Ödevleri Çocuklara Nasıl Davranmalı ? Hayal Gücümüz ve Biz 5000 TL (KDY' DAHİ ÖZEL KÜLTÜR ANA OKULU Kiiltiir'lü olmak için yeni bir şans IH Talep üzerine Özel Kültür Ana Okulu Ek Sınıflar Açıyor... Kayıtlar Başlamıştır. ® ÖZEL KÜLTÜR KOLEJİ ANAOKULU HAZNEDAR, BAHÇELİ EVLER Tel: 554 66 51 / 584 17 13 ÖZEL KÜLTÜR ANAOKULU HAZNEDAR, ŞEVKET DAĞ SOK. NO: 16 BAHÇELİEVLER/İST. TEL: 554 66 51 - 584 17 13 ÖZEL KÜLTÜR İLKOKULU İNCİRLİ YOLBAŞI SOK. BAKIRKÖY/İST. TEL: 583 97 36 - 583 86 19 583 64 17 - 561 26 63/64 ÖZEL KÜLTÜR LİSESİ ATAKÖY 9.-10. KISIM ATAKÖY/1ST. TEL: 559 04 88 - 559 04 94 559 43 94 - 560 01 18 560 00 63 Yay i\( • i da \ okurA I Değerli Okuyucular, Yeni bir yıla girerken, Yaşadıkça Eğitim dergisi konu­ sunda da bazı yeni kararlar aldık: Yaşadıkça Eğitim dergi­ si, bu sayıdan itibaren iki ayda bir, düzenli olarak yayınla­ nacaktır. Bu düzeni kesinlikle sürdürebilmek amacıyla dergimizin sayfa sayısını azalttık. Ancak daha sonraki sayı­ larda olanaklarımız ölçüsünde sayfa sayısı da artacaktır. Yaşadıkça Eğitim, kendi alanında ülkemizin tek der­ gisi olma özelliğini sürdürmektedir. Yetişkinlere yönelik böyle bir yayını, belli bir çizgide sürdürmenin zorlukların­ dan söz etmek istemiyoruz. Her işin zorlukları vardır. Kal­ dı ki biz, bu zorlukların birçoğunun da üstesinden geldiği­ mize inanıyoruz. Ülkemizde, eğitim konusuna yönelik aka­ demik çevreler, Yaşadıkça Eğitim dergisinin yayın çizgi­ sine güvenlerini, gönderdikleri yazılarla belirtmiş olu­ yorlar. Bilimsel doğruların geniş kitlelere ulaştırılması, bu doğruların dar akademik çevrelerin dışına yayılması, özel çabalan gerektirmektedir. Yaşadıkça Eğitim dergisi, eği­ tim alanında böyle bir çabayı üstlenmiştir. Bilimsel doğru­ ların sulandırılmadan, ancak geniş kitleler tarafından is­ tenilen ölçüde ve anlaşılabilir bir biçim içinde verilmesi, en başta gelen yayın ilkemiz olmuştur. Bu ilkemizi büyük bir özen içinde sürdürmekte de kararlıyız. iki ayda bir düzenli olarak yayınlanmak, dergimize bir ölçüde “actual” bir özellik de kazandıracaktır. Dergimizin içeriğinde, yaşanılan zamana daha bağlı bir çizgi tutturma olanağı bulabileceğiz. Yeni açtığımız “Bir Sorunumuz Var” sayfası, sizlerden gelecek sorular ve sorunlarla daha somut olaylara yönele­ bilecektir. Umut ve barış dolu günler dileriz. Sahibi Kültür Hizmetleri Ltd. Şti. Adına Fahamettin AKINGÜÇ Genel Yayın Koordinatörü Ömür CANDAŞ Yazı işleri Müdürü Bahar AKINGÜÇ Yayın Yönetmeni İlham! FINDIKÇI Yayın Yardımcısı Gülay DOKUZOÖUZ Teknik Yönetmen Kudret GÜVENÇ Dzg Önder KARÇIÖA PikaJ Zafer UZUNTÛRK Montaj Şeflka KARÇIÖA Tire Film Göksu Grafik Renk Ayrımı Renk Grafik Fotoğraflar Temel YİRMİBEŞ Baskı ve Cilt Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik AŞ. Halkalı - İST. Yapım - Yönetim YA/BA YAYINLARI Eski Londra Asfaltı. 19 Şlrinevler - İSTANBUL Tel :5515203-5515204 Telex: KÜLT TR 28 837 Abone Koşulları Yıllık (6 sayı) 25000 TL Abone ücretleri İçin; Yapı Kredi Bankası Bakırköy Şubesi H.No: 2888 Yaşadıkça Eğitim yada Posta Çeki H. No: 475 009 TçîndekîleR Aile Gençlik İlişkileri 5 Prof. Dr. Achan ZİYALAR Dünyamız bütün insanlarıyla yeni bir gelişim yarışına girmiştir. Biz gençlerimizle beraber bu yarışta yan yana koşmak durumundayız. Biz yavaş gidersek, gençleri yakalayamayız. Onları tutmaya çalışırsak hem onlar hem de biz geri kalırız. Değişim ve yenilenme İnsanın doğal gereksinimidir. Çocuklarımıza Karp Kırıcı ve Yıkıcı Olmayalım Dr. Psikolog Nursel TELMAN Çocuklarımıza küçük yaşlarda yaşattığımız kıyıcı ve yıkıcı olumsuz deneyimler, onları duygusal yönden örseleyebilir. Bu tür örselenmeler de gelecekte büyüklerine saygısız davranan gençler yaratılmasının ardındaki önemli nedenlerdir. 11 Bir Sorunumuz Var 13 Ev Ödevlerini Önlemek Yerine... Psikolog Günseli ORAL Öğretmen, verdiği ev ödevinin amacını belirlemeli ve öğrencilerine de ödevin amacını açıklamalıdır. 14 26Yayınlar Beslenmeyi Reddeden Çocuklar 17 Çeviren: Uzm. Psikolog Jale MİNİBAŞ Fiziksel ya da ruhsal nedene bağlı olsun, beslenme ile ilgili sorunların çözümü yalnızca ana-babanın tavrı ile kolaylaşır ya da zorlaşır. Hayal Gücümüz ve Biz Erle KLINGER Hayallerimiz, hiçbir ücret İstemeden çalışmamıza, sıkıntılarımızdan kurtulmamıza ve yaşamı daha zevkli hale getirmemize yardımcı olurlar. 21 Eğitimde Bilgisayar: Yararları ve Yetersizlikleri 27 Doç. Dr. Ali BAYKAL Veri patlamasını denetleyip yöneterek bilgiye dönüştürmek bilimin, bilgi patlamasını denetleyip düzenleyerek erdeme, yeteneğe dönüştürmek de eğitimin görevidir. A ile Gençlik Prof. Dr. Adnan ZİYALAR (İÛ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Arıabilim Dalı) Dünyamız bütün insanlarıyla yeni bir gelişim yarışma girmiştir. Biz gençlerimizle beraber bu yarışta yan yana koşmak durumundayız. Biz yavaş gidersek, gençleri yakalayamayız. Onları tutmaya çalışırsak hem onlar hem de biz geri kalırız. Değişim ve yenilenme, insanın doğal gereksinimidir. GÜNÜMÜZDE AİLE YAPISI Bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi, bizim ülkemizde de aile yapısı önemli değişik­ liklere uğramış ve özellikle nüfus artışı, ekonomik mo­ dellerin değişmesi, nüfusun kırsal alanlardan şehirlere ve endüstriyel merkezlere kay­ ması, aile adını verdiğimiz bu sosyal birimde, hem sayısal hem de yapısal farklılaşma­ lara yol açmıştır. Çok yakın akrabaların da bir arada yaşadığı aile biçim­ leri giderek terk edilmiş ve yerini modern aile adını ver­ diğimiz ve ana-baba ile evlat­ lardan oluşan bir aile tipine bırakmıştır. Bu ailenin de giderek küçüldüğü ülkeler görülmekte ve aile, yaşlan 15 -16'yı bulan gençlerin oku­ ma, çalışma ve diğer sebep­ lerle aileden aynldığı ve aile adı altında çok küçük çocuk­ larla ana-babanın oluşturdu­ ğu bir birim haline dönüş­ müştür. YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 Bu gelişim süreçleri bizim ülkemizde de örneklerini ver­ meye başlamış, aile hem kü­ çülmüş hem de genç bireyle­ rin aile yanında geçirdikleri sürelerde kısalma ve kopuk­ luklar ortaya çıkmaya başla­ mıştır. ‘Ailenin içerde parçalan­ ması' adı verilen bu olayın yanı sıra, bizim ülkemize has olmak üzere, ailenin dışta parçalanması da önemli bir başka sosyal olgu olarak kar­ şımıza çıkmış ve yabancı ül­ kelerde çalışma şansı arayan genç gruplar, aileyi birden fazla parçaya bölmüşlerdir. Bu dağılma ve aynlmalar, aile-gençlik arasında, bir kıs­ mı olumlu, bir kısmı ise olumsuz değişikliklere yol açmıştır. Olumlu Sonuçlar Büyük aile tipinden kü­ çüğe geçişte en olumlu so­ nuç, gençlerde kişilik geliş­ tirme ve sorumluluğa hazır­ lanma sürecinin gelişmesidir. Bireysel teşebbüsün artması, gençlerin çok erken yaşlarda gelecek fikrine alıştınlması, günümüzün gözde ekonomisi olan yarışma ve tüketim kav­ ramlarını benimseyebilme ve uyum sağlayabilme gibi özel­ likler gelişmiş ve kişi, daha çok üretici ve daha çok kişi­ sel mal toplama isteğinde olan bir kimlik kazanma eği­ limi de olan psikolojik bir ya­ pıya sahip olmuştur. Genç­ lerin hukuki kavramlarında da olumlu sayılabilecek fark­ lılaşmalar başlamış, özellikle kız-erkek çocuk farkının or­ tadan kalkması ile teşebbüs hakkı, mirastan eşit pay alma hakkı, eşit eğitim ve kültüre sahip olma hakkı gibi kav­ ramlarda, kadının sosyal ska- ladaki ağırlığı ve değeri et­ kinlik kazanmıştır. Kişisel özgürlüğün çok arttığı bu durumda kişilerin seçme, beğenme, reddetme haklan doğmuş ve bu özel­ likler; gençlerin iş seçimi, tahsil takdiri, eş seçimi, ya­ şanılacak yeni mekânların 5 seçimi gibi kişinin davranış biçimlerini kendi inisiyatifine bırakan ve daha güçlü, daha yaratıcı beyinlerin gelişme­ sine yol açan sonuçlar ver­ miştir. Olumsuz Sonuçlar Ailenin giderek küçülmesi, ailede çocuk sayısının azal­ ması,ailenin birden fazla par­ çaya ayrılması,yukarıda özet­ lediğimiz olumlu sonuçların yanı sıra, çok sayıda olum­ suz sonuçlar da vermiştir. Bunlann arasında otorite kaybını, hiyerarşik düzenin bozulmasını, aile bireylerinin birbirine olan .yakınlık ve bağlılığının kaybolmasını, dayanışmanın zayıflamasını sayabiliriz. Bunlann yanı sıra ev, tarla, ortak kullanılabile­ cek eşyalar ve malzemeler gi­ bi ihtiyaç maddelerinin aile­ den aynlan her kişi için ye­ niden temin zorluklan, çok sayıda ekonomik problemin ortaya çıkmasına sebep ol­ makta, tüketim hızla artmakta ve her kişi tek başına bir tü­ ketim makinesi haline gel­ mektedir. Aile içinde alınabilecek ortak kültür değerlerinin, aile içindeki dini eğitimin ve uy- gulamalannın da olumsuz et­ kilendiği, birçok adetin terk edildiği, aile bireyleri arasın­ daki yalan takip ve kontrolün ortadan kalktığı ve yeterli so­ rumluluk duygusu ve self -respect adını verdiğimiz sağduyu yetersizliği halinde çok sayıda kusurlu davranı­ şın ve suç niteliğinde olayın olduğu gözlenmektedir. Kabile içi ve büyük aile tipi bir yaşamı terk ederek çalışmak için endüstriyel merkezlere göç eden genç Afrikalı insanda bu olumsuz değişimlerin hepsi görülmüş; yalancılık, asilik, saldırgan­ lık, suç işleme gibi hallerin yanı sıra, fahişelik, homo­ seksüellik, evlilik dışı bir arada yaşama, evlilik dışı ev­ lat edinme,kumar, içki, mad­ de bağımlılıkları gibi toplumu içten kemiren ve bozan dav­ ranış kusurları ortaya çıkmış­ tır. Aynı durum, o kadar şid­ detli olmasa bile bizim ülke­ miz için de geçerlidir ve özellikle büyük şehirlerde yaşayan ailelerin gençlerinde, yukarıda sayılan değişimler ihmal edilemeyecek boyutlara yaklaşmaktadır. t Aile-Genç İlişkilerini Etkileyen Diğer Faktör­ ler: Günümüzde aile tipinin değişmesi sonucu,aşağıya sı­ raladığımız ilişkilerde önemli değişimler görülmüştür. a- Beslenme Biçimlerinin Değişmesi: Klasik ve bütün aile fertlerinin bir arada sof­ raya oturup beslenmeleri ola­ yı, giderek tarihe karışmak­ tadır. Sofrada toplu beslen­ me, sadece bir gıda almak olayı değildir. Sofra, aile bi­ reylerinin ortak bir masası ve oturumu olarak değerlen­ dirilmelidir. Sofrada ailenin ortak meselelerinin konuşul­ ması, dertlerin ve isteklerin dile getirilmesi, önemli karar­ ların alınması adeti de kay­ bolmaya yüz tutmuştur. Sof­ ra, aynı zamanda sosyal bir zamanlama ve sosyal bir saat anlamındadır. Herkes belli saatlerde sofrada bulunma mecburiyetindedir. Böylece gençler sofra zamanı evde olurlar, çocuklar oyunlannı keser ve sofraya hazır olur­ lar, evin erkekleri iş dönüşü kahvehane,kumarhane, mey­ hane gibi yerlere takılmadan sofranın vereceği huzur ve düzene uyarlar. Bu adetin bozulması ile sofranın bes- leyiciliğinin yanı sıra kut­ sallığı da kaybolmuş ve aileyi toplayıcı vasfı ortadan kalk­ mıştır. Pek çok Afrika ülkesi insanında, ailenin artık sofra­ da-değil işyerine en yakın içkili mahalde toplanma alış­ kanlığı başlamıştır, tş dönü­ şü eve gelmeyen kocayı en yakın meyhanede bulan Af­ rikalı kadın, kendisi de aynı saatlerde bu yere gitmekte ve evde yiyecek hiçbir şey bula­ mayan çocuklar da ana baba­ larının karınlarım doyurduğu bu içkili yerlere doluşmak­ tadırlar. Böylece sofraya, da­ ha önce adet olmayan bir madde-içki- de dahil olmakta ve genç bireyler, bu madde ile 10-11 yaş dolaylarında ta­ nışmaktadırlar. YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /19916 Ailenin doyum ve beslen­ mesinin ev dışına kaydırılma­ sıyla ekonomik model değiş­ miş, artık bir kişinin doyması için gerekli harcama evde olabileceğin çok üstüne çık­ mış ve sabit kazancın daha büyük paylarla harcanması, ailenin fakirleşmesine ve mal toplama gücünün azalmasına yol açmıştır. Bu olayın daha da önemli bir yönü, özellikle gençlerin ve çocukların, aile dışında beslenilebileceğini öğrenmiş olmalandır.