T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FÜZÛNÎ HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE DİVAN’ININ NOTLANDIRILMIŞ METNİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Siyabend EBEM Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Türk Dili ve Edebiyatı OCAK 2015 T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FÜZÛNÎ HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE DİVAN’ININ NOTLANDIRILMIŞ METNİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Siyabend EBEM 1210080003 Tezin Enstitüye Verildiği Tarih : 5 Ocak 2015 Tezin Savunulduğu Tarih : 26 Ocak 2015 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ömür CEYLAN Diğer Jüri Üyeleri : Prof. Dr. Vahit TÜRK Yrd. Doç. Dr. Selen AKTARİ SEVGİ OCAK 2015 ÖN SÖZ Fars ve Arap edebiyatlarının etkisinde gelişen divan edebiyatı XVI. ve XVII. yüzyılda en parlak dönemlerini yaşamış ve bu yüzyıllarda birçok edebi türde eserler vermiş onlarca şair yetişmiştir. Bu çalışmanın konusu da bir XVII. yüzyıl şairi olan Füzûnî'nin Divan'ının incelenmesidir. Çalışmamızda öncelikle Füzûnî'nin hayatı hakkındaki bilgiler toplanarak değerlendirilmiş, elde bulunmaması sebebiyle üzerinde bugüne kadar herhangi bir bilimsel çalışma yapılamamış olan Divan'ının bulunup ortaya çıkartılan tek nüshasının metni oluşturulmuş ve eser bilimsel metotlar çerçevesinde incelenerek, şairin Türk edebiyatındaki yeri ortaya konmaya çalışılmıştır. İmparatorluğun XVII. yüzyıldaki siyasi ve edebi görünümüyle ilgili kısa bir girişle başlayan çalışmamız Füzûnî'nin hayatı, eserleri, edebi kişiliği, Divan'ının içeriği, Divan'ın çeviriyazısı yapılmış metninin notlandırılması ve Divan'ın tıpkıbasımı olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Ortaya konan çalışmayla Füzûnî'nin Divan'ı gün yüzüne çıkartılmış, şairin kimliği ve edebi kişiliğinin ana hatları tespit edilmeye çalışılmış ve şiirlerinin edebi değerlerinin belirlenmesine gayret edilmiştir. Gerek eğitimim, gerekse bu çalışmanın oluşturulması sürecinde bana her daim yol gösterip karşılaştığım güçlüklerin çözümünde değerli vakitlerini feda ederek yardımlarını esirgemeyen, tezimde büyük emeği olan kıymetli hocam Prof. Dr. Ömür CEYLAN'a sonsuz şükranlarımı sunarım. Yüksek lisans eğitimim boyunca hem mesleğine hem de hayata yaklaşımıyla bizlere örnek olan, bilgi ve tecrübelerini her zaman cömertçe paylaşan kıymetli hocam Prof. Dr. Günay KUT'a teşekkür ederim. Tezin oluşma süresinde yardım ve desteklerini gördüğüm bölüm hocalarım Prof. Dr. Vahit TÜRK, Yrd. Doç. Dr. Hacer GÜLŞEN, Araş. Gör. Dr. Nagihan GÜR ve Araş. Gör. Emre Berkan YENİ'ye teşekkür ederim. Çalışma süresince beni sabırla destekleyen nişanlım Dr. Gizem ŞİMŞEK'e; tezin kaynaklarının temininden bitişine değin verdikleri büyük desteklerden ötürü sayın F. Nurcan ŞİMŞEK ile Süleyman ŞİMŞEK'e ve tüm aileme teşekkürlerimi sunarım. Ocak 2015 Siyabend EBEM İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ…………………………………………………………..……………… i İÇİNDEKİLER …………………………………………………….…………… ii KISALTMALAR………………………………………….…………………….. iii ÖZET………………………………………………………….…………….…… iv ABSTRACT……………………………………………………………….…….. v GİRİŞ……………………………………………………………………....……. vi 1. FÜZÛNÎ…………………………………………………………….…...……. 1 1.1. Hayatı…………………………………………………………..…..…… 1 2. ESERLERİ…………………………………………………………………… 6 2.1. Divan…………………………………………………………...…….…. 6 2.2. Gül-i Sad-Berg……………………………………………………….…. 7 2.3. Yeni Dünya……………………………………………………...….…... 7 2.4. İnşa Örnekleri………………………………………………...….…… 8 3. EDEBİ KİŞİLİĞİ……………………………………………………….……. 10 3.1. Kendi Şiirini Değerlendirişi…………………………………….….….. 10 3.2. Dil ve Üslup………………………………………………….……..……. 16 3.3. Etkilendiği Şairler……………………………………………………….. 39 4. DİVANIN İÇERİĞİ………………………………………………….……… 47 4.1. Kasideler…………………………………………………….…………. 47 4.2. Mesnevi……………………………………………………………….….. 55 4.3. Terkib-i Bendler……………………………………………….………. 57 4.4. Gazeller……………………………………….………………………….. 58 4.5. Kıtalar…………………………………………………………...……….. 59 4.6. Matlalar…………………………………………………………..………. 59 4.7. Tarihler………………………………………………………………… 60 SONUÇ………………………………………………………………………… 62 ÇEVİRİYAZILI METNİN KURULUŞUNDA TAKİP EDİLEN ESASLAR…64 ÇEVİRİYAZI ALFABESİ…………………………………………………….. 65 5. DİVANIN NOTLANDIRILMIŞ ÇEVİRİYAZISI………………………… 66 KAYNAKÇA………………………………………………………………… 257 6. TIPKIBASIM……………………………………………………………… 268 ii KISALTMALAR Ah. : Ahmed Paşa Divanı Av. : Avnî Divanı Ba. : Şeyhülislam Bahâyî Divanı bkz. : Bakınız b.t. : Belirsiz tarih C. : Cilt ÇD : Çetin Derdiyok Nüshası Çev. : Çeviren DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Fz. : Fuzûlî Divanı G. : Gazel h. : Hicri Haz. : Hazırlayan İÜ. : İstanbul Üniversitesi K. : Kaside Kt. : Kıta m. : Miladi M. : Mesnevi Ma. : Matla Nc. : Necati Bey Divanı Nf. : Nef'î Divanı öl. : Ölümü S. : Sayı s. : Sayfa T. : Tarih Tb. : Terkib-i Bend v. : Varak vd. : Ve diğerleri. Ya. : Şeyhülislam Yahya Divanı Yb. : Taşlıcalı Yahya Divanı iii Enstitüsü : Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Programı : Türk Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ömür Ceylan Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans - 2015 KISA ÖZET FÜZÛNÎ, HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE DİVAN'ININ NOTLANDIRILMIŞ METNİ Siyabend Ebem "Füzûnî, Hayatı, Edebi Kişiliği ve Divan'ının Notlandırılmış Metni" adını taşıyan bu yüksek lisans teziyle XVII. yüzyıl şairlerinden Füzûnî'nin bilinen tek eseri olan Divan'ının çeviriyazısı yapılmış, eser bilimsel metotlar çerçevesinde incelenmiş ve notlandırılmıştır. Şairin hayatı ve eserlerine dair bilgiler ortaya konmuş ve edebi kişiliği değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışma altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde şairin yaşamı ve mesleğiyle ilgili tespit edilebilen bilgiler sunulmuştur. İkinci bölümde şairin eserleri hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde şairin edebi kişiliği değerlendirilmiş, diğer şairlerle olan benzerlikler ortaya konmuştur. Dördüncü bölümde Divan şekil ve muhteva açısından incelenmiştir. Beşinci bölümde Divan'ın notlandırılmış çeviriyazısı verilmiştir. Altıncı bölümde kütüphanelerde hiçbir nüshası bulunmayan Divan'ın tıpkıbasımı verilmiştir. Hazırlanan tezle Füzûnî'nin kimliği ve eseri gün yüzüne çıkarılarak Türk edebiyatı içerisindeki yeri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çalışma ile Türk edebiyatında bir boşluğun doldurulması amaçlanmıştır. Anahtar Sözcükler : 17. yüzyıl, Divan Edebiyatı, Füzûnî, Divan, İnceleme. Bilim Dalı Sayısal Kodu : iv Institute : Social Sciences Field : Turkish Language and Literature Programme : Turkish Language and Literature Supervisor : Prof. Dr. Ömür Ceylan Degree Awarded and Date : Master - January 2015 ABSTRACT FUZUNİ, HIS LIFE, HIS LITERARY PERSONALİTY AND HIS DIWAN'S NOTED TEXT Siyabend Ebem Through this master's thesis named "Fuzuni, his life, his literary personality and his diwan's noted text" , Diwan, the only known work of Fuzuni one of the XVII. century's poets, is studied and noted in the frame of scientific methods and its transciptions are written. The poet's life and information about his work are introduced and his literary personality is evaluated. The work has six sections. In the first section, obtained information about the poet's life and profession is presented. In the second section, the information about the work of the poet is presented. In the third section, the poet's literary personality is evaluated, the similarities to the other poets are introduced. In the fourth section, The Diwan is analyzed in terms of content and form. In the fifth section, the noted transcriptions are given. In the sixth section, the facsimile of Diwan whose copy cannot be found in any libraries is presented. With this thesis, Fuzuni's identity and work is revealed and presented in Turkish literature. A gap in Turkish literature is tried to be filled with the help of this thesis. Key Words: 17th century, Classical Turkish Literature, Fuzuni, Diwan, Survey. Science Code: v GİRİŞ Siyasi ve sosyal yaşamda en parlak devrini XVI. yüzyılda yaşayan Osmanlı imparatorluğu, XVII. yüzyıldan itibaren duraklama dönemine girmiştir. İmparatorluk, XVII. yüzyılın ikinci yarısında ise en karışık ve en bunalımlı dönemlerini yaşayarak gerileme dönemine girmiştir. Tahta çıkan kimi padişahların çocuk denecek yaşta olmaları, devlet yönetiminde valide sultanların hakimiyet kurmalarına sebep olmuş, bu da saray içindeki siyasi entrikaları arttırarak devlet adamları arasında bitmek bilmeyen makam kavgalarına neden olmuştur. Bu sebeple birçok vezir ve şeyhülislam, makamlarında önceki dönemlere kıyasla çok az süreyle kalabilmişlerdir. Gelir kaynaklarının azalması ekonomik yönden devleti zor durumda bırakmış, bunun sonucunda paranın değeri düşmüş, rüşvet ve yolsuzluklar artmıştır. Ülkenin birçok bölgesinde Celalî İsyanları adıyla sık sık ayaklanmalar çıkmış, bunun sonucunda ülkede huzursuzluk ve karışıklık baş göstermiştir. IV. Murad'ın padişahlığında, Veziriazam Köprülü Mehmed Paşa ile oğlu Fazıl Ahmet Paşa'nın gayretleri ile bu isyanlar bastırılmış, ülke ve halk bir nebze nefes almıştır. Bu dönemin genel kötü görüntüsüne rağmen bazı askeri başarılar da elde edilmiştir. XVII. yüzyılda tahta geçen Osmanlı padişahları sırasıyla III. Mehmed (1595-1603), I. Ahmet (1613-1617), I. Mustafa (1617-1623), II. Osman (1617-1622), IV. Murad (1623-1640), Sultan İbrahim (1640-1648), IV. Mehmed (1648-1687), II. Süleyman (1687-1691), II. Ahmed (1691-1695), II. Mustafa (1695-1703)'dır. Bu padişahlardan III. Mehmed "Adlî", I. Ahmet "Bahtî", II. Osman "Fârisî" ve IV. Murad da "Murâdî" mahlasıyla şiirler yazmışlardır. Füzûnî'nin şairliği IV. Murad, Sultan İbrahim ve IV. Mehmed dönemlerine rastlamaktadır. Yedi yaşında tahta çıkartılan IV. Mehmed'in saltanatının ilk yılları, saray içindeki valide sultanlar ve paşaların hakimiyet mücadeleleriyle geçmiştir. Onun idaresinde içeride ve dışarıda karışıklıklar artmış; rüşvet, yolsuzluk, iltimas ve adam kayırma çoğalmıştır. Köprülü Mehmed Paşa'nın 1656'da başlayan sadrazamlığında ülkedeki karışıklıklar durmuştur. Bu sırada Erdel ve Girit sorunları çözüme kavuşma aşamasındayken vefat edince, 1661'de yerine oğlu Fazıl Ahmet Paşa getirilmiştir. vi Babasının sağladığı güven ortamında görevine başlayan Fazıl Ahmet Paşa ilk iş olarak Avusturya üzerine sefere çıkmış, başarılı bir savaştan sonra Uyvar'ı fethetmiş, Avusturya'yı barış istemek zorunda bırakmıştır. Avrupa ile sorunları çözen Fazıl Ahmet Paşa, Girit'e sefer düzenlemiş; uzun süren kuşatma neticesinde 1669'da Kandiye Kalesi'nin alınmasıyla Girit'i fethetmiştir. 1672'de IV. Mehmed (Avcı), ordunun başında olduğu halde Lehistan Seferi'ne çıkararak Polonya'da Kamaniçe Kalesi'ni alır. Savaşlar sonunda Bucaş Antlaşması (1676) imzalanır ve Podolya ile Ukrayna'daki Osmanlı egemenliği devam eder. (Öztuna 2011, 282-359; ) Fazıl Ahmet Paşa'nın ölümüyle (1676) veziriazamlığa Merzifonlu Kara Mustafa Paşa getirilir. Bu sırada Kazak Hetman'ının Ruslara yanaşmaya başlaması sebebiyle sefere çıkan Mustafa Paşa, 1678'de Çehrin Kalesi'ni alır. Avrupa'da yeni bir yer fethetmek arzusunda olan Mustafa Paşa, Viyana önlerine gelerek Viyana'yı kuşatır ve uzun süren mücadeleler sonunda Avusturya ile 1699'da Karlofça Antlaşması imzalanır. Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası olan bu antlaşmadan sonra imparatorluk artık gerileme dönemine girer. Bu yüzyılda gerek siyasi gerekse sosyal hayatta yaşanan olumsuzluklara rağmen edebiyat ve sanat en güzel ve verimli biçimde gelişimini sürdürür. Bunda padişahların ve mevki sahibi devlet adamlarının sanatı ve sanatçıyı desteklemelerinin payı büyüktür. XVI. yüzyıldan itibaren şiirde mükemmelliği yakalayan divan şairleri, bir sonraki yüzyıldan itibaren kendilerine İran şairleri yerine Fuzûlî, Bâkî, Nef'î gibi Türk şairlerini örnek alırlar (Mazıoğlu 1957, 2). Kimi divan şairleri, klâsik edebiyattan sıkılarak yeni arayışlar içine girerler. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyal ve siyasi yaşamda görülen durgunluk, edebiyat alanında da kendini hissettirmeye başlar. Bu yüzyılda birkaç şair dışında büyük şair yetişmez. Bundan dolayı teşekkül eden edebi ürünler, daha önce yazılanlara üstünlük sağlayacak nitelikte olmamıştır. Devrin haksızlıklarına şahitlik eden birçok şair, bu yüzyılda Nâbî'nin etkisinde kalarak hikemî tarzda yazarlar. Halka doğruyu, iyiyi ve güzeli göstermeyi amaçlayan bu tarzda yazan şairler, özlü şiir söylemeye gayret ederler. Kimi şairler ise yeni ve yerli konulara yönelirler. Bu nedenle atasözleri, deyimler ve halk söyleyişleri şiire fazlaca girer. Ayrıca bu yüzyılda edebiyatımızda, Safevî baskısıyla vii Hindistan'a kaçan şairlerin geliştirdikleri Sebk-i Hindî üslûbu etkili olur. Bu akımın öncüleri Figânî, Örfî-i Şirâzî, Tâlib-i Amûlî, Nazîrî, Kelîm-i Kâşânî, Sâib-i Tebrîzî, Feyzî-i Hindî ve Şevket-i Buhârî'dir. Bu üslupta yazılan şiirlerde anlam ve düşünce önem kazanır. Buna bağlı olarak edebi sanatların ve uzun tamlamaların kullanılması; karamsarlık ve derin ıstıraptan dolayı dünyadan kaçıp tasavvufa yönelme; yeni mazmun arayışına girme; dilde ve üslûpta son derece incelik ve zarafet; halk terim ve söyleyişlerinin şiir diline girmesi; hikmet, felsefe, öğüt gibi konuların sıkça işlenmesi; tek başına beyitin önem kazanması; kaside yerine gazelin revaçta olması; kafiye ve redifin sık kullanılması; mecaz, teşbih ve istiarelerde yenilik ve garabet; hayattan bıkkınlık, bedbinlik ve ıztırap hali bu akımın başlıca özelliklerindendir (Babacan 2012, 173-418). Bu üslûbun özelliklerini bu devirde hemen hemen bütün divan şairlerinde görmek mümkündür. Bu yüzyılda divan şiirinde Sebk-i Hindî'nin gerçek temsilcileri olarak Şehrî, Nailî, Neşâtî, İsmetî ve Fehim sayılabilir. Bu yüzyılda edebiyatımız, "Her kaldırım taşı altında bir şair var" diyen Sâbit'i haklı çıkaracak kadar şair bolluğu içerisindedir. Bu yüzyılda yapıtlarıyla dikkatleri çeken başlıca isimler şunlardır: Fâizî (öl. 1622), Ganîzâde Nâdirî (öl. 1626), Mantıkî (öl. 1634), Nef'î (öl. 1635), Nev'izâde Atâî (öl. 1635), Şeyhülislam Yahya (öl. 1644), Fehîm-i Kadîm (öl. 1647), Şeyhülislam Bahâyî (öl. 1653), Vecdî (öl. 1660), Şehrî (öl. 1660), Nâilî (ö. 1666), Neşâtî (öl. 1674), Mezâkî (öl.1676), Güftî (öl. 1677), Nâbî (öl. 1712), Sâbit (öl. 1712). Bu yüzyılın başında yetişen Nef'î, kasidede edebiyatımıza büyük bir canlılık ve yenilik getirerek ahenkli eserler yazmayı başarmıştır. Daha hayattayken birçok şair tarafından takip edilmiştir. Gazelde Şeyhülislam Yahya ve Şeyhülislam Bahâyî âşıkane gazelleriyle dikkatleri üzerlerine çekerek devrindeki birçok şair tarafından sevilmiş ve tanzir edilmişlerdir. Sebk-i Hindî üslûbunun bu yüzyıldaki en güçlü temsilcilerinden olan Nâilî-i Kadîm, hikemî şiir çığırını açan Nâbî, halk söyleyişlerini şiirlerinde sıkça kullanan Sâbit bu devrin en büyük şairleridir. Edebiyatımızın son hamsesini yazan Nev'i-zâde Atâyî de bu yüzyılda yetişmiştir. Kaside ve gazeller de yazmış olmasına rağmen asıl ününü Hamse'si sayesinde kazanan Atâyî, bu yüzyılın en büyük mesnevi yazarı olarak şöhret bulmuştur. viii Şiirdeki gibi düzyazıda da bu yüzyılda büyük sanatkarlar yetişmiştir. Bunlar; tarih, biyografi, tezkire, tasavvuf, pendnâme, akait, hikmet, kıssa, menkıbe, tercüme, seyahatnâme, surnâme, münşeat, şehrengiz gibi birçok türde yapıtlar vermişlerdir. Süslü düzyazının en önemli temsilcilerinden olan Nergisî, zamanına kadar kullanılmamış olan Arapça, Farsça sözcük ve tamlamaları kullanarak sanat ve hünerini göstermiştir. Bilinen en önemli yapıtı olan Hamse'sini manzum-mensur karışımı kaleme almıştır. Nergisî ile birlikte, düzyazı sahasında bu yüzyılda akla gelen ilk isim Veysî'dir. O da Nergisî gibi yapıtlarını ağdalı bir dille kaleme almıştır. Başlıca yapıtları Münşeat, Siyer-i Veysî, Habnâme-i Veysî ve Şehadetnâme-i Veysî'dir. Nergisî ve Veysî'nin aksine devrin bozuklukları ve bunların sebeplerini araştırarak padişaha sunan Koçi Bey; Cihan-nümâ, Keşfü'z-Zunûn, Fezleke gibi yapıtların sahibi Kâtip Çelebi ve Seyahatnâme'si ile büyük bir şöhrete kavuşan Evliya Çelebi yapıtlarında daha yalın ve anlaşılır bir dil kullanmışlardır. Yine bu yüzyılda yazılan tezkireler, en önemli manzum-mensur yapıtlar olarak dikkatleri çekmektedir. Genellikle yalın dilden uzak bir üslupla kaleme alınan bu tezkireler ve yazarları şunlardır: Riyâzî'nin Riyâzu'ş-Şu'arâ, Kafzâde Fâizî'nin Zübdeti'l-Eş'âr, Yümnî Tezkire'si, Seyrekzâde Mehmed Âsım'ın Zeyl-i Zübdeti'l-Eş'âr, Rızâ'nın Tezkire'si, Güftî Alî'nin Teşrîfatü'ş-Şu'arâ adlı tezkiresi (Levend 2008, 253). Bu yüzyılda tezkirelerden başka Hasan Beyzâde, İbrahim Peçevî, Solakzâde ve Hoca Sadettin Efendi tarih ve biyografi alanında eserler vermişlerdir. ix 1. FÜZÛNÎ 1.1. Hayatı Edebiyatımızın XVII. yüzyıl şairlerinden olan Füzûnî, edebiyat tarihçilerimiz tarafından çok bilinen bir şair değildir ve hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Füzûnî hakkında kısıtlı bilgiler veren Safâyi Tezkiresi (Safâyî 2009, 445), Vekayiü'l- Fudalâ (Şeyhî 1989, 685) Sicill-i Osmâni (Süreyya 1996c, 541) ve Tuhfe-i Nâilî (Tuman 2001, 772)'deki bilgilere göre şairin asıl adı Mehmed'dir ve memleketi Göynük'tür. Yine adı geçen kaynaklara göre Saray-ı Âmire-i Sultânî'de, yani Topkapı Sarayı'nda eğitim gördükten sonra müteferrikalıkla görevlendirilmiştir. Safâyî, Mehmed Süreyya ve Nâil Tuman onun yeşil bayrak kâtibi olduğunu bildirirken, Şeyhî Mehmed Efendi ulûfeciyân-ı yemin kâtipliği'ne getirildiğini belirtmiştir. Safâyî, Füzûnî'nin yeşil bayrak kâtipliğinden sonra tanındığını ve meşhur olduğunu belirtmektedir. Füzûnî'nin şairliği konusunda Mehmet Süreyya, "şairdür" demekle yetinirken; Safâyî, asrın şairlerinden olduğunu belirttikten sonra iki beytini örnek olarak vermektedir. Şeyhî Mehmed Efendi, herhangi bir yorumda bulunmadan Füzûnî'nin bir beytini, sonra üç beyitlik bir nazım parçasını örnek olarak vermiştir. Müstakimzâde Sadeddin, Mecelletü'n-Nisâb'ında Füzûnî'den “Devletin kâtiplerinden Mehmed'in mahlasıdır, 1068'de vefat etmiştir” şeklinde bahseder (Sa'deddin 2000, v.339a). Kaynaklarda Füzûnî'nin mahlasıyla ilgili bir kayıt bulunmamaktadır. Füzûnî'nin ölüm tarihi konusunda tüm kaynaklar herhangi bir ihtilafa düşmeden h.1068 (m.1657-1658) yılını vermektedirler. Safâyî Tezkiresi'ne yazılmış bir zeyl olduğu bilinen Safvet Tezkiresi'nde de Füzûnî hakkında Safâyî Tezkiresi'ne kıyasla kısıtlı bilgi vardır (Safvet, 91b). Yakın dönem kaynaklarından Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü'nde (İpekten 1988, 154) yukarıda adı geçen kaynaklardan alınan kısa bilgiler bulunmaktadır. Bilge Kaya Yiğit'in "Bolulu Divan ve Tasavvuf Şairleri" adlı makalesinde de Tuhfe-i Nâilî 1 ve diğerlerinden alınan kısıtlı bilgiler sunulmuştur (Yiğit 2013, 307). Osmanlı Müellifleri'nde ve günümüz ansiklopedik eserlerinin pek çoğunda Füzûnî hakkında bilgi bulunmamaktadır. Yukarıda adları zikredilen ve kendisi hakkında kısıtlı biyografik bilgiler veren kaynakların dışında, Füzûnî'nin adı Evliyâ Çelebi'nin Seyahatnâme'sinde iki yerde geçmektedir: Sultan IV. Mehmed (Avcı) dönemi sadrazamlarından Bıyıklı Koca Derviş Mehmed Paşa'nın felç geçirip yataklara düşmesi ve nihayet vefat etmesinin anlatıldığı bahiste, merhumun kabri üzerine vefat tarihi olarak Füzûnî'nin güftesinin yazıldığından söz edilir. Ancak kitapta, söz konusu tarih manzumesi kısmı (herhalde sonradan yazılmak üzere) boş bırakılmıştır (Evliyâ Çelebi 2006a, 277). Söz konusu tarihi öğrenmek maksadıyla, İstanbul Divanyolu caddesindeki Atik Ali Paşa Camii haziresinde medfun bulunan Derviş Mehmed Paşa'nın mezarını ziyaret ettik. Derviş Mehmed Paşa'nın kabri haziredeki en büyük mezar olmakla birlikte mezar taşında "Sadr-ı a'zam merhûm ve mağfûr Dervîş Mehmed Paşa rûhiyçün el-Fâtiha" ibaresinden başka bir kayda rastlayamadık. Devlet ricalinden biri için oldukça sade bir görünümde olan mezar hakkında yapmış olduğumuz araştırmalarda, Atik Ali Paşa Camii'nin hemen yanında bulunan Çemberlitaş sütununun ortaya çıkarılması ve yol yapım çalışmaları sırasında camii haziresinin birkaç kere küçültüldüğünü, bu esnada mezarların bir kısmının tahrip olduğunu, bazılarının ise başka yerlere taşındığını öğrendik. Ayrıca XVIII. ve XIX. yüzyıl İstanbul depremlerinin de aynı yere hasarlar verdiği yazılıdır (Müller-Wiener 2007, 270, 371-374; Ağır ve Okçuoğlu 2004, 263; Bayrak 2002, 29). Derviş Mehmed Paşa'nın kabrinin de bu hasar gören mezarlardan olduğu ve kaybolan/kırılan mezar taşının yerine sonradan yenisinin yapıldığı kuvvetle muhtemeldir. Seyahatnâme'de Füzûnî'nin adının geçtiği diğer yer ise, Evliyâ Çelebi'nin Üsküp'te, Üsküplü Mevlânâ Vâlihî'nin kabrini ziyaretini anlattığı kısımdır. Evliyâ Çelebi, Vâlihî için Hilâlî'nin düşürmüş olduğu tarihi naklettikten sonra Füzûnî'nin düşürdüğü tarihi yazmaktadır: 2 Diğer târîh-i zîbâ güfte-i Fuzûnî: Gel berü gir cennete ey Vâlihî Sene: 1009 (Evliya Çelebi 2006b, 301) Bunlardan başka XIX. yüzyıla ait bir cönkte Füzûnî adı geçmektedir. Söz konusu kişinin aynı mahlaslı yakın dönem halk şairlerinden biri olduğu görülmüştür (Kaya 2004, 100-101). Füzûnî'nin doğum tarihiyle ilgili tezkirelerde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Divanında da doğumuyla ilgili bir kayıt yoktur. Bununla beraber Füzûnî, Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine yazdığı kasidesinde, kaleminden çıkanları kırk yıldır ariflerin ve alimlerin dinlediğini söylemektedir: Ey felek bāng-ı ṣarīr-i ḳalemüm ḳırḳ yıldur Gūş-ı ṣāḥib-hüner ü zümre-i ʿirfān etdüñ (K.4/20) Kemankeş Kara Mustafa Paşa 1644'te ölmüştür. Şairin en erken 15-20 yaşlarında şiir yazmaya başladığını göz önüne aldığımızda, Füzûnî'nin XVI. yüzyıl son çeyreğinde; 1585-1590 yılları arasında doğduğunu söylememiz mümkün görünmektedir. Füzûnî'nin divanını incelediğimizde mesleğiyle ilgili ise şu bilgilere ulaşmaktayız: Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya yazdığı kasidenin 41 ve 44. beyitleri şairin katipliğiyle ilgilidir. Paşadan devlet kapısında çalışmayı niyaz eden Füzûnî, doğru ve temiz bir insan olduğunu ve katipliği hak ettiğini söylemektedir: Der-i devletde ḳuluñ eyle beni sulṭānum Ṭut ki bir bendeñi Mıṣr iline sulṭān etdüñ (K.4/41) Baña şükrāne-i ṣıḥḥat naẓar-ı merḥamet et Niçe bī-keslere luṭf eyledüñ iḥsān etdüñ (K.4/42) 3 Bāġ-ı luṭfuñda beni ġonce-i dil-teng etme Dem-i cān-baḫşuñ-ile çok güli ḫandān etdüñ (K.4/43) Bir kitābetle ḳuluñ ʿabd-i mekātib eyle Müstaḳīm olanı çün zīnet-i dīvān etdüñ (K.4/44) Gül-i Sad-berg mesnevisinin, Şeyhülislam Yahya'ya ithafen yazılan 56 ila 60. beyitleri arasındaki kısım da şairin bu durumuyla ilgili görünmektedir. Kendini bir menekşe gibi boynu bükük, aciz ve güçsüz gören Füzûnî, kendisini bu durumdan kurtaracak lutfu sunacak olan Şeyhülislam Yahya'nın huzurunda kendisini köpeklerle bir tutup aşağılamaktadır: İmdi çün böyledür ey nūr-ı baṣar Eyle ben bende-i dil-tenge naẓar (M.1/56) Nice bir ġonçe-i dil-teng olayın Ya benefşe gibi boynum egeyin (M.1/57) Nefḫa-i luṭfuñı dem-sāz eyle Ser-bülendāna ser-efrāz eyle (M.1/58) Seg-i kūyuñla ḥesāb eyle beni Cebhe-fersūde-i bāb eyle beni (M.1/59) Yoḳ ḫatā eyledüm oldum maḥcūb Seg-i dergāhuña eyle mensūb (M.1/60) Nevesinli Sâlih Paşa'ya yazmış olduğu kasidenin tegazzül bölümünde, onun zeâmet sahibi olduğunu ancak zeâmetin küçüklüğünden şikâyet ettiğini görmekteyiz. Zeâmetin, savaşa katılan sipahilere ve dîvân-ı hümâyûn üyelerine verildiği göz önüne alındığında Füzûnî'nin bu evsaf ve rütbede bir görevde bulunduğu ortaya çıkmaktadır: 4 Gerçi kim ism-i zeʿāmetle berātum meṣtūr Līk resminde muḳayyed raḳam-ı ẕillet-i ḫˇār (K.2/37) Herhangi bir tarikate bağlı olup olmadığını bilmediğimiz şair, gayenin nefsi yenmek olduğunu ve nefisle savaşırken kılıcını Nakşibendî hocalarından yana koyduğunu söylemektedir: Ḫˇācegān-ı Naḳş-bendīden ḳo sen tīġ-ı neberd Ey Füzūnī çünki ḳatl-i nefs-i kāferdür ġaraż (G. 59/7) 5 2. ESERLERİ 2.1. Divan Yukarıda belirttiğimiz gibi kaynaklarda divanından ve başka bir eserinden bahsedilmeyen Füzûnî'nin divanının bir nüshasını Lübnan'ın Saida şehrinde hususi bir kitaplıkta bulup inceleme şansına sahip olduk. Mezkûr kitaplık tıp doktoru Doç. Dr. Mohamad Yassine'ye ait olup, kendileri bize divanın görsellerini verme nezaketinde bulunmuşlardır. Yapmış olduğumuz araştırmalarda Türkiye kütüphanelerinde Füzûnî divanının başka bir nüshasını tespit edemedik. Şairin incelediğimiz yazma divanı mukavva üzeri kırmızı meşin cildinde olup, cildi şemseli ve köşebentlidir. Cilt kenarları yıpranmıştır. Kağıdı aharlı samanî olup yazmada kurt yenikleri ve yer yer mürekkep bulaşıkları mevcuttur. Toplam 59 varaktan oluşan yazmanın zahriyesi ve varak 1b'de adi serlevhası mevcuttur. Söz başları kırmızıdır, hattı ta'liktir. Her sayfada satır sayısı 15'tir. Sayfalar altın cetvelli ve çift sütun halinde tertiplidir. Yazmanın ölçüleri 190 x 100 mm; 135 x 60 mm'dir. Serlevhanın altındaki kasidenin ilk iki beytinin birinci mısraları kâğıdın kopukluğundan dolayı eksiktir. Kimi derkenarda, aynı elden çıkma ve tertibe uygun sırayı takip eden 12 gazel ve 1 kıta manzumesi yazılıdır. Gerek reddade takibi, gerekse konu bütünlüğü açısından yapmış olduğumuz incelemede yazmada eksik sayfa olmadığı tespit edilmiştir. Yazmada ketebe kaydı mevcuttur. Buna göre eser h.1065 yılının Cemaziyelâhir ayı sonlarında (m.1655 yılı Nisan sonu - Mayıs başı) istinsah edilmiş olup müstensihi Edirneli Güftî'dir. Edebiyatımızın tek manzum tezkiresi Teşrîfâtü'ş-Şu'arâ'yı kaleme alan Güftî, XVII. yüzyıl şairlerinden olup Füzûnî ile aynı dönemde yaşamıştır. Güftî, tezkiresini 1660 yılında tamamlamış ancak tezkirede Füzûnî'nin adına yer vermemiştir (Yılmaz 2011). Güftî'nin 1655 yılında istinsah ettiği Füzûnî divanı ile tezkiresini kaleme aldığı 1660 yılı arasında 5 yıl vardır. Güfti, ketebe kaydında divandan "her harfi mucizelerle dolu, kuyumcu titizliğiyle işlenmiş bu divan…" şeklinde övgüyle bahsetmekte, kendisinin de Füzûnî'nin hizmetinde olduğunu bildirmektedir. Böylesine övdüğü divanı ve divanın şairini tezkiresine almaması, bu 5 yıllık süre 6 zarfında ikisi arasında bir kırgınlık yaşanmış veya aralarının bozulmuş olabileceği düşüncelerini akla getirmektedir. Kaynaklarda Füzûnî'nin şairliğiyle ilgili örnek olarak verilen beyitler, divandaki 23 numaralı gazelden alınmadır. Şeyhî Mehmed Efendi, Safâyî ve Safâyî'den naklen Mehmet Nâil Tuman aynı gazeli alıntılamışlardır. Şeyhî Mehmed Efendi buna ilaveten; Urulmazuz nigeh-i yāre demesün ʿuşşāḳ O tīġ-ı dil-güẕeriñ ḳabżadārı bāḳīdür beytini örnek olarak vermiştir. Ancak bu beyit elimizdeki divanda bulunmamaktadır. Bu durum, şairin tertip ettiği divanın son halinin bu olmadığı ve divanın başka nüshalarının olabileceği ihtimalini düşündürmektedir. Füzûnî divanı ile ilgili tezkirelerde kayıtlı bir bilgi yoktur. Robert Dankoff'un Melek Ahmed Paşa dönemini anlattığı eserinin indeksinde Divan of Fuzuni kaydı geçmekle birlikte yönlendirdiği sayfada (Dankoff 1991, 111, 161, 303) ve sayfanın kaynak gösterdiği makalede (Kunt 1977, 275-276) divanın adı veya divanla ilgili herhangi bir bilgi bulunamamıştır. 2.2. Gül-i Sad-berg: Füzûnî'nin tezkirelerdeki beyitleri dışında bilinen tek eseri, Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde 4966 numarayla kayıtlı bir mecmuada yer alan Gül-i Sad-berg adlı 167 beyitlik mesnevisidir. Bu mesneviyi İbrahim Çetin Derdiyok bulmuş ve çeviriyazılı metnini vererek tanıtmıştır (Derdiyok 2005, 181-200). Gül-i Sad-berg mesnevisi incelediğimiz divanda da yer almaktadır. (bkz. v.16a) 2.3. Yeni Dünya: Kaynaklarda Füzûnî'nin divanı veya başka eserlerinin varlığıyla ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. İncelediğimiz divanda ise, Füzûnî “Yeni Dünya” adını verdiği bir eseri 1050 (m. 1640) senesinde kaleme aldığını belirtmektedir: 7 Yeñi Dünyā Nāmıyla Olan Kitābı Taḥrīr Olunduḳda Denilmişdür Gerçi taḥrīr-i memālikde mülūk ʿĀdet-i köhnedür etmez taḳṣīr (T.21/1) Dāver-i ḫıṭṭa-i mülk-i süḫanım Yeñi Dünyā'yı ben etdüm taḥrīr (T.21/2) Sene: 1050 Yeni Dünya adı sadece Keşfü'z-Zunûn'da, Hint tarihiyle ilgili kaleme alınan eserlerin bulunduğu yerde geçmektedir. Kâtip Çelebi, Muhammed b. Yusuf el- Herevî'nin Târîhu Hind (Târîh-i Hind-i Garbî) adlı eserinden bahsettikten sonra, Frenkçe'den tercüme edilen ve "Yeni Dünya" diye tanınan bu bölgeyle ilgili sonrakilerden biri tarafından Türkçe bir kitap yazıldığını bildirmektedir. Çelebi, bu kitapta bölgenin tarihsel olaylarının, niteliklerinin, özelliklerinin; öncekilerin buraya gelmekte aciz kalışlarından sonra, sonrakilerin burayı nasıl bulduklarının anlatıldığını belirtir (Kâtip Çelebi 2013, 287-288). Katip Çelebi'nin, kitabı tanıtırken kitabın yazarı ile ilgili bilgi vermeyip "sonrakilerden biri" şeklinde bir ifade kullanması, bize kitabın yazarını tanımadığını düşündürmektedir. Tamamen aynı dönemde yaşamış, aynı görevlerle devlet hizmetinde bulunmuş (katiplik), aynı savaşlara katılmış (Bağdat ve Revan seferleri) ve birer yıl arayla ölmüş (1067 ve 1068) iki kişinin birbirini tanımaması ve birbirlerinin eserlerini bilmemeleri, aralarında bir husumet yoksa, pek mümkün görünmemektedir. Ancak Keşfü'z- Zunûn'da bu malumatın yer alması, mezkur kitabın Füzûnî'nin yazdığı eser olduğuyla ilgili küçük de olsa bir ihtimali düşünmemizi salık vermektedir. 2.4. İnşa Örnekleri Bunlardan başka, divandaki verilerden anladığımız kadarıyla Füzûnî düzyazıyla da ilgilenmiş, inşa örnekleri vermiştir. Nevesinli Salih Paşa'ya yazdığı kasidenin 23 ila 25. beyitlerine göre Füzûnî inşâda kalemini işlenmemiş, kendisini üzerinde durulmamış bir acemi olarak görmüş; buna mukabil nazımda kendisini cihan şiirinin incisi, yanakları aydın hurilerin ziyneti olarak görerek övünmüştür. Nazımda böylesine iyiyken inşada acemi olmasını, anberi soğan kokusuyla aynı 8 vitrine koymaya, aynı pazara çıkartmaya benzetmiş ve bunun da insanların dikkatini çekmede kendisine engel olduğunu şu beyitlerle ifade etmiştir: Fenn-i inşāda maʿānī-yi metāʿ-ı ḫāmem Oldı zīnet-ger-i dükkân-ı < tahrip olmuş kısım > (K.2/23) Lüʾlüʾ-i naẓm-ı cihān ḳıymet-i ḫāṣṣü'l-ḫāṣṣam Oldı pīrāye-i ḥūrān-ı münevver-ruḫsār (K.2/24) N'ideyüm böyle iken şöyle kesādum var kim ʿAnberi būy-ı piyāz ile bir etdüm bāzār (K.2/25) Füzûnî, Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya yazdığı kasidenin 22 ila 24. beyitlerinde Hotin Seferi için bir inşa yazdığını belirtmektedir. Üstelik bu kez inşadaki acemiliği bitmiş, kendisini nesirde de nazımdaki gibi üstün görmeye başlamıştır. Öyle ki meşhur İlhanlı tarihçisi Vassâf'ın ruhu kendisine dua etmektedir: Naẓm u inşāda ney-i ḫāme-i şīrīnüm ile Dehen-i ehl-i meẕāḳı şekeristān etdüñ (K.4/22) Genc ü gevher dolu teʿlīfüm olan naẓmum ile Beni engüşt-nümā-yı şeh-i ʿOŝmān etdüñ (K.4/23) Sefer-i Óotin'i inşāʾ ile taḥrīrümde Rūḫ-ı Vaṣṣāf'ı cezāk-Allāhu-gūyān etdüñ (K.4/24) Sultan Osman Han için yazdığı kasidenin 26. beytinde, tarihle ilgili sohbetlerin yapıldığı meclisleri kadehe, inşayı ise mezeye teşbih eden Füzûnî, sohbet kadehini inşa mezesiyle içmekten keyif aldığını söylemektedir: Bā-ḫuṣūṣ bezm-i tevāriḫ-i sefer cāmından Nuḳl-i inşāʾ ile nūş eylemek eglencemdür (K.7/26) 9 3. EDEBİ KİŞİLİĞİ 3.1. Kendi Şiirini Değerlendirişi: Divan şairleri, geleneksel bir yazım biçemine sahip oldukları ve bundan ayrılmadıkları için sanatsal güçlerine yazdıkları şiirlerde mutlaka değinmişlerdir. Şairlerin övündükleri alanların başında şairlikteki yetenekleri gelir. Bu yeteneklerini eserlerinde telmih yoluyla ya da doğrudan okuyucularına iletmişlerdir. Füzûnî de bu geleneğe uyarak, kasidelerinde ve gazellerinin kimi beyitlerinde kendini övmektedir: Nevesinli Salih Paşa'ya yazdığı kasidenin 21 ve 22. beyitlerinde belirttiğine göre Füzûnî, refah bahçesinde gönülleri cezbederek öten bir bülbüldür. Bu ötüş öylesine güzeldir ki, nesirde kendisini süslü ve secili nesrin ilk ve en büyük temsilcisi Hâce Abdullah Herevî; nazımda ise İranlı meşhur kaside şairi Zahîr-i Fâryâbî rütbesinde görmektedir: Çoḳ-mıdur gülşen-i iḳbāle bir iki bülbül K'ideler naġme-i dil-keş ile bānġ-i güftār (K.2/21) Anlarıñ birisi de ben ḳuluñam sulṭānum Neŝr ile Õˇāce vü naẓm ile Ëahīr-i eşʿār (K.2/22) XVII. yüzyılda İran edebiyatında önceki yüzyıllara kıyasla büyük şairler yetişmez. Türk şairler bu yüzyılda, kendilerinden önce yetişmiş olan şairleri kendilerine örnek alırken, yazmış oldukları şiirlerle övünmekten de geri kalmazlar. Füzûnî de Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya yazdığı kasidesinde şiirde kendisine XVI. yüzyıl İranlı şairleri Örfî ve Selman'ı örnek aldığını ifade etmektedir: Vāṣıf-ı menḳabet-ārā-yı zamāne dursun Baña sen ġıbṭager-i ʿÖrfī vü Selmān etdüñ (K.4/21) Aynı kasidenin 22 ve 23. beyitlerde, kaleminden çıkan sözlerle zevk ehlinin ağızlarını tatlandırdığını söylemektedir. Onun şiirleri hazine ve mücevher; akıl ve 10 hakikat doludur. Bu yüzden kendisi şairlerin şahı kıymetinde olup parmakla gösterilmektedir: Naẓm u inşāʾda ney-i ḫāme-i şīrīnüm ile Dehen-i ehl-i meẕāḳı şekeristān itdüñ (K.4/22) Genc ü gevher dolu teʿlīfüm olan naẓmum ile Beni engüşt-nümā-yı şeh-i ʿOŝmān itdüñ (K.4/23) Sultan Osman Han için yazdığı kasidenin 24. beytinde, şiirlerini Allah'ın gayb aleminden ilham alarak yazdığını söylemektedir. Divan şairleri ortak bir kanı ile sözün (şiirin) meydana gelişinin vahiy ve ilham olmak üzere iki yolla olduğunu, birincisinin peygamberlere, ikincisinin şairlere geldiğini belirtirler. İkisinin ortak noktası ilahî oluşudur (Erkal 2009, 68). Füzûnî de bu müşterek fikre uyarak şiirlerini akıl ile anlama ve his ile bilmenin ötesinde bir çerçeveye oturtmaktadır: Dāverā Cem-revişā şiʿr-i Füzūnī beñzer Mülhim-i ġaybī-i Ḥaḳ'dan süḫan-ı mülhemdür (K.7/24) Aynı durum aşağıdaki beyit için de geçerlidir: Ḫūb yazmış deheniñ kilk-i Füzūnī beñzer ʿĀlem-i ġayb lisānından işāret gelmiş (G.57/5) Şair, Defterdar Paşa(?) için yazdığı kasidenin 22. beytinde, sevgilinin güzelliği karşısında yazdığı gazelinin belagata uygun olduğunu; tam yerinde, düzgün ve hakikatli sözler söylediğini ifade etmektedir: Ol iki çeşm-i ġazālānın görüp cūş etdi dil Bir ġazel ṭarḥ etdi kim ṭarz-ı belāġat gösterür (K.8/22) Aynı kasidenin 31 ve 32. beyitlerinde Füzûnî, kendi şiirinin taptaze, parlak sözlerle bina edilmiş olduğunu ve bu haliyle nazmının Kevser suyuna benzediğini söylemektedir. Ona göre diğer şiirlerin hiçbiri onun şiirine mukabele edemez; 11 Kevser'e teşbih ettiği şiirleri yanında diğerleri ancak acı sudur. Füzûnî'ye göre kendi şiiri göz alıcı iri bir inci, diğerlerininki katırboncuğudur. İkisi elbette aynı güzellikte değillerdir ve kendi güzellikleri oranınca rağbet görürler: Böyle şiʿr-i ābdāra naẓm-ı ġayr olmaz cevāb Āb-ı şūrı kim içer kevŝer çü leẕẕet gösterür (K.8/31) Hiç dür-i şehvāra ḫar-mühre olur mı hem-bahā İkisi de gerçi miḳdārınca ḳıymet gösterür (K.8/32) 2 numaralı gazelin son beytinde Füzûnî, kendisini şiirin yeni görülen, henüz ortaya çıkan tarzı için bir rehber olarak görür. Diğer şairlerin kendisini takip etmesinde şaşılacak bir şey yoktur: Reh-nümā-yı tāze vādīsün Füzūnī ne ʿaceb Peyrev olsa saña ḫayl-i şiʿr-gūyān der-ḳafā (G.2/8) Onun gönüllere ferahlık veren şiirini okuyanlar canlarına can katar, dertlerinden azade olurlar: Ehl-i derdiñ cānına cān-baḫş olup iḥyā eder Kim oḳursa ey Füzūnī işbu şiʿr-i cān-fezā (G.3/5) 5 numaralı gazelin son beytinde şiiri şaraba teşbih eden Füzûnî, yazdığı şiirlerle şiir ehline şarap sarhoşluğu verip onları mutlu ettiğini, öyle ki şarabın mucidi Cem'in bu güzel şarabı görse utancından elini ayağını şaraptan çekeceğini söylemektedir: Füzūnī bezm-i ehl-i naẓma sen bir neşve verdüñ kim Göreydi cām-ı şiʿrüñ destine almazdı Cem ṣahbā (G.5/5) Füzûnî, klasik divan söyleyişini birçok çağdaşı şairde olduğu gibi beğenmez ve yeni arayışlar içine girer. Nazımda yeni ve söylenmemiş anlamlar peşinde koşan bir 12 tabiatta olduğunu söyleyen şair, şiirlerini içinde çeşit çeşit ve katman katman anlamlar barındıran gül goncalarına benzetmektedir: Ey gül-i pür-jāle cemʿ eden Füzūnī ṭabʿınuñ Pür-maʿānī ġonçe-i şiʿr-i terīn gördüñ mü hīç (G.12/5) Sevgilinin saçlarının misk kokusu sahilleri kırıp geçirmektedir. Sevgilinin meclisinde böylesine söz söyleyebilen başka kimse yoktur: Sāḥil-efgende olan ʿanberçe-i ḫoş-būydur Būy-ı nuṭḳ-ı meclis-i ṣadr-ı güzīn gördüñ mü hīç (G.12/6) Sevgiliyi güneşe teşbih eden Füzûnî'ye göre kimse kendisi gibi olgun sözler yaratamaz. Onun İslam şeriatinin kılıcı zülfekâr gibi sivri olan kalemini görmek isteyenler, payitahta bakarak kendisini görebileceklerdir: Ṭabḫakār-ı kān-ı imkān olalı ey āfitāb Böyle puḫte fāżıl-ı nuṭḳ-āferīn gördüñ mü hīç (G.12/7) Görmedüñse ḫame-i ser-tīz-i ṣadr-ı Rūm'a baḳ Ẕülfeḳār-ı şerʿ-i Aḥmed-gevherīn gördüñ-mü hīç (G.12/8) 31 numaralı gazelin son beytinde kendisini yeni yerleri feth eden bir askere benzeten Füzûnî'ye göre, şiirleri nazım havuzunun fıskiyesidir. Onun gösterişli ve hareketli şiiri karşısında diğerleri durgun su misali gibi yalın ve basittir: Bir neferdür bu Füzūnī fetḥ eden Ṭabʿı ḥavż-ı naẓma bir fevvāredür (G.31/7) Füzûnî divanındaki her hüner ve sanat o kadar güzeldir ki bir okuyuşta akılda kalır. Kâtipler divanı yazdıklarında her sanat ve marifeti yerli yerince kaydederler: Dīvān-ı Füzūnī'yi kenār eylese küttāb Her fenni maḥalliyle yazar deftere baḳmaz (G.43/5) 13 44 numaralı gazelin son beytinde şiiri nakışa teşbih eden Füzûnî'ye göre; güzelleri tasvir eden kaleminin nakışları o kadar güzeldir ki, nakış ve minyatürde zirve isimler olan Mânî ve Behzâd dahi bu kadar güzel sanat icra edemezler: Ḫāme-i naḳş-ı Füzūnī dil-rübālar naḳşını Şöyle ḫūb eyler ki Mānī ile Behzād eylemez (G.44/5) Füzûnî, şiirin kaynağı olmak itibariyle hem akıllı hem de sarhoştur. Bu yüzden onun şiirini anlamaya da şarap sarhoşluğu gerekmektedir: Füzūnī şiʿrini taḥḳīḳe mest-i mey ister Gelür mi ʿāḳil u ser-ḫūşa bir terāne-i sāz (G.45/5) 47 numaralı gazelin 5. beytinde belirttiğine göre, onun şiiri tılsımlı hazineleri bekleyen kahraman bekçileri alt eden muskalar gibidir, şiirleriyle hazinenin kapılarını açabilmektedir: Ber-ṭılısm oldı ḫazīne bir ġażanfer pāsbān Nüsḫa-i şiʿr ile fetḥ-i bāb-ı mesdūd isterüz (G.47/5) Şiirlerini etrafa saçılan incilere ve bu incileri de Ülker takımyıldızına teşbih eden Füzûnî, şiir incilerini gökyüzünün kulağına küpe etse dahi yine meramını tam olarak anlatamaz: Eger pervīneveş āvīze-i gūş-ı sipihr etsek Dür-i şiʿr-i güher-reşkiñ Füzūnī hiç müfīd olmaz (G.48/5) 50 numaralı gazelin 4. beytinde belirttiğine göre; nasıl ki hümâ kuşu ile doğanın uçuşları birbirine denk olmaz, şiir tepesine uçuşta da kimse kendisi gibi hüner sahibi değildir; kimse kendisi gibi kanat çırpamaz: Evc-i naẓma kimse etmez böyle