­ şına neşeyle oturdular. Annenin gözleri, birinin çatalı tutan eline kaydı. Ayşe’nin yumak gibi tombul elleri kapkara olmuş, tırnakları si­ yah bir panoya dönüşmüştü. Bilge Hanım’ın gözü diğerlerinin de elle­ rine kaydı. Aman tanrım! Hepsinin elleri mikrop yuvasına dönmüştü. Kadıncağız dayanamayıp haykırdı. “Ben kaç kere söylemedim mi size...? Haydi bakalım üçünüz de dışarıya. Sakın kirli ellerinizle dön­ meyin. ” Bilge Hanım, bir yaşında­ ki bebeğinin yemeğini yedirirken, üç çocuk canları sıkkın bir şekilde masadan ayrılıp lavabonun yolunu tuttular. • “Ben kaç kez söylemedim mi size...?’’ Anne babaların binlerce, milyonlarca kez söyledikleri bu cümle, salt umutsuzluğun anlatımı­ dır. Bu eğitim yöntemi tamamıyle anlamsızdır. Hatta, bu çok kullan­ dığımız “Kaç kere söylemedim mi size” uyarısı söylenenlerin amacına hiçbir zaman ulaşmadığının açık bir anlatımıdır. Çocuklar her zaman olmasa da ana babalarının ne yapmak is­ tediklerini çok çabuk öğrenirler. Neyin doğru olup neyin olmadığı onlara bir kez daha anlatılmalıdır. Olaydaki gibi sürdürülen her ko- YAŞADIKÇA EĞİTİM 18 Konuşnıadan tavır koymak. Bu, günlük yaşamımızda bir ço­ ğumuzun uygulamadığı bir tavır biçimi. Genellikle istemediğimiz olaylar karşısında hemen öfkelenip, sanki ortaya çıkan problemi çö­ zecekmişiz gibi konuşur, hatta bağırır çağırırız. Neye yarar bu bağı­ rıp çağırmak? Çoğunlukla hiçbir işe yaramaz aynı olay bir kez daha tekrarlandığında “yeter artık bu kaçıncı’’ demeye başlamamız da bizim koyduğumuz tavırdaki başarısızlığımızın kanıtıdır. İstemedi­ ğimiz olayların bir kez daha yinelenmemesi için o olayı yaratan ko­ şutları ortadan kaldırmak ve bir tavır geliştirmek elbette konuşmaktan çok daha etkili olacaktır. Alman araştırmacılar; Dre­ ikurs ve Soltz davranış değiştirme yöntemleri ile konuşmadan ta­ vır alma konusunda yaptıkları çalışmalar ile bizlere örnek olacak davranış biçimleri gösteriyorlar. Bu iki Alman araştırmacının ço­ cuklarımıza nasıl davranacağımızı gösteren önerileri aslında toplum­ sal yaşantımızı da düzenleyecek önerilerdir. Dreikurs ve Soltz'un “Children; The Challenger” (Çocuklar; Meydan Okuyanlar) adlı kitabından yaptığımız aşağıdaki derlemeler bu özgün çalışmanın ^‘Konuşmadan Tavır Koymak” bölümünden derlenmiştir. nuşma çocukların yanlış davranış­ larının yanlışlığını bildiklerini, buna karşın yine de tutumlarını sürdür­ düklerini gösterir. Niçin bu çocuklar masaya kirli elleriyle geliyorlar? Çocukların ni­ yeti nedir? Kirli elleriyle masaya gelmelerinin anne üzerindeki etki­ leri neler olabilir? Açıkçası, anneler genellikle buna benzer durumları biraz fazla abartırlar. Olayda evin bir yaşındaki bebeği oturuyor ve annenin ilgisini istiyor­ du. Ansızın diğer üç küçüğün tom­ bul, sevimli fakat kir yumağı haline gelmiş elleri ön plana çıktı. Çocuk­ lar temizlik kuralına uymadılar. Ama onların yaptıkları, (ya da yap­ madıkları el yıkama işi) amacına ulaştı, annelerinin dikkatini çektiler. Bilge Hanım’ın mutfağında ortaya çıkan bu olayda çocukların kirli elleri yetişkinlerin dikkatini çekmeye yöneliktir. Ellerini yıka­ dıkları takdirde, anne onların önü­ ne yemeği koyduktan sonra yine bir yaşındaki küçük kardeşleri ile ilgi­ lenecektir. Bu durum da onların el­ lerini yıkaması aptallık olmaz mı?.. Anne gerçekten çocukların davranışım değiştirmek istiyorsa (kardeş kıskançlığı kokan bu olay­ da,) onlara ilgi göstermek zorunda­ dır. Salt sözün, hiçbir anlamı yoktur. Toplumun isteklerini be­ nimsetmek için çocuğun davranış- lanna yasaklamalar koyabilir. Herşeyden önce yetişkin yapmak is­ tediği şeyde kararlı olmalıdır. Bilge Hanım çocukların kirli ellerini gördüğünde şöyle davransa daha etkili olabilirdi; ... Siz kirli ellerle masada ola­ caksanız, ben sizinle aynı masaya oturmuyorum (her davranış bir amacı elde etmeye yöneliktir. Bir ihtiyacı karşılamak için yapılır. Bu şartlar altında yemek yeme davra­ nışı çocukların istedikleri ödülse, uyacakları kurallar da istediklerini onlara sağlayacak bir edimdir.) Ve, Bilge Hanım daha sonra kimseye yemek vermez, tabakları kaldırır. Bundan sonra anne, bir daha niçin yemek vermediğini an­ latmak zorunda değildir. (Çocuklar yemek yemek için yapacakları dav­ ranışı; yani, burda istenen el yıka­ ma davranışını yapacaklardır.) Böylece bu olayın mutlu so­ nunda çocuklar annelerini uğraştı- ramazlar ve çocukların el yıkamama davranışının da nedeni ortadan kalkar. (Çocuklar böylece istedikleri ilgiyi bulur. Anne de ken­ di yaptığı yönlendirme ile çocukla­ ra “bir kez daha söylemek” durumunda kalmaz) Dreikurs ve Soltz, yukarıda yaptıkları açıklamalarında davranı­ şın yönlendirilmesi kuralları içinde somut bir öneri getirmektedirler. Önerileri ise bir “uyarıcı” olarak ele aldıkları konuşma içinde ceza ve ödülleri yerinde ve zamanında kul­ lanarak çocuğun davranışları üze­ rinde etkin olabilmektir. Aynı yöntemin uygulanması gereken baş­ ka bir olay da şudur. “Aysun Hanım rastlantıyla mutfak penceresinden dışarı baktı ve sekiz yaşındaki Beysun’u elinde oyuncak tüfeği ve yanında kendin­ den dört yaş büyük bir çocukla gör­ dü. Beysun tüfeğini komşularının penceresine doğrultmuş tetiği çek­ mek üzereydi. Oğluna seslendi; — “Beysun çabuk gel, senin­ le konuşmak istiyorum. ” Çocuk silahını indirdi ve kapı­ yı kendisi için açık tutan annesinin yanına yavaşça gitti. Anne çocuğu odaya götürdü ve onu tabureye oturttu. — “Oğlum biliyorsun biz sa­ na oyuncak silâhı verdiğimizde, se­ ninle bunun yaratacağı tehlikeler hakkında konuşmuştuk. Biz, tüfe­ ğinin küçük kurşunları kimseyi ya­ ralamasın ve çevreye zarar gelmesin diye odana özel bir poligon bile yaptık değil mi?” Beysun dalgın, masum gözlerle annesine baktı ve bu küçük konfe­ ransı ilgi ile dinliyormuş izlenimi uyandırdı. Fakat hiç cevap vermedi. Aysun Hanım yine üsteledi, — “Küçük mermilerinin Ah­ met beyi sakatlayabileceğim biliyor musun?” Çocuğun kaşları “bilmiyorum” anlamında yukarı kalktı. Annesi yine... — “Oğlum bak; fişekleri ta­ karken de büyük özen göstermeli­ sin. O noktadan nişan alırsan, pencere camını kırarsın. Ama sen bunu istemezsin değil mi?” Beysun gözlerini yere doğrult­ tu. Annesi eleştiriyor, Beysun da bu konuşmadan etkilenmiş görünüyor­ du. Annesi iyi bir dinleyici bulmuş­ tu. Sözleri amacına uygun etki yapıyor düşüncesiyle konuşmayı sürdürdü. — “Sonuçta anlayacağın, sen YAŞADIKÇA EĞİTİM 19 pencereye bir zarar verirsen biz bu­ nu ödemek zorunda kalırız. Bunu da istemezsin değil mi?” Beysun yere bakıyordu. — "Oyuncakçıda tüfeğe se­ nin için ekstra parçalar taktırdık. Neden ? Daha uzağa atış yapabile- sin diye. Şimdi bu parçaların çıkar­ tılmasını ister misin? Hoş olurdu değil mi? Ne dersin?” Çocuk başım iyice eğdi, ayak­ larını geri salladı ve; — "Tatilde oynarım belki” dedi. Kadın oğluna bir kez daha dik­ kat ve sevecenlikle baktı. "Bir da­ ha yapar mı” dolu bir ifadeyi de okumak mümkündü gözlerinden. — "tyi” dedi ve sonra sürdür­ dü konuşmasını. "Fakat, tüfeği bu­ raya bırakacaksın anlaşıldı mı?” — "Anlaşıldı”. Birkaç gün sonra annesi Bey- sun’u şişelere ve bahçe kovalarına daha da yakından ateş ederken bul­ du. Tekrar aym şeyler oldu. Beysun annesi tarafından bir kenara çeki­ lip "nasıl davranmak gerektiği” hakkındaki eleştirisini tekrarladı. Atışların tehlikeleri bir kez daha tekrarlandı. Konuşmanın sonunda da küçük Beysun herzamanki gibi ciddi ve etkilenmiş göründü, silahı­ nı odada bırakıp oynamaya gitti. Annenin olaylara bakış açısı çocuğa açıklama getirmelidir. Ço­ cuk yönlendirilmeli ve bunun da ya­ rarı olmadığı takdirde çocuğun hareketlerini frenlemeli, gereğinde cezalandırmalıdır. Hiç olmazsa ya­ pılanlar çok fazla konuşmaktan da­ ha yararlı, daha kalıcı olacaktır. Pek çok ana-baba sürekli sözcük­ leri sıralar ve bunun yeterli olduğu­ nu zannederler. Çocuk tutum ve davranışları ile bir görüş izler ve davranışlarını değiştirmeyi düşün­ mez. Bütün konuşmaları sürdürü­ len bir gevezelik sayacak ve bu duruma karşı çocuk çok çabuk duygusuzlaşacaktır. (Uyarılar sü­ rekli yinelendiği ve çok fazla geldi­ ği için eski güçlerini yitireceklerdir. Tıpkı hergün çok yüksek sesle mü­ zik dinlemeye alışan bir insanın da­ ha alçak ses ve tonlarla tatmin olmaması, çok yemeye alışmış bir insanın az yiyecekle yetinmemesi gi­ bi.) Bu sağırlık giderek çocukların yönlendirilmeleri, idare edilmeleri konusundaki tüm konuşmalara karşı tepki olarak yayılacaktır. Kelimeler görüş alışverişinde araç olarak kullanılmalıdır. Bunun­ la birlikte çocuk, elektrikli ortam­ da dinlemeye hazır değildir. Sözcükler silâh olacak ve çocukta istenen etkiyi yapmayacaktır. Bu durumda verilen uyarıların hiçbiri karşısında bir cevap alınamaz. Peki, sözcük savaşından kurtu­ luşun yolu nedir? Eğer çocuk hiç yanıt vermiyorsa bu onun tutumu­ nun başkaldırıcı olduğunu kanıtlar. • Anne kararlı davranmalı Beysun’un silahını ondan zorla da olsa alabilmelidir. • Özür dilerim ama, sen koy­ duğumuz kurallara uymak istemi­ yorsun. Kurallara uymaya razı olursan silahı yeniden alabilirsin di­ yebilmelidir. • Aynı olay bir kez daha tek­ rarlanırsa; silah ortadan kaldırılma­ lı idi. Bu konu üzerinde daha fazla konuşmak zaman kaybıdır. ♦Çocuğunuzun bir havalı tüfe­ ği olmayabilir. Ama bu,kendisini ya­ ralayacak keskin, delici bir araç ya da onun çok kıymet verdiği dallar­ dan bükülmüş bir oku olmaması demek değildir. Beysun’un havalı tüfeği ileokunkullanılmasınınöğre- tilmesi arasındaki benzerlik aynı davranış biçiminin yaygınlaştırılma­ sı önerisini getiriyor bizlere. Ferda hanım akşam yemeğin­ den sonra evlerine gelen ziyaretçileri ile birlikte evin salonunda oturuyor­ du. Salonun kapısında bir saat ön­ ce yatağa gitmiş küçük Müge kendisine büyük gelen pijaması ile duruyordu. Yüzünde hafif bir gü­ lümseme vardı. Diğer konuklardan da biraz çekinmiş, başım öne eğmiş­ ti. Ondan geldiği neredeyse şüphe edilecek kadar yavaş bir sesle. — fî4/îne” dedi. Ferda hanım, Müge’nin baba­ sı ve eve gelen konuklar ona dön­ düler; Sonra "Kızım” dedi Ferda Hanım, "Pijamanın paçasına ba­ sarsan düşersin. Hadi bakalım şim­ di git yat artık.” Ferda hamm konukların dö­ nüp, bu kez konuşmanın odağına Müge’yi almıştı. "Müge’nin üstündeki pijama­ yı dün ucuzluktan