Çocuk- lar ve genç kızlar evin dışın­ da beslenebilmek için kötü amaçlı insanlara yaklaşmakta ve onların isteklerine cevap verebilmektedirler. Başkalarının elinden bes­ lenenler, başkalarının istedik­ leri gibi hareket etmek zorun­ da kalırlar. b- Zayıflayan Adetler:Aile yapısındaki bu değişimler; küçülme, parçalanma, aile içi iletişimin azalması, beraber beslenmenin önemini kaybet­ mesi, toplu adetleri de olum­ suz etkilemiştir. Düğün, ni­ şan, bayram gibi ortak etkile­ şimler giderek zayıflamaya yüz tutmuş, özellikle bu adet­ lerin yaptırımları umursan­ maz hale gelmiştir. Dini kai­ deleri kimin yerine getirdiği, sosyal kaidelere kimlerin iti­ bar ettiği artık aranmaz hale gelmiştir. Çok çeşitli şirket­ ler, bayramları, bir kâr za­ manı olarak değerlendirmeye başlamış ve aileler bayram günlerinde birbirlerini ziyaret edecek, dargınlar barışacak yerde,turistik gezilere çıkma­ ya başlamış, ailenin büyük­ leri gezide iken çoğunlukla gençler ayn gruplar oluştur­ muş, onlar da kendi arala­ rında geziler tertip etmiş ve artık ana-baba-evlat a/asında ortak yaşam biçimleri azal­ mıştır. Ailenin büyükleriyle gençleri birbirleri için birer YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 ihtiyaç olmaktan çıkmışlar­ dır. Bayram kutlaması,yerini, bayram tatiline bırakmıştır. Ailenin gücünün elvermediği hallerde, devletin gençlere her konuda yardımcı olması, imkân vermesi, yön göstermesi gerekmektedir. c- Kültürel Değişiklikler: Bu yeni aile düzeni toplum kültürünü çok fazla etkilemiş ve aile içinde her yaş kesimi için adeta ayn bir kültür oluş­ muştur. Erken gençlik döne­ mi adını verdiğimiz 11-15 yaş grubu gençlerinde, kültür bir televizyon kültürü olmaya yönelmiş ve bu gençlerin ana -babalanndan alabilecekleri kültürel veriler çok azalmış­ tır. Düşünce, lisan ve davra­ nışları ayrı, değer yargılan değişik bir genç nesil üremiş- tir. Yetişkinler bu yeni nesil gençlerine karşı kendi kültür değerlerinden taviz vermeye başlamış ve ana-baba-evlat arasındaki otorite ortadan kalkmıştır. Bu durum, aile içinde karmaşık kültür örnek­ leri adını verdiğimiz yeni bir aile-genç ilişkisi dönemini başlatmıştır. Aile böylece ikinci bir defa daha bölün­ müş ve adeta sadece tek ki­ şiden oluşan bir aile tipi mey­ dana gelmiştir. Aile otoritesi, yerini bireysel otoriteye bı­ rakmış ve yeni yetişmekte olanın yönlendirilmesi, aile­ nin inisiyatifinden çıkmıştır. Gençlerle aile bireyleri ara­ sındaki iletişim, bir maddi olanak kaynağı olarak değer­ lendirilme yoluna girmiştir. d- Arkadaşlık Biçimleri: Eğlenme, beraber vakit geçir­ me, geziler önemli ölçüde aile dışına kaymış ve artık ana-babalar için bir referans olmaktan çıkmıştır. Çok kül­ türlü arkadaşlık tipleri başla­ mış, gencin ev dışında kim­ lerle arkadaşlık yaptığı, kim­ lerle beraber olduğu takip edilemez hale dönüşmüştür. Özellikle büyük yerleşim bi­ rimlerinde gençlerin bu iyi tanımadıkları kimselerle yap­ tıkları arkadaşlıkları sonunda geri dönülmez zararlara uğra­ dıkları görülmüştür. Özellikle gençler arasında nişanlanma, evlilik gibi kendilerinden başkalarının da tasvip ve onayını isteyen sosyal olaylar bireysel olaylar haline gelmiş ve yeni kurulacak ailelerde temel kavramlar giderek fark­ lılaşmıştır. Evlilik dışı bir arada yaşama, evlilik dışı ev­ lat edinme, çok sayıda gece­ nin ev dışında geçirilmesi, aile-genç iletişimini çok azaltmış ve koparmıştır. Aile­ nin gençlerin cinsel davra­ nışlarını kontrol etme şansı giderek azalmaya yüz tutmuş ve cinsel yaşam biçiminin sosyal vasfı kaybolmuş; bi­ reye has bir davranış modeli gelişmiştir. e-Yeni ekonomik model­ ler, televizyon, beslenme tar­ zının değişmesi aileyi sayı, kalite açısından böldüğü gibi, biyolojik olarak da gruplara ayırmıştır. Çocuklar, buluğ çağı gençleri, orta ve geç gençlik dönemi kişileri, ye­ tişkinler ve yaşlılar çok farklı düşünce ve duyuşları olan gruplar oluşturmuşlardır. Bu biyolojik gruplaşma, yeni adetlerin oluşmasına,yeni eğ­ lence tarzlarının meydana gelmesine sebep olmuş ve kitle dinamiği farklılaşmıştır, içki içme adetinin gençler arasında yaygınlaşması, çok kültürlü bir müzik zevkinin 7 doğması, araç sürmenin yay­ gınlaşması, araç sürmenin bir ihtiyaç olmaktan çıkıp bir zevk haline çevrilmesi, cin­ sellikte dönem sınırlarının kaldırılması gençlerle ana-ba- balann iletişimini zorlaştırmış ve ‘‘Taviz verirseniz anlaşı­ rız," türünden bir yaklaşım tipi belirlenmiştir. f- Saldırganlık Eğilimleri: Gerek dini otoritenin zayıfla­ ması, gerekse aile içi otorite­ nin gücünden kaybetmesi, saldırganlık eğilimlerini ön plana çıkarmıştır. Özellikle orta gençlik dönemi adını verdiğimiz 15-18 yaş grubu gençlerde bu durum daha da belirgin hale gelmiş ve aile -genç iletişiminin en kopuk olduğu bir süreç başlamıştır. Bu gençlerde gelişimin tabii bir sonucu olan kişilik ge­ liştirme çabalan ve krizleri, aile ile genci olumsuz bir şekilde karşı karşıya getirmiş ve kişilik geliştirmeyi bir karşı çıkış şeklinde anlayan bu kesim gençlerinde, saldır­ ganlık adeta zorunlu bir ka­ rakter halini almıştır. Bu dev­ re gençlerinde aile-genç ile­ tişimini bozan değişimleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. ZGencin giderek ailesi­ ne, çevresine ve topluma ya­ bancılaşması, ZHuy ve davranışlannda acayipleşme ve farklılaşma, ZDuygusallığın kaybol­ ması, aşın pozitivistik geliş­ meler, ZBazı konularda aşınya kaçma ve zorunlu düşünce­ lerin başlaması, Zlnsanlardan kaçma,yal­ nızlık istemi, ZOkuma ve öğrenmeye karşı ilgisizlik, özellikle oku­ muş gençlerimize eğitim so­ nu yaşam imkânlarının yeterli ölçüde verilmemesinin sebep olduğu toplumsal küskünlük, ZKıyafet dağınıklığı ve anarşisi, ZDini kaidelere uymakta ve bunlan uygulamakta ye­ tersizlikler. Araştıncılar gençlerde gö­ rülen bu değişikliklerin pek fazla bir tedirginlik yaratma­ masını, bunun biyolojik bir süreç olduğunu, doğal bir zorunluluk olarak kabul edil­ mesi gerektiğini, toplumun yetişkin ve yaşlı kesiminin bu genç kitleye ayak uydur­ mak durumunda bulunması gerektiğini, bir çeşit toplum dinamiği gibi düşünülme­ sini, böylece yetişkin kesi­ min gençlerle bir iletişim ku­ rabileceğini, onların bizi de­ ğil bizim onları takip etme durumunda bulunduğumu­ zu, ancak tıpkı bilimsel olay­ lardaki geriden beslenme feed-back sistemi gibi bizim de geleneksel kültürümüzle sürekli olarak onları arkadan etkilememiz gerektiğini ileri sürmektedirler. g- Otorite Kaybı: Bu, aile genç iletişimini olumsuz etki­ leyen çok önemli bir unsur­ dur. Aile otoritesinin kaybı, ilk planda gençlerde karşı çıkma ve saldırganlık olarak görülmektedir. Bu saldırgan­ lık endüstriyel merkezlerde ve büyük şehirlerde daha be­ lirgindir. Kişisel saldırgan­ lık, grup eylemleri, kitle sal­ dırganlığı, sosyal davranış­ lar, halkı taciz eden davranış­ lar ve homoseksüelliğin art­ ması, bu otorite kaybının ba­ riz belirtileridir. Araştırıcılar, gençlerde aile-genç ilişkilerini bozan sebepleri şu şekilde sırala­ maktadırlar: ZGeleneksel kültürü, aile otoritesini, bir başka kaynak­ tan aldığı emir ve direktif doğrultusunda reddetme; horlama, tahrif ve bu kültür 1 değerlerine zarar verici dav­ ranışlarda bulunma, ZSaptınlmış bir düşman kavramının gelişmesi, anne- babayı hasım ve şart koyucu görme, haklarının yendiği iz­ lenimi, ZŞiddeti, karşı çıkıcılığı, kanun dişiliği, otoriteye itaat­ sizliği sanki gençlere has olumlu bir davranış gibi al­ gılama yanılgısı, ZKararsız, değişken ve gençlere açık ve güvenli bir gelecek vaat etmeyen eğitim sistemlerinin uygulanmakta oluşu, eğitimde ardı arkası kesilmeyen bıktırıcı, dene­ timlerin ve sınav sistemleri­ nin uygulanması, YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 719918 /Gençlerdeki bu organik tabiatlı saldırganlık eğilimle­ rinin, sportif faaliyetlere,top­ lu eğlence çeşitlerine, kültü­ rel programlara kaydırılma­ mış olması, /Kitle yarışması ve kişi­ sel yarışmanın kişinin yete­ neklerine göre ayarlanama- mış olması, ekonomik birey­ selcilik modeline uygun ola­ rak fırsat eşitliliğinin, ödül­ lendirilmenin yapılamaması, /Bireysel sorumlulukta gencin tek başına ve destek­ siz bırakılması gibi sebeple­ rin aile-genç ilişkilerini olum­ suz etkilediği ve hiç kimsenin gençlere vermediklerini iste­ meye hakkı olmadığını bura­ da vurgulamak isteriz. Geçmişin aile tipinde gö­ rülen ve sorumluluğun bir pi­ ramit gibi tepeden tabana yayılan şeklinin değişmiş ve artık tam sorumluluk döne­ minin başlamış olduğunu ve tam sorumluluğun gençlerde tam etkinlik kavramını da be­ raberinde getirdiğini unutma­ malıyız. Aile-gençlik ilişkilerini yukarıdaki bilgilerin ışığı al­ tında incelemek istersek »me­ seleyi çocuğun doğumundan itibaren ele alıp, 18-25 yaş dilimini içine alan geç gençlik devresi sonuna kadar gö­ türmek durumunda kalırız. Anne-baba ile evlat ara­ sındaki ilk iletişimler do­ ğumla başladığı gibi,ilk sür­ tüşmeler de doğum olayı ile başlar. Çocuk daha doğduğu andan itibaren ona hizmet edenleri tanır ve onları kendi istekleri doğrultusunda kul­ lanma isteğinde bulunur. Ar­ tık bu alışkanlığını Ömür bo­ yu sürdürecek ve ana-baba- sını kullanmak isteyecektir. Birçok huylar ve ilk karşı çıkışlar, ilk çocukluk dö­ neminin kalıntılarıdır. Gıda reddi, dışkılama düzensizlik­ leri, uykusuzluk, hırçınlık çocuğun ilk kişilik denemele­ ri olarak kabul edilir. Bazı Problemler bizleri bunaltabilir, ama unutmayalım iki, sadece akılsızların ve duygusuzların problemleri yoktur. 