pervāz-ı bülend Hem-cenāḥ olmaz hümāya bāl-cünbān olsa bāz (G.50/4) 14 55 numaralı gazelin 7. beytinde kendine nasihat veren Füzûnî, meselenin söz cevherinin hocası olmak olduğunu, sözü ayağa düşürmemek gerektiğini belirtmiştir: Mūze-dūz olma Füzūnī ayaġa urmayalar Ḫˇāce-i cevher-i nutḳ ol demesünler ḫaffāf (G.55/7) 63 numaralı gazelin 5. beytinde ise kendi şiirlerini dikkate almayan, okumayan zamane şairlerine hayıflanmaktadır: Bu meḥāyif diñlenülmezse Füzūnī baʿd-ez-in Şiʿr-gūyān-ı zamānuñ yazduġı dīvāna ḥayf (G.63/5) 69 numaralı gazelin 5. beytinde belirttiğine göre, şiir yazmak ateş gibi parlayan kılıçla savaşmaktır. Kendisi de o kılıçla düşmanlarına hünerlerini gösteren bir savaşçıdır: Ḳabża-gīr-i tīġ-ı āteş-tāb-ı naẓm olduñ yine Ey Füzūnī ḫaṣma göstermek dilersin cevherüñ (G.69/5) 72 numaralı gazelin 5. beytinde Füzûnî, güzel bir hüsn-i ta'lille, ince belli güzelleri överken herhalde kıl kadar ince kalem kullandığını, tatlı sözler söyleyen şiirinin de bu yüzden ince olduğunu belirtmektedir: Kilk-i mūyīden mi etdüñ mūmiyānı medḥini Ey Füzūnī incedür bu şiʿr-i ḳand-gūyuñ senüñ (G.72/5) 97 numaralı gazelin 6. beytinde ise, söz meydanında koşuşturan ata benzeyen kalemine eğer meydan gösterilirse, atın dört nalından birer ayna husule geleceğini söylemektedir. Aynalar hem gerçekleri aksettirecek, hem de parlaklıklarıyla göz alıcı bir güzellik sunacaklardır: Tek ü tāz-ı kümeyt-i ḫāmeme meydān göstersem Olur her çār naʿlinden birer billūr āyīne (G.97/6) 15 3.2. Dil ve Üslup Füzûnî genel itibariyle akıcı bir üsluba sahiptir ve bu durum yer yer bir şiirin bütününde görülebilmektedir. İstifham ile örülmüş olan 23. gazelde, şair sevgilisinin güzelliklerini teşbihlerle beş beyitte vasfetmiştir. ʿĀrıżuñ üzre olan ol ḫāl-i ʿanber-bū mıdur Yā ḥarīm-i Kaʿbe'de bir kaç nefer Hindū mıdur (G.23/1) beytiyle başlayan bu gazelde şair akıcılığı yakalamak için imalelerden yararlanmış, ayrıca çoklu Farsça tamlamaları tercih etmeyerek daha çok Türkçe ifadelerle maksadını dile getirme yoluna gitmiştir: Ṣūretā gerçi dehendür anı maʿlūm eyledüm Maʿnīde ammā ki pürdür ḥoḳḳa-i lüʿlū mıdur (G.23/2) şeklindeki beyitte ya da: Geh yaḳar geh ġarḳ eder ol āb u tāb-ı ʿārıżıñ Ṣu mıdur āteş midür feḥm etmedüm cādū mıdur (G.23/3) beyti ile aşağıdaki beyitte bu durum rahatlıkla görülebilmektedir: Ḳad midür yā narven mi yā nihāl-i gül midür Yā melāḥat bāġına bir servī-i dil-cū mıdur (G.23/4) Makta beyitinde ise Arapça veya Farsça tamlama bulunmamaktadır: Dün Füzūnī'yi ḳul etdi kendüye bir ser-terāş Būse midür fikri yāḫūd sādece pehlū mıdur (G.23/5) Söyleyişteki benzer rahatlık ve akıcılık Divan'da pek çok şiirde görülmektedir. Yukarıdaki gazelde sevdiğinin güzelliklerini divan şiirinin klâsik 16 mazmunlarıyla vasfeden Füzûnî, akıcı ve yalın söyleyişini bir başka gazelde sürdürmektedir: Ḳaçan semmūr ḳalpaḳ giyse ol serv-i semen-sīmā Ṣanurlar māh-ı tābānı seḥāb içre durur gūyā (G.4/1) beytinde kalpağı buluta, sevgilinin yüzünü dolunay halindeki aya benzeten Füzûnî; bir sonraki beyitte kalpağı denize, kalpağın samur tüylerini dalgalara, sevgilinin kaşlarını ise balıklara teşbih ederek bizlere orijinal bir imajla önce bulutların arasında gözüken yusyuvarlak bir ay, sonra da denizde yüzen balıklar manzarası çizmektedir: Ḳaçan mevc ursa ol semmūr iki ḳaşıñ kenārında Siyeh baḥriñ içinde iki māhīler olur peydā (G.4/2) Farsça tamlamaların olmadığı bu beyitte ise, aynı kalpak sevgilinin başındaki yan duruşuyla tüm Rumeli halkını divane edecek kadar cezbedicidir: Ne dem kim kec edüp giyseñ levendāne o ḳalpaġı Olurlar Rūmili ḫalḳı yoluña cümleten şeydā (G.4/3) Yine tamamen sade bir söyleyişle ve akıcılığı sağlamak için ulamalardan yararlanıldığı aşağıdaki beyitte ise, kalpak bu kez sevgilinin zülüflerini saklamaktadır. Şair bu görüntüyü karanlık gecede bekleyen iki ejderhaya benzetmektedir: O kāküller kim ol semmūr içinde ḫˇāba varmışdur Şeb-i tārīk içinde sākin olmış iki ejderhā (G.4/4) Farsça tamlamaların olmadığı makta beytinde ise sevgilinin arakçînini veya kalpağını (hafifçe yana yatırarak) giydiğini görmek şairi heyecandan öldürecektir: Meded göster ʿaraḳ-çīnüñ gehī kec eyle ḳalpaġuñ Füzūnī bendeñ öldürmek eger ister isen cānā (G.4/5) 17 Füzûnî'nin sade ve akıcı bir söyleyişle dış dünyaya yöneldiği zamanlar da olmuştur. Sultanzâde Mehmed Paşa için yazdığı kasidenin nesib bölümünde yarattığı görsel atmosferlerle adeta birer tablo çizmeye muktedir olmuştur. Hava güzelliğiyle o kadar caziptir ki fıskiyeden fışkıran sular yere damlamamakta, havada asılı durmakta, kendilerine orada yer edinmektedirler: Nedir bu ceẕbe hevāda ki āb-ı fevvāre Teḳāṭur etmeye arża hevāda eyleye cā (K.3/11) Bu demde eğer bir aslanla ceylanı tasvir etseler, aslanı ceylana pençe atarken çizmek icap eder: Eger ki şīr ile āhūyı etseler taṣvīr Olurdı pençe-zen āhūya şīr-i ḥamle-nümā (K.3/12) Öyle ki bu mevsimde Ferhad'ın, Şirin'in suretini nakşettiği taşın canlanmasından, kalkıp yürümeye başlamasından şüphe edilmemelidir: Ḥacerde ṣūret-i Şīrīn-naḳş-ı Ferhādī Ḫırāma gelse bu faṣl içre yok gümān aṣlā (K.3/13) Füzûnî'nin dil konusundaki tutumu diğer divan şairlerinden farklı değildir. Divan şiirinin sahip olduğu ve aynı kültür dairesinin dilleri olan Türkçe, Farsça ve Arapça, Türkçe ana temeli üzerinde Divan'da yer almıştır. Şair Farsça tamlamaları yeri geldikçe dört tamlayan unsuruyla birlikte kullanmaktan çekinmemiştir. Divanda tamlayan unsuru dört sözcükten oluşan tamlamalar şunlardır: ʿAks-i mirʾat-i dil-i ḥażret-i pāşādur ol K'etdi ecrām-ı semāvātı münevver ebṣār (K.2/11) Naṣṣ-ı mażmūn-ı güher-reşk-i ḥadīs-i nebevī İsm-i pākinde ẓuhūr etdi be-luṭf-ı Cebbār (K.2/15) 18 Tā ki Maḥmūd-ı sebük-tāz-ı şeh-i ḫāver-i ṣubḥ Ola ʿasker-keş-i Hindū-yı şeb-i tīre vü tār (K.2/44) Miŝāl-i Āṣaf-ı gül-rūy-ı bāġ-ı sulṭānī Ki zīr-i sāye-i şefḳatlerindedür ġurabā (K.3/20) Yā-Rab ol naḫl-i gül-i zīb-i bihişt-i iḳbāl Cennetiñ perveriş-i āb u hevāsın ister (Tb.2/5) Bunda derd-i ser-i pey-der-pey-i dünyā-yı denī Anda pādāş [u] telāfī vü cezāsın ister (Tb.2/5) Sāḥil-efgende olan ʿanberçe-i ḫoş-būydur Būy-ı nuṭḳ-ı meclis-i ṣadr-ı güzīn gördüñ mü hīç (G.12/6) Bir ölümlü ʿāşıḳ ancaḳ lāne-i ḳabrin düzer Bülbül-i dil-ḫaste-i bī-tāb-ı kūy-ı nev-bahār (G.38/2) Yā metāʿ-ı ʿaḳl alur yā naḳd-i cān ʿuşşāḳdan Böyledür resm-i ḳadīm-i ḫˇāce-i bāzār-ı ʿaşḳ (G.64/2) Genc-i ġamdan ceyb ü dāmānın pür eyler ʿāşıḳıñ Kām-rāndur bende-i ḫayl-i der-i ḫünkār-ı ʿaşḳ (G.64/3) Ber-güẕār etmege bir gevher-i nā-yāb olmaz Lüʾlüʾ-i eşk-i ter-i dīde-i nemnāk gibi (G.105/2) Dem-i feyż-i ḥayāt-efzā-yı ebr-i nev-bahār iken Gül-i maḳṣūdumı açmaz mı bir imdāda degmez mi (G.111/7) Bu ṣıfatla ola kim ḥüccāca ḫāk-i pā olam Nāʿil-i neyl-i ṭavāf-ı beyt-i Rabbü'l-ʿālemīn (Kt.3/2) 19 Şiirin ortaya çıkmasında şairi etkileyen ve onun eserini diğer şairlerin eserlerinden ayıran bütün özellikler, şairin üslubunu tanımlamada birer unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda nazım şekli, vezin, kafiye ve redif gibi unsurlar üslubu etkileyen birinci derecedeki unsurlardır (Babacan 2012, 173). Füzûnî'nin kafiye konusunda kusursuza yakın bir sanat yakaladığı söylenebilir. Bu hususun istisnası sayılabilecek tek şiir 55. gazeldir. Yedi beyitlik bu gazelde şair şiirin kafiyesini kallâş, nebbâş, taş, seng-terâş, hûn-pâş, huffâş ve haffâf kelimeleriyle oluşturmuştur. Bu gazelde şair son iki beyitte mahlasını yinelemiştir. Öyle ki bu durum, son beytin makta beytini oluşturmak için düzenlenen (tamamlanmamış) seçeneklerden biri olduğunu düşündürmektedir: Kūrī-i çeşm-i cehil pertev-i dāniş görmez Lemʿa-i mihri Füzūnī nice göre ḫuffāş (G.55/6) Mūze-dūz olma Füzūnī ayaġa urmayalar Ḫˇāce-i cevher-i nutḳ ol demesünler ḫaffāf (G.55/7) Füzûni, Divan'daki tüm şiirleri aruz vezniyle yazmıştır. Şiirde ahengi sağlamada aruzun tüm imkânlarından ustalıkla faydalanmakla birlikte iki beyitte veznin bozuk olduğu görülmektedir. Aruzun hezec bahirlerinden "mefâ'îlün, mefâ'îlün, mefâ'îlün, mefâ'îlün" ile yazılmış olan 96. gazelin 4. beytinin 2. mısraında vezin bozuktur: Òo ṣansun lāne ʿAnḳā-tabʿ olanlar dār-ı dünyāyı Dilā sen Hümā-dil ol bu cihānı āşiyān ṣanma (G.96/4) İstinsah sırasında yazılması sehven unutulan bir sözcükten kaynaklanabileceğini düşündüğümüz bu bozukluk, dilâ ile sen kelimeleri arasına bir kapalı hece değerindeki bir sözcüğün (var, git v.s) getirilmesi ve bu sözcüğünün atılmasıyla düzelebilmektedir: "Dilâ [var] sen Hümâ-dil ol cihânı âşiyân sanma". 20 Divanda veznin bozuk olduğu diğer yer, aruzun "mef'ûlü, fâ'ilâtü, mefâ'îlü, fâ'ilün" vezniyle yazılan 108. gazelin matla beytindeki ilk mısradır. Mefâ'îlü tef'ilesine denk gelen "çeşme-i hay-" kısmı ile vezin bozulmaktadır: Yek dāne ḫāl lebüñde çeşme-i ḥayvān iki Vermem efendi kimseye cān bir cihān iki (G.108/1) Matla beytinde yer alan bir mısraın şiirin başka bir beytinde tekrarlanması yoluyla oluşan redd-i matla ile Divan'da bir yerde karşılaşılmaktadır: Vaḳt-i gül ḫāne-nişīn olma gülistān seyr et Ādem ol cennete gir ḳudret-i Yezḍān seyr et (G.9/1) Behre-yāb-ı süḫan-ı pāk-ı Füzūnī ol gül Vaḳt-i gül ḫāne-nişīn olma gülistān seyr et (G.9/9) Aynı mısra, birbirinden farklı anlamlar üzerine kurgulanmış iki beyitte başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Şair, gazelini temellendirdiği hayal yahut fikri bu sayede ön plana çıkarmıştır. Divan'da musarra gazel bulunmamaktadır. Füzûnî, şiirlerinde ahenk oluşturmak gayesiyle kimi zaman beyit ya da mısra başlarında sözcük tekrarlarına başvurmuştur: Bir cihāna geldi kim andan münezzeh şeş cihāt Bir mekāna vardı kim andan ʿibāretdür yeri (K.1/48) Ey resūl-i rāyet-efrāz-ı livāʾü'l-ḥamd-i dīn Ey gürūh-ı maḥşerīnüñ melceʾ ü meʾvā teri (K.1/62) Nāmedür bedreḳa-i güm-şüdegān-ı firḳat Nāmedür rāh-ber-i dergeh-i kūy-ı cānān (Tb.1/2) Nāmedür gitse olur tesliye-baḫş-ı ḫāṭır Nāmedür gelse eder ḳaṭre-i eşki ʿummān (Tb.1/2) 21 Nāmedür şāriḥ-i metn-i ġam-ı eyyām u leyāl Nāmedür mūżıḥ-ı ebvāb u fuṣūl-i hicrān (Tb.1/2) Her ḳaçan māh-ı ṣıyāmıñ āḫirinde ola ʿīd Her şebüñ ḳadr ola vü rūzuñ ola rūz-ı saʿīd (K.5/1) Bir bāriḳa-i ḥüsn ile ṣad cān ṭutuşurlar Bir nār ile bīn Mūsā-yı ʿİmrān ṭutuşurlar (G.28/1) Her dil ki ḫıyābān-ı ḫulūṣa güẕer eyler Her ḫatvede Ḥaḳ nergis-i bīniş naẓar eyler (G.30/1) Ne bār-ı miḥnet ü ġam çekmege cismümde ṭāḳat var Ne ḫavf-ı ŝıḳletümden yāre ʿarż-ı ḥāle ḳudret var (G.37/1) Böyle günlerde gelür dāmen-i maḳṣūd be-dest Böyle şeblerde olur dest-i duʿā ʿarşa mümās (G.54/2) Ne teşne nūş eder bilsem leb-i laʿl-i ḥayāt-baḫşın Ne meşreblerle alışdı leb-i ḥayvānımuz şimdi (G.101/4) Kimi zaman bu ahengi beyit içi kelime ve hece tekrarlarıyla: Egriye doġrı baḳar doġrıya kec eyler naẓar Kec-nihād ü kec-seḫa vü kec-ʿatālardan meded (G.17/3) Kimüñ destinde destüñ rū-be-rūsun bezm-i vuṣlatda Ḳadeḥveş hem-demüñ āyīneveş hem-ṭalʿatüñ kimdür (G.34/2) Dāġ-ı ʿaşḳı yaḳduġından ṣoñra cism-i bī-ferāġ Ol maḥalde pend-i nāṣıḥ urmadur dāġ üzre dāġ (G.62/1) Geh ʿaraḳ geh bāde nūş etdi bu gün meclisde yār Sürḫı sürḫ oldı ʿiẕārı gülleriniñ aġı aġ (G.62/4) 22 Göñül zülfüñde bend iken çalup ġamzeñ firār etdi ʿAceb uġru imiş uġru şikārını şikār etdi (G.99/1) Yine lāne-gīr-i bihişt et bizi İlāhī meded et meded et meded (Kt.11/2) Kimi zaman ise aliterasyonlarla sağlamıştır: Dest-māl-i zer-kenāre eyleye ḫāmem içün Meryem-i ʿiffet-penāhî ol muʿanber muʿceri (K.1/18) Dür dişin zer-miġferin gördi dedi ehl-i şinās Ḳadr-i zer zerger şināsed ḳadr-i gevher gevherī (K.1/36) Şafaḳ içinde seḥer mihr olıcaḳ şīr-süvār Āteşī esb-ile ṣān etdi Siyāvuş güẕār (K.2/1) Ḫink-i gerdūna yine zer siperin bend etdi Dest-i üstād-ı cenībet-keş-i çarḫ-i devvār (K.2/2) Ṣanma ḫūrşīd ü şafaḳ var ise faṣṣād-ı ḳażā Faṣd edüp ṭaşt-ı zer içinde demin etdi niŝār (K.2/8) Zamān zamāne-i imsāk idi li-ḥamdi'llāh Erişdi ʿīde niçe rūzedār-ı derd ü belā (K.3/39) Ġubār-ı ḫāṭır-ı pāk olmasun meded zinhār Yeter likām-ı semend-i ṭabīʿata irḫā (K.3/43) Ḳaçan semmūr ḳalpaḳ giyse ol serv-i semen-sīmā Ṣanurlar māh-ı tābānı seḥāb içre durur gūyā (G.4/1) Dostdan teşḫīṣ-i düşmen eylemez ʿaşḳ-āşinā Ḍarb-ı gülden nice Manṣūr oldı āyā dil-figār (G.26/3) 23 Şiirde ahengi oluşturan unsurlardan biri de şairin kullandığı rediflerdir. Redif şiirde kafiyeden sonra gelen ve yazılışları aynı, anlamları ayrı olan kelimelerdir. Redifin üslup üzerine büyük etkisi vardır. Çünkü redif, simetrik tekrarı ile şiiri belli bir kavram ya da konu etrafında toplayarak bir mihver oluşturur. Şiiri bir dizi çağrışıma açar. Aynı zamanda çok defa belirli bir duygu ve düşünceye zemin hazırlayan redif, şiire "yek-âhenk" diye adlandırılan konu bütünlüğü kazandırır (Akün 1994, 402). Füzûnî de redifin hem ses hem de anlam imkânlarından olabildiğince faydalanmıştır. Örneğin 29. gazelde şiir "çekmek" fiili ve onun farklı kullanımları etrafında kurgulanmıştır: Rind-i mey-ḥˇāre ki defʿ-i ġama ṣahbāyı çeker Gūyiyā ḫaṣmına şemşīr-i ṣaf-ārāyı çeker (G.29/1) Matla beyitinde "sahbâ çekmek: şarap içmek" ve "kılıç çekmek: savaşmak için hazırlanmak" şeklinde kullanılmıştır. Aşağıdaki beyitte ise "iki kat keyif çekmek" şeklinde bir kullanım söz konusudur: Leb-i mey-gūn-ı ʿaraḳnākını görse yārin Mey-perestān-ı bezim keyf-i dü-bālāyı çeker (G.29/2) Bir sonraki beyitte " kına yakmak" anlamında kullanılan bu fiil: Göresin daḫı ne ḳanlar yuda rind-i mey-ḫˇār Duḫter-i rez ki ayaġına bu ḥınnāyı çeker (G.29/3) daha sonra matla beytindeki kullanıma eş "şarap içmek" anlamında kullanılmıştır: Dil-ber-i ʿārıżı gül-gūn ü lebi mül yerine Sīneye şimdi ḥarīfāñ mey-i ḥamrāyı çeker (G.29/4) Makta beytinde ise "bir şeyi çekip götürmek" anlamında kullanılmıştır: 24 Mehdī-i ġār-ı süḫan oldı Füzūnī her ṣubḥ Aña çarḫ eblaḳ-ı ḫūrşīd-i sebük-pāyı çeker (G.29/5) 108. gazelde şiirin omurgası "iki" redifiyle oluşturulmuştur. Duygudan ziyade anlamın ön plana çıktığı bu gazelin matla beytinde, sevgilinin vasıfları ile sayı bildiren "iki" kelimesi arasında çeşitli anlam ilgileri kurulmuştur. Buna göre şairin bir canına karşılık biri sevgilinin dudağı, diğeri ise gözlerine teşbih edilen iki cihan vardır ve şairin iki cihana karşılık verebileceği tek bir canı vardır: Yek dāne ḫāl lebüñde çeşme-i ḥayvān iki Vermem efendi kimseye cān bir cihān iki (G.108/1) Sevgilinin gamzesi ve gözleri; cilvesi ve bakışları iki koldan aşığa hücum etmektedir. Aşık, bir asırda iki kahraman olmaz diyerek sevgiliden üst üste gelen eziyetlere sitem etmektedir: Ġamzeñ yeter ne lāzım idi çeşm-i ḳātilüñ Kim gördi bir ʿaṣırda k'ola ḳahramān iki (G.108/2) Matla beytinde, canını veremeyen şair karar değiştirmiştir ancak kendisinden talep edilen iki zamanı yoktur: Cān vermek istedükde dedi vaḳti iki et Bilmez ki baḫt cānuma vermez zamān iki (G.108/3) Aşkı Anka'ya teşbih eden şaire göre, akılda ve gönülde olmak üzere ona iki yuva gereklidir: Geh dilde gāhī serde ḳarār eyler ibtidā ʿAnḳā-i ʿaşḳa ʿādet imiş āşiyān iki (G.108/4) Aşığın hayatı gençlik ve yaşlılık olmak üzere ikidir. İki renkli olmuş; kırlar düşmüş saçları ona müjdeyi getirmektedir: 25 Oldı dü-mūy müddet-i ʿömr-i Füzūnī āh Geldi irişdi aña da müjde-resān iki (G.108/5) Füzûnî'nin kimi zaman yalın, kiminde anlamların üst üste binerek katmanlaştığı Farsça tamlamalarla yüklü bir şiir dili vardır. Füzûnî'nin, divanında sayıca fazla olmasa da arkaik isim ve fiil sözcüklerini tercih ettiği görülmektedir: Sıga- (K.3/36), bencileyin (K.4/4), tügme (G.9/2), kondur- (G.9/5), koc- (G.71/1), alış- (G.101/4), irgür- (G.107/1), degir- (G.112/1), ilt- (Kt.5/1), degme (Kt.8/2), uçmak (G.56/3; T.22/5), yu- (T.23/2), söyin- (Tb.1/2), anlan- (K.1/9), kesme (Kt.14/4). "Gerek atasözleri, gerekse deyimler, bilindiği gibi bir ulusun ortak kültür mirası içinde kendilerine özgü yeri, değeri ve önemi olan varlıklardandır. Bunlar yüzyılların besleyip büyüttüğü duygu ve düşünce fidanları olarak gelişmiş, halkın dilinde ve sanatçı düşünürlerin eserlerinde tükenmez meyvalarını vermiş ve vermekte devam edegelmiştir. Özellikle şairler, bunları çeşitli edebi sanatlar ile süslemişler, türlü nedenlerle söz dizilerinde, ya da kelimelerde yaptıkları değiştirmeler, katmalar veya eksiltmelerle, asıllarını bir bakıma bozmuş olmakla beraber, onları daha da güzelleştirmişler, çekiciliklerini artırmışlardır. Sanatçıların, manzumeleri arasına atasözlerini ve deyimleri almaları, onların duygu ve düşünce güçlerini daha da geliştirmiş ve etkili kılmıştır." (Karahan 1980, 52-53) Füzûnî, divanında atasözleri, deyimler ve deyimleşmiş söz gruplarına da yer vermiştir: Her yanını almak (K.1/65), derde derman eylemek (K.2/42), gönül/ciğer kebap olmak (K.3/3), yüz tutmak (K.3/15), peyda etmek/olmak (K.3/18; G.4/2), kurban etmek/gitmek (K.4/17), bir yeri birine zindan etmek (K.4/38), kol kanat olmak (Tb.1/12), el etek öpmek (Tb.1/17), peşine düşmek (Tb.1/27), toprağa düşmek (Tb.1/35; Tb.2/18), ele almak (Tb.1/39,48), ayağına düşmek (Tb.142), gönlü bulanmak (K.7/6), keramet göstermek/keramette bulunmak (K.8/1), canına minnet olmak (K.8/16), yakınlık göstermek (K.8/19), cila vermek (K.8/30), can vermek (M.1/34,68), boyun eğmek (M.1/55,57), baş eğmek (M.1/73), kulağına küpe etmek (M.1/108), birini adam etmek (M.1/147), içine ateş düşmek/atmak (Tb.2/6), uykuya varmak (G.4/4), kul etmek (G.23/5), gözü açık gitmek (G.40/3), başına kakmak (G.56/5), birini gözü ısırmak (G.70/2), altının kıymetini sarraf bilir (G.70/2), göz 26 kulak olmak (G.82/4), gönül almak (G.83/3), dört bir taraf/yan (G.85/3), güneş doğmak (G.92/4), ayağı yerden kesilmek (G.98/6), firar etmek (G.99/1), aklını başından almak (G.100/1,5), belaya uğramak (G.100/2), içinin yağı erimek (G.106/2), adam yerine koymak (G.109/5). Şiirler yazıldığı dönemin örf, adet, gelenek, görenek ve halk inanışlarıyla ilgili bilgiler vermesi açısından da önemlidir. Divan'da bu bağlamda bilgilerin olduğu, dönemine ayna tutan beyitler mevcuttur. Örneğin, terzilerin kumaşı kesmeden önce "makas kesmiyor" diyerek bahşiş almak istemesi adeti: Būsesüz biçme Füzūnī yāre kālā-yı naẓım Şīve-i ḫayyātdur kesmez demek berrende kāz (G.50/5) Bayramlarda yeni kıyafetler giyinme adeti: Ey Füzūnī yüz urup ḫilʿat-i īmān iste Īde ʿādetdür eder bendeye Mevlā'sı libās (G.54/7) Bayramlarda çocuklara ve hizmetlilere harçlık verme adeti: Aḳçe almazsa ḳomaz içerü derbān gūyā Bir ʿaceb ḫāne-i ʿīdī gibidür bāb-ı murād (G.19/4) Anberi ipek kumaşta saklama adeti: Ḫūn-ı dilde ʿaks-i ḫāl-i ʿanberīn gördüñ mü hīç Āl-i vālāya ṣarılmış müşk-i çīn gördüñ mü hīç (G.12/1) Nisan yağmurunun istiridyenin ağzına düşünce inci hasıl olacağı inancı: Dehān-ı māra düşen ḳaṭrehā-yı Nīsānī Taʿaccüb eylemem olursa lüʾlüʾ-i lālā (K.3/14) 27 Hümâ kuşunun gölgesinin kimin üzerine düşerse padişah olacağı inancı: Bir hümā-yı sāye-endāz idi farḳ-ı ʿāleme Sāyesi her kime düşdi şāh-ı iḳlīm eyledi (T.22/3) Hazinelerin, kimseler bulmasın diye harabelerde saklanması adeti: Kān-ı güherüz tīşe-zede olmamaḳ olmaz Beñzer ki Füzūnī gibi vīrāne-i ʿaşḳuz (G.49/5) Hazinelerin tılsımla korunduğu inancı: Ber-ṭılısm oldı ḫazīne bir ġażanfer pāsbān Nüsḫa-i şiʿr ile fetḥ-i bāb-ı mesdūd isterüz (G.47/5) Kötülüklerden korunmak için muska yazdırılması adeti: Ḥırz-ı cānumdur duʿā-yı devletüñ etmek baña Rūḥısun rūḥ olmasa zīrā ki ten olmaz müfīd (K.5/19) beyitlerinde telmih, tevriye ve ihamla güzel bir biçimde verilmektedir. 28 XVII. yüzyılda dört farklı edebi üsluptan bahsedilmektedir. Bunlardan ilki XVI. asır şairlerinden Bâkî'nin temsil ettiği klasik üslubu devam ettiren şairlerin üslubudur. Klasik üslubun en belirgin özelliği ahenge muhtevadan daha fazla önem verilmesidir. Burada duygudan ziyade şiir tekniğindeki sağlamlık, ahenk ve akıcılık ön plandadır. Şiirde hakim tema aşk ve tabiattır. Daha çok gazel nazım şeklini tercih eden klasik üslup sahipleri, canlı ve akıcı bir üslupla şiire doğallık kazandırmışlardır. Gerek Hindistan'da ve gerekse Hindistan dışında yaşayan; Hint felsefesinin, edebi zevkinin ve Hint şiirinin etkisinde kalan, çoğunluğunu İranlı şairlerin oluşturduğu Hint üslubu anlamındaki "Sebk-i Hindî" bu dönemde görülen ikinci üsluptur. XVII. asırdan itibaren etkisini Türk edebiyatında da gösteren Sebk-i Hindî, Türk şiirinde zengin ve ince hayaller ile ıstırap ve elem konularının gelişmesine yol açmıştır. Mübâlağa sanatının çok fazla kullanıldığı şiirlerde soyut kavramlar, somut kavramlarla birleştirilmiş ve orijinal manalar süslü ifadelerle yansıtılmıştır. Sebk-i Hindî, Türk şairlerin ince ve yeni manalar bulma konusunda çaba göstermelerini sağlamış ve Türk edebiyatına konu, ifade ve hayal zenginliği katmıştır. Bu asırda Nâ'ilî-i Kadîm, Şehrî, İsmetî, Necâtî, Fehîm-i Kadîm bu üslubun temsilcileridir. Üçüncü üslup, hikemî tarz da denilebilecek olan didaktik üsluptur. Daha ziyade Nâbî ile özdeşleşen bu üslup, "düşünceye dayalı hikmetli söz söyleme" şeklinde tanımlanabilir. Bilgelik ve hakîmlik, varlık ve eşyanın asıl amacı, özdeyiş ve atasözü gibi anlamlara gelen "hikmet", eşya ve hadiseleri anlamlandırma, varlık ve olayların gizli anlamlarını çözme üzerine kurulmuştur. Nâbî, bu üslup ile Türk şiirini yeni bir fikir ve hikmet vadisine yöneltmeye çalışmıştır. Meydana gelen olayların ve varlıkların ardındaki hikmeti aramak, yaradılış gayesini vermeye çalışmak hikemî tarzın dini ve tasavvufi yönünü de ortaya koyar. Bunda Nâbî'nin yaşadığı çağın huzursuzluk ve güvensizliğine karşı halkı uyarma ve onlara öğüt verme amacının da rolü vardır. Nâbî'den başka Sâbit de bu üslup içinde değerlendirilebilir. Mahallî tarz olarak adlandırılabilecek bir diğer şiir tarzı, şiirde yerli ve mahallî unsurlara çokça yer verme anlayışının ortaya çıkardığı tarzdır. Bu dönemde gittikçe yaygınlaşan sade dil ve mahallî ifadeleri kullanma ve yerli konuları arama, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan "mahallîleşme üslubu"nun habercisidir. 29 Nev'îzâde Atâ'î ve Sâbit bu dördüncü üslubun temsilcisi sayılmaktadır (Erkal 2009, 87-95). XVII. yüzyıldaki birçok şairde görülen Sebk-i Hindî üslûbunun etkisine, çoğu yerde Füzûnî'de de rastlamaktayız. Sade ve kolay söyleyişin hakim olduğu gazelleri yanında Füzûnî'nin anlamca girift, Arapça-Farsça sözcüklerle yüklü uzun tamlamaların olduğu beyitleri de vardır. Bunlar kuşkusuz Sebk-i Hindî üslûbunun özelliklerini yansıtmaktadırlar. Füzûnî, zamane şairlerini beğenmediğini ve XVI. yüzyıl İran edebiyatının Sebk-i Hindî şairleri Örfî ve Selmân-ı Sâvecî'yi kendine örnek aldığını söylemekle hangi tarzda kalem oynatmak istediğini bizlere bildirmektedir: Vāṣıf-ı menḳabet-ārā-yı zamāne dursun Baña sen ġıbṭager-i ʿÖrfī vü Selmān etdüñ (K.4/21) Şairler, diğer şairlerden üstün olmak gayesini her zaman canlı tutmuşlardır. Özellikle padişaha, vezirlere ve diğer rütbeli devlet erkanına şiirler sunularak karşılığında caizelerin alındığı şairlik mesleğinde şairler yenilik yaratmanın birçok yollarını arar. Bu hemen her şair için söz konusudur çünkü şairlerin üstünlükleri gösterdikleri hünerle doğru orantılıdır (Farukî 2007, 7). Füzûnî de yeni ve orijinal söyleyişler, ince hayaller ve çok anlamlı terkipler oluşturma çabasını şiirlerine taşımıştır. Aşağıdaki beyitte şair naat yazdığı defteri mıstarlamak için güneşin çalgıcısı olarak bilinen Zühre yıldızından çenginin altın tellerini ve Hz. İsa'dan onun dördüncü kat felekte kalmasına neden olan iğnesini istemektedir: Rişte-i zer-tār-ı çeng-i Zühre vü ʿĪsī daḫı Vere sūzen tā idem bu naʿt-ı pāke mısṭarı (K.1/14) Salih Paşa için yazdığı kasidede şairin övgüsü ince bir teşbihledir. Gökyüzünde alemi aydınlatan güneş, sadrazamın kıymetli çadırına takılmış gösterişli altın bir top olarak tahayyül edilmektedir: 30 Lāyıḳ-ı şānı eger mihr-i cihān-tāb ola Ḫayme-i ḳadrine bir ṭop-ı zer-i şaʿşaʿadār (K.2/13) Sultanzâde Mehmed Paşa için kaleme aldığı kasidede ise Paşa'nın gelişini bir mutluluk ve sevinç silsilesi halinde karşılayan şair, bu zamanda ölenlerin mezara gülen yüzle, sevinçli defnedileceğini ifade ederek ölümlerde alışkın olduğumuz ağlamaların yerine gülmeyi koymuştur: O deñlü fart-ı sürūr-ı ṭarab-fezā demidür Kubūra ḫande vü şādāne defn olur mevtā (K.3/6) Aşağıdaki beyitte ise şair kendisini söz mağarasının mehdîsi olarak görmektedir. Felek ise, hızlı koşan bir at olarak tasvir edilen güneşi ona götürmektedir. Eblak kelimesi hem "rengârenk" hem de "alacalı at" anlamına gelmektedir. Şair kelimenin her iki anlamından da yararlanmıştır. İkinci bir okumayla; felek hızla dönen güneşin rengarenk ışıklarını ona getirmektedir: Mehdī-i ġār-ı süḫan oldı Füzūnī her ṣubḥ Aña çarḫ eblaḳ-ı ḫūrşīd-i sebük-pāyı çeker (G.29/5) Gözbebekleri yaşlı olan şairin başından geçenleri görünce kimse ona bebek diyemez. Merdüm-i dîde, "gözbebeği" demektir ve "bebek" kelimesine işaret vardır. İlk mısradaki "yaşlıdur" sözü beyti çok yönlü okumaya müsait bir hale getirmektedir. Hem "ihtiyar", hem de "gözyaşı" anlamıyla okunduğunda iki farklı anlam ortaya çıkmaktadır. Birinci okumaya göre; "gözbebeklerim gözyaşlarıyla doludur, başından geçenleri bilince kimse ona bebek demez", ikinci okumaya göre ise "gözbebeklerim ihtiyarlamıştır, başından geçenleri bilince kimse ona bebek demez" anlamları çıkmaktadır. Ayrıca "merdüm" kelimesi Farsça insan, adam anlamına gelmektedir ve "bebek" sözcüğüyle tezat oluşturmaktadır. Beyit bu haliyle Sebk-i Hindî üslubuna güzel bir örnektir: Merdüm-i dīdelerüm yaşlıdur Efzūnī ḳatı Mā-cerāsın bilicek kimse demez aña bebek (G.73/5) 31 Gül ve bülbül klâsik edebiyatın en çok kullanılan mazmunlarındandır. Bülbül aşığı, gül maşuku temsil eder. Gül ile bülbülün konu edildiği birçok alegorik mesneviler yazılmış, bu meşhur ikili birçok açıdan defalarca ele alınıp tahkiye edilmiştir. Aşağıdaki beyitte, gül ve bülbülle ilgili alışılmışın dışında bir kullanım söz konusudur. Şair gülü bülbüle, dalı mızrağa teşbih etmiştir. Şâir, yeni bitmiş kırmızı gül goncasına bakınca, bülbülün kanlı başını mızrağa geçirilmiş olarak gördüğünü sanmıştır. Hezar, bülbülden başka "bin sayısı" ve "pek çok" anlamlarına da gelmektedir. Bu anlamdaki okumayla, "yeni bitmiş kırmızı gül goncasına bakınca pek çok (ya da bin) kanlı başı mızrağa geçirilmiş sandım" anlamı çıkmaktadır. Şair sevgiliye bakınca, onun için can veren pek çok kişi gözünde canlanmıştır: Nīzede kelle-i ḫūnīn-i hezārı ṣandum Baḳıcaḳ ġonçe-i nevreste-i aḥmerfāma (G.94/2) Sevgilinin saçlarının, aşığın gönlünü tuzağa düşürmesi klâsik edebiyatta sık kullanılan mazmunlardandır. Aşağıdaki beyitte ise sevgilinin saçlarında asılmak mazmunu kullanılmıştır. "Ey Füzûnî, güzel yüzlü sevgilinin saçlarında asılarak büyük bir rütbeye erişeyim, ayaklarım yerden kesilsin" şeklinde nesirleştirebileceğimiz ifadede çok anlamlı okumanın anahtarı "ayağın yere basmaması"dır. Bu ifade, "sevinçten havalara uçmak" deyiminde de görüldüğü üzere aşırı sevinci anlatmakta kullanılmaktadır. Asılmak kelimesiyle, hem darağacında asılma durumunda ayağın yerle fiziksel temasının kesilmesi, hem de aşırı sevincin ifadesi şeklinde iki farklı okuma gerçekleştirmek mümkündür. Sevgili uğruna can vermek aşık için rütbelerin en büyüğüne kavuşmaktır. Paye kelimesi rütbe, derece anlamlarının yanı sıra "merdiven ayağı" anlamına gelmektedir. Beyti, kelimenin bu anlamıyla değerlendirdiğimizde ise "büyük bir merdiven ayağı bulup yarin saçlarına asılayım, ayaklarım yerden kesilsin" anlamı ortaya çıkmaktadır, lakin maksut ilk anlamdır: Ayaġum yer baṣmayup ben pāye-i ʿulyā bulam Ey Füzūnī ṣalb olam zülf-i nigāra bir daḫı (G.98/6) "Şunlar ki aşkının yakıcı tesiriyle vücutlarını dağladılar, onları mihnet dağının kaplanı diye övseler yaraşır" şeklinde sadeleştirebileceğimiz beyitte aşığın dağlanmış 32 göğsü ile kaplan derisinin dairemsi dokusu arasında ilgi kurulmuştur. Dâğ kelimesi ile de iham-ı tenâsüp yapılmıştır: Peleng-i kūh-ı miḥnetdür diyü medḥ etseler lāyıḳ Şular ki sūziş-i ʿaşḳuñla cismin dāġdār etdi (G.99/4) Aşağıdaki beyitte ise sevgiliyi Hz. Yusuf'a teşbih eden şair, onu satın almak için gözlerini terazi kefesi yapacağından söz etmektedir. Hz. Yusuf'un Mısır'da altınla tartılarak köle olarak satılması hadisesine telmih yapılmıştır. Beyitte şair gözlerini yuvarlak olmaları hasebiyle terazinin kefelerine benzetmiş, keffe-i çeşmân diyerek alışılmışın dışında bir terkip oluşturmuştur: Çoḳdan eylerdüm terāzū keffe-i çeşmānumı Ġayr elinden ṭartup alsam Yūsuf-ı Kenʿān'umı (G.102/1) Alışılmadık benzetmeler, soyut ve somut kavramların bir aradalığıyla oluşturulan teşbihler Sebk-i Hindî şiirinin başlıca özelliklerindendir. Aşağıdaki kıta, İskender-i Zülkarneyn'in Hızır ve İlyas'la âb-ı hayâtı bulmak için zulûmatta yaptıkları yolculuk ekseninde oluşturulmuştur. Klâsik şiirde genelde sevgiliye, sevgilinin dudaklarına benzetmelik olan âb-ı hayât bu kez şairin kendisine sıfat olmuştur. Sevgili de İskender'e teşbih edilmiştir: Çeşme-i ʿaynü'l-ḥayāt-ı ṭabʿım ey Ḫıżrī-nefes Ẓulmet-i ḥayretde ḳaldı bir nice gün serserī (Kt.6/1) Evvel İskender bulurdı ʿāb-ı ḥayvān çeşmesin Şimdi ol çeşme arayup buldı sen İskender'i (Kt.6/2) Divan şiirinde kelime ve harflerle oynayıp mazmunlar yaratmak ve söyleyiş güzelliği oluşturmak başlıbaşına bir hünerdir. Füzûnî, zayıf vücudunun âh u vây çekip sızlanmakla sıhhat bulamayacağını çünkü birinde mihnet oku, diğerinde ise illet harfleri olduğunu söylemektedir. Sızlanma bildiren âh kelimesi elif ve he (اه), vây kelimesi ise illet harfleri dediğimiz vav, elif ve ye (واى) harflerinden oluşmaktadır. Elif harfi mihnet okuna teşbih edilmiştir. İllet ise "hastalık" demektir. 33 Âh u vây diyerek sızlanmak, kendini mihnet okuyla yaralamak ve hastalığa yakalanmak şeklinde kurgulanmıştır: Nice sālim ola cism-i żaʿīfüm āh vāy ile Birinde nāvek-i miḥnet birinde ḥarf-i ʿillet var (G.37/2) Kader, Allah'ın kainatta olmuş veya olacak her şeyi bütün vasıfları ve halleriyle bilmesi ve onu kader levhasına yazmasıdır. Kaza ise Allah'ın bu ezeli yazıyı ve takdiri zamanı gelince icat etmesi ve oluşturmasıdır. Aşağıdaki beyitte, olan biten her şeyi dünyadan bilen aşık uyarılmaktadır: Cümle taḳdīr-i ḳaẓā ḥaẓret-i Cabbār'ıñdur Ġalaṭ etdüñ bunı sen dehrden iẕʿān etdüñ (K.4/31) Füzûnî'nin Farsça terkiplerin olmadığı, sade ve akıcı beyitlerinden biri olan bu manzumede ise şair dışarıdan bir gözle bülbülü uyarmaktadır. Gül sevgilinin, bülbül ise vefâkâr aşığın sembolüdür. Gül, kendine aşık olan güle kayıtsız kaldığı için bülbül devamlı olarak ıstırabını nağmeleriyle dile getirmektedir. Öyle ki bu nağmeler gülü örselemiştir. Onu soldurmak üzeredir. Geleneksel anlayışa göre gül, yani sevgili Allah'tır. Şair burada geleneğin dışına çıkarak gülü yıpratılabilen bir kavram olarak değerlendirmiş ve öyle kullanmıştır: Bülbülā naġmen ile gülleri çoḳ örseledüñ Yine sensin olacaḳ soñra peşīmān seyr et (G.9/7) Aşağıdaki beyitte ise ayrılık orucu tutan aşık gönlünü uyarmaktadır. "Gerekirse uzun yıllar ayrılık orucunu tutmuş ol, bu tutumla kavuşma bayramına eremezsin" şeklinde nesirleştirebileceğimiz bu beyitte "tutum" hem "tavır, tutulan yol" hem de "oruç tutmak" anlamlarıyla ikili okumaya müsait olabilecek şekilde kurgulanmıştır. Aşığın tavrı ya orucu bozacaktır, ya da bozmayıp bayrama erilecektir: Bu ṭutumla ʿīd-i vaṣla lāyıḳ olmazsın dilā Sen gerekse niçe yıllar rūze-i hicrānı ṭut (G.10/2) 34 Sade ve bir çırpıda söylenivermiş kolaylığıyla oluşturulmuş izlenimi veren bu beyitte ise, aşık sevgiliyi yaptığı eziyetlerden dolayı insafa davet etmektedir. Aşık, dünyaya günahsız gelindiğini, giderken de günahsız gidilmesi gerektiğini belirterek aşığının cevrine sitem etmektedir. Günahsızlık, sevgilinin eziyet etmeyip günaha girmemesiyle mümkün olacaktır. Aşık da bu durumdan dolaylı olarak kendine pay çıkarmaktadır. Aşığın sitemi gitmek-gelmek, geliş-gidiş, masum-günah tezatları ve istifhamla örülmüştür: Pür-güneh gitmek neden maʿṣūm geldik dünyeye Munṣifāne baḳ uyar mı ol gelişle bu gidiş (G.56/2) Sevgili, bu beyitte cennetin kubbesindeki/gökyüzündeki yavru kırlangıçlara benzetilmiştir. "Âşiyân-sâz-ı kadîm" alışılmadık bağdaştırmalardan biri olup eski zamanların yuva yapanı demektir. Kırlangıç, insan olmayan yerde yaşamayan ama insana da belli bir mesafede duran ve ayrıca Hz. Peygamber tarafından öldürülmesi yasaklanmış bir kuştur. Ürkekliğiyle klâsik şiirde acizliğin ve güçsüzlüğün sembolüdür (Ceylan 2007, 168). Hz. Adem cennetten Serendib'e, Havva Cidde'ye atıldığında aralarında kırlangıç vasıtasıyla haberleşmişlerdir. Bu hizmetine karşılık Adem tarafından kırlangıca kıyamete kadar insanoğlunun evlerinde yuva yapma imtiyazı verilmiştir. (Onay 2009, 288) Beyitte "âşiyân-sâz-ı kadîm" terkibiyle bu olaya telmih yapılmıştır. Uçmak (uçmag) aynı zamanda cennet anlamına gelmektedir ve beyti çift anlamlı okumaya müsait bir hale getirmektedir: Sen piristū-beççegān-ı saḳf-ı firdevsī idüñ Āşiyān-sāz-ı ḳadīm ol perr aç uçmaġa çalış (G.56/3) "Gönül ceylan gözlü güzelle dostluk kurdu, görenler bunu Mecnûn'un ceylanla dostluğu sanarlar" şeklinde nesre çevirebileceğimiz bu beyitte, aşık kendini Mecnûn'a, sevgilisini ceyrana benzetmektedir. Leyla ile Mecnun hikayesinde Mecnun bir ceylanın hayatını kurtarır, o saatten sonra ceylanlar Mecnun'a yoldaşlık eder. Nihayet Mecnun öldüğünde, onu kucağında bir ceylan olduğu halde görürler (Durmuş 2003a, 160). Ceylanlar yabani ve ürkek hayvanlardır, insanlara yakınlık göstermezler. Şair mezkur hikayeye telmihle ceylanın ülfetini ancak ölümle birlikte vermektedir. Külfetsiz ve sade söyleyiş güzelliğini bu beyitte de görebilmekteyiz: 35 Ol çeşmi āhūya ki dil ünsiyyet eyledi Mecnūn yanında ülfet-i ceyran ṣanur gören (G.88/2) Alışılmamış hayaller yaratmak Sebk-i Hindî şairlerinin en büyük özelliğidir. Aşağıdaki beyitte göre bunun güzel bir örneğini görmekteyiz. "Sevgilinin hançer yarasına yarayı iyileştirmek için fitil koymayı aşıklar ne yapsın? Bu yara, can ve gönül gözüne açılan kutsal bir kapıdır" şeklinde nesre çevirebileceğimiz bu beyitte, hançerin yarasının can ve gönül gözüne açılan bir kapıya benzetilmesi sıradışı bir ifade ediş biçimidir: Ḫancerüñ zaḫmına ʿuşşāḳ fetīli n'etsün Çeşm-i cān u diline açılıyor ḳutlu ḳapu (G.89/2) Divan şairleri kişisel yaratımlarını, hayallerini ve yaşadıkları dünyanın estetik tecrübelerini aktardıkları şiirlerine eleştirel düşüncelerini de eklemekten geride durmamışlardır. Ancak bu edebiyatın cereyan ettiği muhitin sonu çok ağır cezalandırmalara, sürgünlere, tımar ve caizelerin kesilmesine ve hatta idamlara sebep olabilecek ağırlığının vermiş olduğu kaygı ve endişe sebebiyle şairler eleştirilerini nizahla birlikte verme yoluna gitmişlerdir (Çiftçi 1998, 144). Mizah, düşünceleri şaka ve nüktelerle süsleyerek anlatan söz ve yazı çeşidi olarak tarif edilmekle birlikte zaman içinde daha ağır türleri de içine alan bir terim haline gelmiştir. Mizahta temel hedef güldürmedir ancak çok defa güldürmenin altında fert ve toplumdaki aksaklıkları, çirkinlikleri eleştirme ve iğneleme, düzeltme amaçlarını taşıması özelliğiyle bir sosyal eleştiri vasıtası durumundadır. Edebiyat ilişkilerinden hareketle toplumsal olanı açıklamak, toplumsal ilişkilerle edebiyat ilişkilerinin buluşma noktalarını analiz etme imkanı bulunabilmesi açısından sosyal eleştiri barındıran şiirlere de göz atmak gerekir. Füzûnî divanındaki 61. gazelde bu eleştiriyi görebilmekteyiz. "Gün geçmiyor ki yaradılışları bir leopar kadar yırtıcı tipler ortaya çıkmasın. (Nasıl bir zamana düştük?) Her doğan Aslan burcunda mı doğuyor nedir?" şeklinde nesre çevirebileceğimiz ilk beyitte şair dönemindeki kötü kişilerden hayretle şikayet etmektedir. Güneşin aslan burcunda doğması kutluluk ve kudret alametidir. 36 Füzûnî'ye göre, mezkur kişiler ve kötülükleri, zulümleri o kadar çoktur ki bunların hepsi Aslan burcunda doğmuş olsa gerektir. Çünkü kaplan huylu (saldırgan, kötü) kimseler, doğan güneşin etrafı aydınlatıp yarattığı aydınlık ve farkındalığa benzer, günden güne herkes tarafından duyulup öğrenilmektedir. Beyitte "peleng" kelimesi ironiktir. Peleng kaplan, leopar anlamına gelmekle beraber "bekleyen yiyeceklerin üzerinde oluşan küf" anlamına da gelmektedir. Kötülükle birlikte köhnemiş zihniyete ve bu zihniyetteki insanlara bu anlamda da bir eleştiri söz konusudur: Bulmada gün-be-gün eşḫāṣ-ı peleng-ḫūy şüyuʿ Her ṭoġan burc-ı Esed'den mi eder yoḳsa ṭulūʿ (G.61/1) İkinci beyit, bir kitap ve onu tamamlayan cüzleri ve şirazesi motifi üzerine kurgulanmıştır. Cahiller, yaptıklarıyla toplumun düzenini o kadar bozmuş ki, ne babaların çocuklarıyla ne de çocukların babalarıyla bağlantısı kalmıştır. Böylelikle, geçmişle gelecek nesil arasındaki bağın kopmasına neden olmuşlar, adeta toplumun zürriyetini kurutmuşlardır: Bozdı şīrāzesini eyledi ebter cühelāʾ Ḳaldı bī-rābıṭa eczā-yı uṣūl ile fürūʿ (G.61/2) Füzûnî 3. beyitte ise eleştirisini spesifik bir hale getirmektedir. "Çiftçinin gözyaşı taneleri yerde kalır mı sanıyorsun? O zehirli gözyaşı tohumu gör bak ne bitirir" şeklinde nesre çevrilebileceğimiz beyitte, o dönemde köylülere yapılan birtakım haksızlıkları sezmek mümkündür. Çiftçi ağlatılmıştır. İnsanın içinde biriken sıkıntılar, dışarıya gözyaşı olarak yansır. Çiftçiye yapılan haksızlık ya da kötü muamele öyle çok ve üzücüdür ki, çiftçinin gözyaşları adeta zehir saçmaktadır. Zehir saçan tohum ise topraktan ancak zehirli şeyler bitirir. Şair, zehirli şeyler bitirme motifiyle yapılan haksızlığın bir şekilde karşılık bulacağını bizlere sezdirmektedir. Burada bitirmek kelimesini "bitkinin yetişmesini sağlamak" anlamı yanında "tükenmek, sona ermek" anlamıyla da kullanımı mümkündür. Bu anlamdaki okumayla "Çiftçinin gözyaşı tohumları yerde kalır mı sanıyorsun, gör bak sonunda toprağı nasıl öldürür" anlamı çıkmaktadır: 37 Yerde mi ḳalsa gerek dāne-i eşk-i dihḳān Göresin ne bitirür toḫm-ı zehir-pāş-ı dumūʿ (G.61/3) Gazelin dördüncü beytini, "Bu halimizle pısırık hayvanlar bile bizden iyidir! Onlar hiç olmazsa yarının kaygısını çekiyor, biz ise günü kurtarma peşindeyiz." şeklinde nesirleştirebiliriz. Helû, Kur'ân-ı Kerîm'de Meâric suresi 19. ayette geçen mücmel kelimelerden biri olup "hırslı, aç gözlü, sabrı az" anlamına gelmektedir. Buna göre hayvân-ı helû de "sabırsız, hâris hayvan" anlamına gelir. Gam-ı ferdâ ise "yarının tasası" demektir. Şair toplumdan; toplumun kötülükler karşısındaki acizliğinden ciddi bir biçimde şikayet etmektedir: Ġam-ı ferdāyı çeker ol biz ise ġam-keş-i sāl Bu ṣıfatla hele bizden eyü ḥayvān-ı helūʿ (G.61/4) Gazelin, "Ey Füzûnî, ateşler içinde kavrulan gönlümüzde yine de bu ümitle dua eksik olmaz: Boşu boşuna yanan mumlar sönsün ve artık bütün ihtişamıyla yalnız devlet meşalesi parlasın" şeklinde nesirleştirebileceğimiz son beytinde şair içi yansa da ümidini yitirmemiştir ve bu ümitle dua etmektedir. Beyitte meş'al, şümu' kelimeleriyle iştikak, bunlara sûzân kelimesinin eklenmesiyle tenâsüp; yana ve söne kelimeleriyle de tezat sanatları yapılmıştır: Bu ümīd ile Füzūnī dil-i sūzānda duʿā Ki yana meşʿal-i devlet söne bīhūde şümuʿ (G.61/5) Anlam ve ses kurgusu bakımından başarılı bulduğumuz, sosyal eleştiriyi barındıran bir diğer beyit ise 85. gazelde karşımıza çıkmaktadır. Bu beyit "Fitnelerin kan saçan kılıcı göğüsleri dilimledi, fitne taşları ufukların sırrını kırdı" şeklinde nesre çevrilebilir. Fitne, "insanın akıl ve kalbini hak ve hakikatten saptıracak şey; karışıklık, kargaşa" anlamlarına gelmektedir. Sır ise "gizli gerçek, herkesçe bilinmeyen iş, Allah'ın akıl ermeyen hikmeti" anlamlarına gelir. Aynı zamanda "aynaların arkasına sürülen ince tabaka" anlamındadır. İlk mısrada fitne sineleri dilimleyen kanlı bir hançere, ikinci mısrada ufukların sırrını kıran bir taşa benzetilmiştir. Ufuklar ise aynaya teşbih edilmiştir. Buna göre, şairin dönemindeki kargaşa ve kaos herkesçe bilinmeyen sırların ortaya dökülmesine ve bazı insanların 38 ölümüne neden olmuştur. Bu durum Sebk-i Hindî'ye yaraşır bir kurguyla beyitte ifade edilmektedir. Fonetik açıdan beyitte art arda karışık bir biçimde bulunan "s, ş, h, r" harfleri, fitne taşının ufukların sırrını kırması ile hançerin sineleri dilimlemesi seslerini bizlere vermektedir: Sīneler şerḥaladı ḫançer-i ḫūn-pāş-ı fiten Sırr-ı āfāḳı şikest eyledi pek ṭaş-ı fiten (G.85/1) Sosyal eleştirinin yer aldığı bir diğer beyit 92. gazelde yer almaktadır. Oldukça sade bir dille tertip edilen bu beyitte şair yaşadığı hayal kırıklığından dem vurmaktadır. Dünya bağında herkes arzu meyvesini elde etmiş, emeline nail olmuştur. Buna karşılık şair, şeftaliye teşbih ettiği kendi güzel arzularının gerçekleşmesini beklerken bahtına ayva çıkmıştır. Ayva, günümüzde kullandığımız ayvayı yemek (kötü duruma düşmek, işi bozulmak) deyiminde olduğu gibi olumsuz özellikler barındıran bir meyve kabul edilmiştir. Ayva yâhut eyva, aynı zamanda "eyvah" anlamını da barındırmaktadır. Bu tevriyeli kullanımda, şeftali umarken nasibe ayva çıkması hem mizahi bir anlatım biçimi, hem de divan şiirinde farklılık yaratan bir kurgulamadır: Felek bāġında erişdi ḳamuya mīve-i ümmīd Göñül şeftālū umarken erişdüm ben gör ayvaya (G.92/6) 3.3. Etkilendiği Şairler İslam kültür dairesinde şekillenen şiir geleneğinde bir şairin diğerinden etkilenmemesi pek mümkün görünmemektedir. Bizim coğrafyamızda şiirle iştigal eden şairlerin bilhassa Mevlânâ, Süleyman Çelebi, Ahmed-i Dâî, Kadı Burhâneddin, Ali Şir Nevâyî, Fuzûlî gibi büyük şairleri okumuş olmaları, şiir söylemeden önceki asgari şarttır denilse hata edilmiş sayılmaz. Bununla beraber sanatı ve üslûbu beğenilen ya da örnek alınan şairlerin şiirlerine nazire söylemek klâsik şiirde gelenek haline gelmiş bir tutumdur. 