aldım. Pijama ona büyük geliyor ama şimdi geliş­ me çağında. Bugün aldığım yarın dar geliyor. Yeni aldık diye bir he­ vesle giyindi. Aslında ben onu önü­ müzdeki yıl için almıştım.” Müge henüz yatağına gitmemiş koridorda durmuş annesini dinli­ yordu. Tüm konuklar onu görebili­ yorlardı. Konuklarla göz göze gelen Müge’nin yüzünde mutlu bir ifade vardı. Başını öne eğmiş, koridorda durup paçaları ayaklarının üst kıs­ mını örtmüş,pijamasının altında kı­ pırdattığı parmaklarına bakıyordu. Alışkın olmadığı bu durum ona çe­ kici gelmişti. Çocuk halinden hoş­ nut, herkesin kendisine baktığını kestirerek yaramaz bir gülümseme ile yine baktı. Ferda hanım Müge ile bir kez daha göz göze gelince dayanamadı: — "Müge pantolonunu he­ men yukarı çek,yoksa düşeceksin. Hem artık sen niye odana gitmiyor­ sun, hadi bakalım odana git.” diye emretti. Çocuk yavaşça döndü ve bir adım atarak pijamanın örttüğü ba­ caklarından birini salladı. Parmak­ ları ne kadar ilginçti bu büyük pijamayla. Yine döndü ve salonda- kilere baktı. Ferda hanım yine ko­ nuklarla ilgilenmeye başlamıştı. Müge’de duvara dayanıp konukla­ ra baktı, sohbetlerini dinlemeye ■ başladı. Ferda hanım konuklarına ki­ barca gülerek koridarda duran Mü­ ge’ye baktı. Sesi biraz daha yükselmişti, — “Müge” dedi. “Sen düş­ mek mi istiyorsun? Pantolonunu çek ve artık odana git.” Sonra eşine döndü; “Kaya, artık onu odasına gö­ tür.” Babası yerinden kalkarken Müge pijamasına dikkat etmeden çabucak yürüyüp koridoru geçti ve odasına girdi. ♦Y.E.’nin notu YAŞADIKÇA EĞİTİM 20 Çocuklarımız olası tehlike­ lerle kuşatıldığında biz onları uyarırız. Gerçekten de çocuklar her­ hangi bir yönde davranmaya kork­ tukları zaman bizi dinlerler. Anneler her nedense böyle durum­ larda paniğe kapılırlar ve çok konu­ şurlar. Sanki çocuğa gözdağı vermek daha yararlı olacakmış gi­ bi. Gözdağı onları ürkütecektir. Müge kendisine büyük gelen pija­ masının pantolonu ile nasıl başa çı­ kacağını aslında çok iyi biliyordu. Çocuğun olaydaki bilinçsizce tutu­ mu, onun kendisini tehlikeye ataca­ ğı gerçeğini bir kez daha kanıtlıyordu. Çocuğun derdi pija­ masının uzun pantolonu değil an­ nesinin konuklarla ilgilenmesi nedeniyle kendisine göstermediği il­ gi idi. Bu durumda da annesini en­ dişeli görmek onun hoşuna gidiyordu. Yatağa gitmesi söylendi­ ğinde bundan annenin ve konukla­ rının dikkatini kendi üzerine• çekmek için yararlandı. Müge için annesinin kendisiyle ilgilenmesini sağlayabilmek, onun dikkat çekme yeteneğinin önemli bir kanıtıdır. Çocuğun karşısındaki yetişkin ne kadar paniğe kapılırsa, ne kadar te­ dirgin olup havayı gerginleştirirse, karşısında kendisinden tepki gören çocuğun isteklerine o kadar uymuş olur. Bu olayda Müge annesinin göstereceği tepkiyi biliyordu. Anne de öyle davrandı. (Eğer biz çocuğu­ muzun yanlış davranışlarını düzel­ teceksek kendi davranışımızla, çevreyi tedirgin ederek onun ve ken­ dimizin yanlış davranışlarını pekiş­ tirmekten başka bir şey yapmamış oluruz). Bizler anne baba olarak çoğun­ lukla çenelerimizi tutamaz, çok ko­ nuşur, hatta bağırırız. Çenesini tutmayı ilk kez deneyen anne baba­ lar başta zorluk çekebilirler. Fakat bu çekecekleri zorluk çok konuş­ tukları zaman olacakların yanında mutlaka hiçbir şey kalacak, her şey daha kolaylaşacaktır. Suskunluk ne getirir? Anne ve babanın böyle bir durumdaki sus­ kunluğu gergin havayı azaltır. Üs­ telik ortaya çıkan sorun hiç kimseye zarar vermeden kısa süre içinde bi­ ter. Ailenin uyumlu beraberliği de suskunlukla onarılır. Müge ile Ferda hanım arasın­ daki diyalogda ise anne çocuğuna pijama konusunda hiç birşey söyle- memeliydi. O çocuğa, ya yatağa git­ me ya da pijamasıyla orada bulunma olanağını tanımalıydı. (Böylece çocuğun beklediği ilgi kar­ şılığını bulacak ve bugüne dek ku­ rulan ilişkiler yıpratılmamış olacaktı.) Beş yaşındaki Gökhan’la anne­ si, sabah kahvaltısından sonra evden çıkıp her zaman gittikleri süper markete gittiler. Annesi kapıdan gi­ rişte bir alış veriş arabası aldı ve re­ yonların arasında gezmeye başladılar. Ama Gökhan annesinin yanında yürümekle yetinmedi. Alış­ veriş arabasının parmaklıklarına tır­ manıp orda jimnastik hareketleri yapmaya başladı. Sonra, geriye dö­ nüp marketin girişindeki turnikeye oturdu ve dönmeye başladı. Sibel hanım turnikede dönen Gökhan’ı görünce dayanamayıp seslendi*. — “Gökhan, oğlum, düşüp yaralanacaksın, çabuk buraya gel” Gökhan annesini duymadı, üs­ telik turnike yavaşlayıp durunca ayaklarını tutturup dizlerinden ge­ riye doğru sarktı. Annesi artık sinirinden titre­ meye başlamıştı. Gözleri iri iri açıldı. — “Gökhan” dedi, hırsla “Şimdi canına okuyacağım, gel bu­ raya.” Anne alışverişine devam etti. Bu arada Gökhan yine turnikenin tepesinde oynayıp alışveriş yapan diğer kadınlara engel oluyordu. Bir ara tekrar alışveriş sepetlerinin içi­ ne düştü. Annesi bağırdı: “Gökhan yolu kapıyorsun gel buraya. Bak ben gidiyorum.” Gökhan oyununu bozmadan sepetlerin orada oynuyordu. Anne­ si geri dönüp onu aldı. Gökhan ile Sibel hanım arasın­ da olduğu gibi çocuk düz konuşma­ ya tepki göstermiyorsa, ana-babanm