4-5 yaşa kadar süren bu fizyolojik karşı çıkışlar, daha sonra yerini başka huylara bırakır. Kavgacılık, geçim­ sizlik, eşyaları tahrip etme, itaatsizlik bunlar arasındadır. Uygun bir otorite ve ödül -ceza İkilisinin yerinde uygu­ lanması, ana-baba-evlat ara­ sındaki bu karşıtlığı genelde çözecek niteliktedir. Huysuz­ luğa taviz verilmesi halinde ise bu aile-genç iletişim bo­ zukluğu, ileri gençlik dönem­ lerine kadar sürer gider. Ailelerin pek çoğunun ço­ cuklardaki normal gelişim süreçlerini iyi tanıyamama­ ları, özellikle buluğ ve sonra­ ki yıllarda çok belirgin bir iletişim ve ilişki kopulduğuna yol açar. Bu çocukluk devresinin arkasından, gençlikte üç bi­ yolojik süreç adını verdiği­ miz devreler başlar. Bunlar buluğla beraber gelen biyolo­ jik süreç, 15-18 yaş arasın­ daki psikolojik süreç ve kişi­ lik geliştirme ile soyut dü­ şüncenin geliştiği süreç ve nihayet 25 yaşına kadar süre­ bilen geç gençlik devreleri olarak bilinir. a- Buluğ veya biyolojik süreç sırasında, gerek kız ve gerek erkek çocuklarda yapı­ sal değişiklikler meydana ge­ lir. İkincil cinsel karakterler adını verdiğimiz bu farklılaş­ maların pek çoğu hepimizin dikkatini çeker. Bu devrenin sonunda kız ve erkek cinsel olgunluğa ererler ve cinsel üretim gücünü kazanırlar. Gerek kız ve gerekse erkek çocukların bu devrede bu farklılaşmanın ne anlama gel­ diği açısından bilinçlendiril­ melerinde büyük bir gerekli­ lik vardır. Aksi halde cinsel kimliklerini seçmekte zorluk çekerler. Bu devrede gençle­ re yöneltilen aşın eleştirile­ rin, aşın koruyucu bir tutu­ mun, tehdit getirici ve ceza- landıncı davranışlann faydası olmadığı gibi, çocuğun top­ lumsal uyumunun bütünüyle bozulmasına ve davranış bo- zukluklannm oluşmasına yol açabilir.Hoşgörü, şefkat, an­ layış; aile ile genç arasındaki iletişimde temel prensipleri oluşturmalıdır. b- Orta gençlik dönemi, biyolojik gelişmelerin bittiği psikolojik ve zihinsel bir süreçtir. Bu devrede gençlere yaklaşmak ve onlarla iletişim kurmak oldukça zordur. Bu, duygulanımlann ve sempati­ lerin çok antiği bir zamandır. Aile ile gençlerin bu devrede başı, çoğunlukla tasvip edil­ meyen sevgi ilişkileri sebe­ biyle derde girer. Gençlerin başı, şiir, müzik düşkünlü­ ğü, alevlenmiş sevgililerle yeteri kadar derttedir. Genç, zamanının çoğunu evin dışın­ da geçirmek ister. Ailenin geleneksel kültürüne ters dü- şen tavırlar alır. Saçı, giyimi, konuşması, çevresindeki ar­ kadaşları, evin insanlarına karşı tutumu aileye çok farklı ve olumsuz gelebilir. Bu gençlerin zaman ve mekân duyumlarındaki yetersizlik, bir başıbozukluk ve plansız­ lık gibi görünebilir. Özellikle genç kızların ev­ de tutulması çok zorlaşır. Kırsal kesimde evden kaçış- m; YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 9 lar, şehirleşme bölgelerinde alabildiğine serbest davranış­ lar dikkati çeker. Tedbir, sa­ kin olmakta, soğukkanlılıkta ve genç ile iletişimi hiçbir za­ man koparmamaktadır. Harç­ lığını kesme, aşın cezalandır­ ma, dövme, evden kovma gi­ bi tedbirlerin hiçbir yaran yoktur ve gencin kaybedil­ mesinden başka bir işe de ya­ ramazlar. Bazı gençlerde ise ortaya çıkan ve çok sinsi gelişen bir orta gençlik çağı depresyonu, işleri daha da kötüleştirir. Si­ gara, alkol ve madde bağım- lılıklannın başladığı ve genç­ leri ailelerinden ve toplumdan kopancı nitelikteki bu kusur­ larla ailenin tek başına müca­ delesi çoğunlukla yetersiz kalır. Bu devrede genci aşın sıkma; sıkılgan, pısınk, ana bağımlısı tiplerin oluşmasına yol açar. Otoriteden yoksun bir uygulama da çocuğu, asi, karşı çıkıcı, kültür değerleri­ ne ters düşen bir birey haline getirir. Gencin zamanının; çalışma, sportif faaliyetler, kültürel girişimler içinde eri­ tilmesi ve bu işlerin olabil­ diğince her iki cinsin bir ara­ da olacakları şekilde prog­ ramlanması zorunluluğu var­ dır. c- Geç gençlik dönemi, aile gençlik ilişkilerinin artık gençlik-devlet ilişkileri şek­ line ve sosyal ilişkiler haline dönüştüğü bir devredir. Ev­ lenme, iş bulma, çevre oluş­ turma gibi faaliyet ve sorum­ luluk yüklenme, bu devrenin karakteristikleridir. Ailelerin bu devreye giren çocuklarına önceden bir birikim yapma­ ları ve yardımda bulunmaları en uygundur. Ailenin gücü­ nün elvermediği hallerde, devletin gençlere her konuda yardımcı olması, imkân ver­ mesi, yön göstermesi gerek­ mektedir. Aile ve gençlik arasındaki iletişim ve ilişkiler gibi son derece geniş bir konunun bir tek yazının sınırlan içine sığdınlması ve her detayın burada tartışılması elbetteki imkânsızdır. Ben yazımı bu konudaki kişisel görüşlerimi ve duyuşlarımı kısaca belirte­ rek bitirmek istiyorum. Dünyamız bütün insanla- nyla yeni bir gelişim yanşına girmiştir. Biz gençlerimizle beraber bu yanşta yan yana koşmak durumundayız. Biz yavaş gidersek, gençleri ya­ kalayamayız. Onlan tutmaya çalışırsak hem onlar hem de biz geri kalınz. Değişim ve yenilenme, insanın doğal ge­ reksinimidir. Bu beraber sürdürülen yarışta, aramızda çıkacak problemlerden korkmamalı­ yız. Onlar bize, biz gençlere problemler çıkaracağız ve bu problemleri şefkatle, serin­ kanlılıkla, sevgiyle ve hoşgö­ rüyle çözmeye çalışacağız. Biz onlara, bilgi ve tecrübeyi; onlar bize, hırsı ve dinamiz­ mi vereceklerdir. Gencin zamanının, çalışma, sportif faaliyetler, kültürel girişimler içinde eritilmesi ve bu işlerin olabildiğince her iki cinsin bir arada olacakları şekilde programlanması zorunluluğu vardır. Problemler, ilerlemenin ve gelişmenin temel taşları­ dır. İnsanlar, onlara basa ba­ sa yol alırlar. Bazen bu prob­ lemler bizleri bunaltabilir, ama unutmayalım ki, sadece akılsızların ve duygusuzların problemleri yoktur. Gençlerimize nasıl davra­ nılacağını bu yazının içeriğin­ den anlamak oldukça kolay­ dır. Özellikle şu öğütlerin tu­ tulmasındaki başarı,aile-genç ilişkileri açısından kanaatim­ ce büyük önem taşımaktadır; ZGünlük hayatınızdaki dürtüleri, sıkıntıları hiçbir za­ man çevrenizdekilere yansıt­ mamaya çalışın. Zlçinizde mevcut biyolo­ jik saldırganlığı ve öfkeyi ya­ ratıcı bir güç gibi kullanmayı öğreniniz ve çalışmanın en iyi yol olduğunu biliniz, si­ nirli iken daha çok çalışınız ki sakinleşebilesiniz, ZBencil olmaktan, sade­ ce kendinizi düşünmekten ve sürekli olarak haklı çıkma isteğinden vazgeçiniz,• • ZOnyargıdan, dedikodu­ dan, insanları suçlamadan, haksız yarışmadan kaçınınız, ZBilgilerinizi sürekli ye­ nileyiniz, yeniliklere yumu­ şak bakınız, duygularınızı geliştiriniz, kazandığınız her bilgiyi, her hüneri başkala­ rıyla paylaşınız, ZEvlatlannıza insanın nasıl sevilmesi gerektiğini ör­ nekleriyle gösteriniz, yaşlıla­ rınızı seviniz ve koruyunuz, ZBiyolojik ve sosyal ku­ ralları izleyiniz, ZVe nihayet Dünya Sağ­ lık Teşkilatı'nın normal in­ sanı nasıl tarif ettiğine bakı­ nız, “Normal insan önce ken­ disi, sonra ailesi, sonra hısım ve akrabaları, sonra komşu­ ları ve hemşerileri ve sonra bütün dünya insanları ile iyi geçinen insandır," cümlesini hiç aklınızdan çıkarmayınız. 10 YAŞADIKÇA EĞİTİM t 14 /1991 Çocuklarımıza Karşı Kırıcı ve Yıkıcı Olmayalım Dr. Psk.Nursel TELMAN Çocuklarımıza küçük yaşlarda yaşattığımız kıyıcı ve yıkıcı olumsuz deneyimler, onları duygusal yönden örseleyebilir. Bu tür örselenmeler de gelecekte büyüklerine saygısız davranan gençler yaratılmasının ardındaki önemli nedenlerdir. Oynayacak saha bulamayan ço­ cuklar artık sokak aralarında oynu­ yorlar. Bu yazıma, gözlediğim bir olayı anlatmakla başlayacağım. Bel­ ki bazı kişiler kendilerini bu olayın kahramanları ile özdeşleştirebilirler. Büyük şehirde yaşayan pek çok erkek çocuk gibi, 12 yaşlarında 8-10 erkek çocuk bir takım kurmuşlardı. İçlerinden birinin siyah beyaz renkli futbol topu ile evlerine yalan en uy­ gun yer olarak sokakta oynuyor­ lardı. Çocuklar hiç kuşkusuz ama­ törce futbol maçı yapıyorlardı. Bir ara top gitmemesi gereken bir yere gitti. Bu yerin sahibi dışarı çıkıp ço­ cukları payladı. Cam kırılmamıştı. Dr. Psk. Nursal TELMAN İÜ. Psikoloji Bölümü nü bitirdi. Usans üstü çalış­ malarını Manchhester Üniversitesinde 'en­ düstri psikolojisi' alanında yaptı. 1982den beri SSK Meslek Hast. Has. Mesleki Rehabilitas­ yon Merkezi Sorumlusu olarak görevli. Türkiye de If Psikolojisi alanındaki çalışma­ ların öncülerinden ve uygulayıcılarından ol­ duğu için gururla çalışmalarını sürdürüyor. Bu alanda pek çok araştırması ve aynı adla ya­ yımlanmış bir kitabı var. • • Üstelik bu bey, takımdaki çocuk­ lardan birinin de babası idi. Ço­ cuklar süklüm püklüm olmuştu. Bu baba, çocukları azarlamakla da ye­ tinmemiş, oğluna topu eve getirme­ sini emretmişti. Çocuk bu emre uy­ muştu. Topun alıkonulacağını dü­ şünen çocuklar üzüldüler. Fakat o ne? Bu baba her nedense olağa­ nüstü kızgındı. Çocuk azarlamak, topu saklamak gibi hafif cezalar vermek onun kişiliğini tam yansıt­ mayacak, onu doyurmayacaktı. O, çocukları birer birer alıp dövse, bel­ ki biraz rahatlardı. Tabii bunu da başaramazdı. Zira şimdiki çocuklar uyanıktı, onları yakalamak zor ola­ caktı. O halde hırsını elindeki toptan almalı idi. Elindeki bıçak ile meşin topu kesmeyi zor da olsa becerdi. Çocukların gözü önünde cellatlığını tamamladıktan sonra, leşi çocukla­ rın önüne atıp, başarılı bir baba edası ile içeri girdi. Çocuklara iyi bir ders vermişti işte! Çocuklar, üzgün olmanın da ötesinde yaralanmışlardı. Hele de topun sahibi çocuğun ve topu par­ YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 11 çalayan adamın oğlunun içinde bu­ lundukları fırtına. Zira o top sahi­ bine hediye edilmişti. Hem de o çocuk için o top en sevdiği hediye­ lerden biri idi. Arkadaşının ‘babam’ dediği adam da onu kesmişti. Par­ çalanmış topu ya da kalıntısını alıp, ağlamaklı bir şekilde evine kaçmış­ tı. Bu olay o çocuk ve diğer ço­ cuklar için onları duygusal yönden örseleyici bir deneyim (travma) ol­ muştu. Yaşamlarının diğer her dev­ resinde topla ilgili konularda bu olay hepsinde buruk bir çağrışım yapabilecekti. Dahası bir babanın ve genelleyerek tüm babaların kıyıcı duygular besleyebileceğini de hepsi yaşayarak öğrenmişlerdi. Çoğu da geleceğin baba aday lan idi... Bu olayı birlikte eleştirelim: Olaydaki baba, hayvanlara ve in­ sanlara özgü, öldürücü olma (tha- natos) içgüdüsünün aşın enerjisi ile oluşan saldırganlık duygulannı de- netleyemeyecek kadar saldırgan (agresiv) bir kişidir. Kızgınlığının derecesine bağlı olarak, önüne gele­ ni, insan da olsa kesebilir, yok ede­ bilir. Bu olayı hayretle anlattığım bir toplulukta bir hanımefendi övünçle bir anısını aktardı. (O hanımefendi bir dükkan işletiyordu.) O da bir gün, dükkanının camlarını korumak için, yakınlarda top oynayan bir grup çocuğa derslerini vermiş, top­ larını parçalayıp çöpe atmıştı. Ne yazık ki toplumumuzda böyle saldırgan kişilikte pek çok ana-babalar var. Artık apartmanda yaşaması nedeni ile dört duvar ara­ sına hapsedilmiş çocuklar için, oy­ nayacak mahalle aralan ve arsalar da kalmadığına; oynayacakları bir özel oyun-spor alanı da olmadığına göre, bu çocuklar enerjilerini na­ sıl ve ne yönde kullanacaklardır? Oyunlannı engelleyici kişilikteki, karşılaştıktan her yetişkin, onlarda nefret duygulan uyandıracak; onlar da ‘gelecekte saldırgan ana-babalar olma hakkım’ kendilerinde görecek­ lerdir. Dahası bu tür olumsuz de­ neyimler bütün yetişkinlere genel- lenecektir. Çocukların toplumda Çocukların kendilerinden büyüklere karşı olan saygısızlıklarının ardındaki nedenlerden biri de olumsuz deneyimlerdir kendilerinden büyüklere karşı olan saygısızlıklannın ardındaki neden­ lerden biri de bu tür olumsuz dene­ yimlerdir. Öyle ki toplumumuzda sıkça yaşayıp, güncel sorunlanmız- dan olarak tartıştığımız “yaşlılara otobüslerde gençler tarafından yer verilmemesi; karşıdan karşıya geçen yaşlıya yardım edilmemesi” gibi pek çok davranışın altında hep geç­ mişteki bastırılmış duygular yat­ maktadır. Çocuklara ve gençlere olanak tanımalıyız. Bizim çocukluk döne­ mimizde yararlandığımız çiçekli, ağaçlı bahçeleri, onların elinden al­ dığımız acı bir gerçektir. O halde, önce biz onlara olanaklar sağlayıp; onlara karşı ‘sevgi’li, ‘saygı’lı; olumsuz duygularını denetleyebi­ len, ölçülü, hoşgörülü, anlayışlı er­ demli yetişkinler gibi davranalım! Ancak o zaman; ‘kendisiyle ve çev­ resiyle barışık’ ruh sağlığı yerinde gençler yaratmanın onur ve mutlu­ luğunu paylaşabiliriz. 