39 Şiirde kendine Örfî ve Selman'ı örnek aldığını bizzat ifade eden Füzûnî'nin diğer şairlerle olan benzerliklerini, etkilendiği şairleri ve varsa diğer şairlere yazmış olduğu nazireleri tespit edebildiğimiz kadarıyla aşağıda belirtmeye çalışacağız. Bir Sebk-i Hindî şairi olan Füzûnî'nin şiirleri, araştırmalarımıza göre XV. ve XVI. yüzyıldan Necati Bey, Ahmed Paşa, Avnî, Taşlıcalı Yahya Bey ve Fuzûli'nin; çağdaşı şairlerden ise Şeyhülislam Yahya, Şeyhülislam Bahâyî ile Nef'î'nin şiirleriyle benzerlik göstermektedir. Özellikle aynı yüzyılda yaşamış şairlerde kimin kime nazire yazdığının tespitinin çok güç olduğunun bilinciyle, tespit edebildiğimiz benzerlikler ve etkilenmeler matla beyitleri verilmek suretiyle şöyledir: Necati Bey'in, Var iken cānāne göñlüm cāna olmaz āşinā Şemʿi ḳoyup ġayr ile pervāne olmaz āşinā (Nc.G.17/1) matlaı ile başlayan gazeli ile Füzûnî'nin Divan'ındaki ilk gazeli birbirine çok benzemektedir: Hüsn-i ḫirfet-ḫˇāh nā-çespāna olmaz āşinā Şemʿa bülbül ġonçeye pervāne olmaz āşinā (G.1/1) Yine Necati Bey'in, Cām-ı hecrüñ nūş ider mestāneler gördüñ mü hiç Yoluña cānlar virür mestāneler gördüñ mü hiç (Nc.G.39/1) matlalı gazeli ile Füzûnî'nin 12. gazeli birbirine benzemektedir. Ḫūn-ı dilde ʿaks-i ḫāl-i ʿanberīn gördüñ mü hīç Āl-i vālāya ṣarılmış müşk-i çīn gördüñ mü hīç (G.12/1) Necati Bey divanında yer alan 559. gazel ile Füzûnî divanındaki 108. gazel birbirine benzemektedir: 40 Olmaz cihānda çün güzelim yār-ı cān iki Baña seni gerek seni cān bir cihān iki (Nc.G.559/1) Yek dāne ḫāl lebüñde çeşme-i ḥayvān iki Vermem efendi kimseye cān bir cihān iki (G.108/1) Ahmed Paşa divanındaki "güler" redifli 101. gazel ile Füzûnî'nin 33. gazeli şöyledir: Aġladuġumca ben ol şūḫ-ı sitemkâr güler Bir olup düşman ile her nefes oynar güler (Ah.G.101/1) Āh u eşkimle o gül-çihre-i fettān güler Ṣanki jāleyle ṣabādan gül-i ḫandān güler (G.33/1) Fuzûli divanındaki 106. gazel ile Füzûnî'nin 23. gazeli: Gūşe-i ebrūlarından çeşm-i cādūlar mıdur Yoḫsa girmiş yaya tīr-endāz hindūlar mıdur (Fz.G.106/1) ʿĀrıżuñ üzre olan ol ḫāl-i ʿanber-bū mıdur Yā ḥarīm-i Kaʿbe'de bir kaç nefer Hindū mıdur (G.23/1) Fuzûlî'nin "henüz" redifli 110. gazeli ile Füzûnî'nin 46. gazeli: ʿĀlem oldu şād senden men esīr-i ġam henüz ʿĀlem etdi terk-i ġam mende ġam-ı ʿālem henüz (Fz.G.101/1) Olmamışken cāme-i ġam pūşiş-i Ādem henüz Çāk çāk-ı dūş idi baña libās-ı ġam henüz (G.46/1) Fuzûlî'nin "garaz" redifli 134. gazeli ile Füzûnî'nin 59. gazeli birbirine benzemektedir: 41 Ḥalḳa ḥūblardan viṣāl-i rāḥat efzādur ġaraż ʿĀşıḳa ancaḳ taṣarrufsuz temāşādur ġaraż (Fz.G.134/1) Āmed ü reft-i cihāndan kūy-ı dil-berdür ġaraż Kāviş-i kān-ı maḥabbetden o gevherdür ġaraż (G.59/1) Fuzûlî'nin "senün" redifli 154. gazeli ile Füzûnî'nin 72. gazeli: Öyle raʿnādur gülüm serv-i ḫırāmānuñ senüñ Kim gören bir gez olur elbette ḥayrānuñ senüñ (Fz.G.154/1) Dil-berā şol ān-ki gördük gül gibi rūyuñ senüñ Göñlümüz etdi perīşān zülf-i ḫoş-būyuñ senüñ (G.72/1) Şeyhülislam Bahâyî divanındaki "olmak gerek" redifli 19. gazel ile Füzûnî'nin 71. gazeli şöyledir: Mübtelā-yı ʿaşḳ o deñlü derd-nāk olmaḳ gerek Kim dem-i cān-baḫş-ı Īsā'dan helāk olmaḳ gerek (Ba.G.19/1) Cevr eden cāna dilā bir āfitāb olmaḳ gerek Baş egmez ʿāleme ʿālī-cenāb olmaḳ gerek (G.71/1) Avnî divanındaki 6. gazel ile Füzûnî divanındaki 13. gazel birbirine benzemektedir. Her zemân ʿāşıḳlara varmaḳ der-i cānāna güç ʿArż-ı ḥāl etmek gedālar ḥaẓret-i sulṭāna güç (Av.G.6/1) Cevr-i maḥż eylese dil-ber ʿāşıḳ-ı pür-zāra güç Ārzū-yı būs u āġūş etse ʿāşıḳ yāra güç (G.13/1) Yine Avnî divanındaki 42. gazel ile Füzûnî'nin 72. gazeli de birbirine benzemektedir: 42 Ey perī ḥüsn ile çün germ oldı bāzāruñ senüñ Âfitāb u māh oldılar ḫarīdāruñ senüñ (Av.G.42/1) Dil-berā şol ān-ki gördük gül gibi rūyuñ senüñ Göñlümüz etdi perīşān zülf-i ḫoş-būyuñ senüñ (G.72/1) Taşlıcalı Yahya Bey divanındaki "aşina" redifli 7. gazel ile Füzûnî divanındaki ilk gazel birbirine benzemektedir: Dostum ṣoyınmayan deryāya olmaz āşinā Māsivādan geçmeyen Mevlā'ya olmaz āşinā (Yb.G.7/1) Hüsn-i ḫirfet-ḫˇāh nā-çespāna olmaz āşinā Şemʿa bülbül ġonçeye pervāne olmaz āşinā (G.1/1) Yahya Bey divanındaki 59. gazel ilde Füzûnî divanındaki 37. gazel benzerlik bakımından şöyledir: Ġanīdür ʿaşḳ ile göñlüm ne mālüm ne menālüm var Ne vaṣl-ı yāra ḫandānam ne hicrāndan melālüm var (Yb.G.59/1) Ne bār-ı miḥnet ü ġam çekmege cismümde ṭāḳat var Ne ḫavf-ı ŝıḳletümden yāre ʿarż-ı ḥāle ḳudret var (G.37/1) Yahya Bey divanında tespit edebildiğimiz son benzerlik 111. gazel ile Füzûnî'nin 29. gazelidir: Şeb-i ḥasretde gören tīġıñı pehlūya çeker Bir zamān oldı begüm her kişi kendüye çeker (Yb.G.111/1) Rind-i mey-ḥˇāre ki defʿ-i ġama ṣahbāyı çeker Gūyiyā ḫaṣmına şemşīr-i ṣaf-ārāyı çeker (G.29/1) 43 İncelemelerimize göre en çok benzerlik Şeyhülislam Yahya divanında karşımıza çıkmıştır. Şeyhülislam Yahya divanındaki 147. gazel ile Füzûnî'nin 48. gazeli birbirine benzemektedir: Göñül zülfindeki her bir şikenden nā-ümīd olmaz O sevdālar anı seyyāḥ-ı Çīn itmek baʿīd olmaz (Ya.G.147/1) Bizi dūr etse vaṣlıñdan yine dil nā-ümīd olmaz Iraḳdan merḥabā ḳılsa bize dil-ber baʿīd olmaz (G.48/1) Sevgilinin vasıflarının istifham ve tecâhül-i ârifâne ile kurgulanarak sunulduğu Şeyhülislam Yahya divanındaki 128. gazel ile Füzûnî'nin 23. gazeli şöyledir: Ḫaṭ mıdur gird-i ruḫuñda sebze-i cennet midür Yā cemālüñ musḥafında āyet-i raḥmet midür (Ya.G.128/1) ʿĀrıżuñ üzre olan ol ḫāl-i ʿanber-bū mıdur Yā ḥarīm-i Kaʿbe'de bir kaç nefer Hindū mıdur (G.23/1) Şeyhülislam Yahya divanında yer alan "garaz" redifli 167. gazel ile Füzûnî'nin 59. gazeli de birbirine benzemektedir: Ḥācınun maḳṣūdı Kaʾbe bana kūyundur ġaraż Fikri cennet zāhidün ʿuşşāḳa rūyuñdur ġaraż (Ya.G.167/1) Āmed ü reft-i cihāndan kūy-ı dil-berdür ġaraż Kāviş-i kān-ı maḥabbetden o gevherdür ġaraż (G.59/1) Bir diğer benzerlik ise Şeyhülislam Yahya divanındaki 188. gazel ile Füzûnî divanındaki 72. gazeldir: Revnaḳ-ı ḥüsnüñ degül mi ʿanberīn gīsū senüñ Görme bir anuñla tekdür sünbül-i ḫoş-bû senüñ (Ya.G.188/1) 44 Dil-berā şol ān-ki gördük gül gibi rūyuñ senüñ Göñlümüz etdi perīşān zülf-i ḫoş-būyuñ senüñ (G.72/1) Şeyhülislam Yahya divanındaki 219. gazel ile Füzûnî'nin 76. gazeli iki şair arasındaki tespit edebildiğimiz son benzerlik olarak ortaya çıkmaktadır: Giyinüp sürḫ libās içine al üstüne gül Jāleden cāmesinün dizdi leʿāl üstüne gül (Ya.G.219/1) Ne güzel düşmiş o nev-ḫaṭṭ ruḫ-ı āl üstüne gül Yeridür bitse çemenzār-ı cemāl üstüne gül (G.76/1) Füzûnî'nin gazelleri, çağdaşı ve çağının bilhassa kasidede en kudretli şairi Nef'î ile de benzerlik göstermektedir. Nef'î divanındaki 4. gazel ile Füzûnî divanındaki 5. gazel şöyledir: Nice mest olmasın ʿāşıḳ felek peymāne ġam ṣahbā Münāsib bezm-i ʿaşḳa ḥaḳ bu hem peymāne hem ṣahbā (Nf.G.4/1) Eger yād-ı leb-i mey-gūnuña nūş etmeyim ṣahbā Eder her ḳaṭresin bir aḫker-i dil-sūz o dem ṣahbā (G.5/1) Bir diğer benzerlik Nef'î'nin "güç" redifli 26. gazeli ile Füzûnî'nin 13. gazelidir: Ölmek āsān ʿāşıḳa bir dem firāḳ-ı yār güç Böyle müşkil derd esīri ḫasteye tīmār güç (Nf.G.26/1) Cevr-i maḥż eylese dil-ber ʿāşıḳ-ı pür-zāra güç Ārzū-yı būs u āġūş etse ʿāşıḳ yāra güç (G.13/1) Nef'î divanındaki 50. gazel ile Füzûnî'nin 49. gazeli: 45 Ṣahbā yerine zehr-keşān-ı ġam-ı ʿaşḳız Reşk etme bizim cāmımıza biz Cem-i ʿaşḳız (Nf.G.50/1) Biz cürʿa-feşānende-i peymāne-i ʿaşḳuz Sāġar-keş ü şaḥne-küş ü mestāne-i ʿaşḳuz (G.49/1) Nef'î divanındaki 62. gazel ile Fuzûnî'nin 66. gazeli, tespit edebildiğimiz son benzerlik olarak şöyledir: Ḥaẓẓ eder dil ġam-ı cānān ile bītāb olıcaḳ Ol ṣafāyı bulamam mest-i mey-i nāb olıcaḳ (Nf.G.62/1) Sitemi defʿ ede ʿādilde ki iẕʿān olıcaḳ Ẓulmeti zāʾil eder mihr dıraḫşān olıcaḳ (G.66/1) 46 4. DİVANIN İÇERİĞİ Şairin incelediğimiz divanı mürettep olup içinde 8 kaside, 114 gazel (1'i Farsça), 1 mesnevi (Gül-i Sad-berg), 2 terkib-i bend, 17 kıta (1'i Arapça ve 2'si Farsça), 3 matla ve 35 tarih manzumesi bulunmaktadır. 4.1. Kasideler Divan'da 8 kaside bulunmaktadır. İlk kaside Hz. Muhammed için kaleme alınan bir naattir. Toplam 73 beyit olup aruzun "fâ'ilâtün, fâ'ilâtün, fâ'ilâtün, fâ'ilün" vezniyle yazılmıştır. < Tahrip olmuş kısım > Yine deryā ṭonduġun görsün cihānuñ gözleri (K.1/1) beyti ile başlayan kasidede şair nefsin kötü bir şey olduğunu, heves ve hırsla dolu olan kalbinden dolayı pişmanlık duyduğunu belirtir ve Hz. Peygamber'i övmek için bu naati kaleme aldığını söyler. Naati yazacağı defterin aharını kızıl renkli şafaktan aldığını, kaleminin ucunu Zülfekâr ile açtığını, likayı hurilerin saçından oluşturduğunu, defteri mıstarlamak için Îsâ'dan iğne ve Zühre yıldızından çaldığı çengin altın tellerini aldığını, defterin cetvelini altın ve gümüşten Müşteri yıldızına çektirdiğini ve yazacağı naatte söyleyeceği el değmemiş cümleler için Mirrîh'i bekçi tayin ettiğini söyleyerek naate başlar: Çün müheyyā oldı esbāb-ı kitābet şemm idüñ Micmer-i naʿt-ı nebīden pāk ü ḫoş-bū ʿanberi (K.1/21) Kasidedeki övgü peygamberin özellikleri, mucizeleri, katıldığı savaşlar ekseninde devam eder. Hz. Muhammed'i insanların bozulan kanına şifa vermek için damarlara atılacak bir neşter olarak vasfeden şair: Rūḫ-ı pāk-i aḳdesün tervīḥ ü taʿṭīr eylesün Būy-ı āsāyiş-fezā-yı nūr-ı “Allāh Ekber”i (K.1/73) 47 beytiyle, yüce Allah'ın nurunun insanlara güven veren, emniyeti arttıran kokusu O'nun kutsal ve temiz ruhu şahsında etrafa yayılsın, diyerek kasideyi sonlandırır. Şairin mahlası 70. beyitte yer almaktadır. Divan'daki ikinci kaside Salih Paşa için kaleme alınan bir medhiyedir. Aruzun "fe'ilātün, fe'ilātün, fe'ilātün, fe'ilün" vezniyle kaleme alınmış olup 46 beyitten oluşmaktadır. Şafaḳ içinde seḥer mihr olıcaḳ şīr-süvār Āteşī esb-ile ṣān etdi Siyāvuş güẕār (K.2/1) beytiyle başlayan kasidede ilk 11 beyitlik teşbib bölümünden sonra, Hz. Peygamber'in şeref bahşeden şeriatinin takipçisi, din ve devletin başı Salih Paşa'dır, denilerek onun övgüsüne geçilir. Paşa'yı şeriatin İskender aynasını elinde tutan olarak tasvir ederek ileri görüşlülüğünden ve adaletinden bahsettikten sonra 21 numaralı girizgah beytinden sonra 22. beyitle kendi övgüsünün yer aldığı fahriye bölümüne geçer: Çoḳ-mıdur gülşen-i iḳbāle bir iki bülbül K'ideler naġme-i dil-keş ile bānġ-i güftār (K.2/21) Anlarıñ birisi de ben ḳuluñam sulṭānum Neŝr ile Õˇāce vü naẓm ile Ëahīr-i eşʿār (K.2/22) Kendini aydın yanaklı hurilerin ziyneti, cihan nazmının incisi olarak öven şair 29. beyitle birlikte 5. beyitlik tegazzül bölümüne geçer: Çemenistānı ḫazān etdi yine zerd ü nizār Yereḳān zaḥmetine uġradı gūyā eşcār (K.2/29) Bu gazel, makta beyti değiştirilmiş halde divanda 22. gazel olarak yeniden yer almaktadır. Gazelden sonra şair kendisi için istekte bulunur. Zeamet sahibi olduğunu ancak bunun yetersiz olduğunu, ayrıca bir tımar alırsa derdine deva bulacağını belirterek: 48 Ḳaṣr-ı iḳbāl müşeyyed der-i devlet meftūh Bedreḳa Ḫıżr u ẓafer rāh-ber ü ṣıḥḥat yār (K.2/46) beytiyle kasideyi bitirir. Divan'daki üçüncü kaside "Der-Ta'rîf-i Menkabet-i Muhammed Paşa bâ- Şeref-i Mühr Der-Âmeden-i Şâm Dâde Şüd" başlığı taşımaktadır. Sultanzâde Mehmed Paşa için yazılan bir medhiyedir. Aruzun "mefâ'ilün, fe'ilâtün, mefâ'ilün, fe'ilün" vezniyle kaleme alınmış olup toplam 46 beyittir. Ḫarābe-i ʿademe gitdi būm-ı şūm-liḳā Vücūda geldi hemān bülbül-i ḫuceste-ṣadā (K.3/1) beytiyle başlayan kasidede ilk 17 beyit teşbib bölümünden sonra Mehmed Paşa'nın övgüsüne iki beyitlik girizgahtan sonra girilir: Degül şeb içre nümāyende kirmek-i şeb-tāb Şerāredür ki gül-i āteşīn eder peydā (K.3/18) Gülüñ o mertebede bülbüle muḥabbeti var Ki etdi her varaḳın sāyebān-ı sürḫ-āsā (K.3/19) Miŝāl-i Āṣaf-ı gül-rūy-ı bāġ-ı sulṭānī Ki zīr-i sāye-i şefḳatlerindedür ġurabā (K.3/20) Mehmed Paşa'nın bilgisi, görgüsü ve kahramanlıkları methedildikten sonra konu merhametli oluşuna ve ihtiyaç sahiplerine olan inayetine gelir. Mahlasın da yer aldığı 40. beyitle beraber şair Paşa'nın lutfundan dilenmektedir: Füzūnī daḫı civārında nān ümīd eyler Ḳarīb-i şīr olan elbet olur nevāle-rübā (K.3/40) Ẕekāt-ı luṭfıña muḥtāc eger murāduñ ise Faḳīr-i mūcib-i şefkat ḳapudayın ḥālā (K.3/41) 49 42. beyitte ise bu isteğini Paşa'yı ince bir teşhisle överek dile getirmektedir: Şahādet eyler idi ilmüñ ile maʿrifetüñ Faḳīr-i bī-mededem deyü eylesem daʿvā (K.3/42) Övgüsüne devam eden Füzûnî son beyitte sağlık temenni ederek nazmını sona erdirir: Libās-ı ṣıḥḥat ile bula cismi ārāyiş Sürūr u behcet ile ola ḳalbi cilve-fezā (K.3/46) Divandaki 4. kaside Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine yazılmış bir mersiyedir. Aruzun "fe'ilātün, fe'ilātün, fe'ilātün, fe'ilün" vezniyle kaleme alınmış olup 50 beyitten oluşmaktadır. Mersiyeler genellikle terci-i bend veya mesnevi nazım biçimlerinde yazılmakla birlikte şair kaside formunu tercih etmiştir. Ancak kaside direkt feleğe şikayetle: Yeter ey çarḫ-ı denī ʿaksine devrān etdüñ Biz vefā ister iken cevr-i firāvān etdüñ (K.4/1) beytiyle başlayıp aynı duygularla Paşa'nın ölümünden duyulan üzüntünün çeşitli ifadeleriyle devam eder. Paşa asılarak öldürülmüştür. Felek Nemrud'a, Paşa Hz. İbrahim'e benzetilir: Ḳatı Nemrūd'sun ey çarḫ Ḫalīl-i keremi Mancınıḳuñla atup sūziş-i nīrān etdüñ (K.4/3) İlk 19 beyit boyunca merhumun kıymetinin bilinmediğinden, onun ölümüyle sevenlerinin öksüz kaldığından, alemin viran olup huzur kuşunun uçtuğundan bahsedilir. 20. beyitle birlikte kendine yönelen şair, kırk yıldır şiir üzerine kalem oynattığını, zamane şairlerinden yüz çevirip Örfî ve Selmân'a gıpta ettiğini, nazım ve inşada zevk ehli insanların ağızlarını tatlandırdığından bahseder: 50 Ey felek bāng-ı ṣarīr-i ḳalemüm ḳırḳ yıldur Gūş-ı ṣāḥib-hüner ü zümre-i ʿirfān etdüñ (K.4/20) Vāṣıf-ı menḳabet-ārā-yı zamāne dursun Baña sen ġıbṭager-i ʿÖrfī vü Selmān etdüñ (K.4/21) Naẓm u inşāda ney-i ḫāme-i şīrīnüm ile Dehen-i ehl-i meẕāḳı şekeristān etdüñ (K.4/22) 25 ilâ 30. beyitlerde kasideyi sunduğu kişiye yönelerek kıymetinin bilinmediğinden, hüner ve fazilet sofrasında güzel şeyler yiyen biri olarak tanımladığı kendisinin ekmek dilencisi edildiğinden bahseder. 41. beyitle birlikte lütuf dilenen şair 44. beyitte isteğinin adını koyar: Bir kitābetle ḳuluñ ʿabd-i mekātib eyle Müstaḳīm olanı çün zīnet-i dīvān etdüñ (K.4/44) 47. beyitle birlikte dua etmeye başlayan şair uzun süredir sıkıntıda olduğunu belirtir, inayet dileğini yineleyerek kasideyi bitirir: Et duʿā gevherün īŝār Füzūnī durma Ḳalemüñ çünki güher-bār u dür-efşān etdüñ (K.4/47) Ver aña devlet-i ṣıḥḥatle şifā-yı ṣadrı Niçe gündür ki bu ṣadrı ten-i bī-cān etdüñ (K.4/50) Divan'da yer alan 5. kaside Sultan IV. Murad için yazılmış 20 beyitlik bir kasidedir. Aruzun "fâ'ilâtün, fâ'ilâtün, fâ'ilâtün, fâ'ilün" vezniyle yazılmıştır. Şair, nesip bölümü olmaksızın direkt kasideye ve duaya başlamıştır: Her ḳaçan māh-ı ṣıyāmıñ āḫirinde ola ʿīd Her şebüñ ḳadr ola vü rūzuñ ola rūz-ı saʿīd (K.5/1) 51 Şemʿ-i māh-ı ṣavmla döndükçe fānūs-ı felek Eylesün eşkāl-i āmālüñ müşaḫḫas ol Mecīd (K.5/2) Sultan'a 3. beyitte başlayan övgü 18. beyte kadar devam etmektedir. Son iki beyitte şair yeniden dua ederek kasideyi sona erdirir: Ḥırz-ı cānumdur duʿā-yı devletüñ etmek baña Rūḥısun rūḥ olmasa zīrā ki ten olmaz müfīd (K.5/19) Nice ṣavm u nice ʿīde vāṣıl etsün Ḥaḳ seni Dergehüñde bendeñ olsun dāʾimā peyk-i nüvīd (K.5/20) Divanda yer alan 6. kaside, Sultan IV. Murad adına kaleme alınmış bir tuğraiyyedir. Aruzun "mefāʿīlün, mefāʿīlün, fe'ûlün" vezniyle yazılmış olup toplam 32 beyittir. Ziḥī ṭuġrā-yı ġarrā-yı şehāne Nüfūẕ-ı ḥükmi cārīdür cihāne (K.6/1) beytiyle başlayan kaside, tuğranın genel görünüşü etrafında geliştirilen kuş imajıyla sultanın övgüsü iç içe geçmiş bir vaziyette sunulmaktadır: Ne tuġrādur ki bülbül gibi emri Ḳafesden eyler elḥān u terāne (K.6/2) Olur her ḫāne-i maṭbūʿı anıñ Hümā-yı devlete bir āşiyāne (K.6/3) Tuğra metin içinde Hümâ kuşuna teşbih edilir. Tuğrayı oluşturan unsurlardan beyza Anka'ya, beyzanın halkası sultana itaat tasmasına, tuğlar servi ve ardıç ağacına, zülfeler bayraklara, hançere ise yan yana duran iki kılıca benzetildikten sonra padişaha dua edilerek kaside bitirilir: 52 Murāduñ raḫşı rām-ı emrüñ olsun Semend-i devletüñ sür kām-rāne (K.6/31) Vücūduñ bāʿiŝ-i faḫr-i cihāndur Muʿammer eyleye Ḥaḳ fāḫirāne (K.6/32) Divan'daki 7. kaside, Osmanlı devletinin kurucusu Sultan Osman Han için kaleme alınmıştır. Aruzun "fe'ilātün, fe'ilātün, fe'ilātün, fe'ilün" vezniyle yazılmış 30 beyitlik bir kasidedir. Yine nevrūz-ı feraḥ-baḫş u Mesīḥā-demdür Yaʿni kim zinde eden ʿālemi bu ʿālemdür (K.7/1) beytiyle başlayan kasidede nesib bölümü klâsik bir bahariye olup 12 beyit boyunca sürer. 13. beyitle birlikte Sultan'ın övgüsüne geçilir: Tīrinüñ menʿi siper ile olur ẓann etme Ḥāʾil olmaz aña zīrā ḳader-i mübremdür (K.7/13) Heybetünden yedi ḳat çarḫa firār etse ʿadū Heft-ḫˇān gibi geçer anı o bir Rüstem'dür (K.7/14) Kahramanlıklarıyla Rüstem'e ve Nerîmân'a benzetilen padişah için gökteki ay da onun kıymetini ortaya çıkartan bir dirheme teşbih edilmiştir: Keffe-i hālede meh ṣanma ki gerdūn üzre Naḳd-i ḳadrini ʿayār eylemege dirhemdür (K.7/16) Padişahın anlayışı, sözleri ve aklı ise şu şekilde ifade edilmiştir: Ẕihni ḳatında aṣam semʿ-i uḳūl-i derrāk Nuṭḳı yanında zebān-āver olan ebkemdür (K.7/20) 53 Reʾyi vaḳtinde ḳażā ile ḳader maḥcūbı Fikri baḥŝinde belā ile ḫaṭar mülzemdür (K.7/23) 24. beyitle birlikte kendine yönelen şair, sözlerini Allah'ın gayb aleminden ilham alarak söylediğini ifade ettikten sonra yeniden padişahı medhederek kasideyi sonlandırmaktadır: Dāverā Cem-revişā şiʿr-i Füzūnī beñzer Mülhim-i ġaybī-i Ḥaḳ'dan süḫan-ı mülhemdür (K.7/24) Pertev-efrūz-ı zemīn ola muʿaẓẓam ẕātı Neyyir-i rūşen-i baḫtı nitekim aʿẓamdur (K.7/30) Divandaki 8. ve son kaside ise Defterdar Paşa için yazılmış bir medhiyedir. "Der-Medh-i Defterdâr Pâşâ Vâki' Şüdan" başlığı taşıyan kasidede Paşa'nın kimliğiyle ilgili bir bilgi veya ipucu maalesef bulunmamaktadır. Aruzun "fāʿilātün, fāʿilātün, fāʿilātün, fāʿilün" vezniyle yazılan 35 beyitlik bir kasidedir. Şair kasidesine direkt Paşa'yı övmekle başlar: ʿAḳl u dāniş ṣāḥibi dāʿim ferāset gösterür Beñzer ol ḳutb-ı zamāna kim kerāmet gösterür (K.8/1) Şaire göre, Kaf dağı kadar iş yükünü Paşa'ya yükleseler bu yük dahi ona az gelir. Eflâtûn'un fikirlerine ve Aristo'nun önermelerine de ihtiyaç yoktur, çünkü Paşa her işinde zaten fazlasıyla ilim ve hikmet göstermektedir. Devlet atının ayağı israf çivisiyle aksıyorken, merheme teşbih edilen "Paşa'nın göreve gelmesi hadisesi"yle birlikte bu sıkıntılar ortadan kalkmıştır: Etseler bār-ı girān-ı Ḳāf'ı taḥmīl üstüne Cerr-i eŝḳāl-i ẕekāsı aña ḫiffet gösterür (K.8/2) Rāy-ı Eflāṭun u tedbīr-i Aristo istemez Yine her kārında niçe ʿilm ü ḥikmet gösterür (K.8/3) 54 Raḫş-ı devlet mīḫ-i isrāf ile lengī-pā iken Merhem-i reʾy-i ṣafā-baḫş ile ṣıḥḥat gösterür (K.8/12) 28. beyitle birlikte fahriye bölümüne; kendi övgüsüne geçen şair, yazdığı kasideyi düzenlediği bir çiçek bahçesine benzetmektedir. Öyle ki güller onun rengini kıskanmakta, lale hasretle kendini yaralamaktadır. Kevser suyuna teşbih ettiği şiiri o kadar tazedir ve o kadar ferahlık vermektedir ki başka hiçbir şiir ona cevap olamaz, diğerleri ancak acı su vasfındadır. Dāverā gülzār-ı medḥüñ içre bülbül-naġmeyem Ṭabʿım anda şevḳ-i medḥüñle şeṭāret gösterür (K.8/28) Bir zemīn ṭarḥ eyledüm ezhār evṣāfıñda kim Gülde reşk-i reng ü lāle dāġ-ı ḥasret gösterür (K.8/29) Son üç beyitte Paşa'ya dualar eden Füzûnî, 35. beyitle kasideyi bitirir: Ḥaḳ nigehbān-ı umūr-ı devleti olsun ki ol Devletiñ emrinde dāʾim saʿy ü diḳḳat gösterür (K.8/35) 4.2. Mesnevi Divanda yer alan tek mesnevi, "Gül-i Sad-berg-i Füzûnî Înest" başlığıyla 167 beyit tutarındaki bir mesnevi olup aruzun "fe'îlâtün, fe'îlâtün, fe'ilün" vezniyle kaleme alınmıştır. Mesnevi tevhid, naat, cihâryâr-ı güzîn, Şeyhülislam Yahya Efendi'ye medhiye, " hikâyet-i merd-i bâğbân" başlığıyla hikayenin anlatıldığı kısım ve hatime olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Berg-i vaṣṣāle-i eşcār-ı süṭūr Mīve-i naḳle verür böyle ẓuhūr (M.1/61) beytiyle başlayan hikayede bir bahçıvanla küçük bir kuş arasında geçenler anlatılmaktadır. Hikayeye göre bahçıvanın özenle baktığı, İrem bağlarından güzel, gölgelikli bir bahçesi vardır: 55 Bir bāġı var idi ġāyet raʿnā Niçe bāġ bāġ-ı İrem'den aʿlā (M.1/64) Sāyedār olmış idi her şeceri Āfitābuñ yoḳ idi anda yeri (M.1/65) Bir gün bir kuş gelip bahçedeki meyveleri yer: Gördi bir şāḫçede bir mürġek Şecerüñ mīvesin eyler münfek (M.1/94) Bahçıvan bu duruma kızar ve tuzak kurarak kuşu yakalar: Şiddet-i buġżını ḳıldı iʿlān Tele-i mekrini etdi pinhān (M.1/98) Çünki dām-ı tele derkār oldı Murġ-ı āzāde giriftār oldı (M.1/99) Kuş, bahçıvanla kendisini serbest bırakması karşılığında anlaşarak ona şu üç öğüdü verir: Saña üç pend edeyüm gūş eyle Güher-i pendümi mengūş eyle (M.1/108) Birisi ol ki süḫan ola muḥāl İʿtimād eyleme aña fī'l-ḥāl (M.1/109) Biri daḫı gide elden bir kār Fevtine ġam yime anıñ zinhār (M.1/110) Biri de yetmeyesin bir kāre Aña irişmege olmaz çāre (M.1/111) 56 Öğütleri alan bahçıvan kuşu serbest bırakır. Kuş bahçıvanın elinden kurtulunca ona karnında kaz yumurtası büyüklüğünde bir inci olduğunu söyleyerek onu hayıflandırır: Şikemümde benüm ey gūl u saḫaṭ Bir güher var idi çün ḫāye-i baṭ (M.1/120) Bu boş söze inanan bahçıvan kuşu yeniden yakalayabilmek için yalvarır. Bunun üzerine kuş bahçıvanla dalga geçerek verdiği öğütleri hatırlatır ve hikaye böylelikle sona erer. Füzûnî, 166. beyitte mesneviyi yazdığı tarihi vermektedir. Şairin tamiyeli tarih tarifi "gonceden heft varak perrân et" şeklindedir. "Gonce" kelimesinin sayısal değerinden (1058) yedi sayısını çıkardığımızda tarih 1051 (m.1641) olarak ortaya çıkmaktadır: Gül-i Ṣad-bergüme tārīḫ-i melīḥ Ederin tāze ʿibāretle ṣarīḥ (M.1/165) Ġonceden heft varaḳ perrān et Ṣoñra tārīḫin anıñ iẕʿān et (M.1/166) 4.3. Terkib-i Bendler Divan'da kim olduğu hakkında bilgi bulamadığımız Mesut Paşa ile Şeyhülislam Bahâî Efendi için kaleme alınmış, terkib-i bend formunda iki mersiye bulunmaktadır. İlk mersiye "Terci'-i Bend der-Midhat-ı Mes'ud Ağa" başlığıyla verilmektedir. Terci-i bend başlığı taşımasına karşın manzumede vasıta beyti tekrar etmemektedir. Aruzun "fe'ilâtün, fe'ilâtün, fe'ilâtün, fe'ilün" vezniyle kaleme alınmıştır. 54 beyit tutarındaki bu manzume 6 beyitli 9 bentten oluşmaktadır. 57 İkinci mersiye Şeyhülislam Bahâî Efendi için yazılmış olup, aruzun "fe'ilâtün, fe'ilâtün, fe'ilâtün, fe'ilün" vezni kullanılmıştır. 6 beyitli 6 bentten oluşan bu manzumede 4. bentteki iki beytin istinsah sırasında yazımı unutulmuştur. Böylelikle bu mersiye divanda 36 yerine 34 beyit halinde yer almaktadır. 4.4. Gazeller Divan'da 1'i Farsça olmak üzere 114 adet gazel bulunmaktadır. Divan mürettep olup (ŝâ, ḥâ, zâl, ẓâ harfleri hariç) her harften en az bir gazeli bulundurmaktadır. Harfe göre beyit sayıları şöyledir: Elif 5, bâ 3, tâ 3, cîm 2, ḫâ 1, dâl 6, râ 23, zâ 10, sîn 2, şîn 3, ṣâd 1, ḍâd 1, ṭâ 1, ʿayın 1, ġayın 1, fâ 1, ḳâf 3, kâf 9, lâm 3, mîm 6, nûn 4, vâv 1, hâ 8, yâ 16. Divan şiirinde gelenek olarak gazeller beyit sayısı itibariyle 3, 5, 7, 9 gibi tek sayılarda yazılmasına karşın Füzûni 6, 8, 10 gibi çift sayılarda da gazeller yazmıştır. Divanda 3 beyitli 1, 4 beyitli 1, 5 beyitli 74, 6 beyitli 4, 7 beyitli 18, 8 beyitli 6, 9 beyitli 6, 10 beyitli 3 ve 14 beyitli 1 gazel bulunmaktadır. 76. gazelde mahlas bulunmamakta ve gazel 4 beyitten oluşmaktadır. Yazmada beşinci beytin yeri boş bırakılmıştır. Şairin gazellerde kullandığı vezinler, en çok tercih edilenden aza doğru olmak üzere şöyledir: Remel fāʿilātün, fāʿilātün, fāʿilātün, fāʿilün: 45 feʿilātün, feʿilātün, feʿilātün, feʿilün: 29 fāʿilātün, fāʿilātün, fāʿilün: 2 Hezec mefāʿīlün, mefāʿīlün, mefāʿīlün, mefāʿīlün: 15 mefʿūlü, mefāʿīlü, mefāʿīlü, feʿūlün: 9 58 Müctes mefāʿilün, feʿilātün, mefāʿilün, feʿilün: 5 Cedîd feʿilātün, mefāʿilün, feʿilün: 3 Muzâri mefʿūlü, fāʿilātü, mefāʿīlü, fāʿilün: 3 mefʿūlü, fāʿilātün, mefʿūlü, fāʿilātün: 1 Mütekârib feʿūlün, feʿūlün, feʿūlün, feʿūl: 1 Serî müfteʿilün, mefāʿilün, müfteʿilün, mefāʿilün: 1 Divan'da 12, 37, 45, 76, 78, 111 ve 112. gazeller müzeyyeldir. 76. gazel "Silahdâr Paşa Hat-Berâverde Oldukda Verilen Gazeldür" başlığıyla, kim olduğuyla ilgili bilgi bulamadığımız bir paşaya medhiyedir. 78. gazel yine aynı paşaya sunulan bir manzume, 113. gazel ise Hz. Muhammed için kaleme alınmış bir naattir. 4.5. Kıtalar Divan'da "Füzûnî Ba'dezîn Hengâm-ı Tahrîr-i Rübâî Şüd" başlığı altında toplanmış 1'i Arapça ve 2'si Farsça olmak üzere 17 kıta mevcuttur. Kıtaların 13'ü iki, 1'i üç, 1'i dört, 1'i yedi ve 1'i on bir beyitten oluşmaktadır. 4.6. Matlalar Divanda 1'i 1, 1'i 2 ve 1'i 4 beyitten oluşan 3 adet matla bulunmaktadır. 59 4.7. Tarihler Divan'da 35 tarih manzumesi yer almaktadır. Bunlardan Canbuladzâde Mustafa Paşa'nın kaptân-ı deryâ oluşuna ve Muhammed Ağa'nın mîrâhur oluşuna düşürüleni gazel, diğerleri kıta nazım biçimiyle yazılmıştır. Tarihlerin 5'i iki, 1'i üç, 1'i dört, 5'i beş, 2'si altı, 6'sı yedi, 2'si sekiz, 8'i dokuz, 2'si on, 2'si on bir ve 1'i on iki beyitlidir. Fatma Sultan'ın yaptırmış olduğu çeşmeye düşülen tarih tamiyeli, diğerleri tam tarihtir. Divan'daki ilk iki tarih Kevserî mahlaslı bir şairin sakal bırakmasına düşürülmüş tarihlerdir. Sultan İbrâhim'in cülûsu'na 2, Sultan IV. Mehmed'in cülûsuna ise bir tarih düşürülmüştür. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri ile Derviş Mustafa Siyâhî Lârendevî'nin vefatlarına birer, Hanya Kalesi'nin fethine bir, Bağdat'ın fethine ise iki tarih düşürülmüştür. Mimari yapılar için düşürülen tarihler ise şunlardır: Siyavuş Paşa Kasrı'nın yapımına 3 ve tadilatına 1, Valide Kösem Sultan'ın ve Fatma Sultan'ın yaptırdığı çeşmelere birer, Şeyh Hasan Tekkesi'nin yapımına ve Mîralay-ı yemîn Mustafa Bey'in yaptırdığı köprüye de birer tarih düşürülmüştür. Sultan IV. Mehmed'i tahttan indirmek için tertiplenen komploya katılan Bektaş Ağa'nın katline 2, Karaçavuş Ağa ile Kethüda Mustafa Ağa'nın öldürülmelerine ise birer tarih düşürülmüştür. Resmi görevlerdeki terfilere düşürülen tarihler ise şunlardır: Derviş Mehmed Paşa'nın sadrazam oluşuna bir, Kara Dev Murad Paşa'nın sadrazam oluşuna iki tarih düşürülmüştür. İsmail Paşa, Ahmed Paşa ve Defterdar Musa Paşa'nın vezirliklerine birer tarih düşürülmüştür. Mostarî Mustafa Paşa'nın yeniçeri ağası oluşuna, Paşazâde'nin sipahi hakimi olmasına, Paşazâde'nin Eyüp kadısı olmasına ve Canbuladzâde Mustafa Paşa'nın kaptân-ı deryâ oluşuna da birer tarih yazılmıştır. 60 Füzûnî, yazmış olduğu "Yeni Dünya" adlı eserine de bir tarih düşmüştür. Divan'daki son tarih, Divan'ın tertibinin tamamlanmasına düşülmüş Farsça bir tarihtir. 61 SONUÇ "Füzûnî, Hayatı, Edebi Kişiliği ve Divan'ının Notlandırılmış Metni" adını taşıyan bu yüksek lisans tezinde XVII. asrın siyasi ve sosyal görünümü hakkında kısa bir bilgi verilmiş, yüzyıl şairlerinden Füzûnî'nin hayatına dair bilgiler gün ışığına çıkarılmaya çalışılmış, şairin edebî kişiliğinin ana hatlarının belirlenmesine gayret edilmiş, bilinen tek eseri olan Divan'ının tenkitli metni ortaya konmuştur. Divanın metni ayrıca notlandırılmıştır. Divan, şekil ve muhteva özellikleri bakımından incelenmiş, bu bölümde nazım şekilleri ve türleri ile vezin, kafiye ve redif ile ahenk özellikleri ele alınmıştır. Şiirler, edebi sanatlar ile deyimler, atasözleri ve kalıplaşmış ifadeler yönüyle tetkik edilmiştir. Devrin örf, adet, görenek ve halk inanışlarını yansıtan beyitlere dikkat çekilmiştir. Füzûnî devletin farklı kademelerinde görev yapmış, yüksek rütbeli bir asker şairdir. Hakkında kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. Onun şiirlerinde klâsik üslubun özellikleriyle birlikte devrinin şiirinde görülen Sebk-i Hindî üslubunun özellikleri görülmektedir. Şair, bu akımda sık kullanılan telmih, teşbih, tezat, mübâlağa, hüsn-i ta'lil, istiare gibi edebi sanatlar ile somut ve soyut sözcüklerle kurulan tamlamaları birçok şiirinde kullanmıştır. Füzûnî'de görülen bu özelliklerin belirlenmesi, şairle çağdaş olan ve çok daha büyük bir şöhrete sahip Nef'î, Şeyhülislam Yahya gibi etkilendiği şairleri anlayıp değerlendirmede yardımcı olacaktır. Divanında kimi şiirlerinde yalın bir dil kullanan Füzûnî; kimi şiirlerinde ise Arapça-Farsça sözcük ve tamlamalardan oluşan ağır, ağdalı bir dil kullanmıştır. İki farklı özellikteki şiirleri Divan'da eşit ağırlıktadır. Şiirlerinde aruzun en çok bilinen ve kullanışlı kalıplarını tercih eden şair, klâsik uyak anlayışındaki "uyağın göze hitap etmesi" kuralına uymuş; Arapça, Farsça ve Türkçe sözcüklerle uyak yapmıştır. Divan'daki bütün şiirlere bakıldığında Füzûnî'nin sağlam bir vezin bilgisiyle şiirlerini kaleme aldığı görülür. Onda vezin kusuru yok denecek kadar azdır. Manzumelerinin büyük çoğunluğunda redif kullanırken, en çok tercih ettiği uyak çeşidi tam ve yarım uyak olsa da zengin uyağı da tercih etmiştir. Yaşadığı çağın dil özelliklerini de 62 yansıtan Füzûnî, Divan'ında kullanımdan düşmüş bazı sözcük ve deyimleri de kullanmıştır. Çağına ait sosyal yaşamı ilgilendiren konulara da değinen Füzûnî, kimi şiirlerinde duraklama ve gerilemenin sosyal yaşamdaki olumsuz etkilerini sosyal eleştiri bağlamında hicvetmekten geri durmamıştır. Devrinin bazı siyasi olaylarına da yazdığı tarih manzumeleriyle ışık tutmuştur. Füzûnî, yer yer tasavvufî ögeler içeren beyitler yazmıştır. Bir beyitte Nakşibendi tarikatine yakınlığını ifade etmiştir. Ancak tek başına bunlar, Füzûnî'nin herhangi bir tarikatın üyesi olduğunu göstermesi açısından yeterli değildir. Füzûnî tasavvufî sözcükleri terim düzeyinde kullanmış, tasavvufun derinine nüfuz edememiştir. Divan'ında "Yeni Dünya" adını verdiği bir kitabı ve birtakım inşa örnekleri yazdığından bahseden şairin bu eserleri maalesef elde bulunmamaktadır. Şairin, tezkirelerde örnek verilen beyitleri dışında bilinen tek eseri "Gül-i Sad-berg" adlı 167 beyitlik mesnevisidir. Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde 4966 numarayla kayıtlı bir mecmuada yer alan bu eser Divan'da da yer almaktadır. Her şair gibi o da eseriyle Türk diline ve edebiyatına hizmet etmiştir. Türk edebiyatına katkıda bulunmuş bütün şairlerin eserleri gün ışığına çıkarılıp bilimsel metotlar çerçevesinde değerlendirilmedikçe, Türk edebiyatı tarihinin yazılması ve sağlam temeller üzerine oturtulması mümkün değildir. Bu amaca yönelik olarak yapılan bu çalışmayla, Türk edebiyatında bu bağlamda bir boşluğun doldurulmasına gayret edilmiştir. Eseri tetkik edilen Füzûnî'nin, şiirleri ve şairliği konusunda olumlu veya olumsuz herhangi bir hüküm verilmemiş, sadece şiirinin ve sanatkârlığının ana hatlarının nesnel olarak tespit edilmesine çalışılmıştır. İleride yapılacak çalışmalarla, tespit edilen bu özellikler, devrin edebiyatına yön veren zirve kabul edilebilecek şairlerle karşılaştırıldığında, Füzûnî'nin Türk edebiyatı içinde kendisine edineceği yer belirlenmiş olacaktır. 63 ÇEVİRİYAZILI METNİN KURULUŞUNDA TAKİP EDİLEN ESASLAR 1. Divan'ın çeviriyazısında Prof. Dr. İsmail Ünver'in "Çeviriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler" adlı makalesi esas alınmıştır. Böylece Arapça ve Farsça ek ve birleşik kelimelerin yazımında bir birliğe gidilmiştir. 2. Divan'ın tenkitli metni oluşturulurken iki tip fark gösterme biçimi kullanılmıştır. Bunlardan ilki, Gül-i Sad-berg mesnevisinin Çetin Derdiyok neşri ile yapabildiğimiz fark gösterme biçimidir. Burada; "X (bizim varyant)" : "Y (Çetin Derdiyok varyantı) ÇD" formülü kullanılmıştır. Divanın kalan kısmı için ise "X (bizim okuyuşumuz): Y (metindeki şekli) formülü geçerlidir. 3. Karşılaştırmalarda, Eski Anadolu Türkçesi’nin genel ses ve şekil özelliklerini yansıtan yapılar metne alınmış, divanda iki farklı şekilde geçen yoḫsa> yoḳsa gibi yapılara müdahale edilmemiştir. 4. Metinde geçen ayet ve hadislerin mealleri dipnotta verilmiştir. 5. Arapça ve Farsça manzumelerin çeviriyazısı yapılmamış, özgün harfleriyle dizimi yapılıp anlamları dipnotta verilmiştir. 6. Vezin bozukları dipnotta gösterilmiştir. 7. Divanın okunmasında şüpheye düşülen yerler (?), yıpranma ya da mürekkep bulaşması sebebiyle okunamayan yerler (…) şeklinde belirtilmiş; kendi tekliflerimiz [ ] işareti içinde olacak şekilde verilmiştir. Kağıdın kopuk olduğu yerler "" şeklinde belirtilmiştir. 64 ÇEVİRİYAZI ALFABESİ Ṣ, ṣ : ص A, a, Ā, ā, E, e : ا آ Ḍ, ḍ, Ż, ż : ض B, b : ب Ṭ, ṭ : ط P, p : پ Ẓ, ẓ : ظ T, t : ت ʿ : ع Ŝ, ŝ : ث ʾ : ء C, c : ج Ġ, ġ : غ Ç, ç : چ F, f : ف Ḥ, ḥ : ح Ḳ, ḳ : ق Ḫ, ḫ : خ K, k, G, g, ñ : ك D, d : د L, l : ل Ẕ, ẕ : ذ M, m : م R, r : ر N, n : ن Z, z : ز ü ,ū ,u ,ö ,o ,v ,V : و j ,J : ژ H, h : ھ S, s : س Y, y : ى Ş, ş : ش Farsça sözcüklerdeki vav-ı ma'dule'nin çeviriyazısı "ḫˇān, ḫˇāce, ḫˇāb" şeklindedir. 65 5. DİVANIN NOTLANDIRILMIŞ ÇEVİRİYAZISI 1b 1 İbtidāʾ-i Dīvān-ı Füzūnī Der-Naʿt-ı ʿİllet-i Ġāʾiyye-i İbdāʿ-ı Mükevvenāt {Faḫr-ı Dūde-i Risālet -ʿAleyhi Efḍāli'ṣ-Ṣalavāt ve Ekmelü't-Taḥiyyāt- Vāḳiʿ Şüde} ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. < Tahrip olmuş kısım > Yine deryā ṭonduġun görsün cihānuñ gözleri 2. < Tahrip olmuş kısım > Nāz ile sīr-āb imiş bāġ-ı nedāmet gülleri 3. Ḫāne-i dil doldu ḫāşāk-ı hevā vü ḥırṣdan Pāk edersem seyl-i eşk ile revādur ol yeri 4. Dem olur ki seyl-i eşk-i ḫūn-feşān olur ziyād Bilmezem dil ḳanda bulmışdur bu Nīl-i aḥmeri 5. Kūh-ı sürḫ-āb-ı cigerden gelmişe beñzer meger Böyle ḫūnīn etmege bāʿiŝ odur çeşm-i teri 6. Rīşedār etmiş o deñlü dilde naḫl-i naḫveti Etmedi reg-bende seyl-i dīde āh-ı ṣarṣarı 7. Ḫavfım oldur refte refte şāḫ-ı cürm-i bāġ-ı nefs Ser-zede ede bahār-ı mīvehā-yı ezberi 2a 8. Seyl-i ḫūn-āb-ı nedāmet çarḫa-zen etse n'ola Senghā-yı āsiyāb-ı nüh ḳıbāb1-ı aḫḍarı 1 nüh kıbâb: Nüh felek. Batlamyus'tan gelen eski astronomi inancına göre dokuz kattan oluşan gökyüzü. İlk yedi felekte şu yedi gezegen (seb‘a-i seyyâre) bulunmaktadır: Birinci felekte ay, ikincide Utârid (Merkür), üçüncüde Zühre (Venüs), dördüncüde güneş, beşincide Mirrih (Merih, 66 9. Nefs-i kāfir-kīşiñ añlanmaz zebānı yazmamış Ne Ṣıḥāḥ-ı Cevherī1 ne ḫod Luġāt-ı Aḫterī2 10. Ṣadr-ı naʿt-ı ḫˇāce-i her dü-serāya geçmişim Tehniyet-gūy olsalar n'ola melāʾik leşkeri 11. Reng-i ḥınnā-yı şafaḳdan n'ola āhār3 eylesem Ṣafḥa-i dīrīne-i fersūde māh-ı enveri 12. Serde tüg etmiş ʿUtârid4 ḫāme-i dīrīnesin Ḳaṭṭ içün ser-tīz etdüm Ẕülfeḳār-ı Óaydar5'ı 13. Zülf-i müşk-efşān-ı ḥūrīden liḳā6 peydā edüp Eyleyem cārī mürekkeb rūy-ı hindū peykeri Mars), altıncıda Müşterî (Bercis, Jüpiter), yedincide Zühal (Keyvan); sekizinci felek sabit yıldızlar ve burçlar feleğidir. Bu felekte birer burç halinde sabit yıldızlar toplanmıştır ve adına “kürsî” denir. En dışta olan ve ötekilerin hepsini içine alan dokuzuncu feleğe bu durumundan dolayı “felekü’l- eflâk”, yine hepsinden büyük ve kuvvetli olduğu için de “felek-i a'zam” (çarh-ı a‘zam) adı verilmiştir. Boş ve her türlü cisimden arınmış olan dokuzuncu felek, içinde hiçbir yıldız veya herhangi bir nokta ve nişan olmadığı ve bu haliyle desensiz bir kumaşı andırdığı için çok defa “felek-i (çarh-ı) atlas” diye de anılır. (Kurnaz 1995, 306) 1 Sıhâh-ı Cevherî: İsmâil bin Hammad el Cevherî'nin el-Sıhâh adlı meşhur Arapça lügati. Tâcü'l-Luga, es-Sıhâh fi'l-luga veya kısaca es-Sıhâh diye de bilinir. Cevherî, Arap sözlükçülüğü tarihinde tertip itibariyle yeni bir çığır açtığı gibi sözlüğe sadece sahih kelimeleri dahil etmesi bakımından da önem arzeder. (Kılıç 1993, 459) 2 Lugât-ı Ahterî: Muslihiddin Mustafa Karahisârî'nin 1545 yılında tamamladığı Ahterî-i Kebîr adlı kırk bin kelimelik Arapça-Türkçe lügati. (Kılıç 1989, 184) 3 âhâr: Hat, tezhip ve minyatür sanatında, kullanılan kâğıt üzerine sürülen koruyucu tabaka. Âhar sayesinde kağıdın beslenmesi, su ve rutubet gibi dış tesirlerden korunması, daha dayanıklı hale gelmesi sağlanırdı ve bu işlem ekseriyetle yumurta, un ve nişasta karışımı bir terkiple yapılırdı (Derman 1988, 485). 4 Utârid: Eski gökbilim inancına (İlm-i Nücûm) göre göğün ikinci katında bulunan gezegendir. Göğün sultanı olan güneşin kâtibi olup, etkisinde doğanların zeki, neşeli, duygulu ve sanatçı kişilikler olduğuna inanılırdı (Zavotçu 2013, 182). 