çocuğa gücünün yet­ mediği açıktır. Çocuk işbirliğine yönlendirilmelidir. Ana-baba çocu­ ğa (toplumsal kural ve ilişkileri) öğ­ retmek için çabalarını iki katına çıkarmalıdır. Onlar, çocuğa “man­ tıklı ve anlayışlı”' konuşmalarla yaklaşırlarsa, doğal olarak olumlu sonuca ulaşırlar. Bu güçlüklerden çıkış yolu ola­ rak önerilecek yol ise davranışı ko­ nuşmanın yerine geçirmeyi öğrenmektir. Parola olarak “gergin olduğum zamanlarda çenemi tutup tavırlarımı ortaya koyacağım” ger­ çeğini kabullenmeliyiz. Yine Sibel hanımın ve Gök­ han’ın başına gelenlere dönersek şu­ nu görürüz: Gökhan ne söylediğini annesinden çok biliyor. Karşısında­ ki onu dinlemezse Gökhan konuş­ maz. Ama annesi, Sibel hanım, çocuğu onu dinlemediği halde ko­ nuşarak boş yere kendisini üzdü. Çenesini tutup, tavrını ortaya koya­ bilirdi. Bu durumda tavrı ne ola­ caktı? Elbette çocukla işbirliği yapmak olacaktı. Ona olabilecek tehlikeleri sıralamakla yalnızca göz­ dağı vermiş oldu. Gökhan, vücudu ile neler yapılabileceğini, kendini bi­ razcık tehlikeye atarak anlayabili­ yordu. Gerçekten de böyle değil mi? Çocuklar parmaklıklara, turnikele­ re, alışveriş arabalarının içine tırma­ nırlar ve çoğu kez bizim yüreklerimiz yerinden hoplamakla kalır, onların da pek azına nadiren birşeyler olur. Sibel hanımın konuşması etkili olmayınca çözümü geri çekilmekte ve Gökhan’ı turnikenin başında bı­ rakıp sanki oğlu doğru davramyor- muş gibi umursamazca davranmakta buldu. Fakat anne ço­ cuğu “Şimdi gidiyorum” demesine YAŞADIKÇA EĞİTİM 21 karşın onu yalnız bırakmadı. Gök­ han istediklerini yaptırmada anne­ sinden çok güçlü olduğunu bir kez daha gösterdi. İşbirliği yapmak önerisine ge­ lince anne, dışarı çıkmadan önce şunları söyleyebilirdi: “Dükkan oyun yeri değildir. Sen benim yanımda yürüyüp bana yardım edebilirsin.” Eğer Gökhan alış-veriş araba­ larına zıplayıp çıkmaya kalkışırsa; anne, oğlunun elinden tutup yanın­ da alıkoymalıdır. Ama çocuk doğ­ ru davranmaya başladığında, onu rahat bırakmalıdır. Bu tutarlı dav­ ranışla anne Gökhan’a düşünme fırsatı verebilir. Rahat durmadığı takdirde evde ona; — ‘ ‘Hayır Gökhan seninle ge­ çen sefer alışverişe gittik, benimle geldiğinde yaptığın hareketlerle bu­ günkü fırsatı kaçırdın” demelidir. Çocuğun dükkanda iyi davra­ nacağına emin olunduğu takdirde çarşıya çıkardır. Bu tip bir davranış, açıklama yapmak ve gözdağı ver­ meden daha kolay ve etkili bir yoldur. • Aile yaz tatilindeydi. Baba balığa çıkmıştı. Annede mutfakta yemek hazırlıyordu. İki yaşındaki Halide mutfak kapısının eşiğinde kafasını kapıya dayamış duruyor, annesinin yemek yapışını izliyordu. Yavaş bir sesle annesine seslendi. — Anneciğim... Aysel Hanım patlıcanları tüm dikkatiyle soyarken kafasını hiç kal­ dırmadan cevap verdi. — Evet... Halide birşey söyleyecekmiş de gerisini getiremiyormuş gibi yine seslendi: — Anne... Aysel Hanım elindeki patlıca­ nı soyulmuş olarak kaba koyup bu kez daha sevecen bir sesle yanıt verdi: — Evet cici kızım Halide uyarısını usanmadan yineleyecek gibiydi ve yineledi de. — Anneciğim... Anne elindeki küçük bıçağı bı­ raktı yerinden kalktı ve Halide’nin yanına gitti: — Ne istiyorsun güzel kızım, gezmeğe çıkmak mı istiyorsun? Halide başını önüne eğdi, du­ daklarını hafifçe dışarı çıkardı. Bir an anne kız sessizce kapı kenarın­ da durdular. Sonra anne birden ak­ lına birşey gelmiş gibi “bir dakika kızım” diyerek işine döndü. Bu ara­ da Halide kapıda kalmıştı. Çocuk küskündü. Burnunu kapıya dayayıp birden, — Anne, anne, aneee diye üç kez seslendi. Aysel hanım tekrar elindeki işi bırakarak kızının yanına geldi: — Kızım şu anda akşam yiye­ ceğimiz yemeği hazırlıyorum. Biraz sonra işim bitecek. Hadi gel biraz gezelim seninle” diyerek kızının elinden tuttu. Mutfak masasının üs­ tünden anahtarını alıp küçük bir gezintiye çıktılar. Bu olayda Halide annesine git­ memiş, onu ayağına getirmeyi ba­ şarmıştır. Anne, aslına bakmak gerekirse, Halide’nin o an için pek de gerekli olmayan isteğine boyun eğmiştir. Şu bir gerçektir ki çocuk de­ vamlı olarak itina isterse o çocuk mutlu olamaz. İlgi görmeksizin tek başına birşey yapacağına, kendisi­ nin insanlar gözünde bir değer ka­ zanacağına inanamaz. İlgi görmeye alışınca da kendi önemini sürekli olarak anımsatma ihtiyacı duyar ve bunu herkesten onaylatmak ister. Durum böyle olunca "Annem ba­ na her zaman önem veriyor mu, ben hep üstün tutuluyor muyum?" diye düşünür. Doğal olarak aklına takılan bu düşünce ilgi konusunda onun şüphesini ve açlığını daha da artırır. Halide'nin başlangıçtaki isya­ nı anne tarafından ilgisiz karşılanın­ ca, zamanla kendini kanıtlamak için başka yollar arayacaktır. Çocuklar yapıcı yollar bulmak için çevrenin yardımına muhtaçtırlar. Aksi halde (aşırı) ilgi arayışı onu zaman zaman yıkıcı da olabilecek hareketlere gö­ türecektir. Gerçek ilgi çocuğun aşırı ilgi­ ye muhtaç olmadığı, herhangi bir art niyete sahip olmadığı zaman ve­ rilmelidir (zaten eğer aşırı ilgiye ih­ tiyaç duyuyorsa ailenin daha önceden yaptığı bir çok hatası ol­ duğu da söylenebilir). Bu örnekte Halide annesini kölesi gibi görmek­ te