12 YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 71991 BİR a ruheah z ----- VAR Yaşadıkça Eğitim Dergisi Okuyucu Mektuptan Bölümü İlgililerine, Beşinci sınıfa giden oğlumuz, çok ba- şanlı ama ev ödevlerini yapmaktan sıkılıyor. Ödevlerini bitirmesi için eşimle ısrar etmek durumunda kalıyoruz. Televizyonda çıkan bir uzman da ana- babaların çocuklann ev ödevlerine yardımcı olmamalannı söylemişti. Ancak, çocuğumu­ za karışmadığınız zaman da Burak (oğlu­ muz), hemen ‘Dersim bitti. ’ deyip kapatıve- riyor. Ne yapacağımızı şaşırdık. Aklımıza size yazmak geldi. Umarız bizim sorunumuzla da İlgilenirsiniz. Saygılar, Ece ve Hayri ÖKE Sayın Öke Ailesi, Ev ödevleri, öğren­ ci olmuş herkesin anıla­ rında, genellikle hoş ol­ mayan biçimde kalmış bir konudur. Üstelik, sizin karşınıza yeniden çık­ mış durumda. Çocuğu­ nuz yüzünden yine ev ödevleri ile uğraşmak zorundasınız. Bu kez ro­ lünüz değişik, konu aynı. Ev ödevlerinin, öğ­ renciler ve ana-baba- lar kadar, öğretmenler için de can sıkıcı bir ko­ nu olduğunu belki de hiç düşünmemişsinlzdir. Oysa öğretmenlerin de yaşamış oldukları bir öğrencilik dönemleri vardır. IHAZIRLAYAN: Gülay DOKUZOĞUZ Oğlunuzun ev ö- devlerlni yapmaktan niçin sıkıldığını araştırınız. Öncelikle, ev ödevle­ rine karşı isteksizliğinin nedenini ya da neden­ lerini belirlemeye çatışı­ nız. Ev ödevleri, çocu­ ğunuza niçin sıkıcı geli­ yor? Sorunu paylaşan kişiler olarak, öğretmeni ve öğrencisi olan oğlu­ nuzu dinlemekle İlk adı­ mı atabilirsiniz. Burak'ın öğretmeni ne tür ö- devlerl, niçin veriyor? Bunu tam olarak anla­ maya çalışınız. Bunu anlayabilirseniz, çözü­ me ulaşmanız kolayla­ şacaktır. Öğretmenler genellikle ana-baba ile işbirliğine hazırlıklı ve bu işbirliği İçin yapıcı olma­ ya İsteklidirler. Yeterkl bu İşbirliği dileğinizi uy­ gun ve olumlu biçimde dile getirin. Burak'ın ödev yapma sorumlu­ luğunu' kazanması, da­ ha huzurlu ve istekli ça­ lışma yöntemlerini kul­ lanma becerisini ge­ liştirmekten başka bir düşünceniz olamaya­ cağını. öğretmenine İç­ tenlikle ve kesin bir tavırla açıklayınız. Öne­ rilerini, yardımlarını rica ediniz. Böylece, öğret­ menle iyi bir iletişim ku­ rabilir ve Burak'la ilgili başka konulan da pay­ laşabileceğiniz bir dost kazanabilirsiniz. Burak'ın duygularını anladığınızı, ona açıkla­ yınız. Ödevler ve gö­ revler konusunda kişisel deneyimlerinizden ör­ nekler verebilirsiniz. Kuş­ kusuz yaşamınızda çok canlı ve çarpıcı dene­ yimleriniz olmuştur. On­ lardan yararlanarak Burak'la keyifli söyleşiler yapabilirsiniz... Böylece ödevler ve görevlerin, yaşamın kaçınılmaz gerçekleri olduğunu Burak'a aktarabilirsiniz. Ev ödevlerinin sorun haline gelmesinin ardın­ daki nedenlerden biri de 'kaynak tarama' becerisinin kazanılma­ mış olmasıdır. Günü­ müzde genelde ailele­ rin evlerinde çeşitli kitap ve ansiklopediler bu­ lunmaktadır. Ancak, Sözlük, ansiklopedi vb. yazılı kaynaktan nasıl yararlanılır? Bu, çocuk­ lar İçin ürkütücü gelebi­ lir. 10 ciltlik genel kültür ansiklopedisinde bir konuyu araştırmaya gi­ rişmişse bir süre sonun­ da umutsuzluğa kapıla- bilecektlr ve ödev yapmamayı yeğleye­ cektir. Burak'ın 'kaynak tarama' becerisi ne aşamadadır? Bunu be­ lirleyip değerlendire­ bilirsiniz. Çocukların ödevle­ re karşı uzak durmasının bir başka nedeni de yapılan ödevin ana- baba tarafından görül­ memesidir. Bakılır da görülmez çoğu za­ man. Çocuğun ev ödevleri ya da diğer davranışlarına karşı olumsuz eleştirilerde bulunmak ya da İlgisiz kalmak gibi tavırlar, za­ man İçinde çocuğu umarsız, ilgisiz, İsteksiz davranan bir kişi duru­ muna itebilir. Çocuk için temel gereksinmeler­ den biri de 'İlgi çek- mek'tlr. Çocuklar hangi davranışları İle İlgi çeki­ yorsa onları sürdürmeyi yeğlerler. Öğretmenin, Burak'ın ödevlerine bir süre İçin daha yürek­ lendirici yaklaşımda bulunmasını rica edebi­ lirsiniz. Siz de olumlu-ya- pıcı eleştirilerinizle onu destekleyebilirsiniz. 'Ev ödevleri' İle ilgili olarak Sayın Günseli Oral’ın bir yazısını 14. sayfada sunuyoruz. Sağlıklı, huzurlu ve başarılı günler dileriz. Kolay gelsin. YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 13 Önlem ek Yerine... Günseli ORAL Öğretmen, verdiği ev ödevinin amacını belirlemeli ve öğrencilerine de ödevin amacını açıklamalıdır. Yakın zamanda ülkemizde ya­ pılan eğitim yeniliklerinden birisi, ev ödevleri ile ilgili idi. Ev ödev­ lerinin kaldırılması, bunun hangi yaş gruplan için geçerli olduğu so­ ruları ve bu konudaki tartışmalar halen devam ediyor. Bu olayın avantaj ve dezavantajlannı tartışma­ dan önce, ev ödevlerinin yapısını iyi bilmek gerekir. Ev ödevleri ne­ den verilmeli, ne kadar verilmeli, bu ödevlerden bizler neler umuyo­ ruz? Ev ödevlerinin pek çok fonksi­ yonu vardır: ✓Öncelikle, verilen bilginin öğ­ renilip öğrenilmediğini gösteren, ölçmeyi meydana getirirler. Bu aşa­ ievler farklı şekillerde ola- bilirler, yazılı, sözlü ya da ikisinin Günseli ORAL 1988de ODTÜ Psikoloji Bölümünü bitledi. U- sons ve lisanüstü çalışmalarında 'Eğitim Psi­ kolojisi' üzerinde çeşitli projelere psikolog olarak katıldı. Eğitimde program geliştirme; İlkokul Çocuklarında Yaratıcılık ve Okul İçi Davranışlar alanlarında yayımlanmamış araştırmaları var. Halen ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü nde görevli. kanşımı. Örneğin, ilkokul 3. sınıf çocuklanna güneş enerjisi hakkında çeşitli ödevler hazırlatmak zor de­ ğildir. Bunu bir kompozisyonla ya da sözel olarak sınıfta anlatırlar. Üçüncü bir alternatif olarak, konu­ nun ana hatlarını, öğretmenin anlat­ tığım ve gereken materyalleri sağla­ yarak çocuklara güneş enerjisiyle çalışan oyuncak arabalar yapmayı gösterdiğini düşünelim. Böyle bir uğraşta, hem konuyu iyi öğrenme, hem de pratiğe uygulama şansı bu­ lan öğrencilerin derse duydukları il­ gi ve aldıkları zevk çok daha fazla olacaktır. Bu arada, arabalar arasın­ da bir yarış düzenlenip, sosyal ilişkilerin öğrenilmesi de pekişti­ rilebilir. ✓Ev ödevlerinin ikinci fonk­ siyonu, çocuğun okulda aldığı bil­ giyi tekrarlama imkanına sahip ol­ masıdır. Böylece çocuklar o günkü konuya daha detaylı yaklaşıp, ders­ te anlamadıkları yerleri düzeltebilir­ ler. Elbette çok küçük çocuklarda, bu sonuca varmayı beklemek, fazla­ ca iyimser olmak demektir. Ancak, o günün konularının tekrarını sağla- ..... YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /1991 14 yacağından faydalıdır. Özellikle ilk­ okul çağındaki çocukların hafıza ve dikkat kapasitelerinin ne kadar kı­ sıtlı olduğu hatırlanırsa, ev ödevle­ rinin tekrarlama, soyuttan somuta geçirme ve yenileme işlevlerine bü­ yük yardımı olduğu anlaşılabilir. Sayfalarca problem çözme, kompozisyonlar yazma gibi soyut, zor ve uzun ödevlerin çocuklar üze­ rinde olumsuz etkisi olacağı belli­ dir. Bu etkilerin başında, motivas­ yon kaybı ve bunaltı gelir. Bu soru­ nu önlemek için, öğretmenlerin, ve­ rilen ödevlerin miktarlarını çok dik­ katli biçimde saptamaları gerekir. Bu miktar yaşa göre, kişisel ilgilere göre konunun çocuklar tarafından sevilme derecesine göre ve ödevin yapısına göre farklılıklar gösterir. Örneğin çok popüler bir konuyu verip, dilbilgisi dersinde o konuyla ilgili öyküler yaratmalarını istemek, rutin ve klasik dilbilgisi derslerin­ den çok daha fazla öğrenci toplaya­ rak, performansı yükseltecektir. /Ev ödevlerinin üçüncü fonk­ siyonu, çocukların sorumluluk duy­ gularının gelişmesine yardımcı ol­ maktır. Akşam evde ödev hazırla­ yıp, ertesi gün okula götürmek zo­ runda olan bir çocuk, sorumluluk duygusu ile tanışmış demektir. Özellikle de ödevler yeterince ödül­ lendirilirse, bu duygu, çok daha kalıcı olacak ve sonraki öğrenme­ lere olumlu bir zemin hazırlaya­ caktır. Matematik problemleri gibi bazı özel ödevler için, ev ödevleri fay­ dalı olabilir. Bu sayede, çocuklar ertesi gün kendi çözümlerini arka­ daşlarının çözümleri ile karşılaştı­ rıp, öteki alternatiflerin de farkına varırlar. Bu durumu edebiyat gibi farklı dallar için düşünürsek, birbi­ rinden değişik problem çözme tek­ niklerinin öğrencilere iletileceğini ve onların yararcılıklarını geliştireceği­ ni anlayabiliriz. /Grup ödevleri vermek de ol­ dukça yararlıdır. Bu şekilde, sosyal normlar, işbirliği, yarışma, işbölü­ mü gibi kavramlar öğrenilecek grup kuralları yaratılacak ve bu kurallara ulaşmak için çaba sarfedilecektir. Ancak bir hususta dikkat edilmesi gerekmektedir: Çocuklar grup için­ de olmanın avantajlarını kullanıp, kendi sorumluluklarını gruba yükle- yebilirler.Bunu önlemek için, grup sayısı mümkün olduğunca küçük tutulmalı ve öğretmen, grup aktivi- telerini yakından gözlemelidir. Ay­ rıca arasıra gruplan değiştirmek de faydalıdır; böylece çocuklar farklı gruplardan haberdar olurlar ve yeni ilişkiler kurarlar. Bu şekilde grup içi ve grup dışı anlaşmazlıklarda da­ ha kolay çözüme ulaşılacağı gibi, tümüyle de anlaşmazlıklar önlene­ bilir. Aslında ev ödevlerinde en önemli konu miktar değil, niteliktir. Ne kadar ödev verildiğinden çok, verilen ödevin ne işe yaradığı konu­ iaklaşmak gerekir.33sunda “Ev ödevleri zamanında ve yeterince ödüllendirilirse, çocuklarda sorumluluk duygusu kalıcı olacaktır. Anında ve olumlu eleştiriler, çocukları, sonraki öğrenmelere hazırlayıcı; yapıcı temel yaşantılarmdandır. ” YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 15 EV ÖDEVLERİ YAZILI OLMALIMI? Bu çoğunlukla duruma bağlıdır. Kimi zaman öğrenci hiç yazılı ödev hazırlamadan, o dersten en yüksek notu alır, kimi zaman da sayfalarca ödev hazırladığı halde, tek kelime bile anlamaz. Elbette yazılı ödevin gerekli olduğu zamanlar vardır. Ma­ tematik ve fen bilgisinde problem çözme ya da yabancı dil dersinde kompozisyon yazma gibi örnekler oldukça boldur. Ev ödevi verildiği zaman, ço­ cuklara neden gerekli olduğu mutla­ ka açıklanmalıdır. Yazılı olsa da, ol­ masa da bu gereklidir. Öğretmen kendini çocukların gereksinimlerine göre ayarlamak zorundadır. Ayrıca, motivasyonun, ödevin sağlayacağı yarar içinde son derece büyük rolü olduğu da unutulmamalıdır. Öğ­ retmen, çocuklarda heves uyandıra- mazsa ödev son derece zararlı hale dönüşebilir. Yetişkinler gibi küçük çocuklar da, bir iş yaparken nedeni­ ni öğrenmek isterler. Gösterilen se­ bep “Çünkü öğretmen öyle istedi.” olmamalıdır. Öğrenciler, ertesi gü­ nün ödevini hazırlarken, mümkün olduğunca fazla heveslendirilmeli- dirler. Öğrenciler yeterince yönlendiri­ lip, yüreklendirilmemişse, o zaman en iyisi hiç ödev vermemektir. Ge­ nelde en büyük sorun; ödevin nasıl yapılacağı değil,'öğrencilerin nasıl heveslendirileceğidir. Her öğretme­ nin kendi kendine, “Öğrencilerimin bu dersten neler öğrenmelerini umuyorum?”, “Çocukların heves­ lenmelerini nasıl sağlayabilirim?” diye sorması gerekir. Yazılı ödevde en büyük sorun; ödevlerin kontrol edilmemesidir. Öğretmenin günlük kontrolleri ak­ satması ile öğrenci de gevşeyip, is­ teksiz veya savsaklayın ödev yapa­ bilecektir. oEv ödevlerinin verilip verilme­ mesine ait kararlar, daima bilimsel araştırmalar ışığında olmalıdır. Lite­ ratürde çeşitli çalışmalar, ev ödev­ lerinin olumlu yönlerinden bahset­ mektedir. Bunlar çeşitli açılardan ele alınabilir. Yapılması gereken en önemli hareket, ödevlerin canlı, değişken, renkli olması ve sebepleri ile birlikte verilmesidir. Böylece ve­ rilen ödevler çocukların zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimlerinde istenilen amaçlara ulaşabilirler. “Ev ödevlerinde en önemli konu miktar değil, niteliktir." KAYNAKLAR 1. Bennett, N. ve McNamara, D. Focus on Teaching: readings in the observation and conceptualization of teaching. New York; 1979. 2. Field, F. L. Freedom and Control in Education and Society. Now York: 1970. 3. Gropper, G. L. Instructional Stra­ tegies. New Jersey: 1974. 4. Healt, G. L. The New Teacher: changing patterns of authority and re­ sponsibility. New York: 1973. 5. Johnson. P.E. Learning: Theory and Practice. New York: 1979. 6. Keene, M. Beginning Secondary School Teacher's Guide: Some prob­ lems and suggested questions. New York: 1969. 7. Mills, B.C.ve Mills, R.A. Designing Instructional Strategies for Young Children. Iowa: 1972. 