5 Zülfekâr: Arapça "iki parçalı" anlamına gelir. Hz. Muhammed'in Bedir savaşında damadı Hz. Ali'ye hediye ettiği ucu çatallı ağır kılıç. Hz. Ali bu kılıçla katıldığı savaşlarda büyük yararlıklar göstermiştir. (Cilacı 2001, 407) Zülfekâr-ı Haydar: Hz. Ali'nin kılıcı. Haydar, Hz. Ali'nin lakaplarından biridir. 6 likâ: Mürekkebin akmasını ve kamış kalem ucunun kırılmasını önlemek için hokkalara konulan ham ipek. (Onay 2009, 311) 67 14. Rişte-i zer-tār-ı çeng-i Zühre1 vü ʿĪsī2 daḫı Vere sūzen tā idem bu naʿt-ı pāke mısṭarı 15. Vermesün diyü yübūset āfitāb-ı germ-rūy Ol devāta sāyebān etsün melāʾik şehperi 16. Ḥażret-i Dāvūd3-ı āhenkāra teklīf eylemem Māh-ı nevden eylesün pergār-ı çarḫ-ı çenberi 17. Mihr ü mehden ḫoş zer-ender-zer edüp ser-levḫasın Nūrdan cedvel çekerse n'ola dest-i Müşterī4 18. Dest-māl-i zer-kenāre eyleye ḫāmem içün Meryem5-i ʿiffet-penāhî ol muʿanber muʿceri 19. Menʿ içün dūşīzegān-ı fikrüme nā-maḥremi N'ola derbān eylesem Mirrīḫ1-i pür-ḫışm-āveri 1 Zühre: Çobanyıldızı, Nâhid, Kervankıran ve Venüs adlarıyla da bilinen parlak bir yıldız. Eski gökbilim inancına göre göğün üçüncü katında yer alır. Güneşin çalgıcısı ve rakkâsesi olup, etkisinde doğanlar zarif, zevkine düşkün ve âşık olurlar. (Zavotçu 2013, 815) Bir diğer inanışa göre ise Hârut ile Mârut'un günah işlemesine yol açan güzelliğiyle ünlü bir kadındır. Hârut ve Mârut'a içki içirerek onlardan ism-i a'zam duasını öğrenerek göklere çıkmış ve göğün beşinci katında bir yıldız olarak kalmıştır. (Onay 2009, 501) 2 Îsî: Dört büyük kitaptan İncil nâzil olan peygamber. Cebrâil'in, annesi Meryem'e ruh üflemesiyle babasız olarak dünyaya gelmiştir. Nefesiyle ölüleri diriltmek, körlerin gözlerini açmak, hastaları iyileştirmek, çamurdan yaptığı şekillere ruh vermek, beşikteyken konuşmak gibi mucizeler göstermiştir. (Cilacı 2001, 180) Hz. İsa'nın başlıca sıfatı mücerrettir. Göğe yükseldiğinde dördüncü kat gökte bir iğne bulunması sebebiyle daha yukarı çıkamamış, o katta kalmıştır. (Onay 2009, 251) Beyitte suzen kelimesiyle bu olaya telmih vardır. 3 Dâvud: Dört büyük kitaptan Zebur nâzil olan peygamber. Kendisine hem peygamberlik hem de padişahlık verilen ilk peygamber olup İsrailoğullarına gönderilmiştir. Klâsik edebiyatta sesinin güzelliği ve etkileyiciliği, ilmi, demiri eğip işleyen sanatkârlığı ve ibadete düşkünlüğü özellikleri etrafında çeşitli mazmunlar oluşturulmuştur. (Onay 2009, 140) 4 Müşterî: Sâkıt, Erendiz, Jüpiter, Hürmüz, Mars adlarıyla da anılan gezegen. Eski gökbilim inancına göre göğün altıncı katında bulunur. Güneşin kadısı konumunda olup davalara bakar, hüküm verir ve güzel konuşur. En uğurlu yıldız sayılır. Etkisinde doğanların zarif, yumuşak huylu, talihli ve mutlu olduğuna inanılır. Adı, talihe ve güzelliğe talip olmasından kinayedir. (Onay 2009, 343) 5 Meryem: Hz. İsa'nın annesinin adı olup Süryanice'de hizmetçi anlamına gelir. Cebrail'in nefhiyle hamile kalmış ve Hz. İsa'yı doğurmuştur. İslâm'da üstün nitelikleriyle övülen, iffet ve itaat simgesi bir şahsiyet olarak gösterilen Meryem, Hristiyanlıkta tanrı doğuran olarak nitelenip ibadetlerde önem atfedilmiştir. (Harman 2004, 236) Klâsik şiirimizde gerek Hz. İsa, gerek kendi başından geçenler, yaptığı mucizevî doğum, Cebrail'in ziyareti, ona üflemesi, bekâreti, iffeti, çektiği çileler v.b. konularla anılır. (Pala 2013, 308) 68 20. Böyle cemʿa ḥūrî-yi cennet buḫūr-efrūz olup Ola Rıḍvān2 sāḳi-i bezm-i şarāb-ı kevŝeri 21. Çün müheyyā oldı esbāb-ı kitābet şemm idüñ Micmer-i naʿt-ı nebīden pāk ü ḫoş-bū ʿanberi 22. ʿİllet-i ġāiyye3-i kevn ü mekān-ı ins ü cin İbtidā-yı emr-i “Kün”4 āḫir zamān peyġamberi 2b 23. Evvelīn-i müfredāt küll-i yekūn-ı kāināt Āḫir-i erḳām-ı mürsel enbiyā ser-defteri 24. Nūr-ı ḫūrşīd-i ʿArab sürḫī-dih-i rūy-ı ʿAcem Pādişāh-ı esved ü aḥmer şefīʿ-i maḥşerî 25. Berḳ-i ḫırmen-sūz-ı müşrik āb-ı kānūn-ı mecūs Āb u tāb-ı dīn-i beyżā cādde-i Ḥaḳ reh-beri 26. Zīb-i evreng-i risālet ḳahramān-ı enbiyā Şeh-süvār-ı yekke-tāz-ı ḳurb-ı Haḳ cevlāngeri 27. Rākib-i zeyn-i Burāḳ5 u muḳtedā-yı mürselīn Rāzdār-ı “Lī-maʿallāh”6 “Küntü Kenz”1 iñ maẓharı 1 Mirrîh: Behrâm, Sâkıt ve Mars adlarıyla da bilinen gezegen. Eski gökbilim inancına göre göğün beşinci katında bulunur. Gökyüzünün kâtibi ve güneşin başkomutanıdır. Az uğursuz (nahs-ı asgar) sayılır. Etkisinde doğanların sert, acımasız, mücadeleci, öfkeli ve kavgacı olduğuna inanılır. (Kurnaz 1995, 306) Beyitte dûşîzegân kelimesiyle Hz. Meryem'e Cebrâil'in nefyine telmih vardır. 2 Rıdvân: Cennetin kapısını bekleyen meleğin adıdır. Bu sebeple cennete "ravza-i Rıdvân" da denir. (Hançerlioğlu 1984, 479) 3 illet-i gâiyye: Elde edilmesi için çalışılan gaye, nihai amaç. Bu terkip, alemdeki her şeyin belli gayeler doğrultusunda yaratıldığı düşüncesini ifade etmek için kullanılır. Nizâm-ı âlem, ibda delili de denilen bu kavram, İslam filozofları ve batılı teologlar tarafından Allah'ın varlığının bir delili olarak kullanılmıştır. (Akçay 2011, 145) 4 Kün: Allah'ın yaratma sıfatının, tekvînin sözsel sembolü olan bu kelime Arapça "Ol" demektir. "Bir şeyi murâd ettiğinde, O'nun işi, ol (kün) demektir. (O da) hemen oluverir." Yâsîn/82. (Cebecioğlu 2009, 388) 5 Burâk: Miraç yolculuğu sırasında Hz. Muhammed'in Mescid-i Aksa'ya kadar bindiği binek. İslam geleneğinde katırdan küçük, merkepten büyük ve beyaz olarak tasvir edilmiştir. (Cilacı 2001, 68) 6 lî-ma'allâh: Bir hadisten alıntıdır. Hadis-i şerifte: “Benim Allah ile öyle anlarım olur ki, ne ona en yakın melekler ne de bir nebî o yakınlığı elde edememiştir.” buyurulmuştur. (Ceylan 2000, 149) 69 28. Ḥażret-i āḫond-ı aʿẓam Aḥmed-i Cibrīl-peyk Pādişāh-ı mīr-i mīrān-ı nübüvvet kişveri 29. Raḫnedār olurdı devr-i māh-ı nev gibi eger Ẕātı olmasaydı ʿıḳd-i ḫātemiyyet gevheri 30. Gökde ʿĪsā2 naḳş-bendi çehde Yūsuf3 deffe-zen Cāme-i nessācî-i ḳadriydi hep ṣanʿatları 31. Luṭf u ḳahrı feyẓ-baḫş-ı bād u āteş olıcaḳ Oldı ḳahr-ı ʿĀd4 u gülzār-ı Ḫalīl-i Āẕer5'i 32. Oldı taḥrīr-i ruḫāma beyyin-i vaḳt-i ṣalāt Sikkeyi mermerde ḳazdı ol şeh-i dīn-perveri 33. Ders-i bī-ḥarf u ṣadā-yı adın [ü]mmī göricek Yine ümmīyyü'l-laḳabdur şān-ı dāniş-güsteri 34. Nūr-ı pīşānī ile mühr-i nübüvvet kāfīdür İster ise olmasun mihr ü mehiñ nūr u feri 1 Küntü Kenz: Bir hadisten alıntıdır. "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim ve halkı yarattım" hadis-i şerifine işareten "hazine oldum, hazineydim" anlamındaki söz. (Ceylan 2000, 148) 2 Îsâ için bk. K.1/14. 3 Yûsuf: Kuran'da hikâyesi uzun bir şekilde anlatılan İsrailoğulları peygamberlerinden. Yâkub (İsrâil) peygamberin oğludur. Kuran-ı Kerim'deki kıssasından hareketle yüzyıllar boyu birçok Arap, Acem ve Türk şair tarafından pek çok Yusuf ve Züleyhâ mesnevisi kaleme alınmıştır. Yusuf'un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, köle olarak Mısır azizine satılması, azizin karısı Züleyhâ'nın Yusuf'un güzelliğine vurulup aşık olması, Züleyhâ'nın iftirası, Yusuf'un zindana atılması, zindanda yapmış olduğu isabetli rüya tabirleriyle serbest bırakılması ve Mısır azizi olması, buna paralel olarak babası Yâkub'un ağlamaktan gözlerini kaybetmesi, Yusuf'un gömleğinin parçasını gözlerine sürmesiyle gözlerinin açılması konularıyla klâsik şiirde defalarca işlenmiştir. (Zavotçu 2013, 791-796; Onay 2009, 493-495; Harman 2013, 1-3) 4 Âd: Hz. Nuh'tan sonra Yemen civarında yaşamış bir kavim. Kendilerine Hz. Hûd peygamber olarak gönderilmiştir. Ancak Âd kavmi Hûd'u yalanlayıp getirdiği dini inkar ettiği için Allah tarafından azap verici, yakıcı bir rüzgârla cezalandırılarak yok edilmiştir. (Cilacı 2001, 12) 5 Halîl-i Âzer: Hz. İbrahim. Halîl, Halîlürrahman, Halîlullah sıfatlarıyla da anılan Hz. İbrahim Kuran'da adı çokça geçen peygamberlerden biri olup Hz. Nuh'un neslindendir. Klâsik şiirde babası Âzer'in ve kavminin inancına karşı gelip onların tanrı diye taptığı putları kırması, Allah'a dost olması (Halîl), zenginliği, sofrasının ve lutfunun bereketi, atıldığı ateşin Allah tarafından gül bahçesine dönüştürülmesi özellikleriyle anılır. (Pala 2013, 224-226) 70 35. Eyledi rūz-ı Uḥud1 ol ḫufrede bir dem ḳarār Çeşme-i ʿaynü'l-ḥayāt2 oldı aña reşk-āveri 36. Dür dişin zer-miġferin gördi dedi ehl-i şinās Ḳadr-i zer zerger şināsed ḳadr-i gevher gevherī3 3a 37. Ol der-i nā-yāba taḳdīr-i bahā olur mu hīç Ṭut-ki pā-dāş-ı diyet olmışdı fetḥ-i Ḫayber4'i 38. Görmediler ġār içinde izdiḥām-ı nūrdan Ṣanma perde çekdi ḫaṣma ʿankebūtuñ çāderi 39. Bü'l-ʿacebdür derd-i çeşm-i müncī iken beyżalar Verdi çeşmān-ı ʿadūya ḫaṣṣa-i kūr u keri 1 Uhud: Medine'nin 5 km kuzeyinde yer alan dağın adı. İslam tarihinde, müslümanların müşriklerle Bedir gazvesinden sonra yaptığı savaşın gerçekleştiği yer olup savaşa adını vermiştir. Mekkeli müslümanların güçlenmesini önlemek isteyen Kureyşliler 3200 kişilik bir orduyu Medine'ye yolladı. Hz. Muhammed önderliğindeki 700 kişilik Müslüman ordusu Kureyşlileri Uhud dağında karşıladı. Savaşta her iki taraf da kayıplar vermiş olup bu savaşın kesin kazananı yoktur. Hz. Muhammed, Kureyş ordusunun arkadan saldırmasını önlemek amacıyla Uhud dağına okçular yerleştirmiştir. Müslüman ordusunun galip gelmeye yakın olduğu anlarda ganimet toplamak için mevzilerini terk eden bu okçular yüzünden savaş kazanılamamıştır. Resul-i ekrem bu savaşta Kureyşlilerin kazdığı çukura düşmüş, miğferi yarılarak yüzünden yaralanmış, bir dişi kırılmıştır. (Hamîdullah ve Avcı 2012, 54-57) 2 aynü'l-hayât: Bengisu, ölümsüzlük suyu. Âb-ı bekâ, âb-ı câvidânî, âb-ı hâyvânî, âb-ı Hızır, âb-ı İskender, âb-ı zindegî, âb-ı hayât olarak da bilinir. Kaynağı karanlıklar demek olan zulûmat, zulmet denilen ve kaynağı meçhul diyarda bulunan sudur ki içen ölmez, dünya durdukça yaşarmış. Bu suyu Hızır ve İlyas peygamberlerin bulup içtiğine, sonra Allah'ın bu suyu insanların gözünden sakladığına inanılmaktadır. İskender, Zulümât'a gittiği halde suyu bulamamıştır. (Pala 2013, 3) 3 "Altının kıymetini kuyumcu bilir, mücevherin kadrini mücevherci bilir." Farisî atasözü. 4 Hayber: Hicaz'da, Mekke-Suriye yolu üzerinde bulunan eski bir ticaret ve ziraat merkezi. İslam tarihinde Hayber, 628 yılında Hz. Peygamber'in yönettiği savaştan dolayı meşhurdur. Medine'den çıkartıldıktan sonra Hayber'e yerleşen Benî Nadîr yahudileri, Suriye ve Irak bölgelerinden gelen ticaret yolu için tehdit oluşturmaktaydı. Aynı zamanda Mekkeli müşriklerle birleşerek müslümanlara karşı büyük bir saldırı planı içindeydiler. Bunun sonucunda vuku bulan Hendek gazvesinden sonra, ticaret yollarını güvenli kılmak amacıyla 629 yılında Hz. Peygamber 1600 kişilik bir orduyla Hayber'e saldırdı. Hayber kalesi yarısı savaşarak, yarısı barışla teslim alındı. Hayber, müslümanların ilk saldırı savaşıdır. (Hamîdullah 1998, 21) 71 40. Ḫilḳat-i Cibrīl1'i kāfūr eylemiş ṣunʿ-ı ezel Āgeh-i ḫˇāb ede tā miʿrāc içün ol serveri 41. Zīr-pāye ruḫ-zede olduḳda dedi Cebreʾīl Ferş-i rāhuñ eyledüm rūyum ḳumāş-ı çākerī 42. Sen Süleymān2'a Burāḳ-ı bād-sürʿat muntaẓır Hüdhüdī3 cāh et beni ey ʿālemüñ tāc-ı seri 43. Şeh-nişīne naḳl idi gūyā ṣaʿādet-ḫāneden Tūşe-i rāh-ı sefer add etmedi himmetleri 44. Çün güẕār-ı nüh ḳıbāb4-ı lāciverd-gūn eyledi Sidre5-mānde oldı Cibrīl'üñ tecāvüzden peri 1 Cibrîl: Cebre'il, Cebrâ'il, Cibrîl-i Emîn, Rûhu'l-Emîn, Rûhü'l-Kuds adlarıyla da bilinen, ilahi emirleri meleklere ve peygamberlere ulaştıran vahiy meleği. Cebrâ'il, karşı konulamayan bir güce, üstün bir akla ve derin bilgilere sahiptir. Hz. Muhammed Hira mağarasında ilk vahyi onun aracılığıyla almıştır.(Onay, 393-394) Klasik şiirde aklın temsilcisi bir melek olarak zikredilir. Miraç'ta Hz. Peygamber'i arşa dek götürmesi, cennet varlığı olması özellikleriyle şiirde kendine yer bulur. (Onay 2009, 393-394; Asil 2011, 51) 2 Süleymân: İsrailoğulları peygamberlerinden, Dâvud peygamberin oğlu. Hükümdar peygamberlerden olup olağanüstü bir güce ve saltanata sahiptir. Hayvanların dilini bilme, tüm varlıklara; insanlara, cinlere ve rüzgâra hükmetme mucize ve özelliklerine sahiptir. Gücünü kendisinden aldığına inanılan yüzüğü (hatem), varlık ve zenginlik timsali tahtı, Allah tarafından kırk günlük cezalandırılması, karınca ile aralarındaki diyalog, Saba melikesi Belkıs ile aralarındaki ilişki ve evlilikleri klâsik şiirde sıkça işlenen konulardır. Bu konular, onun bu kadar büyük bir saltanat sahibi olmasına karşın ölüp gitmesi, herşeyin boş ve geçici olduğunu anlatmak ekseninde şiirlerde kendine yer bulmaktadır. (Pala 2013, 411-412) 3 Hüdhüd: İbik, ibibik, çavuşkuşu, murg-ı Süleymân, şâne-ser, bûbe, bûbek ve büdbüdek adlarıyla da bilinen ve ibiğiyle tanınan keskin görüşlü kuş. Doğu kültüründe, Hz. Süleymân'la Belkıs arasında haberci kuş olması sebebiyle sevilir ve önem atfedilir. Klâsik şiirimizde de Süleymân kıssasındaki haberciliği, gözlerinin keskinliği (hüdhüd-i bînâ), cennete gideceği inancı, Süleymân'ın tacına benzetilen ibiği ve içli ötüşüyle yer almaktadır. (Ceylan 2007, 126-130) Beyitte hüdhüdün cennet makamına telmih vardır. 4 nüh kıbâb için bkz. K.1/8 5 Sidre: Arapça hünnap ağacı. Sidre-i Müntehâ'ya işareten; ağaca teşbih edilen, Hz. Peygamber’in Miraç gecesi yanında ilahi sırlara mazhar olduğu, göğün yedinci katında bir makam ismi. Kur'an-ı Kerim'de Necm suresi 14-16. ayetlerin bildirdiğine göre göğün en uç sınırı olup melekler tarafından bile aşılması imkansızdır, cennet ise onun hemen yanıbaşındadır. (Uludağ 2009, 151) 72 45. Kārbān u Mescid-i Aḳṣā1'yı ṭayy etsem n'ola Ārzū-yı yār eder ṭabʿ-ı Burāḳ-ı esteri 46. Döndi ol dürr-i yetīme2 kim ṣadefden ayrılup Girmeye dest-i şehe olmaġiçün engüşteri 47. Refref3-āġūş eyledi cism-i billūrın ol zaman Sāḳi-i bezm-i eleste4 ṣundı ol pür-sāġarı 48. Bir cihāna geldi kim andan münezzeh şeş cihāt Bir mekāna vardı kim andan ʿibāretdür yeri 49. Çün şeref-yāb-ı maḥall-i vahdet-ābād oldılar Geldi maḥbūb-ı ḥaḳīḳīden “Ḥabībā gel beri” 50. Bir kerīme mīhmān oldı-ki niʿmet-ḫāneden Muḫtaṣar bir sufre basṭ etmiş bisāṭ-ı aġberi 51. Bir ḥabībi żayf edindi ol İlāhü'l-ʿālemīn Rīze-çīn-i sufre-i luṭfī olur ins ü perī 3b 52. ʿAḳl u dil-çeşm ü taṣavvur cümle maʿzūl oldılar Her biri deryā-yı ḥayretde şināver ser-serī 1 Mescid-i Aksa: Kudüs'te bulunan, Hz. Dâvud ve Hz. Süleyman'ın bina ettiği mabed ile, sonradan onun yerine inşa edilen mesciddir. Müslümanların ilk kıblesi konumundadır. Kıble daha sonra Mescid-i Haram'a tevil edilmiştir. Hz. Peygamber'in miraçtan önce Mescid-i Aksa'ya getirilmiş, bundan sonraki on altı, on yedi aylık süre boyunca burası kıble olmuştur. (Cilacı 2001, 240) 2 dürr-i yetîm: Sadef içinde tek olan inci. (Devellioğlu 1999, 194) Edebiyatta güzel bir kinayeyle, yetim doğan Hz. Peygamber için kullanılır. 3 Refref: Hz. Peygamber'in bilinmeyen yerlere götürüldüğü, cennet ve cehennemin gösterildiği Miraç'ta bindiği dört binekten sonuncusu olan minder; cennet yaygısı. (Asil 2011, 301) 4 bezm-i elest: Farsça ve Arapça iki kelimeden oluşmuş "elest toplantısı" anlamına gelen tabir. Kur'an- ı Kerim'de Araf suresi 172. ayette belirtiildiğine göre; Allah ruhlara "elestü bi-Rabbiküm" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusunu yöneltince, ruhlar "belâ!" (Evet) dediler. Bu toplantı, ruhlar henüz bedenlere kavuşmadan önce Allah ile ruhlar arasında yapılmış bir sözleşme hükmündedir. Orada verilen sözün doğruluğunun sınanması için Allah ruhları içinde bulunduğumuz imtihan dünyasına gönderdi. Bu sözleşmenin yapıldığı toplantıya "bezm-i elest" denir. (Cebecioğlu 2009, 101) 73 53. Ne raḳīb-i ṭaʿne-gū ne bīm-i aġyār-ı ʿadū Vaḥdet-ābād-ı fenā nefy eyler imiş dīgeri 54. İḳtiżā itdi ki dārū-ḫāne-i ḥikmet vere Ümmet-i dil-ḫasteye maʿcūn-ı raḥmet cevheri 55. Dil-firībāna nüvāziş dil-rübāyı iltifāt Luṭf-ı sübḥānī mevāʿīd-i Ḫudā-yı ekberi 56. Mücrimān-ı zerd-rūy-ı ümmeti başdan başa Cuy-ı ġufrān eyledi ġark-ābī-i nīlūferî 57. Pes raḥīḳ-i cām-ı lebrīz-i ʿaṭāyādan tamām Neşve-i ḫoşnūdı mest etdi o ṭabʿ-ı aṭheri 58. Baġlayup ʿavdetde bār-ı tuḥfehā-yı emr ü nehy Ümmet-i deryūzekāra verdi ḫaṭṭ-ı evferi 59. Ol ḳadar verdi küşāyiş nāfehā-yı tuḥfeye Ḫoş-dimāġ etdi cihānı būy-ı müşk-i ezferi 60. Müstaʿiddān-ı ʿināyāt-ı Ḫudāyî ṭutdılar Naḳl-i āyāt-ı celīlü'ş-şāna gūş-ı ezberi 61. Müşrik-i bīnī zükām-ı ḫar-ṭabīʿat oldılar ʿAnber-i ḫoş-būy-ı ihdānuñ ḥimār-ı enkeri 62. Ey resūl-i rāyet-efrāz-ı livāʾü'l-ḥamd1-i dīn Ey gürūh-ı maḥşerīnüñ melceʾ ü meʾvā teri 1 livâü'l-hamd: Hz. Muhammed ümmetinin mahşer günü altında toplanacağına inanılan bayrak. Makâm-ı Ahmedî de denilir. Fatımiler devrinde sefere giderken taşınan sancağa da bu ad verilmiştir. (Pala 2013, 290) 74 63. Ol nesīm-i ġayret-āyīn-i ḥimāyeñ kor mı ḥīç Külḫan-ı dūzaḫda ümmet nāmına ḫākisteri 64. Yā Nebiyya'llāh dem-i fāsid gibi ʿırḳ-ı beden Pür-günāh oldı şifā versün ʿināyet neşteri 65. Yā emīn-i vaḥy-i rabbānī meded ṣad-el-meded Aldı her yanum hücūm etdi ḫabāŝet leşkeri 66. Gevher-i īmānı dürc-i sīneden çekmek diler Şaḥne1-i ḥırzıñ gözetsün düẓd-i dîv-i kāferi 4a 67. Ġavṭagāh-ı nezʿe düşdükde bu keştī-i beden Ḥabl-i ʿiṣmet ile ver aña şehādet lengeri 68. Ey gül-i bāġ-ı şefāʿat ʿandelīb-i naʿtıñım Faṣl-ı gül feryāda başlar ʿandelībüñ ekŝeri 69. Bülbüli çoḳ gördiler āġūş-ı gülde söylenür Gül cemālüñ ben-de görsem ʿarşa atsam efseri 70. Ey Füzūnī nām-ı pākī ile hem-nāmî yeter Nisbet-i küllī degül mi ẕerrehā-yı ḫāverî 71. Kilk-i şīrīn etse taṭvīl-i süḫān maʿẕūrdur İdemez ilḳā lisānundan bu naʿt-ı sükkeri 72. Tā ki ʿanber-gūn şeb bu micmer-i eflākde Vażʿ olup sūziş vere seyyārgān-ı aḫkeri 1 şahne: Gece bekçisi. Osmanlıda başlıca görevleri devriye gezmek, meyhane ve işret meclislerini teftiş etmek, suçlu ve sarhoşları tespit ederek cezalandırmak olan asayiş görevlisi. Belde muhafızları ve subaşılara (bkz. K.2/39) da şahne denirdi. (Onay 2009, 428) 75 73. Rūḫ-ı pāk-i aḳdesün tervīḥ ü taʿṭīr eylesün Būy-ı āsāyiş-fezā-yı nūr-ı “Allāh Ekber”i 2 Der Ma'delet ü Menḳabet-i Vezīr-i Sidre-serīr Ṣāliḥ Pāşā Ṣādır Şüde ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Şafaḳ içinde seḥer mihr olıcaḳ şīr-süvār Āteşī esb-ile ṣān etdi Siyāvuş1 güẕār 2. Ḫink-i gerdūna yine zer siperin bend etdi Dest-i üstād-ı cenībet-keş-i çarḫ-i devvār 3. Yaḳdı destārçe-i māhı bir iki yerde Vericek tābiş-i billūr mihir-i kürre-i nār 4. Ẓulmet-i şebde yine āb-ı ḥayāta2 daldı Pür edüp ṭas-ı zerin etdi ufuḳdan iẓhār 5. Cürm-i mihr etme ḳıyās anı o bir revzenedür Kānde bir ḫūr-ṣıfat eyledi ʿarż-ı dīdār 6. Nūr-ı mihr eyledi pervāneyi mihr-i sāḳıṭ Hem-żiyā ola mı ḫūrşīd ile şeb-tāb-ı nizār 1 Siyâvuş: Şehnâme'de anlatılan İran'ın milli kahramanlarından. Keyânîler hanedanından Keykâvus'un oğludur. Küçükken Rüstem tarafından yetiştirilmiştir. Kendisine aşık olan üvey annesi Sûdâbe aşkına karşılık almayınca Siyâvuş'a iftira eder. Siyâvuş, o zamanki töreye göre babasının ve saraylıların gözü önünde at üzerinde şiddetli bir ateşin ortasından geçerek iffetini ve masumiyetini ispatlar. Savaşmak için gittiği Turan hakanı Efrâsiyab'ın kızıyla evlenir, ondan oğlu Keyhüsrev doğar. Efrâsiyab, kardeşi Gersîvez'in iftirasıyla Siyâvuş'u öldürür. Siyâvuş edebiyatta masumluk, mazlumluk ile yeniden doğuşun, baharın ve yeşermenin sembolü olarak yer alır. (Örs 2009, 308- 309) 2 âb-ı hayât için bkz. K.1/35 (aynü'l-hayât) 76 4b 7. Necm-i iḥdā-ʿaşer1-i ḫˇābını taʿbīr içün Çeh-i şebden yine çıḳdı ḫor-ı Yūsuf-kirdār 8. Ṣanma ḫūrşīd ü şafaḳ var ise faṣṣād-ı ḳażā Faṣd edüp ṭaşt-ı zer içinde demin etdi niŝār 9. Her gice sūde-i seng-i mihek-i şeb olayor Yine fersūde degül tāc-ı zer-i mihr-i nigār 10. Maṭlaʿında görinen mihr-i cihān-tāb degül Oldı ser-berzede nīlūfer-i cūy-ı zaḥḥār 11. ʿAks-i mirʾat-i dil-i ḥażret-i pāşādur ol K'etdi ecrām-ı semāvātı münevver ebṣār 12. Maṭlaʿ-ı dīn ü düvel Ḥażret-i Ṣāliḥ Pāşā2 Peyrev-i şerʿ ü şeref-baḫş-ı nebiyy-i muḫtār 13. Lāyıḳ-ı şānı eger mihr-i cihān-tāb ola Ḫayme-i ḳadrine bir ṭop-ı zer-i şaʿşaʿadār 1 necm-i ihdâ-aşer: Arapça, "on bir yıldız" demektir. Hz. Yusuf'un rüyasında gördüğü on bir yıldıza telmihtir. Kuran'da Yûsuf suresi 4. ayet ve sonrakilerde bildirildiğine göre, Hz. Yusuf rüyasında on bir yıldız, güneş ve ayı kendisine secde ederken görmüştür. Rüyayı babası Hz. Yâkub'a anlatmış, o da bu rüyayı kardeşlerine kesinlikle anlatmamasını tembihlemiştir. Rüyayı oğlunun peygamberliğine, Allah tarafından kendisine rüya tabir etmeyi öğretileceğine yormuş; böylelikle Allah'ın, büyükbabaları İbrahim ve İshak'a olduğu gibi Yâkub ailesi hakkında nimetini tamamlayacağını söylemiştir. (Hançerlioğlu 1984, 489) 2 Salih Paşa: Nevesinli Salih Paşa. Sultan I. İbrahim saltanatında bir yıl dokuz ay süreyle sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. Boşnak asıllı olup Hersek sancağına bağlı Nevesinlidir. Devlet görevinde sırasıyla başmuhasebeci, çizye muhasebecisi, matbah emini, defter emini, tersane-i hümayun emini ve kapıcılar kethüdası; 1643'de ikinci imrahor; Haziran 1644'de yeniçeri ağası olmuştur. 1644'de vezirlik rütbesi verilerek başdefterdar görevine geçmiştir. 1645'de Sultanzâde Mehmed Paşa'nın yerine sadrazam olmuştur. Sultan İbrahim, o dönemde şeyhler, imamlar ve üfürükçülerden medet ummakta ve semt semt dolaşmaktaydı. İstanbul'da kendisinin yolunu geciktirmemek için araba ile dolaşmayı yasaklamıştı. Bir gün dolaşırken karşısına çıkan bir arabadan dolayı, emrine uyulmamasından Salih Paşa'yı sorumlu tutup onu boğdurmuştur. (Uzunçarşılı 2011b, 393-394; Sakaoğlu 2012, 262; Kayaş 1999, 495) 77 14. Bārek-Allāh zihī ṣāliḥ-i dīn-perver kim Etdi ıṣlāh-ı fesādāt-ı gürūh-ı eşrār 15. Naṣṣ-ı mażmūn-ı güher-reşk-i ḥadīs-i nebevī İsm-i pākinde ẓuhūr etdi be-luṭf-ı Cebbār 16. Ki buyurdı "ceʿala'llāhu vezīran ṣāliḥ"1 Şehe ḫayr etse irāde n'ola Rabbü'l-ebrār 17. Nāḳa-i devlet ü dīni ḳatı çoḳdur ʿāḳır Ṣāliḥāne ʿamel-i pāk-ile ḥıfẓ et her-bār 18. Ḳoma āyīne-i İskender2-i şerʿi elden Görine tā ṣuver-i ġāʾib-i eṭrāf u kenār 19. Ḳonmasun gerd-i sitem çeşm-i żaʿīfān üzre Açalar gözlerini ʿadlüñ ile bir miḳdār 20. Zümre-i ehl-i maʿārif ḳatı güm-nām oldı K'oldı her biri muʿammā-yı felāket-āŝār 5a 21. Çoḳ-mıdur gülşen-i iḳbāle bir iki bülbül K'ideler naġme-i dil-keş ile bānġ-i güftār 22. Anlarıñ birisi de ben ḳuluñam sulṭānum Neŝr ile Õˇāce3 vü naẓm ile Ëahīr-i1 eşʿār 1 “Allah bir emîr için hayır diledi mi ona doğru sözlü bir vezir nasip eder. Bu, ona unutunca hatırlatır, hatırladığı zaman da yardım eder. Allah emîre hayır dilemezse, kötü bir vezir musallat eder. Bu vezir, ona unuttuğunu hatırlatmaz, hatırlayınca da yardımcı olmaz” hadîs-i şerîfine işareten “Allah (ona) doğru sözlü bir vezir nasip etti”. (Ebu Dâvud, Harâc 4, 2932; Nesâî, Bey’at 33, 7159) 2 âyîne-i İskender: Makedonya kralı İskender'in hocası Aristo'nun icat ettiği ve düşmanı henüz uzaklardayken görüp farketmeye yarayan ayna. (Levend 1943, 177) Büyük bir sütun üstüne yerleştirilerek kullanılan bu aynanın, Arşimet aynasından devşirildiği yönünde düşünceler mevcuttur. Arşimet'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı bilinmektedir. (Onay 2009, 77) 3 Hâce Abdullâh-ı Herevî: Mutasavvıf şair ve âlim, Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî. 1006 yılında Herat'ın eski kalesi Kûhendiz'de doğdu. "Pîr-i Herât, pîr-i tarîkat, şeyhülislâm, şeyhü’l-Horasân, şeyhü'ş-şüyûh, nâsırü’s-sünne, zeynü’l-ulemâ" gibi ünvanlarla anılır. Genç yaşlardan itibaren 78 23. Fenn-i inşāda maʿānī-yi metāʿ-ı ḫāmem Oldı zīnet-ger-i dükkân-ı 24. Lüʾlüʾ-i naẓm-ı cihān ḳıymet-i ḫāṣṣü'l-ḫāṣṣam Oldı pīrāye-i ḥūrān-ı münevver-ruḫsār 25. N'ideyüm böyle iken şöyle kesādum var kim ʿAnberi būy-ı piyāz ile bir etdüm bāzār 26. Dönerüm ṣubḥ olıcaḳ ʿāciz u ser-gerdāna Pāy-ı ʿacz üzre maʿāşumda nite-kim pergār 27. Bu faṣılda güẕerüm düşdi meger bir bāġa Gördüm iflas-ile dil-ḫaste ḥarīfān-ı bahār 28. Riḳḳat-i ḳalb gelüp müflisī-i eşcāra Eyledüm bu ġazel-i pāk-ile ḥālüm işʿār Ġazel-i Bī-bedel 29. Çemenistānı ḫazān etdi yine zerd ü nizār Yereḳān2 zaḥmetine uġradı gūyā eşcār 30. Bir yeşil yapraġı yoḳ pīş-i nihād eyleyecek Güllerüñ bu günini yād edüp aġlardı hezār dönemin alimlerinden hadis ve tefsir dersleri aldı, onlardan tasavvufun adap ve erkânını öğrendi. Hocası Yahyâ b. Ammâr vefat edince onun yerine geçip medresede dersler verdi. XI. yüzyılın başlarında ortaya çıkıp XII. yüzyılda gelişen ve uzun bir süre varlığını koruyan süslü ve secili nesrin ilk ve en büyük temsilcisidir. Verdiği derslerden ve yazdığı eserlerden dolayı İslâm dünyasında şeyhülislâm olarak tanınmıştır. Eserleriyle kendinden sonra gelen pekçok mutasavvıf şair ve yazara rehberlik etmiştir. (Yazıcı ve Uludağ 1998, 222-225) 1 Zahîr-i Fâryâbî: “Sadrü’l-hükemâ” ve “Melikü’l-kelâm” ünvanları ile tanınmış, XII. yüzyıl İranlı kaside şairi. Şiirlerinde aşırı derecede mübalağalar ve yeni mazmunlar kullanmasıyla meşhurdur. Gazelleri Sa'dî, Hâfız-ı Şîrâzî ve Molla Câmî gibi şairler tarafından taklit edilmiştir. Şiirleri hakkında bir atasözü haline gelen, “Eğer Zahîr’in divanını bulursan Kâbe’de bile olsa onu çal” sözü onun şiirlerine olan rağbeti göstermektedir. (Atalay 2013, 87-88) 2 yerekân: Sarılık hastalığı. Ekinlere musallat olan bir hastalık türü. (Devellioğlu 1999, 1160) 79 31. Her şecer gerçi emīrāne idi gülşende Yeşilin aldı naḳīb-i çemen-i köhne-bahār 32. Zīr-i seng eyledi evrāḳını bād-ı ṣarṣar Ḫāk-i ẕilletde ṭaş altında yatur dest-i çenār 33. Ṭoḳınur bu ucı şemşīr-i ḫazānı gördi Ḫavf edüp bu ġam-ı cāngāh ile şaḳḳ oldı enār 5b 34. Serverā rūḥ-demā ʿĪsī-yi ferruḫ-ḳademā Ey şifā-baḫş-ı dil-i ḫaste-i endūh-figār 35. Āteş-i faḳra kebāb oldı Füzūnī bendeñ N'ola ger döne döne eylese feryād ile zār 36. Teb-i lerze-fiken-i dīn ile maḥmūm oldım Ne mizācumda ŝebāt u ne cevāriḥde ḳarār 37. Gerçi kim ism-i zeʿāmetle1 berātum meṣtūr Līk resminde muḳayyed raḳam-ı ẕillet-i ḫˇār 38. Ḥāṣılı martı anıñ ġam ise ṭayyārātı Ṣorma maʿmūrlıġın kim niçe bayḳuş uçar 39. Sene başında subaşum2 gelicek āh ederin Verdügi pīşini alur diyü ey faḫr-i kibār 1 zeâmet: Osmanlı tımar sisteminde 20.000 akçeden fazla dirlik tasarrufuna verilen ad. Zeâmet, yetiştirdikleri hayvanlarla birlikte savaşa katılan sipahilere öşrü alınmak üzere verilen en büyük tımardır. Terim olarak, Osmanlı merkez vilâyetlerinde bir süvari birliğini ve askerî-idarî hiyerarşiyi desteklemek amacıyla yapılan ve tevarüs yoluyla geçmeyen tahsisatı ifade eder. Dîvân-ı Hümâyun’da görev yapan bürokratlara ve savaşlarda büyük yararlılık gösterenlere de zeâmet tahsis edildiği bilinmektedir. (Afyoncu 2013, 162-164) 2 subaşı: Türk devletlerinde ordu kumandanı, Osmanlı'da şehrin güvenliğini sağlayan görevli. Osmanlı öncesi Türk beyliklerinde "sü (asker, ordu) + başı" şeklinde olan imlası XVI. yüzyıldan itibaren subaşı olarak değişmiştir. Bu devirde orduyu sevk ve idare etme, fethedilen şehirleri savunma ve yönetme işi sübaşıların işiydi. Osmanlılar’da subaşının görev ve yetkileri kanunnâme ve yasaknâmelerle tayin edilmiştir. Subaşının adı sancak beyi ve kadıdan sonra anılmaktadır. Mahallî konularda, kanun ve nizamların uygulanmasında söz sahibidir, ehl-i örf taifesindendir. Subaşı önce suçluyu arayıp bulur, adalet huzuruna götürür, gerektiği durumlarda teftiş görevini de yerine getirirdi. (İlgürel 2009, 447-448) 80 40. İki vech ile baña merḥamet olsa lāyıḳ Birisi ʿilmüm içün birisi de ḳurb-ı civār 41. Altı ḫāne geçicek yedidedür ġam-ḫāne Ḳırḳ ḳapu deñlü yazılmış çü ḥudūd-ı ḥad-i cār 42. Bir kitābetle dil-i ḫasteye dermān eyle ʿİllet-i faḳra devā etmede ʿāciz timār1 43. Yeter ey dil idelüm ṭayy-ı kelām-ı şekve N'ola ḫatm olsa duʿā ile suṭūr-ı ṭūmār 44. Tā ki Maḥmūd-ı2 sebük-tāz-ı şeh-i ḫāver-i ṣubḥ Ola ʿasker-keş-i Hindū-yı şeb-i tīre vü tār 45. Ola bed-ḫˇāh riḳābına çü seyfü'd-devle3 Vere şemşīr-i ʿadū-fayṣalı aʿdāya demār 46. Ḳaṣr-ı iḳbāl müşeyyed der-i devlet meftūh Bedreḳa Ḫıżr4 u ẓafer rāh-ber ü ṣıḥḥat yār 1 timâr: Osmanlılar'da devlete ait toprakların askeri ve idari gayelerle tahsisine dayalı yöntem. Türkçe’de dirlik (dirilik) ile eş anlamlı kullanılan timâr (tımar) kelimesi sözlükte “bakım, ilgi” anlamına gelir. Terim olarak, Osmanlı merkez vilâyetlerinde bir süvari birliğini ve askerî-idarî hiyerarşiyi desteklemek amacıyla yapılan ve tevarüs yoluyla geçmeyen tahsisatı ifade eder. Timar sistemi, imparatorluğun sadece askerî-idarî teşkilâtlanmasının temel direği olmakla kalmamış, aynı zamanda mîrî arazi sisteminin işleyişinde, köylü-çiftçilerin statüleri ve ödeyecekleri verginin belirlenmesinde ve imparatorluğun klasik çağında tarımsal ekonominin yönetiminde esas belirleyici faktör olmuştur. (İnalcık 2012, 168-171) Ayrıca bkz. K.2/37 (zeâmet) 2 Mahmûd: "Seyfü'd-devle" lakabıyla bilinen, tam adı Nizâmü’d-dîn Gāzî Mahmûd b. Sebük Tegin olan Gazneli hükümdarı. 998-130 yılları arasında hüküm sürmüş olup cesareti ve aklıyla kendini göstermiştir. Uzun hükümdarlık süresince İslâm'ı yaymak amacıyla Hindistan'a 17 kez sefer düzenlemiştir. Birçok müslüman âlim, edip ve şairin Hindistan’a yerleşmesiyle İslâm kültürünün bu bölgeye ulaşmasını sağlamıştır. Âlimlere olan saygısı, adaleti ve iyi yönetimi, gerek kendi döneminde gerekse sonraki devirlerde edip ve şairler tarafından övülmüş, Fars edebiyatında adalet ve insafın timsali olarak gösterilmiştir. Başta Firdevsî olmak üzere Unsûrî, Ferruhî-i Sîstânî ve Ascedî gibi şairler onun ihsanlarına nâil olmuşlardır. Firdevsî'nin, Şehnâme'sini Gazneli Mahmûd'a bizzat sunduğu rivayet edilmektedir. (Merçil 2003, 362-364) Divan şiirinde cömertliği, dindarlığı, yardımseverliği ve adaletiyle anılır. (Zavotçu 2013, 465) 3 seyfü'd-devle: Devletin kılıcı. bk. K.2/44 (Mahmûd) 4 Hızr: Hz. Musa döneminde yaşadığı, Allah tarafından ilahi bilgi ve hikmet öğretildiği, ölümsüzlük suyu (âb-ı hayat) içip ölmezliğe kavuştuğuna inanılan kişi. Peygamber veya veli olduğu, Hızır'ın İlyas peygambere verilmiş bir lakap olduğu gibi çeşitli görüşler mevcuttur. Kuran-ı Kerim'de Kehf suresi 61-64. ayetlerinde âb-ı hayat kıssasından bahsedilmektedir. Buna göre, Hızır arkadaşı İlyas ile 81 3 Der-Taʿrīf-i Menḳabet-i Muḥammed Pāşā bā-Şeref-i Mühr Der-Āmeden- i Şām Dāde Şüd 6a ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün) 1. Ḫarābe-i ʿademe gitdi būm-ı şūm-liḳā Vücūda geldi hemān bülbül-i ḫuceste-ṣadā 2. Defīnesi ile geçti yere şükür Yā Rab Ne idi şiddet-i Ḳārūnī1-yi şitāda ġınā 3. Görince sīḫ-i yaḫı bām-ı derde āvīze Kebāb olurdı dil-i āteşīn ile fuḳarā 4. Piyāle-i mey-i yaḫ-besteden bedel şimdi Görindi meclis-i gülşende her gül-i ḥamrā 5. O deñlü muʿtedil oldı hevā-yı Nev-rūzī2 Çerāġ-ı nergisi etmez çemende bād ıṭfā 6. O deñlü fart-ı sürūr-ı ṭarab-fezā demidür Kubūra ḫande vü şādāne defn olur mevtā 7. Nemāda ḳuvvet o deñlü devāta ḳonsa ḳalem İderdi levn-i neżāretle berg ü ber peydā birlikte İskender-i Zülkarneyn'in maiyetinde, karanlıklar ülkesinde (zulûmât) âb-ı hayatı aramaya çıkarlar. Dere kenarında pişmiş balıkları yerken, Hızır'ın elinden bir damla su balığa sıçrar, balık canlanıp suya atlar. Bu suyun ölümsüzlük suyu olduğunu anlarlar ve ondan içerler. Daha sonra İskender'e haber verseler de suyu bir daha bulamazlar. İnanışa göre ölümsüz olan Hızır ve İlyas, Allah'ın emriyle darda düşenlere yardım etmekle görevlendirilirler. Bu görevi Hızır karada, İlyas denizde ifa etmektedir. (Pala 2013, 204-205) 1 Kârûn: Mûsâ peygamber zamanında yaşadığına inanılan, zenginliği, cimriliği ve Allah'a isyanıyla ünlenip sonunda malı ve mülküyle yere geçmiş İsrailoğulları soyundan biridir. Simya ilmini akrabası Mûsâ'dan öğrenerek toprağı altına çevirmek suretiyle zengin olduğuna inanılmaktadır. Edebiyatımızda zenginliği, cimriliği ve akıbetiyle anılır. (Zavotçu 2013, 415) 2 Nev-rûz: Farsça yeni gün demektir. Gece ve gündüzün eşitlendiği gün (22 Mart) olup baharın başlangıcı sayılmaktadır. İranlılar bu günü yılbaşı olarak kutlamaktadırlar.(Cilacı 2001, 267) Nev- rûzî: Nevrûza özgü, nevrûz günü gibi. 82 8. Tekevvün etse ʿaceb mi kemāl-i nāmiyeden Derūn-ı miḥberede ḥayye gibi tār-liḳā 9. Zebān-ı nuṭḳa dimāġ ol ḳadar verür miknet Taʿaccüb olmaya olursa bī-zebān gūyā 10. Yine ḳırābına güncāyiş olmaya tīġā Pür ede cevfi muṣammet edüp duḫūl-i hevā 11. Nedir bu ceẕbe hevāda ki āb-ı fevvāre Teḳāṭur etmeye arża hevāda eyleye cā 12. Eger ki şīr ile āhūyı etseler taṣvīr Olurdı pençe-zen āhūya şīr-i ḥamle-nümā 13. Ḥacerde ṣūret-i Şīrīn1-naḳş-ı Ferhādī2 Ḫırāma gelse bu faṣl içre yoḳ gümān aṣlā 14. Dehān-ı māra düşen ḳaṭrehā-yı Nīsānī3 Taʿaccüb eylemem olursa lüʾlüʾ-i lālā 15. Açıldı āyīne gibi dilān-ı jeng-zede Ne ṣūret ile nifāḳa yüzün ṭuta aʿdā 6b 16. Bu ittiḥād-ı żamāyır bu ittifāḳ-ı ḳulūb Bu inşirāḥ-ı ḫavāṭır-nüvāz-ı şāh u gedā 1 Şîrîn: İlk olarak Şâhnâme'de işlenen, daha sonraları Nizâmî-i Gencevî'nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinin başı çektiği ve onlarca şair tarafından kaleme alınan Ferhad ile Şîrîn, Hüsrev ile Şîrîn mesnevilerinin kadın kahramanı. Ferhad ile Hüsrev Pervîz aşkı arasında kalan sevgiliyi temsil eder. (Zavotçu 2013, 721) 2 Ferhâd: Ferhad ile Şîrîn aşk hikâyesinin erkek kahramanı. Şîrîn'e olan aşkı yüzünden İran hükümdarı Hüsrev Pervîz'in düşmanı konumundadır. Nizâmî'den bu yana kaleme alınan mesnevilerde Ferhad daima su yolları yapmakla görevli bir mühendis veya ressam kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Hüsrev ile Şîrîn'den farklı olarak, tarihi ve gerçek kişiliği belirsizdir. Klasik şiirde sadık bir aşık olması, sevdiği için dağları delmesi özellikleriyle kendine yer bulur. Sevgilisi için imkansız görünen işleri göze alan, aşkının derin hüznü içinde vuslata eremeden ölen aşığın simgesi konumundadır. (Zavotçu 2013, 242-243) 3 nisan yağmuru: İnanışa göre, Rumi nisanın on sekizinci, miladi mayısın ilk günü yağan yağmur taneleri sadefin karnına girerse inci, yılanın ağzına düşerse zehir olurmuş. (Onay 2009, 357) 83 17. ʿAceb-mi ʿāşıḳ-ı firḳat-keşīdeyi etse Viṣāl-i dil-ber-i ṭannāzı ile kām-revā 18. Degül şeb içre nümāyende kirmek-i şeb-tāb Şerāredür ki gül-i āteşīn eder peydā 19. Gülüñ o mertebede bülbüle muḥabbeti var Ki etdi her varaḳın sāyebān-ı sürḫ-āsā 20. Miŝāl-i Āṣaf-ı1 gül-rūy-ı bāġ-ı sulṭānī Ki zīr-i sāye-i şefḳatlerindedür ġurabā 21. Ne Āṣaf Āṣaf-ı rāḥat-resān-ı bende-nüvāz Ne Āṣaf Āṣaf-ı düşmen-şikār-ı rūz-ı veġā 22. Sipihr-i mekremete ẕātı mihr-i tābende Zemīn-i āṭıfete cūdı cūş-ı baḥr-i ʿaṭā 23. İfāde-i ḥikem eyler niçe Felāṭūn'a2 Disem sarāyına lāyıḳ Medīnetü'l-Ḥükemā3 24. Diyār-ı Mıṣr'a ki fermān-dih oldı Yūsufveş O şehre eyledi Nîl-i mekārimin icrā 25. Görince meşreb-i şemşīr-i bī-dirîğini Nīl Kesüldi ḫavf-ıla ṭuġyānı eylemez ḳaṭʿā 1 Âsaf: İslami kaynaklarda Hz. Süleyman'ın veziri veya katibi olduğu belirtilen kişi. Asıl adı İbn-i Barahyâ'dır. Nüsha, tılsım, vefk ile simyanın mucidi sayılmaktadır. İyilik, ileri görüşlülük, sadakat, başarılı yönetim ve tedbirin sembolü olarak klâsik şiirde adı sıkça zikredilmektedir. (Zavotçu 2013, 76) 2 Felâtûn: İslam felsefesi üzerine önemli etkileri olan ilk çağ Yunan düşünürü, Platon. Sokrat'ın öğrencisidir. Atina yakınlarında m.ö.387 yılında kurduğu, bilim tarihinde "Akademi" olarak bilinen okulu ve bu okulun yetiştirdiği öğrencileriyle ünlüdür. (Zavotçu, 236) En meşhur öğrencisi Aristo'dur. Kaynaklarda kırka yakın eseri olduğundan bahsedilmektedir. Edebiyatta aklın, bilginin ve zekanın timsali olarak konu edinilir. (Onay 2009, 163) 3 Medînetü'l-Hükemâ: Kelime anlamı "filozoflar şehri" olup kastedilen Atina'dır. 84 26. ʿĀdū bıraḳdı Azaġ'ı1 hücūm-ı ʿazminden İder mi şīr ile rūbāh-ı ḥīle-cū heycā 27. Olınca māh-ı dıraḫşan-dih-i eyālet-i Şām Fürūġ-ı adl-ile verdi o cennet içre żiyā 28. Vücūdı fitne-i āḫir-zamānı maḥv etdi Nüzūlı oldı ol iḳlīme gūyiyā ʿĪsā 29. İrince māh mihirden ḫusūf2-ı Mirrīḫ'e (…) eyledi fenāʾ vü arż-ı semāʾ 30. Naẓar be-Müşterī etdi ḳamer saʿādet ile Verüldi yümn-ile yaʿni ṣadāret-i ʿuẓmā 7a 31. O māh-ı Şāmī ṭulūʿ eyledi Sitanbul'a Siyāhī-i sitem-i ẓulmi etdi nā-peydā 32. Cemāl-i Yūsuf-ı adli görince açdı gözin ʿAceb mi ḥüznini Ya'ḳūb-ı3 devlet etse hebā 33. ʿUṭārid-i felek elḳābın eyleyüp taḥrīr Bu gūne eylemiş ism-i şerīfini inşā 1 Azag: Azak şehri. Günümüzde Rusya Federasyonu'na bağlı Rostov özerk bölgesinde, Don nehri kıyısında yer alan şehir. Tarih boyunca Miletler, Hazarlar, Peçenekler, Altın Orda Devleti, Venedik hakimiyeti gören kent, 1475'te Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilmiştir. Karadeniz ticaret yolunda büyük stratejik önem taşıyan kent 1637'de Don Kazakları'nın eline geçse de, 1642'de Sultanzâde Mehmed Paşa ve Kırım Hanı IV. Mehmed Giray önderliğindeki kuşatmayla yeniden geri alınmıştır. (Bilge 1991, 300-301) Beyitte bu başarılı kuşatmadan bahsedilmektedir. 2 husûf: Ay tutulması. (Devellioğlu 1999, 385) Husûf, genelde ay tutulması için kullanılan bir terim olup, beyitte dünyanın Mirrîh (Mars) ile güneş arasına girmesi ve Mirrîh'i ışıksız bırakması şeklinde kullanılmıştır. 3 Ya'kûb: Kur'an-ı Kerim'de adı geçen İbrânî peygamberlerden olup, Yusuf'un babası, İbrahim peygamberin torunudur. Diğer adı İsrâ'il olduğu ve soyu 12 oğluyla devam ettiği için kendisinden sonraki İbrânîlere İsrâiloğulları da denilir. Hz. Muhammed'e gelene kadar tüm peygamberler onun soyundandır. Babası Hz. İshak'ın ölümünden sonra onun yerine geçen Yakub, memleketi Kenan'a izafeten "Pîr-i Ken'an" sıfatıyla anılır. Klasik şiirde adı Hz. Yusuf ile birlikte zikredilir. Kaybolan oğlu Yusuf için hüzünler evinde (Külbe-i Ahzan) yas tutması, ağlayarak gözlerini kaybetmesi, Yusuf'un gönderdiği gömleği yüzüne sürerek gözlerinin açılması konuları ile anılır. (Pala 2013, 478) 85 34. Naṣīr-i ümmet-i Aḥmed1 emīn-i devlet ü dīn Muʿīn-i şerʿ-i Muḥammed semiyy-i bedr-i dücāʾ2 35. Ḫıdīv-i bende-nüvāzā felek-ḳadir ṣadrā Eyā dür-i güher-i bī-bahā vü bī-hemtā 36. Naṣībin aldı ayaḳda ḳalan sitem-keşler Ṣıġadı3 dest-i nüvāziş oları ser-tā-pā 37. ʿAle'l-ḫuṣūṣ ḥuḳūḳ-ı ḳadīmi ṣāḥibinüñ Riʿāyet eyleyüp etdüñ merātibin aʿlā 38. O defter içre benüm nā-resīd olup ismüm İrişmeye baña luṭfuñ muhān olam ḥāşā 39. Zamān zamāne-i imsāk idi li-ḥamdi'llāh Erişdi ʿīde niçe rūzedār-ı derd ü belā 40. Füzūnī daḫı civārında nān ümīd eyler Ḳarīb-i şīr olan elbet olur nevāle-rübā 41. Ẕekāt-ı luṭfıña muḥtāc eger murāduñ ise Faḳīr-i mūcib-i şefkat ḳapudayın ḥālā 42. Şahādet eyler idi ilmüñ ile maʿrifetüñ Faḳīr-i bī-mededem deyü eylesem daʿvā 1 Ahmed: İslam'da son peygamber kabul edilen dini, askeri, siyasi lider; Hz. Muhammed. Ahmed, Mahmud, Mustafa adlarıyla da bilinir. 572'de Mekke'de doğmuştur. 40 yaşında kendisine Kur'an-ı Kerim nazil olmaya başlamış ve peygamberlikle müjdelenmiştir. Mekke'den başlayarak Arap yarımadasını İslam hakimiyetinde tek bir dini yönetim üzerinde birleştirmeyi başarmıştır. Yaşadığı dönemde "el-emîn" sıfatıyla tanınmış, 632'de Medine'de vefat etmiştir. (Hançerlioğlu 1984, 355- 361) 2 semiyy-i bedr-i dücâ: Sultan İbrahim saltanatında bir yıl yedi ay sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı; Sultanzâde Civankapıcıbaşı Mehmed Paşa. 1603 yılında doğdu. Enderunda eğitim gördükten sonra kapıcıbaşı olup saraydan çıktı. 