ve doğru yolun seçiminde kendi gücünü kullanmaktan kaçınmak­ tadır Bu otayın çözümlenmesinde; anne Halide’nin ilk çağrısında ona o anda işi bırakamayacağını arka­ daşça söyleyebilmeliydi. İkinci çağ­ rıda ise anne yanıt vermek zorunda değildir. Çocuk bağırabilir, (ya da başka bir baskı yolu kullanabilir) bu durum için de annenin yapması gereken şey; işine neden devam et­ tiğini açıklamak, işin önemini vur­ gulamak ve çocuğa yaptığı işin gerekli, üstelik şart olduğu bilinci­ ni yerleştirerek işine devam etmek­ tir. Böylece Halide her istediğinde gezmeye gidemeyeceğini öğrenir. • Anne yerine göre iyi alışkan­ lıkları teşvik etmeli zamansız talep­ leri reddetmelidir. • Gezinti için uygun zaman saptanmalıdır. • Halide annesinden zamansız gezinti isteğinde bulunduğunda an­ ne; "şimdi zamanı değil” diyerek olayı sonuçlandırmalıdır. Halide buna rağmen ısrar ederse, annesi kulak asmayıp işine devam et­ melidir. • Öğleden sonra anne bir dostu­ na ziyarete gitmişti. Çocuklarından en küçüğü Mine aniden içeri girdi ve oyun arkadaşını şikâyet etmeye başladı. Anne: YAŞADIKÇA EĞİTİM 22 ...“Bir çocuğa, kendi yaşıtı bir başka çocuk tarafından gösterilen bir tepki bazen bir yetişkinin müdahalesinden daha olumlu sonuçlar yaratabilir.”... Çocuğun oyun arkadaşlarını seçmek, onlarla - kendisine ve baş­ kalarına zarar vermemek koşulu ile - istediği gibi oynamasına izin vermek, bağımsız bireylerin yetişti­ rilmesi yolunda önemli bir başka noktadır'Özellikle okul öncesi çağ­ da bulunan çocukların oyunları sı­ rasında yetişkinin koruyucu ve yol gösterici denetimi gerekli olmakla birlikte, bunun çocuğa olabildiğin­ ce az hissettirilmesi, kendi kendine karar verebilmeyi, yaşıtı olan diğer çocuklarla barış ve karşılıklı anla­ yış içinde nasıl oynayacağını öğren­ mesi yolunda bir başka önemli adımdır. Çocuk, oyun sırasında, öteki çocukların da kendisi gibi is­ tekleri bulunduğunu ve onlarla bir arada olmak istiyorsa kendi istek­ leri gibi, başkalarının isteklerinin de yerine getirilmesinin gerekli olduğu­ nu, onlarla birlikte bulunduğu, oyun oynadığı sırada zaman zaman çıkan çatışmalar yolu ile öğrenir. Çocukların grup halinde oynadık­ ları veya yalnız iki çocuğun birlikte oynadığı durumlarda, zaman za­ man çatışma çıkması son derece do­ ğal bir durumdur. Ama bu çatışmalar - zarar verici olmadıkları sürece - yine çocukların kendileri tarafından çözümlenirse eğitici ola­ bilir. Yetişkinin duruma sürekli mü­ dahalesi halinde çocuğun zor durumlardan kendi başına kurtul­ mayı denemek için pek az deneyi­ mi bulunacaktır. Oysa bir çocuğa, kendi yaşıtı bir başka çocuk tarafın­ dan gösterilen bir tepki, bazen bir yetişkinin müdahalesinden daha olumlu sonuçlar yaratabilir. Hiçbir toplumda özgürlük sı­ nırsız değildir. İnsanların toplu bir biçimde yaşadığı her ortamda belirli kuralların, hak ve sorumlulukların bulunması doğaldır. Kuralların bu­ lunması ve bunlara herkesin aynı şe­ kilde uyuyor olması çocuğun güvenli bir yaşam ortamına sahip olması için gereklidir. Ayrıca bu dü­ zenli ortamda bireylerin birbirleri­ ne karşı hak ve sorumlulukları da vardır. Çocuğa yapabileceği türden bazı ödevlerin verilmesi, bunun ya­ nı sıra evde onun da haklarının bu­ lunduğunun tüm aile bireyleri tarafından kabul edilmesi, toplum yaşamına hazırlanması yolunda bir başka önemli adımdır. ...“Evde hiçbir konuda kendine fırsat tanınmayan, hiçbir konuda kendine fırsat verilmeyen, yapabileceği en basit görevler bile annesi tarafından gerçekleştirilen bir çocuktan yaşamda başarılı olmasını beklemek, ondan çok güç şeyler istemek anlamına gelir.”... Evde hiçbir konuda kendisine fırsat tanınmayan, hiçbir konuda, seçim fırsatı verilmeyen, yapabilece­ ği en basit görevler bile annesi ta­ rafından gerçekleştirilen, sürekli başkalarının yardımına alıştırılmış bir çocuktan, tek başına okula gi­ debilmesini, ödevlerini kendi kendi­ ne yapmasını, odasını ve eşyalarını yerleştirmesini, arkadaşları ile iyi ilişkiler kurabilmesini beklemek, ondan başarılması çok güç olan şeyleri istemek olur. Başlangıçta yaptığı işler o kadar iyi olmasa bi­ le, ona sürekli deneme fırsatı ver­ mek mükemmele ulaşması için gereklidir. Çocukluğunda anne baba ile karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı iliş­ kiler kurabilmiş, onlara güvenen, ve onların da kendisine güvendikleri­ ni, yaptıklarına ve fikirlerine değer verdiklerini bilen bir çocuk, daha sonra kendi başına zaten çatışmalı bir dönem olan ergenlik devresini ailesi ile büyük görüş ayrılıklarına düşmeden atlatabilir. Aksi durumlarda ise çeşitli olumsuz modellerin yerleşmesi mümkündür. Çocuk, kendisine hiç­ bir konuda fırsat tanınmaması, sü­ rekli baskı altında tutulması halinde, ya içine kapanık, pasif her konuda başkalarının fikir ve yar­ dımlarına gereksinimi olan bir bi­ rey, ya da tam tersine, hiçbir konuda, kimseye güvenmeyen, her konuda yalnız kendi görüş ve dü­ şüncelerinin doğru olduğuna ina­ nan, insanlarla iyi ilişkiler kurmakta başarılı olmayan bir genç insan olabilir. YAŞADIKÇA EĞİTİM 30 Özgür Seçim İlkesi Maria Montessori Çocukluğun Sırları adlı