T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ İLHAN BERK ŞİİRİNDE SU KAVRAMI VE KAVRAM ALANI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hande Nur AYDIN 1700002114 Anabilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Berna Sevindik HAZİRAN 2024 T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ İLHAN BERK ŞİİRİNDE SU KAVRAMI VE KAVRAM ALANI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hande Nur AYDIN 1700002114 Anabilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Berna Sevindik Jüri Üyeleri: Prof. Dr. Yakup Çelik Dr. Öğr. Üyesi Kayhan Şahan Dr. Öğr. Üyesi Berna Sevindik HAZİRAN 2024 i ÖN SÖZ İlhan Berk Şiirinde Su Kavramı ve Kavram Alanı isimli çalışma üç bölüm altında incelendi. Birinci bölümde kavram ve kavram alanı üzerinde durulup Türkiye ve Batı sahasındaki açıklamalara yer verildi. İkinci bölümde suyun taşıdığı mahiyet konusunda genel haritası çizildi. Üçüncü Bölüm ise çalışmamızın büyük bir kısmına oluşturan suyun kavram alanı belirlenmeye çalışıldı. Son olarak İlhan Berk şiirinde suyun kavram alanı haritası çıkarılarak; kategorilerin birbiriyle olan bağlantısını ortaya çıkarmaya çalıştık. İlhan Berk’in şiirlerinde suyun kavram alanının belirlenmesinde şairin, suyla birlikte diğer kavramları da âdeta bir mozaik gibi birbirlerine iç içe geçirdiği bir yapı içerisinde kurguladığı görülür. Şairin zihnindeki suyla, şiirleri üzerinden dünyayı algılayış tarzına eşlik ederek; şiir diline yansımalarına, ışık tutulmaya çalışıldı. Bu çalışmam için danışmanlığımı üstlenen ve desteğini hiçbir zaman üzerimden çekmeyen hocam Dr. Öğr. Üye. Berna SEVİNDİK’e, fikirlerini benimle paylaşan hocam Dr. Öğr. Üye. Çağla BARİKAN TOPÇU’ya, desteklerini her zaman hissettiğim, yardımlarını hiçbir hususta benden esirgemeyen hocalarım, Dr. Öğr. Üye. Emre Berkan YENİ’ye, Arş. Gör. Dr. Harun COŞKUN’a, son olarak aynı süreci paylaştığım Arş. Gör. Cansu ERÇIKTI’ya teşekkürlerimi borç bilirim. ii İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ ........................................................................................................................ i İçindekiler ................................................................................................................... ii Özet ............................................................................................................................. iii Abstract ...................................................................................................................... iv GİRİŞ .......................................................................................................................... 1 1.KAVRAM VE KAVRAM ALANI .......................................................................... 5 2. SU KAVRAMI ...................................................................................................... 10 3.İLHAN BERK ŞİİRİNDE “SU”YUN KAVRAM ALANI ................................. 13 3.1. Su Yaşam Kaynağıdır ...................................................................................... 13 3.2. Su Yaşam Alanı Yaratır .................................................................................... 26 3.3. Su Sığınılan Bir Yerdir .................................................................................... 37 3.4. Su Anaforlar Yaratır ......................................................................................... 42 3.5. Su Ölümden Sessizdir ..................................................................................... 45 3.6. Su Nesnedir ..................................................................................................... 46 3.7. Su Zamansaldır ................................................................................................ 49 3.8. İnsan-Su ........................................................................................................... 52 3.9. Suyun Duyguları Vardır ................................................................................... 59 3.10. Su Besleyicidir .............................................................................................. 62 3.11. Su Konuşur .................................................................................................... 67 3.12. Suyun Evi Vardır ........................................................................................... 70 3.13. Su Şiir Kaynaklarından Biridir ...................................................................... 73 3.14. Suyun Uzuvları Vardır ................................................................................... 75 3.15. Suyun Yaşam Evreleri Vardır ........................................................................ 82 3.16. Su Büyütür ..................................................................................................... 84 3.17. Su Hırçındır ................................................................................................... 85 3.18. Su Uyur .......................................................................................................... 87 3.19. Su Güler ......................................................................................................... 88 3.20. Su Üşür .......................................................................................................... 89 3.21. Su Taraf Tutar ................................................................................................ 90 4.SONUÇ ................................................................................................................... 91 KAYNAKÇA............................................................................................................. 93 SUYUN KAVRAM ALANI HARİTASI ................................................................. 97 iii Üniversite: İstanbul Kültür Üniversitesi Enstitüsü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Berna SEVİNDİK Tez Türü ve Tarih: Yüksek Lisans- Haziran 2024 ÖZET İLHAN BERK ŞİİRİNDE SU KAVRAMI VE KAVRAM ALANI Hande Nur Aydın Hayatımıza ve düşüncemize yön veren kavramlar, dünyayı algılayış biçimimizi şekillendiren, kişisel gözlem ve kişinin iç dünyasıyla her bireyin zihinsel yapılanmasında farklı nitelikler kazanan bir bilişsel yaratı olmasının yanı sıra günlük gerçekliklerimizin temellenmesinde önemli bir rol üstlenir. İnsan, doğumundan itibaren bu kavramları yaşadığı deneyim sonucunda yeniden dönüştürür. Kavram alanları; yaşanılan coğrafya, dinsel ve çevresel faktörler, toplumsal unsurlar vb. sınırı olmayan birçok değişken etkenler ile kişinin yaşadığı deneyimlerin ortak yapılanmasından meydana gelir. İlhan Berk, Türk Edebiyat Tarihi’ne hem şiirleriyle hem de şiir üzerinde yaratmak istedikleriyle kuşkusuz derin izler bırakan bir şairdir. Yazmak için yaşamak düşüncesi, onu yeryüzünün şiirini yazma arzusuyla pekişir. Bu sebeple şairin, kavram dünyası yadsınamayacak kadar şiirlerinde geniş bir alana yayılır. Bu çalışmada İlhan Berk’in şiirlerinde sıklıkla geçen su kavramının, nasıl bir yapı üzerine kurulduğu hususunda suyun kavram alanı belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çıkarımlardan hareketle, Berk şiirinin derin yapısını bir nebze de olsa anlamak, şairin zihni yaratımında var olan suyu şiirleri üzerinden görünür kılmak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: İlhan Berk, Kavram Alanı, Su Kavramı. iv ABSTRACT The concepts that guide our lives and thoughts play an important role in the grounding of our daily realities, as well as being a cognitive creation that shapes the way we perceive the world, gains different qualities in the mental structuring of each individual with personal observation and the inner world of the person. From birth, people recycle these concepts as a result of their experience. Concept areas; It consists of the common structuring of the experiences of the person with many variable factors that have no boundaries such as geography, religious and environmental factors, social factors, etc. lhan Berk is undoubtedly a poet who has left deep traces on the History of Turkish Literature both with his poems and with what he wants to create on poetry. The idea of living to write is reinforced by his desire to write the poetry of the earth. For this reason, the poet's concept world spreads over an undeniable wide area in his poems. In this study, the concept area of water has been tried to be determined in terms of what kind of structure the concept of water, which is frequently mentioned in İlhan Berk's poems, is built on. Based on these inferences, it is aimed to understand the deep structure of Berk's poetry to some extent and to make the water that exists in the poet's mental creation visible through his poems. Keywords: İlhan Berk, Conceptual Area, Consept of Water. 1 GİRİŞ İlhan Berk, 1918 yılında Manisa’da dünyaya gelir. Berk, henüz ilkokul öğrenimi sırasında okul müdürünün teşvikiyle okul gazetesi çıkarır; böylece edebiyat ile ilgili serüveni başlamış olur. Edebiyata olan tutkusu her geçen gün artarak devam eder ve ilk şiirlerini Halkevlerinin çıkardığı Uyanış dergisinde yayınlamaya başlar. 1935 yılında ilk şiir kitabı, “Güneşi Yakanları Selâmı” yine Halkevinin yardımıyla yayınlanır. Bu eserinde, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl etkisiyle yazdığı; bireysel duyguların yoğun olarak işlendiği şiirlerinden oluşur. Daha sonraki yıllarda Berk, bu şiirleri acemice bularak reddetme girişiminde bulunur. Balıkesir Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra 1945 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca bölümünü tamamlar. Zonguldak’ta, Samsun’da ve Kırşehir’de ortaokul öğretmenliği yapan şair, bu sırada “Servet-i Fünûn” ve “Varlık” dergilerinde yazılarını ve şiirlerini göndermeye devam eder. 1980 Necatigil Şiir Ödülü’ne layık görülen “İstanbul” kitabı, Berk’in ilk önemli eseridir. Berk, içerikte Nazım Hikmet etkisi taşırken; biçimde, uzun dize kuruluşlarından oluşan şiirleriyle yönünü, Amerikan şair, Walt Whitman’a çevirir. Tomris Uyar’ın ifadeleriyle İstanbul: “Kalabalığı anlatıyor İstanbul. Müthiş bir kişi bolluğu göze çarpıyor: Kömür işçileri, tezgâhtarlar, kunduracılar, marangozlar, kitapçılar, Küçükpazar kahveleri, gümüş İsalar asılı kiliseler, denizkıyısı gazinoları, sarı, uzun yüzlü cesur işçiler, bir şehri o şehir, halkını o şehrin halkı yapan ne varsa hepsi. Bir de bunları dakikası dakikasına izlemeye, gözlemlemeye, yorumlamaya çalışan İlhan Berk; sokakların, çalışmanın, işe gitmenin, sevda plaklarının uğultusunda, özellikle sabahları, öğleleri, aziz ve büyük gökyüzünün altında.”1 İlhan Berk yazın hayatına, “Günaydın Yeryüzü” (1952), “Türkiye Şarkısı” (1953) ve “Köroğlu” (1955) kitaplarıyla devam eder. Tek bir kitap gibi okunan bu üç kitap, Marksizm etkisinin izlerini taşır. İlhan Berk’te yıllar sonra bu üç kitabın Marksist olduğunu kendi ifadeleriyle dile getirir. “Bu üç kitap yaşamımın koca bir 1 Tomris Uyar, Bütün Yazıları, YKY, İstanbul 2016, s.1000. 