1630'da kubbealtı veziri oldu. Sefer hazırlıklarında ihmali görülerek Rodos'a sürüldü, affedilerek 1637'de Mısır'a 1641'de Özi'ye vali olarak atandı. Azak Kalesi'ni aldıktan sonra Şam valisi olarak tayin edildi. 1644'te sadrazam oldu. 20 ay sonra görevinden azledilerek Girit serdarlığı görevi verildi. 1646'da Girit'te öldü. (Uzunçarşılı 2011b, 391- 393; Buz 2009, 99) 3 sıgadı: Okşadı. sıgamak: Okşamak, sıvamak, meshetmek (Dilçin 2009, 197) 86 43. Ġubār-ı ḫāṭır-ı pāk olmasun meded zinhār Yeter likām-ı semend-i ṭabīʿata irḫā 44. Duʿā-yı devletin etmek ʿumūma vācibdür Niçe ḫuṣūṣ ile bu kemterīneye farżā 7b 45. Zemīn ede çemenī ḫilʿatin1 ne dem ber-dūş Zamān ola nitekim böyle şād u ġam-fersā 46. Libās-ı ṣıḥḥat ile bula cismi ārāyiş Sürūr u behcet ile ola ḳalbi cilve-fezā 4 Sabıḳā Vezīr-i Aʿẓam İken Merḥūm Olan Ḳara Muṣṭafa Pāşā Ḥaḳḳındadur ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Yeter ey çarḫ-ı denī ʿaksine devrān etdüñ Biz vefā ister iken cevr-i firāvān etdüñ 2. Şād olduḳ bu aṣırda diyü mesrūr idük Çoḳ görüp güldügümüz derd-ile giryān etdüñ 3. Ḳatı Nemrūd2'sun ey çarḫ Ḫalīl3-i keremi Mancınıḳuñla atup sūziş-i nīrān etdüñ 4. Reng-i rūyın ne idi almaġa bāʿiŝ o gülüñ Niçe bīn bencileyin bülbüli nālān etdüñ 1 hil'at: Halife ve hükümdarlar tarafından taltif etmek ve şereflendirmek amacıyla devlet adamlarına ve diğer bazı kişilere giydirilen değerli elbise. Sırma işlemeli ve şerit halinde kenar yazılarıyla süslenmiş, hükümdarın isim veya alametini üzerinde taşıyan kaftanlar, taltif amacıyla birine verildiğinde hil'at adını alırdı. Taltif, memuriyetin mahiyet ve önemine göre başlık, kemer, hamail, kılıç, at, davul, bayrak ve para gibi birtakım hediyeleri de kapsardı. (Şeker 1998, 22-24) 2 Nemrûd: İbrahim peygamberin dinine karşı gelip onunla mücadele eden, onu mancınıkla ateşe attıran ve sonunda Allah'ın kendisine musallat ettiği bir sinekle baş edemeyip ölen Babil hükümdarı. Klasik şiirde Hz. İbrahim'le birlikte zikredilir. (Pala 2013, 356) Ayrıca bkz. K.1/31 (Halîl-i Âzer) 3 Halîl için bkz. K.1/31 (Halîl-i Âzer) 87 5. Sünbül ile gül-i ter cennete zīnet-dih idi Güli pejmürde edüp anı perīşān etdüñ 6. Bitmiş iken iki gül üstüne reyḥān-ı laṭīf Ne içün bād-ı ḫazānī ile tālān etdüñ 7. O benefşeyle o gül bulmış iken zīb-i cemāl Ne içün böyle şikest-i gül-i ḫandān etdüñ 8. Çoḳ mı ṭāḳ-ı ḥarem-i Muṣṭafavīye iki yāy Tozların1 yaḳduñ anıñ ḳaṣd-ı kemānān etdüñ 9. Gördüñ ol saḫt kemānlar gelemez ḳullāba2 Nerm edüp āteş-i mekriñ ile mīlān etdüñ 10. Bā-ḫuṣūṣ ol iki āhū-yı ḥarīm-i Kaʿbe Ṣaydı memnūʿ iken dāmıñı pinhān etdüñ 11. O ġazālāna ḥayf añlamayup ḥürmetini Ḳıl ḳadar ṣaḳlamaduñ mūyını sūzān etdüñ 8a 12. Anı yaḳduñ bizi kül öksüzi etdüñ ey çarḫ Şefkatüñ yoḳ mı ki āzār-ı yetīmān etdüñ 13. Āteşüñ ḍarbı ile düşdi firāş-ı eleme Yaḳduñ baḳduñ anı ʿālemi vīrān etdüñ 14. Ḥaẓret-i Caʿfer-i Ṭayyār3'a dönüp ol server Uçurup murġ-ı ḥużūrun anı ṭayrān etdüñ 1 toz: Yaya sarılan sırma. 2 kullâb için bkz. G.90/5 3 Ca'fer-i Tayyâr: Ca'fer b. Ebu Tâlib. Hz. Muhammed'in amcasının oğlu; Hz. Ali'nin kendisinden on yaş büyük ağabeyi. İlk iman edenlerdendir. 629'da Suriye'ye gönderilen orduya kumanda etmek üzere Hz. Peygamber tarafından tayin edilen üç komutandan biridir. Bu savaşta her iki kolu kesilmek suretiyle şehid edilmiştir. Hz. Peygamber, yüce Allah’ın Ca'fer'in kesilen iki koluna karşılık iki kanat ihsan ettiğini ve onlarla cennette uçtuğunu haber vermiştir. Bu sebeple kendisine "tayyâr" (uçan) ve "zü’l-cenâheyn" (iki kanatlı) lakapları verilmiştir. (Önkal 1992, 548-549) 88 15. Sīmveş ḫāliṣ iken cismi miḥeḳḳ-i ʿadle Ne içün āteşe ṣalduñ yine bühtān etdüñ 16. Nüsḫa-i aʿẓam ü mecmūʿa-i ḳudret iken ol Bilmedüñ ḳadrini nesḥ-i ḥaṭ-ı reyḥān1 etdüñ 17. ʿĪde mi erdüñ eyā dehr-i denī-i ḫūn-rīz Bir iki ḳoç yigidi yoluna ḳurbān etdüñ 18. Cān-ı ʿālem2 iken ol rūḫ-ı muṣavver ḥayfā ʿĀlemüñ cānını yaḳduñ bizi büryān etdüñ 19. Az mı yaḳduñ beni de ey felek-i pür-āteş Dildeki āteş ile micmere kürdān etdüñ 20. Ey felek bāng-ı ṣarīr-i ḳalemüm ḳırḳ yıldur Gūş-ı ṣāḥib-hüner ü zümre-i ʿirfān etdüñ 21. Vāṣıf-ı menḳabet-ārā-yı zamāne dursun Baña sen ġıbṭager-i ʿÖrfī3 vü Selmān1 etdüñ 1 hatt-ı reyhânî: İslâm hat sanatında, aynı yazının farklı tarz ve üslûpları mânasında “aklâm-ı sitte" (şeş kalem) diye adlandırılan altı hat stilinden biri. Reyhânî (veya reyhân) stilini geliştirenin İbnü'l- Bevvâb veya Ali b. Übeydü'r-Reyhânî olduğuna inanılmaktadır. Sülüs kalınlığında, gözü kapalı harfin olmadığı bir yazı türü olan Reyhânî ile genellikle Kur'an ve dua kitapları yazılmış, XVI. yüzyılda terkedilmiştir. (Gökbilgin 1979, 38-39) 2 cân-ı âlem: Sultan IV. Murad ve I. İbrahim saltanatında beş yıl bir ay sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı; Kemankeş Kara Mustafa Paşa. Arnavut asıllıdır. Okçulukta hüner sahibi olduğu için kemankeş lakabıyla anılmıştır. Sırasıyla çorbacı, kul kethüdası, sekbanbaşı, yeniçeri ağası ve 1635'te kaptân-ı deryâ oldu. 1638'de Tayyar Mehmed Paşa'nın Bağdat seferinde şehit olması üzerine onun yerine sadrazam oldu. İran'la kasr-ı şîrîn antlaşmasını yaptı. Sultan İbrahim saltanatında kapıkulu askerlerini isyana teşvik ettiği gerekçesiyle 1644'te idam edildi. (Uzunçarşılı 2011b, 387-389; Süreyya 1996, 1199; Yılmaz 1999, 310-311) 3 Örfî: Örfî-i Şîrazî olarak bilinen XVI. yüzyıl İranlı şairi. Asıl adı Cemâleddin Muhammed'dir. Küçük yaşlardan itibaren şiire olan meyli sebebiyle Tarhî-i Şîrâzî, Kadrî-i Şîrâzî ve Molla Gayretî gibi şair ve ediplerin meclislerine katılarak şiir yeteneğini geliştirdi. Edebî ve ilmî faaliyetleri destekleyen Safevî hükümdarları I. Tahmasb ile I. Abbas'ın şiir meclislerinde yer aldı. Bâbür sarayına geçerek Ahmednagar'a, ardından Gürkanlılar'ın merkezi Fetihpûr Sikri’ye gitti. Burada Ekber Şah sarayının önde gelen şairlerinden Feyzî-i Hindî ve sarayın melikü’ş-şuarâsı Mesîhuddin Ebü’l-Feth Gîlânî’yle tanıştı. Onun aracılığıyla sanat sever kumandan Abdürrahîm Hân-ı Hânân’ın hizmetine girdi. Bu yolla Ekber Şah’a ve Şehzade Selim’e yakınlık sağladı ve hayatının sonuna kadar sarayda kaldı. Örfî, 14.000 beyitlik Dîvân'ından başka Nizâmî-i Gencevî’nin Mahzenü’l-esrâr’ını taklitle Mecma'u’l-ebkâr, Hüsrev u Şîrîn’ini taklitle Şîrîn u Ferhâd mesnevilerini kaleme almış ancak tamamlayamamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk şairlerce tanınmaya başlayan 89 22. Naẓm u inşāda ney-i ḫāme-i şīrīnüm ile Dehen-i ehl-i meẕāḳı şekeristān etdüñ 23. Genc ü gevher dolu teʿlīfüm olan naẓmum ile Beni engüşt-nümā-yı şeh-i ʿOŝmān etdüñ 24. Sefer-i Óotin2'i inşāʾ ile taḥrīrümde Rūḫ-ı Vaṣṣāf3'ı cezāk-Allāhu4-gūyān etdüñ 25. Ben nefāis-ḥˇor-ı efḍāl-i simāṭ ü hüneri Saña lāyıḳ mı ki deryūzeger-i nān etdüñ 26. Teh ḳadeḥ cürʿa-i rindān-ı maʿārif gibi Bilmeyüp hürmetini ḫāk-ile yeksān etdüñ 8b 27. Giryeme bir gün olur merḥamet eyler der iken Sen beni ḫande-zen-i zümre-i aḳrān etdüñ 28. Ġarḳa-i baḥr-i ġama sāḥil-i luṭfuñ yoḳ mı Gözümüñ yaşını ḫod mevce-i ṭūfān etdüñ Örfi, Sebk-i Hindî üslubunun önde gelen isimlerinden biri olup Nef‘î, Râmî, Cevrî İbrâhim Çelebi, Nâbî, Nedîm, Münif, Erzurumlu Zihni, Şeyh Galib, Nigârî, Leskofçalı Galib ve Ziyâ Paşa tarafından övgüyle bahsedilerek şiirlerine nazireler, tahmisler yazılmıştır. (Kurtuluş 2007, 96-97) 1 Selmân: Melikü'ş-şuarâ Selmân-ı Sâvecî. XVI. yüzyıl İranlı şairi. Asıl adı Cemâlüddîn Selmân b. Hâce Alâiddîn Muhammed Sâvecî'dir. Genç yaşta İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han’ın ve eşi Dilşâd Hatun’un dikkatini çeken genç şair, İlhanlı Devleti’nin yıkılması üzerine 744’te (1343) Bağdat’a Celâyirli Devleti’nin kurucusu Şeyh Hasan-ı Büzürg ve onunla evlenen Dilşâd Hatun’un sarayına gitti. Sarayda melikü’ş-şuarâ makamına ulaştı. Kasidede Menûçihrî, Senâî, Evhadüddîn-i Enverî, Hâkānî-i Şirvânî ve bilhassa Zahîr-i Fâryâbî ile Kemâleddîn-i İsfahânî gibi şairleri örnek almış, ancak lafız ve mâna açısından kendi şiirine özellikler kazandırmıştır. Selmân, gazelde de Sa‘dî-i Şîrâzî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin takipçisidir. 21.500 beyit kadar olduğu belirtilen külliyatında Dîvân'ından başka Cemşîd u Hurşîd ile Firaknâme adlı mesnevileri vardır. (Karaismailoğlu 2009, 446-447) 2 sefer-i Hotin: 1634'te Sultan IV. Murad komutasında Lehistan'a yapılan seferdir. Diplomatik temaslarla sefer savaş çıkmadan sonuçlanmış, Lehistan'la barış antlaşması imzalanmıştır. (Cezar 2011, 1909-1910) 3 Vassâf: İlhanlı devri tarihçisi, bürokrat ve edip. 1257'de Şiraz'da doğmuştur. Asıl adı Şerefüddîn Abdullāh b. İzziddîn Fazlillâh b. Ebî Naîm-i Yezdî'dir. İlhanlı Hükümdarı Olcaytu Han tarafından kendisine verilen “Vassâfü'l-hazret” ve bunun kısaltılmışı olan “Vassâf” lakabıyla tanınır. İlhanlı devlet adamı Atâ Melik el-Cüveynî’nin Târîh-i Cihângüşâ'sına zeyil olarak hazırladığı 4 ciltlik tarih kitabıyla meşhurdur. (Özgüdenli 2012, 558-559) 4 cezâk-Allâhu: "Allah sana hayırlı mükâfat versin" anlamındaki söz. "Kim kendisine yapılan bir iyiliğe karşı bunu yapana "cezâk-Allâhu hayran" derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur." (Tirmizî, Birr 87, 2035) 90 29. Ben ḥaṣīri n'ideyüm yaḳmaġa başım üzre1 Nār-ı āhum ʿalevin āteş-i külḫān etdüñ 30. Ḳoyalum dehre ʿitābı yeter ey dil zīrā Etdügi işlerine anı peşīmān etdüñ 31. Cümle taḳdīr-i ḳaẓā ḥaẓret-i Cabbār'ıñdur Ġalaṭ etdüñ bunı sen dehrden iẕʿān etdüñ 32. Cümle eşkāl u ṣuver ḫāliḳıdur Īzid-i pāk Sen pes-i perdede üstāduñı nisyān etdüñ 33. Ṣaf-derā baḥr-kefā mālik-i deryā-keremā Ey niçe ser-keşi tīġüñle hirāsān etdüñ 34. Serverā nīk-reviş-i dāver-i Āṣaf-menişā Ey niçe bencileyin mūrı Süleymān etdüñ 35. Dergehiñ maʿdelet-ārā-yı Anūşirvānī2 Ol cihetden ḳuluñı silsile-cünbān etdüñ 36. Söylesün sen güle bülbül gibi ḫāmem diñle Niçe taṣdīʿ çeküp gūş-ı hezārān etdüñ 37. Ḫaṣm-ı baḫtum baña çün ẓulm eder iḥzāra buyur Buyruġuñla niçe küffārı müselmān etdüñ 38. De kim ey baḫt-ı ḥasedkār u siyeh-rūy niçün Yūsuf-ı maʿrifetüñ yerini zindān etdüñ 1 başta hasır yakmak: Eskiden zulüm gören halkın padişah, vezir ya da valinin geçeceği yol üzerinde başlarında kuru ot, hasır, paçavra gibi şeyleri yakarak durmaları olayı. Bu sayede padişahın dikkati çekilerek dertleri anlatma imkanı bulunabilmekteydi. (Onay 2009, 88) 2 Anûşirvan: Nûşirevân, Nûşinrevân, Enûşirvân olarak da bilinen, 531 ilâ 579 yılları arasında hükümdarlık yapmış Sasani hükümdarı. Klâsik şiir ve nesirde adaletin simgesi olarak anılır. (Pala 2013, 362) Bu beyitte olduğu gibi, kasidelerde övülen kişi adaletli yönetimi ile Nûşirevân'a benzetilir. 91 39. De kim ey ṭāliʿ-i maʿkūs u denī ḫāne-ḫarāb Doymaduñ mı daḫı cevre anı cūʿān etdüñ 40. Dergehüm bendesi oldı ṣaḳın incitme anı Yoḫsa tīġ-ı ġażabum ẓāhir ü ʿüryān etdüñ 9a 41. Der-i devletde ḳuluñ eyle beni sulṭānum Ṭut ki bir bendeñi Mıṣr iline sulṭān etdüñ 42. Baña şükrāne-i ṣıḥḥat naẓar-ı merḥamet et Niçe bī-keslere luṭf eyledüñ iḥsān etdüñ 43. Bāġ-ı luṭfuñda beni ġonce-i dil-teng etme Dem-i cān-baḫşuñ-ile çok güli ḫandān etdüñ 44. Bir kitābetle ḳuluñ ʿabd-i mekātib eyle Müstaḳīm olanı çün zīnet-i dīvān etdüñ 45. Ben dür-i güm-şüde-i Ḥażret-i ʿOŝmān Ḥān1'em Żāyiʿ etmişdi felek şimdi nümāyān etdüñ 46. Niçe bir naḳl-i şikāyet yeter ey esb-i hüner Ṣafḥa-i şekvede ḥaḳḳā eyü cevlān etdüñ 47. Et duʿā gevherün īŝār Füzūnī durma Ḳalemüñ çünki güher-bār u dür-efşān etdüñ 48. De kim ey ḳullarına merḥameti çoḳ Mevlā Çün ṣıfāt-ı keremiñ birini Raḥmān etdüñ 1 Osmân Hân: Osmanlı Devleti'nin kurucusu, Osman Gazi, I. Osman. 1258'de Söğüt'te doğdu. Babası Ertuğrul Gazi ile birlikte Moğol zulmünden kaçıp önce Ahlat'a, ardından Selçuklu hükümdarı Gıyâseddin Keyhüsrev tarafından kendilerine verilen Ankara civarına yerleşmiş, Selçuklu devletinin yıkılması üzerine Osmanlı Beyliği adıyla bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Babasının ölümü üzerine yerine geçen Osman Gazi Eskişehir, Bilecik, Mudanya, Yenişehir ve İnegöl'ü fethederek XVII. yüzyılda üç kıtaya hükmedecek Osmanlı imparatorluğu'nun temellerini atmıştır. (Öztuna 2011, 17- 21) 92 49. Sāye-i merḥametüñ kār-güẕār ṣadreynün Fuḳarā ḳullarunuñ derdine dermān etdüñ 50. Ver aña devlet-i ṣıḥḥatle şifā-yı ṣadrı Niçe gündür ki bu ṣadrı ten-i bī-cān etdüñ -Bize eksikligüni bir gün anıñ gösterme- 11 Tercīʿ-i Bend der-Midḥat-ı Mesʿūd Aġa ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Gele ey ḫāme-i ejder-dem ü iʿcāz-nümā Kūşe-gir olma yeter hemçü ʿaṣā-yı Mūsā2 2. Ṭūṭi3-i nāṭıḳa-perdāz-ı maḳāl-i ḥāl ol Edeyüm sükker-i şīrīni devāta ilḳā 9b 3. Yaḳasın ṭurre-i şeb-gūne-i meh-rūdan edüp Misk ü ʿanberle mürekkeb edeyüm anı saña 1 Başlıkta terci-i bend olarak belirtilmesine rağmen manzume terkib-i bend'dir. 2 Mûsâ: Kendisine dört kutsal kitaptan "Tevrat" nazil olan İsrâiloğlu peygamberi. Firavun'un İsrailoğullarına zulmünün arttığı sıralarda Mısır'da doğmuştur. Kur'ân-ı Kerim'de Kasas suresi 3-8. ayetlerde bahsedilen kıssasına göre, "Firavun Mısır'da azmış ve maiyetindeki bir halkı diğerlerinden ayırarak, onlardan doğan erkek çocuklarını öldürerek onlara zulüm etmişti. Allah, bu zulme son vermek üzere Musa'yı göndermişti. Annesi Musa'yı Firavun'dan korumak için Nil nehrine bırakmış, Firavun'un karısı onu nehirde bularak büyütüp yetiştirmişti." Musa'ya peygamberlik verilince Firavun'u kendi şeriatine davet etmiş, kabul edilmemişti. Bir gece İsrâiloğullarını gizlice toplayıp Süveyş denizi kıyısına götürdü. Asasını denize vurarak on iki yol açtı. On iki kabile bu yollardan geçti. Kendisini takip eden Firavun ve ordusu tam bu yollardan geçerken deniz tekrar kapandı, Firavun ve ordusu helak oldu (Harman 2006, 207-213). Musa, klâsik edebiyatta başından geçenlerle ve mucizeleriyle sıkça konu edilir. Bunlar; onun ejderhaya dönüşen, ağaç olup meyve veren, gökten kudret helvası indiren, kayadan su çıkartan, Kızıldeniz'i geçerken denizin kapatan asası; Allah'ın tecelli ettiği dağın parçalanması ve buna bir kez nazar eden Musa'nın düşüp bayılması; Yed-i Beyzâ'sı; Firavunla mücadelesi; Hızır ile arkadaşlığı; Allah ile konuşması hadiseleridir. (Sırma 2013, 118-166; Pala 2013, 334-335) 3 tûti: Papağan. Şiirimizde "bebga" adıyla da zikredilir. Ehlileştirmeye en müsait kuş olup, insan seslerini taklide meyillidir. Şeker vb. tatlı yiyeceklere düşkündür. Asla su içmediğine, içtiği takdirde öleceğine inanılır. Çekici görüntüsü ve konuşabildiğine olan inanç, onu tüm doğu şiirinde sevgilinin ve şairin benzetmeliği olmasını sağlamıştır. Bu iki özellik yanında papağanın konuşma öğretiminde kullanılan ayna da sevgiliyle ilgili teşbihlerde kendine yer bulmuştur. Beyitte kalem, düzgün ve dokunaklı sözler söyleyen papağana benzetilmiş, ödül olarak da hokkaya şeker konulmuştur. (Ceylan 2007, 194-204) 93 4. Ruḫ-ı zerd üzre sirişküm edeyin pāşīde Ṣafḥa-i sīm ü zere eyle ḫırām-ı raʿnā 5. Ḥūn-ı dilden çekeyin cedveli müjgānum ile Eridüp cānumı ıṣlāḥ edeyin sürḫını tā 6. Baña bir nāme yazup derdümi işʿār edesin Niçe bir maḫfī ola ḥālümi iẓhār edesin 1. Nāmedür pārçe-i şekl-i seḥāb-ı bārān Söyinür anıñ ile dildeki nār-ı sūzān 2. Nāmedür bedreḳa-i güm-şüdegān-ı firḳat Nāmedür rāh-ber-i dergeh-i kūy-ı cānān 3. Nāmedür gitse olur tesliye-baḫş-ı ḫāṭır Nāmedür gelse eder ḳaṭre-i eşki ʿummān 4. Nāmedür şāriḥ-i metn-i ġam-ı eyyām u leyāl Nāmedür mūżıḥ-ı ebvāb u fuṣūl-i hicrān 5. Nāmenüñ cedvelidür cūy-ı yenābīʿ-i ḥikem Çemenistān-ı ümīd olur anıñla reyyān 6. İmdi ey ḫāme çün olduñ baña sen maḥrem-i rāz Ḳol ḳanat ol kerem et eyle sipihre pervāz 1. Bād-ı āhumla ṣuʿūd et felek-i aṭlasa1 dek Anda bir südde-i ʿālī saña görinse gerek 2. Çihre-i zerdüñi evvel sür eşigi ṭaşına Zer-i iḫlāṣuñı iẓhār edecekdür o miḥek 3. İkisinden birine eyle senāyı tercīḥ İşigünde seg ü derbānunı maḥrem göricek 10a 4. Çünki iẕn ola duḫūl-i ḥarem-i ḥażretüne Edeb ile ḥarekāt et ṣaḳın Allāhu maʿak2 5. İbtidā būs-ı bisāṭ eyle yüzüñ yerlere sür Ŝāniyen āh-ı gülū-gir ü ciger-sūzuñı çek 1 felek-i atlas: Eski gökbilim inancına göre göğün en yüksek tabakası, arş. içinde hiçbir şey bulunmayan, bütün gökleri kaplayan felek olup "felekü'l-eflâk, felek-i a'zam, felek-i a'lâ" olarak da adlandırılır. Bkz. K.1/8 (nüh kıbâb) 2 Allah seninledir. 94 6. ʿArż edüp her şerer-i ġuṣṣayı āteşnāk ol Gir semender1 gibi āteş içine bī-bāk ol 1. De kim ey sūz-ı dile çeşme-i āb-ı Kevŝer2 Ḳaṭre-i luṭfıña ġarḳ-āb niçe bir teşne-ciger 2. Serverā ḳāʿide-i bende-nüvāzī bu mıdur Ki ola ehl-i yaḳīn bendelerüñ dūr-ı naẓar 3. Niçe bir badiye-peymāy-ı diyār-ı keremüñ Böyle Mecnūn3-ṣıfat kūh u beyābanda gezer 4. Ġıybet etdüyse ḫuzūruñda beni ḫayl-i ʿadū Ḥāşe-li'llāh ki olam cürm ü fesāda maẓhar 5. Yāver etme beni geçdiyse ʿadū döne döne Esb-i pā-besteyi zīrā ḫar-ı dūlāb geçer 6. Daʿvet et bezmüñe aġlatma benüm yüzüme gül Bülbülüñ nālesini gūş idegelmişdür gül 1. Evvelā naġme-keş-i şekve-i hicrān olayın Gireyin faṣl-ı fiġāna ney-i nālān olayın 2. Şād-merg olmayayın farṭ-ı sürūr ile diyü Gehī ġamnāk u gehī şevḳ-ile ḥandān olayın 3. Göricek pāy-i semendüñle rikābuña düşüp Gāh üftān olayın gāh-ise ḫīzān olayın 1 semender: Farsça "sâm-ender" (ateş içinde-yaşayan-) kelimesinin muhaffefi olup semendel, semendûr, semendûn, âzer-şep, âteş-hâr olarak da bilinen hayvan. Suda ve karada yaşayan türleri bulunan semenderler görünüş olarak kertenkeleye benzer. Edebiyatımızda zikredilen efsanevi semender de aynı vasıfta bir hayvandır. Vücudunun her iki yanında su boşaltım kesesi bulunan bu hayvan, kıvılcımlı köz üstünde yürüyeceği tarafları sulayarak geçtiğinden yanmaz, ateşten çıksa ölür zannedilirmiş. Şiirimizde âşık, aşk ateşinde yanması ve yanmayı istemesi özellikleriyle semendere benzetilmiştir. (Ceylan 2007, 211-215) 2 Kevser: Cennette bir suyun adı. Suyunun sütten beyaz, baldan tatlı, kardan soğuk, kaymaktan yumuşak olduğuna inanılır. (Pala 2013, 268) 3 Mecnûn: Leylâ ile Mecnûn mesnevilerinde anlatılan hikayenin erkek kahramanı. Gerçek veya hayali bir kişilik olduğuyla ilgili birbiriyle çelişen rivayetler olmakla beraber, şiirlerindeki bazı ipuçlarından hareketle Emeviler zamanında yaşadığı ve adının Kays b. Mülevvah b. Müzâhim olduğu kabul edilmektedir. Amcasının Leylâ bint Sa'd b. Mehdî el-Âmiriyye'ye aşık olduğu için Mecnûn (deli) lakabını almıştır. Leylâ'nın başkasıyla evlendirilmesi sonucu aşkından ve ızdırabından çöllere düşer, aklını büsbütün yitirir. Leylâ da Mecnûn'a olan aşkı yüzünden acı çekerek ölür. Mecnûn onun için ağıtlar söyleyip aşkının acılarını terennüm ederek çöllerde dolaşmaya devam eder. Nihayet bir gün ölüsü bulunur. Hikayede Mecnûn'a aşk, ayrılık, özlem ve hicran ateşi, elem, umutsuzluk ve göz yaşı seli isnat edilmiştir ve klâsik şiirde bu özellikleriyle yer almaktadır. (Durmuş 2003a, 159; 2003b, 277) 95 4. girye-i eşk-āver ile1 Bezmüñe şevḳ verüp şemʿa-i sūzān olayın 10b 5. Eŝer-i pāke müeŝŝirden edüp istidlāl Yaʿni merḥūmı añup Fātiḥa2-gūyan olayın 6. Pārelendi gibi zaḫm-ı ciger-i ḫūn-pāşum Ẕikr-i Pāşā3 idicek ḳan ile aḳdı yaşum 1. Āh merḥūmuñ o irfānına mı aġlayayın Yoḫsa ṭarz-ı reviş ü şānına mı aġlayayın 2. Sāyesi olmış idi bāʿiŝ-i emn ü rāḥat O ḳad-i serv-i ḫırāmānına mı aġlayayın 3. Göricek lücce-i pey-der-pey-i deryāyı ʿaceb Müteāʿāḳıb olan iḥsānına mı aġlayayın 4. Görmedi rūy-ı dil u ṣūret-i luṭf-ı dehri Anıñ āyīne-i iẕʿānına mı aġlayayın 5. Pister-i nāzük ü nerm üzre iken ḫˇābgehi Ḥāke düşmiş ten-i ʿüryānına mı aġlayayın 6. Diyelüm ʿaḳl u dil ü cānı edüp müctemiʿa Raḥmetu'llāhi ʿaleyhi ve ʿalā men tebiʿa4 1. Serverā muḥteremā luṭfuñı memdūd eyle Davet et ben ḳuluñı vāṣıl-ı maḳṣūd eyle 2. Çünki Ḥaḳ verdi saña ʿizz ü saʿādāt ü şeref Ṭāliʿ-i saʿduñ ile baḫtumı mesʿūd eyle 3. Ele al ḫātır-ı meksūrumı merḥūmı añup Dil-i ṣad-pāremi bir pārece ḫoşnūd eyle 4. Micmerāsā yanayın yaḳılayın bezmüñde ʿŪd-ı sūzende gibi āhumı pür-dūd eyle 5. Yūsufā müddet-i firḳat baña ṭoḳuz senedür Beytü'l-aḥzān1-ı ġamuñ bābını mesdūd eyle 1 Mısraın baş tarafı yazmada tahrip olmuş durumdadır. 2 Fâtiha: Kur'an-ı Kerim'in ilk suresi. Bir işe başlarken ve bitişte, ölülerin arkasından, şifa bulmak için hastalıkta ve Kur'an'ı hatimden sonra okunması adettir. (Asil 2011, 111-112) 3 Mes'ud Paşa: Hakkında bilgi bulunamadı. 4 Allah’ın rahmeti ona ve ona tabi olanların üzerine olsun. 96 11a 6. Cürmümüñ bārī mükāfāt ü cezāsın bulayın Düşeyin ayaġuña her ne olursam olayın 1. Ḫāl-i ʿanber-şiken-i rūy-ı zemīn ḥaḳḳı içün Yaʿni kim Kaʿbe-i ḥüccāc-ı ḳarīn ḥaḳḳı içün 2. Tāzekārī vü güneh-şūyī-i ten zemzem içün Altun oluḳdaġı2 āb-ı şekerīn ḥaḳḳı içün 3. Būsegāh-ı leb-i ṭāʿif Ḥacerü'l-esved3 içün Ḫātem-i ḳudrete ol faṣṣ u nigīn ḥaḳḳı içün 4. Ḥalḳa-cünbān-ı der-i beyt-i Ḫudā olduḳda O teveccüh o tażarruʿ o enīn ḥaḳḳı içün 5. Ser-i ser-māye-i bendergeh-i rūz-ı ʿaraṣāt Ḥażret-i ḫˇāce-i kevneyn-i muʿīn ḥaḳḳı içün 6. Āb-ı luṭfuñla söyünsün ʿalevi ser-keş ise Ele al ḫāṭırumı her ne ḳadar āteş ise 1. Ḥabbeẕā kilk-i siyeh-gūş u kümeytī-cevelān Ser-i meydāna irişdük yeter et ẓabṭ-ı inān 2. Ey Füzūnī ḳalemüñ şāḫçe-i Sidre midür Sāyesinde niçe Cibrīl-i maʿānī pinhān 3. Rişte-i maʿniye çekdük dür-i ḫāṣṣu'l-ḫāṣṣı N'ola ger ḫatm-i duʿā ile bulursa pāyān 4. Tā ki āyīne-i ḫūrşīde baḳup māh-ı felek Ṣara destārçesin her gece bir nevʿa hemān 1 beytü'l-ahzân: Hüzünler, kederler evi. Külbe-i ahzen olarak da geçer. Yâkub peygamberin oğlu Yusuf'un özlemiyle inzivaya çekilip gözlerini kaybedene dek ağladığı ev ya da kulübe. (Zavotçu 2013, 796) 2 Altın oluk: Kâbe'nin tavanında bulunan, yağmur sularının akması için yapılmış oluk. Oluğu Kureyş kabilesi 605 yılında Kâbe'nin inşasında yapmıştır. Emevi halifesi I. Velid döneminde altınla kaplanan oluk, Osmanlı padişahları IV. Murad ve Abdülmecid tarafından yenilenmiş, 1996'da değiştirilmiştir. (Ünal 2001, 14-17) 3 Hacerü'l-esved: Kâbe’nin güneydoğu köşesine tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla yerleştirilen taş. Arapça'da "siyah taş" anlamına gelir. (Cilacı 2001, 144) Tarihi ve menşei hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Hacerülesved’in cennetten indirildiği, Nûh tûfanı sırasında Ebû Kubeys dağında korunduğu ve Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi inşası esnasında oradan getirilerek yerine konulduğu rivayet edilmektedir. (Ünal 2001, 15) 97 5. Naẓar-ı pāk-ı şehen-şāhī ile māh-ṣıfat Bula envāʿ-ı teraḳḳī-i nüvāziş her ān 6. İşidince ġamı redd ü feraḥı şād edeyin Güldürüp dostumı düşmeni berbād edeyin 11b 5 Der-Taʿrīf-i Faḫr-i Dūdmān-ı Salṭanāt Sulṭān Murād Ḥażretleri Ḥaḳḳındadur ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Her ḳaçan māh-ı ṣıyāmıñ āḫirinde ola ʿīd Her şebüñ ḳadr ola vü rūzuñ ola rūz-ı saʿīd 2. Şemʿ-i māh-ı ṣavmla döndükçe fānūs-ı felek Eylesün eşkāl-i āmālüñ müşaḫḫas ol Mecīd 3. Olmadı ʿahdiñde bir ferdiñ derūnī āteşi Micmer-i bezm-i ḥarīfānda meger ola pedīd 4. Māh-ı ʿīde n'ola ebrūsını teşbīh eylesem Kim görürse ḫāṭırında ferḥatı olur bedīd 5. Sāyedār olup ḳad-i aʿlāsı bulsun imtidād Ẓıll-ı Ḥaḳ'dur müddet-i ʿömrün Ḫudā etsün medīd 6. Ḫaṣṣa-i dest-i şerīfi bu ki teʿdīb eyleye Ser-keş olmaz idi aṣlā tevsen-i çarḫ-ı ʿanīd 7. Ḥażret-i Sulṭān Murād1-ı tāc-baḫş u tācdār Dürr-i yektā-yı hüner ferd-i selāṭīn-i vaḥīd 1 Sultân Murâd: 17. Osmanlı padişahı Sultan IV. Murad. 1612'de İstanbul'da doğdu. Amcası I. Mustafa'nın akli dengesizliği yüzünden 11 yaşında tahta çıktı. 20 yaşına kadar devleti annesi Mahpeyker Kösem Sultan yönetti. İmparatorluğun ekonomik, siyasi ve idari anlamda zorluklar yaşadığı bir süreçte tahta çıkmasına rağmen başarılı oldu. İriyarı, güçlü ve sporcu bir kimliğe sahip olan IV. Murad, saltanatında rüşvet ve iltiması azaltması; alkol, tütün ve kahveyi yasaklaması, Revan ve Bağdat'ı fethetmesi, bilim ve sanat çevresine destek sunması özellikleriyle öne çıkmıştır. (Uzunçarşılı 2011a, 177-208) 98 8. Zīr-i rānında olan raḫş-ı felek-sürʿat k'olur Bād-sürʿat kūh-heyʾet nār-ḥiddet ber-mezīd 9. Genc-i şādīden niŝār içün şehen-şeh farḳına Etdi gencūr-ı ḳader māh-ı nevi gūyā kilīd 10. Vaʿd-i luṭfından nümūne keŝret-i bārān u seyl Zecr ü ḳahrından işāretdür dem-i yevm-i vaʿīḍ1 11. Ol ʿAlī2-sīret Ḥasan3-ḫulḳ ü Ḥüseynī4-fıṭrata Kim ki bed-gūy ola olsun ḥürmeti hem-çün Yezīd5 12a 12. Bü'l-ʿaceb raḫş-ı felek-gerd u ṣabā-sürʿat k'olur Ṣarṣarından ehl-i ṭuġyān üstüne bād-ı şedīd 13. Bād-peymādur ki ʿuḳḳāb aña nisbet pest olur Müstaḳarr olsa velīkin görinür sedd-i sedīd 14. Feyż [u] luṭfından eger almasa el eşcār-ı bāġ Olımazlardı çenār-ı bāġa meyyāl ü mürīd 15. Şehriyārā bende-i dergāh-ı luṭfuñ olalı Ẕikr-i ḫayruñdur baña aḳsā-yı āmāl u ümīd 1 yevm-i va'îd: Bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacakları zaman, kıyamet. 2 Alî: Aliyyü'l-Murtazâ, Şîr-i Hudâ sıfatlarıyla bilinen İslam'ın dördüncü halifesi, Hz. Ali. Hz. Peygamber'in amcasının oğlu ve damadıdır. İlk inananlardan olup cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Bilgiye değer veren alim ve yiğit bir kişiliğe sahiptir. Kufe'de bir haricî tarafından bıçaklanarak şehit edilmiştir. Klâsik şiirde kahramanlıklarıyla konu edinilir. (Pala 2013, 18-19) 3 Hasan: Hz. Muhammed'in torunu, Hz. Ali'nin büyük oğlu. Fedakar, cömert, merhametli bir kişiliğe sahip zeki, iyi yetişmiş, alim bir kimsedir. Emevi halifesi Muaviye tarafından, karısı Cude binti Eş'as bin Kays'a zehirletilerek şehit edilmiştir. (Hançerlioğlu 1984, 140) 4 Hüseyn: Hz. Muhammed'in torunu, Hz. Ali'nin, Hasandan iki yaş küçük oğlu. Cesur, fedakar, yaşantısıyla örnek bir kişiliğe sahipti. Emevilerin ikinci halifesi Yezid tarafından Kerbela'da şehit edilmiştir. (Cilacı 2001, 165) 5 Yezîd: Tam adı, Ebû Hâlid Yezîd b. Muâviye b. Ebî Süfyân el-Kureşî el-Ümevî olan Emevi halifesi. Babası Muaviye'nin ölümünden sonra yerine geçmekle, hilafetin saltanat şeklini almasına sebep olmuştur. Halifeliğine biat etmeyen Hz. Hüseyin ve 72 arkadaşını Kerbela'da şehit etmekle adına silinmez bir leke bırakmıştır. İslam tarihinde bu hadiseyle beraber, kötü bir şahsiyet olarak anılmaktadır. (Kılıç 2013, 513-514) 99 16. Bir çerāġ etdüñ ki cirm-i mihr-i ʿālem fehm olur Gurre-i nār içre aḥmer gūyiyā ḳurs-ı ḥadīd 17. Derdmend-i dergeh-i luṭfuñ Füzūnī bī-nevā Dāʿī-i ḥāṣṣ oldı ḫāliṣ bir ḳuluñdur ol ʿabīd 18. Ṣıḥḥatüñdür bendeñe ʿīd ile nevrūz-ı sürūr Nāsa ʿādet ise olsun köhneye meyl-i cedīd 19. Ḥırz-ı cānumdur duʿā-yı devletüñ etmek baña Rūḥısun rūḥ olmasa zīrā ki ten olmaz müfīd 20. Nice ṣavm u nice ʿīde vāṣıl etsün Ḥaḳ seni Dergehüñde bendeñ olsun dāʾimā peyk-i nüvīd 6 Der-Ḥaḳḳ-ı Ṭuġrā-yı Şerīf-i Sulṭān Murād Ḫān ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Ziḥī ṭuġrā1-yı ġarrā-yı şehāne Nüfūẕ-ı ḥükmi cārīdür cihāne 2. Ne tuġrādur ki bülbül gibi emri Ḳafesden eyler elḥān u terāne 3. Olur her ḫāne-i maṭbūʿı anıñ Hümā2-yı devlete bir āşiyāne 1 tuğrâ: Türklerde devleti temsil eden hükümdarlık alameti. Oğuzlardan Osmanlı padişahlarına kadar Türk hükümdarlarını temsilen kullanılan yazılı alâmet ve işaretler tuğra adıyla anılır. Osmanlılar’da önceleri basit çizgilerden meydana gelen tuğralarda padişahın ismi babasınınkiyle beraber Arapça söylenişe göre yer alırdı. Zaman içinde buna "şah" ve "han" sıfatları, ayrıca "el-muzaffer dâimâ" duası eklenmiştir. Tuğra kürsü, beyza, tuğ, zülfe ve hançere olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. (Gökbilgin 1979, 79-82; Derman 2012, 336-339) 2 Hümây: Farslar'ın hümâ, Araplar'ın bulâh, Türkler'in huma ve kumay olarak adlandırdıkları; doğu mitolojilerinde ve divan şiirinde üstün özellikleriyle yer alan efsanevi kuş. Devlet kuşu, talih kuşu olarak da adlandırılan bu kuş hakkındaki bilgiler çeşitlilik arz eder. Buna göre, Bahr-i Muhît, Hıta, 100 12b 4. Hümā-yı evc-i ʿizzetdür ki andan Gelür bir beyża1-i beyżā ʿayāne 5. Ne beyża peççesi ḫavfıyla ʿAnḳā2 Ṭutar kühsār-ı Ḳāf3 içinde lāne 6. Ġalaṭdur beyża ıṭlāḳı ṣadefdür K'olur her dürri bir mengūş cāna 7. Ṣadef açar dehān ol ārzūya Bu dürri ceẕb edüp ala dehāna 8. Ne beyżadur ki devr-i ḥalḳasından İṭāʿat ṭavḳı oldı ins ü cāna 9. Teʿāla'llāh ḫuceste beyżadur kim Şeref vermişdürür ʿOŝmāniyān'a 10. Ḫuṣūṣā mefḫar-ı tāc-ı ḫavāḳīn Güzīn-i şehriyārān-ı zamāne Çin, Hind veya Kaf dağında yaşadığına inanılır. Kuşların en asilidir. O kadar yüksekten uçar ki gölgesi yere düşmez, ola ki birinin üzerine düşerse o kimsenin çok zengin veya padişah olacağına inanılır. Çoğu zaman Anka ile karıştırılmıştır. Şiirde talih, saltanat, iyilik ve cennetin sembolü olarak kullanılır. (Ceylan 2007, 116-120; Pala 2013, 216; Onay 2009, 241) 1 beyza: Tuğranın bölümlerinden biri. Tuğradaki bin ile hân kelimelerindeki nun harflerinin kıvrılmasıyla meydana gelen iki kavis. Arapça "yumurta, haya, demir başlık" anlamlarına gelen beyza, oval yapısıyla beyitte kuş imgesinin bir parçası haline getirilmiştir. (Derman 2012, 336) Ayrıca bkz. K.6/1 (tuğra) 2 Ankâ: İslâm tasavvuf ve sanatında anka veya sîmurg, halk arasında zümrüdüanka adlarıyla anılan efsanevi kuş. Kaf dağında tek başına yaşadığına inanılan bu kuş daima yüksekten uçar, uçarken sel sesine veya gök gürültüsüne benzer sesler çıkartır. Çok parlaktır, bakanın gözlerini kamaştırır, kolay avlanmaz. Cüssesi iri olup uçtuğu zaman hava kararır. Çok geniş bilgi ve hünere sahiptir. Kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yapar. Etrafında çok çeşitli rivayetler bulunan Anka, kimine göre kan döken alıcı bir kuştur. Özellikleri bakımından kimi zaman Hümâ kuşuyla karıştırılan Ankâ şiirde kanaatkarlığın, alçakgönüllülüğün, yardımseverliğin sembolü olarak sembolize edilir. (Ceylan 2007, 31-44) Ayrıca bkz. K.6/3 (hümây) 3 Kâf: Doğu mitolojilerinde dünyayı kaplayan, yeşil zeberced veya zümrütten yapılmış tasavvur edilen bir dağdır. Efsaneye göre Ye'cûc ile Me'cûc, Anka, cinler, şeytanlar bu dağın arkasındadır. Yüksekliğin, uzaklığın, ihtişamın ve kanaatın sembolü olarak şiirlerde Anka ile birlikte zikredilir. (Pala 2013, 248) 101 11. Ḫıdīv-i ṣaf-şiken Sulṭān Murād ol Sipehsālār1 u çālāk-ı zamāne 12. Ṣıfāhān2 kuḥlına ḥācet ḳomadı Ġubār-ı pāy-ı raḫşı dīdegāna 13. O bir Rüstem3-neberd ü ṣaf-şikendür Yedi iḳlīm aña bir Heft-ḫˇāne4 14. Ḳuzaḥla pertev-i ḫūrşīde beñzer Ḳaçan dest ursa şeh tīr u kemāna 15. Elif ḳaddi olur bāġ-ı cihānda Müşābih ʿarʿar u serv-i revāna 16. Elifler5 kim yazılmışdur hemānā Ki üç sehm-i saʿādetden nişāne 17. Çıḳupdur şaṣt-ı dest-i pādişehden Atılmışdur vücūd-ı ser-keşāna 1 sipehsâlâr: Ortaçağ İslâm devletlerinde başkomutan hakkında kullanılan bir terim. Osmanlı Devleti’nde başkomutanların genel unvanı serdar veya serasker olmakla beraber bu unvan az da olsa kullanılmıştır. 2 Sıfâhân: Günümüzde İran'ın en büyük dördüncü şehri ve aynı adı taşıyan eyaletin merkezi, Isfahan. Safevi devletinin başkentidir. Çok süslü ve mamur olduğu için şehir güzelliğini temsil eder. Sürmenin burada imal edilmesi sebebiyle Türk şiirinde hem bu yönüyle, hem de İstanbul'la mukayeselere konu olur. Türk musıkisinin en eski birleşik makamlarından birinin adı da Isfahan'dır. (Özgüdenli 2000, 497-502) Beyitte Sultan Murad'ın atının koşarken çıkarttığı tozlar Isfahan sürmesine kıymette tercih edilmiştir. 3 Rüstem: Adı Şehnâme'de geçen, İran'ın ünlü kahramanı. Rüstem-i Dâstân, Rüstem-i Zâl, Pûr-ı Zâl, Tehemten, Heft-hân-ı Acem sıfatlarıyla da anılır. Cemşîd soyundan gelen Nerîmân'ın torunu, Sicistân ve Seyistân hükümdarı Zâl'ın oğludur. Babası Zâl ile Elbruz dağında Simurg tarafından beslenip büyütülmesi ikisine de "dâstân" sıfatının verilmesini sağlamıştır. Rüstem, Efrasiyab ve Siyavuşla girdiği mücadelelerden galip ayrılmıştır. Olağanüstü kahramanlıklarla dolu hayat hikâyesi, onun klâsik şiirde kahramanlık, acı kuvvet ve yenilmezlik sembolü olarak anılmasını sağlamıştır. (Zavotçu 2013, 615; Onay 2009, 30) 4 Heft-hân: Heft-hân adı, Mâzenderan’da esir olan Keykâvus’u kurtarmaya giden Rüstem’in her birinde devlerle çarpıştığı yedi konağı ve Güştasb’ın Ercasb tarafından esir edilen kızlarını kurtarmak için yola çıkan İsfendiyar’ın savaştığı yedi durağı anlattığı iki bahiste geçmektedir. Bundan dolayı Rüstem ve İsfendiyar’ın her savaştan sonra zaferlerini kutlamak üzere düzenledikleri ziyafet ve şölenlere “heft hân” (yedi sofra, yedi ziyafet) denilmiştir. (Pala 2013, 201) 5 elifler: Tuğranın bölümlerinden biri, tuğ. Kürsüden yukarıya doğru çekilen üç adet düz çizgi (elif) şeklindedir. (Derman 2012, 336) 102 13a 18. Ki iġmāz eyleyüp olmazsa münḳād Çıḳarur çeşmini eyler zebāne 19. Bu üç ḳıṭʿa elifler olsa maʿḳūl Se-pāy-ı her bülendī ʿizz ü şāna 20. Sütūn-ı zevraḳāsā her elifler Mümāŝil beyżası bir bādbāna 21. Sütūnında ʿalemler kim per açmış Müşābih her biri bir sāyebāna 22. Yaḫūd her biri bir zülf1-i dil-āvīz ʿİẕār-ı dil-rübā-yı mehveşāna 23. Ẕeneb denmez bular ḫancer2 durur kim Alur şāh-ı cihan-ārā miyāna 24. Meh-i nev ṣanma mīnā-yı felekde Urupdur ʿaksi anuñ āsumāna 25. İki şemşīr-i bürrāndur yaḫūd kim Ḳomışlar bir niyām içre revāne 26. Şehen-şāhā şeh-i ʿālī-vaḳārā Eyā ferruḫ-nijād-ı ṣādıḳāne 27. Duʿā-yı salṭanat her günde dāʿīm Füzūnī'ye olur vird-i şebāne 1 zülf: Tuğranın bölümlerinden biri. Tuğların tepesinden sol aşağıya kıvrılarak inen üç kıvrım; zülfe. (Derman 2012, 336) Bkz. K.6/16 (elifler) 2 hancer: Tuğranın bölümlerinden biri, hançer. Beyzaların sağa ve aşağıya doğru uzantısı olan kol. (Derman 2012, 336) Ayrıca bkz. K.6/4 (beyza) 103 28. Ümīdüm oldurur ʿavn-i Ḥaḳ ile Muẓaffer ol gürūh-ı düşmenāna 29. Ṭarāvet-baḫş olup gülzār-ı ʿömrüñ Cemālüñ bāġı ermesün ḫazāna 30. Açılsun gülbün-i iḳbāl-i baḫtuñ Hezārān bülbülüñ gelsün fiġāna 13b 31. Murāduñ raḫşı rām-ı emrüñ olsun Semend-i devletüñ sür kām-rāne 32. Vücūduñ bāʿiŝ-i faḫr-i cihāndur Muʿammer eyleye Ḥaḳ fāḫirāne 7 Der-Medḥ-i ʿĀlī-i Ḥażret-i Sulṭān ʿOŝmān Ḫān ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Yine nevrūz-ı feraḥ-baḫş u Mesīḥā1-demdür Yaʿni kim zinde eden ʿālemi bu ʿālemdür 2. Sāḳi-i bezm-i feraḥ cürʿaveş atarsa ġamı Yeridür şimdi dem-i bezm-i şarāb-ı Cem2'dür 3. Ḥoḳḳa-i çarḫa ḥakīmāne baḳup hikmeti gör Yine maʿcūn-ı müferriḥ gibi defʿ-i ġamdur 1 Mesîhâ için bkz. K.1/14 (Îsî) 2 Cem: İran'da saltanat süren Pişdâdiyan sülalesinin dördüncü ve en büyük hükümdarı. Nuh peygamber zamanında 700 ya da 1000 yıl yaşadığına inanılır. Efsaneye göre bütün dünyayı dolaştıktan sonra Azerbaycan'a gelen Cem burayı beğenmiş ve tahtını buraya kurdurmuştur. Mücevherlerle süslü gösterişli elbise ve tacı, süslü tahtı güneş doğunca parlamaya başlamış. Bunu gören halk o güne nev-rûz (yeni gün), Cem'e de Cemşîd (ışık şahı) demiştir. Nevruzla başlayan Güneş yılını onun kabul ettiğine, şarabın mucidi olduğuna inanılan Cem, Dahhâk tarafından tahttan indirilmiştir. Güç, iktidar ve yüceliğin yanısıra zevk ve eğlence sembolü olarak adı câm ile efsaneleşmiştir. (Tökel 2000, 125-142; Onay 2009, 154) Ayrıca bkz. K.3/5 (nev-rûz) G.46/2 (câm-ı Cem) 104 4. Cennete döndi cihān dānesi ḥabb-ı nevrūz Niçe şād olmaya bi'llāhi o kim Ādem1'dür 5. Jāle gül ḳoynuna girdükde baṣup cūy-ı bahār Kızarup ruḫları gül dedi ki şeb-nem nemdür 6. Ter düşüp göñli bulansa n'ola ger āb-ı revān Bāġda bülbül ile gül seherī hem-demdür 7. Bāġ-ı Mıṣr içre ʿazīz olsa benefşe n'ola kim Yūsuf-ı gül ḳademün müjdede ol aḳdemdür 8. Bu çemen ṣarḥ-ı Süleymān'sa ṣabā-yı ḫoş-bū Gül-i Belḳīs2 ile şeb-tā-seḥerī maḥremdür 9. Ṣanma āb üzre ḥabāb anı ki elmās ṭaşlu Ġonçe barmaġı içün tuḥfe vü ter ḫātemdür 10. Lenger-i keştī-i bāġ olsa n'ola sünbül-i ter Çemeniñ mevci naẓar ehline zīrā yemdür 14a 11. Geldi eyyām-ı feraḥ devr-i şehen-şehde diyü Gül-i ḫandāna naẓar eyle niçe ḫurremdür 1 Âdem: Semavi kitaplara göre ilk insan ve ilk peygamber. Ebu'l-beşer ( insanlığın babası) ve safıyy'u- llâh (seçkin kul) lakaplarıyla anılır. Tevrat'ta Âdem'in yaratılışı iki farklı biçimde; topraktan ve Tanrının suretine benzer bir şekilde yaratıldığı anlatılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'e göre ise Âdem Allah'ın ol demesiyle, Îsâ'nın yaratılmasına benzer, mucizevi bir biçimde topraktan yaratılmış ve kendisine ruh üflenmiştir. (Bolay 1988, 358) Tüm melekler kendisine secde ettirilmiş, şeytan buna karşı çıkmış ve lanetlenmiştir. Sol kaburga kemiğinden Havvâ yaratılmış, ikisi birlikte cennete koyulmuştur. Herşeyin serbest ancak yasak meyveyi yemenin yasak olduğu bu yerde şeytan, cennetin bekçisi olan yılanın ağzına girerek cennete girmiş, Havvâ'yı kandırmış ve meyveyi ona yedirmiştir. Böylelikle şeytan, yılan, Âdem ve Havvâ ceza olarak cennetten kovulmuştur. Âdem yeryüzüne indiğinde Allah onun için buğdayı yaratmış, Cebrâ'îl bir değirmen kurup ona un yapmayı ve ekmek pişirmeyi öğretmiştir. (Zavotçu 2013, 47-50) Beyitte bu olaya telmih vardır. Ayrıca bkz. K.1/22 (kün) 2 Belkîs: Hz. Süleyman'ın eşi. Hz. Süleyman'ın, ulağı hüdhüd aracılığıyla tanıdığı Belkîs Seb'e melikesi olup güzelliği, zenginliği ve saltanatı ile görkemli bir hayat sürmektedir. Belkîs ve maiyetinin güneşe taptığını gören hüdhüd, bunu Süleyman'a haber verir. Süleyman Belkîs'i hak dinine davet eder, daveti kabul görür. Belkîs tahtıyla beraber Süleyman'ın yanına gelir ve onunla evlenirler. Şiirde adı Süleyman'la birlikte zikredilmektedir. (Onay 2009, 93) Ayrıca bkz. K.1/42 (Süleymân, Hüdhüd) 105 12. Tīġ-ı ḫūn-pāşını sildi felegüñ dāmenine Diyemez kimse şafaḳ aña ki tā ol demdür 13. Tīrinüñ menʿi siper ile olur ẓann etme Ḥāʾil olmaz aña zīrā ḳader-i mübremdür 14. Heybetünden yedi ḳat çarḫa firār etse ʿadū Heft-ḫˇān gibi geçer anı o bir Rüstem'dür 15. Ḳāmet-i ḫaṣmı kemānveş iki ḳat eyleyici O kemendindeki ol pīç u ḫam-ender-ḫamdur 16. Keffe-i hālede meh ṣanma ki gerdūn üzre Naḳd-i ḳadrini ʿayār eylemege dirhemdür 17. Sām1'ı ser-sām eder ol rumḥ-i ciger-dūz-ı ḳatīl ʿAzm eder ḳalb-i Nerīmān2'ı o bīr-i nermdür 18. Ḥażret-i cem-ʿaẓamet dāver-i dīn ʿOŝmān Ḫān3 ʿAẓamet ile mükerrem kerem ile ekremdür 19. Rūḥ-perver diyü naẓmına laḳab verdi ḫıred Ki sevād-ı ḫaṭına āb-ı ḥayāt müdġamdur 20. Ẕihni ḳatında aṣam semʿ-i uḳūl-i derrāk Nuṭḳı yanında zebān-āver olan ebkemdür 21. Naẓmıdur āb-ı ḥayāt kevŝer-i cennet neŝri Bunlarıñ menbaʿı ṭabʿ-ı şeh-i şīrīn-femdür 1 Sâm: Şehnâme kahramanlarından biri olup Nerîmân'ın oğlu, Zâl'in babası ve Rüstem'in dedesidir. Savaşlardaki kahramanlıkları ve olağanüstü işler başarmasıyla meşhurdur. Sâm, İran padişahlarına adaletli olmaları yönünde uyarılarda bulunmasıyla örnek bir kişilik olarak sunulmaktadır. (Zavotçu 2013, 632) Ayrıca bkz. K.7/17 (Nerîmân), K.6/13 (Rüstem) 2 Nerîmân: Şehnâme kahramanlarından biri olup Sâm'ın babasıdır. Özellikle kasidelerde adı oğlunun yiğitliğiyle beraber anılır, övülen kişi Nerîmân'a benzetilir. (Zavotçu 2013, 554) 3 Osmân Hân için bkz. K.4/45 106 22. Cūdı bir beyża-i ferḫunde-hümā-yı ferruḫ Kerem u luṭfu ṣudūr eyleyicek tevʾemdür 23. Reʾyi vaḳtinde ḳażā ile ḳader maḥcūbı Fikri baḥŝinde belā ile ḫaṭar mülzemdür 14b 24. Dāverā Cem-revişā şiʿr-i Füzūnī beñzer Mülhim-i ġaybī-i Ḥaḳ'dan süḫan-ı mülhemdür 25. Ne güzel bākire-i fikrete mālik oldum Şeb-i efkārum yine1 şeb-i ḥaclemdür 26. Bā-ḫuṣūṣ bezm-i tevāriḫ-i sefer cāmından Nuḳl-i inşāʾ2 ile nūş eylemek eglencemdür 27. Gele ey dil yeter artıḳ süḫanı ḫatm eyle Kişi eksikligüni bilmeyicek pek kemdür 28. İdelüm Ḥaḳḳa ḫulūs ile niyāz u zārı Ehl-i İslāma duʿā-yı şeh ehemm elzemdür 29. ʿĀlem-i köhne bu nevrūz ile her sāl nitekim Feraḥ-āmīz ü ṣafā-baḫş u müzīl-i hemdür 30. Pertev-efrūz-ı zemīn ola muʿaẓẓam ẕātı Neyyir-i rūşen-i baḫtı nitekim aʿẓamdur 1 "efkārum" ve "yine" sözcükleri arasında bir kelime eksiktir ("ile", "aňa" vb.). 