8. Olaltan, S. O. ve Agusio, Q.N. Prin­ ciples of Practice Teaching. New York: 1981. 9. Wragg, E.C. Classroom Teaching Skills: the research findings of the. ......................................... YAŞADIKÇA16 EĞİTİM / 14 /1991 Beslerim ey i Reddeden Çocuklar! Çeviren: Uzm. Psikolog Jale MİNİBAŞ Fiziksel ya da ruhsal nedene bağlı olsun, beslenme ile ilgili sorunların çözümü yalnızca ana-babanın tavrı ile kolaylaşır ya da zorlaşır. Ana-babalann pek çoğu çocuklarının beslenme ile il­ gili sorunu olduğunu söy­ lerler. Kimine göre çocuk iştahsız ya da kaprislidir. Ki­ mi çocuklar da sindirim bo­ zukluğu göstermektedirler. Beslenme ile ilgili bozukluk ya da sorunların ardındaki ana nedenin her zaman fizik­ sel olmadığı da uzmanlar ta­ rafından vurgulanmaktadır. Böyle sorunlar bazen bir has­ talık sırasında ortaya çıkabi­ leceği gibi mide, karaciğer, bağırsak bozukluğu nede­ niyle de oluşabilir. Bu gibi durumlarda hekim müdaha­ lesi gerekebilir. Nedeni fizik­ sel ya da ruhsal hangi tür kökenli olursa olsun, beslen­ me ile ilgili sorunların gide­ rilmesinde, çözümlenmesin­ de ana-babanın tavrı çok önemlidir. Biz burada ana-babanın şu sorularına çözüm bulmaya çalışacağız; "Çocuğum hasta değil ama yemek yemek iste­ miyor." “İkna etmeyi denedik, açıkladık, öyküler anlattık. Ödüllendirdik veya ceza­ landırdık. Her yemek 1 saat­ YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 ten fazla sürüyor, sinir harbi yay anıyor. Artık ne yapacağı­ mızı bilemiyoruz." . Problem, böylece ana-ba- ba-çocuk arasında bir sürekli çatışmaya dönüşür. Bu çatış­ ma nasıl doğar? Bu çatışma­ dan nasıl kaçınılır? Üstesin­ den gelmek için ne yapıla­ bilir? Bu sorulan yanıtlamak için aşağıda göreceğiniz bil­ gilere değinmek gerekiyor. BESLENME NEDİR? Beslenme, bir yaşam kay­ nağıdır. Yeni doğan bebek çevresi ile ilk duygusal bağı, beslen­ me güdüsü ile kurar. Bebek, doğumdan birkaç saat sonra acıkır ve ağlamaya başlar. Bu ilk isteğinin doyurulması ile beslenme düzeninin ilk adımı da atılmış olur. Güzel yiyen ve sindiren çocuk sağlıklı, dengeli, organizması ve çev­ resiyle uyum içinde olan çocuktur. Fakat bazı neden­ lerle bu dengeli uyum bozu­ lur. Ana-baba kaygılanmaya başlar. Çünkü nedenini anla­ yamazlar. Özellikle de ana- baba deneyimsiz, sabırsız ise bu uyumsuzluğun geçmesini beklemeden sürekli deneme­ lere girişirler. Eğer ana-baba özellikle de anne bu beslen­ me sorunu karşısında kay­ gılı, korkulu ve yaptırımcı (otoriter) ise durum giderek karmaşıklaşacak tır. Yemek reddi, bazen ^si­ nirsel iştahsızlık (Anorexia Nervous) denen bir hastalı­ ğın belirtisi olabilir.Böyle bir hastalığı olan çocuğun genel görünümü oldukça ürkütü­ cüdür. Bu durumdaki çocu­ ğun bir tıp merkezinde (psi- ko-pedagojik ve nöro-psiki- yatrik) incelemeye alınarak tedavi edilmesi gerekir. Beslenme ile ilgili aksa­ malar çok erken başlayabilir. Çocuğa çok hızlı yemek ye­ dirmek, besleyen kişinin ger­ gin ve kaygılı olması, orta­ mın gürültülü ve huzursuz edici olması, sevmediği ye­ meğin zorla yedirilmeye ça­ lışılması zararlı olabilir. Ço­ cuk bu tür olumsuz etkenlere karşı koymaya çalışabilir ve çatışmalar başlar. Çatışma, bazen doğrudan bir ya da bir­ kaç nedene bağlı olabilir. Ço­ cuk yemez, çünkü mutsuz­ dur; hoşnut değildir, kendini .................................................... 17 bırakılmış ya da güvensiz hissedebilir. Yemek yemenin ardında daha başka ve önemli bir sorun da gizlenmiş olabi­ lir. Bu Örneklerden Hangisi Sizin Durumunuza Benziyor? Beslenme ile ilgili karşı­ laşılabilecek sorunları daha iyi açıklayabilmek için bazı örnekler vermek istiyoruz. Bu örnekler yaşanmış ve de­ nenmiştir. Bunlarda yemek yeme ile ilgili sorunu olan çocukların ailelerinin tutum­ ları ve çözüm yollan gösteri­ lecektir. SÖrnek 1: 10 aylık, er­ kek, (Ali) Ali, sağlıklı bir bebektir. İlk üç ay ana sütü ile beslen­ miştir. Bir süre beslenmeye is­ teksizlik başlamış. Biberonu isteksizce almış, normal ye­ diğinden daha az yemiş ve çoğunlukla yememekte diret­ miş... En sonunda 24 saat hiçbir şey yememiş. Ancak iyileştikten sonra günde 4 de­ fa 80'er gram muhallebi ye­ meğe başlamıştır. 2 ay bo­ yunca zayıflamamış fakat ki­ lo da almamıştır. Doktor ‘ruhsal (psikolo­ jik) nedenli iştahsızlık’ tanısı koymuş. Anneye çocuğun yediği kadanyla yetinmesi, daha fazlası için onu zorla­ maması öğütlenmiştir. Eğer anne kaygılanmaz, sabırlı davranabilirse, bu tip bunalımlar kolay atlatılabilir. Daha da ciddi boyutlarda, ço­ cuk ile anneyi bir süre için ayırmak en etkili çözüm yo­ ludur. Ali de, annesinin köyde oturan bir arkadaşının yanma gönderilmiş ve orada çeşitli yiyecekleri yemeğe başlamış­ tır. îki ay sonra Ali evine yine sağlıklı bir bebek olarak Tüm denemelere karşın, çocuk yemeği reddetmeyi sürdürüyorsa, ana-baba-çocuk ilişkisi daha titizlikle gözden geçirilmelidir. Bu durumda, ileri boyutlarda bir ruhsal (psikolojik) bozukluk olup olmadığı şeklinde ayırt edici tanının konup, geçerli çözüm yolunun bulunabilmesi için bir uzmana başvurmak en iyi yoldur. YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /1991 dönmüştür. förnek 2: 2,5 yaşında, erkek, (Tekin) Tekin, köyde annesi ile tek odalı bir evde oturmakta­ dır. Anne, tek oğlunun eğiti­ mi ve sağlığı konusunda kay­ gılıdır. Ona aşın ilgi ve şef­ kat göstermektedir. Çocuğa normal gelişim süreci içinde gerekli olan öz­ gürlük duygusu, yetişkinle­ rin aşın denetleyici tutumlan ile engellenir. Tekin'in anne­ sinin tutumu da aşın denet­ leyicidir. Bu tutum sonunda Tekin sinirli; egzama ve as­ tım krizleri geçiren; uykusu bozuk; iştahsız ve sürekli ku­ san hasta bir çocuk olur. Çocuğa, normal gelişim süreci içinde gerekli olan özgürlük duygusu, yetişkinlerin aşın denetleyici tutumlan ile engellenir. Anne pek çok doktora başvurmuş ve olumlu sonuç alamamıştır. Annenin yaşa- dıklannı paylaşan, yakın bir arkadaşı bu duruma dayana­ mayarak Tekin'i almış. Anne de biricik oğlunu arkadaşına bırakmış... Tekin, anriesinin arkadaşının ılımlı, özgür yak­ laşımıyla şaşılacak derecede ve hızlı ilerleme göstermiş, her bakımdan düzelmeye başlamıştır. Önceleri oyunlarda ‘çe­ kingen ve beceriksiz bir ço­ cuk’ görünümünde iken di­ ğer çocuklarla “ilişkiyi ku­ ran, ilişkiyi başlatan’ çocuk olmuştur. Tekin annesi ile tek odalı evinde pek fazla in­ san da göremiyordu. Oysa annesinin arkadaşının yanın- YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 dayken, günün büyük bir kısmını bahçede su ve top­ rakla oynayarak ve komşu çocukları ile geçirmiştir. Bir­ kaç ay içinde temiz kalmayı da öğrenmiştir. JÖrnek 3: 6 yaşında, kız, (Elif) Elif duyarlı, sinirli, kay­ gılı ve korkak bir çocuktur. Fiziksel yorgunluğunun yo­ ğun olduğu dönemlerde, Elifte yalnız kalmama; gece korkulan ile birlikte psikolo­ jik (ruhsal nedenli) iştahsızlık da başlamış. Genel durumu giderek kötülemiş; 24 saat 1 fincan sütlükahve ve bir par­ ça ekmekle geçirir duruma gelmiştir. Doktor, yorgunluğunun yanısıra aşın disiplin ve ah­ lâk derslerinin Elifin yaşama isteğini yok ettiğini ileri sür­ müştür. Anne, çocuğu aşın dere­ cede korumaktadır. Bu ko­ ruyuculuğunu özellikle de Eliften daha kuvvetli olan diğer çocuğunun Elife yö­ nelttiği şakalarına karşı gös­ termektedir. Annesinin kanatlan altın­ daki çocuk hareket edemez olur; mücadele gücünü yiti­ rir, açlık güdüsü zayıflar. Birkaç haftalık psikotera­ pi (ruhbilimsel tedavi), aile ortamına özgürlük getirir. Bazı bozukluklar yok olur, kaygılı durumu düzelir. 15 gün sonra okula devam ede­ bilir duruma gelir; 6 ay sonra tam bir dengeye kavuşur. Fi­ ziki zayıflığı, jimnastik ve okul oyunlan ile düzelmeye başlar. /Örnek 4: 18 aylık, er­ kek, (Hasan) Hasan pek fazla süt em­ meyen, hemen uyuyuveren bir bebek. 3 aylık iken köy­ deki aşın yağlı süt nedeni ile ishal (diyare) geçirmiş, şe: hire geldikten sonra düzel­ miştir. Fakat yine de pek bi­ beron emmemekte, mamalar ise kusmaya yol açmaktadır. Uzun süre küçük bebek yiyecekleri ile beslenmiştir. 18 aylıkken 2-3 günde bir, yaşına uygun yiyecekler yemeğe başlamıştır. Kusma­ lar devam etmektedir. Çocuğu çok seven bir genç kız anneye yardıma gel­ mektedir. Bir gün anne ye­ mek yedirirken, yardımcı kızdan, Hasan'ın yeni giysi­ lerini çıkarmasını istemiş. Yardımcı kız, buna gerek ol­ madığını belirtmiş ve ‘emi­ nim ki bu sefer kusmayacak’ demiştir. O günden sonra da kusma görülmemiştir. İyi beslenen çocuk organizması ve çevresiyle uyum içindedir. Çocuk, sindirim sistemi­ ne ilişkin tepkileri ile de duy­ gularını açıklayabilir. Buna yetişkinlerde de rastlanır. Çocuk, yetişkin karşısın­ da kendini zayıf hisseder. Çünkü temel gereksinmeleri­ ni karşılayamaz, sürekli ilgi ve sevgi bekler. Sevilme gereksiniminin karşılanmadığı, çocuğun ge­ lişim sürecinde çeşitli güç­ lüklerle kendini gösterir. BESLENME İLE İLGİLİ ÇATIŞMALARDAN KAÇINMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR? /Çocuk zevkle ve sakin bir ortamda yediği zaman beslenme yarar sağlar. /Genelde çocuğun bes­ lenme ile ilgili istekleri kapris değildir, bir gereksinimi dile getirmektedir. /Gelişimsel gereksinme­ lerine uygun olarak, çocuğa istediği yiyecek istediği kadar verilmelidir. ✓Yemek için olabildiğin­ ce neşeli ve hoş bir ortam hazırlanmalıdır. ✓Çocuk bazen yardımsız yemek isteyecektir.Bu kapris değil,yine bir gereksinmedir. Kendini beslemesi için ge­ rekli koşullar yaratılmalıdır (küçük kaşık, derin tabak, evdeki yemek masasına uy­ gun yükseklikte sandalye gi­ bi). ✓ Yemek yerken bazen yemekle oynayabilir. Unutul­ mamalıdır ki oyun çocuğun dünyasıdır. ✓İstediği zaman su içme­ sine izin verilmelidir. ✓Çocuğa yiyecek karşı­ sında seçme şansı verilmeli­ dir. Sevmediği bir yiyecek başka yiyeceklerle birlikte verilerek çocuğun onu sev­ mesi sağlanabilir. Yapılması Gerekenler Nelerdir? ✓Acıkmadığı veya yeme­ ği yemediği zaman çocuğu zorlamamak en iyisidir. Sin­ dirim sistemi zorlama karşı­ sında direnir ve yiyecek reddi alışkanlık haline gelir. ✓Bir önceki gün çocu­ ğun reddettiği yiyecek yeni­ den verilmemelidir. Bu tür zorlamalar, reddetme alışkan­ lığı yaratır. Birkaç gün ya da hafta beklemek olumsuz de­ neyimini unutmasını sağlar. ✓ Aynı yemekte birçok yeni yiyecek verilmemelidir. Çocuk yeni şeylere güç uyum sağlar. Bu nedenle ye­ ni yiyecekler birer birer ve öncekine yeterince alıştıktan sonra yenisi verilmelidir. ✓ Yeni yiyecekler çok miktarda verilmemelidir. Ço­ cukta beğenilmeyen yiyecek izlenimi yaratılmamak ve red­ detme davranışı hatırlatılma- malıdır. ✓ Çok kalabalık ve gürül- 20................................................... tülü ortamda yemek yediril­ memelidir. Beslenme işlemi bir gösteri eşliğinde, çocuk oyalanarak yapılmamalıdır. ✓ Çocuğa çabuk yedirme­ ye çalışmak ya da sabırsız davranmak, onunla ilgilenil- mediği izlenimini verir. Ço­ cuk direnmek ya da bu duru­ ma karşı çıkmak için yemeyi reddeder veya çok ağır yer. ✓Çocuğa yediği zaman iyi çocuk olduğu, yemediği zaman kötü çocuk olduğu, büyüklerini uzduğu soylen- memelidir. Beslenmeyi, ana- babayı üzme, ya da onları üzerek ilgilerini çekme aracı olarak kullanabilir. ✓Yemek yemede güçlük çıktığında, annenin çocuğa söyleyeceği en uygun şey şudur: “Hepsini yemek zo­ runda değilsin. Şimdi aç de­ ğilsen bir sonraki yemekte yersin.” Böylece çocuk di­ renmekten