2 bölümü. Ülkemle, dünyayla, insanlarla iç savaşım. Şiirin böyle bir silaha gereksinimi olduğuna inandığım zamanlarım.”2 Berk, 1958 yılından yayınladığı “Galile Denizi” ile İkinci Yeni sahasına giriş yapar. Kitapta yer alan ilk şiir, “Saint Antoine’nin Güvercinleri”nde, anlamın geri plana itildiği daha çok şiirsel dilin, biçimin ön plana çıkarıldığı bir yapıyla karşılaşırız. Bundan önceki şiir kitaplarında bulunan toplumun sesi azalır; onun yerine biçimde ve özde yeniyi yaratma çabası ilk planda yerini alır. Bu süreçte şair, Fransızca diline hâkim oluşundan dolayı Rimbaud’dan, Mallarmé’ye, Whitman’dan, e.e. Cummings’e kadar yüzlerce şair ile tanışma fırsatı bularak yönünü Batı sahasına çevirir. İkinci Yeni yolunda, “Çivi Yazısı” (1960), “Otağ” (1961), “Mısırkalyoniğne” (1962) kitapları bir sene ara ile yayınlanır. Bu kitaplarla şair, artık tamamen Batı’ya dönüktür. Batı’ya dönüktür dememizde kasıt, şiirlerdeki biçimsel yön; rondo, sone ve balad gibi şiir formlarının uygulanmasıdır. Berk, “Çivi Yazısı, Otağ, Mısırkalyoniğne’yi karşılaştırdığımda, birden, onların daha çok söze dayalı kitaplar olduğunu görüyorum. Söz dediğim, nasıl söyleyeceğimden önce, ne söylediğime ağırlık vermek, bir onu öne çıkarmayı anlıyorum.”3 der. Berk’in, “Âşıkane” (1968), “Şenlikname” (1972), “Taşbaskısı” (1975) kitaplarında bulunan şiirlerinde, erotizm dozunun gittikçe yükseldiği görülür. İlhan Berk’te, cinsel olguların varlığı, şiir dilinin her alanında kendini gösterir. Bu sebeple cinsellik, onun şiirinin atardamarıdır demekten çekinmiyoruz. Ayrıca şairin, nesnelerle olan bağı ve sevgisi, bu kitaplar içinde yer alan şiirlerine sirayet eder: “Sefine”, “Hamsi”, “Çançiçeği” gibi. Önemsiz gibi gözüken nesneler, şair için dünya vatandaşıdır. Onların da yazılmaya, anlatılmaya ve seslerinin duyulmasına ihtiyaçları vardır. Bu noktada Berk, nesnelerin sesi olmayı, kendisine görev edinmiştir. “Atlas” (1976), “Kül” (1978) ve 1983 Yeditepe Şiir Armağanı’na layık görülen “Deniz Eskisi” (1982) kitaplarıyla Berk, nesnelerle bağını kesmeyerek, yeryüzünün şiirini yazma girişiminde bulunur. Özellikle “Deniz Eskisi” kitabında Bodrum’un, şairin yeni dünyalara kapı açmasındaki yeri yadsınamaz. Bodrum, insanlarıyla, doğasıyla, tarihiyle Berk’in sözlüğünde yerini alarak, şairin şiir diline etki eder. Aynı zamanda “Deniz Eskisi” 2 “Bir Deneyciyim Belki de Ben”, Kanatlı At. haz. Yalçın Armağan, YKY, İstanbul 2022, s.99. 3 Kanatlı At, 100. 3 kitabının içinde yer alan “Şiirin Gizli Tarihi” (1983), şairin şiir hakkında birtakım düşüncelerinden oluşur. Berk’in, “Delta ve Çocuk” (1984), “Galata” (1985), Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne layık görülen, “Güzel Irmak” (1988), “Şairin Kanı” (1988), “Pera” (1990) kitaplarıyla devam eden yazın hayatında, özellikle “Galata” ve “Pera” da, İstanbul’un semtleri, sokakları, caddeleri, şairin şiir dilinde yeniden hayat bulur. İlhan Berk’in, Memet Fuat’a yazdığı bir mektubunda, “Galata” ve “Pera” için şu ifadeleri kullanır: “Pera’nın Galata’dan asıl ayrılığı insan malzemesinin bolluğunda sanırım. Neden İstanbul’a bu denli çullandığımı kendime sorduğumda tek yanıtı ona sahip çıkmak isteğimdir diyebiliyorum. Ama asıl da bu sahip çıkmada, kendimi doğrulamak yatıyor. Sanki İstanbulsuz kendimi doğrulama, ispatlama olanağım yokmuş gibi geliyor bana. Ben kendimi onunla buluyorum kısaca.”4 “Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum” (1993), “Avluya Düşen Gölge” (1996) kitaplarında seslerin ve harflerin şiirlerde var oluşu, ilk göze çarpan unsurlardır. “Avluya Düşen Gölge” de şairin 12 bölüme ayırdığı şiirlerinde, nesneleri adlandırma çabası görülür: Kayalar, Ses, Otlar, Su Günleri, Su Zamanı, Ağaçlar, Evler, Sarı Çocuk gibi. “Şeyler Kitabı Ev” (1997), “Çok Yaşasın Sayılar” (1998), “Kuşların Doğum Gününde Olacağım” (2005) kitapları, şairin son dönem şiirleridir. “Şeyler Kitabı”; nesnelerin, “Çok Yaşasın Sayılar” ise sayıların dünyasıdır. Berk, bu iki kitap ile ilgili verdiği bir konuşmasında şu ifadeleri kullanır: “Sayılar da bütün nesneler, şeyler gibi açıktır. Bir bardak neyse, sayılar da odur. İlişkilerine gelince; biz onlarla ilişki kurmadıkça, hiçbir ilişkiye yanaşmazlar. Biz onlara anlamlar verirken, ben onların içten içe bize güldüklerini görür gibi olurum.”5 4 bölümden oluşan, “Kuşların Doğum Gününde Olacağım” kitabında şair, “Hem tek bir kitap hem de ayrı ayrı dört kitap; ya da benim yaptığım gibi (asıl da): Herhangi bir yerinden açıp okumak”6 ibarelerini koyar. Berk, işitimsel imge (onomatope), patchwork, kolaj, cut up, gibi teknikleri şiir diline aktararak; tek veya iki dizeden oluşan ve hatta tek kelimeden oluşan şiirlerini, bu tekniklerle oluşturur. 4 İlhan Berk, Elin Üstünde Gezsin İlhan Berk’ten Memet Fuat’a Mektuplar. haz. Sevengül Sönmez, (İstanbul: YKY, 2021) 119. 5 “Çok Yaşasın Sayılar”, Kanatlı At, (İstanbul: YKY, 2022) 270. 6 İlhan Berk, Akşama Doğru, 1984- 2005 Toplu Şiirleri 3, (İstanbul: YKY, 2021) 309. 4 İlhan Berk, Türk şiirinin kuşkusuz usta şairlerinden biridir. Behçet Necatigil’in “Şiirimizin Evliya Çelebi’si. Kıtalar, kentler, insanları görüyor, ölçüyor, biçiyor; denizcidir, topoğraftır, tarihçidir. Kısaca görmüş geçirmiş bir seyyah-ı âlem”, M.Fuat’ın “Sanki şiirin kırk türlü yazılacağını kanıtlamak için gelmiş”, M.H. Doğan’ın “Şiiri anayasası bellemiş”7diye tanımlayarak, İlhan Berk’i Türk şiirinde özgün bir yere oturturlar. Aynı zamanda Berk, Fransız şairlerinden, Rimbaud ve Ezra Pound başta olmak üzere birçok dünya şiirini edebiyatımıza kazandırır. Şairin, şiire adanmış bir hayatı, yeryüzünü anlatma tutkusu, yazmak için yaşamaya dönüşerek; otobiyografik anlatı, “Uzun Bir Adam” (1982), otların dünyası; “Şifalı Otlar Kitabı” (1982), seyahatlerine ait gözlemlere yer verdiği, “El Yazılarına Vuruyor Güneş”, şiir hakkındaki görüşleri üzerine yazdığı “Şairin Toprağı” ve “İnferno” (1994), deneme- günlük olarak kaleme alınan bu eserleriyle, hayatın her alanından üreten bir şair olarak karşımıza çıkar. Çalışmamıza öncellikle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, “İlhan Berk, Eşik 1947-1975 Toplu Şiirler 1, Aşk Tahtı, 1976-1982, Toplu Şiirler 2, Akşama Doğru, 1984-2005, Toplu Şiirler 3” kitaplarını dijital ortama aktararak başladık. Bu aktarım süresi boyunca şiirlerde karşımıza çıkan su kavramının, şair tarafından defalarca tekrarlanması ilk dikkatimizi çeken unsurdu. Bundan dolayı şiirleri, “AntConc” programında taratarak, su kavramının 531 yerde geçtiğinin verisini elde ettik. Şairin suyu bu denli geniş bir alanda kullanmasının sonucunda bizi; Berk’in şiir dünyasında su kavramının bir anlam ifade ettiği düşüncesine itti. Bu sebeple, çalışmamızı su kavramı üzerinde yoğunlaştırmayı tercih ettik. Belirtmek isteriz ki İlhan Berk’in kavram dünyasının genişliği dolayısıyla şiirlerinde, deniz kavramı 438 defa, suyun hava koşullarıyla ilgili halleri; yağmur, bulut, sis gibi kavramlar toplamda 154 defa geçer. Bu kavramların Berk şiirinde, nasıl bir yapı oluşturduğu meselesi, tek başına bir tez konusunu oluşturur. İlhan Berk şiirinin derin yapısının çözümlenmesi, çalışmamız vesilesiyle diğer çalışmalara da örnek teşkil edeceğini umut ediyoruz. 7 Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi. C.1, (İstanbul YKY, 2010) s.213. 5 1.KAVRAM VE KAVRAM ALANI Türkiye sahasında kavram tanımlamalarındaki ortak düşünce kabaca, insan zihninde var olan bir yeti; mefhum, bir nesnenin ya da nesneler topluluğunun insan zihninde oluşan görüntüsü ve kişiden kişiye algılanış biçiminde değişkenlik göstermekle birlikte dile yansıyan biçimidir. Kavrama ait hem bizim sahamızda hem de Batı sahasındaki tanımlamalara sırasıyla yer verildi. Aynı zamanda kavram üzerine, felsefe, ruh bilimi ve bilişsel bilim alanlarında yoğun çalışmalar bulunmasıyla birlikte; dilbilim açısındaki tanımlamaların üzerinde duruldu. TDK’nin internet üzerinden erişime açık olan Büyük Türkçe Sözlük’ünde kavram, “Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı; mefhum, fehva, konsept, nosyon. Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım; mefhum, konsept, nosyon.”8 olarak tanımlanır. Turan Karataş, “Mefhum. Herhangi bir şey (nesne) ya da o şeyin nitelikleri hakkında sahip olunan genel düşünce (idea). Kainattaki bütün varlıkların her birinin ayrı ayrı zihnimizdeki karşılığı, beynimizdeki yansıma biçimleri. Ayrıca, bir söz veya kelimeden anlaşılan, çıkarılan anlama da kavram denilmiştir.”9 ifadelerinde bulunur. Berke Vardar, “Ortak özellikler taşıyan bir dizi olgu, varlık ya da nesneye ilişkin genel nitelikli bir anlam içeren, değişik deneyimlere uygun düşen, dilsel kökenli her türlü tasarım, düşünü, imge; bir nesne, varlık ya da oluşan anlıksal imgesi; gösterilen.”10 der. Doğan Aksan ise kavramı, “Kavramlar insanın çevresindeki nesnelere, olay ve durumlara ait, kişisel gözlem ve deneyimlere dayanan tasarımların zihinde yer alan ve bir soyutlamayla (abstraction) dile dönüşen yönüdür, göstergelerin gösterilen yanıdır. Bir dilin sözvarlığını temel alarak da kavramı kabaca bir tanımla “bir sözlükte madde başı olarak yer alan sözcükler” biçiminde niteleyebiliriz. Ancak bunlardan bir bölümü bir nesneyi, bir niteliği; bir bölümü de bir olayı, bir oluş ya da devinimini gösterir.”11 ifadeleriyle açıklar. 8 Büyük Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr/, (erişim 28 Mayıs 2024, 02:02) 9 Turan Karataş, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri. (İstanbul: Perşembe Kitapları, 2001) 242. 10 Berke Vardar, Açıklama Dilbilim Terimleri Sözlüğü. (İstanbul Multilingual, 2002) 132. 11 Doğan Aksan, Anlambilim. (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2020) 53. https://sozluk.gov.tr/ 6 “Kavramları, sözcüklerden ayıran nokta üzerinde durmak gerekir. Sözcükler, zihnin işlemesi, düşünme için gerekli değildir; fakat iletişim için mutlak faydalıdır. Kavramlar aracılığıyla basit iletişim mümkün değildir. Bu noktada kavramlar üzerinde en küçük ortak kümelerimizi oluşturan kodlamalara, sözcüklere ihtiyaç duyulur.”12 Batı sahasındaki tanımlara göre ise kavram, her dile özgü şemalar yaratabilir fakat; sadece dilsel kökenli bir tasarım değil dünyamıza yön veren ve neler olup bittiğini anlamamıza yardımcı olan, günlük aktivitelerimizin içinde yer alan, kişinin deneyimlerine göre değişkenlik gösteren bilişsel yaratıdır. Murpy, “Kavramlar zihinsel dünyamızı bir arada tutan yapıştırıcıdır. Bir odaya girdiğimizde, yeni bir restoran denediğimizde, yiyecek satın almak için süpermarkete gittiğimizde, bir doktorla tanıştığımızda veya bir hikâye okuduğumuzda, neler olduğunu anlamamıza yardımcı olması için dünya kavramlarımıza güvenmeliyiz.”13 Aynı zamanda Murpy, kavramların psikolojik olarak temsil edilişine ve bu durumun psikolojik teoriye göre tartışılması gerektiğini söyler: “Kavram, dünyadaki bir varlık sınıfının dilsel olmayan psikolojik temsilidir. Dünyada ne tür şeyler olduğunun ve hangi özellikler taşıdığı hakkındaki bilgisidir. (…) Kavramlara bağlı kalarak kelimelerin önem kazandığını iddia edeceğim. Bununla birlikte, şunu not etmek önemlidir; bu, tanım gereği doğru değildir, ancak kanıtlara ve psikolojik teoriye dayanarak tartışılması gerekir.”14 Kavramlar, biz farkında olmasak dahi hayatımızın her alanında kendini gösteren, sadece dilde değil düşünce ve günlük faaliyetlerimizde, insanlarla etkileşimimizde yaygın olarak kullanılarak bir yapıya dönüşür; kavramsal metaforun öncüleri, George Lakoff ve Mark Johson, kavramı sadece dilde ortaya çıkan bir yapı olmaktan çıkarır: “Düşüncemize yön veren kavramlar sadece zihni özgü sorunları değildir. Onlar en sıradan detaylara kadar bizim gündelik faaliyetlerimize yön verir. Algıladığımız şeyi, dünyada yolumuzu bulma tarzını ve diğer insanlarla ilişki kurma biçimimizi 12 Kayhan Şahan, “Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri Sözlüğü Bağlamında “Anlama” Nın Kavram Alanı Üzerine”, Gaziantep University Journal Of Social Sciences, C.19, S:3, 2020: 742. 13 Gregory L. Murpy, The Big Book of Concepts. (London: The MIT Press, 2022) 1. 14 Murpy, 385. 