kitabından “Bir gün öğretmenin bir işi çıkmış, okula geç kalmıştı. Aksilik bu ya, akşamdan dolabı kilitlemeyi de unutmuştu. Geldiğinde bir de ne görsün: Çocuklar dolabın kapağını açmışlar, hepsi toplaşmış başı­ na, gözlerinin kestiği araçları kapıp köşelerine taşıyorlar, öğretmen, bunu bir çeşit hırsızlık saymış, kendisine, okula saygısızlık bellemiş, cezayı hakettiklerinden dem vurmaya başlamıştı. Bense olayı bam­ başka bir gözle görüyordum. Demek ki çocuklar araçları artık kendi dilediklerince seçecek kadar iyi bellemiş, öğrenmişlerdi. Sonunda da böyle olduğu anlaşıldı. Böylece çocuklar için yeni ve ilginç bir uğraş başlamış oldu. Ar­ tık kendilerine özgü, kendi gönüllerine göre araçlannı, uğraşlannı se­ çiyorlardı. Bunun üzerine biz de boylarına göre dolaplar edindik. Dolapların gözünden kendi ihtiyaçlarına uygun malzemeyi rahatça seçip alabiliyorlardı artık. İşte bu özgür seçim ilkesi idi. Çocukların uğraşlarını, araçlarını özgürce seçebilmeleri, bizim de onların ruhsal ihtiyaç ve eğilimlerini gözlemlememize olanak veri­ yordu. İlk ilginç keşiflerimizden biri şu oldu: Çocuklar kendilerine sunulan çeşitli nesnelerin hepsini değil, sadece bazılarını seçip alıyor­ lardı. Yani belirli bir tercih güdüyorlardı. Ne yapsanız istemedikleri nesnelere gönül nzasıyla el atmıyorlardı. ” YAŞADIKÇA EĞİTİM 31 İKİZLER Hangimiz yan yana bitiştiril­ miş arabaları içinde, kafalarında ay­ nı renk şapkalar, üstlerinde aynı renk giysiler olan bir ikiz çifti geç­ tiğinde dönüpte bakmayız? Birbiri­ ne su damlası gibi benzeyen ikizlerin, kum havuzunda oynama­ sını seyrederken çoğumuz şaşırır, nasıl olduğunu merak ederiz. Elbette birçoğumuz birbirleri­ ne çok benzeyen ikiz kardeş ya da di­ ğer adıyla, tek yumurta ikizi gördüğümüzde, onlara ilgi duyar, eğer aileleri yakın çevremizde otu­ ruyorlarsa, anne-babalarını, “ikiz­ lerin annesi Ayşe Hanım”, ikizlerin babası Ahmet Bey” gibi, çocukla­ rının bu özel durumlarıyla ta­ nımlarız. İkizler, aynı zamanda döllen­ miş yumurtanın ürünüdürler. İki tip ikiz vardır: tek yumurta ikizleri ve çift yumurta ikizleri. Yapılan çalış­ malar sonucu, ikizlerin dörtte biri­ nin tek yumurtadan olduğu bulun­ muştur. Aşağıdaki şekil iki ayrı tip ikizin nasıl geliştiğini göster­ mektedir. Çocuklarınız ikiz olduğunda sevgi, güven ve ilgi her birine eşit ve yeterli verilmelidir. Bir yumurta, sperm tarafından döllendiğinde, ilk hücrenin bölün­ mesiyle yeni hücreler ayrılmaya baş­ lar. Zigot denilen döllenmiş tek yumurta hücresi ikiye bölünür ve bu iki yarımdan aynı genetik yapıda bi- reyler oluşur. Bunlara tek yumurta ikizleri denir. Genlerinin benzer tas­ nifi sonucu, birbirlerine çok benzer­ ler ve aynı cinsiyette olurlar. İki yumurta birlikte gelişir ve aynı zamanda döllenirse, bundan yetişen bireyler çift yumurta ikizle­ ri olurlar. Bunlara kardeş ikizi de denir. Bu isim ikizlerin fiziksel ve düşünsel yapılarındaki ayrılığı vur­ gular. Çift yumurta ikizleri aynı cin­ siyetten de olabilir, farklı da. İkizlerin fiziksel ve düşünsel benzer­ likleri, farklılıkları üzerinde pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırma­ lar sonucunda da ikizlerin doğum­ larının daha zor, zamansız ve problemli olduğu bulunmuştur. İkizlerde bulunan genel karak­ teristik farklılıklar şunlardır: GELİŞME GECİKMESİ: İkizlerin fiziksel, devinsel, düşünsel ve konuşma gelişmelerinde, yaşam­ larının ilk altı yılında gecikme ola­ sıdır. Bunun önemli nedenleri erken doğum, ana-babanın aşırı ilgisi ve birbirine fazla bağımlılık olarak bu­ lunmuştur. Aşağıdaki grafik ikizler­ de devinsel ve konuşma gelişimindeki gecikmeyi gösterir. FİZİKSEL GELİŞME: İkizler genellikle erken doğ­ dukları için yaşamlarının ilk birkaç yılında fiziksel olarak normalin al­ tında olurlar. Çoğunda ise beyin ra­ hatsızlıkları görülür. DÜŞÜNSEL GELİŞİM: Yüksek zekâ testleri sonuçları ve eğitimdeki başarıları tek yumurta ikizlerinde daha fazladır ve daha çarpıcıdır. ÖZEL YETENEKLER: Spor ve müzikte tek yumurta ikizlerinde başarı daha yüksektir. SOSYAL DAVRANIŞ: Okul öncesi yıllarda ikizler ana-babanın ilgisini çekmek için ya­ rışırlar. Birbirlerini taklit ederler ve benzer tepkiler gösterirler. Çevre ile ilişkileri sınırlıdır, birbirleriyle iliş­ kiyi tercih ederler. Yaşları ile birlik­ te ilişkileri de artar. KİŞİLİK GELİŞİMİ: Kişiliğin gelişmesinde birbirle­ rine bağımlılık engel teşkil eder, İkizlerden biri, genellikle güçlü ve büyük olanı, üstünlük kurar, lider davranışı gösterir, diğeri ise kişilik gelişiminde izleyici durumundadır. DAVRANIŞ PROBLEMLERİ: İkizlerin normal kardeşlerden çok daha fazla davranış problemleri vardır. Bu daha çok ev içi ilişkileri­ ne bağlıdır. Çift yumurta ikizlerin­ de tek yumurta ikizlerine nazaran problem daha çoktur. Genç annenin kucağında kü­ çük sevimli bir erkek çocuk, baba­ nın kucağında bir kız çocuk yürürlerken onlara özenenlerimiz bile vardır aramızda. “Hangisini daha çok seviyorsun?” diye onlara bir soru yöneltilirse “ikisi de evladımız” der ikiz ana babaları, “ikisini de çok severiz.” Gerçekten ikizlerin her biri sevilir, her biri ilgi