2 inşâ: Güzel ve sanatlı yazı yazma sanatı. Resmi yazışmaları konu edinen bir disiplin olarak kazandığı anlamı yanında bir tür kompozisyon tekniği ve güzel yazı yazma sanatı olarak ifade edilen inşâ, kelimelerin cümle içinde söz dizimi (terkîb-i kelâm) kurallarına göre sıralanmasını ifade eder. Güzel nesir yazanlara münşî, bu yolda yazılmış eserlere münşeât denirdi. (Pala 2013, 232-233) 107 8 Der-Medḥ-i Defterdār Pāşā Vāḳiʿ Şüdan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. ʿAḳl u dāniş ṣāḥibi dāʿim ferāset gösterür Beñzer ol ḳutb-ı zamāna kim kerāmet gösterür 2. Etseler bār-ı girān-ı Ḳāf'ı taḥmīl üstüne Cerr-i eŝḳāl-i ẕekāsı aña ḫiffet gösterür 3. Rāy-ı Eflāṭun1 u tedbīr-i Aristo2 istemez Yine her kārında niçe ʿilm ü ḥikmet gösterür 4. Ne terāzū ne şümār ister ḫıredmend-i zekī Etdigi taʿdād-ı naḳd yine ṣıḥḥat gösterür 5. Zer turunc-ı ḫüsrevī3 olur ya zerr-i deh-dehī4 Pūte-i tedbīre vaḳtā nār-ı raġbet gösterür 15a 6. Cezr ü medd-i Baḥr-i Kulzüm5 etmek isterse murād Kāse-i āb içre eyler anı ṣanʿat gösterür 7. Ger ʿUṭāridden6 suʾāl etseñ bu dāniş ṣāḥibin Saña defterdār1-ı dīvān-ı saʿādet gösterür 1 Eflâtun için bkz. K.3/23 (Felâtûn) 2 Aristo: Klasik felsefenin kurucularından sayılan İlkçağ Yunan filozofu, Aristoteles. M.Ö. 384-322 yılları arasında yaşamıştır. Hocası Eflâtun'un Akademi'sinde 20 yıllık asistanlığından sonra Yunanistan'ı gezerek dersler vermiştir. Makedonya kralı İskender'in hocasıdır. Aristo keskin zekası, deneysel ve eleştirici kişiliğiyle çağının bilinen bütün bilimlerini sistemleştirmiştir. Mantık başta olmak üzere birçok bilimin kurucusu sayılan Aristo felsefenin bütün dallarıyla ilgilenmiş, sistematik ve didaktik yüze yakın eser vermiştir. Klâsik şiirde akıl, mantık, zeka ve bilginin temsilcisidir. (Pala 2013, 26) 3 turunc-ı hüsrevî: Hakkında bilgi bulunamamakla birlikte sıfat olarak hükümdarlığın (hüsrev) şanı ve ululuğu tevdi edilen bu sikkenin katışıksız, has altın olduğunu tahmin etmekteyiz. 4 zerr-i deh-dehî: Halis, saf altın, onda on. zer-i deh-pencî: Yarısı oranında bakır karıştırılmış altın, onda beş. 5 Bahr-i Kulzüm: Kızıldeniz. 6 Utârid için bkz. K.1/12 108 8. Ol mühim-sāz-ı umūr-ı ʿālī kim ḳaṣd eylese Baḥr ü kāna şīve-i cūd ü saḫāvet gösterür 9. Tā bu deñlü teng iken meydânçe-i īrād ol Fārisāne eşheb-i taḥṣīle ḳudret gösterür 10. Böyle iken yine iḥrācāta noḳṣan vermeyüp Her mühimmātı edāya beẕl-i himmet gösterür 11. Bārek-Allāh ol kerīmü'l-ḫulḳa ṣad bār āferīn Nuṭḳ-ı telḫ-i ḫˇāhişe şīrīn ʿibāret gösterür 12. Raḫş-ı devlet mīḫ-i isrāf ile lengī-pā iken Merhem-i reʾy-i ṣafā-baḫş ile ṣıḥḥat gösterür 13. Meşreb-i rindānesine Bū ʿAlī2 dersem sezā Kim ne pāşāyī-fürūşī ne vezāret gösterür 14. Āyet-i ʿaynānı şaḳḳ-ı ḫāmesi tefsīr eder Gülsitān-ı devlete dāʿim ṭarāvet gösterür 15. İki tār-ı zülf-i dil-berdür ḳıyās etdüm meger Ḫāne-i pākinde vaḫş u mūş ülfet gösterür 1 defterdâr: Osmanlılarda maliye teşkilatının başı. Padişahın malının vekili konumunda olup mali konularla ilgili davalara bakarlardı. Kendisinden habersiz hazineden ödeme yapılamazdı. Dîvân-ı Hümâyûn üyesi olarak yılda bir kez padişaha bütçeyi sunarlar, buna mukabil hil'ât giydirilirlerdi. Defterdarlar çavuşluk, sipahlık, kâtiplik tevcihi hususunda padişaha arzda bulunabilirlerdi. (Kütükoğlu 1994, 94-96) 2 Bû Alî (İbni Sînâ): Büyük İslam filozofu ve ortaçağ tıbbının büyük temsilcisi. 980 yılında Buhara yakınındaki Efşene köyünde doğdu. Devrinin önemli hocalarından dersler aldı. Olağanüstü bir zekaya sahipti. Sâmânoğulları devleti zamanında Buhara'ya geldi. Sâmânoğlu hükümdarı II. Nuh'un saray hekimliğine kadar yükseldi. Felsefe, tıp, mantık, geometri, sarf, nahiv ve fıkıh üzerine çalışmalar yaptı. Batılılar kendisini Avicenna ve Le Prince des Medecins (hekimlerin kralı) adıyla zikretmiştir. Meşhur Kânûn ve Şifâ adlı tıp eserleri başta olmak üzere birçok eser kaleme aldı. 1037 yılında Hemedan'da ölen İbni Sînâ'nın birçok eseri batı dillerine çevrilerek ders kitabı olarak okutulmuştur. (Alper 1999, 319-322) 109 16. Kīsedār Etmekçizāde1 bāḳī ḳuluñ olmaġa ʿAṣrıña erişseler cānına minnet gösterür 17. Her mevācib verdügince ḫilʿat-i zer-tārdan Māha nūr u fer verür ḫūrşīde ṭalʿat gösterür 18. Ḫıḍmet-i saʿyiñ görüp bu çarḫ-ı zerrīn-şemseden Ḳaddiñe göre diküp İdrīs2 ḫilʿat gösterür 19. Māh-ı nevle kevkeb-i dürrī muḳārin ṣanılur Ḥātem-i zer-ḥalḳası çün faṣṣa ḳurbet gösterür 15b 20. Kūh derdüm raḫşına ammā ki çāpük bāddan Bād derdüm aña ammā bāda sürʿat gösterür 21. Şīr-i nerdür gerdenin zencīre çekse ne-acep Esb-i rehvārı ki bindükçe mehābet gösterür 22. Ol iki çeşm-i ġazālānın görüp cūş etdi dil Bir ġazel ṭarḥ etdi kim ṭarz-ı belāġat gösterür 23. Mest-i nāzum bādeden rūyında ḥumret gösterür Güller aña reşk edüp rūy-ı ḫacālet gösterür 24. Dil recā-yı vuṣlat eyler ḳıl beni iḥyā deyü Dest-be-ḫancer eyleyüp ol ḳatle niyyet gösterür 1 Kîsedâr Etmekçizâde: 1606-1613 yılları arasında vezirlik yapmış Osmanlı maliyecisi ve devlet adamı; Ekmekçizâde Ahmed Paşa. Edirneli olup Arnavut kökenlidir. Sırasıyla başdefterdarlık, valilik, kubbe vezirliği, sadaret kaymakamlığı görevlerinde bulunmuştur. Devrinde cömertliği ve hayırseverliğiyle bilinen Ahmed Paşa sadrazam olamadan 1618'de vefat etmiştir. Adına Edirne'de bir kervansaray ve Tunca nehri üzerine yaptırdığı bir köprü, İstanbul Vefa'da bir medrese vardır. (Erdem 1968, 132-133) 2 İdrîs: İdris peygamber. Kendisine 30 sahife ilahi emir gönderilmiştir.İlk defa yazı yazan ve elbise diken odur. Bu yüzden katiplerin ve terzilerin piri sayılır. Aynı zamanda yeryüzünde ilk defa tıp ve nücûm ilimlerini yayan kişi olduğuna inanılır. 360 sene yaşadığı rivayet edilen İdris peygamber diri iken göklere yükseltilmiş, orada meleklere öğretmen olmuştur. (Pala 2013, 226) 110 25. Şādmāndur yār deyü ʿarż-ı ḥāl etme ṣaḳın Ḫande-i kīn-āveri ey dil beşāşet gösterür 26. Destine şemʿ almadan maḳṣūdı ol māh-ı şebiñ Ehl-i bezme yaʾnī kim ḥüsn ü melāḥat gösterür 27. Kūyuna varmaz raḳībe etmek içün pāy-bend Ḥāşe-li'llāh1 yoḫsa dil senden ferāġat gösterür 28. Dāverā gülzār-ı medḥüñ içre bülbül-naġmeyem Ṭabʿım anda şevḳ-i medḥüñle şeṭāret gösterür 29. Bir zemīn ṭarḥ eyledüm ezhār evṣāfıñda kim Gülde reşk-i reng ü lāle dāġ-ı ḥasret gösterür 30. Bir cilā verdüm senüñ āyīne-i vaṣfuñda kim Şāhed-i maʿnā-yı naẓmum anda ṣūret gösterür 31. Böyle şiʿr-i ābdāra naẓm-ı ġayr olmaz cevāb Āb-ı şūrı kim içer kevŝer çü leẕẕet gösterür 32. Hiç dür-i şehvāra ḫar-mühre olur mı hem-bahā İkisi de gerçi miḳdārınca ḳıymet gösterür 16a 33. Ey Füzūnī şimdi hengām-ı duʿā der-kār ol Bī-riyā olan duʿāya Ḥaḳ icābet gösterür 34. Ḥaḳ revā etsün żamīrinde olan dil-ḫˇāhını Her ḳaçan kim dest-i pāki Ḥaḳḳ'a daʿvet gösterür 35. Ḥaḳ nigehbān-ı umūr-ı devleti olsun ki ol Devletiñ emrinde dāʾim saʿy ü diḳḳat gösterür 1 Allah göstermesin, tövbeler olsun. 111 1 Gül-i Ṣad-Berg-i Füzūnī Īnest ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Gül-i Ṣad-berg-i sipās-ı müteʿāl Lāyıḳ olsa çemen-ārā-yı maḳāl 2. Ḳalem-i ḥamdele-i mīve-i ter Yeridür olsa ŝenādan müŝmer 3. Kāġıd-ı çār-şebe düşse yeri Nuḳaṭ-ı şükr ü ŝenā mīveleri 4. Terbiyet-sāz-ı riyāż-ı ceberūt1 Āferīnende-i bāġ-ı melekūt 5. ʿĀfiyet-baḫş-ı bahār-ı bostān Maraż-efzā-yı dıraḫtān-ı ḫazān 6. Ḫande-baḫşā-yı dehān-ı rümmān Girye-āmūz-ı seḥāb-ı bārān 7. Ḳaṭre ber-dāde-i tāk-i engūr Ṭuʿm-ı şīrīn-dih-i her ġūre-i şūr 8. Kird-gārā gül-i ṣad-berg-i çemen Şemmedür micmere-i luṭfuñdan 1 ceberût: Arapça ululuk, kudret, icbâr, zorlama, Allah'ın yüce kudreti gibi manaları ihtiva eder. Tasavvufta ise, latif melekût âlemi ile suflî âlem (yeryüzü) arasında yer alan ver berzâh âlemi de denilen bir âleme addır ki en büyük âlemdir. Bu âlemde nûrânî akıllar, temiz melekî nefisler bulunmaktadır. Her iki âlem arasında bir engel şeklinde olup, bu âlemde gayb âlemine ulaşmayı arzu eden nefisler üzerinde cebr, zorlama, kahr gibi güçlükler uygulanır. Burada kulun ihtiyârını hükümsüz kılan, mecburi bir durum söz konusudur. (Cebecioğlu 2009, 119) 112 16b 9. Oldılar nergis ile ġonçe-i ter Çeşm ü gūş-ı çemenistān-ı ʿiber 10. Gül-i tevḥīd-i çemenzār-ı ḫayāl Çün eder bülbülüni naġmede lāl 11. Bu gülüñ ṣafḥa-i bergine meger Kātib-i ḳudreti ḫāmūş yazar 12. Bu gülüñ bergine dest-i ceberūt Urdı her saṭrına bir mühr-i sükūt 13. Olsa mecrā-yı zülāl-i maʿnā Ḳalemüm etmeye şükri icrā 14. Olalum ey ḳalem-i tuḥfe-ḫırām Mīve-i naʿt-ı nebīden ḫoş-kām Der Naʿt-ı Ḥażret-i Risālet -Sallā'llāhu ʿaleyhi ve sellem- 15. Gül-i būyende-i ʿadn-i ʿAdnān Zīb-i destār-ı ser-i kevn ü mekān 16. Mīve-i ḫaste-dil-i renc-i günāh Ārzū-yı dil ü cān-ı güm-rāh 17. Ser-i ser-cedvel-i bāġ-ı şüfeʿā Terbiyet-sāz-ı günehkār u ḫaṭā 18. Ṭahre-i tīġ-ı şefāʿatle eger Bāġ-ı ḥaşri dilese pāk eyler 113 19. Bāġ-ı ḳudretde nihāl-i Ṭūbā1 Ḳalemüm Sidre2-i vaṣlı gūyā 20. Şīşe-i fānūsı çarḫ-ı aḫżar Şemʿi pervānesi Cibrīl3 geçer 17a 21. Ruḫları şemʿ-i şebistān-ı cemāl Nüh felek4 şemʿine fānūs-ı ḫayāl 22. Nāme-i ʿizz ü şefāʿat olıcaḳ Ẓahrına mühr urılmaḳ elyaḳ 23. Nāme-i emr-i şefāʿatdür o ẕāt Ẓahrına çekdi Ḫudā ṣaḥḥ-ı berāt 24. Aşlasun bu ḳalem-i vaṣṣālī Bir güle çār nihāl-i ʿālī 25. Yaʿni kim ol güli ẕikr eyleyicek Çār bülbülleri yanınca gerek Der-Medḥ-i Ṣıddīḳ-i ʿAtīḳ -Raḍiya'llāhu ʿanh- 26. Bülbül-i ravża-i şāḫ-ı taṣdīḳ Yūsuf-ı ḥüsn-i ṣadāḳat Ṣıddīḳ5 1 Tûbâ: Arapça "müjde" anlamına gelmektedir. Müslüman milletlerin kültür, sanat ve edebiyatında kökü Hz. Peygamber’in makamı olan “vesîle” cennetinde, dalları en üstten alta doğru bütün cennet tabakalarına ulaşacak şekilde tasavvur edilen, cenneti gölgeleyen ağaçtır. (Pala 2013, 459) Nahl- i tûbâ, tûbâ-yı cinân diye de anılır. 2 Sidre için bkz. K.1/44 3 Cibrîl için bkz. K.1/40 4 nüh felek için bkz. K.1/8 (nüh kıbâb) 5 Sıddîk: İslâmın ilk halifesi, Hz. Ebûbekir. 572 yılında Mekke'de doğdu. Asıl adı Ebû Bekr Abdullāh b. Ebî Kuhâfe Osmân b. Âmir el-Kureşî et-Teymî'dir. Hz. Ebubekir mi‘rac olayı başta olmak üzere gayba dair haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından kendisine sıddîk lakabı verilmiş ve İslâm literatüründe bununla şöhret bulmuştur. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra ilk halife olan ve cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Güzel ahlaklı, dürüst, 114 27. Dil-i billūr-ı nebī içre o ẕāt Yer edindi nitekim ḳand-i nebāt 28. O gülüñ şeb-nem-i dil-dādesidür Ḥāṣılı bende-i üftādesidür Der-Medḥ-i Ḥażret-i ʿÖmer -Raḍiya'llāhu ʿanh- 29. Yār-ı ŝānī-i resūl-i şāriʿ ʿÖmer1-i ṣāḥib-i seyf-i ḳātiʿ 30. Ḳalem-i Ḥaḳḳ idi aġzında zebān Buyruġı üzre olurdı Furḳān 31. Ẕerresi esb-i ḥarūn gibi hemān Nīl'e etdürdi şitāb u cereyān Der-Medḥ-i Ḥażret-i ʿOŝmān -Kerrema'llāhu vecheh- 32. Ŝāliŝ-i yār-i resūl-i Mevlā Yaʿni ʿOŝmān2-ı şeh-i mülk-i ḥayā 17b 33. Ne-ḳadar pāk gerekdür şānı Ki ola maḥfaẓa-i Ḳurʿānī saygın bir kişiliğe sahip bir tüccar olan Ebûbekir, Hz. Muhammed'e en yakın sahabi olup sermayesinin çoğunu İslâm için harcamıştır. (Fayda 1994, 101-108) 1 Ömer: İslâmın ikinci halifesi, Hz. Ömer. 591 yılında Mekke'de doğdu. İslamiyet öncesi Mekke'nin idarecilerindendi. Yaklaşık sekiz sene Hz. Peygamber'e karşı muhalefet ettikten sonra müslüman olmuştur. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hz. Muhammed'le bütün savaşlara katılıp büyük yararlıklar göstermiştir. Hz. Ömer, klâsik edebiyatta adaleti, yardımseverliği, yiğitliği, idarecilikteki beceri ve başarısıyla konu edilir. (Fayda 2007, 44-51) 2 Osmân: İslâmın üçüncü halifesi, Hz. Osman. 547 yılında Mekke'de doğdu. Hz. Peygamber'in iki kızıyla nikahlandığı için Zi'n-nûreyn (iki nur sahibi) lakabıyla anılır. Hayatta iken cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Bedir hariç bütün savaşlara katıldı. Mali durumu iyi olduğu için İslam ordularının hazırlanmasında büyük maddi yardımlarda bulundu. Hz. Ebubekir tarafından yazdırılıp tek nüsha haline getirilen Kur'ân-ı Kerîm'i yedi nüsha çoğaltıp büyük İslam şehirlerine göndererek değişik okuyuşların önüne geçmiştir. Klâsik şiirde hayâ sahibi olması, Kur'ân-ı Kerîm'i toplatması (Osmân-ı Câmi) ve Hz. Peygamber'in iki kızıyla evlenmesi özellikleriyle adından söz edilir. (Yiğit 2007, 438-443) 115 34. O ḳadar oldı muḥibb-i Ḳurʿān Muṣḥaf'uñ üstüne cān verdi hemān Der-Medḥ-i Ḥażret-i ʿAlī -Kerrema'llāhu vecheh- 35. Ejder-i heft-ser-i Ḳāf-ı ḳader Ṣaf-der-i ḳalʿa-güşā-yı Ḫayber1 36. Ravża-ārā-yı riyāz-ı Necefī2 Bülbül-i naġme-keş-i "lev-keşef"ī3 37. Sāḳī-i teb-zede-i teşne-lebān Ṣāḥib-i kevŝer-i ḥaşr-i aṭşān 38. Bunlara pey-rev olan olmaya güm Raḍiya'llāhu teʿālā ʿanhüm4 Der-Medḥ-i Ḳıdve-i Fużalā Şeyḫü'l-İslām Yaḥyā Efendi 39. Bāġbān-ı çemenistān-ı ʿilm Gülşen-ārā-yı gülistān-ı ʿilm 40. Ṣafḥa-pīrā-yı riyāż-ı taḥḳīḳ Āb-ı leb-rīz-i ḥıyāż-ı taḥḳīḳ 41. Lāle-i dāniş ü Nuʿmān5-ẕekā Nergis-i bīniş-i bostān-ı ẕekā 1 Hayber için bkz. K.1/37 2 Necef: Irak'ta Bağdat'ın güneyinde yer alan ve Şiîler tarafından kutsal sayılan tarihi şehir. Hz. Ali'nin şehâdet mahalli olması dolayısıyla Meşhed adıyla da bilinir. (Öz 2006, 486) 3 Hz. Ali’ye izafe edilen: "ائى م ف ال غت و كش نل Perdem kalksa bile benim yakînim) "ا ازدت یقین çoğalmaz) sözünden iktibastır. lev-keşefî: sır-keşefi ÇD 4 Allah ondan razı olsun. 5 Nu'mân: Hanefi mezhebinin büyük imamı, Ebu Hanife. Asıl adı Nu'mân b. Sâbit olup "imâmü'l- a'zâm" ünvanıyla anılır. 699 yılında Kûfe'de doğdu. Genç yaşta hafız oldu. Sarf, nahiv, şiir, kelam, iman, itikad, münazara, fıkıh, hadis dersleri alarak kendini yetiştirdi. Fıkıh meselelerinde kitap, sünnet, icma, kıyas ve istihsânla ilgili konularda uyguladığı yöntemi sistemleştirdi. Böylelikle fıkıh tarihindeki ilk mezhebin doğmasını sağladı. Son derece vakarlı, mütevazi, cömert ve üstün anlayış sahibi bir kişiliğe sahip olan Ebu Hanife, Hanefi fıkhıyla ilgili onlarca eser kaleme almıştır. Klâsik şiirde özellikle kasidelerde şair övdüğü kişiyi Nu'mân'la kıyaslar ve onu "Nu'mân-ı Sânî" olarak adlandırır. (Uzunpostalcı 1994, 131-138) Beyitte ayrıca şakâyık-ı nu'mân adlı lale türüne iham vardır. 116 42. Şeb-nem-i gül varaḳ-ı bāġ-ı ʿulūm Dür-feşānende-i deryā-yı rüsūm 43. Misk-i Rūmī-yi arāżī-i yaḳīn Semen-i rāyiḥa-baḫşende-i dīn 44. Şemʿ-i şuʿle-fiken-i metn-i menār Çār tekbīr1-zen-i metn-i menār 18a 45. Mūżiḥ-i müşkil-i her cins ü fiʿe Gül-i Ṣad-berg-i be-her reʾs-i miʾe 46. Ṣāḥib-i kevŝer-i ḫuld-ı tefsīr Menbaʿ-ı āb-ı ḥayāt-ı taʿbīr 47. Kāşif-i muḳniʿa-i sūre-i Nūr Dāvūd2-ı naġmeger-i ṣū[r]-ı Zebūr3 48. Ḳıdvet-i müctehidīn-i fużalā Ḥażret-i müftī-i ʿālem Yaḥyā4 1 çâr tekbîr: Dört tekbir demektir. Bu tekbirler cenaze namazlarına mahsustur. Tekbirlerle kılınan cenaze namazından sonra ölü toprağa verilir. Tasavvufta ise her şeyden sıyrılmak manasını ifade eder. Sûfîler, ölmeden önce ölmenin sırrına erişmek için varlıklarının cenazesini fenâya defneder. (Cebecioğlu 2009, 140) 2 Dâvûd için bkz. K.1/16 3 Zebûr: Dâvûd peygambere indirilen kutsal kitap. Dört büyük kitaptan biri olup Mezâmir de denilir. Klâsik şiirde Hz. Dâvûd ile birlikte ve onun güzel sesiyle okuması dolayısıyla Zebûr'dan bahsedilir. (Pala 2013, 489) 4 Yahyâ: XVII. yüzyıl Osmanlı şeyhülislamı ve şairi, Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi. 1553 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul'da çeşitli müderrislik görevlerinden sonra Halep, Şam, Mısır, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılıklarında bulundu. 1605 yılında önce Anadolu, beş ay sonra da Rumeli kazaskeri oldu, 1622'de şeyhülislam oldu. 20 yıl süren bu görevi sultan I. Mustafa, IV. Murad ve I. İbrahim saltanatlarında ara ara üç döneme yayılmıştır. Geleneklerin aksine, uğur getirir inancıyla Sultan Murad'la birlikte Bağdat ve Revan seferlerine katılmış ve padişahın övgü ve saygısına mazhar olmuştur. Aynı zamanda divan sahibi bir şair olan Yahyâ Efendi çağının gazel ustalarından sayılmıştır. Divan'ından başka Ta'lîku Şerh-i Câmi'i’d-dürer, Tahmîs-i Kasîdeti'l-bürde, Nigâristan Tercümesi, Fetâvâ-yı Yahyâ Efendi adlı eserleri vardır. (Kaya 2013, 245-246) 117 49. Olsa Cürcānī1 edeydi2 daʿvā Tā ola aña emīn-i fetvā3 50. Zinde olsaydı olurdı rāġıb Ḫaṭṭ-ı fetvāya Ferīd-i Kātib4 51. Lāyıḳı olsa deri derbānı Āfitāb-ı felek-i Şirvānī5 52. Māye-i sīne-i ṣadr-ı fetevī Ṭāḳ-ı miḥrāb-ı İmām-ı Herevī6 53. Ṣarf-ı yek-rūze-i ḫaṭṭ olmaz aña Müşk-i Çīn kāġıd-ı ıḳlīm-i Ḫaṭā 54. Ḫāṣṣa-i nergisi bū etse eger Ġonçe-i teng ü benefşeye naẓar 55. Ġonçe olmaz idi dil-teng ʿaciz Boyın egmezdi benefşe hergiz 1 Cürcânî: Arap dili, kelam ve fıkıh âlimi, Alî b. Muhammed b. Alî es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî. 1340 tarihinde Cürcân yakınlarındaki Takü’de doğdu. Hz. Muhammed'in soyundan geldiği için seyyid ve şerîf ünvanlarıyla birlikte anılır. Mısır'da Mübârek Şâh ve Ekmeleddin el-Bâbertî'den uzun süre dersler aldı. Mâverâünnehir âlimleriyle, özellikle Teftâzânî ile ilmî münazaralarda bulundu. Bu münazaralarda gösterdiği başarı hem Timur hem de meslektaşları nezdinde itibarını arttırdı. Semerkant’ta tanıştığı Hâce Alâeddin Attâr vasıtasıyla tasavvufa karşı ilgi duyarak Nakşibendiyye tarikatına girdi. Kelâm, Arap dili ve edebiyatı olmakla beraber felsefe, mantık, astronomi, matematik, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi dinî ve aklî ilimlerin hemen hepsine dair telif, şerh ve hâşiye türünde eserler vermiş, bundan dolayı “allâme” unvanını almaya hak kazanmıştır. (Gümüş 1993, 134-136) 2 edeydi: idüpdi ÇD 3 emîn-i fetvâ: Fetva emini. Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahâne'nin başında bulunan kişiye verilen ünvandır. (Pakalın 2004, 621) Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vuku bulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. (Ortaylı 2001, 4 Ferîd-i Kâtib: Hakkında bilgi bulunamadı. 5 Şîrvânî: XII. yüzyıl sonlarının İranlı büyük şairlerinden, Felekî-i Şirvânî. Asıl adı Necmeddin Ebû Nizâm'dır. Şirvânşâhlar bölgesindeki Şemâhî şehrinde doğdu. Ebu'l-Âlâ Gencevî'den edebiyat ve şiir eğitimi aldı. Özellikle astronomi (nücûm) ilminde kendini geliştirdi. İki bin beyite yaklaşan divanı vardır. (http://www.irankulturevi.com/lang-tr-FELEKYRVAN.cgi) 6 İmâm-ı Herevî için bkz. K.2/22 (Hâce) 118 56. İmdi çün böyledür ey nūr-ı baṣar Eyle ben bende-i dil-tenge naẓar 57. Nice bir ġonçe-i dil-teng olayın Ya benefşe gibi boynum egeyin 58. Nefḫa-i luṭfuñı dem-sāz eyle Ser-bülendāna ser-efrāz eyle 18b 59. Seg-i kūyuñla ḥesāb eyle beni Cebhe-fersūde-i bāb eyle beni 60. Yoḳ ḫatā eyledüm oldum maḥcūb Seg-i dergāhuña eyle mensūb Ḥikāyet-i Merd-i Bāġbān 61. Berg-i vaṣṣāle-i eşcār-ı süṭūr Mīve-i naḳle1 verür böyle ẓuhūr 62. Bu kühen-bāġ-ı cihān içre meger Var idi bir ṭamaʿ issi ebter 63. Zinde-ten pīl-beden zūr-āver Sāʿidi şāḫ-ı çenāra beñzer 64. Bir bāġı var idi ġāyet raʿnā Niçe bāġ bāġ-ı İrem2'den aʿlā 65. Sāyedār olmış idi her şeceri Āfitābuñ yoḳ idi anda yeri 1 naḳle: naḳşa ÇD 2 bâğ-ı İrem: Yemen'de Âd kavminin hükümdarı Şeddâd'ın, Allah'a isyan ederek cennete nazire olarak yaptırdığı güzel bahçe ve köşk. (Cilacı 2001, 180) 119 66. Fürce-yāb olsa varaḳdan gāhī Şemsi eyler idi şest-i māhī 67. Ruḫ-fürūz idi çerāġ-ı lāle Söndüremez idi āb-ı jāle 68. Cān verür idi dimāġa her dem ʿĪsīveş anda buḫūr-ı Meryem1 69. Şāne-i bād-ı seḥerden her-bār Ḳatı āşüfte idi zülf-i nigār 70. Ḳıtʿa-i ḫūb idi ḥaḳḳā o maḥal Lāle pervāzı vü māʾī cedvel 71. ʿAks-i ezhār ile ḥavżındaki mā Māʾī çiçeklü bir aṭlas2 gūyā 19a 72. Baḥs-i leẕẕetde ol emrūd ol āb Dāʾim olurdı ikisi şeker-āb 73. Bāġbān egmez idi kimseye ser Ṭayanurdı beline şām u seḥer 74. Tīşesin ṣalmada üstād idi Bāġ-ı şīrīnine Ferhād3 idi 75. Düşse bir ḳayısı ḥavẓ içre eger Ṣuya düşmiş idi ṣan tenk-i şeker 1 buhûr-ı Meryem: Meryemana eli denilen, çiçeği günlük ve tütsü olarak kullanılan bitki. Efsaneye göre Hz. Meryem İsa peygamberi doğururken zorlanmış ve bir çiçeği tutmuştur. Çiçek sonradan el şeklinde belirmiştir. Daha sonra ebeler, doğum kolay olsun diye bu çiçekten yararlanmaya başlamışlar. (Pala 2013, 76) 2 atlas: Genellikle kadın giyiminde kullanılan, ipekten dokunmuş, çoğunlukla düz renkli parlak bir kumaş türü. Surmaî, elvanî, gülnumî, mermerî, mertebanî, firengî gibi çeşitleri vardır. (Özen 1982, 302) 3 Ferhâd için bkz. K.3/13 120 76. Göremezdi ʿinebin ʿayn-ı ṣafā Ḳoruġın eylemiş idi tūtyā1 77. Bozdoġan2 ile teni olsa kebūd Alamazlardı elinden emrūd 78. Bih içün olsa nigūnsār-ı belā Demek olmaz idi ol ḫām ayvā 79. Bir gün ol merdek-i bāġ-ı hünerī Güneş ile bile doġdı seḥerī 80. Der-i bāġına şitābān geldi Ravża-i cennete Rıḍvān3 geldi 81. Cüst ü cū eyledi pes āb gibi Bāġı devr eyledi dūlāb gibi 82. Güllere düşdi muḳaddem naẓarı Jāle-bār oldı ṣafādan baṣarı 83. Gördi kim bākire-i ġonçe-i ter Şevher-i bād ile olmış hem-ser 84. Ruḫına jāle-i sīm-gūn ḳonmış Sīnesi üzre bir altun ḳonmış 85. Baḥr-i gülden geçüp ol zevraḳ-ber Sünbülistāna bıraḳdı lenger 1 tûtyâ: Göz sürmesi, tûtiyâ. Aynı isimle bilinen taşın öğütülerek toz haline getirilmiş hali. (Onay, 465) 2 bozdoğan: Yakın dövüşte kullanılan, topuz ve gürz adlarıyla da bilinen savaş aleti. Aynı zamanda bir şahin türünün adıdır. Bu savaş aletine bozdoğan denilmesinin sebebi, bazı tiplerinin şeklen bu yırtıcı kuş türünün kafasına benzetilmesidir. (Çoruhlu 1996, 327) Bozdoğan, bunlardan başka Konya'da yetiştirilen meşhur bir armut türünün adıdır ki beyitte bu anlama iham vardır. 3 Rıdvân için bkz. K.1/20 121 86. Gezdi ol ḳulzüm-i mevvācı birez Oldı ol sünbüle yaġmacı birez 19b 87. Oradan daḫı o keşti-āheng Etdi aġaç deñizi üzre direng 88. Naṣb-ı ʿaynı geçinen mīveleri Etdi taʿdād [u] ḥesāb naẓarı 89. Mīve-i puḫte vü ḫām-ı eşcār Gördi kim nāḳıṣı bī-ḥadd ü şümār 90. Bu elem kendüyi bī-tāb etdi Atdı destārını pertāb etdi 91. Urdı her saḫt-ı dıraḫt üstüne ser Ṣandı cān u seri bostānda biter 92. Çenber oldı ḳadi çeşmi pür-āb Devr-i bāġ eyledi mānend-i dūlāb 93. Bed-duʿā eylemege merd-i Ḫudā Eyledi dest ü serin çün be-hevā 94. Gördi bir şāḫçede bir mürġek Şecerüñ mīvesin eyler münfek 95. Gerçi kim cüssede güncişk ḳadar Mīve-rīz olmada ʿAnḳā1-yı ḳader 96. Pençe-derrende vü gizlik-minḳār Bāz-ı perrende vü şāhin-kirdār 1 Ankâ için bkz. K.6/5 122 97. Bulıcaḳ ḫaṣmını merd-i dil-teng Etdi āġāze-i ṣayda āheng 98. Şiddet-i buġżını ḳıldı iʿlān Tele-i mekrini etdi pinhān 99. Çünki dām-ı tele derkār oldı Murġ-ı āzāde giriftār oldı 100. Merd-i pür-kīne yetişdi o maḥal Oldı ol murġa çü ʿuḳḳāb-ı ecel 101. Bādveş tīz ü şitābān oldı Murġa ḥükm etdi Süleymān1 oldı 20a 102. Dem ü laḥm etmek içün ḫancerini Kesmek isterdi o murġuñ serini 103. Murġ ol demde güher-pāş oldı Āferīn-gūyī vü şābāş oldı 104. Dedi ey merd-i ṭamaʿkār [u] fużūl Ḳatlüme olma ḥarīṣāne ʿacūl 105. Ben hümā2-yı ser-i devletmendem Maʿden-i gevher-i nuṣḥ u pendem 106. Gerçi güncişk-i ḥaḳīrem ammā Gevher-i gevheri deryā deryā 107. Ṣadef-i pend-i dür-efşān olayın Emelüñ bāġına bārān olayın 1 Süleymân için bkz. K.1/42 2 hümâ için bkz. K.6/3 123 108. Saña üç pend edeyüm gūş eyle Güher-i pendümi mengūş eyle 109. Birisi ol ki süḫan ola muḥāl İʿtimād eyleme aña fī'l-ḥāl 110. Biri daḫı gide elden bir kār Fevtine ġam yime anıñ zinhār 111. Biri de yetmeyesin bir kāre Aña irişmege olmaz çāre 112. Oldı bu üç güher-i rifʿat ü şān Felek-i ḥikmete necm-i mīzān 113. Pendüm ile dil ü cānuñ şād et Anı ḥıfẓ eyle beni āzād et 114. Olıcaḳ mürġek-i güncişk-i hevā Böyle bir nādireger nāġme-serā 115. Merd-i bāġī anı etdi iẕʿān Pend ile bendi bile aldı hemān 116. Çün ḫalāṣ oldı o murġ-ı ṭayyār1 Etdi ol şāḫçede yine ḳarār2 20b 117. Naġmesi perdesini tīz etdi Ḳahḳahā-yı feraḥ-āmīz etdi 118. Merd-i bāġa dedi ey sāde-nihād Böyle aḥmaḳlıḳ eder mi ṣayyād 1 ṭayyār: ṭannāz ÇD 2 ḳarār: firāz ÇD 124 119. Gerçi kim murġ-i dilüm şād etdüñ Dāma düşdüñ beni āzād etdüñ 120. Şikemümde benüm ey gūl u saḫaṭ Bir güher var idi çün ḫāye-i baṭ 121. Ne güher kevkeb-i dürrī-i sipihr Meh-i raḫşende vü ḫūrşīd-çihr 122. Genc-i bād-āver-i Nūşirvānī1 Ḳıymet olmaġa degül erzānı 123. Gūş edicek anı merd-i meyyāl Gevher-i eşkini etdi seyyāl 124. Tāb-ı gevher dilini eyledi nerm Diledi kim ede bāzārını germ 125. Dedi ey pādişeh-i cins-i ṭuyūr Ḥüsn-baḫşā-yı hümā-yı mestūr 126. Kerem et ben ḳuluña meʾnūs ol Cennet-i bāġuma gel ṭāvūs ol 127. Āşiyāne edeyin dīdemi ben Ben ḳuluñla ḳonuş ey murġ-ı çemen 128. Merd-i bāġī olıcaḳ lābe-künān Dedi ol mürġek-i bāġ-ı ʿirfān 129. Ḫārzār-ı müjeñ2 ey merd-i denī Ṣanki ḳuşḳonmaza beñzer dikeni 1 Nûşirvân için bkz. K.4/35 (Anûşirvan) 2 Ḫārzār-ı müjeň: Ḫārzārumuzuň ÇD 125 130. Teng çeşmānuñı etme baña cā O yuvanuñ ḳuşı uçdı zīrā 131. Ḥayf ol pend-i dür-i se1 dāne Gitdi bī-hūde ʿabeŝ yābāne 21a 132. Ṣad dirīġ ol se2 ḳadeḫ āb-ı revān Etmemiş ḫuşḳ giyāhı reyyān 133. Demedüm mi saña söz k'ola muḥāl İʿtimād eyleme aña fi'l-ḥāl 134. Ṣadr-ı güncişke niçe ḳābil ola Ki aña ḫāye-i baṭ dāḫil ola 135. Dür olur dürcüñ içinde pinhān ʿAksini niçe edersin pinhān3 136. Bu degül mi idi pend-i ŝānī K'olmaz elden gidenüñ dermānı 137. Çün elüñden senüñ etdüm pervāz Ne içün ṣayduma etdüñ āġāz 138. Ser-i şāḫ üzre olan murġ-ı be-ḳām Bir daḫı ola mı hīç beste-i dām 139. Pend-i ŝāliŝ bu idi ey bed-ḫūy Kār-ı refte içün etme tek u pūy 1 dür-i se: dürise ÇD 2 ol se: olsa ÇD 3 pinhān: nihān ÇD 126 140. Murġ-ı perrende olur mı saña rām Girih-i bāda1 olur mı iḳdām 141. Gerçi yoḳ bende güher olsa hele Ḳatlüme etmeyesün mi ʿacele 142. Gevheri bilmedüñ ejder olduñ Ḳatlüme dest-be-ḫancer olduñ 143. Bilicek gevher-i pür-ābı2 eger Nic'olurduñ baña sen teşne-ciger 144. Bā-ḫuṣūṣ ola o murġ-ı dil-gīr Sen ṭamaʿkāra muḳaddem naḫçīr 145. Mā-ṣadaḳ şānuña fermān-ı nebī Nuṭḳ-ı dür-pāş-ı resūl-i ʿArabī 146. Ki buyurmış bülehādur ekŝer Cennet içinde ṭutan cā vü maḳar 21b 147. Sen ġabī bāġuñ ise hem-çü cinān Seni ādem ede belki devrān 148. Dedi ey ebleh-i merd-i nīkū Seni vü bāġı duʿālar yā-hū Der-Ḫātime-i Gül-i Ṣad-Berg 149. Minnet Allāh'a ki bu tuḥfe şecer Yaʿni kilk-i hüner-i bār-āver 1 bāda: bādih ÇD 2 pür-ābı: pīrāyı ÇD 127 150. Mevsiminde bitürüp mīvelerin Ter-dimāġ eyledi Mıṣr'uñ şekerin 151. Gerçi her ravżada çoḳ mīve biter Böyle nev-bāve ḳatı az düşer 152. Ṭabʿ-ı ḫāḳistere taḥsīn-i hezār Gül-i Ṣad-bergi'ni etdi ıẓhār 153. ʿArż-ı ḥüsn etse n'ola dil-cūdur Reng u bū verse gül-i ḫod-rūdur 154. Bu gülüñ neşv ü nemāsına eger Vermese ḫār-ı ciger-dūzı żarar 155. Daḫı raʿnā bitürüpdi gülini Naġme-senc eyler idi bülbülini 156. Umarın Sidre1-i bāġ-ı efḍāl Ola sāye-figen-i2 ravża-i ḥāl 157. Edicek bu ḥarem-i bāġa güẕer Bāġbān bendesine eyle naẓar 158. Gāh gül-çīn ola geh mīve-rübā Ede rūḥānī vü cismānī ṣafā 159. Olmaya dest-be-ceyb-i3 inʿām Ola ḥaḳḳumda hemān ḥaḳḳ-ı kelām 22a 160. Ola kim ṣadr-nişīn-i devlet Ede bir pāre-i nāna himmet 1 Sidre için bkz. K.1/44 2 sāye-figen-i: sāye-şiken-i ÇD 3 dest-be-ceyb-i: dest-be-ceyb [ü] ÇD 128 161. Gül-i Ṣad-berg-i faṣīḥü'l-maʿnā Bülbülin etse n'ola naġme-serā 162. Bü'l-āceb kār-ı fużūlāneyi gör ʿArż-ı ʿaḳl-ı1 dil-i dīvāneyi gör 163. Ḳanda ben ḳanda süḫan ey heyhāt Bām-ı çarḫa ḳonılur mı mirḳāt 164. Ṭurfe vażʿ-ı revişin dīvāne İttiḥāf-ı gül eder Rıḍvān'a 165. Gül-i Ṣad-bergüme tārīḫ-i melīḥ Ederin tāze ʿibāretle ṣarīḥ 166. Ġonceden heft varaḳ perrān et Ṣoñra tārīḫin anıñ iẕʿān et 167. Ey Füzūnī yeter ıṭnāb-ı maḳāl Çoḳ uzatma ki bilindi aḥvāl Sene: 1051 2 Merŝiye-i Merḥūm Şeyḫü'l-İslām Bahāʾī Efendi –raḥmetu'llāhi aleyh- ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Bir seḥer çarḫ-ı felek hem-çü şiʿār-ı ʿAbbāṣ2 Mātem eyler ser ü dūşında anıñ ḳara libās 1 ʿaḳl-ı: ʿaḳl u ÇD 2 Abbâs: Hz. Peygamber'in amcası, Abbâs b. Abdilmuttalib. Hz. Muhammed'den birkaç yıl sonra Mekke'de doğdu. İlk gençlik yıllarından itibaren ticaretle meşgul oldu. Bedir savaşıyla beraber müslümanlığı kabul etti. Bu savaşta esir düştü, fidyeyle serbest kaldı. Peygambere para yardımında bulunup bazı seferlere katıldı. Cömert ve saygın bir kişiliğe sahipti. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman halifelik dönemlerinde ona büyük itibar göstermişlerdir. 86 veya 88 yaşlarında Medine'de vefat eden Abbâs'ın 13 tane çocuğu vardı. Onun adıyla anılan Abbâsî Devleti’nin halifeleri, oğlu Abdullah’ın soyundan gelmiştir. (Komisyon 1988, 16-17) 129 2. Çözdi gīsū-yı zer-endūdını bānū-yı mihr Gūne-i şebde siyāh eyleyüp eyler idi yās 3. Dest-i mātemle girībānını çāk etdi ḳamer Bir kilīm-i siyehi Müşterī1 etdi ilbās 4. Gördi Mirrīḫ2 ü Züḥal3 etdi ḳırānu'n-naḥseyn4 Geldi Pervīne5 perīşānī vü ṣad bīm ü hirās 22b 5. Pürsiş etdüm bu ʿalāmāt-ı muṣībet-eŝerin Dedi giryān olaraḳ Zühre6-i āġāze-şinās 6. Ḳanı ol hem-sebaḳ-ı Molla Celāl7-i pür-dān Yaʿni ʿallāme Bahāʾī 8-i Naṣīrī 9-iẕʿān 1. Ḳandadur ḥażret-i maḫdūm-ı faẓīlet-güster Ṭaşra çıḳsun anı cümle nüdemāsı ister 1 Müşterî için bkz. K.1/17 2 Mirrîh için bkz. K.1/19 3 Zühal: Sekendiz, Keyvân, Satürn adlarıyla da bilinen gezegen. Eski gökbilim inancına göre göğün yedinci katında bulunur. En uğursuz (nahs-ı ekber) gezegen sayılır. Etkisinde doğanların cimri, pinti, ahmak, bilgisiz, yalancı ve kıskanç olduğuna inanılır. (Zavotçu 2013, 814) 4 kırânu'n-nahseyn: En az iki gezegenin aynı burçta bir araya gelmesi durumu, kırânât. Astrologlara ve yıldız falına inananlara göre kırânât yeryüzüyle ve insanlarla ilgili olup etkisini bilhassa uzun dönemli hadiseler üzerinde hissettirmektedir. Mars (Mirrîh) ile Satürn (Zühal)’ün aynı burçta birbirine yaklaşması mutsuzluk (kırân-ı nahseyn, nahs-i kırân), Venüs ile Jüpiter’in yaklaşması ise mutluluk (kırân-ı sa‘deyn, sa’d-i kırân) işareti sayılır. Bu inanış, tarih boyunca yıldız falcılığının en önemli unsurlarından birini oluşturmuş, özellikle Doğu edebiyatlarında şairlerin sık sık başvurduğu bir motif haline gelmiştir. (Unat 2002, 437) 5 Pervîn: Ülker takımyıldızı. Peren, Süreyyâ adlarıyla da bilinir. Sevr veya Hamel burcunda kümelenmiş yedi yıldızdan oluşan bir gruptur. Perişanlıkları hasebiyle edebiyata girmişlerdir. (Pala 2013, 370) 6 Zühre için bkz. K.1/14 7 Molla Celâl: Mevlana Celaleddin Rumi. 8 Bahâ'î: Osmanlı şeyhülislamı ve şairi, Bahâ'î Mehmed Efendi. 1595 yılında İstanbul'da doğdu. Tahsilini babası Kazasker Abdülaziz Efendi'den ve aile çevresindeki tanınmış hocalardan yaptı. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Selanik, Halep, Şam, Edirne ve İstanbul'da kadılık yaptı. Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinden sonra 1649'da şeyhülislam tayin edildi. İzmir konsolosuyla ilgili bir dava sonucunda azledilmiş, ikinci defa şeyhülislamlığa arkadaşı Siyavuş Paşa'nın sadrazamlığı sırasında atanmıştır. Keyif ehli, sohbet ve edebiyat meclislerine düşkün, keskin bir zeka ve anlayış sahibi bir kişiliğe sahip olan Bahâ'î Efendi aynı zamanda divan sahibi bir şairdir. Şeyhülislam Yahyâ ve Bakî etkisinde, Nedim'in şûh söyleyişine yaklaşan bir ses, ahenk ve söyleyiş güzelliği yakalamıştır. Divan'ından başka manzum fetvalarıyla da ünlüdür. (İpşirli ve Uzun 1991, 463-464) 9 Nasîr: İranlı âlim ve filozof, Nasîrüddin Tûsî. 1201 yılında Tus'ta doğdu. Devrin âlimlerinden fıkıh ve felsefe dersleri aldı. Onun ilme olan iştiyakı genç yaşta tanınmasını sağladı. İbni Sinâ'nın eserlerini, özellikle el-işârât'ını okudu. Moğol istilası sırasında Kuhistan'a giderek Nâsırüddin Abdürrahîm b. Ebû Mansûr Muhteşem’e intisab etti. Hülâgû Hân'ın Alamut'u fethiyle onun veziri oldu. Azerbaycan'ın Meraga şehrinde bir rasathane kurdu, eserlerinin çoğunu burada yazdı. Bağdat'a yaptığı bir seferde 1274 yılında öldü. Güzel ahlâklı, mütevazı ve insanlara karşı saygılı bir kişiliğe sahip olan Tûsî, geride 150 civarında telif eser bıraktı. (Şirinov 2012, 437-442) 130 2. Çıkup etmez mi güneş gibi ʿaceb ḳaṣra ṭulūʿ Yoḫsa oldı mı zevāl-i ecel ile bī-fer 3. Ġarḳa-i āb-ı ḥayāt-ı gül-i ʿilm ü fażlı Ḥayf kim bād-ı semūm-ı merg pejmürde eder 4. Mıḳleb-i şekk ile mestūr suṭūr-ı ṣafḥa O maḥalliñ yine eşkālini ol ḥall eyler 5. Ḫāmesi ḫuşk-zebān oldı devātı beste Ẕülfeḳār1-ı ʿAlī yoḳ ki ede feth-i Ḫayber2 6. Kime dād eyleyelüm nic'idelüm n'eyleyelüm Gitdi ḥayfā ki Bahāʾī gelüñ āh eyleyelüm 1. Oldı āmed-şüd-i dergāhı muʿaṭṭal el-ān Gitmez oldı derine zümre-i ehl-i ʿirfān 2. Daʿvet etmez mi vezīr-aʿẓamı mihmān içün Gelmez oldı ne ʿaceb aña reʾīs-i sulṭān 3. Yere geçsün n'idelüm tuḫm-ı piyāz-ı ezhār Gitdi yer altına çünki o bahār-ı ḫandān 4. Memlaḥa etsün o deryāçeyi şimden-soñra Eşk-i şūrābe-i telḫ-i ḥaserāt-ı yārān 5. Boġazın alduñ o deryā-yı ḫisār-ı fażlıñ Top-ı āh ile yıḳarlar seni ey çarḫ-ı mehān 23a 6. Yıḳılup yere düşerse n'ola çarḫ-ı bed-nām Ḫāke düşdi çü Bahāʾī-i ʿimādü'l-İslām 1. Etmeden ḳaldı nedīmānını Molla pürsiş Ne ʿaceb etse Yetīmī3 gibi Ṭıflī4 nāliş 1 Zülfekâr için bkz. K.1/12 2 Hayber için bkz. K.1/37 3 Yetîmî: XVII. yüzyıl Osmanlı devlet adamı ve şairi. Adı Mehmed olup, Üsküdârî Seyyid Hâşimî Mehmed Efendi’nin oğludur. Hâşimîzâde adıyla şöhret bulmuştur. Sırasıyla Siyavuş Paşa, Efdaliye, Gazanfer Ağa, Sahn-ı Seman medreselerinde müderrislik yapmış, sonra Belgrad, Manisa, Üsküdar, İzmir, Bursa ve Galata kadılıklarında bulunmuştur. Şiirlerinde Yetimî mahlasını kullanan şairin mürettep bir divanı mevcuttur. 1665 yılında vefat etmiştir. (Safâyî 2005, 732; Şeyhî 1989, 318, 319) 4 Tıflî: XVII. yüzyıl divan şairi ve meddah; Tıflî Ahmed Çelebi. Trabzon'da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başladığı için "tıflî" mahlasını almıştır. Keskin zekası sayesinde IV. Murad'ın meclisine girmeyi başarmış, onun nedimi ve meddahı olmuştur. Şairliği yanında iyi bir hattattı. Mürettep bir divanı vardır. 1660 yılında vefat etti.( Safâyî 2005, 358; Çınar 2000, 25,36) 131 2. Çāh-ı ḳabre düşicek Yūsuf-ı ṣıddīḳ gibi Ere iḫvānına çün böyle peyām-ı mūḥiş 3. Birisi Şām'ı ede birisi Maġnisa'yı Cāy-ı mātemkede vü şīven-i bī-āsāyiş1 4. Olalar her biri mātem-zede-i çarḫ-ı felek Dögeler sīnelerin “āh Bahāʾī” diyerek 1. Şimdi ḥayfā ki ne āb u ne ġıdāsın ister Muḫteliṭ olduġı aḥbāb duʿāsın ister 2. Yā-Rab ol naḫl-i gül-i zīb-i bihişt-i iḳbāl Cennetiñ perveriş-i āb u hevāsın ister 3. Andaki māye-i tevḥīd ü ḫulūṣ-ı īmān Dār-ı ḫulduñ ṣanem-i ḥūr-liḳāsın ister 4. Bunda derd-i ser-i pey-der-pey-i dünyā-yı denī Anda pādāş [u] telāfī vü cezāsın ister 5. O fenā-yāfte-i sākin-i dār-ı miḥnet Anda ḳaṣr-ı keremiñ içre beḳāsın ister 6. Yā-Rab ol pāk-dili luṭfla mesrūr eyle Niʿmet-i raḥmetüñ ile anı maġfūr eyle 23b 1. Dād ey ḫāme-i ney-nevḥa-i işkeste-żamīr Dem-i sūzānuñ ile yandı fuʿād-ı taʾbīr 2. Ey Füzūnī yeter etdüñ dil ü dīde nemnāk Bes durur āh-ı duḫān-āver-i āteş-teʾsīr 3. Dilüñ āteş-zen-i ney-pāre-i ḫāme olmış O sebebden ṭutuşur sīne-i sūzān-ı ṣarīr 4. Dil-i aḥbāba yeter eyledüñ ilḳā āteş Yoḳsa kibrīt misün ey ḳalem-i naġme-ṣarīr 5. Bir zamān menḳabe-gūy-ı hüner-evṣāf idüñ Şimdi mersiyye-nüvīs olduñ eyā āh-ı faḳīr 6. Dil-i aḥbāba Bahāʾī ḳodı bu āteşi hep Kimsenüñ olmasun āteşsiz ocaġı yā-Rab 1 Bu beyitten sonra -istinsah sırasında unutulduğu anlaşılan- iki beyit daha bulunmalıdır. 132 1 İbtidāʾ-i Ġazeliyyāt-ı Füzūnī Bi-Elif ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Hüsn-i ḫirfet-ḫˇāh nā-çespāna olmaz āşinā Şemʿa bülbül ġonçeye pervāne olmaz āşinā 2. Hem-dem olmaz mekr-i dehre ʿārifān eyler gürīz Cevz ḫurtūm [u] düm-i pīlāna olmaz āşinā 3. Minnet-i aġyār ile dil rūy-ı cānān istemez Etse dest-āvīz gül rıḍvāna olmaz āşinā 4. Ġamla geldük ḫāngāh-ı dehre etmez iltifāt Tūşe-i ʿayşı olan mihmāna olmaz āşinā 5. Māl u cāh içün Füzūnī ḫāṭırum muġber degül Öyle ḫāk-i r[ā]h-ı bezm dāmāna olmaz āşinā 2 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Dilde sūz ü dīde pür-nem tīġ-ı hicrān der-ḳafā Āteş ü deryā öñümde düşmen-i cān der-ḳafā 2. Seyre çıḳmış mehveşüm ʿuşşāk der-pey giryenāk Āfitāb-ı ḥüsn der-pīş ebr-i bārān der-ḳafā 24a 3. Āh-ı cāngāh ile terk-i kūy-ı cānān eyledüm Ẓulmet-i firḳatle gitdüm āb-ı ḥayvān der-ḳafā 133 4. Ketfüme ṭutdum siper tā tīr-i dil-dūzuñ senüñ Rāḥat-ı sīnem ola olmaya perrān der-ḳafā 5. Ben delīl-i ḥāciyān-ı kūy-ı ʿuşşāḳ olmışam Kaʿbe-i kūyıñ öñümde ʿaşḳ-bāzān der-ḳafā 6. Reh-güẕāruñ üzre ḳurbān olmaġiçün ʿāşıḳān Gūsfendāsā yaturlar tīġ-ı ʿüryān der-ḳafā 7. Ṣanki dest-āmūz-ı luṭfuñ ḳanda gitseñ peyrevüñ Berreveş bīçāre dil dāʾim şitābān der-ḳafā 8. Reh-nümā-yı tāze vādīsün Füzūnī ne ʿaceb Peyrev olsa saña ḫayl-i şiʿr-gūyān der-ḳafā 3 Velehu ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Şīşe-i dil içre doldı çünki rīk-i pür-belā İki göz bir sāʿat oldı aḳar eşküm dāʾimā 2. Ġonçeveş derdüm ʿayān etmem egerçi kimseye Līk bu dil bülbülāsā zāra etdi ibtidā 3. Tīr-i ʿaşḳın menziline olalı sīnem mekān Tīr ḳandīli1 gibi pür-revzen oldım cā-be-cā 4. Ṭable-i sīnem ḫadeng-i ġamzeñe oldı hedef Ḳuralı dest-i ḳażāyı tā şu dem dest-i ḳaẓā 1 tîr kandili: Hakkında bilgi bulunamamakla beraber, beyitteki anlatıma göre üzerinde göz göz delikleri olan bir kandil çeşidi olduğu anlaşılmaktadır. 134 5. Ehl-i derdiñ cānına cān-baḫş olup iḥyā eder Kim oḳursa ey Füzūnī işbu şiʿr-i cān-fezā 4 Velehu ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Ḳaçan semmūr ḳalpaḳ giyse ol serv-i semen-sīmā Ṣanurlar māh-ı tābānı seḥāb içre durur gūyā 2. Ḳaçan mevc ursa ol semmūr iki ḳaşıñ kenārında Siyeh baḥriñ içinde iki māhīler olur peydā 24b 3. Ne dem kim kec edüp giyseñ levendāne o ḳalpaġı Olurlar Rūmili ḫalḳı yoluña cümleten şeydā 4. O kāküller kim ol semmūr içinde ḫˇāba varmışdur Şeb-i tārīk içinde sākin olmış iki ejderhā 5. Meded göster ʿaraḳ-çīnüñ gehī kec eyle ḳalpaġuñ Füzūnī bendeñ öldürmek eger ister isen cānā 5 Velehu ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Eger yād-ı leb-i mey-gūnuña nūş etmeyim ṣahbā Eder her ḳaṭresin bir aḫker-i dil-sūz o dem ṣahbā 2. Ruḫ-ı gülfāmıñ aksi [şīşe-i] billūra düşdükçe Olur ol cāma mānende k'ola gül-berg ü hem-ṣahbā 3. Eder sürḫ ʿāşıḳ-ı miḥnet-keşiñ rūyını zerd iken N'ola lāyıḳ eger iksīr1-i ekberdür desem ṣahbā 1 iksîr: Ortaçağ kimyacılarının, dokunduğu her şeyi altına dönüştürdüğüne inandıkları madde. Kurucusu Câbir bin Hayyân olan kimyâ ilminin konusu maddeyi altına tahvil etmektir. Bu işlemde kullanılan malzeme ise iksîrdir. Hacer-i felsefî, hacerü'l-felâsife, iksîr-i a'zam, iksîr-i ekber adlarıyla da anılır. Câbir'in yapmak istediği şey; binlerce yıl toprak altında çeşitli etkilerle evrimleşen 135 4. Ḳaçan ol sāʿid-i pür-dāġa cām-ı pür-şarāb alsañ Olur her ʿaks-i dāġuñla gülistān-ı İrem1 ṣahbā 5. Füzūnī bezm-i ehl-i naẓma sen bir neşve verdüñ kim Göreydi cām-ı şiʿrüñ destine almazdı Cem2 ṣahbā 6 Der-Ḳāfiye-i Bā3 Şüde Ebyāt-ı Füzūnī ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Dest-i cevrüñ yaḳdı dil mülkin tenüm etdi ḫarāb Ten de vīrān oldı ammā [dil]4 ḫarāb-ender-ḫarāb 2. Āsumān-ı nāz üzre germ olur günden güne Hīç zevāl-i ḥüsnüni yād eylemez ol āfitāb 3. Kāse-i ḫūn-ı cigerdür bezm-i ġamda çekdügüm Devr-i laʿlünde ḥarām oldı baña içmek şarāb 4. Dil kitāb-ı hüsnünüñ dībācesin ḥıfẓ etmedin Dedi ḫatm etdük yüri va'llāhu aʿlem bi'ṣ-ṣavāb5 25a 5. Dil pür-āteş olduġı budur Füzūnī'ye delīl Kim bu şiʿr-i sūznāki oḳusa olur kebāb madenlerin en mükemmeli altının bu oluşma sürecini çabuklaştırmaktan ibarettir. Bunu yaparken maddenin zâhirî, fizikî ve rûhî özellikleriyle cevherî, nebâtî ve hayvânî canlılık boyutunu işin içine katarak sonuca ulaşmaya çalışır. (Kaya 1992, 533-537) Beyitte şarap iksîre teşbih edilmiştir. 