7 kavramlarımız yapıya kavuşturur. Bu nedenle kavram sistemimiz gündelik gerçekliklerimizi tanımlamakta merkezi bir rol oynar.”15 Evans, “Kavramlar, kategorizasyon ve kavramsallaştırmanın merkezinde yer alan temel bilgi birimidir. Kavramsal sistemde yer alan ve bebeklik döneminin başlarından itibaren kavramlar, algısal deneyim yoluyla yeniden tanımlanır. Bu süreç en çok görüntü şeması olarak bilinen kavramların temelidir. Kavramlar dile özgü bir biçimde kodlanabilir, sözlük kavramı olarak bilinir. Kavramlar nispeten kararlı bilişsel varlıklar olsa da devam eden epizodik ve tekrarlayan deneyimler ile değişirler.”16 der. “Bir kategorinin kavramını değiştirmek, yalnızca zihin kavramımızı değil aynı zamanda dünyaya dair anlayışımızı da değiştirmek anlamına gelir. Kategoriler, şeylerin kategorileridir. Biyolojik türler, fiziksel maddeler, eserler, renkler, akrabalar ve duygular için ve hatta cümle, kelime ve anlam kategorilerimiz var. Aklımıza gelebilecek her şey için kategorilere sahibiz. Kategori kavramının kendisini değiştirmek, dünya anlayışımızı değiştirmektir.”17 Kavramların yapısı ve doğasıyla ilgili çeşitli teoriler vardır. Bunlardan Klasik Teori; kavramsal ve dilsel kategorilerin “tanımsal yapıya” sahip olduğunu savunur. Prototip Teori: İnsan zihninde kategorilerin oluşumuna rehberlik eden iki temel ilke olduğunu savunur: Bilişsel ekonomi ilkesi ve algılanan dünya yapısı ilkesidir. Bu ilkeler bir arada insan kategorizasyon sistemine yol açar. İlk ilke, insan gibi bir organizmanın bilişsel becerileri ve kaynakları en aza indirirken mümkün olduğunca çevresi hakkında fazla bilgi edinmeye çalışır. İkinci ilke, etrafımızdaki dünyanın korelasyonel yapısıdır. İnsanların kategorileri oluşturmak ve düzenlemek için ilişkisel yapılara dayandığını belirtir.18 Teori Teorisi ise, bir kavramın sadece temsil edilmediğidir. Bir kavram, bir kategorinin üyeleri hakkında mini bir teoridir.19 “Herhangi bir dilde, “taş” dediğimizde o dili bilenlerin zihninde bu sözcüğü duyduklarında bir taşın görüntüsü ve beraberinde kavranışı, mefhumu oluşur. O dilin 15 George Lakoff, Mark Johnson, Metaforlar Hayat, Anlam ve Dil. çev. G. Yavuz Demir, (İstanbul: İthaki Yayınları, 2015) 27. 16 Vyvyan Evans, A Glossary of Cognitive Linguistics. (Edinburg: Edinburg University Press, 2007) 31. 17 George Lakoff, Women, Fire, and Dangerous Things. (Chicago and London: The University of Chicago Press1990) 9. 18 Evans, 15, 176. 19 Alan Cruese, A Glossary of Semantics and Pragmatics. (Edinburg: Ediburg University Press, 2006) 181. 8 mensupları olarak ortaklaşa anlayıp zihnimizde canlandırdığımız bu taş, ilk başta hepimiz için az çok benzer ve ortak özelliklere sahip olan, o dilin sözlüklerinin “taş” maddesinde yer alan taştır. Zihnimizde tasavvur ettiğimiz taşın özelliklerinden bireysel olarak bahsetmeye başladığımız andan itibaren bu taş, sözlük alanının dışına çıkıp onu tarif eden bireylerin kişisel bilgi ve tecrübelerine göre farklılaşmaya başlar. Her bir bireye göre rengi, boyutu, biçimi, yüzeyi, ağırlığı vb. diğerlerinden farklıdır. Bu farklılıklar, taş kavramının onu tasvir eden bireylerin zihnindeki kavram alanını gösterir.”20 Kavram alanı, 1931 yılında Alman dilbilimcisi Jost Trier tarafından ortaya atılır. “Bu kuramın temeli, kavramların zihinde birbirinden soyutlanmış olarak ayrı ayrı bulunmadıkları, bir mozaik gibi birbirleriyle sınırlandıkları, içinde birbirlerini etkiledikleri alanlar oluşturdukları biçiminde açıklanabilir.”21 Bu kurama göre her kavramın değeri, ancak kapladığı yerle ve öteki kavramlarla bağıntısına göre belli olmaktadır. Alman dilinde akıl, idrâkle ilgili kelimeleri bu yöntemle, bir alan içinde inceleyen (Der deutsche Wortschatz im Sinnbezirk deş Verstandes, Heidelberg, 1931) J. Trier’in dışında, aynı yöntemi uygulayan ya da ona katkılarda bulunan birçok araştırıcı vardır.22 Weisgerber, bu kuramı o sıralar Alman Dilbilimin uğraştığı anlama yönelik dil incelemeleri çerçevesinde ele aldı. G. Matoré ve P. Guiraud, bu kuramın Fransa’daki temsilcileridir.23 Karçığa, J.Trier’in kavramsal alan ile ilgili ortaya koyduğu düşüncelerini şu şekilde ifade eder: a) Sözcüğün anlamı, aynı sözcüğün veya terim alanındaki diğer sözcüklerin anlamlarına bağlıdır. b) Sözcük alanı mozaik benzeri bir dilin tüm sözcük alanlarının toplamını ve kendi kendine yeten bir gerçeğin resmini yansıtır. c) Eğer bir sözcük bir anlam değişikliği yaşarsa tüm sözcükler birleşerek bir bütün meydana getirirler. Her bir sözcüğün aynı kavram alanında 20 Emre Berkan Yeni, “Tevfik Fikret’in Şiirlerinde En Sık Geçen On Kavram ve Bunlardan “Hayat” ın Kavram Alanı”, KÜLTÜRK Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S.4, 2020: 223. 21 Aksan, 54. 22 Doğan Aksan, “Kavram Alanı- Kelime Ailesi İlişkileri ve Türk Yazı Dilinin Eskiliği Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1971: 254. 23 Osman Toklu, Dilbilime Giriş. (Ankara: Akçağ Yayınları, 2018) 141. 9 bir rolü vardır ve bu kavramlar hem birbirlerine komşudur he birbirlerini sınarlar hem de birbirlerinin anlam alanının oluşmasına katkıda bulunurlar.24 “1980’li yıllardan beri, birçok dilbilimci dünyayı kavramsallaştırma, sınıflandırma ve anlama üzerine ilgilerinden dolayı metafor çalışmalarına daha büyük önem vermişlerdir. Özellikle, Lakoff ve Johnson’ın 1980’deki çalışmaları bu konuda çığır açıcı olmuştur. Dil gelişimi ve zihnin somutlaşması konusundaki sorulara yanıt arayan felsefe, psikiyatri, bilişsel sinir bilimi gibi bilim dalları metafor çalışmalarının yeni bir bakış açısı kazanmasını sağlamıştır. Bilişsel dilbilimine göre, insan zihni ve insan davranışlarını metafor yoluyla anlarız. Bütün deneyimler “kavrama” tarafından süzüldüğü için, sonuçta ortaya çıkan dil gerçek dünya (veya olabilir bir dünyanın) tanımından çok gerçek insan kavrayışının tanımıdır.”25 “Metafor kavramının kapsam alanının genel hatlarıyla çizen Lakoff ve Johnson, metaforik kavramların sistematikliği ve gündelik dilde kullanımının faaliyetlerimizi yapıya kavuşturması üzerine “time is money (vakit nakittir / zaman paradır)” örneğini verir. Zamanı para olarak kavramsallaştırmanın dilsel kullanımda karşılığı İngilizcede olduğu kadar Türkçede de yaygındır. Zamanımı harcıyorsun. Bu cihaz saatlerini kurtaracak. Sana harcayacak vaktim yok. Bu patlak lastik bir saatime mâl oldu. Zamanımın çoğunu ona harcadım. Buna harcayacak kadar zamanım yok. Seninle zaman harcamaya değer mi? Zamanını ekonomik kullanmıyorsun.”26 “Kavram alanları; evrensel değerler ve onun üzerine ya da ayrıca coğrafi, tarihi, ırksal, toplumsal, dinsel, çevresel, ekonomik, eğitimsel vb. birçok değişken değerler ile son olarak kişisel deneyimlerin birleşiminden oluşur.”27 24 Servet Karçığa, “Dede Korkut Kitabının Anlam Bilimsel Çözümlemesinde Kavram Alanının Rolü”, Yayınlanmış Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015: 104. 25 Özen Yaylagül, “Divânu Lugâti’t-Türk’te Yer Alan Atasözlerindeki Metaforlar”, Milli Folklor, S:85, 2010: 112. 26 Kayhan Şahan, Şiirde Derin Yapı Metafor: Modern Türk Şiiri Üzerine Bir İnceleme. (Ankara: Ebabil Yayınları, 2020) 75-76. 27 Şahan, 2020: 743. 10 2. SU KAVRAMI Yeryüzünde bulunan tüm canlılar ya da cansız varlıklar adına vazgeçilmesi mümkün olmayan su, dünya kültürlerinde, inanç sistemlerinde, insanların hayal ve düşüncelerinde oldukça geniş bir yere sahiptir. Su, çoğu zaman hayat ile eş değer tutulur. Yaratılış mitlerinde su, dünyanın başlangıcı, varoluşun kaynağıdır. Bu sebeple su, her formdan önce gelir ve diğer canlıların kökenini oluşturur. Eliade’nin ifadeleriyle; “Potansiyel gücün ve ayrışmamışlığın ilkesi, her tür kozmik tezahürün temeli, bütün tohumların taşıyıcı olan su, bütün biçimlerin kaynaklandığı ve bir felaket ya da kendi gerilemeleri sonucunda dönecekleri ilk özü simgeler. Başlangıçta ve her tür tarihsel ya da kozmik döngünün sonunda su vardır ve her zaman var olacaktır.”28 Örneğin, “Verbitski’nin derlediği Altay yaratılış mitinde, başlangıçta var olan tanrının adı Ülgen’dir. O, deniz şeklindeki evrenin üzerinde önce yeri, göğü sonra insanları yaratır.”29 “Antikçağ Yunan felsefesinin ilk düşünürü Thales, “Her şeyin başı, kökü, kaynağı su’dur” der. Yaşam suda başlamıştır, inorganik özdek organik özdeğe suda dönüşmüştür, su içinde bulunan bitki, su içinde bulunan hayvana dönüşmekle insansal yaşam da başlamış olmaktadır.”30 Su, doğadaki bir varlık olmanın ötesinde bir kavram ve insan zihninin yüklediği anlamlar dahilinde bir sembol olarak önemli bir yapı edinir. Bunun için, “Göktürkler, Yer-su yani yer ve sular anlayış ve inanışına, büyük değer vermişlerdir. Onu kutlulaştırmış ve ona kişilik vermişlerdir. İlk yerleşim alanları, çevresinde su bulunan yerlerde kurularak bu sulara saygı duyulmuştur. Onlar “Baba evinin suları” dır. Aynı zamanda ırmaklar, göller, canlı ve yaşayan şeyler gibi kabul edilmiştir. Dede Korkut’ta dinsel bir boyut kazanan su, Kazan’ın söylemiyle, “Su, hak didârını görmüştür.”31 Bu yapıda, suyun inanç üzerinden kurulan sembolik değeri açık bir şekilde görülür. Su, kazandığı sembolik değerler açısından Mısır, Çin, Hint gibi eski kültürlerde de önemli bir yer edinir. “Örneğin, eski Hint kültüründe su, yeryüzündeki her şeyin 28 Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş. çev. Lale Arslan (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2003) 196. 29 Muharrem Kaya, Mitolojiden Efsaneye Türk Mitolojisinin Türkiye’deki Efsanelerde İzleri. (İstanbul: Bağlam Yayınları, 2015) 32. 30 Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü. (İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000) 469. 31 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi. C.2, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995) 315-322. 11 başlangıcı ve sonunu temsil eder. Bununla birlikte su görünüşte biçimsiz olmasına karşılık antik kültürler üst sular ve alt sular arasında bir ayrıma giderler. Üst sular, potansiyele ve hâlâ mümkün olana; alt sular ise gerçeğe veya zaten yaratılmış olana karşılık gelir. Su, bahsedilen sembolik özellikleriyle birlikte sezgisel bilgeliği, yaratıştan önce gelen orijinleri de imler.”32 “Zosimus’a göre, ilahi su olmadan hiçbir şey yoktur. Öte yandan, sembolleri arasında dişi ilke (anne-yaşam), suların kökeni olarak ortaya çıkanları içerir. Örneğin, toprak ana, suların anası, taş, mağara, annenin evi, gece, derinlik evi, güç evi, bilgelik evi, orman vb. Kişi “ilahi” kelimesiyle yanıltılmamalıdır. Su, dünyevi ve doğal yaşamı sembolize eder, asla metafizik yaşamı değil.”33 Zosimus’un düşüncesiyle örtüşen suyun sembolize edilen bir diğer anlamı ise doğurganlıktır. “Paleolitik çağda yaşamı ve doğurganlığı, spiral şekli, suyun ve ayın doğurganlığını simgeler; dişi putların üstüne işlenen bu işaret tüm yaşam ve doğurganlık merkezlerini birleştirir.”34 Su, aynı zamanda arındırma özelliğine sahip olarak, temizliğin ve ferahlığın sembollerinden biri haline gelir. Su var olan kötülükleri temizler ve yeniler. “Suda, her şey erir, her “biçim” parçalanır, her “geçmiş tarih olur; geçmişte olan her şey suya battıktan sonra yok olur gider; hiçbir biçim, hiçbir “işaret”, hiçbir “olay” varlığını sürdüremez.”35 Sembolik değer olarak, suyun arındırıcı ve yenileyici özelliği atasözlerimize de sirayet eder. Örneğin, “su her şeyi temizler”, “Akar su pislik tutmaz”, “Akar su aklığına akar” atasözlerinde olduğu gibi. Ünlü Fransız filozof Gaston Bachelard, “Su ve Düşler Maddenin İmgelemi Üzerine Deneme” adlı eserinde, şiirler üzerinde özellikle Edgar Poe’nun yapıtlarında, suyun sembolik değerlerini ortaya koyarak, bir tartışma başlatır: “Üstşiirsellikte su artık yalnızca serseri bir seyirde, kopuk, anlık hayallerde tanınan bir imgeler öbeği değildir; bir imgeler dayanağıdır, hatta çok geçmeden bir imge katkısı, imgeleri kuran bir ilke olur. Su böylelikle, giderek derinleşen bir seyirde yavaş yavaş maddeleştirici imgelemin bir unsuru haline gelir. Başka bir deyişle, 32 Gökhan Tunç, Şiir ve Bellek Modern Türk Şiirinde Bellek Metaforları. (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2020) 75-76. 33 J.E. Cirlot, A Dictionary of Symbols. (London: Routledge, 2001) 367. 34 Eliade, 197. 35 Eliade, 201-202. 