vazgeçer. ✓Basit görünen ama ço­ cuğu rahatsız edebilecek bazı nedenlerin ortadan kaldırıl­ ması bile olumlu sonuç ve­ rebilir. (Örneğin, besleyen kişinin değişmesi ya da ço­ cuğun masadaki yerinin de­ ğiştirilmesi gibi). ✓Yemek yedirirken ço­ cuğa sevildiğini, onunla ilgi- lenildiğini ona güvenildiği hissettirilmelidir. Tüm denemelere karşın, çocuk yemeği reddetmeyi sürdüyorsa, ana-baba-çocuk ilişkisi daha titizlikle gözden geçirilmelidir. Bu durumda, ileri boyutlarda bir ruhsal (psikolojik) bozukluk olup olmadığı şeklinde ayıredici tanının konup, geçerli çözüm yolunun bulunabilmesi için bir uzmana başvurmak en iyi yoldur. L’ecole des parents "Les Dlfllcultes de Votre Enfant’ Librairle Armand Collr, 1969 YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /1991 Hayal Gücümüz Eric KLINGER Yaptığımız iş için fazla dikkat gerekmediği anlarda, hayaller, hemen ve kendiliğinden ortaya çıkıyor. Beynimiz, kendiliğinden, düşüncelerimizi o anda içinde bulunduğumuz zaman ve mekândan alıyor ve bizi uzaklara sürüklüyor. Hayaller, bir yandan aklımızı uyanık ve diri tutarken, bir yandan da sorunlarımızı çözmemize ve yaratıcı olmamıza yardımcı oluyor. Hayallerimiz, hiçbir ücret istemeden çalışmamıza, sıkıntılarımızdan kurtulmamıza ve yaşamı daha zevkli hale getirmemize yardımcı olurlar. Elektronik aygıtlarla dolu bir psikoloji laboratu varının ortasında oturan genç kadın, kendini teypten hikâye oku­ yan adamın tekdüze sesine vermişti. Bu sesin bedenine dokunan sıcak ve sevecen elini de hissetmekteydi. Şim­ di yanında bulunduğu­ nu tasarladığı kişiyle yaşamakta olduğu ola­ yın ayrıntılarını hayal ederken, kendini, olayın güzelliğine iyice kaptırmıştı. Öte yandan,genç kadının be­ yin dalgalarını kaydeden aracın sesiyle teybin vı­ zıltısı, odayı dolduruyordu. Aynı mekânda, birbirin­ den çok farklı iki dünya bir arada yaşanmaktaydı. Laboratuvar gibi gürültülü ve hiç de romantik olmayan bir ortamda hayale dalan genç kadın, teypteki hi­ kâye ile çoğumuzun sık sık yaptığı gibi, bir anda ken­ di dünyasını yaratıp kısa YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 21 bir süre orada yaşamıştır. Çok sık hayal kurduğu­ muzdan olacak, nasıl hayal kurduğumuzu pek inceleme­ yiz. Oysa, hayaller bizim zi­ hinsel etkinliğimizin önemli bir kısmını oluştururlar. Ak­ lımız sürekli düşünceden dü­ şünceye, hayalden hayale ge­ çip durur. Hayaller genellik­ le, ‘kişinin, kendini o anda bulunduğu ortamdan farklı bir ortamda düşlediği, birden ve kendiğilinden başlayan ve gerçeğe aykırı her şey’ olarak tanımlanır. Ancak, aşırı ha­ yali fanteziler kadar, günlük yaşamımızla ilgili fanteziler ve belli bir amaçla kurduğu­ muz hayaller de hayal dünya­ mızın bir parçasıdır. Hayal kurmanın en belir­ gin özelliği, insan aklının bir oraya, bir buraya gidip gel­ mesidir. Okurken ya da din­ lenirken sık sık hayal dünya­ sına ve anılarımıza yolculuk yaparız. Zaman zaman hayli CJkurken ya da dinlenirken sik sık hayal dünyasına ve anılarımıza yolculuk yaparız. uzun sürebilen bu yolculuk­ lara bir dış etken neden ola­ bildiği gibi, bu neden sık sık kendi içimizden de kaynakla­ nabilir. Örneğin, kitap okur­ ken birden kendimizi hayal kurarken buluveririz. Yapmakta olduğumuz iş fazla dikkat gerektirmediği zamanlarda, aklımız hemen geçmişin bir tekrarına ya da geleceğin provasına dalıverir. Kendimizi olayları yaşarken buluruz. Bu olayları yaşar­ ken, duygularımız da devre­ dedir. Bazı hayaller (kız ar­ kadaşımızla sinemaya gitmek gibi) son derece zevkliyken, bazıları da korku, utanç, hat­ ta üzüntü verici olabilir. Ör­ neğin, tam evde oturmuş ke­ yifli keyifli dinlenirken, bir an istemediğiniz birinin kapı­ yı çalması... gibi. Hayallerimizin çoğu, ki­ rayı vermek, tıraş olmak, bir arkadaşın sorununu çöz­ mek gibi günlük olaylarla il­ gilidir. Bu tür yan otomatik hayal kurmalar çok işe yarar. Bu hayaller, her ne kadar otobüste, çarşıda ya da tuva­ lette kurulsa bile, hayalin ta­ sarımı ve sorunun çözümü kendiğilinden oluverir. Ayrı­ ca hayallerimiz, bizleri bek­ leyen önemli işler konusunda bizi uyarıp hatırlatıcı bir gö­ rev de üstlenirler. Sözünü ettiğimiz hayalle­ rin bazılan kendiliğinden or­ taya çıkar. Ancak, bazı ha­ yallerimizi biz başlatırız. Ha­ yallerimizi cinsel isteğimizi arttırmak için kullanabildiği­ miz gibi, savaşan bir asker­ sek, düşmanın yaptığı zulmü hayal ederek kendimizi öf­ keyle doldurabiliriz. Uzun yol şoförleri ya da gece bek­ çileri gibi sıkıcı ve tekdüze işlerde çalışan kimselerin ço­ ğu da kendilerini uyanık tut­ mak için hayal kurarlar. Birçok kişi tarafından, hayallerin mutlaka romantik olduğu, cinsellik ve şiddet içerdiği sanılır. Oysa, yapılan araştırmalar,"bu sanıyı des- teklememektedir.Cinsellik ve şiddetin, kurulan hayallerin çok az bir kısmını oluşturdu­ ğu saptanmıştır. Kurulan hayaller, genel­ likle hayalin canlılığı ve zevkliliği, korku öğesi hâkim olanların sıklığı ve kurulan hayalin dikkati dağıtma gü­ cüne göre ayrılmaktadır. Ka­ dın ve erkeklerin hayallerinin birbirinden farklı olduğuna inanılır. Oysa hayal kurma sıklığı, hayalin birdenbire ve kendiliğinden başlaması ve gerçeğe benzerliği açısından, kadın ve erkeklerin hayalleri birbirine benzemektedir.Ara- daki farklılıklar, kadın ve er­ keğin sosyal konumlarıyla il­ gilidir. Ayrıca, cinsel roller farklılaştıkça, hayaller de farklılık göstermektedir. ±1 ayallerimiz, bizleri bekleyen önemli işler konusunda bizi uyarıp hatırlatıcı bir görevde üstlenirler. Bizi hayale daldıran nedir ve hayallerimizin içeriği nasıl belirleniyor? Bu sorulara ke­ sin bir yanıt bulunamamış ol­ makla birlikte, birtakım var­ sayımlar ileri sürülmektedir. Örneğin, yazımızın başındaki genç kadın, gerçekte iki ayrı öykü birden duymaktaydı. Ancak buna karşın, sadece birini dinliyordu ve ötekini sadece istediği zaman dinle­ yebiliyordu. Bu deneylerde, öykülerin sözleri değiştirile- YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /199122 rek, hayallerin içeriği de de­ ğiştirilebilmektedir. En etkili sözler, dinleyicinin “güncel yaşamıyla” ilgili olanlardır. Bu sözler dinleyicinin aklın­ da daha çok kalmakta ve din­ leyiciyi, en çok bunlar etkile­ mektedir. Çeşitli deney sonuçları, herhangi bir işaretin hayalleri harekete geçirdiğini göster­ mektedir. Bu işaret, çevre­ mizdeki herhangi bir şey ol­ duğu gibi, düşünce akışımız­ daki bir söz ya da resim de olabilir. Bu durumda otoma­ tik bir biçimde, işareti yaka­ layıp onunla ilgili düşünme­ ye ya da hayal kurmaya baş­ lıyoruz. Araştırmalar, güncel ilgi­ lerimizi anımsatan söz ya da işaretlerin, ötekilere oranla rüyalarımızı ve hayallerimizi daha çok etkilediğini göste­ riyor. Bazı uzmanlara göre bu oran, tüm hayal ve dü­ şüncelerimizin üçte ikisini oluşturuyor. Bazı ilgilerimi­ zin, hayal ve düşüncelerimizi neden daha çok etkilendiğini Öğrenebilmek için yaptığımız deneylerde, insanlara o anda ne düşünüyorlarsa, bunları önlerindeki kâğıtlara önem sırasına göre yazmalarını söyledik. Sonuçta değer ve­ rilen, çözüm getirilme olasılı­ ğı daha fazla olan ve çözül­ mesi için hemen bir şeyler yapılması gereken konulara daha çok yer verildiğini gör­ dük. Bunların içinde de özel­ likle düzelmesi için çaba is­ teyen “sorunlu bir ilişki” gibi konular, çok yer tutuyordu. Alışılagelen işlere ise ne denli önemli olurlarsa olsunlar,pek zaman ayrılmadığı ortaya çık­ tı. uygularımız, güncel ilgilerimiz ve hayallerimiz, bir anlamda birbirleriyle iç içe geçmektedir. Hayaller için en uyarıcı etkiyi gelecek kaygısı ile teh­ dit ve bunalım içeren durum­ lar sağlamaktadır. Duygular da hayalleri bir ölçüde etkile­ mektedir. Duygulanmı-zı ka­ bartan uyarıcıların, zihnimi­ zin çalışmasına belirgin bir etkisi vardır. Duygularımız, güncel il­ gilerimiz ve hayallerimiz, bir anlamda birbirleriyle iç içe geçmişlerdir. Neşe, korku, kızgınlık, hayal kırıklığı ve bunalımlar, çoğunlukla yap­ mak istediklerimizi gerçek­ leştirme oranına gösterdiği­ miz tepkilerdir. Bu duygula­ rı; insanlarla birlikte olmak, bir iş başarmak ya da bir yere varmak yolundaki mücadele­ miz sırasında yaşarız. Ancak, tepkilerimiz her zaman gün­ cel ilgilerimizle bağıntılı de­ ğildir. Örneğin, düşme olayı­ na, hepimiz doğuştan, duy­ gusal bir tepki gösteririz. Aynca, duygusal tepkilerimiz uzun süreli olabilir. Örneğin, beğendiğimiz bir filmi izle­ dikten sonra, filmi anımsatan bir işaretle karşılaştığımızda, aynı zevki yeniden yaşayabi­ liriz. H ayallerimiz, her ne kadar yaşadıklarımıza dayanıyorsa da, genellikle katı bir gerçeklikten uzaktır. Hayallerimiz, her ne ka­ dar yaşadıklarımıza dayanı­ yorsa da, genellikle katı bir gerçeklikten uzaktır. Örne­ ğin, çekindiğinden işyerinde patronuna bir şey söyleyeme- yen bir kişi, hayalinde, onu bir güzel paylayabilir. Ayrı­ ca, hayalde patron hiç umul­ madık bir biçimde davranabi­ lir. Ancak, hayal sırasında kimin ne yapacağı, hayal ku­ ranın elindedir. Gerçekten uzak bile olsalar, hayallerin, dolaylı olarak bir dilekle ya da yapılması istenen bir işle ilgili olduğu görülmektedir. Hayal kurarken beyin, çözül­ mesi imkânsız gibi görüneri YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 23 1 bazı sorunları çözmek için çeşitli yollar deniyor gibidir. Hayaller zaman zaman gerçek dışı öğeler içerebilir. Örneğin, içinde bulunduğu sıkışık durumdan kurtulmak için, insan kendini o ortam­ dan kanat takıp uzaklaşırken hayal edebilir. Görünüşte, bu durumun yaşanılan olayla bir ilgisi yoktur ama aslında ha­ yalci, kuşlar hakkındaki bil­ gisini kullanarak bir çıkış yo­ lu bulmuştur. Rüyalarda da sık sık olduğu gibi, birbirin­ den farklı iki öğenin birleşti­ rilmesi, yaratıcı düşüncenin esasıdır. Gerçek yaşamın kı­ sıtlı gerçekliğine karşılık, hayal dünyasında, birtakım alışkanlıkların ve hayal gücü kıtlığının sınırlaması dışında, her şey mümkündür. Gerçek yaşamın kısıtlı gerçekliğine karşılık, hayal dünyasında, birtakım alışkanlıkların ve hayal gücü kıtlığının sınırlaması dışın•a mümkündür. her şey Bir zamanlar, hayal kur­ manın bir ruh hastalığı belir­ tisi olduğu sanılıyordu. Hatta bazı eğitimciler, çocukların okulda hayal kurmalarına izin verilmemesini istemişlerdi. Ancak günümüzde, hayal kurmanın insanı ruh has­ talığına sürüklediği yolunda hiçbir kanıt yoktur. Hayal dünyasında yaşadığı söyle­ nen şizofrenlerin hayalleri ise farklıdır. Bunlar ne normal hayaller kadar canlıdır ne de onlar kadar sık kurulur. Bazı çalışmalar, hayalcile­ rin birtakım ruhsal üstün­ lükleri olduğunu göstermek­ tedir. Kolayca ve rahatlıkla değişik roller deneyebilen ve hayal gücü yüksek çocuk­ ların, genellikle daha canlı, neşeli, sevimli ve ilginç ol­ dukları söylenmektedir. Bu çocuklar, bir işte daha uzun süreli uğraşabilmekte, zor durumlara daha çok katlanıp, ne olacağını daha çabuk gö­ rebilmektedirler. Ayrıca, ha­ yal gücü yüksek çocuklar, kendilerini başkalarının ye­ rine daha iyi koyabildikle- rinden, karşılarındaki kişiyi daha iyi anlayabilmektedirler. Hayal gücünün yüksek ol­ masının, cinsel ilişki sırasın­ da eşlerin uyumunu ve tatmi­ nini arttırdığı da gözlenmiş­ tir. Kısaca, hayal kuranların durumu hiç de kötü değildir; tersine hayal kuranlar, kur­ mayanlara oranla daha iyi bir ruhsal duruma sahip olabil­ mektedirler. insan, zaman zaman iste­ diğinden çok hayale dalabi­ lir. Bu tür hayaller, genellik­ le bir sorunun habercisi ol­ malarına