görür. Ancak ikiz anne-babası ol­ manın zorluğu da burada başlar. Çocuğun ilk yılında anne-babanın üstündeki bakım yükü zaten ağır­ dır. Tam birinin altını değiştirmiş, sütünü vermiş ya da emzirmiş, uyu­ yacaksınız; çocuğunuz rahatlamış, uyumaya başlamış... Bu kez de di­ ğeri ağlamaya başlayıp, uyuyan kar­ deşini uyandırırsa, ne yaparsınız? Elbette yine aynı işlemlere başlar, diğerinin de altını değiştirirsiniz. Er­ tesi gün, anne de baba da, diğer anne-babalardan daha yorgundur; belki daha da gergindir. İkiz sahibi olmanın zorluğu daha ilk günlerde,’ beklenen bakı­ mın yoruculuğu ile başlarken, eği­ timleri de beraberinde bir sorun daha getirir. Zaten bir çocuğunuz olduğunda, çocuğunuzun size ge­ reksinimi vardır, sizden kendisi için gerekli olan sevgiyi, güveni, ilgiyi is­ ter. Çocuklarınız ikiz olduğunda sevgi, güven ve ilgi her birine eşit ve yeterli verilmelidir. Anne ve babanın birlikte bir iş­ bölümüne girmesi ve yaşamlarının planlı olması, ikiz çocuk yetiştirme­ de daha bir önem taşımaya başlar. Görev bölümü nasıl olmalıdır? An­ ne kız, baba da erkek çocuğa mı bakmalı ya da anne-baba anlaşıp YAŞADIKÇA EĞİTİM 32 Tek Yumurta İkizleri Çift Yumurta İkizleri • İki ayrı yumurtanın ürünleridirler • Genleri farklıdır. Plezantaları ve amnios kesesi farklıdır • Farklı birey olurlar. İki yarım ayrı iki birey oluşturur. • Aynı cinsiyetle Genellikle tek yumurta ikizlerinin plezantası ve amnios kesesi aynıdır. İki Erkek İki Kız veya Bir Kız-Bir Erkek Onun içinde aynı genleri taşırlar. Her zaman cinsiyetleri aynıdır. YAŞADIKÇA EĞİTİM 33 ikizlerden birinin eğitimini mi üst­ lenmelidir? Bu konuda uzmanların görü­ şünü ele almak yerine ikiz kızkar- deşin kendi değerlendirmelerine bakalım. Eğitimbilim eğitimi gör­ müş ve bir anaokulunun yöneticili­ ğini yapan büyük kızkardeş CB şöyle diyor: “H’ye annem, bana da babam bakardı. Bu görev dağılımı tama­ men benimsenmişti. Arada bir de­ ğişiklik yaparlarsa, mutlaka bir sorun çıkardı. Örneğin, babam be­ ni yıkarken itina ile suyu ılıtır, ön­ ce kendine döker, sonra üstüme döküp “iyi mi kızım, çok sıcak mı” diye sorar, sonra suyla oynamama izin vererek yıkardı. Annem de sı­ cak suyu başımdan aşağı dökerek, “kafanı oynatma, suyla oynama” diye emrederek yıkardı. Bir gün an­ nemle babam bizi değişti. H. baba­ mın yıkamasını beğenmemiş, su ona çok soğuk gelmiş ve banyo çok uzamış, ben de alışmadığım için haşlandım ve ağladım. Bundan son­ ra ne ben annemin, ne de kardeşim babamın onu yıkamasını istedi. Be­ nim elbiselerimi babam, onun elbi­ selerini annem seçerdi. ..." Bence ikiz çocuklarda da anne ve baba görev bölümünü çocukları paylaşarak değil onlara yönelik işleri paylaşarak yapmalı.” “Sonuçta ne oldu biliyor mu- sunuz?Ben yine banyoyu ılık suda ve uzun sürede yapıyorum. Kardeşim yine kısa sürede ve sıcak suda yap­ tığını söylüyor. Ben her zaman ba­ bamın kızıydım, o her zaman annemin kızı. Bu yüzden kardeşim­ le aramızda anlaşmazlıklar çıkıyor­ du. Bence ikiz çocuklarda da, anne ve baba, görev bölümünü çocukla­ rı paylaşarak değil, onlara yönelik işleri paylaşarak yapmalı. Anne- babanın iş bölümü, ileride çocuk­ ların kişiliklerini etkileyecektir. An­ ne ve babanın, çocuğun birinden uzak kalmasını sağlayacak bir eği­ time girişilmemelidir. Biz aynı eği­ timi gördük ve ikiz eğitiminde karşılaşılan zorlukların tümünü de ailemiz çekti.” Tüm eğitimcilerin görüşü de bayan C.’ninkinden farklı değil.Ev- de işbölümü çocuklar üstünde ya­ pıldığında, bir başka deyişle ikizlerden birinin bakım ve eğitimi­ ni yalnızca anne veya baba üstlen­ diğinde, ortaya değişik bir tablo çıkacak. Bir bütün olan ailenin için­ de, çocuklar, anne veya babanın ayrı kişilik özelliklerini alarak, bunları diğer kardeşle ayrı ebeveynlere sa­ hipmiş gibi anne ve babalarını kü­ çük yaşlardan başlayarak gereksiz yere suçlayabileceklerdir. İkiz çocuk probleminin bir bo­ yutu olan eğitim probleminin nasıl çözümleneceği ise bizlerin progra­ mına bağlı. Problemin diğer bir yâ­ nı ise, dil gelişimi üzerinde çalışan uzmanların birleştiği, ikizlerin dili geç öğrenebilme olasılığının getirdi­ ği sorunlardır. Ebeveynler akşam köşelerine çekildiğinde çocuk, ya annesi ya da babası ile ya da kendinden büyük kardeşi ile sözel iletişime girebilir ve kendi dağarcığında bulunmayan sözcükleri, cümleleri, tanımları, hatta görsel imajları yorumlamayı öğrenir. Oysa ikiz çocuklar birbir- leriyle aynı zamanda arkadaştır. Birbirleriyle konuşacak, paylaştık­ ları gelişim evresini oyunlarıyla da sürdüreceklerdir. Bu durumda dil gelişimi, çocukların kendi araların­ da kullandıkları kelimelerle sürebi­ lir. Eğer evde anne ve babanın kültürel düzeyleri sınırlıysa ya da di­ le dayalı iletişim az kuruluyorsa, ikiz çocukların dile fazla ihtiyaçla­ rı olamayacaktır. Tabii ikiz çocukların dil geli­ şimlerinin geri kalması yalnızca bir olasılıktır. Evde ikizlerin her biriy­ le sık sık kurulan sözel iletişim, sosyo-kültürel açıdan ileri bir aile­ de ya da dile dayalı iletişimi benim­ seyen bir ailede ortaya çıkmayabilecektir. Bayan C., yaş farkı az olan kardeşler ile ikizlerin