1 gülistân-ı İrem için bkz. M.1/64 (bâğ-ı İrem) 2 Cem için bkz. K.7/2 3 Bā: Tā 4 dil: ten 5 Allah en iyisini bilendir. İslam kültür tarihindeki eserlerde alimler görüşlerini paylaştıktan sonra Yûsuf suresi 76. ayetteki "her bilenin üstünde bir bilen vardır" ifadesine hürmeten bu ifadeyi kullanmaktadırlar. (http://www.suvaridergi.org/content/view/2084/1/ 11.12.2014) 136 7 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ey dil eylersin ḫayāl-i yāri cehd edüp ṭaleb Ġāʾib olursun o ḥāżır olıcak ney ki sebeb 2. Ben taʿaccüb eylemem pey-der-pey-i derd-i dile Ḥayretüm bu ḳanda bulur yār bu cevri ʿaceb 3. Şekve-sāz-ı nāz-ı yār olmaḳ edebden dūrdur Ṭālib-i cevr olmadur uşşāḳa ḳānūn-ı edeb 4. Sende istiʿ dād yoḳdur yoḫsa dergāh-ı edeb Eylemez āŝār-ı feyżinden dilā maḥrūm Rab 5. Dizmeyünce rişte-i āha dür-i eşk-i teri Naẓm-ı ḥāl olmaz Füzūnī çekme bī-maʿnā taʿab 8 Velehu ( feʿūlün / feʿūlün / feʿūlün / feʿūl ) 1. Degül mi cihānda bu emr-i ʿacīb Gül-āġūş iken zār olur ʿandelīb 2. Vefā-yı viṣāli devām olmasun Cefā-ḫūy [ü] nāzī gerekdür ḥabīb 3. Eẕā-yı raḳīb etme zīrā ki sen Aña maʿnide el-ḥaḳ olduñ raḳīb 137 4. Ḫuşūnet izāle edermiş cünūn Ki Mecnūn'a vaḥşī olurmış ḳarīb 5. Füzūnī şekīb-i dili yoḳladuñ Velī bulmaduḳ ḳanda ḳaldı şekīb 9 Ḥarfü't-Tāʾ Velehu Eyżan (feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Vaḳt-i gül ḫāne-nişīn olma gülistān seyr et Ādem ol cennete gir ḳudret-i Yezḍān seyr et 25b 2. Tügme-i ġonçeye baḳ pīrehenin gör semeniñ Gül-i ḫandānı gözet çāk-ı girībān seyr et 3. Erġuvān üzre düşen jāle-i şeh-dāneye baḳ Baḥr-i gülzāra girüp dürr-ile mercān seyr et 4. Fetḥ1 oḳur devlet-i şāh-ı güle eṭfāl-i çemen Ḫˇāce-i mekteb olur bülbül-i ḫoş-ḫˇān seyr et 5. Bir zamāñ düzd-i şitā ġāret eder bāġı diyü Nice ditrer ġam-ile berg-i dıraḫtān seyr et 6. Bāġbān kimimüz asḍı kimimüz kesdi diyü Tāk-ı engūruñ olur dīdesi giryān seyr et 7. Bülbülā naġmen ile gülleri çoḳ örseledüñ Yine sensin olacaḳ soñra peşīmān seyr et 1 Feth: Fetih suresi. Kur'ân-ı Kerîm'in 48. suresi olup toplam 29 ayettir. İçinde İslam'ın elde edeceği fetih, başarı ve zaferden bahsedildiği için bu adı almıştır. (Hançerlioğlu 1984, 103) Gelenek olarak, yaptığı işte başarılı olmak isteyen kişi öncesinde bu duayı okumaktadır. 138 8. Bir iki günlük imiş ẕevḳ-i bahārı ḥayfā Geldi ne şekle ḳodı anı Ḫazīrān seyr et 9. Behre-yāb-ı süḫan-ı pāk-ı Füzūnī ol gül Vaḳt-i gül ḫāne-nişīn olma gülistān seyr et 10 Velehu Eyżān ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Rence olmam sen raḳībā kākül-i pīçānı ṭut Kim demişler ġayr eliyle mār-ı zehr-efşānı ṭut 2. Bu ṭutumla ʿīd-i vaṣla lāyıḳ olmazsın dilā Sen gerekse niçe yıllar rūze-i hicrānı ṭut 3. Ṭutulup ḳapılmaz oldı bu dil-i şeydā yine Anı ey düzd-i nigeh ḳap ġamze-i cānānı ṭut 4. Bāde-nūşān-ı maḥabbet ṭutmadan ey şaḥne sen Günde yüz biñ ḳan eden ol dīde-i mestānı ṭut 5. Çün Füzūnī sübḥa-i mercān ṭutmaḳ olmadı Gel tehī-dest olma bārī sāġar-ı rindānı ṭut 11 Velehu 26a ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Her dile aksin fürūġ-ı ḥüsn etmez rūy-ı dost Münḥarifdür tīre-dilden āfitāb-ı kūy-ı dost 139 2. Pā-dırāz etmek edebdür rāh-ı ʿaşḳ-ı yārda Ser-be-cāy-ı pā ederler reh-revān-ı sūy-ı dost 3. Şāneveş dil olmayınca çāk çāk-ı derd-i ġam Dest-i sūd-ı āşıḳ olmaz zülf-i ʿanber-būy-ı dost 4. Merg-i dīgerdür niyāz-ı küştegān-ı ehl-i ʿaşḳ Böyledür resm-i şehīd-i ġamze-i dil-cūy-ı dost 5. Ey Füzūnī ġam degül meydān-ı bezmdür müjde kim Edhem-i ḳahrın geçermiş esb-i raḥmet-ḫūy-ı dost 12 Der-Ḥarfü'l-Cim ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḫūn-ı dilde ʿaks-i ḫāl-i ʿanberīn gördüñ mü hīç Āl-i vālāya1 ṣarılmış müşk-i çīn gördüñ mü hīç 2. Ġamze-i ḳattāl u çeşm-i fitnekārın görmeyen Dest-ber-şemşīr ü tīr olmış kemīn gördüñ mü hīç 3. Rūz-ı firḳat ederin vuṣlat içün ye's ü enīn Vaḳt-i şādī mātem eyler bir ḥazīn gördüñ mü hīç 4. Hem-maṣāff-ı baḫt-ı pür-zūr olmadı āh-ı seḥer Pençe-tāb-ı şīr mūr-ı kemterīn gördüñ mü hīç 5. Ey gül-i pür-jāle cemʿ eden Füzūnī ṭabʿınuñ Pür-maʿānī ġonçe-i şiʿr-i terīn gördüñ mü hīç 1 âl-i vâlâ: Miskin içinde saklandığı kırmızı renkli ipek kumaş. (Onay 2009, 49) 140 Zeyl-i Ġazel 6. Sāḥil-efgende olan ʿanberçe-i ḫoş-būydur Būy-ı nuṭḳ-ı meclis-i ṣadr-ı güzīn gördüñ mü hīç 7. Ṭabḫakār-ı kān-ı imkān olalı ey āfitāb Böyle puḫte fāżıl-ı nuṭḳ-āferīn gördüñ mü hīç 26b 8. Görmedüñse ḫame-i ser-tīz-i ṣadr-ı Rūm'a baḳ Ẕülfeḳār-ı şerʿ-i Aḥmed-gevherīn gördüñ mü hīç 13 Velehu ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Cevr-i maḥż eylese dil-ber ʿāşıḳ-ı pür-zāra güç Ārzū-yı būs u āġūş etse ʿāşıḳ yāra güç 2. Nāz-nā-feḥm ʿāşıḳ u dildār-ı şīvekāra ḥayf Ḫāce-i erzān-ṭaleble cevheri bāzāra güç 3. Ḥüsn-i pür-zūra cefādan sākit olmaḳ nā-sezā Ḥīn-i heycāda ḫamūşī Rüstem1-i pür-kāra güç 4. Atılur dil-ber görince göñli lā-büd ʿāşıḳın Bulsa mecrā olmamaḳ cārī dil-i fevvāre güç 5. Cān u dil yaġma-yı yār ise Füzūnī ġam degül Mā-melek tārācı gelmez ḫāce-i ʿAṭṭār2'a güç 1 Rüstem için bkz. K.6/13 2 Attâr: İranlı meşhur şair ve mutasavvıf, Ferîdüddin Attâr. Selçuklu sultanı Melikşah zamanında, 1120 yılında Nişâbur'da doğdu. Babasının mesleği dolayısıyla Attâr lakabını almıştır. Şeyh Rüknüddin Akkâf'ın dergahına intisab ederek orada şeyh olur. Birçok din ve tasavvuf büyüğüyle tanışıp onlara hizmet etti. Yetmiş yıl kadar sûfî hikayelerini derlemekle uğraşır. Büyük tasavvufî ve edebî kişiliğiyle ilim ve irfanda ucu bucağı olmayan bir deniz addedilen Attâr, Moğol istilaları 141 14 Der-Ḥarfü'l-Ḫā ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ṭaleb-i cān ü dile etmede ibrāmı zenaḫ Borçlu zindāna ḳomaġa eder iḳdāmı zenaḫ 2. Bu ḳadar diller aḳar aña ne vüsʿatdür bu Yine pür etmeye hīç sāġar-ı gül-fāmı zenaḫ 27a 3. Ḳomadı ẓulmet-i zülfünde Sikender1-vārı Çeşme-i Ḫıżr'a götürdi dil-i nā-kāmı zenaḫ 4. Ser-i zülfi ile indi teh-i çāh-ı ẕeḳana Ḳıldı Cāmesb2-i belā-keş dil-i bed-nāmı zenaḫ 5. Ẕeḳanında dil-i üftādeyi çeşmi gözedür Ey Füzūnī hele verür iki bādāmı zenaḫ sırasındaki hengamede öldürülmüştür. Özellikle Mantıku't-Tayr, Bülbül-nâme ve İlâhî-nâme adlı mesnevileri birçok Türk şair tarafından tanzir edilmiştir. (Zavotçu 2013, 247-248) 1 Sikender: Klâsik kaynaklarda İskender-i Zülkarneyn, İskender-i Kebîr, İskender-i Ekber, İskender-i Himyerî, İskender-i Rûmî ve İskender-i Yûnan adlarıyla da zikredilen Makedonya kralı, Büyük İskender. MÖ. 356'da Makedonya'daki Pella kasabasında doğdu. Özel hocalar tarafından yetiştirildi. Aristo'dan dil, edebiyat, siyaset ve felsefe dersleri aldı. Tahttayken Pers imparatorluğuyla mücadelelere girişti, topraklarını bir hayli genişletti. Bâbil'e kadar ilerleyen İskender, burada ateşli bir hastalığa yakalanarak öldü. Savaş stratejilerindeki becerisi, zekası ve kahramanlıklarıyla şark anlatılarında "İskendernâme" adıyla müstakil bir türün oluşmasını sağlamıştır. (Zavotçu 2013, 389- 392) Kurân-ı Kerîm'de bahsedilen İskender-i Zülkarneyn ile çoğu zaman birbirine karıştırılmıştır. Zülkarneyn, klâsik şiirde özellikle Hızır ve İlyas'la birlikte âb-ı hayât-ı bulmak için zulümât (karanlıklar) ülkesine yaptığı yolculuk, Ye'cûc ve Me'cûc kavmi için sed yaptırması, uzakları gösteren aynası, ordusunun çokluğu ve cihangirliğiyle konu edinilmiştir (Pala 2013, 237). Bkz. K.1/35 (aynü'l-hayât), K.2/46 (Hızr), K.2/18 (âyîne-i İskender), G.83/4 (sedd-i Ye'cûc) 2 Câmesb: Adı Binbir Gece Masalları ve Camasbnâme'lerde geçen efsanevî kahraman, Camasb. Danyal peygamberin oğlu olan Camasb arkadaşlarıyla gezerken yağmura tutulup bir mağaraya girerler. Mağarada içi bal dolu bir kuyu bulurlar. Balın hepsini çıkarttıktan sonra arkadaşları Camasb'ı kuyuya atar. Camasb, kuyunun dibinde bulduğu ışığın etrafını eşeleyip genişletince, içinde yılanlar ve tahtında oturan Şahmârân'ın bulunduğu bir bahçe görür. Şahmârân'ın himaye ettiği Camasb oradan çıkınca İran şâhı Keyhüsrev'in hastalığına deva olması için Şahmârân'ı ele verir. (Onay 2009, 427) 142 15 Der-Ḥarfü'd-Dāl ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Baña raġm edüp raḳībe eyler āzār u gezend ʿÖmr-i şīrīnümde bir güldüm o daḫı zehr-ḫand 2. Ney-şeker olsaḳ dimāġ-ı nā-güvār-ı ḥāside Ẕevḳ-baḫş olmaz meger ki ḳatʿ ede tā bend bend 3. Vaḳt-i girye der-kenār ol ey ḫayāl-i ḳadd-i yār Kim leb-i deryāda ḫoşdur servī-i bālā-bülend 4. Ḫūn-gerde derd-i ʿaşḳum etme Mecnūn'a ḳıyās Pāleheng-muʿtād ile bir mi şikār-ı nev-kemend 5. Çün nişīmengāhuñ oldı zīr-i mīnā-reng-i çarḫ Çāşnī-baḫş-ı meẕāḳ ol ey Füzūnī hemçü ḳand 16 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Bülbül gibi her ġonçeye zār ile muḳayyed Dīvāne göñül faṣl-ı bahār ile muḳayyed 2. Murġ-ı dil-i pā-besteyi zülf olsa bilürdi Yetmiş elem-i ṭurre-i yār ile muḳayyed 3. Bir bendesi āzāde-ser olmaz gibi ʿaşḳıñ Ṣanʿanī1 vü Manṣūr1 ise dār ile muḳayyed 1 San'an: Yemenli muhaddis, Abdürrezzak es-San'ânî. Şeyh San'an diye de anılır. 743 yılında San'a'da doğdu, 826'da öldü. Ferîdüddin Attâr'ın Mantıku't-Tayr'ındaki hikayelerden birine konu olmuştur. 143 4. ʿİbretle naẓar eyle bilürsen ney ü ṭanbūr Sūzende biri birisi tār ile muḳayyed 27b 5. Her birini bir kāra komuş ʿaşḳ Füzūnī Sen ise hemān būs u kenār ile muḳayyed 17 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. ʿAhd u peymānında kāẕib bī-vefālardan meded Ẕerre bilmez āfitāb-ı bī-żiyālardan meded 2. Lāyıḳ-ı şerbet degülken saġlara eyler ʿilac Ḫastesin bilmez hekīm-i bī-devālardan meded 3. Egriye doġrı baḳar doġrıya kec eyler naẓar Kec-nihād ü kec-seḫa vü kec-ʿatālardan meded 4. ʿĀşıḳa zehr-i sitem aġyāra tiryāk-ı kerem Düşmeninden dost bilmez nā-sezālardan meded 5. Servī-i bī-mīve-i bāġ-ı ihānetden amān ʿArʿar-ı bī-sāye-i bālā-belālardan meded 6. Zaḫm-ı ḫārın dil çeker ẕevḳ-i bahārın el sürer Bülbülin maḥrūm iden gülgūn-ḳabālardan meded Manzum hikayede, Şeyh San'an'ın aşık olduğu hristiyan kızın peşinden giderek dininden vazgeçmesi ve bu uğurda pek çok eziyet ve aşağılanmalara katlanması anlatılmaktadır. (Pala 2013, 430) 1 Mansûr: Tasavvufun gelişmesine önemli katkılarda bulunan ünlü mutasavvıf, Hallâc-ı Mansûr. Abbasi halifesi Muktedir zamanında şeriate uymayan sözlerinden ve özellikle "ene'l-hak" sözünden dolayı 921 yılında fakihlerin fetvası ve Muktedir'in veziri Ebû Hamid'in emriyle uzuvları kesildikten sonra idam edildi. (Onay 2009, 318) 144 7. Baş açıḳ meddāḥını ṭaşlar Füzūnī çünki yār Ḫırḳaya çek başuñı seng-i cefālardan meded 18 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Dergeh-i dil-berde ʿāşıḳ eylemez ʿarż-ı merād Ḫāṣıl-ı kām eyler elbet yār u ʿāşıḳda murād 2. Olma ḫāṭır-sūz u nerm ol ʿādet-i mirʾat-ı ḥüsn Düşmen-i āteşdür ammā dostdur aña remād 3. Ẕikr-i nām-ı vuṣlat etmek derd-i serdür ʿāşıḳa Ne getürdi başına Ferhād'ıñ āḫir eyle yād 4. Reh-ber-i kūy-ı ḥaḳīḳatdür mecāzī ise de Ḥıżr-ı ʿaşḳa peyrev ol āb-ı ḥayāt-ı nūş-bād 28a 5. Ey Füzūnī reh-revān-ı ʿaşḳa ṭaḳrībüñ yeter Gül degilseñ ol giyāh-ı gül olasın tā müfād 19 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Etmedi ġonçe-i ümmīdümi sīr-āb-ı murād Seng-i fitneyle şikest şīşe-i pür-āb-ı murād 2. Ḳaṭre-i luṭfını icrā edemez ṣad sevgend Ṣanasın ṭās-ı müşāʿbid dil-i erbāb-ı murād 145 3. Ṭutalum kūzeleri āb-ı ḥayāt ile döner Bir içim ṣu mı verür teşneye dūlāb-ı murād 4. Aḳçe almazsa ḳomaz içerü derbān gūyā Bir ʿaceb ḫāne-i ʿīdī gibidür bāb-ı murād 5. Ey Füzūnī ne ḳadar saḫt ise āhen dekle Belki nerm ola dil-i ḥażret-i küttāb-ı murād 20 Der-Harfü'r-Rā' ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Dil-i sevdā-zede ol zülf-i girih-gīr iledür Öyle dīvānenüñ eglencesi zencīr iledür 2. Ṭaşa naḳş urdı vü süd dökdi bu yolda Ferhād Ṣandı esbāb-ı vuṣul şīr ile taṣvīr iledür 3. Ṭıfl iken dilleri ṣayd etmek içün alur ele Yavru şāhīndür anıñ pençesi naḫçīr iledür 4. Nice sūrāḫ-ıla dil şerḥadan olsun ḫāli Müjesi tīr iledür ġamzesi şemşīr iledür 5. Yıḳmasun ḫāṭır-ı ʿuşşāḳı Füzūnī ol şāh Pādişeh milketinüñ şöhreti taʿmīr iledür 146 21 Velehu Eyżān ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Yār kim aġyāra ḳarşu būseler iḥsān verür1 Mürdenüñ cānın alur bin mürdesine cān verür 28b 2. Firḳat-i laʿl-i lebinden ṣanma sūzān olmazuz Āteş-i bī-dūda beñzer sūziş-i nīrān verür 3. Her ʿaraḳ kim ḫaṭṭ-ı nev-ḫīzinden olmış ḳaṭre-bār Ḫıżr-ı ferruḫ-ḫōydur kim çeşme-i ḥayvān verür 4. Cān almaz ġam gibi peymāne naḳd-i ʿaḳl alur ʿĀḳil olan bādeye her ne verür erzān verür 5. Dil-rübā mey-ḫānede gülse açılsa ne ʿaceb Bāġ-ı Cem'dür ol Füzūnī güllerin ḫandān verür 22 Velehu Eyżān ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Çemenistānı ḫazān etdi yine zerd ü nizār Yereḳan zaḥmetine uġradı gūyā eşcār 2. Bir yeşil yapraġı yoḳ pīş-nihād eyleyecek Güllerüñ bu günini yād edüp aġlardı hezār 3. Her şecer gerçi emīrāne idi gülşende Yeşilin aldı naḳīb-i çemen-i köhne-bahār 1 verür: eder. 147 4. Zīr-i seng eyledi evrāḳını bād-ı ṣarṣar Ḫāk-i ẕilletde ṭaş altında yatur dest-i çenār 5. Ṭoḳunır bir ucı şemşīr-i ḫazānı gördi Ey Füzūnī bu ġam ile iki şaḳḳ oldı enār 23 Velehu Eyżān ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. ʿĀrıżuñ üzre olan ol ḫāl-i ʿanber-bū mıdur Yā ḥarīm-i Kaʿbe'de bir kaç nefer Hindū mıdur 2. Ṣūretā gerçi dehendür anı maʿlūm eyledüm Maʿnīde ammā ki pürdür ḥoḳḳa-i lüʿlū mıdur 3. Geh yaḳar geh ġarḳ eder ol āb u tāb-ı ʿārıżıñ Ṣu mıdur āteş midür feḥm etmedüm cādū mıdur 4. Ḳad midür yā narven mi yā nihāl-i gül midür Yā melāḥat bāġına bir servī-i dil-cū mıdur 29a 5. Dün Füzūnī'yi ḳul etdi kendüye bir ser-terāş Būse midür fikri yāḫūd sādece pehlū mıdur 24 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ten-i bīmār sükūnı dil-i nālānda bulur Vāy ol ḫasteye kim1 rāḥatı efġānda bulur 1 ḫasteye kim: ḫasteyim 148 2. Vefret-i girye ile geldi ḫayāl-i ḫālüñ Döndüm ol murġa ki ben dānemi ʿummānda bulur 3. Leb-i mey-gūnuñ eder gözlerüñi hep ḫūnī Mestler ʿarbedeyi bāde-i raḫşānda bulur 4. Dil-i güm-geşte-i ġamgīnin ararsa ʿāşıḳ Ġamuñı dilde dilin ḫod der-i cānānda bulur 5. Baḳmasun zülf ü zeneḫdāna Füzūnī yoḫsa Ḳayd u bend ile hemān kendüyi zindānda bulur 25 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Būse verüp cān almaḳ çünki yārin kārıdur Gel şitāb etme dilā bāzār cān bāzārıdur 2. Çeşm-i mestüñ zülf-i müşkīnüñ çerāgāh eylemiş Ol ġazāle cāy-ı nüzhet çīn-i sünbülzārıdur 3. Der-kenār etdi ḫayāl-i ḫālün eşk-i mevc-zen Sāhile ʿanber bıraḳmaḳ baḥre resm-i cārīdür1 26 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḫalḳa-i çeşmümden etdüm dāne-i eşküm niŝār Dām ḳurdum dāne dökdüm ol perī olmaz şikār 1 Bu üç beyit yazmada derkenardır. 149 2. Dīdeden naḳş-ı ḫayāl-i yāri dil ḫˇāhiş eder Gerçi deryādan alur ammā eder yerini nār 3. Dostdan teşḫīṣ-i düşmen eylemez ʿaşḳ-āşinā Ḍarb-ı gülden nice Manṣūr oldı āyā dil-figār 4. İstemez tābūt ġarḳ-āb-ı şehīd-i baḥr-i ʿaşḳ Vażʿ-ı nā-şāyestedür olmaḳ der-i yāra süvār 5. Mübtedīye ey Füzūnī pertev-i ʿaşḳ az olur Şemʿüñ ol sūzişinden ṣoñı olur şuʿledār 27 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / fāʿilātün / mefʿūlü / fāʿilātün ) 1. Ser-küştegān-ı ʿaşḳıñ şehr ü diyārı n'eyler Ẕerrāt-ı tāb-ı ḫūrşīd cāy-ı ḳarārı n'eyler 29b 2. Rind-i geda-nümāyiş hem-rāh-ı cūy olmaz Ḥıżr-ı ledünnī1-i ʿaşḳ imdād-ı yāri n'eyler 3. Dīdār-ı yāre ṭālib māh ile mihre baḳmaz Destinde şeb-çerāġı leyl ü nehārı n'eyler 4. Yek-tār-ı zülf-i cānān ṣad ʿömr-i cāvidānī Āyā ġazāl-i vaḥşī müşk-i Tātār'ı n'eyler 5. Rind-i sebük-cenāḥın Ṭūbā vü Sidre bilmez Pāy-ı hümā-yı vaḥdet her şāḫsārı n'eyler 1 ledünn: Hz. Hızır'ın sırlarına vakıf olduğuna inanılan, gizli hakikatleri konu alan ve bu yolla insanı mânevî kurtuluşa ulaştırdığına inanılan ilim. Ledün ilmi Allah tarafından bağış olarak verilen kutsal gücün tecellisi olup onu tefekkür çabasıyla elde etmek mümkün değildir. (Cebecioğlu 2009, 397) 150 6. Jende-külāh-ı dervīş fersūde sāḳ-ı ʿarşa Tāc-ı keyānı neyler kāḫ-ı ʿimādı n'eyler 7. Mirʾat-i ḳalb-i ʿāşıḳ olmaz sivāya manẓar Āyīne-i Sikender1 sevmez ġubārı n'eyler 8. Ḳıl ġonçe gibi ṣad-çāk yā lāle gibi pür-dāġ Yā Rab dil-i Füzūnī bāġ u bahārı n'eyler 28 Velehu Velehu ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Bir bāriḳa-i ḥüsn ile ṣad cān ṭutuşurlar Bir nār ile bīn Mūsā-yı ʿİmrān2 ṭutuşurlar 2. Her ḳanda ki bir gül ola āteş-zen-i bostān Feryād u fiġān ile hezārān ṭutuşurlar 3. Yek-şīve-i dil-sūz-ı tecellī ile lābüd Her vādī-i Eymen3'de muḥibbān ṭutuşurlar 4. Gör aḫḍar-ı eşcār ile żıddeyn iken ammā ʿAşḳuñla yine āteş-i sūzān ṭutuşurlar 5. Cibrīl-ṣıfat ḥaddüñi bil yoḳsa Füzūnī Bu āteşe her ḫaṭve-güẕārān ṭutuşurlar 1 âyîne-i Sikender için bkz. K.2/18 (âyîne-i İskender) 2 Mûsâ-yı İmrân için bkz. Tb.1/1 (Mûsâ) 3 vâdî-i Eymen: Hz. Mûsâ'nın tecelliye mazhar olduğu Tûr dağındaki vadi. Ayrıca bkz. Tb.1/1 (Mûsâ) 151 29 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Rind-i mey-ḥˇāre ki defʿ-i ġama ṣahbāyı çeker Gūyiyā ḫaṣmına şemşīr-i ṣaf-ārāyı çeker 30a 2. Leb-i mey-gūn-ı ʿaraḳnākını görse yārin Mey-perestān-ı bezim keyf-i dü-bālāyı çeker 3. Göresin daḫı ne ḳanlar yuda rind-i mey-ḫˇār Duḫter-i rez ki ayaġına bu ḥınnāyı çeker 4. Dil-ber-i ʿārıż[ı] gül-gūn ü lebi mül yerine Sīneye şimdi ḥarīfāñ mey-i ḥamrāyı çeker 5. Mehdī-i ġār-ı süḫan oldı Füzūnī her ṣubḥ Aña çarḫ eblaḳ-ı ḫūrşīd-i sebük-pāyı çeker 30 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Her dil ki ḫıyābān-ı ḫulūṣa güẕer eyler Her ḫatvede Ḥaḳ nergis-i bīniş naẓar eyler 2. Her dil k'ola ḫalvet-keş-i çil-rūze-i ḫāliṣ Ḳavs u ḳuzaḫı dūşına anıñ kemer eyler 3. ʿĀşıḳ-küş ise devlet-i vuṣlat eder iḥyā Ṣanma dem-i uşşāḳ belāyı heder eyler 152 4. Geh lāyıḳ-ı ser-ḫalvet olur rāhib-i Naṣṭūr1 Ṣanʿānī2'yi geh ḥücre-i tenden be-der eyler 5. Bir fāʿil-i muḫtār-ı ḥaḳīḳī-i ezeldür İsterse ḳażā vü ḳaderi der-be-der eyler 6. Bī-mürşid-i ʿaşḳ ḳatʿ-ı menāzil edebilmez Merd-i seferī encümi şeb rāh-ber eyler 7. Mürşiddür eden dil-siyehiñ ḳalbini ḫāliṣ Teʿŝīr-i mihr zībaḳı3 şems ü ḳamer eyler 8. Olur ḥarem-i ʿaşḳ u maḥabbetde ḫırāmān Her kim ki Füzūnī gibi bī-pā vü ser eyler 31 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ol ne meftūn ʿāşıḳ-ı bī-çāredür Bir yalıñ yüzlüye ol āvāredür 30b 2. Dil-beri bir sāde-rū zerrīn tāc Līk eşk-i çeşmi ki seyyāredür 3. Dil-berīniñ tācını ger peyk-i bād Ḳapsa rengi kāküliniñ ḳaradur 1 râhib-i Nastûr: Hz. Muhammed'in peygamber olmadan önce Şam'a çıktığı ikinci seyahatinde kendisini karşılayan ve peygamberliği kendisine ilham olunan rahip. (İbn Sa'd, 130) 2 San'ânî için bkz. G.16/3 (San'ân) 3 zîbak: Civa. Eski kimyaya göre zîbak (civa) madenlerin aslı olup kendisinden yedi maden çıkar. Bu ilimle uğraşanlar kimya sırlarını gizli tutmak için bu madenleri isimlendirmişlerdir. Bu madenler ve isimlendirilişleri şöyledir: Altın (Güneş), gümüş (ay), demir (Mirrîh), bakır (Zühre), kalay (Müşterî), tutya (Utârid) ve kurşun (Zühal). Civa aynı zamanda altın ve gümüşü saflaştırmada kullanılır. (Onay 2009, 290) Beyitte bunlara telmih ve teşbih vardır. 153 4. Ḫançer-i cevr ile cism-i lāġarı Kāh olur ol ʿāşıḳıñ ṣad pāredür 5. Geh kebāb olur firāḳ-ı yār ile Baġrı yanmış sīnesi pür yāredür1 6. Geh ki eyler būse iḥsān ʿāşıḳa Ṣonı kül eyler bir āteş-pāredür 7. Bir neferdür bu Füzūnī fetḥ eden Ṭabʿı ḥavż-ı naẓma bir fevvāredür 32 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Meclis içre laʿlüñe öykündi bāde gördiler Acıdup ṣahbāyı vü cāmı da raġmen sürdiler 2. Gerçi manẓūrum idi eşk-i yetīmüm dil-berān Cevr ile anı naẓardan ʿāḳıbet düşürdiler 3. Nuṭḳ u reftāruñ müşābihdür diyenler ey melek Ṭūṭī2 ile bir tezervi3 medḥle uçurdılar 4. Āşiyān-ı serde rāḥat bula mı murġ-ı ḫıred Aña erbāb-ı ṭaʿan seng-i melāmet urdılar 1 baġrı: baġrası 2 Tûtî için bkz. Tb.1/2 (Tûti) 3 Tezerv: Süylün, süğlün, horûs-ı sahrâyî, tedû, tûreng ve adlarıyla da bilinen kuş türü, sülün. Erkeğinin gösterdiği renk cümbüşü ile meşhurdur. Güzel görüntüsüne uymayan çirkin bir ötüşü vardır. Çoğunlukla yerde gezerler, yuvaları da yerdedir. Hem renklerinin güzelliği hem de yürüyüşlerinin heyecanlı ve ürkek olması özellikleriyle klâsik şiirde benzetmelik olmuşlardır. (Ceylan 2007, 220-221) 154 5. ʿĀlem-i rüʾyāda gördüm āb-ı ḥayvān çeşmesin Ehl-i taʿbīr ey Füzūnī bu ġazelle yordılar 33 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Āh u eşkimle o gül-çihre-i fettān güler Ṣanki jāleyle ṣabādan gül-i ḫandān güler 2. Feraḥı nice bulur silsile-i zülfünde Kāfiristāna düşe ṣanma müselmān güler 31a 3. Dil-i meyyālümi tesḫīr edeli şād oldı Belī bir şehri ki fetḥ eyleye sulṭān güler 4. Laʿl-i meygūnuña teşbih edeli kendüyi mey Ḳahḳaha ile sürāḫī aña her ān güler 5. Naʿra-i āh-ı Füzūnī ile dem-sāz oldı Ṣanma çarḫ üzre olan raʿd-ı pür-efġān güler 34 Velehu Velehu ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Ne gülsün bülbül-i destān-serāy-ı vuṣlatuñ kimdür Ne servīsin yanıñca sāyedār-ı ülfetüñ kimdür 2. Kimüñ destinde destüñ rū-be-rūsun bezm-i vuṣlatda Ḳadeḥveş hem-demüñ āyīneveş hem-ṭalʿatüñ kimdür 155 3. Çekilmiş ḫancer-i ʿömrüñ müjeñ nāvekleri ḥāżır Kimi mecrūḥ edersin ya nişāna niyyetüñ kimdür 4. Kemend-i zülf-ile Tātār1-ı çeşmüñ olmış āmāde Kimi bende çekersün söyle nehb ü ġāretüñ kimdür 5. Dil-i murġ-ı Füzūnī ṣaydına bāl ü per açmışsun Kimiñ ḳolunda pervāzuñ şikāra raġbetüñ kimdür 35 Velehu Velehu ( feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün ) 1. Zülf-i dil-ber ki tünd ü ser-keşdür Ṣorma ḥālim ḳatı müşevveşdür 2. Yaḳdı dünyāyı etdi ḫākister ʿĀrıżıñ āteşi ne āteşdür 3. Lebleriñ fikri ṣāfīdür dilde Bādemüz şīşemüzde bī-ġışdur 4. Dilde yoḳdur nuḳūş-ı rūy-ı riyā Ḳalbimüz ʿaşḳ ile münaḳḳaşdur 31b 5. Zülfi ʿaḳlı çeker girişme dili Ey Füzūnī bu ne keşākeşdür 1 Tâtâr: Moğol ve Türk topluluklarına verilen genel ad. Klâsik edebiyatta daha çok Kırım'da yaşayan halkı tanımlamada bu isim kullanılmaktadır. Ayrıca, Osmanlılar’da devletin resmî haberlerini ulaştıran görevlilere (postacı) de bu ad verilmektedir. Tatar adı şiirde yağmacı oluşları, ceylanları (âhû-yı Tâtâr) ve miski (müşk-i Tâtâr) ile anılır. (Pala 2013, 442) Beyitte sevgilinin gözleri baktığı şeyi yağmalayan, mahveden Tatar olarak vasıflandırılmıştır. Ayrıca Tatarların gözlerinin çekikliğine de tevriye vardır. 156 36 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Yalıñız gelmez meşāmm-ı cāna būy-ı zülf-i yār Ṭaḳınur yanına elbette raḳīb-i rūzgār 2. Kūy-ı yāre cān gider rāhında ṣad ḫavf u ḫaṭar Ey ten-i ḫākī ʿazīmet etmege cānuñ mı var 3. Ḫumm-ı dilde bāde-i ʿaşḳuñ nihāndur şimdilik Ḳorḳarın cūş eyleyüp bir gün ḳapāġını atar 4. Ser-güşāde vāʿiz-i şehre diñüz vaʿẓ etmesün Ḫırḳaya çeksün başın yoḳsa ederler sengsār 5. Kevkeb-i baḫt ile biz bir ʿālem-i miḥnetdeyüz Ḫˇāh saʿd u ḫˇāh naḫs olsun yine teʾŝīri var 6. Cām-ı rinde dest ṣundum dedi "kec dār u merīz1" Nüktesin fehm eyledüm der ʿaşḳı etme āşikār 7. Der-pey-i nīkān seg-i tāzende çün menzil alur Reh-revān-ı ʿaşḳa tābiʿ ol Füzūnī etme ʿār 37 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Ne bār-ı miḥnet ü ġam çekmege cismümde ṭāḳat var Ne ḫavf-ı ŝıḳletümden yāre ʿarż-ı ḥāle ḳudret var 1 “Eğik tut ama dökme!” 157 2. Nice sālim ola cism-i żaʿīfüm āh vāy ile Birinde nāvek-i miḥnet birinde ḥarf-i ʿillet var 3. N'ola gūş-ı güle bülbül erişdürmezse feryādı Ṣadā-yı cīfe-ḫˇār-ı zaġ-ı bed-gūda şemātet var 4. Ne āġūş-ı ḫayāle ne kemend-i fikre pā-beste Ġazāl-i vaḥşī-i kāmumda tā bu deñlü vaḥşet var 5. Tecerruʿla şifā-sāz olmadı telḫī-i ṣabr āyā Ḥakīm-i muṭlaḳıñ bilmem devāsında ne ḥikmet var 6. Füzūnī tīre-dil olma ki gerdūn-ı vefā üzre Saña Aḥmed Efendi1 gibi bir ḫūrşīd-ṭalʿat var 32a 7. Yaḳīnüm bu dirīġ etmez o nuṭḳ-ı cān-fezāyı kim Ḳabūlünde tereddüt yoḳ nüfūẕında işāret var 8. O ism-i pāk-teʾŝīriñ ḫavāṣṣ-ı şānı oldur kim Müsemmāsında ḥālāt-ı kerāmāt-ı şefāʿat var 9. Ḳıyām-ı ʿizz ü iḳbāle duʿā-ḫˇānım ki Mevlā'dan "Teḳabbelnā2"ya her ḥarfinde biñ remz-i beşāret var 38 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Çihre-i āteş-fürūz-ı germ-ḫūy-ı nev-bahār Oldı sermā-sūz-ı nā-sāz-ı ʿadū-yı nev-bahār 1 Ahmed Efendi: Hakkında bilgi bulunamadı. 2 “Kabul ettik!” 158 2. Bir ölümlü ʿāşıḳ ancaḳ lāne-i ḳabrin düzer Bülbül-i dil-ḫaste-i bī-tāb-ı kūy-ı nev-bahār 3. ʿĀrife bir gül yeter derler bize bir būse ver Eyle bu yüzden kerem ey ḫūb-rūy-ı nev-bahār 4. Sāġar-ı gülden şarāb-ı jāleyi nūş etmese ʿAndelīb olmazdı böyle mest-būy-ı nev-bahār 5. Ey Füzūnī zülfi yārin ḫaṭṭa ġālib olmasa Eylemez idi benefşe ser-fürū-yı nev-bahār 39 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Rūz-ı maḥşer ne resīd ü ne berāt isterler Ḥükm-i Yezdān odur ki ḥasenāt isterler 2. Āmed-i teẕkere-i ṣafḥa-i ʿömre anda1 Direm-i girye-i çeşm-i ḥaserāt isterler 3. Tābe-key münhemik-i şuġl-i pey-ender-pey-i cāh Yevm-i teczīde cezā-yı ḥarekāt isterler 4. Kātibān-ı ʿamel-i ḫayr u şerüñ defterine Ne ḫaṭṭ-ı ṣahh u ne ḥükm-i berevāt isterler 32b 5. Siyeh-i nāme-i aʿmāli beyāż etmek içün Rūy-ı zerd üzre Füzūnī ḳaṭarāt isterler 1 Āmed-i teẕkere-i ṣafḥa-i: Āmed-i ṣafḥa-i teẕkere-i ṣafḥa-i. 159 40 Velehu ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün ) 1. Ne müşkilāt-ı ḥaḳīḳī ne ḫod mecāza baḳar Nigāh-ı merḥamet ancaḳ hemān niyāza baḳar 2. Ḥased o rind-i naẓar-bāz-ı pāk-bīnişe kim Cemāl-i şāhed-i maʿnā-yı dil-nüvāza baḳar 3. Niçün küşāde ḳalur dīdegānı maḳtūlüñ Dem-i ḳatilde olan nāz-ı cān-güdāza baḳar 4. Düşer ayaġıña zülfüñde bend olan diller Girih-küşā-yı nigāh-ı nesīm-i nāza baḳar 5. Füzūnī bāng-ı ṣalāta baḳarsa ṣūfī-i vaḳt1 Hemīşe dīde-i rindān Ḫudā namāza baḳar 41 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Sīnemüñ ḳan olduġun ol lebleri mey-gūna ṣor Girye-i ḫūn-pāşumı ol gözleri pür-ḫūna ṣor 2. Çeşm-i bī-ḫˇāb ile her şeb devr-i kūyuñ etdigüm Dīde-i seyyāregān ü gerdiş-i gerdūna ṣor 1 sûfî-i vakt: Tasavvufta geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulmuş, şimdiki anı yaşayan sûfîler için kullanılan terim, ibnü'l-vakt. Bu terimle sûfînin yaşadığı an içerisinde kendisiiçin en iyi, en faydalo olanı bilmesi ve bununla meşgul olması, her anı bir teyakkuz hali içerisinde yaşayarak huzur’da olması kastedilmektedir. (Cebecioğlu 2009, 294) 160 3. Yāre ṣorma mā-cerā-yı eşk-i çeşmüm ter düşer Sāʾil olursan eger Nīl u Şaṭ u Ceyḫūn'a ṣor 4. Ülfet-i deşt ü neberd-i kūhdur dil-ḫˇāh-ı ʿaşḳ İʿtimād etmez iseñ Ferhād'a ṣor Mecnūn'a ṣor 5. Ḫaste-i ʿaşḳa ne ḥikmetdür şifā yazılmaya Ey ṭabīb-i cān u dil Mūcez1 ile Ḳānūn2'a ṣor 6. Ḫande-i bī-maʿnī-i Ḍahhāḳ3'ı pürsiş eyleme Girye-i āteş-nişānı çeşm-i Efrīdūn4'a ṣor 7. Şīşe-i çarḫ-ı nigūnsāruñ tehī ḳalmasını Bādeden ḫālī Füzūnī sāġar-ı vārūna ṣor 33a 42 Velehu ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Āb-ı çeşmüm buldı ġāyet şimdi ḫūn-ı dil gelür Māʾ-i çeşme müntehī olduḳda āb-ı gil gelür 1 Mûcez: XIII. yüzyılın önemli ilim adamlarından İbn Nefîs tarafından kaleme alınan ve gerek devrinde, gerekse sonraki yüzyıllarda kendisinden çokça faydalanılan el-Mûcez fi't-Tıb adlı tıp eseri. Eserde insan bedeni ve işlevi, organlar ve organ hastalıkları, şifalı bitkiler ve taşlarla ilgili detaylı bilgi verilir. (Kayha 1992, 189-194) 2 Kânûn: İbni Sînâ'nın Helenistik, Bizans ve Süryânî tıp literatürünü kendi gözlemlerini de ilave ederek derlediği el-Kânûn fi't-Tıb adlı ansiklopedik eseri. Kânûn, İslam tıp tarihinin en büyük eseri sayılmaktadır. (Alper 1999, 319-322) Ayrıca bkz. K.8/13 (Bû Alî) 3 Dahhâk: İran'ın Pişdâdiyân sülalesinde Cemşîd'den sonra gelen zalim ve acımasız hükümdar. Değişik kaynaklarda farklı biçimlerde tanıtılan Dahhâk'in üç başlı, çirkin, şeytanî bir ejder-canavar; batıl dinin kurucusu ve yayıcısı; gayrımeşruluğu yayıp insanı fesada sürükleyen olduğuyla ilgili bilgiler verilmektedir. Şehnâmedeki hikayeye göre Dahhâk'ın omuzlarında şeytanın eseri olarak yılan başı şeklinde birer ur çıkmış. Acısına tahammül edemeyip şeytanın yönlendirmesiyle urun üzerine insan beyni süren Dahhâk, bu yüzden her gün iki insanı öldürtürmüş. Nihayet, demircilikle uğraşan Gâve kendi oğlunu da öldüren Dahhâk'a karşı halkı örgütleyerek Ferîdûn'la birlikte onu öldürmüştür. Klâsik edebiyatta Dahhâk zulmün ve acımasızlığın sembolü olarak yer almaktadır. (Zavotçu 2013, 174-177) 4 Efrîdûn: Pişdâdiyân sülalesinin Dahhâk'tan sonraki hükümdarı, Ferîdûn. Olağanüstü güzelliği ve adaletli yönetimi ile tanınır. Adı klâsik şiirde demirci Gâve ve Dahhâk'la birlikte geçer. (Pala 2013, 153) 161 2. İstemez şemşīr-i ü ḫancer ḳatl içün ʿuşşāḳ-ı ṣayd Bir şikārī gelmez illā ḫod be ḫod bismil gelür 3. Evc-i nāzı pür ederse eyle pestī-i niyāz Gūşa ṣavt-ı naġmehā-yı zīr ü bem kāmil gelür 4. Ġarḳ-ı sırda ʿālem iden mevc-i baḥr-engīz olur Āşinā-yı Nūḥ1-ṭabʿa nüzhet-i sāḥil gelür 5. Ḫarc-ı ʿömr içün Füzūnī deme olmam sūdmend Böyle nakdüñ ribḥi geh ʿācil gehī ācil gelür 43 Ḥarfü'z-Ze ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Āyīne diyü dīde cefā-ḫūlara baḳmaz Āyīne degül ṣūret-i İskender2'e baḳmaz 2. Dil rūze-keş-i ġayr ola ġayrı ede ʿīdi Ebrūsı hilāl olsa bu cins dil-bere baḳmaz 3. Her nāzına bir būse vere yoḳsa naẓar-bāz Keffāreti yoḳ tāʿib-i ẕenb-āvere baḳmaz 4. Tārīkī-yi şeb tābe-seḥer çeşmüm olur tār Pervāne yaḳan şemʿ-i żiyā-güstere baḳmaz 1 Nûh: Büyük peygamberler arasında sayılan, kendisine inanmayan kavmi tufan ile helak edilen peygamber. Çok uzun bir hayat sürdüğüne inanılır. Kavminden azap görmesi sonucu Allah'ın emriyle bindiği gemide oğulları Sâm, Hâm ve Yâfes ile hanımları ve çok az sayıda insan ile hayvanlardan birer çift vardı. Bunlardan başka her canlı tufanda yok oldu. Tufandan sonra insanoğlunun soyu Hz. Nûh'un oğullarından türediği için kendisine İkinci Âdem denilmiştir. (Zavotçu 2013, 569-572) 2 İskender için bkz. G.14/3 (Sikender) 162 5. Dīvān-ı Füzūnī'yi kenār eylese küttāb Her fenni maḥalliyle yazar deftere baḳmaz 44 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Āh kim hercāʾilerden bendesin yād eylemez Sākin-i peyġūle-i endūhını şād eylemez 2. Bir nigāh-ı luṭfuna biñ yıl esīr olsam n'ola Ġamzesi iġmāz eder luṭfından āzād eylemez 3. Dostum tīġ-ı teġāfül geçdi meded1 Ḥāşe-li'llāh bu cefāyı ḫaṣma cellād eylemez 33b 4. Būy-ı zülfe cānı vaʿd et āhdan yoḳ fāʾide Yoḳsa ol bād-ı hevādan anı berbād eylemez 5. Ḫāme-i naḳş-ı Füzūnī dil-rübālar naḳşını Şöyle ḫūb eyler ki Mānī2 ile Behzād3 eylemez 1 “Geçdi” ile “meded” kelimeleri arasında eksik sözcük vardır (“cânuma”, “başumdan” vb). 2 Mânî: Maniheizm dininin kurucusu, Çinli dini önder. III. yüzyılda Güney Mezopotamya'da (İran) yaşamıştır. Yaptığı resimleri mucize diye göstererek peygamberlik iddiasında bulunmuş, Sasanilerin IV. hükümdarı I. Behrâm zamanında derisi yüzülerek öldürülmüştür. Maniheistlerin dini eserleri çok güzel bir yazı ve minyatürlerle süslü olduğu için Mânî'ye nakkaşlık isnat edilmiştir. Erteng, Erjeng, Engelyûn ve Nigâr adlarıyla da bilinen meşhur bir resim mecmuası vardır. (Onay 2009, 318) 3 Behzâd: İranlı tanınmış minyatür sanatçısı, Bihzâd. 1450 yılından sonra dünyaya geldiğine inanılan Behzâd, Hüseyin Baykara ve Ali Şir Nevâî'den destek görmüştür. Olağanüstü gerçekçi tasvirleri, fırça kullanmadaki ustalığı, zarafet ve inceliğinden dolayı devrinin en büyük nakkaşı olarak anılır. (Zavotçu 2013, 117) 163 45 Velehu Eyżan ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün ) 1. O şūḫa ṣunmada gitdi dükendi cām-ı niyāz Tehī görünmedi ammā elinde ṣāġar-ı nāz 2. Lebinde mühre-i ḫālin nihān eder ḳadeḥi Şarāb-ı nābı içerken miŝāl-i şuʿbede-bāz 3. Şikest-i şuʿle-i şemʿ eylemek muḳarrerdür Edince sāʿid-i kāfūrīsin şarāba dırāz 4. Lebüñle mest olan ebrūña ser-fürū etmez Mey ile varmaya miḥrāba der faḳīh-i namāz 5. Füzūnī şiʿrini taḥḳīḳe mest-i mey ister Gelür mi ʿāḳil u ser-ḫūşa bir terāne-i sāz 6. Meger o ʿārif-i maḥmūdetü'l-ḫıṣāl ide Ki ṣaff-ı bezm-i meyinde sitāde-pādur Ayāz1 7. Olurdı nāfe-i müşk-i Ḫoten2 gibi būyā Ḫavaṣṣ-ı terbiyeti olsa ger ḳarīn-i piyāz 8. Muḳīm-i kūyuñ olan neylesün der-i ġayrı Berāber ola mı seyr-i bütān ü ṭavf-ı Hicāz3 1 Ayâz: Gazneli Sultan Mahmûd'un has gulamlarından biri olup akıl, ferâset, bilgi ve sadakatte mümtaz kişiliğiyle bilinir. Ayâz, doğu edebiyatlarında güzelliğin ve aşkın simgesi olarak algılanır. Tasavvufî unsurlar barındıran bu aşkla ilgili Fars edebiyatında Mahmûd u Ayâz adıyla birçok eser kaleme alınmıştır. (Zavotçu 2013, 89) Ayrıca beyitte mahmûdetü'l-hısâl terkibiyle Gazneli Mahmud'a tevriye vardır. 2 Hoten: Hıtâ, Hatâ, Hatây adlarıyla da bilinen, Çin Türkistanında bir Türk ülkesi. İpekli kumaşları ve misk ahularıyla ünlüdür. (Onay, 48,225) 3 Hicâz: Arabistan yarımadasında Kızıldeniz'in doğu sahili boyunca uzanan ve haremeyni (Mekke ve Medine) içine aldığı için kutsal sayılan coğrafi bölge. 164 9. Sürüp sürüp yine ḳondur hemīşe rām olsun Semend-i sāġar u esb-i sebük-rev-i ṭannāz 46 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Olmamışken cāme-i ġam pūşiş-i Ādem1 henüz Çāk çāk-ı dūş idi baña libās-ı ġam henüz 34a 2. Bezm-i germā-germ-i ġamda mīr-i meclis idi dil Bādeye būy-āşinā olmazdı cām-ı Cem2 henüz 3. Pençe-i mercān idi destüm sirişk-i nevḥadan Rū-ḫırāş-ı dil degüldi nāḫun-ı mātem henüz 4. Dil yetīm-i ḫār der-pā ġonçe idi olmadın ʿĪsī-i gül-nefḫa der-pīrāhen-i Meryem3 henüz 5. Sāġar-ı dīdem döküp ölçerdi ṣahbā-yı ġamı Çeşm-i engūrī degülken şīredār-ı nem henüz 6. Bir perī-zādān-ı maʿnā-yı musaḫḫar-sāz idük Ki Süleymān4'a degüldi nām-zed ḫātem henüz 1 Âdem için bkz. K.7/4 2 câm-ı Cem: İran mitolojisine göre Cem'in şarap içtiği, yedi madenden mamul sihirli kadeh. Câm-ı Cemşîd de denilir. (Onay 2009, 107) Cemşîd'den başka Keyhusrev’e, Hz. Süleyman’a ve Büyük İskender’e de atfedilen bu sihirli kadehin içine bakıldığında dünyada olan biten her şeyin görülebileceğine inanılmaktadır. Edebi bir metinde câm-ı Cem yüzük ve rüzgâr sözleriyle birlikte geçiyorsa Hz. Süleyman’la, sed ve âb-ı hayât tabirleriyle birlikte ise İskender’le, bunların dışında kullanılıyorsa Cemşîd veya Keyhusrev’le ilgilidir. Câm-ı Cem tasavvuf metinlerinde “her türlü kötülükten arınmış tertemiz gönül ve ruh” anlamında kullanılmıştır. (Yazıcı 1993, 42) 3 Meryem için bkz. K.1/18 4 Süleymân için bkz. K.1/42 165 7. Āteş-efrūz-ı ḥased idi Füzūnī'ye raḳīb Nār-ı Nemrūd1 olmadın İblīs2 ile hem-dem henüz 47 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Būy-ı luṭfuñdan meşamm-ı cāna bir dūd isterüz Micmer-i kān-ı saḫādan yaʿni kim ʿūd isterüz 2. Çūb-ı ʿūd ile mülebbes-ḫılṭ olursa ġam degül Defʿ-i aḫlāt-ı ṣudāʿa ʿanber-ālūd isterüz 3. Manḳıra geçmezse minnet aṣl yāḫod(?) ḥāżırum Ŝıḳletüm bir günlük olmaz luṭf-ı memdūd isterüz 4. Her fetīl-i dāġ-ı sīnem āteş-efrūz etmege ʿArż edüp birḳaç fetīle defʿ-i maḳṣūd isterüz 5. Ber-ṭılısm oldı ḫazīne bir ġażanfer pāsbān Nüsḫa-i şiʿr ile fetḥ-i bāb-ı mesdūd isterüz 6. Ey Füzūnī būs-ı dāmen ʿuhdesin defʿ etmege Ḫāk-pāya yüz sürüp bir vaḳt-i maʿhūd isterüz 1 Nemrûd için bkz. K.4/3 2 İblîs: Ehrem,Ehrime, Ehrimen, Ehrâmen, Şeytân adlarıyla da bilinen, halife olarak yaratılan insanın üstünlüğünü kabul etme konusunda kibirlendiği için Allah tarafından lanetlenen ve rahmetinden uzaklaştırılan yaratık. (Gündüz 1998, 180) Ayrıca bkz. K.7/4 (Âdem) 166 48 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Bizi dūr etse vaṣlıñdan yine dil nā-ümīd olmaz Iraḳdan merḥabā ḳılsa bize dil-ber baʿīd olmaz 34b 2. Ṣadāsın nāleniñ hem gūş eder hem ʿaks eder yine Deme kühsār içinde ʿaşḳdan güft ü şinīd olmaz 3. Metāʿ-ı vaṣl alınmaz naḳd-i ʿaḳla cān ziyād etsem Ne müstaġnī-i kālādur ki beyʿ-i men yezīd1 olmaz 4. Firāḳ-ı rūze-i hicriñde nevrūz-ı viṣāl olmaz Belī eyyām-ı ṣavm içre muḳarrerdür ki ʿīd olmaz 5. Eger pervīneveş āvīze-i gūş-ı sipihr etsek Dür-i şiʿr-i güher-reşkiñ Füzūnī hiç müfīd olmaz 49 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Biz cürʿa-feşānende-i peymāne-i ʿaşḳuz Sāġar-keş ü şaḥne-küş ü mestāne-i ʿaşḳuz 2. Mecnūn'da ṭaleb var idi vuṣlat hevesinden Biz ḳatl ederüz Leylī2'yi dīvāne-i ʿaşḳuz 1 bey'-i men yezîd: Açık arttırma usulüyle satış. 2 Leylî: Leylâ ile Mecnûn mesnevilerinde anlatılan hikayenin kadın kahramanı. (Durmuş 2003a, 159) Ayrıca bkz. Tb.1/4 (Mecnûn) 167 3. Esbāb-ı riyā olduġı-çün meẕhebümüzde Āteş-figen-i sübḥa-i ṣad-dāne-i ʿaşḳuz 4. Her şuʿleye per-sūḫte-i dil degilüz līk Ruḫsāre-i cānāneye pervāne-i ʿaşḳuz 5. Kān-ı güherüz tīşe-zede olmamaḳ olmaz Beñzer ki Füzūnī gibi vīrāne-i ʿaşḳuz 50 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ġamzeñ öldürdi beni aġyārı etdi ser-firāz Āferīn ey dil-ber-i ʿāşıḳ-küş ü düşmen-nüvāz 2. Berf-i nāzı tūde tūde eyledi ol māh-rū Fevrī maḥv etdi anı germī-i ḫūrşīd-i niyaz 3. Dün gice bir dil-ber-i ṭanbūrı defʿ etdi ġamum Oldı ben dil-ḫaste vü endūhgīne çāre-sāz 4. Evc-i naẓma kimse etmez böyle pervāz-ı bülend Hem-cenāḥ olmaz hümāya1 bāl-cünbān olsa bāz2 35a 5. Būsesüz biçme Füzūnī yāre kālā-yı naẓım Şīve-i ḫayyātdur kesmez demek berrende kāz 1 Hümây için bkz. K.6/3 2 bâz: İspir, çakır, sakr, bâze adlarıyla da bilinen yırtıcı bir kuş, doğan. Çok iyi bir avcı olup hızlı ve yüksekten uçar. İhtişamı, kudreti ve muzafferiyeti temsil eden doğan aynı zamanda yırtıcılığı, acımasızlığı ve her zaman yüksekten uçması ile klâsik şiirde sevgilinin benzetileni olmuştur. (Ceylan 2007, 84-95) 168 51 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ḥabbeẕā rūze-i hem-ʿaṣr-ı teb [ü] tāb-ı temūz Merḥabā ṣavm-ı ciger-sūz-ı derūn-ı pür-sūz 2. Ḳatı az ḳaldı siyeh-żabt-ı şeb u rūza hemān K'ola hem-reng-i beyāżī-i ser-i rişte-i rūz 3. Eşheb-i rūz olımaz edhem-i şeble hem-pā Kāş olsaydı meh-i nevden aña zer mehmūz 4. Bir iki gice geçer vākt-i aṣırdan soñra Āfitāb irişemez maġribine daḫı henüz 5. Aġzumuz mühri dururken ḳatı hem-ʿayndur Mühr urulmaḳ der-i meyḫāneye mānend-i künūz 6. Germī-i tāb-ı temūz u ʿaṭaş-ı rūze eder Ciger-i ṣāʾimi şimdi ʿalev-i şuʿle-fürūz 7. Reg-i ṣāʾim ḳaṭarātın şerer-i āteş ede Neşter-i yaḫla eger olsa dem-i germi bürūz 8. Teşnelik defʿine germā-zedegān-ı rūze Dem-i ifṭār alur ellerine ḳar ile buz 9. Tesviye-baḫşı Füzūnī şeb ü rūzuñ gitdi Ḫavfum oldur ki daḫı olmaya rūz-ı Nev-rūz1 1 Nev-rûz için bkz. K.3/5 169 52 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Kūyuñda enīs olana derd ü elem olmaz Cennetde olan ādeme endūh u ġam olmaz 2. El-ḥaḳ o nihālüñ ḳadi bālā-keş olursa Her verdigi şeftālū-yı rengīni kem olmaz 3. Dersen ki deme rāz-ı dilüñ ol olur elbet Ey gülbün-i maḳṣūd saña demesem olmaz 35b 4. Vā-beste-i vaṣl olmaz imiş nāle vü efġān Ey gül saña bülbülden anıñ-çün sitem olmaz 5. Meyḫānede bulsun bizi aḥbāb ḳo1 Füzūnī Ol yerde hele daġdaġa-i medḥ ü ẕem olmaz 53 Ḥarfü's-Sīn ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Yā Rab2 ṭamaʿ u ḥırṣumı dünyā ile kes Megesi leẕẕet-i ālāyiş-i ġavgā ile kes 2. Pāleheng-bestegī-i ṭūl u dırāz-ı emeli Tīġ-ı āh-ı seḥer ü nāle-i şebhā ile kes 3. Çünki dil ḫaṣṣa-i ḫalvetgeh-i bī-çūnuñdur Ġayra yol verme meded tīġ-ı ser-ifnā ile kes 1 ḳo: قصو 2 "Yā" ve "Rab" sözcükleri arasında tahrip olmuş bir kısım vardır. 