karşın, kendileri bir sorunun nedeni değildir. Aşırı hayale dalma, insanlar­ la ilişki kurmadaki zorluklar­ dan, iş hayatındaki çeşitli c\şırı hayal kurmanın nedeni, gerçek hayattaki rahatsız edici durumları giderebilmek için yardım istemektir. YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /1991 1 kaygılardan ya da yaşamın temel amaçlarıyla ilgili uyum ve doyumsuzluklardan kay­ naklanabilir. Hayal kurma, bazen de insanın, kendini çok rahatsız eden bir durumu olumlu hale getirme ve ken­ dini rahatlatma çabasından doğabilir. Aşın hayal kurma­ nın nedeni, gerçek hayattaki rahatsız edici durumları gi­ derebilmek için yardım iste­ mektir. Hayal kurarak geçmişi gözden geçirmek ve bir şeyler öğrenmek, gelecekteki davranışlarımızı daha sağlıklı tasarlayıp iyileştirmemiz için bize bir olanak verir. Aşın olmamak koşuluyla hayal kurma, insana birtakım ruhsal güçlerini geliştirebil- YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 me olanağı veriyorsa, hayal kurmanın iyi bir şey olabi­ leceğini söyleyebiliriz. Hayal kurarken, günlük ilgilerimizi hayal konusu yapıp, bu olay ve sorunları anımsayarak gözden geçiririz. Hayal kura­ rak geçmişi gözden geçirmek ve bir şeyler öğrenmek, gele­ cekteki davranışlarımızı daha sağlıklı tasarlayıp, iyileştire­ bilmemiz için bize bir olanak verir. Hayal kurma, bize, her­ hangi bir bedensel ya da sos­ yal davranışı gerçekleştir­ meden önce, onun bir prova­ sını yapma olanağı sağlar. Pek çok sporcu, yapacağı hareketten önce, onu kafa­ sında canlandırıp, en iyisini yapabilmek için “kendini ha­ zırlama” yöntemini kullanır. İnsan beyninin yapısı, hayal için adeta biçilmiş kaf­ tandır. Hayallerimiz bize içi­ mizdeki ‘ben’i yansıtırlar. Araştırmacılar, hayalimizde bir şey canlandırdığımızda, sanki o nesneyi gerçekten algılıyormuşçasına beynin il­ gili kısımlarının harekete geçtiğini saptamışlardır. Ha­ yalimizde bir nesneyi hareket ettirdiğimizde de beynimizin kendimizi hareket ettirmek için kullandığımız bazı bö­ lümleri harekete geçmektedir. Ayrıca, hayalimizdeki kişile­ rin duygularının olduğu ve hayal kuran kimsenin gü­ dülerini paylaştığı da belir­ lenmiştir. Hayal kurma, ger­ çek dünyanın duygu ve kısıt­ lamalarından bağımsız olan hayalcinin, içsel psikolojik yapısının bir aynası gibi gö­ rünmektedir. İnsan hayal kurduğunda, kendisinin ruh­ sal ve zihinsel süreçleri de harekete geçmektedir. Hayal kurmanın, beyni­ mizin verimli çalışması için doğal bir yol olduğu anlaşı­ lıyor. Yaptığımız iş için fazla dikkat gerekmediği anlarda, hayaller, hemen ve kendili­ ğinden ortaya çıkıyor. Beyni­ miz, kendiliğinden, düşünce­ lerimizi o anda içinde bulun­ duğumuz zaman ve mekân­ dan alıyor ve bizi uzaklara sürüklüyor. Hayaller, bir yandan aklımızı uyanık ve di­ ri tutarken, bir yandan da so­ runlarımızı çözmemize ve ya­ ratıcı olmamıza yardımcı olu­ yor. ÇEV: Hamdi ERKUNT 25 varan Virginia AKLİNE çeviren Etkin BESİN EREK GOCUK KULUBU YAYINL ARl(?) BENLİĞİNİ ARAYAN ÇOC BENLİĞİNİ ARAYAN ÇOCUK (DİBS) Yazan: Virginia AXLINE Çeviren: Elkin BESİN (Sosyal Hizmet Uzmanı) Bu kitap DİBS adlı kü­ çük t>lr çocuğun gerçek yaşantılarının öyküsüdür. Oyunla tedavi süreci içinde DİBS’in öyküsüdür. Oyunla tedavi odasında DİBS’i izlerken 'gelişme sûrecl'nin ne denli kar­ maşık bir olay olduğunu da görebilirsiniz. D/8S (BENLİĞİNİ ARA­ YAN ÇOCUK), çoğumuzu düşünmeye çağıran bir dil konuşmaktadır. Dün­ yadaki adını ve yerini be­ lirlemek azmindedir. Bu nedenle de öyküsü, bir ölçüde her çocuğun öy­ küsüdür: Çocuk daha beşikte ana-babanın duygularını algılayabilir mi? İstenmeyen çocuk var mıdır? Ana-baba gerçekte pek çok sevdik­ leri yavrularının, bir zaman istenmeyen bebek ol­ duğunun bilincinde mi­ dirler? Öğretmekte telaş ve zorlama, çocuğa ne ölçüde zarar verebilir? Üstün yetenek, kendi başına sağlıklı ve mutlu bir yaşam için yeterli mi­ dir? Üstün zeka, bir ço­ cukta zeka geriliği görün­ tüsü verebilir mi? Çocu­ ğun düş kurması sınırlan­ man mıdır? Bu ve benzeri pek çok soruya kesin yanıt vermek çok güçtür. Ancak 'Benliğini Arayan Çocuk'un oyunla tedavi sürecini izlerken, bu soru­ lar kadar yanıtları da ken­ diliğinden. bir çeşit yaşa- nırcasına, ortaya çık­ maktadır. DİBS’İ tanıyan yetişkinler ne kadar çok olursa, o kadar çocuk, ’ benliğini bulmakta yetiş­ kinlerce engellenmemiş olacaktır. ATLAS PAZARLAMA Yayını. ANKARA. 1986. İNSAN MÜHENDİSLİĞİ İş Hayatında İnsan, Kendisi ve Çevresi Nüvlt OSMAY Gelişim ve eğitim bir­ birini bütünleyen süreç­ lerdir. İkisi bir arada ol­ duğunda. bireyler, 'güzel ve yararlı' olmaya yö­ nelik sürekli gelişecek, eğitileceklerdir. 'İnsan Mühendisliği' eğitimin yaygın biçimini seçenle­ rin başucu kitabı olabilir. Bireyler diploma almak İçin, bilgi taşıyıcısı olmak için örgün eğitimden ge­ çebilirler. Ancak önemli olan yaşadıkça gelişim ve eğitim diyorsanız, bu kitap kaynak kitabınız olabilir. Bu kitapta bulabi­ leceğiniz konu başlıkları şunlardır: Coşku; başarma gü­ düsü; bilmek, yapmak ve başarmak; hoşgörü; In- İNSAN MÜHENDİSLİĞİ h Huyutnıij hxirv Çekesi Nûvtt OSMAY <4 1.İS1 tRİI.MtS 4 BASKI 1 9^0, 1T | sanlarla geçinmenin yol­ ları; karşılıklı sevgi, saygı ve dostluk; yapıcı düşü­ nebilme; karşınızdakini dinleyebllme; toplum önünde konuşabilme; ki­ tap seçebilme ve oku­ yabilme; alışkanlıklardan yararlanabilme; yapıcı, olumlu eleştirebilme ve eleştirilmeyi dinleyebH- me; kişisel özgürlüğü ya­ kalayabilme; iş yapabil­ me; iş yaptırabilme; iş hayatı ile özel hayatı ayırdedebilme; problem çözebilme; lider olabil­ me; bir liderle uyumlu ça­ lışabilme, özel hayatta ve iş hayatında verimli olabilme. Hayatının her basa­ mağında, kendisini İn­ sanları yetiştirmeye ada­ mış olan Nüvlt OSMAY, kitabında da İnsan ilişkile­ rinde birleşmeyi, toplum önünde İyi konuşmayı, mantıklı düşünmeyi, hoş­ görüyü, karşılıklı sevgi, saygı ve dostluğu öğre­ ten nitelikli bir öğretmen olma eylemindedir. Bugün 81 yaşında olan yazar, Almanya'da öğrenim görmüştür ve makine mühendisidir. ATLAS PAZARLAMA Yayını. ANKARA. 1990. ZAMANI KULLANMA SANATI Jean - Louis Servan - Schreiber Çeviren: Isfendiyar AÇIKSÖZ Ne savurgan, ne de cimri olmamak ve İdareli davranıp, tutumlu kullan­ mamız gereken değerle­ rimizden biri: ZAMAN. 'Zamanı Kullanma Sanatı'na İlgi duyanlara yararlı bir yapıt. ALTIN KİTAPLAR Yayınevi. İSTANBUL, 19S9. 26 YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /199i Doç. Dr. Ali BAYKAL 1970 yılında ODTÜ Fizik Bölümü nü bitirdi. HÛ. Eğitim Bölümü nden 1973‘de Bilim Uzmanlığı, 1980'de Dokto­ ra dereceleri aldı. 1984'de Doçent oldu. TED Ankara Kolejinde matematik öğ­ retmenliği. HÛ Eğitim Bö­ lümü'nde asistanlık yaptı. 1974'te katıldığı Boğaziçi Ûniversitesl'nin Fen Bilimleri Eğitim Bölümü başkanlığı görevini yürütmekte. Eğitimde program ge­ liştirme: ölçme-değerlen- dirme ve 'bilgisayar des­ tekli eğitim' alanlarında araştırma, uygulama ve ya­ yın çalşma/armı sürdürmek­ tedir. Eğitimde B ilgisayar: Yararları ve Yetersizlikleri Doç. Dr. Ali BAYKAL Veri patlamasını denetleyip yöneterek bilgiye dönüştürmek bilimin, bilgi patlamasını denetleyip düzenleyerek erdeme, yeteneğe dönüştürmek de eğitimin görevidir. Toprak, sermaye ve işgücü değişkenleri, ekonomik kal­ kınmayı gerçekleştirmek ve ölçmekte yetersiz kalmaktadır, özellikle çağdaş ekonomik sistemlerde, bilginin katma değeri, öteki üretim etkenlerinin toplam katma değerinden büyüktür. Gayrisall Milli Hasılanın yaklaşık üçte birinin, in- sangücü kaynağına ve bilgiye yapılan yatırımla gerçekleştiği anlaşılmıştır. Diğer üretim etkenleri, bölündükçe küçülür, bilgi ise paylaştıkça çoğalır. Diğer üretim etkenleri birbirler­ inin yerine geçemezler ve bilgisizce kullanınca boşa giderler. Oysa diğer üretim etkenlerindeki açıklar ve yetersizlikler, bilgi ile büyük ölçüde kapatılabilir. Bilgi, kaynak yaratan bir kaynaktır. Bilim ve teknolojideki gelişmeler, tarım ve en­ düstri sektörlerinin üretim ve istihdam sonuçlarındaki kat­ kısını çoğaltmakla birlikte, oransal payını azaltmaktadır. Mutluluk endüstrisi olarak özetlenen, sağlık, adalet, eğitim, turizm vb. süreç ve kurumlan kapsayan hizmet sektörü ise. hem kalkınmanın hem de gelişmenin başlıca sorumlusudur. Tarım endüstrileşeli çok olmuş, endüstri de robot-yoğun üretim aşamasına sıçramıştır. Hizmet sektöründe ise nitelik, emeğin yoğunluğu ile doğru orantılıdır. Ancak, bu sektörde de, fiziksel kasgücünün emekleşebilmesi, makinelerce kul­ lanılmadan. makineleri -özellikle de bilgisayarları- kullanma­ sına koşulludur: Bilgisayarlann bilgiye erişim ve iletişim hızından yararlan­ madan adalet hızlanamıyor. Henüz yargıç vicdanı taşımıyor­ larsa da,bilgisayarlar bir mahzen dolusu tozlu dosyayı -sesli ve görüntülü olarak- iki avuçluk bir diske sığdırılabileceklerdir. Hekimler, hastalarına hangi ilacı, hangi ülkenin, hangi ec­ zanesinde bulabileceklerini öğrenip anında sipariş verebili­ yorlar. Pek çok tıbbi ölçme aracı ya tümüyle bilgisayarlaşmış ya da bilgisayarla kenetlenmiş durumda. YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 27 İletişim, ulaştırma, bankacılık, vb. pek çok hizmet sektö­ ründe bilgisayar ağlarını örmüştür. Veri patlamasını denetleyip yöneterek bilgiye dönüştür­ mek, bilimin; bilgi patlamasını denetleyip düzenleyerek er­ deme, yeteneğe dönüştürmek de eğitimin görevidir. Öğrenci davranışı, önünde sonunda öğretmen davranışlarıyla değişti­ rilir. Bu nedenle, konuların kapsamı ne kadar teknik olursa olsun, eğitim-öğretim sürecinin verimliliği de insan emeği­ nin yoğunluğuna bağlıdır. Ancak, öğrenci-öğretmen etkileşi­ minin gerçekleşebilmesi için fiziksel ortam nasıl zorunluysa, toplumsal doku ne denli gerekliyse, iletişim donanımları da öylesine kaçınılmazdır. İletişim donanımlarının eğitim süre­ cindeki özel işlevleri, genel işlevlerinin hemen hemen aynı­ dır: Reklamcı, tüketiciye yeni deterjanı beğendirememişse, zarara uğrayan firmadır. Ama eğitimci öğretemediğinde, sınıfta kalan öğrencidir, boşa giden, toplumun yatırımlarıdır; geciken, ülkenin geleceğidir. 1. Bildiriyi aslına uygun olarak algılamak; yani renk, biçim, ses, söz, hareket, hız vb. uyarıcıları ürün ve süreç olarak yansıtabilmek, 2. Görüntü ve duyuruvu döküp saçmadan, asalak bildirilerle karış­ tırmadan ama gerektiğinde birbirlerine eşleyerek, vericiden alıcıya ta­ şımak, 3. Olabildiğince çok sayıda alıcıya yaymak, 4. Alıcının algılaması için gerekli biçim, hız ve boyut dönüşümle­ rini sağlamak, 5. Alıcının algı hız m a ve ilgi düzeyine bağlı olarak bildiri üzerinde ileri-geri denetimi kolaylaştırmak, 6..Temel bildirilerin ve türev verilen tutanağım kullanıma hazır olarak saklamak. 