12 dalgacı ozanlar yıllık bir su gibi yaşarlar; ilkbahardan kışa dek süren ve rahatlıkla, edilgen bir biçimde, hafif hafif bütün mevsimleri yansıtan bir su gibi. Ama daha derin ozan canlı suyu bulur; kendinde yeniden doğan suyu, değişmeyen suyu, kendi silinmez göstergesiyle imgelerini belirleyen suyu, büyüyüp yeşeren unsuru, cilalayıp parlatan unsuru, gözyaşlarının bedenini…”36 İnsan hayatında bu denli yer edinen su kavramı, edebiyatımızı da yansır. Örneğin, “âb-ı hayât, âb-ı revân, âb-ı Kevser, âb-ı çeşm, âb-ı rû” gibi divan şiirinde karşımıza çıkan tamlamalarda su, sembolik değeri açısından birçok yönden ele alınır. “Âşığın gözü çeşme, gözyaşı ise akan bir sudur. Âb-ı revân (akan su) tamlaması sevgilinin boyuna işarettir. Sevgilinin gönlü taştır. Âşık bu taşı delmek veya yumuşatmak için devamlı akan gözyaşı suyunu kullanır. Yine gözyaşları serperek sevgilinin mahallesini süpürür.” 37 Türk kültürünün yüzyıllar boyunca yaşadıkları deneyim ve bu deneyimlerinden ortaya çıkardıkları birtakım öğüt verici, açıklayıcı olan atasözlerinde su; çevre, doğa, gelenekler çerçevesinde uzun gözlemlerden ortaya çıkan yol gösterici nitelik kazanır. Örneğin, “su akar yatağını bulur” atasözünde, her şeyin doğal bir akışı olduğunu, bu hayat akışının elbet bir gün kendi yolunu bulacağı, su kavramı üzerinden kurgulanır. Bu ortak bir kültürün ve gözlemin yarattığı ifadelerdir. İlhan Berk şiirinde su kavramı ise, şairin kendi yaşamına ve gözlemlerine dair yarattığı; şairin zihnindeki suyu, şiirlerinde anlamlandırmasıyla ortaya çıkarttığı ve düşünce dünyasında onun şiir dilini etkileyen kavram alanlarından oluşur. 36 Gaston Bachelard, Su ve Düşler Maddenin İmgelemi Üzerine Deneme. çev. Olcay Kunal, (İstanbul: YKY, 2006) 18 37 İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü. (İstanbul: Kapı Yayınları, 2017) 1. 13 3.İLHAN BERK ŞİİRİNDE “SU”YUN KAVRAM ALANI , 3.1. Su Yaşam Kaynağıdır Su, içinde bulunduğumuz dünyada bütün canlı varlıklar adına vazgeçilmesi mümkün olmayan en önemli yaşam kaynağıdır. Doğanın döngüsünü sağlaması, insanlığın ve diğer canlıların yaşamını sürdürebilmesi için susuz bir hayat düşünülemez. İşte bu durumun en güzel ifade şeklini Berk’in “Zulüm Oldukça Benim Vaktim Bitmedi Lüzumum Hiç Azalmadı Dünya Yüzünde” şiirinde görmekteyiz. Diyorlar ki Kırat’ım Çamlıbel’e, Çamlıbel’de akan suya Kırmızı toprağa Zeytine, aydınlık Benli’ye Sana bana Yaşamak yok. Bütün bu fermanlar Kırat’ım Yaşamak yok diyor. Bir ağacın büyüdüğünü görmek yok Toprağı sürmek Suya geyiklerin indiğini görmek yok. Bu dünya var ya Bu dünyada bu gökyüzü, bu toprak hep böyle aydınlıktır Bu nehirler hep böyle kıvrıla kıvrıla akar, hep böyle çiçek açar Ağaçlar Bunlar yok. En güzel şey ne bu dünyada O yok.38 Köroğlu’nun Kırat’a serzenişiyle başlayan ve devam eden dizeler itibariyle, Çamlıbel’de bulunan suya, toprağa, zeytine, insanlığa, yaşamak yoktur. Şair suyun olmayışını, yaşam olgusuyla eşitler. Yaşam kaynağı olan suyun olmayışı, şiirin bütünü 38 İlhan Berk, Eşik 1947-1975 Toplu Şiirleri 1. (İstanbul: YKY, 2021) s.183. 14 boyunca âdeta hayatın durma noktasına gelmiş olduğunu hissettirmektedir. Berk’e göre, dünyada en güzel şey yaşamaktır. Şiirin son dizelerinde de gördüğümüz üzere; toprağı işlemek, ağaçların büyüdüğünü ve canlıların tekrardan suya indiğini görmek, ancak suyun yaşamdaki varlığıyla mümkündür. İlhan Berk şiirinde “su” kadar önemli olan ve yine suyun kavram alanı içerisinde bulunan “deniz” de sıklıkla kullanılan kavramlardan bir tanesidir “Su Yaşam Kaynağıdır” kavram alanının işleyişi adına bir örnek olarak bu şiiri de almayı uygun gördük. Ne güzel uyuyordunuz hepiniz, bir kez daha ne güzel Uyuyordu bir kadın bir çocuk Daha bu deniz gelip durmamış daha pencereler dünya yüzü Nedir bilmiyorlardı Böyle binlerce şey bir bahçeye bir sokağa bakmak nedir bunu Bilmiyordu Benim bildiğim bir de uyanıp bakacaktınız yok uyuyup Uyandığınız sabahlar, öpüştüğünüz odalar yok Yok ağaçlar sular şiir yazdığınız masa, her gün size doğru Gelen deniz yok Manav Yani dükkanını arayacak bulamayacaktı Rum fırıncı karakola koşacak böyle böyle böyle diyecek kimse İnanmayacak Bakacaksınız biri namussuzluklarının ardından ağlayacak Herkesler soracak Siz gelecektiniz sonra en sonra siz gelecektiniz pencerelere Bakacaktınız, bulamayacaktınız Asıl eskici Abdullah şaşacak, Abdullah çekicini örsünü Arayacak yok. Asıl o çekicine örsüne ağlayacak hepiniz üzüleceksiniz. Sizinle gelirdi bakın çocuklar, taze marullar sizinle gelirdi Yani kapısının önüne oturdu mu hepimiz bilirdik artık iş Gökyüzündedir (Gökyüzü bir kez daha şiirime giriyor demektir.) Bakarsınız birden anlayıveririz Abdullah’ın bir sabah mutluluk Dediği şeyi Birden daha bir güzel gelmesi pazartesilerinin onunladır artık Onunla gelen bir sabah erkenden gelecektir bir daha Hiç gitmeyecektir Gelmeyen güzel bir şey yoktu sizinle, bir deniz sizinle yüz kere Görünürdü Durup dururken bir yere bir yıldız düşse siz geçiyorsunuz 15 Derdik Sizi bekliyorlarmış gibi mısırlar, yoncalar bir anda büyürdü Siz dedikten sonra resimler başaklar sarıdır Bir şey sizinle mi geliyor sizinle mi dünya kötü tutar düzeltirdik Tüm iş sizinle gelen denizdeydi bir işi bitirmek başlamak bir İşe o denizleydi [……………...] 39 Berk’in şiiri için seçtiği başlık “Te Deum”, ilk olarak dikkatimizi çeker. “Te Deum” tam ismiyle “Te Deum laudamus” Latince “Sen, Tanrı, övüyoruz” anlamına gelir. Geleneksel olarak MS 387 yazarlığına dayanan ve bestelenen Latin Hristiyan ilahisidir.40 Bu ilahi doğrudan Tanrı’ya, onun dünyadaki varlığına ve yüceliğine dair övgüdür.41 Elbette ki Berk’in şiirine bir Hristiyan ilahisinin ismini seçmesi tahmin edilebileceği üzere tesadüf değildir. Şiirin genel atmosferi göz önüne alındığında yaşam olgusunun bütün yükü su, gökyüzü ve güneşe atfedilir. Berk şiirine bakıldığında bu üç kavramın sıklıkla beraber kullanıldığı da gözlemlenir. Berk, ilk dizede yaşamın durağan yönünü denizin olmayışıyla eşitler. Şair, yaşam denen olgunun ortadan kaldırılmasını, eksikliği hissedilen deniz ile ifade eder. Berk, yaşamı hissedebilmek adına yapılan eylemlerin bilinmeyişini, ağaçların, suların veyahut her gün şiir yazılan masanın olmayışını “gelen deniz yok” ibaresi ile aktarır. Bu sebeple Berk’in şiirinde denizin olmayışıyla beraber yaşam döngüsünün işleyişinin bozulması sadece doğa unsurlarına değil aynı zamanda toplumun döngüsüne, sokağa, nesnelere, günlük yaşamın kendisine kadar indirgenir. Gökyüzünün devreye girmesiyle beraber belirsizlik havası ortadan kalkarak deniz tekrardan görünür hale gelir. Berk şiirinde gökyüzü ve su kavramlarının beraber kullanılması “su oldukça düzeltiriz” düşüncesinin alt metnini oluşturur diyebiliriz. Ne var ki yaşamı tekrardan yaşanılabilir bir hale getirmek, olağan düzenden şaşmamak; eksikliği hissedilen denizin varoluşuyla mümkün hâle gelecektir. Şiirin başlığı, “Te Deum” içerdiği anlam itibariyle Tanrı’nın varlığına, onun yarattığı dünya nimetlerine dair bir övgüyse; Berk şiirinde de bu övgü, su ve gökyüzüne aittir. 39 Berk, Eşik: 230-231. 40 Janet Halfman, New Catholic Encyclopedia. (Washington, D.C.: The Catholıc University of America Press, 2003) 642. 41 Bknz. The Pilgrim Hymnal. (New York: The Pilgrim Press, 1933) 552. 16 Şairin bir sene ara ile yayımladığı Çivi Yazısı (1960) ve Otağ (1961)’da Mezopotamya uygarlıkları şiirlerinde oldukça büyük bir yere sahiptir. Hatta Otağ’ın başlangıçta tek konusu Mezopotamya gibi görünür. Bu durumun sebebi, Berk felsefesinde dünyayı, yazmak için yaşanan bir mekân olarak gördüğünün bir yansıması olduğuyla açıklanabilir. Bu durum elbette şiirde zamanları birbirine karıştırarak bugüne yönelme isteğinden kaynaklanan bir yapı olarak da düşünülebilir. Berk’in şiirinde çeşitli zamanlar aynı anda yaşanır. Belki de onun yeniyi yaratma çabasına zamanı karıştırması eşlik eder. Bu nedenle onun şiiri bir yere istenilen şekilde oturtulamaz. Nitekim Berk’in yazmayı bir cehennem olarak tanımladığı yazısı, düşüncelerimizi destekler niteliktedir: Şair, “Bir yüze, bir elmaya, bir yaprağa, dokunmak; bir sesi, rüzgârları, boraları, çığlıkları dinlemek; havayı, zamanları, kentleri, bitkileri, çiçekleri koklamak; bir gök, bir yer bilimcisi gibi yeryüzünde olup bitenleri incelemek, bunları hep yazmak adına yapmak”42 ifade eder. “Babil” şiirinde su, ilk dizede sevgilinin gelişi beklentisiyle konuşan bir varlık olarak karşımıza çıkar. Suyun konuşmasıyla devam eden dizelerde sevgili, denizlerden gelen biri olarak görünür. Sevgilinin denizden gelişi, farklı yaşam alanlarına kapı aralar. Çünkü sevgili, büyüten ve besleyendir. Âdeta yaşanılan mekâna besleyici bir kaynak olarak gelmiştir. “Bir gülü büyütürdük senin iriliğinde geldiğin denizlerin / Uğultusuna bırakıverirdik” dizesi, sevgilinin sonsuzluğunu ve enginliğini temsil eder. [………………………………………………………………..] Biz ama hep seni beklerdik, adımın göğüydü göğün kimi sular Seni anlatırdı dinlerdik Sen gelirdin senin artan güzelliğinden anlardık bir başka yerde Olduğumuzu Bir gülü büyütürdük senin iriliğinde geldiğin denizlerin Uğultusuna bırakıverirdik O gecelerde biz hep böyleydik ama sen hiç gelmezdin ki Dindirelim uğultumuzu Hep böyleydin sen tam ölümden konuşacağız komazdın gelip Dururdun önümüzde Yeniden dünyaya bu kadar uzun bir daha hep senin Karanlığında kalırdık O zaman dünyada Fenike diye bir yer vardı tam yatacağız BÂBİL ÇOK ESKİ BİR SOĞUKTU BAYILIRDIK 42 İlhan Berk, “Yazmak Denen Cehennem”, Şiirin Çizdiği. haz. Yalçın Armağan, (İstanbul: YKY, 2019) 286. 17 [………………]43 Fakat ilk dizelerde bahsi geçen denizlerden gelen sevgilinin son dizeler de bir türlü gelmeyişinden bahsedilir. Denizden gelen uğultuların bir türlü dindirilemeyişi, suyun getirdiği sevgilinin var olmayışıyla eşitlenir. “Hep böyleydin sen tam ölümden konuşacağız komazdın gelip / Dururdun önümüzde” dizesinde şair, sevgiliyi denizden gelen bir yaşam kaynağı olarak adlandırdığı noktada onun karşısına ölüm olgusunu koyar. Suyun getirdiği sevgili yaşam kaynağı ise elbette ki yaşanılan coğrafyada ölüm söz konusu değildir. Berk’in, “Zulüm Oldukça Benim Vaktim Bitmedi Lüzumum Hiç Azalmadı Dünya Yüzünde”, “Te Deum” şiirlerinde su, tek başına, hiçbir oluşum gereksinimi duymadan var olan bir kaynaktır. Fakat “Babil” şiirinde, denizin getirdiği bir varlığın o coğrafyaya yaşam kaynağı oluşu konusunda bahsi geçer. Diyebiliriz ki şair, hem var olan, bilinen suyu hem de kendi yaratmak istediği suyu yaşamın kendisi olarak haritalar. Şairin ortaya koymak istediği anlam alanı içerisinde; denizlerden gelen bir varlığın hayaliyle yaşamak, savruluşu temsil eder. “Tanrı bir bardak sudur” metaforik yapısıyla karşılaştığımız “Taymis” şiirinde Tanrı, bir bardak su kılığına girerek İngiltere caddelerini gezer. Tanrı, su kılığında İngiltere’nin caddelerini gezerken birtakım devrimleri de beraberinde götürür. […………………………………………………..] St. Petrus’un orda yine yitirip buluyorum Taymis’i. Ve her sabah Allah bir bardak su kılığında geliyor 5 sularında. Ve giyiniyor Elsworthy Caddesi’ne çıkıyor bir tanıdığına uğru- yor Ve manyetik iğneyi Araplardan alıp Avrupalılara veriyor 1180’lere doğru Ve Floransa’ya gözlük götürüyor Ve bono kullanıyor Londra Caddesi’ni aydınlatıyor 15. Yüzyılda Cepsaatlerini çalıştırıyor ve kuşüzümü yiyor Karbon asit midir? diye soruyor sonra. Değilse bu haliyle ölüm- süzdür, diyor. Sonra Doğanın Diyalektiği’ni açıyor Protoinin ölümsüzlüğünü ilan ediyor Ve Taymis’e çeviriyor başını (Taymis: Neredeyim? Diye aklından geçiriyor) Köprüleri sayıyor içinden 43 Berk, Eşik: 254. 