benzer sorun­ larını karşılaştırırken şöyle diyor: “İkiz ya da aralarında az yaş farkı olan kardeşlerin sözel dağarcığını genişletemedikleri savım düşündük­ çe hak veriyorum. Gerek ben, ge­ rekse kardeşim hâlâ fazla konuşmayız. Yalnızca birbirimizle değil, çevre ile de sözel iletişim kur­ mayı düşünmeyiz. Belki bizim kişi­ lik yapımız nedeniyle fazla konuşmuyoruz şeklinde düşünüle­ bilir, ama biz ikimiz ilkokula aynı yılda başladığımızda konuşmayı bil­ YAŞADIKÇA EĞİTİM 34 miyor gibiydik. Okula gidince bir­ birimize daha da düştük. Yeni arkadaşlarla konuşmak yerine bir­ birimizle konuşmayı tercih ettik. Ben bunu küçük yaşlarda da birbi­ rimizle iletişim kurmaya alışamamı- za, farklı yapılara sahip olmamıza bağlıyorum.” İkizlerin eğitimi konusunu ek alırken, gelişim dönemi birbirlerine yakın, aralarındaki yaş farkı çok a? olan kardeşlerin eğitimi ile paralel­ lik kurarak, soruna yeni örnekler getirmeye çalıştık. Oysa ikizler ve ikizlerin eğitimi bizim örneklerle açıklama çabamızdan çok öncele­ rinde binlerce kez tartışıldı. Hatta çeşitli mitlere konu oldu. İkizler ko­ nusunu yalnızca eğitim bakımından değil, genetik açıdan da inceleyen birçok yaklaşım getirildi. Bu tip bir yaklaşımla konuyu inceleyenlerden biri de Zazzo. Prof. Dr. Rene Zaz- zo’nun dört konferansının toplan­ dığı “Tam Psikoloji ve Farklar Psikolojisine Dair” adlı kitapta şöy­ le bir yaklaşımı görüyoruz: “ İkizler hiçbir zaman insan göz­ ünde ayrı varlıklar gibi sayılmamış­ lardır. İkizler uzun yıllar boyu acayip sayılmışlar, fakat hiçbir za­ man insanlık haline yabancı sayıl­ mamışlardır. Bu nedenle de tüm kavim ve toplumlarda ikizler de­ rin kollektif hayallere sahne olmuş­ ..“Ferdin kendi özgünlüğünü çiftin içinde yerleşen ilişkilerle kazandığını söyleyebiliriz ”... lardır. Thebe’nin kurucuları Amphion ve Zhetos; Roma’nın ku­ rucuları Romüs veRomülüs;Zeusun oğlu Dioscuresler; Hindistan’ın en eski dinlerinden Vedizm’de Şafağın Kardeşleri ve Açvinsler eskiden be­ ri ikizlerin tüm toplumları düşün­ dürdüğünü gösterir. »» Hepimiz kendimize gösterilen ilginin bize ait olmasını isteriz. Ken­ dimize “kendimiz” olduğu için önem verilmesini isteriz. Kardeşi­ mizle aynı elbiseyi giydiğimiz için, birbirimize benzediğimiz için bize ilgi gösteriliyorsa, bu uzun zaman sonra sıkıcı olabilir. Zazzo bu ko­ nuda da şöyle diyor: “İkizlerin bir çift oluşturması, kişiliklerinde de bir çift kavramını getirir. Meseleyi şöyle açıklamak mümkün, ferdin kendi özgünlüğü­ nü çiftin içinde yerleşen ilişkilerle kazandığını söyleyebiliriz. “Çiftin her iki ferdi düşünüle- bildiği kadar birbirine benzeyebil­ mektedir: aynı cinsiyet, aynı yaş, aynı olgunlaşma ritmi, aynı terbiye. Ayrıca bunlarda, meselâ anne- çocuk çifti ya da karı-koca çifti gi­ bi alışkın olduğumuz çiftlerdeki ayrı vaziyet alışlar, ayrı roller yoktur. Bu ikiz çifti daha başlangıçta birbirine paralel iki kişiden oluşmuştur. Bu­ na karşın daha ilk çocukluk yılla­ rında, bunlarda toplumsal roller dağıtılır, vaziyet alışlar birbirini ta­ mamlar ve kişilikte bir yükselme oluşur. Kısaca çift, bir ilişkiler sis­ temi olmak üzere oluşur ve düzen­ lenir. Bu çift artık ayrı kişiliklere sahip, ayrı bireylerden oluşur. “Çiftin tema’sı, şüphesiz ki hem daha eski hem de belki birey­ sellik tema’sından da daha derindir. Bu, aşkın sırrıdır. Niçin ve nasıl olu­ yor da, hiçbir zanan bütünüyle ta- nıyamayacak olduğum “baş- ka”sı, benim kendimin bir tamam­ layıcısı, bir gerçekleşmesi olabili­ yor? Nitekim çiftin gerçek birleşmesi, aslında çiftin bireylerin ancak temel benzerliği ile açıklana­ bilir. “ Gerçekten de ikizlerde bir yan­ dan tek bir varlık olma, öte yandan da kendi ferdiyetleriyle boy ölçüş­ türme ve kendi bireyselliklerini be­ lirtme eğilimleri vardır.,, YAŞADIKÇA EĞİTİM 35 MERCEDES KALİTESİNİN YURDUMUZDAKİ İSMİ: OTOMARSAN 1968 yılında üretimine başladığı Mercedes otobüsleriyle Mercedes kalitesinin yurdumuzdaki simgesi olan Otomarsan, bugün, Daimler- Benz AG ’nin Türkiye Genel Mümessili olarak, Mercedes’ lerin tüm çeşitlerini geniş bir seçim imkanı ile kullanımınıza sunmaktadır. Mercedes ’1er arasından kazancınıza, ihtiyacınıza, işinize, zevkinize uygun Mercedes ’i Otomarsan Satış Teşkilatı ndan yaygın bir servis ağı, geniş kapsamlı garanti ve bol yedek parça imkanı ile sağlayabilirsiniz. Ünlü binek otomobilleri, otobüsler, kamyonlar, arazi ve özel maksatlı araçlar.... DAIMLER-BENZ AG Türkiye Genel Mümessili Satış İstanbul Marmara Bölgesi İstanbul Ege Bölgesi İzmir Akdeniz Bölgesi Adana Karadeniz Bölgesi Trabzon Orta Anadolu Bölgesi Ankara Tel (1)584 50 00 Tel (1) 172 43 59 Tel (51)22 10 36 Tel (711) 440 31 Tel: (031) 168 73 Tel (41) 38 88 40 Tlx : 28 749 otpa tr (1) 172 43 60 Tlx 53 119otiztr (711)440 32 Tlx 83 233 neve tr (41) 39 40 47 Fax (1) 583 35 11 Tlx : 31 299 otis tr Tlx 62 611 otad tr Tlx 47 017 otan tr streslere gösterilen tepkiler, geçici ve kısa süreli olan sağlıklı, normal tepkilerdir/9 SAĞLIKLI TEPKİLER “Sağlıklı tepki”, kişinin gelişiminin çeşitli aşamalarında, o çevreye özgü dav- • ** ranışlara verilen isimdir. LU. Edebiyat Fakü