7. Gerektiğinde başka iletişim donanımları ile kenetlenerek bildiri içeriğini zenginleştirebilmek, alıcı-verici kapsamım genişletebilmek, 8. Yukarıdaki İşlevlerin tümünü iki yönlü olarak yapabilmek, yani dönüt bildiriyi de (som, yanıt, eleştiri, pekiştir!, eklenti, katkı, düzelti vb.) alıcıdan vericiye gecikmesiz olarak ulaştırmak, 9. Yulardaki işlevlerin tümünü çabuk, duyarlı, ucuz, kolay ve teh­ likesiz olarak gerçekleştirebilmek ve tekrarlayabilmek. Günümüzde kullanılan iletişim araçları, yukarıdaki işlevler ölçüt alınarak değerlendirildiğinde, herbirinin belirli koşul­ lar altında geçerli ve yararlı olduğu da kolaylıkla anlaşılır. Ünlü iletişim kuramcısı Marshall McLuhan'a, “donanım, bil­ dirinin ta kendisidir" dedirten olgu, eğitimde de yürürlükte­ dir. öğretilmesi gereken, öğretilebileceği aşamaz, öğretebi­ lecek olan da iletişim olanakları ile sınırlanır. Ne var ki, bu özür de kabahatten büyüktür. Çünkü, kitle iletişiminin de­ ğerlendirilmesinde alıcılar, amaçlanan değişimden sorumlu tutulmazlar. Gazete okuyucusu, köşe yazarının görüşlerine uy- ....................................................................... YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /1991 gun davranmak zorunda değildir. Politikacı, seçmeni inan­ dıramamışsa oy kaybedecek olan kendisidir. Reklamcı, tüke­ ticiye yeni deterjanı beğendirememişse, zarara uğrayan fir­ madır. Ama eğitimci öğretemediğinde. sınıfta kalan öğren­ cidir, boşa giden toplumun yatırımlarıdır; geciken, ülkenin geleceğidir. Dolayısıyla kitle İletişimcileri -aynı zamanda eği­ ticilik sorumluluğunu da taşımıyorlarsa- anlatımla, gösterim­ le yetinebilirler, iletişimi iletimle eş sayabilirler. Eğitimci­ nin böyle bir hakkı, böyle bir yetkisi yoktur. İşte, en azından bu nedenle, eğitimciler iletişim teknolojisinin bütün ve tüm olanaklarını kullanarak öğrencileriyle etkileşmek zorun­ dadırlar. Eğitenle eğitilen arasındaki iletişimin yeterliliği, geçerliliği, tutarlılığı, sürekliliği karatahtadan bilgisayara uza­ nan iletişim donanımlarının her amaç için en uygun bileşi­ minin kurulmasına bağlıdır. Bilgisayar da bu bileşimin içinde bir bileşendir. Bileşimin seçeneği değildir. Eğitim sistemini oluşturan bir boyuttur. Tek başına bir eğitim sistemi değildir. Er-geç eğitim sisteminin içinde yer alacaktır, ama eğitim sisteminin yerini alamayacaktır. Çeşitli amaçlar için gerekli bir araçtır, ama bütün amaçlar için yeterli bir aygıt değildir. Eğitim sistemini oluşturan boyutlar söylece sıralanabilir: 1. Fiziksel Ortam: Sınıf, laboratuvar, ev, kütüphane, yüzme havuzu, okul gemisi, tarla, fabrika gibi açık-kapalı, durgun- hareketli mekanların çeşitli bileşimlerinden biri: sistemin öteki öğelerini banndıran uzay parçası... 2. Toplumsal Doku: Eğitim sistemi kapsamındaki insan ve başka insanların denetimli-denetimsiz, gizli-açık, etkileşim örgüsü.. 3. İletişim Süreçleri ve Donanımları: Yönetim, genel öğre­ tim, özel öğretim, ölçme, değerlendirme, rehberlik ve psi­ kolojik danışma vb. temel süreçler ve bunları oluşturan iş­ levler, görevler, törenler, yöntemler ve bunları gerçekleştir­ mek için kullanılan araç gereçler.. 4. Öğretmen: Sistemin diğer bileşenlerini düzenleme, de­ netleme. değiştirme yetki ve yeteneği olan sistem yöneticisi. Bu çerçeveden bakınca da görülüyor ki, bilgisayar iletişim süreçleri alt-sisteminl oluşturan alt-sistemlerden birinin alt- sistemdir. EĞİTİM YÖNETİMİNDE BİLGİSAYAR Yönetim, örgütü amaçlarına ulaştıracak seçeneklerin oluş­ turulması, seçenekler arasından en uygununun seçilerek yü­ rürlüğe konması, yürütmenin denetimi, uygulamanın değer­ lendirilmesi sürecidir. Her adımı bir karar birimidir. Doğru karar, sağlam bir veri birikimi gerektirir. Bu açıdan, gerek Bakanlık düzeyinde, gerekse okul düzeyinde bilgisayarın veri saklama ve bilgi işleme sürecinden yararlanılması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Okul düzeyinde bile, plan, bütçe, personel, ayniyat, bordro, muhasebe gibi genel işletme programlan, öğrencilerin kayıt ve karne işlemlerinin düzenlenmesinde özel programlar, yönetimin görev niteliğini yükseltir. Kelime işlem programlanndan küçük esnafın bile yararlandığı bir YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 ......................................................................... Bilgisayar er-geç eğitim sisteminin içimle yer alacaktır, ama eğitim sisteminin yerini alamayacaktır. Çeşitli amaçlar için gerekli bir araçtır, ama bütün amaçlar için yeterli bir aygıt değildir. 29 çağda, okul örgütünün, resmi ve özel yazışmalarda hantal daktilolara mahkum edilmesi, tutumluluk zorunluğuyla da açıklanamaz. Çünkü kelime işlem, bilgisayarın sayılamayacak kadar çok, olumlu yan katkılarından biridir. Yeter ki. bilgi­ sayar okul müdürlerinin masasında gösterişli bir süs olarak kalmasın. Öğretmen ve öğrencileri fişleyen bir güç göster­ gesi olarak hoşgörünün makamına kurulmasın. Dostluğu ve dayanışmayı okuldan kovan bir “büyük ağabey" olmasın. O ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME SÜRECİNDE BİLGİSAYAR Bilimi, yaşamdaki en gerçek yol gösterici yapan temel sü­ reç, ölçmedir. Eğitimde ölçme de hem bilimsel nesnelliğin hem de adalete tutkunluğun dayattığı bir zorunluluktur. Eği­ timciye, Halep hep uzak, arşın hep yakındır. Eğitimci, görev­ lerini ne kadar iyi yaparsa yapsın, amaçlar her öğrenci için değişik oranlarda gerçekleşir. Bu nedenle değerlendirmede en son ve mutlak başvuru çerçevesi daima öğrenmedir. Öğ­ renmeyi ölçmenin en yaygın biçimi olan sınavlar, genellikle aşağıdaki amaçlardan biri ya da birkaçı için yapılır: 1. Eğitim-öğret im programlarını değerlendirmek. 2. öğrencileri tanımak ve tanımlamak. 3. Öğrencileri ilgi, İstek ve yeteneklerine göre yönlendirmek. 4. Talebin arzı aştığı durumlarda ya aa belirli eşik değerlerin (başlangıç sınırlarının) gerekli olduğu durumlarda seçim yapmak. 5. Seçenek yönlerin varlığı durumunda, yerleştirmek. 6. Eğitim süreci içinde aksaklıkları, yetersizlikleri saptayıp dü­ zeltmek. 7. öğrencileri başarıya güdül emek ve durumları hakkında bilgi vermek.- 8. Başarıyı, eriş iyi belgelemek. 9. öğrenme ve öğretme süreçlerini tanımlayıcı, açıklayıcı ve yor- dayıcı ilkeleri araştırmak, eldeki kuramların geçerliğini sınamak. Bilgisayar, eğitimde ölçme işlemlerine de hız, duyarlık, süreklilik ve kolaylıkl getirmiştir. Bilgisayar, eğitimde ölçme işlemlerine de hız, duyarlık, süreklilik ve kolaylıklar getirmiştir. Özellikle, optik okuyu­ cularla desteklenmiş bilgisayarlar, onbinlerce öğrencinin ka­ ğıtlarını puanlama, tercihlerine yerleştirme gibi mekanik işlemleri eğitimcilerin sırtından alarak, vazgeçilmez bir hiz­ met başarmışlardır. Bunun dışında, bilgisayarlardan doğru­ dan doğruya bir soru bankası olarak da yararlanılmaktadır. ....................................................................... YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 /199130 Uygun bir yazar-yazıhm (author system) yardımıyla sorular ve yanıtlan, bilgisayara yüklenir. Bilgisayar bu sorulann içinden bir demet oluşturur, öğrenciye bu demetteki soruları birer birer yansıtır, öğrencinin yanıtlarını alır ve saklar, anahtara göre değerlendirir. Doğruları pekiştirir, yanlışlarla ilgili ipuçları, uyanlar ve düzeltmeler gösterir. İstenen sayıda, is­ tenen kapsam ve ölçütlere göre tekrarlama fırsatı verir. Öğ­ renci belirli bir yeterlik düzeyine geldiğinde, bir üst düzeye geçebilir. Uygun görülüyorsa, öğrencinin başarı yörüngesini başkalannınki ile karşılaştırarak, konum dayanaklı ya da is­ tenen kapsam, düzey ve hız açısından beklenen gelişim çiz­ gisine göre ölçüt dayanaklı verileri derleyebilir. Bütün bu süreçle ilgili verilerin tutanağını saklayabilir. Soru banka­ sında veriler yalnız öğrencilere göre değil sorulara göre de işlenebilir. Böylece sorular da geliştirilip düzeltilir. Uzmanlarca hazırlanacak sorulann yanısıra. bilgisayar kendi de soru üretebilir. Belirli kalıplardaki bilinen ve bilin­ meyenlerden değişik bileşimler düzenler. Bilinenlere sayısal değerler verir. Bilinmeyenleri hesaplar. Yaklaşık değerleri, olası yanlışlan çeldirici olarak tasarlar. Bundan sonra yine so­ ru bankası gibi çalışır. Havuz problemleri, eğik düzlem prob­ lemleri, sayı dizileri, elektroliz, redoks vb. yaygın kalıpların öğrenilmesinde bilgisayarın antrenörlüğünden yararlanma­ mak anlamsızdır. Kağıt kalem sınavlannda öğrenci herhangi bir sorudan is­ tediği başka bir soruya geçebilir. İstediği soruya istediği ka­ dar zaman ayırabilir. Gerekliyse ve uygunsa bunlar bilgisayarla da yapılabilir. Kağıt kalem sınavlannda sorular sıralı olarak verilir. Öğrenci sorulan istediği sıra ile karşılaştırmalı olarak inceleyebilir ve yanıtlayabilir. Bu nedenle birbirine bağımlı, yanıtlan birbirine koşullu sorular sorulamaz. Sorulara sıra ve zaman sınırları konamaz. Bilgisayar destekli ölçmelerde ise sorulara önkoşullar konabilir; böylece herhangi bir soruya ve­ rilen yanıtın niteliğine uygun başka bir soruya sıçratılabilir. Sıra ve zaman denetimi yapılabilir. Başka bir deyişle yete­ neğin toplam niceliği kadar, birim zamana düşen miktarı da. yani güç de ölçülebilir. Dahası, başannın birbirini izleyen za­ man dilimleri boyunca gelişim çizgisi de ortaya çıkanlabilir. Okuma yeteneği, eğitimde başarıyı belirleyen en önemli önkoşullardan biridir. Başarısızlığın tedavisinde okuma güç­ lüklerinin teşhisi önem taşımaktadır. Ancak, öğrencinin ok­ uma yeteneğini ölçerken, okutulan metinlerin okunabilirlik derecesinin de saptanması gerekir. Bu da, okuma parçaların­ da geçen sözcüklerin, cümlelerin sıklık ve uzunluklarının ölçülmesini, değişik ölçütlere göre kümelenmesini gerekti­ rir. Zaten, yaygın olarak kullanılan testlerde de testin bütünü için ortalama, standart sapma, geçerlik-güvenirlik katsayıla­ rının, tek tek her soru için de, ayıredicilik gücü, güvenirlik göstergesi, güçlük derecesi gibi istatistiklerin hesaplanması öngörülür. Bunlar zaman alıcı, dikkat gerektiren ve olağanüs­ tü sabır isteyen işlerdir. İnsanlar çok akıllı oldukları için iğ­ neyle kuyu kazmaktan kaçınırlar. Ama. bilgisayar hiç yük- sünmeden pösteki de sayabilir. (BU YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜNÜ GELECEK SAYIMIZDA BULACAKSINIZ.) YAŞADIKÇA EĞİTİM / 14 / 1991 ......................................... insanlar çok akıllı oldukları için iğneyle kuyu kazmaktan kaçınırlar. Ama, bilgisayar h iç yüksünmeden pösteki de savabilir.•r KAYNAKÇA 1. Baykal, A. “Bilgisaya­ rın Öğretim Sistemine Kat­ kısı". Bildiriler: I. Türkiye Bilgisayar Kongresi. Anka­ ra. Ajans İletim, 20 Aralık 1983, s. 107-112. 2. Baykal, A., lnelman, E. "Oyun. Eğitim ve Bilgisa­ yar". Bilişim 84: Bildiriler Yıldız Üniversitesi Matba­ ası, 8-10 Ekim 1984, s. 341- 348. 3. Baykal, A. “Bilgisayar Destekli öğretim". Yaşadık­ ça Eğitim. Sayı 2, Ekim 1986, s.30-31. 4. Baykal. A. "Bilgisayar Bilgi Yayar", Boğaziçi. Bo­ ğaziçi Üniversitesi Mezun­ lar Derneği Yayın Organı, Ilkbahar'89, 1989, s.33-35. 5. Baykal, A. “Education in the Information Envlro- ment". OECD, ICCP. Infor­ mation Technology and Eco­ nomic Development, İstan­ bul 3-5 November 1986, ss. 11. 6. Baykal, A. "Micro­ computer Assistance in Teacher Training", Smith, A., Ricbel, F.H., Hebron, C. (Eds.). 1986 International Seminar on Staff/Faculty Development: Proceedings, Newcastle upon Tyne Poly­ technic, January 1Ö87. s.6z- 73. 7. CERL New Informa­ tion Technologies. Paris: OECD. 1986. 8. Lamberton, D.M. (Ed.) Economics of Information and Knowledge. Middlesex: Penguin Books Ltd. 1971. 9. Martin, James. Adri­ an R.D. Norman. The Com­ puterized Society. Middles­ ex: Pelican Books, 1973. 10. McLuhan, Marshall. Understanding Media. Lon­ don: Abacus, 1973. 11. Stonier. Tom. The Wealth of Information. Lon­ don: Thames Methuen., 1983. 31 ÇAĞDAŞ TÜRKİYE'DE, ÇAĞDAŞ ÇOCUKLAR İÇİN ÇAĞDAŞ BİR DERGİ VAR \/E ^51 S YA/BA YAYINLARI YAYIN BASIM EĞİTİM ARAÇ VE GEREÇLERİ AŞ. ESKİ LONDRA ASFALTI 19 ŞİRİNEVLER/İSTANBUL TEL: 551 52 04-552 04 86 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32