18 Greenwich’e çıkıyor. Saatini ayarlıyor. Blackwall’da oyalanıyor doklara uğruyor bir kanala girip çıkı- yor Küçük bir adayı geçiyor evleri fırdönüyor (ve yeniden Avustralya’yı, Hindistan’ı, Afrika’yı, adaları, Kara- ibler’i, Girit yağlarını, favaları, dereotlarını düşünüyor ve bugüne geliyor) Allah İngiliz için çalışıyor! diyor. Uzanıyor. Düşüyor kolu rüzgârın44 Tanrı, ilk önce bir tanıdığına uğrar. “Ve manyetik iğneyi Araplardan alıp Avrupalılara veriyor / 1180’lere doğru / Ve Floransa’ya gözlük götürüyor /Ve bono kullanıyor / Londra Caddesi’ni aydınlatıyor 15. Yüzyılda” dizelerinde şair, Tanrı’nın o coğrafyaya götürdüğü imkânları sıralar. Ardından Tanrı tüm bu imkânları sağlarken Taymis’in de bu duruma tanıklık ettiğini görürüz. Berk, Tanrı’yı su kılığına büründürürken aynı zamanda bir nehir olan Taymis özelinde “insan- nehir” eşleştirmesiyle geniş bir anlam alanı açar. Su, insanlık tarihi boyunca tüm dünya adına yaşamın kendisini simgeler. Fakat bu yapı Berk’in “Taymis” şiirinde kullanım alanının dışına çıkar. Çünkü şaire göre, bir bardak su kılığına bürünen Tanrı, tüm insanlık adına değil İngiliz milleti için çalışır. Berk, bu noktada İngiliz milletinin diğer milletlerden daha avantajlı olduğunu söyleyerek suyun da bir coğrafyası olabileceğinin altını çizer. Londra’daki şiir festivaline katılan Berk, İngiltere’den döndükten sonra verdiği bir röportaj da şiirin İngiltere için bir lüks olduğunu söyler: “İngiltere sorunsuz bir ülke. Böyle diyorum, çünkü sorunlar karşılıklarını hemen hemen bulmuş, kapanmış. Siz hiç isyan etmez misiniz? Diyorsunuz. “Ettik, bitti! Diyorlar. Öyle de, fukaralık için etmişler, bitirmişler; serserilik için etmişler, bitirmişler; (büyük serserileri olmuş), aşk için etmişler, bitirmişler; işsizlik için etmişler, bitirmişler. Şiirse isyan demektir. Bunun için de lüks”.45 44 İlhan Berk, Aşk Tahtı 1976-1982 Toplu Şiirleri 2. (İstanbul: YKY, 2021) 44-46. 45 “İngilizler “Tanrı İngilizdir” Diyorlar”, Kanatlı At. haz. Yalçın Armağan, (İstanbul: YKY, 2022) 24. 19 Ayrıca belirtmek gerekir ki “Taymis” şiirinde Berk’in Tanrı’ya olan bakış açısının net bir görüntüsü karşımıza çıkar. Her ne kadar şair ilahi kitapları (Kur’an, İncil) şiirinde kaynak olarak kullanma çabasına girse de daha çok biçimsel bir yararlanma olduğunu söylemek mümkündür. Berk, ölüm gibi soyut kavramları kendine yakın hissetmez. Çünkü şair, dokunamadığı ve hissedemediği olguları şiirlerinde anlamlandırma çabasına girmez. Tanrı da tıpkı ölüm gibi ona uzaktır. Bu sebeple ilahi olanı da su kılığına büründürerek sokakta günlük işlerini yapan, tanıdığına uğrayan herhangi biri olarak gösterir. Berk şiirinde, Tanrı’nın aramızdan biri olarak birçok kılığa girdiği gözlemlenir. Fakat bu tez konumuzun dışında olmasıyla birlikte düşüncemizin daha iyi anlaşılması adına birkaç örneği vermeyi uygun gördük.46 Su “Taşbaskısı” şiirinde, bu sefer taşbaskısı üzerine çizilmiş bir tablonun içerisinde görünmesiyle karşımıza çıkar. Bu daha ince bir su olan “Tuna” dır. Bir dorukta bir taşbaskısında Budapeşte ve gotik ve daha ince Bir su Tuna İnce bir yol çıkıyor surun evlerin arasından surun evlerin ara- sına Kral Mathias zamanı mı kral Mathias zamanına iniyorum Bomboş sokaklar soğuk evlerin içi bir adam çıksa diyorum bir Şeyler sorsam diyorum Bir sokaktan çıkıyorum bir alana giriyorum itip bir suyu Birden aklımdan geçiyor Ortaçağ kentleri ve bir deniz Bir Budinliyle konuşuyorum Mohaç’ı daire içine alıyoruz ve İkimiz de birbirimizi seviyoruz [………………………………...]47 46 “Allah Baba’nın sıkıldığını, kimi evlere kimi sokaklara indiğini Yalnız ben mi biliyorum?” (Berk, Eşik: 227). “Pazar günü Allah’ın ne kadar sıkıldığını. Kra- vat taktığını.” (Berk, Aşk Tahtı: 38). “Allah sabah kılığında geldi Kaldı.” (Berk, Akşama Doğru: 29). 47 Berk, Aşk Tahtı: 78. 20 Berk, ilk dizeden itibaren okuyucuyu taşbaskısı üzerindeki tablonun içerisine alır. Tablonun içerisindeki su, zamansal bir harita çizerek Kral Mathias zamanına kadar iner. “Bir sokaktan çıkıyorum bir alan giriyorum iti bir suyu” dizesinde tablonun içerisinde dolaşan Berk, suyu itişiyle birlikte farklı bir zaman boyutuna geçer. Bu zamansal geçiş, onu Ortaçağ kentlerine kadar götürür. Suyu itişin; var olan su kaynağının bir başka alana yaşam kaynağı olarak götürülmesi olduğu düşünülebilir. Bir dönem Macaristan Krallığı’na başkentlik yapmış olan Budin, Mohaç Muharebesi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir devlet haline gelir. “Bir Budinliyle konuşuyorum Mohaç’ı daire içine alıyoruz ve / İkimiz de birbirimizi seviyoruz” dizeleri, bu durumun tarihsel boyutuna gönderme de bulunur. Dünyamızın en kıymetli kaynaklarından biri olan su, insanların, bitkilerin ve diğer canlıların yaşamını devam ettirebilmesi için elzemdir. Yaşamın sürdürebilirliği için dünya kendi döngülerini oluşturur. Su döngüsü de bunlardan bir tanesidir. Başlığını da sudan alan “Su” şiirinde, bu döngünün işleyişini açık bir şekilde görebilmekteyiz. Yaz dağda. Açmış kanatlarını gök Suyu denetliyor. Kımıltısız uzanmış Su. Göğü seyrediyor. Gerip derisini Yavaşça ve duruk. Yazarak yazısını Bir ayraç açıp, bir elma gibi örneğin. Uyur böcek, habersiz ondan. Bir başına. Yaz ölür. Geçmişle gelecek gibi. Uyur gök. Çünkü koşmuştur sabah nehirlerini Terli ve hırçın bir at gibi geliyordur. Durur onun için su. Anısız ve kocaman.48 Şiirin ilk dizelerinde su ve gök henüz durgundur, hayat döngüsü adına kendi devir daimlerini tamamlayacaklardır. Bu noktada suyun hayatın kendisi oluşuna doğrudan bir anlam yüklenir. “Yaz ölür”, “Gök uyur” ibareleri yaşamın sonlandığına yaşam ve ölüm dair bir gönderme yapıldığını da varsayabiliriz. 48 Berk, Aşk Tahtı: 92. 21 İlhan Berk de erotizm, şiirinin atardamarını oluşturur demek yanlış olmaz. Özellikle pornografik denebilecek anlatımlara kadar uzandığı görülür. Bazen doğrudan bazen de birtakım imgelerle gönderme yapılır. Berk, bu konuda kendini şöyle ifade eder: “Bütün sanatlar erotizmle daha bir kendine gelmiş daha bir kanlı canlı olmuşlardır. Benim tabiatım, yoğurt yiyişim gereği bu konuda açıklıktan yana olamıyorum”.49 “Su” şiirinde bu göndermeleri birtakım semboller aracılığı ile görmekteyiz. Ağzı ağzımın içindeydi. İçimin harını boşalttım. Sonra kovanın içindeki su çalkalandı ve döküldü.50 “Erotizm, cinsel aşk tutkusunu anlatan bir kavramdır. Salt bedensel bir tutkuyu değil, bunun aşkla, iki karşı cinsin bütünleşme isteğiyle bileşimini dile getirir. Bu anlamda insanların cinsel aşka yönelmiş duygusal-ruhsal tutum ve davranışlarının bütününü kapsar.”51 “Ağzı ağzımın içindeydi / İçimin harını boşalttım.” dizeleri, bizi suyun meni olduğu düşüncesine götürür. Cinsellik, tutku ve şehveti de beraberinde getirir. Bu noktada iç yangının ateşi, “har”ı zevk aracılığıyla cinsel birlikteliğin hazzını ortaya çıkarır. Şair suyu, yeni bir hayat kazandırmak adına meni üzerinden kurgular. Dünyaya ilk geliş; cinsellikle birleşerek, yaşam kaynağı olan suyun başlangıcına işaret eder. Son dizede ise cinsel birlikteliğin hırçınlığına dair gönderme içerdiğini de varsayabiliriz. İlhan Berk, suyu yaşam kaynağının kendisi olarak algıladığı gibi cinselliği de yaşamın kaynaklarından biri olarak algılar. O sebeptendir ki Berk, şiirlerinde su ile cinselliği birleştirir. Her iki kavramın da kesişim noktası “yaşam kaynağı” oluşlarıdır. “Ben Senin Krallığın Ülkene Yetiştim” şiirinde şair, su ve cinsel göndermeler üzerinden bu yapıyı ifade eder. […………………………………..] Her sabah büyüten denizimizi böyle Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim. 49“Yazmak Benim Cehennemim…”, Kanatlı At. haz. Yalçın Armağan, (İstanbul: YKY, 2022)123. 50 İlhan Berk, Akşama Doğru 1984-2005 Toplu Şiirleri 3. (İstanbul: YKY, 2021) 34. 51 Hulusi Geçgel, “Türk Edebiyatında Erotizm Teması Üzerine”, Hayal, S.19, Ekim-Kasım- Aralık 2006: 1-7. 22 Sen o çıktığım sularsın, zencim benim Denize bakan evler gibiyim seninle. Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim. Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara Güzelliğin balıkları gibi İstanbul’un. […………………………………….] 52 İlk dizede sevgilinin gülüşleri denizi büyütür. Sevgilinin sonsuz gülüşüyle, denizin enginliği eşitlenir. İkinci dörtlükte “Sen o çıktığım sularsın, zencim benim” ifadesinde sevgili, ulaşılmak istenilen haz dolu olan sudur. Ayrıca cinsel birlikteliğin verdiği hazzın doruk noktasına ulaşıldığının bir görüntüsü olarak düşünülebilir. “Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle / Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim” dizeleri, cinsel birlikteliğin insanı besleyen yanına işaret eder. Mehmet Kaplan, su unsurunun İlhan Berk’in kitaplarında mühim bir yer tuttuğunu açıkça belirtir: Galile Denizi’nin parçalarında da “su” unsuruna sık sık rastlıyoruz. Burada dikkati çeken nokta, pek çok şair de görüldüğü üzere, İlhan Berk’in şiirlerinde de “su” unsurunun ekseriya kadınla beraber kullanılması veya ilgili olmasıdır. Serbest çağrışıma dayanan “Galile Denizi’nde” “su” unsuruna çok defa kadının refakat etmesi psikolojik bakımdan dikkate şayandır. Ayrıca Galile Denizi’nde şairin çeşitli kadınlardan bahsetmesi ve oldukça açık cinsî telmihlerden hoşlanması, burjuva ahlâk kurallarını yıkan Marksizme temayülünü açıklayıcı bir mânâ taşır. 1960 yılında basılan Çivi Yazısı adlı şiir kitabında “su” unsuru çok defa kadınla beraberdir”.53 “Çocuk” şiirinde, erotizmin dozu şiir bütünü boyunca varlığını hissettirir. Suyun cinsel olgularla birleşerek hayat vermesi, yeni bir hayat kazandırma çabası hususunda yine “Su” şiirindekiyle benzer anlam alanını oluştur. (Kadınlar aşağıda çok aşağılarda kalırdı.) Bağlar bozulur. Bir oğlan uzun, Ayağını Ayağımıza kordu. (Ağaçlar, bir su, bir suyu geçer. Siyahi, aynayı, nakış sepe- tini getirir. Koyunların tüyleri kırkılır, taranır. Bir kadın bal- 52 Berk, Eşik: 249. 53 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2. (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017) 211-212. 23 konla şevişir. Kalyonlar girer.) Çin. O bir kitabı açıp okurdu. Bir pencere bir pencereden bakar. Bir zenci resimle geçer. Bir uyku balkona yaslanır. + Çocuk bir kanalı alırdı hep.54 Nitekim Berk şiirinin genel haritası çizildiğinde cinsel göndermelerin kaçınılmaz olduğunu söylemek mümkündür. Bu noktada şiirlerin büyük bir konusunu kaplayan cinsel unsurların, Berk dilinde ayırıcı bir nitelik kazandığını söylemek kaçınılmazdır. Öyle ki şair, 1972’de yayınladığı “Şenlikname” kitabının başına, “Sex contains all.” (Sex, her şeyi içerir / Sex, her şeydir.) ibaresini koyacaktır. Şair, erotizm konusuna şu şekilde açıklık getirir: “Doğrusu erotizm, benim büyük konularımdan biridir. Erotizm, benim kendi insan boyutum içinde, bana en yakın yermiş gibi geliyor. Çocukluğuma indiğim zaman büyük aşklar göremiyorum. Yani ben, aslında çocukluğumu yaşamadım. Bir kızın, bir kadının eline dokunmak: bir kızı, bir kadını sevme olayı, bende sanıyorum ki, çok geç yaşlarda başladı. Sanırım, erotik temalara iten de bu oldu. Şiirlerimde bu konuya yönelmem bu yüzden. Bu açıdan, bizim edebiyatımızda beni gerçekten ilgilendiren iki şair var: Biri Cemal Süreya… diğeri de Ece Ayhan… Bunların şiirlerinde erotizm gerçekten şah damar halinde… Benim bu iki şairi sevişim de, herhalde bu yönleriyle olacak…”55 İlhan Berk’in dünya görüşünü ne denli şiirlerine aktardığını görmek mümkündür. Onun için her şey yazılmak için varlığını sürdürmüştür. Berk’in, “Yazmak ben demektir, bir o demektir”56 sözünü yinelemek gerekir. Yaşamın tüm evreleri Berk sözlüğünde onun kazandırdığı anlamlarla vardır. Döl gerinirdi. Dünyaya yeni gelmiş gibi gerinirdi. Bir su Bırakırdı ilk. Gür. Kaygan. Öbür suya doğru kayardı. Sonra bir 54 Berk, Eşik: 321. 55“Erotizm Benim İçin Önemini Hiç Yitirmedi”, Kanatlı At. Haz. Yalçın Armağan, (İstanbul: YKY, 2022) 44. 56 İlhan Berk, “Yazmak ya da Ben Sorunu”, Şiirin Çizdiği. haz. Yalçın Armağan, (İstanbul: YKY, 2019) 263. 24 Denizanası gibi açılır, sarardı öbür suyu. Dalgalanırdı öbür su. Dalgalanırdı kalırdı. Neden sonra sabunla yıkanmış gibi dönerdi. Ölü, düşerdi sonra. Geçerdi kızlar. Adamlar bakmazdı. Geçerdi basıp. Sarı Kalırdı o tahtalara ve çıkmazdı. + Ben bir çocuğu alır giderim. 57 “Akıt” şiirinde, “döl” olarak tanımlanan varlığın insan olduğu düşünebilir. Bu döl dünyaya gözlerini yeni açmamıştır, dünyadaki varlığını henüz tamamlamamıştır. Şair henüz ilk dizede dünyaya gelişin ilk izlenimlerini aktarır. “Bir su bırakırdı ilk. Gür, kaygan.” ibaresi buradaki suyun bizi yine meni olduğu kanısına götürmektedir. Hatta “gür” ve “kaygan” sözcüklerin kullanılışı, bu düşüncemizi daha açık bir ifadeyle destekler. “Öbür suya doğru kayardı. Sonra bir denizanası gibi açılır, sarardı öbür suyu. Dalgalanırdı öbür su” ibareleriyle, cinsel birlikteliğin gerçekleştiğine dair bir anlam alanı açılır. Suyun insan hayatı içerisinde cinsel olgularla birlikte yeni bir yaşam kazandırması gerçekleşmiş olur. Zeus’un Serüvenleri “İo” şiirinde cinsel sahneler, şiirin bütünü boyunca varlığını hissettir. Gündüz şöyle diyordu geceye: “Çıplaktı. Pıtrak gibiydi çıp- laklığı. Açıktı ağzı. Ağzını gezdim. Bir bardak su uzakta duruyordu. -Seni soydum! diyordu adam. Sonra soyunukluğunu uza- tıyordu. Otların oraya getirip bırakıyordu. Büyüyordu görüyordum daha bir. Sonra bir denizi alıyordu. Alıp bıra- kıyordu. Böylece gün öldü.” Gece şöyle diyordu: “Gel! Diyordu. Nedense böyle diyordu. Orada mısın? Demeden. Artık soluk soluğa iniyordu ağzı- nı. İniyordu bir su. Bıraktım artık!” Böyle anlatıyorlardı bizi. Bir suyu. -Dörtyol ağzında bir çocuk sesini sata sata dolaşıyordu. 58 57 Berk, Eşik: 323. 58 Berk, Aşk Tahtı: 133. 25 İlk dizede ki “Çıplaktı / Pıtrak gibiydi çıplaklığı / Açıktı ağzı / Ağzını gezdim /Bir bardak su uzakta duruyordu” ibareleri, “Su” şiirinde ki “Ağzı ağzımın içindeydi / İçimin harını boşalttım / Sonra kovanın içindeki su çalkalandı ve döküldü” ifadeleriyle örtüşür. Bu noktada şairin, suyu erotik olarak algıladığı açıktır. Fakat “İo” şiirindeki ilk dizede bahsi geçen cinsel sahnede henüz cinsel birlikteliğin haz noktasına ulaşılmamıştır. Devam eden dizeler boyunca pornografik sahneler şiddetlenir. “Sonra soyunukluğunu uzatıyordu / Otların oraya getirip bırakıyordu / Büyüyordu görüyordum daha bir / Sonra bir denizi alıyordu “, ifadeleri yine çıplaklığın ve cinsel birlikteliğin besleyen ve büyüten yanını vurgular. Şaire göre cinsellik, insanı besleyen yanıyla beraber aynı zamanda büyüten, hayat veren bir kaynaktır. Cinsel sahnenin içinde deniz, cinsel birlikteliğin tutku dolu sonsuz hazzını sembolize eder. Son dizede birlikteliğin doruk noktasına ulaşılır. “İniyordu bir su. / Bıraktım artık!” ifadeleriyle buradaki suyun yine “İçimin harını boşaltım” ifadesindeki su ile şairin aynı anlam alanı içerisinde kullandığını düşünmekteyiz. Zeus’un Serüvenleri “Europa” şiirinde su, “İo” şiiriyle benzer yapı içerisinde kurgulanır. İncecikti otlar. Sessizce geçtim suyu. Seni gördüm. Temmuz daha dişlerini göstermemişti. Maviydi gök. Bir firavunin- ciri önümüzü kapatıyordu. Firavunincirinin dalını kaldı- rıp yanına geldim. denize gerimizdeydi. Ayaklarının yanına uzandım. Yavaşça yırttım giysini. Sağrıma aldım. Artık yurtluğuma çekiyordum seni. Boğa kılığında. -Gece! diye bağırıyorlardı kır bekçileri arkamızdan, geceyi gösterip.59 İlhan Berk, cinsel birlikteliğin gizliliğini, su kavramı üzerinden kurgular: “Sessizce geçtim suyu”. Saklı olarak yaşanılan cinsel birliktelikte su, fark edilmeden geçilmesi gereken bir varlıktır. Su ve deniz cinselliği büyütürken aynı zamanda kaçınılması gereken unsurlar olarak karşımıza çıkar. Şair, cinsel göndermelerle birlikte suyu, yaşam kaynağı olarak kavramsallaştırırken; aynı zamanda bu yapının içerisindeki suyu da, sevgili ile yaşanan birliktelik esnasında yaşamı soyutladığına dair 59 Berk, Aşk Tahtı: 134. 26 bir anlam alanı açar. “Deniz gerimizdeydi” ifadelerinde, var olan yaşamın arkada bırakılması da bu noktada örtüşen bir yapıdır. 3.2. Su Yaşam Alanı Yaratır İlhan Berk şiirinde özellikle 1958 yılında yayınlanan “Galile Denizi” ile birlikte sonraki kitaplarına kadar uzanan süreçte su, farklı anlam boyutları kazanarak var olduğumuz dünyadan başka yaşamların da olabileceğinin bir tasavvuru haline gelir. Şair için “su”, yaşam alanı, aynı zamanda yeni bir dünya demektir. Evrende bir cumartesi, İda’nın görmediğim yerlerine benziyor Daha bir çocuktu İda ağzıyla bir havrada sabahladık. He şeyimiz alınmış bir dünyadaydık Umutsuzduk, yitiktik. İsa’nın o on iki balıkçısı bir daha denize dönmeyeceklerdi yazık Bir daha dünyadan haber almayacaktık. Baksak nereden Ufuk yıkık, ütüktü. Birden İvi Stangali’nin resimleri çıktı geldi Yalnız değildik artık. Gittik ağaçlarla sularla namuslu bir yerde durduk İlk kez mutlu. Bir hovarda çağda Paris’te aya yaklaşıyoruz.60 Mitolojik göndermelerin varlığından söz edebileceğimiz “İvi Stangali” şiirinde, Tanrıların kutsal mekânı olarak bilinen İda dağı, isminin Giritli denizcilerle Girit’teki Zeus’un doğduğu İda dağı’na atıfta bulunarak konulduğu öne sürülür.61 Aynı zamanda İda, Girit kralı Melisseus’un kızı. Rheia yeni doğurduğu Zeus’u Kronos’tan kaçırıp kundakta bebek olarak Girit’e götürünce, İda kendi adını taşıyan dağda onu kız kardeşi Adrasteia ile birlikte büyütür, besler.62 İda Dağı, Hıristiyanlık tarihinde de bahsi geçer. 60 Berk, Eşik: 211. 61 Zeliha Kapukaya, “İlyada Destanı’nda İda (Kazdağı)”, Sosyal ve Beşeri Birimler Araştırma Dergisi, C.19, S.41, 2018: 106. 62 Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü. (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1996) 151. 27 Havari Saint Poulos iki kez Kaz Dağı eteklerinde vaaz vermiş, Asos’ta bulunmuş, Hıristiyanlığı tebliğ ederek oradan da Atina’ya ve daha sonra da Roma’ya gitmiştir.63 İlhan Berk, ilk iki dizede İda’nın hem kutsal bir dağ hem de Zeus’u yaşama döndüren bir mekân olması sebebiyle göndermede bulunur. Fakat şaire göre İda’nın hayat vericiliği yeterli gelmez olacak ki dünyada hâlâ umutsuz ve yitiktir. İsa’nın havarilerine de İda aracılığıyla bu noktada adı geçer. Berk, farklı zaman dilimleri içerisinde bir harita çizerek şiiri mitolojik boyutundan çıkarır. İvi Stangili’nin resimlerine kadar gelen dizelerden itibaren “su” yeni oluşan dünyaya eşlik eder. Şair bu namuslu yeni yaşama alanına suyla beraber gidilebileceğini aktarır. Berk’e göre dünya, içerisinde bütün kötülükleri barından bir yerdir. Ancak su olduğu müddetçe yeni bir yaşam alanı yaratılması mümkündür. İlhan Berk, “İvi Stangali” şiirinde takındığı tavrını “Az” şiirinde de devam eder. Önceki şiirde tüm kötülüklerden uzak, namuslu bir yaşam alanı yaratılırken; su, bu yeni yaşam alanına eşlik eder. Fakat bu kez su, Bizans’ta Konstantin 6. tarafından bir kişiye verilmesi mümkün olan bir kaynaktır. Yaşam düzeninin bozulmasıyla birlikte birtakım değişimlerin de gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bir sabah uyandık tüm kapıları kapalı bulduk tüm sokakları Tutulmuş Kolay kolay kendime gelemem Sanırım bir daha o sokaklar böyle bir yere gidip durmazlar Artık sensiz Sensiz bir pencere açılmaz bir deniz kolay kolay durayım Demez evinizin önünde Durup dururken aklına gelmez yağmak yağmurun Gitsen nereye gidebilirsin hâlâ bilmem Bizans’ta olmak belki iyi belki fena belki bunu da diyemem Ben küçük dükkanlarsız, kahvelersiz sokakları sevmem, odaları Duvarları sevmem Hiç sevmem kralları Tut ki dediğin oldu tut ki çıktın sokaklarımızdan ilk Ne mangal, ne balık kızartıyorlar Bir sokaktasın Yeşil marullar ayvalar o fukara sıcaklığı yok, yok dediğim şeyler Bir yığın şey gitmeyen insana gitmeyecek bir günde Böyle bir yerdesin hadi Bütün suları sana vermiş Konstantin 6. Değiştirmek değil bu evreni 63 Kapukaya, 107. 28 Bu o değil.64 Şiirin henüz ilk dizesi “Bir sabah uyandık tüm kapıları kapalı bulduk tüm sokakları / Tutulmuş”, şiirin gidişatı adına belirleyici bir nitelik taşır. Çünkü şair henüz ilk dizede, hayat akışının duraksadığına dair bir tablo çizer. Şehrin can sıkıcılığı ve korkunç manzarası, şairin kendi yarattığı duygularla anlatılır. Berk’in denize açılan pencereleri, sokakları ve hatta sokakta yürürken rastlanan dükkanları, kahvehaneleri, meyhaneleri, şiir mekânlarından sadece birkaç örnekten bazıları olduğu bilinir. “Sensiz bir pencere açılmaz bir deniz kolay kolay durayım / Demez evinizin önünde / Durup dururken aklına gelmez yağmak yağmurun” dizeleri, suyun kavram alanı içerisinde yer alan deniz ve yağmurun beraber anılıyor olmasıyla şair geniş bir harita çizer. Şair, suyun o coğrafyada olmayışıyla hayatın aksattıklarına dair bir alan yaratırken; denizin ve yağmurunda bu aksaklık içerisinde sebepsiz yere işlevlerini sürdüremeyeceğini ifade eder. Hayatın sıfır noktasına ulaşıldığı vakit, “Bir sokaktasın / Yeşil marullar ayvalar o fukara sıcaklığı yok, yok dediğim şeyler / Bir yığın şey gitmeyen insana gitmeyecek bir günde / Böyle bir yerdesin hadi” dizeleri, şairin zihninde oluşturduğu yaşam olgusunun zıt ifadelerini oluşturur. “5.Balad” şiirinde Berk, Mısır ve Karnak Yazıtlarını yeni dünya oluşumuna bir kaynak olarak görür. Şair, suyu da bu yaratım sürecinin içine alarak; şiir bütünü boyunca kurguladığını görürüz. Ve biz kepenklerimizi, Çin harmaniyelerimizi sürüyorduk… İlçeler duruktu / Boru çaldılar. -Ey sen, denizden gelen, artık haritaları aç, işte suların kayna- Ğına çıktık! Bir yabanıl adadaydım, senin duvarlı ovama geldiğini söy- Lediler, arabamı koştular. Artık hiçbir barbar başkaldıramaz, gülleri kulağıma taktım, Ağırdım artık. Taşı göğü dediğin yere koyduk, bir Karnak yazıtına göre denizi İyice solumuza çektik. Beyazdım artık bir İ gibi deniz kenarında / Beyazdı görseniz Nasıl bütün lotüsler. O zaman bir katı yasa yaptım: kalemi kağıdı aynı yere koy- Dum, ilk kez dünyada yalnız değildik. [……………………………………]65 64 Berk, Eşik: 214. 65 Berk, Eşik: 280-282. 29 Mısır halkı, tapınakları tanrıların dünyadaki evi olarak nitelendirir. Tapınakların inşası, tanrıların da varlığı göz önünde bulundurularak tasarlanır. Karnak Tapınağı da bu düşünce sistemi içerisinde, evrenin yaratılışına dair simgesi olarak değerlendirilir. Sütunların tasarım biçimleri, farklı boyutlandırılarak, çizimlerle eşleştirilir; yeni bir dünyaya adım atmak hissi oluşturmak üzere tasarlanır.66 Bu bağlamda şairin, “-Ey sen, denizden gelen, artık haritaları aç, işte suların kayna- / Ğına çıktık!” ifadelerinde, evrenin yaratılışındaki su kaynağından bahsediyor olmalıdır. Aynı zamanda şairin, “Taşı göğü dediğin yere koyduk, bir Karnak yazıtına göre denizi / İyice solumuza çektik. / Beyazdım artık bir İ gibi deniz kenarında / Beyazdı görseniz / Nasıl bütün lotüsler.”, Karnak Yazıtındaki dünya oluşumuna göre denizi tekrardan yaşam sahnesine koyduğunun ifadeleridir. Berk’in “İvi Stangili” şiirinde, “Gittik ağaçlarla sularla namuslu bir yerde durduk /İlk kez mutlu.” ifadelerindeki yapı ile “5. Balad” şiirinin son dizesindeki yapı aynı anlam alanı içerisinde kurgulanır. Şair, suyun yeni dünyalar yarattığının kurgusunu oluştururken; var olan dünya yaşamından soyutlanıp, “ilk kez mutlu”, “ilk defa dünyada yalnız değildik” ifadelerini kullanır. Bu yapı, şiirlerin takibi esnasında bize fayda sağlarken; Berk’in “Su Yaşam Alanı Yaratır” kavramsallaştırılmasını da görünür kılar. -Nerde kaldın? Diyordu, su, bir ahtapota, isyanla. Suyun tenha bir yerinde. Kımıltısız/ çırılçıplak. Bir orgazm için. Çiftleşip bir kanla. Uzakta öldü gece.67 “Su” şiirinde suyun, isyankâr konuşmasıyla başlayan dizelerde ahtapotun seçilmesi dikkate değerdir. Bütün canlılar gibi yaşamsal döngünün devam etmesi için üremenin gerçekleşmesi gerekir. Fakat ahtapotlar bu üreme sürecini tamamladıktan bir süre sonra dişi olanı ölür. Bu davranış biçimi canlılar da tamamen içgüdüsel dürtülerle gerçekleşir. Şair, “Bir orgazm için / Çiftleşip bir kanla”, ifadesiyle bu noktaya gönderme yapar. Su, canlılar adına bir habitattır. Şair, yaşam ve ölüm döngüsünün arasındaki sıkışmışlığı cinsel göndermelerle aktarır. 66 https://misirmimarliktarihi.wordpress.com/2021/01/03/karnak-tapinagi/ (erişim: 4 Haziran 02.00) 67 Berk, Aşk Tahtı: 99. https://misirmimarliktarihi.wordpress.com/2021/01/03/karnak-tapinagi/ 30 “Octavio Paz, “Erotizm, üremeden ayrı tutulduğunda, ikili doğası olan tanırının (Thanatos ve Eros’un) yönettiği ayrı bir dünya yaratır: Hazzın ölüm olduğu bir dünya.” der. Güzel Irmak’ta, tam da Paz’ın vurguladığı gibi, üremeden ayrı tutulan erotizm, hazzı ölüme bitiştirir. Sevişme sırasında hazzı arttıran ve özneleri zamandan çekip alarak sonsuzluk duygusuyla yükselten veya zamanı silen bütün aşk oyunları, hazzın doruğunda sona erer; zamanda açılan kara delik kapanır ve özneler gerçeğin içine düşer. Ölüm budur; Bataille da, “Popüler olarak orgazma “küçük ölüm” adı verilmiştir.”68 Erotizm, Berk şiirinin ana damarını oluştururken şair, gövde ve bedeni herhangi bir nesne olarak algılar. Onun için gövde, dokundukça anlaşılan, duyulan ve öğrenilen kavrama biçimidir. Sarıkaya, Berk şiirinde “gövde” konusuna şu şekilde dikkat çeker: “Berk için temel “varlık”, kendi “ben”i, gövdesidir. Berk’te metafizik bir “ben” algısı yoktur, Cansever’de olduğu gibi hatta ondan da öte maddeye indirgenmiş bir varlık telakkisinin tezahürleri vardır”.69 Berk’in, “Aşklar, 2 Seni İlk Görüyordum” şiirinde sevgilinin gövdesi okuyarak öğrenilecek bir ders niteliğini taşır. Seni ilk görüyordum. Deli otlar gibiydin. Gövdeni daha tanımı- yordum. Öğrenilecek bir ders gibi olan gövdeni. Dünyamıza düşmüştün. Bir suyu çevirmiş, bir yarı düzeltmiş gelmiştin. İtmiştin bunluğu, ezinci. Kulluğu sürmüştün. Yalın, yabanıl bir aşk koymuştun. Kalmıştın. Bir taşlıktın yürünen, keçiyol- larıydın bizim bu ıssız bizim bu yalnız dünyamızda. Daha duvarlarını çıkmamıştın. Koymamıştın sınırlarını. Göğünü buruşturmamıştın. Buraların taşlı, kusursuz Girit evleri gibi beyazdın. Sendin. Seni ilk görüyordum. Pruvamıza vuru- yordu deniz. Yüzün düşmüştü. Geçmişti çaylaklar. Yunus- lar köpürtmüştü suları. Bir yalazdı gövden. En eski cum- huriyetlerdi. Açık kapıları. Böyle sürdü durdu beyazlığın gecemde. Çıktı isli sokaklara. Kapalı evleri açtı. Karıştı dün- yanın kalabalığına. Tanyerinin tuttu elinden. Yeni bir aşk adınaydı gövden.70 68 M. Can Doğan, “İlhan Berk’in Cehenneti”, Bir Yalnız 100. Doğum Yılında İlhan Berk. haz. Bahanur Garan Gökşen, Murat Yalçın, (İstanbul: YKY, 2020) 36. 69 Orhan Sarıkaya, İkinci Yeni’nin Boy Aynası. (Ankara: Hece Yayınları, 2014) 79. 70 Berk, Aşk Tahtı: 128. 31 Dünyaya yeni gelen sevgili, henüz dünyadan habersiz saf ve temizliği simgeler. “Dünyamıza düşmüştün/ Bir suyu çevirmiş, bir yarı düzeltmiş gelmiştin / İtmiştin bunluğu, ezinci / Kulluğu sürmüştün / Yalın, yabanıl bir aşk koymuştun” dizeleri, sevgilinin suyu çevirip tekrardan düzeltmesi; yeni bir hayat formunun yaratıldığına işaret eder. Ardından sevgili dünyadaki sıkıntıyı bir kenara koyarak yaratılan yaşama yalın, yabanıl bir aşk koyar. “Pruvamıza vuruyordu deniz / Yüzün düşmüştü / Geçmişti çaylaklar / Yunuslar köpürtmüştü suları.” dizeleri ise denizin haraketli oluşuyla beraber iki sevgili arasında yaşanan cinsel göndermelere işaret eder. Ayrıca sevgilinin dünyaya henüz ilk gelişi ve şairin dünyadan uzaklaşma isteği; son dizelerde sevgilinin dünya kalabalığına karışmasıyla son bulur. Su, bu yeni yaşam alanına eşlik etse de nihayete ermez. Çünkü dönüp dolaşılan yer yine var olan yaşam, karadır. İlhan Berk’in yaşam alanın adını koyduğu şiirleri de vardır. Bu durumun ifadelerini “Üçkuyular Sokağı”, “İstanbul, 2, Boğaziçi” ve “Ankara” şiirlerinde görürüz. Bir uzun gün denizi seyrettim. Büyük denizi. Düşmüştü fırtınalar. Oturup bir tirandil Oydum. Bir yol denizi yalayarak gidiyordu Düşüyordu sonra Pazardağı’nın orda. İncecik. Suda demirlemiş duruyordu bir Yunan gemisi Aganta! dedim durup dururken. Deniz çınladı. Suydu kent. su! Bütün su! Su, su,su. Bir yellos balığını fırlattım. Tirandili eğdi. -Günler kısaldı, hava kağıt gibi! dedim Kalktım sonra Üçkuyular Sokağı’na vurdum.71 “Suydu kent. su! Bütün su! Su, su, su.” dizesinde suyun bir kent olduğunu söyler. Şair, su unsurunu altı kere tekrar ederek kara yaşamı karşısında suyun da bir yerleşim alanı yaratabileceğinden söz eder. “İstanbul,2, Boğaziçi” şiirinde su, artık kent hayatının kendisini oluşturur. [……] Ve su. 71 Berk, Aşk Tahtı: 151. 32 Su! Su! Sabahta göçüp giden bilir bunu İnceleyen tepeden tırnağa suyu! Gerinip duruyor gök. Ve düşüyor İstiklal Caddesi’ne. Senin Şimdi yavaş yavaş çıktığın. Ve durduğun. Geçiyor su. Geçiyor eli yüzü kentin. Evler, arabalar. Ve ayaklanmış sabah. Ve karıncalar: bir ele çıkan ve dönüşen.72 İlhan Berk, “İstanbul,2, Boğaziçi” şiirinde takındığı tavrı “Ankara”, şiirinde de devam ettirir. Fakat bu defa şair suyu, bir işçi tarafından getirilmesi üzerinden kurgular. [……..] Ey kent! Böyle diyorum, böyle bir işçi bir suyu çekip getiriyor. Büyüyor su. Sonra yavaş yavaş çekiliyor kınına. Suyun oraya iniyor kuşlar ve bir yarın Sağrısına gelip duruyorlar. Bir ateşi yeniliyorlar. Ve savuruyorlar külünü Bir külün Yanına.73 Kentlerin düzensizliği, bunaltıcılığı ve hatta bütün kötü olan şeyleri içinde barındırması şairi, suyla beraber farklı bir dünya kurma çabasına iter. Şiirlerinde kullandığı “gemi”, “gemiciler”, “liman”, “balıkçılar” gibi unsurlar bir nebze de olsa karadan uzaklaşma arzusundan kaynaklanan kaçışın yansımalarıdır. Fakat belirtmek gerekir ki suyla beraber kara yaşamından uzaklaşılmak istenilse de uzaklardan kara, her daim görünen ya da dönülen yerdir. 72 Berk, Aşk Tahtı: 30. 73 Berk, Aşk Tahtı: 55. 33 Bu tavrı Berk’in “Aşklar, 2 Seni İlk Görüyordum” şiirinde gördüğümüz gibi “Yaralı Toprak” şiirinde de görmek mümkündür. “Yel Arşınlar ölü denizi Bulur Kykladlarda kendini. Köpüklü Kykladlarla, Bakar kalırız biz.” Bir köpekbalığı omuzladı denizi, döndü yarımadayı Ve indirdi yavaşça sonra omuzunu. Kokladım Havayı. Daha kokuları yazmadım dedim Demek daha ölüm üstüne çalışmadım. Anlamış gibi devirdi gözlerini kara Açtı üstünü ölülerinin. Yırttı gömleklerini. -Halikarnassos zeytinyağları Atina’da biliniyordu Diyordu dün akşam tanıdığımız adam. Bu sabah Uzun uzun yüzünü yıkadı attı sonra ağını Tabak gibi denize. El salladı sonra elli yaşına. Belki de bize. Bizim Aylak yaşlarımıza ve çok ünlü denize. “Sonunda geçtik kayaları. Kurtulduk Skylla’dan da, sirenlerden de Hala duyarım ama seslerini.” Eğildik sonra yerdeki bir yazıya Anadolulu çok eski bir elin yazdığı Ve hiç görmediğimiz el yazısına benzettiğimiz Homeros’un. Ve yaralandık yeniden yaralı toprakla Tunçla ve. Su aldık sonra ağlarımızı topladık Gittik geldik bir yıkıntıda. Kapandık sonunda yavaş yavaş içimize, içimizdeki evlere Ve uğultusuna suyun.74 Son üç dizede şair, yarattığı su yaşamından çıkarak tekrardan kara yaşamına döner. Bu ifadeleri, “Ve yaralandık yeniden yaralı toprakla /Tunçla”, dizesinde görmek mümkündür. Bu defa şair, dönülen yerin içsel yaşantı olduğunu söyler. Şairin, “Babil” 74 Berk, Aşk Tahtı: 171. 34 şiirindeki, “O gecelerde biz hep böyleydik ama sen hiç gelmezdin ki /Dindirelim uğultumuzu” ifadelerinde, denizden gelen sevgilinin gelmeyişiyle, suyun uğultusunun dinmemesinden bahseder. Şairin tıpkı burada son dizede ifade ettiği gibi. Bu noktada suyun uğultusuna kapanmak; su yaşamının içsel benlikte her daim var olduğuna işaret eder. İlhan Berk, “Yaralı Toprak” şiirinde takındığı tavrı “Gökova” şiirinde de devam ettirir. Şair, bu defa suyu bir coğrafya olarak eşitler. İşte böyle diyerek Gökova’yı yazmaya başladım. Bir göğü, bir suyu uzun. Gök çoğu sarhoş epey asık suratlıydı. Böyleydi gök için düştüğüm ilk köğük demirler alınırken. Karanlıktı su. Bir ölümle çevrilmiş gibi büzülüyordu. O zaman ansıdım işte suyu. Coğrafyayı. Yatak Safalarının ozanı Homeros’u! Ve tuzu. Kımıltısızdı kent. sessiz harflerle yazılmış gibiydi yüzü Ve gözleri. “-Beni kendi ağzının öpüşleriyle öp!” diye bağırıyordu bir kadın Bir kadına Kışın koparılmış güller gibiydi Ve düşüyordu yüzü yüzüne. Bir mağrip Güvercini hızıyla. Görüyordum bir yılan gömleğini değiştiriyordu bir dorukta. Bir kertenkele güneşliyordu evinde gibi ve tifüs geçirmiş gibi dalıyordu. Görüyordum güneş on beş yaşında gibiydi. Bir hanibalığı geçi- yordu üzgün. Kuşanıyordu temmuz temmuzluğunu. Bir kaya Kayalığını. Karaada daha bir kıvrılıyordu daha bir uzatıyordu ayaklarını Ve boynunu. Böyle bıraktım kenti, kıyıya vurmuş bir orfozu Ve galsamasını. Ve ölüm ilanlarına çalan kağıtları Pulları, damgaları, liman çavuşlarını, urbalarını Defterlerini, kitaplarını, boyun silgisini bir çocuğun Kapıları, Girit mavilerini, şövalye armalarını sonra Dört kitap sahibi Havariyunu, durmuş bir saati Ve bir Karya yazısını ölümün ağır ağır yazdığı Ve şah bir beyit attığı. Biliyordum denizdi artık deniz ve bir teknenin yavaş yavaş 35 Soluyuşu Ve düşüşü (yaşlı, iyi yüzlü bir teknenin – ki hiç buruşturmamıştır yüzünü). Ve güneş. Güneşti gidip gelen pusulamızda, rüzgar cetvelimizde Haşarı, hırçın. Tek çocuğu gibi bir evin Ve bir körfezin göğüslerini tutarak soluyuşu Uzun. Tuzlu. Ve çok yaşlı (çok yaşlı bir suyla düşüp kalktığından). Ama denizdi uzayıp giden denizdi görüyordum.75 Şair, şiirin ilk dizesinde, “İşte böyle diyerek Gökova’yı yazmaya başladım. Bir göğü, bir / suyu uzun.” ifadesi kara, gök ve su üçlüsünü şiir boyunca hissettireceğine dair kapı aralar. Kara yaşamının kötü atmosferine bu defa gök unsurunu da ekleyerek suyu bu alandan ayrı tutar. Fakat şair, suyu karanlık, ölümle çevrilmiş gibi büzülen bir nesne olarak görür. Bu suyun kent ve gökyüzü karşısındaki görüntüsüdür. Şairin gökyüzü kavramını çoğu zaman sarhoş ve asık suratlı olarak eşleştirmesi dikkate değerdir. Çünkü onun şiirlerinde çoğu kez “gökyüzü” sonsuzluğun verdiği rahatlama unsuru olarak karşımıza çıkmıştır.76 Kent ve gökyüzü unsurları bir arada kullandığı vakit kentin var olan durumu gökyüzünü de yansır. Şair, kara yaşamına ait olan birtakım olguları bir kenara bırakarak denizi görünür kılar. “Biliyordum denizdi artık deniz ve bir teknenin yavaş yavaş / Soluyuşu” ifadeleri, kara yaşamından sıyrılışın göstergesidir. Şair, “Gökova” şiirinde, suyu coğrafya olarak eşitlediği tavrına, “Yavaş Yavaş Geçtim Kalabalıkların Arasından” şiirinde de devam eder. Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından Bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen Geçtiği yeri Yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum Yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire Yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık Kokular 75 Berk, Aşk Tahtı: 175-176. 76 “Sen şu mavi gökyüzü gibisindir Baktıkça ferahlık verirsin insana” (Berk, Eşik: 88) “Mutlaka büyük bir rahatlık olan denizi ve gökyüzünü görmeye Çıkmışlardır” (Berk, Eşik:25) “Ne tuhaf şey şu gökyüzü Bir mendil gibi Cebe sığacağını bilmezdik.” (Berk, Eşik: 205) 36 Coğrafya. [……….] 77 “Düşünmek İstemiyorum” şiirinde, tüm hayatı hafızasında barındıran, dünya yaşamı içerisinde gelişen olaylara şahitlik eden, insanlara, hayvanlara ve diğer canlılara yaşam alanı sağlayan su, Berk için artık belleksizdir. Bu dünya kadar eski bir şey yok. Gök sayrılı. Güneş sıra- dan. Ağaçlar acemi. Her sabah devesiyle işe gidiyor bir Bedevi. Her akşam kuşunu dolaştırıyor iki Çinli. Bir yinelemedir dünya. Bin yıl sonrayı görüyor bir ağaç. Bin yıl sonrayı bir dinozor. Gazali, kendini 7’ye benzetirdi. Homeros her sabah yürürdü. Göz için yeni bir şey yok. Korkunçluk bunda. Zaman benim tarlamdır mı diyordu Goethe? Bilmek iste- miyorum. Oturduğu yerden Montevideo’yu görüyor bir ev. San- dalye kentsoylu. Pencere feodal. Su, belleksiz çıktı. Tin yalnız. Ben çocukken ırmak olmak istedim. Irmaklar hep çağırdı beni. Düşünmek istemiyorum. Dünya benim yerime düşünüyor. Söz öldü. Tunç: Monarşik. Demir: Demokratik. Bir akşam durup dururken dünyanın yaşlandığını gördüm. Görmek yordu beni.78 Bundan önceki şiirlerinde suyun dünyanın hafızası olarak görürken bu defa suyun geçmişi yansıtmadığını ifade eder. Akıp giden zaman içerisinde her şey yerli yerindedir. Dünya için yeni bir müdahaleye gerek yoktur. 77 Berk, Aşk Tahtı: 193. 78 Berk, Akşama Doğru: 198-200. 37 3.3. Su Sığınılan Bir Yerdir İnsan, yaşamın getirdiği ağır yüklerin karşısında her daim sığınacak bir mekân, bir kişi veya herhangi bir gereç bulma eğilimindedir. Metropol yaşamının yoğun temposu, karmaşıklığı, ekmek derdi gibi insanın sırtına âdeta yüklenen bu ağır yükler, insan davranışlarını olumsuz etkilemiştir. “Kent, insanlık tarihinin önemli bir kavşağı ve dönüm noktasıdır. Keskin bir yönelim, başka bir hayat inşa etme, yeni argümanlarla düşünme pratiğidir. Etkili, yankılı, sarsıcı, çoğul bir süreçtir. Ardından nice yıkım, yokluk, sefalet bırakan ama hep bir anıt, ihtişam, gurur, kibir zenginlik abidesi olarak yükselen alan.”79 “Kent atlası İstanbul’dan Ankara’ya, Paris’ten, Londra’ya kadar uzanan Berk’in yaşanan zamanın ve tarihin içinden baktığı kentler sorunlarla doludur.”80 Berk, kara yaşamının getirdiği sorunları bir kenara bırakıp suyla birlikte yeni bir dünya kurma düşüncesine sahiptir. Bu düşünce doğrultusunda şairin kent yaşamından uzaklaşıp sığınmak istediği alan yine su olacaktır. Şairin, “İstanbul Önünde İki Balık” şiirinde bu durumun ifadelerini görmekteyiz. [………………………………………………..] Ben Pasifik kıyılarından mı geldim diyordun sen Dünyada en rahat sular burada mı Niye öyle susup duruyorsun Dünyada işler iyi gitmiyor mu diyorsun Gel şöyle çıkalım biraz seninle Ne iyi yürekler tanıyacaksın, açılırsın Neden bu huzursuzluk dünyada biliyor musun Tutup biraz olsun tanımamışız birbirimizi Daha bin yıl yaşasın şu Üsküdar önü Önümden geçen kızın neydi o saçları Bıraksa yeminle sarhoş ederdi havayı Ömrüm oldukça ben bu kıyıdan ayrılmam Durup dururken bu ne karanlık denizin üstünde Ya bu telaş ne pisibalıklarındaki Çıkıp gitmeliyim daha kuytu bir yere Anlaşıldı dünyada yağmur yağıyor Ben bir balığım, insan kardeşlerim, Boğaz’da, 79 Köksal Alver, Kent Sosyolojsi. (Ankara: Hece Yayınları, 2012) 9-10. 80 Tarık Özcan, Aykırı ve Şair İlhan Berk. (İstanbul: Kesit Yayınları, 2017) 88. 38 Karış karış dolaşıyorum dünyayı Şimdi Ümitburnu’ndayım, şimdi Büyük Okyanus’ta, şimdi Dünyayı sevdirmek ödevim81 Şiirin ilk dörtlüğünde şairin kara-su arasındaki farklı yaşam formlarını gördüğünü anlıyoruz. Şair karayı, sorunları da beraberinde getirdiği bir alan olmasıyla; suyu ise dünya sorunlarından arındırılmış bir yer olmasıyla eşitler. Üçüncü dörtlükte “Ömrüm oldukça ben bu kıyıdan ayrılmam” ifadelerinde Üsküdar kıyılarından bahseden şair, sevgilinin kokusuyla sarhoş olur ve deniz kıyısından ayrılmak istemez. Ancak yağmurun devreye girmesiyle oluşan atmosfer bozulur. Suyun kavram alanı içerisinde olan “yağmur” da kaçınılan ve düzen bozan bir durum olarak karşımıza çıkar. Şiirin son dörtlüğünde “Ben bir balığım, insan kardeşlerim, Boğaz’da” diyen Berk, dünyada olmak istediği yeri açıkça belirtir. Şairin bir balık olarak suya kaçışı ve orada yaşamını sürdürüp dünyayı sevdirmek istemesi, kara yaşamından uzaklaşmanın ifadeleridir. Berk şiirinde, “gemi”, “liman”, “balıkçılar”, “tekne” gibi unsurların kullanımı, kara yaşamından kaçısın ifadeleri olduğunu belirttik. Gemi ve tekne, deniz ile kara arasında bir köprü niteliği taşır. Gemi hem suyun sonrasızlığına hem de dünya sorunlarına, karaya doğru yolculuk eder. Bu sebepten gemi veyahut tekne, denize doğru yolculuk ederken iyi; fakat aynı gemi karaya yolculuk ederken olumsuzu temsil eder. Başlığını da edebiyatımızın hatırı sayılır yazarından alan “Sait Faik” şiiri, düşüncelerimizin kanıtına iyi bir örnektir. Binlerce top kumaşa yazdım sıkıntımı Şimdi bir dünyada giden gemide ellerim Pis bir denizde Bir demiryolu bir çayır bir gökyüzü hava almaya çıkmış Görüyorum Ben geçerken bir evin penceresinde bir dal çiçekleniyor Bir kadın soyunuyor göğsünü tüylerini en olmadık yerlerini Görüyorum 81 Berk, Eşik: 106-107. 39 Görüyorum bir çocuğun gözlerinin içinde denizler inip Kalkıyor İşte yeniden dünyadayız, dünyada bayağılıklarla pisliklerle Yan yana dünyadayız Bir sudaki balıklara bakıyor balıklara gözlerimizi çıkarıp Veriyoruz Bizim verilmeyecek hiçbir şeyimiz yok Aynı yerden bir kadını öpüyor aynı yerden bir denizi Seyrediyoruz Bir daha seninleyim seninle yaşanmayacak sıkıntılar sevgiler Cezayir mahalleleri Sicilyalı gökyüzleri yok anlıyorum Gemiler geçiyor uzaklardan kimse inip bineyim demiyor, Kimse görünmüyor, kimse görmüyorum Yitik bir ufukta Bağırıyorum bağırıyorum.82 Şiirin henüz başlangıç dizeleri “Binlerce top kumaşa yazdım sıkıntımı / Şimdi bir dünyada giden gemide ellerim / Pis bir denizde”, gemi, dünya sıkıntılarına giden araç olmasının yanında artık denizin de kirlendiğini görürüz. Sıkıntıların ve sorunların denizi de içine aldığını söylemek mümkündür. Bu durumun sebebi, Berk’in sığındığı alan olan sudan çıkarak tekrardan karaya doğru yönelmesindeki olumsuz etkilerin, suya yansıdığıyla açıklanabilir. Suyun taşıdığı mahiyet konusunda Kaplan, isabetli bir tespit yapar: “Galile Denizi’nde biz, cümleleri durmadan kırmasından, şiirlerinin muhteva ve üslûbunun insicamsız iniş ve çıkışlarından ve daimî hareket halinde olmasından da anlaşılacağı üzere, huzursuz, tedirgin bir insanla karşılaşıyoruz. Bazı şiirlerinde çok belirli olmamakla beraber, ihtilâlci bir davranışın taslağı hissolunuyor. Acaba bunun sebebi nedir? Bunu sebebi, bizzat su unsurunun mahiyetinde gizlidir. Su, pisliğe düşmandır. O kendinin zıttı olan her şeyi yok etmek ister.”83 “Duru Su” şiirinde şair, kara yaşamından uzaklaşıp suya doğru yapılan yolcukta, kara ve suyun oluşturduğu yaşam formlarının görüntüsünü çıkararak, şiir bütünü boyunca işler. Ve yedik içtik bir uzun gün 82 Berk, Eşik: 206. 83 Kaplan, 214. 40 Güneşin tutulduğu günün hesabına geçtik sonra Gevşetip serenleri. Ve bütün gece rotasında gittik suyun. Duru Suyun. Yankılandı gök. Sonunda ağardı sabah. Yürüdü otlar. Kara- batak. Döndü durdu bir balıkçıl yaralı toprakta ve çok ağızlı denizde. Hiçbir şeye benzemiyor bir kentin yalnızlığı Ne küle ne kemiğe Ölüme ne de. Neden sonra bir kartal süzüldü çizdi yerini Dolaştı karabasanında göğün Düşürdü gölgesini üstümüze. Ve yeniden duyduk: “Böylece dövdük küreklerimizle suları Köpürttük denizi. Geride bıraktık geriye akıp duran suları. Savaş artıklarını, kısır ölümü ve kuşları.” Diyen sesini Çok çekmiş çok yalnız Odysseus’un. Hala denizlerde gidip gelen gövdesi Sucuk gibi zıbını, güzel silahları. Baktım denizin durmadan buruştu yüzü Dövdü kımıltısız kumu. Karinasını Bir teknenin. Dürttü sonra toprağı En eski mermeri. Anladım denizdi burda en eski Dorlu en eski yüz Pas ve kemik.84 Şiirde, gece çıkılan yolculuğun ardından sabahın aydınlanmasıyla birlikte, kentin uzakta oluşan görüntüsüne karşılık şair: “Hiçbir şeye benzemiyor bir kentin yalnızlığı / Ne küle ne kemiğe / Ölüme ne de.” ifadelerini kullanır. Berk’in oluşturduğu bu yapı, onun düşünce dünyasına büyük ölçüde etki eder. Kentin karşısında suyun kullanılması; bir bakıma kent olgusunun çökmüş bir yapı olarak ele alınmasından gelir. 84 Berk, Aşk Tahtı: 167. 41 Yunan mitolojisinin en ünlü kahramanı Odysseus’un adının geçirilmesi ve aynı zamanda şiirin, su yolculuğu üzerinden kurgulanması noktasında şairin, “Troya Savaşı” nı bir kaynak olarak kullandığı kanısına varırız. “İlyada’nın hemen her sayfasında adı geçen Odysseus, Troya önündeki on yıllık savaş süresi boyunca savaşçı, danışman, komutan gibi roller üstlenir. On yıl süren bu savaş neticesinde Odysseus, İthake adasına ulaşamayınca, bir on yıl daha denizlerde sürünür.”85 Berk’inde, “Çok çekmiş çok yalnız Odysseus’un / Hala denizlerde gidip gelen gövdesi / Sucuk gibi zıbını, güzel silahları” ifadeleri, bu noktaya gönderme yapar. Şair hem mitolojik kaynaklardan hem de farklı zamansal geçişten yararlanarak, bu yapıyı günümüze değin getirir. Berk’in “İstanbul Önünde İki Balık” şiirindeki, “Ben Pasifik kıyılarından mı geldim diyordun sen / Dünyada en rahat sular burada mı” ifadelerinde görülen yapı, “Piri Reis” şiirinde bu defa, Piri Reis’in haritası aracılığıyla karşımıza çıkar. […………………………………………………………………] İşte şimdi de oturmuş yavaş, sessiz boyalarını karıyor. Değil mi ki alışverişi bol Venedik önlerindedir Ve iyi bir demir yeridir. O halde bir bir çizilmelidir kafir kentleri. Nerde sığ, nerde derin, yufkadır sular? Gök nerede ağıyor? Bu yüzden gözü hep Kolomb’un atlasına kayar (hep elinin altında tuttuğu). Kendisi gibi sakallı, deniz kurdu Kolomb’un – ki ikisi de çok üşür ve kuş, ağaç, çiçek dallarıyla doludur cepleri- Mağrip mi buralar? Aht-i Atik yatağı (ey korsanlar! Ey mağra- lar! Ve ey Arap gökleri!). düşmüş gün. Yalın, erinçli. Bir kitaba girmiştir çünkü suların en gizli tarihi. [………………]86 85 Erhat, 1000-1001. 86 Berk, Aşk Tahtı: 110. 42 3.4. Su Anaforlar Yaratır TDK’nin internet üzerinden erişime açık olan Büyük Türkçe Sözlük’ünde anafor, 1.isim, coğrafya: girdap, 2. isim, mecaz: Karmaşık bir durum, 3.isim, argo: Yolsuzluk yapılarak elde edilen şey.”87 olarak verilmiştir. İlhan Berk’in, Otağ (1961) ve Atlas (1976) kitaplarında yer alan “1.Balad”, “Su” şiirlerinde, suyun anaforlar yarattığı tespit edilmiştir. Suyun anaforlar yaratması Berk sözlüğüne girerek her iki şiirde de farklı anlam alanları yaratılmıştır. Ve bir çocuk büyük uykusunda İstanbul, Avrupa’yı uyuyor- du/ Sesini koydu ihtiyar. Şimdi eski zamanlarda civar yerler bizim göçümüzü bekler/ şimdi ne kadar güzel olduğudur sesin. Kıl çadırlarımızı söker artık yalnız ağzının yangınına duru- rum/ Düşer krallar. Yalnız ben ateşler yakarım // Eskir onüçaltmışdörtsıfırüç / Eskir en uzak at, resimlerin. -Şu İstanbul neresidir? Gelirim seni, ellerini, içini // Bir gece- ye dururuz. Çıkar uzun şövalyeler kral sulara, belki aşk belki değil belki yalnız benim. Rum ve Ceneviz kadırgalarını yakıyorumdur belki, bir yerin düşmüştür büyüyordur Sonsuz. Senin bir körfezindir anaforlanır önümde benim. Ve biz çadırları kurarız belki aşk // senin surlu gecene duru- ruz Yitik. Bir balıkçıl seni uçar, bir göl uzun atlarını indirir kim bilir ne kadar yalnızlık. Kalmaz gitmiştir Eşkıyalar, dağsı hanlarda ateşler sönmüştür. Durur bir gemi çekik. Biz senin kentine ağarız / Bir kadın uzun saçlarını açar ne kadar artık. Ben seni çıkarım, belki o balkonları // çekilir odaları denizin / Bir yel değirmeni havayı döver. Ey eski zamanları hatırlamak. Atlarını gökyüzünün Üçyüzbin- dörtyüzkırkaltı Bir isim. Ben şimdi gecenin içinde bir telefon ben şimdi sana giderim herhalde/ Beyazlanır bir yer. Senin bir körfezindir anaforlanır önümde benim. 87 Büyük Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr/ (erişim: 12 Mayıs 2024, 16.00) https://sozluk.gov.tr/ 43 Ve biz ağlarımızı atarız… İnsan bir yerden sonra hatırlamak ister denizi Ölü. Uyanır 7. Uyanır bizim de dünyada olduğumuz… Bir uzak suya bakmak bakmak. Senin vaktin bizim göçümüzü büyümektir, bembeyaz tutmak kulelerimizi, bir gülü. Sen bir sabah uyanmak: bir suru bir suru kaldırmak: bir güneş saatini kurmak. Uzar eski zamanlarda olmak! atlarımızın yelesi ıslanır, gecede Kervanları buluruz. Ağarız artık aşka herhalde oraya // ben taşbasması resimleri- mi alır size gelirim. Bir geceyi bin geceye çekeriz / Bu zamanlara geliriz: uzar elle- rinin caddesi / Bir gündüzü durdururuz. Senin bir körfezindir anaforlanır önümde benim. Sunu Ey şimdi dünyada olanlar! kadınlar erkekler, rüzgara karşı o Kürek çekenler! Şimdi bir şiirde bir resim bir parça bir sabah bir parça akşamdır ne Zaman baksam. Bir çocuk bir göğü büyür, senin yanın sıra getirip bırakır / Bir Su düşer Esmer. Senin bir körfezindir anaforlanır önümde benim (Eşik, 270-272). “1.Balad” şii