170 4. Çıḳar ol Kaʿbe'de neyler ṣanem-i bed-ṣūret Teber-i ser-figen-i büt-şikenāsā ile kes 5. Üştür-i kīnever-i nefsiñ ipin kes ammā Çü Üveysī1-himem ol tīġ-ı teberrā ile kes 6. Dilden et vesvese-i bāṭıl-ı ḳalbi iḫrāc ʿAlī2 ol Ḫāricīyi3 seyf-i ṣaf-ārā ile kes 7. Ḥabl-i ʿismet-eŝer-i dergeh-i aʿlāyı ṭut Rişte-i ġayrı Füzūnī daḫı ednā ile kes 54 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Leyletü'l-ḳadr4 içün ur ebniye-i ḫayra esās Diyeler tā ki saña ehl-i ḫayır ḳadr-şinās 2. Böyle günlerde gelür dāmen-i maḳṣūd be-dest Böyle şeblerde olur dest-i duʿā ʿarşa mümās 1 Üveys: "Veys, Üveys-i Karenî, Veys-i Karenî, Veysel Karanî" adlarıyla anılan, İslam peygamberi Hz. Muhammed zamanında yaşamış evliya, zâhid. Yemen'in Karen ilinde doğmuştur. Vaktini zikir ve ibadetle ve hasta annesine bakmakla geçirirken, kimse tarafından irşâd edilmeksizin Hz. Peygamber'e manevi yakınlık ve sevgi duyup İslam dinini kabul etmiştir. Hz. Ömer zamanında Medine'ye gelmiş, Sıffîn savaşında Hz. Ali'nin saflarında savaşmış ve h.37 yılında şehit olmuştur. (Zavotçu 2013, 750) Hz. Muhammed'in, kendisine hırkasını gönderdiği mervîdir. Beyitte Üveysî demekle Hz. Veysel Karanî gibi görmeden, gaybî bağlılık ve feyz alma durumu kastedilmiştir. 2 Alî için bkz. K.5/11 3 Hâricî: Dini ve siyasi konulardaki aşırı görüşleri ve faaliyetleriyle tanınan fırka. Hâricî, “çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek” anlamındaki hurûc kökünden “ayrılan, isyan eden” mânasında bir sıfat olan hâric kelimesine nisbet ekinin ilâve edilmesiyle meydana gelmiş bir terim olup topluluk ismi için hâriciyye ve havâric kullanılır. İslam tarihinde bu terim, Sıffîn Savaşı’nda hakem meselesinin ortaya çıkışıyla başlayan ayrılmalar neticesinde Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar için kullanılmaktadır. (Fığlalı 1997, 169-175) 4 leyletü'l-kadr: Kur'ân-ı Kerîm'in indirilmeye başlandığı kutsal gece. Kur'ân-ı Kerîm'in aynı adı taşıyan 97. suresinde belirtilenlere ve Hz. Peygamber’in açıklamalarına göre, bu gece bin aydan daha hayırlı olup, bu gecede yapılan ibadet ve dualar kabul edilecek, bu geceyi ihya edenlerin günahları bağışlanacaktır. (Pala 2013, 247) 171 3. Yem-i ġufrān bu gice ḳaṭresini Nīl eder Öyle Nīl'e şecer-i Sidre olur meyl-i ḳıyās 4. Ol yemiñ mevci rübāyende-i kūh-ı eẕnāb Kemterīn mevcesi şūyende-i çirk-i ḫannās 36a 5. Böyle şebde biçilür ḳāmet-i istiʿdāda Ḫilʿat-i nūr-ṭırāz u hulel-i Ḫāliḳ-i nās 6. Māha yer yoḳ bu gice ġavta-zen-i nūr olur Āşinā-yı yem-i ġufrān-dih olan ḫams ḥavās1 7. Ey Füzūnī yüz urup ḫilʿat-i īmān iste ʿĪde ʿādetdür eder bendeye Mevlā'sı libās 55 Ḥarfü'ş-Şın ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Der-miyān eyleme esrāruñı tā olmaya fāş Maʿdeninden çalamaz cevheri düzd-i ḳallāş 2. Bir midür zinde ile mürdeyi ʿüryān etmek Ey sitemkār hele senden eyüdür nebbāş 3. Ġayra zālim saña müşfiḳ olana raḥm etme Pāreler kendü mürebbāsı iken āheni ṭaş 4. Cāhil-i münʿam ile ehl-i hüner bir olmaz Hīç ḥakkāk ile hem-seng ola mı seng-terāş 1 hams havâs: Beş duyu. Görmek, işitmek, koklamak, tatmak ve dokunmak. 172 5. Şeref-i ẕāt gerek kisve-i zer-tār degül Zer-ġılāf olmasa kārın ede tīġ-ı ḫūn-pāş 6. Kūrī-i çeşm-i cehil pertev-i dāniş görmez Lemʿa-i mihri Füzūnī nice göre ḫuffāş 7. Mūze-dūz1 olma Füzūnī ayaġa urmayalar Ḫˇāce-i cevher-i nutḳ ol demesünler ḫaffāf2 56 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Doġrı yoldan ḳaddüñe servī diyen aʿlā demiş Ḳande teşbīh eyleyenler leblerüñ sükker-imiş 2. Pür-güneh gitmek neden maʿṣūm geldik dünyeye Munṣifāne baḳ uyar mı ol gelişle bu gidiş 36b 3. Sen piristū-beççegān-ı saḳf-ı firdevsī idüñ Āşiyān-sāz-ı ḳadīm ol perr aç uçmaġa çalış 4. Müjde ey tüccār-ı ġāret-dīdegān-ı ẓālimān Sūd edersiz rūz-ı rüstāḫīz olur dād u dihiş 5. ʿAyb-cūy olmaz hünermend ey Füzūnī kimsenüñ ʿAybını başına ḳaḳma olmayasın serzeniş 1 mûze-dûz: Çizmeci, çizme diken. 2 haffâf: Ayakkabıcı, terlikçi. Bu mısrada kafiye uyumu yoktur. 173 57 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Yine İstanbul'a bir şūḫ-ı pür-āfet gelmiş Ḫaşr olsun diñüz ʿuşşāḳa ḳıyāmet gelmiş 2. Aḳsun ayaġına cūlar gibi āvāreleri Bāġ-ı ḥüsne yine ol serv-i melāḥat gelmiş 3. Çeşmi rūşen [ola] ẓulmetde ḳalan ʿuşşāḳıñ O ḳamer-çehre o ḫūrşīd-i saʿādet gelmiş 4. Ayrılup gitmiş idi ḫayli zamān ḫūbāndan Saña varmış meger ey ḫūb-ı nezāket gelmiş 5. Ḫūb yazmış deheniñ kilk-i Füzūnī beñzer ʿĀlem-i ġayb lisānından işāret gelmiş 58 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Tende pīrī-yi ḳavī dilde tüvānāyī-i ḥırṣ Dāne-pāşende-i şūrābe temennāyī-i ḥırṣ 2. Tek ü tāz-āver-i dünbāle-i her ṣayd u şikār Āh rūbāhī-i nefs-i bed ü seg-pāyī-i ḥırṣ 3. Ḳabı yoḳ ḳaṭre-i nīkī içün aṣlā ammā Ẓarf-ı deryā-yı ṭamaʿ vüsʿat-ı pehnāyī-i ḥırṣ 174 4. Deyr-i büt etdi müselmānlar o kāfir yetişüñ Dil-i bed-ṣūreti yaʿni ṣanem-ārāyī-i ḥırṣ 37a 5. Ḫūşe-i ṣabrı ḳosam Sünbüle1 burcında eger Mūrveş yine Füzūnī bula peydāyī-i ḥırṣ 59 Ḥarfü'd-Ḍad ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Āmed ü reft-i cihāndan kūy-ı dil-berdür ġaraż Kāviş-i kān-ı maḥabbetden o gevherdür ġaraż 2. Bāng-i nāḳus-ı künişt ü erġanūn-ı deyrden Her birini diñleseñ Allāhu Ekber'dür ġaraż 3. Żarfını terk et süveydā-yı dili ḫoş-būy et Micmer istişmām olunmaz būy-ı ʿanberdür ġaraż 4. Çūb-ı derbān derdini cāhī-i būs etmek gerek Menʿ-i dūzaḫ eyler ammā devr-i ā[ẕ]erdür ġaraż 5. İctimāʿ-ı maḥşer ü pürsān-ı aʿmāl olmadan İrtifāʿ-ı şān-ı ʿulyā-yı semen-berdür ġaraż 6. Sen Yehūd-ı şirki ḳatl et dilde istiġfār ile Ẕülfeḳār-ı Murteżā'dan fetḥ-i Ḫayber'dür ġaraż 7. Ḫˇācegān-ı Naḳş-bendīden2 ḳo sen tīġ-ı neberd Ey Füzūnī çünki ḳatl-i nefs-i kāferdür ġaraż 1 Sünbüle: Başak burcu. Ayrıca hûşe, "salkım" anlamının yanında "başak" anlamına da gelmekte olup iham sanatı yapılmıştır. 2 Nakş-bendî: Bahâeddin Nakşibend'e nisbet edilen ve İslam dünyasında Kâdiriyye'den sonra en yaygın olan tarikat, Nakşibendiyye. Kurucusu Bahâeddin b. Muhammed el-Buhârî'dir. Mürşid olarak kendine Seyyid Gücdüvânî'yi seçmiş ve ondan feyz almıştır. (İz 2012, 199-200) Bahâeddin Nakşibend kendisi bir tarikat kurma arzusunda olmadığı ve kurmadığı halde mensubu olduğu "Hâcegân" adlı tarikat kendisinden sonra adıyla anılmıştır. (Algar 2006, 431) 175 60 Ḥarfü'ṭ-Ṭı ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Nāz-ı nā-bercā degül vezn-i niyāzuñdur ġalaṭ Olmasa dest-i terāzū cān-bāzuñdur ġalaṭ 2. Bezm-i şaṭranc niyāz u nāz birden ḳurılur Menḳaba-nā-fehm ü kej-dil künde-bāzuñdur ġalaṭ 3. Serdmend-i keşti-i dil eylemezsin yārdan Sen ṣanursın ki bu baḥr-i mevc-sāzuñdur ġalaṭ 4. Ṣayd-ı semmūr etmedüñ çün ḫār-püşt etdüñ şikār Bilmemek nerm ü dürüşti lems-i āzuñdur ġalaṭ 5. Sen riyādan geçmedüñ geçdüñ pül-i taḥḳīḳden Fi'l-haḳiḳa zāhidā ʿaşḳ-ı mecāzuñdur ġalaṭ 37b 6. ʿAşḳa dervīşī gerek maḥmūd olmaz salṭanat Pādişeh ʿāşıḳ olur mı hep Ayāz1'uñdur ġalaṭ 7. Ṣıdḳ u kiẕbin bilmemek vaḳt-i ṣabāḥ-ı vuṣlatuñ Ey Füzūnī çeşm-i ber-ḫˇāb-ı dırāzuñdur ġalaṭ 61 Ḥarfü'l-ʿAyn ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Bulmada gün-be-gün eşḫāṣ-ı peleng-ḫūy şüyuʿ Her ṭoġan burc-ı Esed1'den mi eder yoḳsa ṭulūʿ 1 Ayâz için bkz. G.45/6. Beyitte mahmûd kelimesiyle Gazneli Mahmud'a ima vardır. 176 2. Bozdı şīrāzesini2 eyledi ebter cühelāʾ Ḳaldı bī-rābıṭa eczā-yı uṣūl ile fürūʿ 3. Yerde mi ḳalsa gerek dāne-i eşk-i dihḳān Göresin ne bitirür toḫm-ı zehir-pāş-ı dumūʿ 4. Ġam-ı ferdāyı çeker ol biz ise ġam-keş-i sāl Bu ṣıfatla hele bizden eyü ḥayvān-ı helūʿ 5. Bu ümīd ile Füzūnī dil-i sūzānda duʿā Ki yana meşʿal-i devlet söne bīhūde şümuʿ 38a 62 Ḥarfü'l-Ġayn ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Dāġ-ı ʿaşḳı yaḳduġından ṣoñra cism-i bī-ferāġ Ol maḥalde pend-i nāṣıḥ urmadur dāġ üzre dāġ 2. Güller açdı dāġdan kühsār içinde cismine Olmasa Mecnūn'a Leylī ġam degül dāġ üstü bāġ3 3. Eşkim içre nūr-ı ḥüsnüñ etse cāy olmaz ʿaceb Kim olur baḥr-i muḥīṭ içre mekān-ı şeb-çerāġ4 1 burc-ı Esed: Aslan burcu. Eski gökbilim inancına göre güneşin en etkili olduğu zaman, bu burçta bulunduğu zamandır. Edebiyatta övülen kişi aslanın çeşitli özellikleriyle anlatılır. (Uzun 1992, 425) 2 şîrâze: Kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan, yaprakları düzgün tutarak dağılmasını önleyen ibrişimden örülmüş ince şerit. Mecazen "esas, düzen, nizam" anlamlarına gelmektedir. (Devellioğlu 1999, 1000) 3 dâğ üstü bâğ: Dağlık bir bölgenin bakım ve dikim sonucunda bağa dönüştürülmesi durumu için kullanılan tabirdir. Dağ üstü bağ sözü edebiyatta kederden sevince, zaruretten refaha intikal gibi anlamlarda kullanılmıştır. (Onay 2009, 136-137) Beyitte bilinen bu asıl anlama ilaveten, göğüste açılmış yaranın kanlı haliyle çiçek açmış bağ ve bahçe manzarası göstermesi şeklinde kullanılmıştır. 4 şeb-çerâğ: Doğu hurafelerinden olmakla birlikte, geceleri ışık saçtığına inanılan bir cevherdir. Dür-i şeb-gûn da denilen bu cevherin Türkçe adı şimşirek taşı'dır. Sultan I. Ahmed'in, aynı adlı büyük bir elması Hz. Peygamber'in kabrine armağan olarak sunduğu rivayet edilir. (Onay 2009, 438) 177 4. Geh ʿaraḳ geh bāde nūş etdi bu gün meclisde yār Sürḫı sürḫ oldı ʿiẕārı gülleriniñ aġı aġ 5. Zülfüne hem-reng olalı raġbeti oldı ziyād Ol sebebdendür Füzūnī müşk-i Çīn'de bu demāġ 63 Ḥarfü'l-Fāʾ ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Būse-baḫş-ı laʿl-i meygūn olmayan cānāna ḥayf Neşve-yāb-ı cām-ı ṣahbā olmayan rindāna ḥayf 2. Hem-pelīde ṭaḳılan dildāra nā-fehme dirīġ Gevher-i zīnet-fezā-yı gūş-ı ırġādāna ḥayf 3. ʿĀşıḳ-ı bī-sīme vü ḫūb-ı girān-bāzāra āh Ḫˇāce -i kālā-yı Hind u müflis-i ḥirmāna ḥayf 4. Ḥüsn-i pür-zībe libās-ı köhne yazıḳlar yazıḳ Ḫūb-ı bī-endāma dībāyī ḳabā ḥayfā ne ḥayf 5. Bu meḥāyif diñlenülmezse Füzūnī baʿd-ez-in Şiʿr-gūyān-ı zamānuñ yazduġı dīvāna ḥayf 64 Ḥarfü'l-Ḳaf ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Gāh āteşzār u geh gülzārdur eṭvār-ı ʿaşḳ Ermez İbrāhīm1'ine hergiz gezend-i nār-ı ʿaşḳ 1 İbrâhîm için bkz. (Halîl-i Âzer) 178 2. Yā metāʿ-ı ʿaḳl alur yā naḳd-i cān ʿuşşāḳdan Böyledür resm-i ḳadīm-i ḫˇāce-i bāzār-ı ʿaşḳ 3. Genc-i ġamdan ceyb ü dāmānın pür eyler ʿāşıḳıñ Kām-rāndur bende-i ḫayl-i der-i ḫünkār-ı ʿaşḳ 38b 4. Cedvelinde cümle ṭūfān-ı dil u maḫdūr-ı cān Pürdür erḳām-ı mihenden ḥāṣıl-ı ṭūmār-ı ʿaşḳ 5. Ey Füzūnī nice biñ Ferhād'a maḳtelgāhdur Yine ālūde degildür dāmen-i kühsār-ı ʿaşḳ 65 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Birbirinden dūr olmaz hem-vaṭandur ḥüsn ü ʿaşḳ Her ne şehre gelse āsāyiş-şikendür ḥüsn ü ʿaşḳ 2. Āteş-efrūz-ı derūn u ḫānmān-sūz-ı birūn Ẓāhir ü bāṭında āteş-pīrehendür ḥüsn ü ʿaşḳ 3. Gerçi bürʿü's-sāʿa1-merhemdür aña nāz u niyāz N'eyleyim ammā ki çāpük tīġ-zendür ḥüsn ü ʿaşḳ 4. ʿĀlem-i bālā vü peste sāye ṣalmış gūyiyā Āfitāb-ı ʿālem-i pertev-figendür ḥüsn ü ʿaşḳ 5. Geh Züleyḫā2-şūr geh Yūsuf-fürūş iken yine Taḫt-baḫş-ı merd ü vuṣlat-sāz-ı zendür ḥüsn ü ʿaşḳ 1 bür'ü's-sâ'a: "Geçmiş olsun" dileği. 2 Züleyhâ: Yûsuf u Züleyhâ kıssasının kadın kahramanı.Mısır azizinin karısı olup Yûsuf'un güzelliği karşısında büyülenip ona aşık olmuştur. Zelhâ, Zelîhâ adlarıyla da anılır. (Zavotçu 2013, 791-796) bkz. K.1/30 (Yûsuf) 179 6. Nükte-āmūz-ı cehil dāniş-sitān-ı ʿaḳl-ı kül1 Cebe'rīl-i ḫˇāce-i vaḥy-i süḫandur ḥüsn ü ʿaşḳ 7. Bārgāh-ı ḥüsn ü ʿaşḳı bī-edeblikdür suʾāl Sen Füzūnī ḫod bilürsün niredendür ḥüsn ü ʿaşḳ 66 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Sitemi defʿ ede ʿādilde ki iẕʿān olıcaḳ Ẓulmeti zāʾil eder mihr dıraḫşān olıcaḳ 2. Günde biñ defʿa ölen ḫaste-i endūha ne ġam Dem-i cān-baḫş-ıla bir ʿĪsī-i devrān olıcaḳ 3. Pāy-māl eyleyemezler beni inşāʾa'llāh Cebhe-fersūde der-i Āṣaf-ı ẕīşān olıcaḳ 4. Ḫānede cümle tevābiʿ ile ʿīd oldı bugün Şükr-i şādī vü meserret ile ḳurbān olıcaḳ 39a 5. Ḥamle-i dīv-i sepīdī2 nice teʾŝīr eyler Ḳahramānü'l-vüzerā Rüstem-i Destān olıcaḳ 6. Ḳonamaz dāʾireme süfreme ḫayl-i ḥussād Kūşe-i şehper-i ʿAnḳā çü meges-rān olıcaḳ 1 akl-ı kül:. Tecellî-i evvel, akl-ı evvel, vücûd-ı evvel, âdem-i hakîkî, hakîkat-i âdem, rûh-ı a'zam, mebde-i evvel, sebeb-i evvel, levh-i mahfûz, ümmü’l-kitab adlarıyla işaret edilen, Cebrâil'e ve Nûr-ı Muhammedî'ye kinaye olunan, Allah'ın kudretinden ilk evvel ortaya çıkan akıl. (Cebecioğlu 2009, 45) 2 Dîv-i sepîd: Şehnâme'de adı geçen efsanevi dev; Mazenderan'da yaşayan halkların komutanıdır. Ülkesine saldıran Keykâvus'u ve ordusunu büyüyle kör ederek yenilgiye uğratmıştır. Rüstem, Dîv-i sepîd'in hazırladığı Heft-hân'ı geçtikten sonra yaşadığı mağarayı bulmuş ve onu uykuda öldürerek Keykâvus ve ordusunu kurtarmıştır. (Yıldırım 2008, 294) bkz. K.6/13 (Rüstem, heft-hâne) 180 7. Ṣanuram sāḥiline baḥr-i güher-pāş olmış Keff-i pākinde anıñ ḫāme dür-efşān olıcaḳ 8. Serverā böyle mi eyler idi ḫāmem naġme Gül yüzüñ vaṣfına bülbül gibi ḫoş-ḫˇān olıcaḳ 9. Demidür ʿūd-ı duʿā ola Füzūnī ḫoş-bū Meclis-i midḥatine micmere gerdān olıcaḳ 67 Ḥarfü'l-Kef ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Cāh içün ne çekdügün bunca emek Fikr-i mevt ile behey öldürecek 2. Ḳoparur bir gün seni dest-i ecel Ṭutalum kim gül imişsin a çiçek 3. Zīre bālādan nüzūlüñ ʿaybdur Bir hüner et gidesin bālāya dek 4. ʿUlvīden süfle ḥacerd'eyler nüzūl Sen güher ol ẕātuñı aʿlāya çek 5. Ey Füzūnī intisābuñ ʿaşḳ ile Ẕerreyi ḫūrşīde nisbet eylemek 181 68 Velehu Eyżan – Der-kenār ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Būsedür ḫātıramuz ḫaṭṭ-ı ʿiẕārın görsek Mīve ümmīd ederüz vaḳt-i kibārın görsek 2. Dili pā-māl idecek şāh-süvārı bilürüz Dem-i cevlān nice fersaḫda ġubārın görsek 3. Bilürüz tīġ-ı güher-ḥalḳa eden üstādı Kürede beyẕasınıñ nār-ı şerārın görsek 4. Ḫūn-āġaşte be-ḫāk eyledigünden bilürüz Dil-i āvāremizüñ cāy-ı ḳarārın görsek 5. Bilürüz feyż idecek ebr-i güher-bārānı Mezraʿ-ı ehl-i dile vaḳt-i niŝārın görsek 6. Añlaruz kār-ı bedi būy-ı ser-i kārından Ḳoḫusından bilürüz müşk-i Tātār'ın görsek 7. Niçe Tīmūr1'ı każā vü ḳader aḳṣatduġunı Ey Füzūnī bilürüz seng-i mezārın görsek 1 Tîmûr: Timurlu hanedanının kurucusu ve ilk hükümdarı. 1336 yılında Mâverâünnehr yakınlarındaki Keş kasabasında doğdu. Bölgedeki karışıklıktan faydalanarak 1370 yılında Semerkand civarında hükümdarlığını ilan etti. Hükümdarlığı sırasında dört cihete akınlar yaparak topraklarını genişletti. Horasan, Bağdat ve Anadolu'da büyük yıkımlar gerçekleştirdi. Bir savaş sırasında sağ kolu ve sağ bacağından yaralanması sonucu aksak kaldı, bu sebeple kendisi Aksak veya Lenk diye anılmaktadır. Klâsik şiirde kendisinden ele geçirdiği yerleri yakıp yıkması, talan etmesi, binlerce insanı öldürmesi ve zulmü ile söz edilmektedir. (Zavotçu 2013, 739-740) 182 69 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Geh raḳībüñ göñlüne girmekdeyüz geh dil-berüñ Şīşe-i dil ḳaldı mābeyninde iki mermerüñ 2. Hep çıḳarın gözedür bī-çāre dil kendüsine Her yapışduḳda ṣanur kendüye çıḳār ḫançerüñ 39b 3. Dil odur ki sūz ile būy-āşinā-yı ʿaşḳ ola ʿŪd u ʿanber yaḳmaḳ içündür meʾāli micmerüñ1 4. Dil gerek pür-ʿaşḳ ola yegdür dil-i ḫālīden ol Pür-mey-i ḫamrā ile bir mi tehīsi sāġaruñ 5. Ḳabża-gīr-i tīġ-ı āteş-tāb-ı naẓm olduñ yine Ey Füzūnī ḫaṣma göstermek dilersin cevherüñ 70 Velehu Eyżan ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün) 1. Geçince baḳmaduñ agladuġına çeşm-i terüñ Döküldi ḳaldı yetīm-i sitem-keşīdelerüñ 2. Ġubār-ı pāyuñı gördi gözüm ıṣırdı hemān Güher-fürūş bilür yine ḳadrini güherüñ 1 micmerüň: ḫançerüň 183 3. Kebāb eder ṣaḳın ey dil seni bu āteş-i ʿaşḳ Ḳatı yürekdür olursa taḥammüli cigerüñ 4. Ḫadengi sīneme atduḳca gözle ben ḳuluñı Hemān tek ey ḳaşı yāyum baña ola naẓaruñ 5. Füzūnī esb-i ṭabīʿat yine ḥaşer üzre Niçün ḥaşerlik eder ḫodbilürlere hünerüñ 71 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḳocmaġa nāzük miyānın zār-ile ol dil-berüñ Dīdeden eşk seyl olup ḳāmet dolāb olmaḳ gerek 2. Āsitānından cüdā olmaġa rāżī olmayan Eşiginde itlerinden iḥtisāb olmaḳ gerek 3. Meclis-i dildāra dāḫil olmaḳ isterseñ göñül Nāyāsā zār edüp seng-i rebāb olmaḳ gerek 40a 4. Vaṣlını yār āteş-i ʿaşḳ içre pinhān eylemiş Vāṣıl olmaġa Füzūnī dil kebāb olmaḳ gerek 72 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Dil-berā şol ān-ki gördük gül gibi rūyuñ senüñ Göñlümüz etdi perīşān zülf-i ḫoş-būyuñ senüñ 184 2. Kaʿbe ḥaḳḳı saʿy edüp olursa dünyā bir yaña Hind ü Sind1'e vermek olmaz bir ser-i mūyuñ senüñ 3. Ḫāṭıra lāyıḥ m'olur hīç ḥüsn-i ḫūrān-ı bihişt Zeyn olalı sen melekle cennet-i kūyuñ senüñ 4. Ehl-i dil aḳduḳca sen serv ayaġına rāstī İmtidād üzre olupdur ḳadd-i dil-cūyuñ senüñ 5. Kilk-i mūyīden mi etdüñ mūmiyānı medḥini Ey Füzūnī incedür bu şiʿr-i ḳand-gūyuñ senüñ 73 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Sögerek leblerini aġzuma verdi o melek Demiş olsam idi bārī ki gülāca şeker ek 2. Zāhidüñ seng-i cefāsı mı doḳundı bilmem Ki yürür pīr-i muġān yolda ayaġın çekerek 3. Bir se-reng2 cāme giyer der-pey-i dil-ber o raḳīb Dediler aña nezāketle hemān uşta benek3 4. Sīneden şehr-i dile geçdi ḫadeng-i dil-ber Cān evin menzil ede gibi bu resme geçerek 1 Sind: Günümüzde Pakistan sınırları içinde kalan, Hindistan'ın alt kıtasında tarihi bir bölge. Arap coğrafyacıları Umman deniziyle Keşmir dağları arasında kalan bölgeye Sind demişlerdir. (Özcan 2009, 242) Divan şiirinde adı Hind, Çin, Semerkand, Buhara ile birlikte zikredilir. 2 se-reng: Üç renkli, işlemeli, ipekli bir kumaş türü. (Özen 1982, 332) 3 benek: Atlas ayarında, kadifeye yakın, havsız, ipekli bir kumaş türü, kemha. Altın ve gümüş tellerle işlenen, ağır kaftanlık kumaştır. (Özen 1982, 321) 185 5. Merdüm-i dīdelerüm yaşlıdur Efzūnī ḳatı Mā-cerāsın bilicek kimse demez aña bebek 74 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Zülf-i siyehiñ pūşiş-i rūy-ı ḳamer etdüñ ʿUşşāka pes-i perdeden ey meh neler etdüñ 2. Hep baña doḳunmaḳ idi tīr-i müjeñ ancak Ey ḳaşları yā sāyiri gerçi siper etdüñ 40b 3. Zāhid nice ʿāşıḳ olur ey vāʿiẓ-i maʿkūs Meyḫānede seccāde ḳoyup aña yer etdüñ 4. Ġamzeñle müjeñ ḫālini taʿbīr idi ḳaṣduñ Bezmüñde bu şeb baḥŝ-i ḳażā vü ḳader etdüñ 5. Daġlar döyemezken1 o tecellī-i cemāle Ben ẕerreyi defʿ etmede biñ şīveler etdüñ 6. Şīrīn yazar evṣāf-ı lebüñ yazsa Füzūnī Gūyā ḳalemi leẕẕet ile ney-şeker etdüñ 75 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Geh açar gāhī ḳaparsun dīde-i eşk-āverüñ Cezr ü meddin gösterürsün ol iki deryālarıñ 1 döyememek: Dayanamamak, tahammül edememek. (Dilçin 2009, 85) Beyitte, Allah'ın tecelli ettiği dağın parçalanmasına telmih vardır. Ayrıca bkz. Tb.1/1 (Mûsâ) 186 2. Bir ṣurāḫī-ḳad lebi mül dil-bere taḳrībdür Yüzüne kim ḥasret idi yoḳsa meyle sāġaruñ 3. Gitmedi hergiz ḫayāl-i ʿārıż-ı gülgūn-ı yār İki güldür şīşesinde gūyiyā çeşm-i terüñ 4. Gūyiyā ebr-i siyeh etmiş rübūde bir ḥamām Ḳaldı gitdi murġ-ı dil beyninde ol kāküllerüñ 761 Silaḥdār Paşa Ḫaṭ-Berāverde Olduḳda Verilen Ġazeldür ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ne güzel düşmiş o nev-ḫaṭṭ ruḫ-ı āl üstüne gül Yeridür bitse çemenzār-ı cemāl üstüne gül 2. Yine dendāne dehānında bir altun ṭutmış Gösterür dil-bere çıḳmış da nihāl üstüne gül 3. Yüz-[be]-yüzden(?) utanur çıḳdı yine gör bī-bāk Ruḫıña ḳarşu o ṣad-berg-ile dal üstüne gül 4. Bozdı şīrāze-i mecmūʿasın āh-ı bülbül Çözüle gibi ḳalur ise bu ḥāl üstüne gül 5. Başa çıḳmış pek açılmış ḳatı aʿlālıgı var Edeli yerini ol ḳırmızı şāl üstüne gül 6. Bāğdan bāġa gezer yine Süleymānlıḳ eder Ey Füzūnī binicek bād-ı şimāl üstüne gül 1 Derkenar. 187 7. Ṭabʿını jāleden etmiş dür ü gevherle ṭolu Ki niŝār eyleye ol nīk-ḫıṣāl üstüne gül 41a 8. Gül-i gülzār-ı kerem yaʿni silaḥdār1-ı ḫıdīv2 Niçe biñ yıl ṣaçıla sāl-be-sāl üstüne gül 9. Düşmesün dest-i şerīfinden o cām-ı ʿişret Lāyıḳ oldur ṭura şāḫ-ı gül-i al üstüne gül 10. Gül-redīf olsa n'ola şiʿr-i ter-i dil-cūyum Yeridür ḳonsa eger āb-ı zülāl üstüne gül 41a 77 Velehu Eyżan3 ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Lebler ile ol dü zülf-i müşk-efşān bir degül Ḫaṭṭ-ı Yāḳūt4 ile el-ḥaḳ ḫaṭṭ-ı Reyḥān5 bir degül 2. Ġamzesi tīġı6 çeker müjgānı tīr-endāz olur Ṭılsımāt-ı ḥüsn-i dil-berde nigehbān bir degül 3. Gerçi kim pürdür dehānuñ ḥoḳḳa-i lüʾlüʾ gibi Farḳı ammā bu ḳadardur dürr u dendān bir degül 1 silahdâr: Farsça "silah taşıyan" anlamına gelmekte olup bazı Türk-İslam devletleri ve Osmanlılar'da sultanın silahları ile silâhhâne'sinden sorumlu saray görevlisine verilen addır. Osmanlılar'da silahdâr, aynı adı taşıyan kapıkulu bölüklerinden birinin komutanı konumunda olup Enderûn'un en nüfuzlu siması ve amiriydi. Padişahın özel silâh ve teçhizatlarıyla kıymetli eşyalarının muhafaza edildiği, sarayda arzhâne dairesi içinde bulunan ve silâhdar hazinesi adı verilen hazinenin de tek sorumlusuydu. Avda, bahçe gezintilerinde ve savaşta padişaha refakat ederdi. (Öztuna 2013, 191) Gazelde kastedilen silahdârın kim olduğuyla ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. 2 hıdîv: Büyük vezir, hakan. Osmanlı sadrazamlarına ait bir unvan olup sonraları Mısır valileri için de kullanılmıştır. 3 Derkenar. 4 hatt-ı Yâkût: Meşhur hattat Yâkut el-Musta'sımî'nin, XIII. yüzyılda Aklâm-ı Sitte'yi en gelişmiş şekliyle tespit edip işlemesiyle ortaya çıkan yazı üslubu. Yâkut, o ana dek düz kesilen kamışın ucunu eğri keserek yazıya mükemmel bir estetik kazandırmıştır. (Derman 1997, 428) 5 hatt-ı Reyhân için bkz. K.4/16 (hatt-ı Reyhânî) 6 tīġı: tīġını 188 4. Ẕātı ṣalb emr etmiş-iken ḫāk-i pāyum ol dedi Aṣılayum baṣılayum çünki fermān bir degül 41b 5. İki şāhīn çeşmini geh cāna ṣalar geh dile Murġ-ı dil ṣayd olmasun mı ḫaṣm-ı fettān bir degül 6. Dedüm ān-ı ḥüsnüñ aḥsen olmada geh geh terin Dedi anı bilmedüñ mi senge her ān bir degül 7. Seyl-i dü-çeşm-i Füzūnī mecmaʿü'l-baḥreyn1 olup ʿĀlemi ġarḳ-āb eder zīrā ki ʿummān bir degül 78 Velehu Eyżan Erbaʿīn İçinde Gül Verdigümüzde Pāşāya Güftedür2 ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Vaḳti vardı mı küşād et leblerüñ ey yār gül Gāh ölürsem ġonçesin bī-vaḳt eder ızhār gül 2. Iżṭırārīdür şitā faṣlında nā-yāb olması Bülbül-i şeydāsı yoḳ kim ārż ede dīdār gül 3. Āh-ı serdümden açılmaz gülmez ol gül ġonçesi Bād-ı serd-i dey küşāde eylemez her bār gül 4. Ocaġına her ne deñlü ṣu ḳosa ceyş-i şitā Gösterür yine kerāmet ʿarż edüp gülzār gül 1 mecma'ü'l-bahreyn: Kur'ân-ı Kerîm'de Kehf suresinde, Hz. Mûsâ’nın Hızır’la buluşmak üzere varmak istediği yerden söz edilirken “iki denizin birleştiği yer” anlamında kullanılan terkiptir. Birinin suyunun tatlı ve içimi hoş, diğerinin acı olduğu ve bu iki suyun birbirine karışmadıkları Furkan ve Fâtır surelerinde belirtilmiştir. (Kırca 1991, 491) 2 Derkenar. 189 5. Berfle āgende etmiş aṭlas1-ı gülgūnını Cāme-i gülpenbesin giymiş dem-i esḥār gül 6. Ḫāmeyi her şāʿir etmez böyle rengīn nutḳ-ı pāk Her şecer vermez Füzūnī nāzük ü hem-vār degül 7. İltifāṭ-ı ḥażret-i düstūr-ı aʿẓamdan meger Ḫacletinden ḥumretini eyledi işʿār gül 8. Pādişāh-ı ḫayl-i ezhārum diyü faḫr eylesün Çünki aldı dest-i pāk[e] Āṣaf-ı Cemvār gül 42a 9. Cevr eder deyü şikāyet etdi bülbül vār ise K'oldı fermān-ı celīlü'ş-şān-ıla iḥżār gül 10. Reşḥa-i göñlüm nihāl-i devletüñ ser-sebz eder Terbiyet eyler hemīşe jāle-i dür-bār gül 11. Ḫāme-i pākin devāt-ı sürḫa ilḳā eylese Beñzeye ol bülbüle kim ede dür-minḳār gül 12. ʿĀrife bir gül yeter derler Füzūnī fāriġ ol Bāġ-ı ṭabʿıñdan ḳopar gerçi niçe bisyār gül 13. Ḥiṣṣe-i ifrāz ile gül gibi ḫandān et beni Bāġ-ı luṭfuñdan revā mı ḳala bī-tīmār gül 14. Ġonçeler versün nihāl-i bāġ-ı ʿömr ü devletüñ Ḫande-rūy ol gül gibi şām u seḥer tekrār gül 1 atlas için bkz. M.1/71 190 40b 79 Der-Ḥarfü'l-Mim ( mefʿūlü / fāʿilātü / mefāʿīlü / fāʿilün ) 1. Bulmam sükūn eger ki ruḫ-ı yāri görmesem Pervāneyim o şemʿ-i şeb-i tārı görmesem 2. Çün neşve-baḫş-ı kām-ı ḥarīfān degül imiş Bī-maʿnīdür bu ḫumm-ı nigūnsārı görmesem 3. Ne ʿayş-ı Keyḳubād1'ı ne cām-ı Cem'i ḳomış Bezm-i fenā-yı ʿālem-i ġaddārı görmesem 41a 4. Berg-i ḥayāta mekŝi biraz ẓanneder idüm Evrāḳ-ıla güẕār eden enhārı görmesem 5. Hengām-ı gülde diñle Füzūnī ġurūrunı Vaḳt-i şitāda bülbül-i pür-zārı görmesem 80 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Bu cevr-i müslim-āzārı ki baḫt-ı şūmdan gördüm Ne Firʿavn2-ı Mıṣır'dan ne Fireng1-i Rūm'dan gördüm 1 Keykubâd: Şehnâme kahramanlarından olup, Pişdâdiyân sülalesinden sonra gelen Keyâniyân sülalesinin ilk hükümdarıdır. Key lakabını ilk kullanan kişidir. Yüz yıl hükümdarlık yaptığı rivayet edilir. Klâsik şiirde adaletiyle zikredilmektedir. (Pala 2013, 268) 2 Fir'avn: Eski Mısır kavimlerinden Amalika hükümdarlarına verilen lakap olup kelime anlamı "azamet ve ceberût sahibi"dir. En meşhuru Hz. Musa zamanında yaşamıştır. Hz. Musa'nın mucizelerini ve imana davetini reddederek kavmine zulmeden Firavun, klâsik edebiyatta acımasızlığı, gaddarlığı, zalimliği, kahrolması, boğulması yönleriyle rakîbe benzetilmiş, kendisine sitem ve beddua edilmiştir. (Pala 2013, 157) bkz. Tb.1/1 (Mûsâ) 191 2. Ṭaʿām-ı nā-güvār-ı zehr-i dehriñ ŝıḳletin gördüm Ne gördümse hele ol süfre-i mesmūmdan gördüm 3. Sarāy-ı mīr u pāşā dūzaḫ u derbānı destinde O çūb-ı merdüm-āzār aṣlını zaḳḳūmdan2 gördüm 4. Cürüm-nā-kerde ḥabs-i mehd-bend-i dest ü pā ile Bu vażʿ-ı nā-pesend-i çarḫı bir maʿsūmdan gördüm 5. Füzūnī perde-i esrāra çeşm-i dūr-bīn ṭutdum Refāhiyyet ne şādında ne ḫod maġmūmdan gördüm 81 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ehl-i devlet gibi ne mīr ü ne pāşā diyelüm Şükr-i faḳr eyleyelüm ḥażret-i Mevlā diyelüm 2. Niçe bir secde-ber-i dergeh-i pestī-naẓarān Ḫāke yüzler sürelüm Rabbiye'l-aʿlā3 diyelüm 3. Şeh-süvārān-ı niyāzuñ düşelim āḫirine Sāyis-i esbi olup ʿaşḳ-ıla Leylā4 diyelüm 4. Gösterür ṣafḥa-i erḳām-ı şer ü ḫayrı bize ʿAynek-i pīrīye1 biz dīde-i bīnā diyelüm 1 Fireng: Avrupalı, Efrenc. Klâsik şiirde müslüman olmayıp da fethedilecek yerleri tanımlamada kullanılır. Bu yerler güzelleri, putları, kafirleriyle meşhurdur. (Pala 2013, 158) 2 zakkûm: Kur'ân-ı Kerîm'de, meyvesinin cehennemde müşrik ve kafirlerin yiyeceği olduğu bildirilen ağaç. Bu meyveyi yiyenler karınlarında erimiş madenin kaynaması gibi ıstırap çekeceklerdir. (c.44, s.108) 3 Rabbiye'l-a'lâ: Namazın tesbîhatındandır. Secde'ye varınca üç defa söylenilen "sübhâne rabbiye'l- a'lâ" (yüce Rabbimi tesbîh ve tenzîh ederim) sözüne işareten, "yüce Rabbim" anlamındaki söz. 4 Leylâ için bkz. G.49/2 (Leylî). Beyitte mecazen sevgili, Allâh anlamında. 192 5. Künc-i ʿuzletde Füzūnī yüri fāriġ-bāl ol Saña biz Ḳāf-ı ḳanāʿatdaki ʿAnḳā diyelüm 41b 82 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Enīn-i nāyı gördüm bülbül-i gülzār gūş etdüm Neye baḳdumsa cümle zār gördüm zār gūş etdüm 2. Niyāz-ı rind-i mey-ḫˇārı namāz-ı zāhidi gördüm Ṣadāsın her biriniñ dinledüm hep bār gūş etdüm 3. Ḳumāş-ı devlet-i dünyā alunmazmış ṣatulmazmış Dilā maḥşer denürmiş āh bir bāzār gūş etdüm 4. Firāḳ-ı yāri çekmezmiş devām üzre bi-ḥamdi'llāh Dem-i vuṣlat olurmış ʿāşıḳa dīdār gūş etdüm 5. Ferāmūş eylemez derler Füzūnī ḫastesin dil-ber Edermiş her birinüñ derdine tīmār gūş etdüm 83 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ṭutalum ki der-i dilde dikeriz tuġ2-ı elem Tuġı ḳonduġı yere ḳonmaz o şāh-ı ʿālem 1 pīrīye: perīye 2 tuğ: Türk devletlerinde siyasi ve askeri otoriteyi temsil eden, hükümranlık ve bağımsızlık anlamı taşıyan, bayrak ve sancak benzeri, at kılından yapılan alâmet. (Çoruhlu 2012, 330) 193 2. Firḳati vuṣlata tercīh ederin ben zīrā Sūziş-i şemʿle pervāneyi yeksān görmem 3. Dem-ḳadem eylemege tesliyet-i ḫāṭır olur Pāy-ı esbiñde ḳaçan ḫūn-ı şehīdāna baḳam 4. Sedd-i Yeʿcūc1-ı ġamı nāzük u muḥkem yapmış Ġālib olsa n'ola İskender'e ger cām-ıla Cem 5. Şemʿveş yanma yaḳılma demesün ol āfet Başumı kesse Füzūnī yine şevḳüm kesemem 84 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / mefāʿilün / feʿilün ) 1. Ben saña oldum āşinā-yı çeşm Sen ise baña mübtelā-yı çeşm 2. Maʿnīde birbirimize olduḳ Fitne-i dīde vü belā-yı çeşm 3. Anda cāy-ı nişest-i dīger yoḳ Hep cemālüñle pür sarāy-ı çeşm 42a 4. Gerçi bed-ḫāl-i ġamze-i mestüz Āh illā ki şīvehā-yı çeşm 1 sedd-i Ye'cûc: Ye'cûc ile Me'cûc, Nûh peygamberin neslinden iki kabilenin adıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de anlatıldığına göre kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne çıkıp insanları fesada vereceklerdir. Çinlilerin Hun akınlarını engelleyebilmek için yaptıkları meşhur Çin Seddi'ni, inanışa göre İskender- i Zülkarneyn Ye'cûc ile Me'cûc kabilesinden korunmak için yaptırmıştır. (Onay 2009, 253) bkz. G.14/3 (Sikender), K.6/5 (Kâf) 194 5. Süzülür ey Füzūnī şāhindür Ṣayd-ı ʿuşşāḳa dil-rübā-yı çeşm 85 Ḥarfü'n-Nūn ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Sīneler şerḥaladı ḫançer-i ḫūn-pāş-ı fiten Sırr-ı āfāḳı şikest eyledi pek ṭaş-ı fiten 2. Sāġar-ı devlete seng-i sitem erdi ḥayfā Neşve-yāb-ı mey-i kām olalı ʿayyāş-ı fiten 3. El-vedāʿ emne vü āsāyişe yā-hū zīrā Aldı dört yanumuzı ẓulm-ile evbāş-ı fiten 4. Girde-bālin-i zer-endūd ile ārāyişde Cā-be-cā kūşe-i kāşāne-i nebbāş-ı fiten 5. Ḫˇāb-ı ġafletden uyanmaz mı Füzūnī ʿālem Eŝer etmiş gibi maʿcūnī-i ḫaşḫāş1-ı fiten 86 Velehu Eyżan ( feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün ) 1. Ġam ne şeydür şarāb ṣāġ olsun Āteş-i ḥüzne āb ṣāġ olsun 2. Eglenüp gelmez ise meykededen Pāy-ı çābük-rikāb ṣāġ olsun 1 ma'cûn-ı haşhâş: Haşhaş macunu. Haşhaş, kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon elde edilen bir bitkidir. Eskiler afyonu macun kıvamına getirip yutarlarmış. (Onay 2009, 37, 213) 195 3. Ḥālet-i nezʿ1e varmış ise raḳīb Merg-i pür-ıżṭırāb ṣāġ olsun 4. Ḳo bülend eylesün ʿadū ḳaṣrın Āh-ı pür-iltihāb ṣāġ olsun 5. Ol sarāyın ḳo eylesün maʿmūr Yevm-i şūm-ı ḫarāb ṣāġ olsun 6. Bed-edā-yı ḥavādiŝ-i dehre Müjde-āver ġurāb ṣāġ olsun 42b 7. Ey Füzūnī meẕāḳı telḫ etme Kilk-i şīrīn-ʿitāb ṣāġ olsun 87 Velehu Eyżan – Der-kenār ( mefāʿīlün / feʿilātün / mefāʿīlün / feʿilün ) 1. Libās u ḫāne-i cān ḳaydını çekmez gevden Meger ki bilmeye şemşīr-i merg ü gūr ü kefen 2. Dırāzī-i resen-i ʿömre hīç ġurūr etme Ki bir ḳulaçda iner ḳaʿr-ı çāh-ı ḳabre düşen 3. Erişmedi pes u pīş-i ḳavātil-i mevtā Nihāyetin bulamazmış gibi bu yola giden 4. Ne Rüstem eyledi ıṭlāḳını ne ḫod beşerī Düşünce çāh-ı ecel içre Yūsuf u Pījen2 1 hâlet-i nez': Ölüm haleti; can verme zamanı. 2 Pîjen: Şehnâme kahramanlarından olup ünlü pehlivan Gîv'in oğludur. Efrâsiyâb tarafından yakalanıp bir kuyuya atılmış, oğlunun hasretiyle yanıp tutuşan babası onu aramaktan ümidini kestiği sırada 196 5. Füzūnī ʿāriyetīdür çü ḫilʿat-i ṣıḥḥat Ḳumāş-ı cānı ʿaceb mi alursa yine veren 45a 881 Ez-Harfü'n-Nun ( mefʿūlü / fāʿilātü / mefāʿīlü / fāʿilün ) 1. Cism-i nizārı żaʿf-ıla bī-cān ṣanur gören Cānı derūn-ı ṣīnede mihmān ṣanur gören 2. Ol çeşmi āhūya ki dil ünsiyyet eyledi Mecnūn yanında ülfet-i ceyran ṣanur gören 3. Vaḳt-i ġazabda çīn-i cebīnin o āfetiñ Gūyā ki mevc-i çeşme-i ḥayvān ṣanur gören 4. Dem-besteyim raḳībi görünce velī beni Kābūs-dīde gibi pür-efġān ṣanur gören 5. Ebrūlarını çeşm-i terimde Füzūnīyā Baḥr içre māhiyān-ı şitābān ṣanur gören 42b 89 Ḥarfü'l-Vav ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Fitneyim derse baña ḳaşlaruñ ey ḫūb-ebrū Egridür kendüsi ammā sözi ġāyet ṭoġru Keyhusrev kadehine bakarak Pîjen’in bir kuyu içinde bulunduğunu Gîv’e haber vermiş, Rüstem de gidip onu kurtarmıştır. (Tahsin 1993, s.42) bkz. G.46/2 (câm-ı Cem), K.6/13 (Rüstem) 1 Derkenar. 197 2. Ḫancerüñ zaḫmına ʿuşşāḳ fetīli n'etsün Çeşm-i cān u diline açılıyor ḳutlu ḳapu 3. Būy-ı zülfüñi serīḳa eder imiş her şeb Bu demāġ-ile ṣatarsa n'ola kendin ḫoş-bū 4. Ruḫına zülfiñi pūşīde eder āhumdan Bāddan şemʿ-i ʿiẕārın ṣaḳınur ol meh-rū 5. Bu Füzūnī göricek nīm-ruḫuñ ḫaṭṭıñdan Dedi ḥüsnüñ gününüñ nıṣf-ı nehārıdur bu 90 Ḥarfü'l-Hāʾ ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Hīç şikāyet etme ey dil n'edelüm bu bābda Yarıñıñ her vaḳt görürsün arḳasın miḥrābda 2. Ṣanma taṣvīr-i ḫayāliñ żāyiʿ etdi dīdemüz Ḳomuşuz biz dil denür maḫfīce bir dūlābda 3. Şām-ı ġamda bedr-i ḥüsnüñle sirişküm seyrin et Rūy-ı deryā ḫoşdur zīrā şeb-i mehtābda 4. ʿAks-i ruḥsāruñ dü-çeşm-i ābdārumda benüm İki ṣürḫī gül gibidür şīşe-i pür-ābda 5. Müntehā dil-berlerüñ dil cevri yayın çekdi çoḳ Sen keman-ebrū ġamı pek ḳatı saḫt ḳullābda1 1 kullâb: "Çengel, kanca" anlamlarına gelen bu sözcük bir okçuluk terimidir. Hakkında okçulukla ilgili bilgi olarak sadece "talim için yayın çilesini bir süre çekip bırakmak" anlamında kullablamak 198 43a 6. Naġme-i Dāvūdīden1 ʿuşşāka āġāz eylese Nerm eder āhen-dil olsa ger ki şeyḫ ü şābda 7. Çünki ser-keşdür Füzūnī yār bīdār olmadın El verürse nāzükāne pāyine düş ḫˇābda 44a 912 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Raḳīb-i rū-siyeh geldi hemān cānānedeñ ṣoñra Murādı luṭf-ıla iḥsān idi ammā neden ṣoñra 2. Nüvāziş etdi dest-i luṭf-ıla zülfinde bulduḳda Keşākeşden neler çekdi bu göñlüm şāneden ṣoñra 3. Ḥüsünde Leylī de olsa zene meyl eylemez ḫāṭır Ne āḳıllar ḳopar Mecnūn gibi dīvāneden ṣoñra 4. ʿİtāb-ı ḳahr-ıla düşnām eder her cām ṣunar ḳaḥbe Mizāca ḫavf-güvār olmaz şeker peymāneden ṣoñra 5. Feraḥ ġamdan Füzūnī aḳdem olsa dilde zībādur Ġarībe āşināsı ḫoş gelür bī-gāneden ṣoñra geçmektedir. Gerilip kurulması güç olan yaylar bek yay, pek yay, katı yay, saht yay diye adlandırılmaktadır. (Köksal 2001, 244) Beyitte bu yaya tevriye vardır. 1 nağme-i Dâvûdî için Bkz. K.1/16 (Dâvûd) 2 Derkenar. 199 43a 92 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Seḥāb-ı firḳatüñ ben ḳaṭreyi düşürdi deryāya Kerem ḳıl cūy-ı ceẕbüñle ulaşdur yine deryāya 2. Göñül teşne yatar tāb-ı firāḳuñla beyābānda Zülāl-i vaṣluña çek eyle kūyuñ içre hem-sāye 3. Firāḳıñ cündi ṣabrum ʿaskerin tārāc edüp ekŝer Kimi dil kimi baş aldı urup cismini yaġmaya 4. Günüm doġsa dilā gitse seḥāb-ı firḳat aradan Felekde ṭāliʿ el verse erişsek biz de ol aya 5. Lebüñ ḳandi gibi şīrīn saçuñ miski gibi būyā Bulunmaz gitseler Çīn'e Semerḳand u Buḫārā'ya 6. Felek bāġında erişdi ḳamuya mīve-i ümmīd Göñül şeftālū umarken erişdüm ben gör ayvaya 7. Eger baḫt el verüp sürse yüzin ayaġuña cānā Bülend olurdı gerdūnveş Füzūnī-i fürū-māye 93 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Göñül ister ki yine mest ü ḫarābātī ola Çekdügi renc ü ġamıñ ecr ü mükāfātı ola 200 2. Şöyle mest ola ki pend-i ʿasesān-ı hüşyār Gūşına ṣīt-ı per-i peşşe-i bī-ẕātī ola 3. Böyle bir bāde bulunmaz bilürin meykedede Var ise bāde-i ʿaşḳ-ı ḫum-ı āfātī ola 4. Ne mey olsun bu ki āteş ola İbrāhim'e Gāh Manṣūr1-ı "Ene'l-Ḥaḳ"-zene dārātı ola 43b 5. Her ḥabābı o meyüñ nüh felek-i mīnāfām Rind-i mey-nūşı meger ehl-i kerāmātı ola 6. Öyle sāḳīye eger ḫāk-i der olsam şāyed Meşrebümce nice biñ cürʿa füyūżātı ola 7. Böyle bir bādeyi biñ cāna Füzūnī alsa Müft aldum deyü şādī vü mübāhātı ola 94 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Maraż-ı kūy-ı ʿademden iricek ālāma Oḳudı bülbül-i ḫoş-dem güle ṣıḥḥat-nāme2 2. Nīzede kelle-i ḫūnīn-i hezārı ṣandum Baḳıcaḳ ġonçe-i nevreste-i aḥmerfāma 3. Mū ḳıyās etdi Süleymān gibi gül-çīn ḫārın Ḳodı Belḳîs güli şīşe-i billūr cāma 1 Mansûr için bkz. G.16/3 2 sıhhat-nâme: Hastalığa yakalanan birinin iyileşmesi dileğiyle yazılan şiire verilen ad. Genellikle kaside biçiminde yazılır, hastaya dualar edilip iyi dileklerde bulunulur. (Pala 2013, 403) 201 4. Çünki bülbül ile gül bāġda hem-āġūş olmış Müjdeler ʿāşıḳ-ı vuṣlat ṭaleb-i nā-kāma 5. Būs-ı laʿlüñle Füzūnī nic'olur ʿīd etse Faṣl-ı gülde o faḳīr erse ne var bayrāma 95 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Nūş-ı ṣahbādan gelüp ḥumret-i dü-çeşm nāzına Òan içmek ögredir gūyā iki şehbāzına1 2. Dildeki mā-fi'ẕ-ẕamīri2 yāre hep ol ʿarż eder Āh bilmem neyleyem ol ġamze-i ġammāzına 3. Tīġ-ı ġamzeñ bir de olsa biñ de olsa ḳatl eder Ḥamdü-li'llāh ḳalmaz ʿuşşāḳun çoġuna azına 4. Ġārḳ eder baḥr-i cefā girdābı içre ʿāḳıbet Düşmesün bir fülk-i dil hīç lücce-i iġmāzına 44a 5. Geçmedük başdan Füzūnī hīç sevdā ḳalmadı Kim kefīl olur anıñ zülf-i kemend-endāzına 45b 963 ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Leb-i düşnām kārından bizi āzürde-cān ṣanma Şarābıñ telḥī-i ţuʿmı mey-āşāma girān ṣanma 1 şehbâz: Doğan kuşu. Bkz. G.50/4 (bâz) 2 mâ-fi'z-zamîr: Gönüldeki, içteki şey. (Devellioğlu, s.561) 3 Derkenar. 202 2. Šafā-yı ḫātır-ı ġayrī dil-i ġamnāki şād etmez Ki şaḫsuñ ʿaksini şūyendedür āb-ı revān ṣanma 3. Anı fevvāre-i ḫūnī şemʿdān-ı maḥabbet bil Çemende cā-be-cā ḳad-keş nihāl-i erġuvān ṣanma 4. Òo ṣansun lāne ʿAnḳā-tabʿ olanlar dār-ı dünyāyı Dilā sen Hümā-dil ol bu cihānı āşiyān ṣanma1 5. Dürüst mehcūr ü kej-rev yeg olur erbāb-ı devletde Atarlar ţoġru yābāna Füzūnī sen kemān olma 43a 972 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 3. Verür mi tīre-dil ṣūret-pereste nūr āyīne Eder mi ʿaks-i peyker hīç şeb-i deycūr āyīne 4. Edā-yı mū-şikāfāne verür zīnet dil-i ṣāfa Anıñçün şāneden olmaz k'ola mehcūr āyīne 5. Midād-ı sürmefāmı pek ḳatı ṭaşḳın çeker olduñ Nigārā yoḳsa olmaz mı saña manẓūr āyīne 6. Tek ü tāz-ı kümeyt-i ḫāmeme meydān göstersem Olur her çār naʿlinden birer billūr āyīne 7. Peẕīrā-yı teḳābül eylemiş mirʾat dil-i ṣāfum Olur mı baña nisbet kāse-i müzdūr āyīne 1 Dizenin vezni bozuktur. “Dilâ [var] sen Hümâ-dil ol cihânı âşiyân sanma” biçimiyle düzelebilir. 2 Derkenar. 203 8. Leked-kūb-ı ḥasūdī eylemez rūşen-dili pā-māl Ḳomazlar zīr-i pāya kim ola meksūr āyīne 9. N'ola maḥsūd-ı ġammāz-ı ḥasūd-ı zişt-rū olsam Ki ġamz-ı nīk u bed ile olur meşhūr āyīne 44a 98 Ḥarfü'l-Yā ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Leyle-i vaṣl olsa el verse sitāre bir daḫı Ḥasb-i ḥālüm söylese meh yüzli yāre bir daḫı 2. Ḫuşk olmışken ümīdüm bāġ-ı vaṣl-ı yārdan Ṣu gibi aḳdı yine ol gül-ʿiẕāra bir daḫı 3. Ġarka-i girdāb-ı ġamdur ḥayf kim bu fülk-i dil Bir müsāʿid bād sürmez mi kenāra bir daḫı 4. Ġavṭa-i hicrān dirīġā eyler ālūde beni Mālik olmaz hem o dürr-i şāhvāra bir daḫı 5. Vuṣlat āsāyiş verürdi ṭalʿat-i zībā ile Ġurbet el verdi dirīġā gitdi çāre bir daḫı 6. Ayaġum yer baṣmayup ben pāye-i ʿulyā bulam Ey Füzūnī ṣalb olam zülf-i nigāra bir daḫı 99 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Göñül zülfüñde bend iken çalup ġamzeñ firār etdi ʿAceb uġru imiş uġru şikārını şikār etdi 204 2. Hevā-yı kākülüñ cānā açup güller ʿiẕāruñda Ḳış eyyāmında gör seyri yine evvel bahār etdi 3. Şeb-i hicrānunuñ rūz-ı vaṣldan derdi artıḳdur Anıñçün zülfüñ örter yüzüne ʿāşıḳdan ʿār etdi 4. Peleng1-i kūh-ı miḥnetdür diyü medḥ etseler lāyıḳ Şular ki sūziş-i ʿaşḳuñla cismin dāġdār etdi 5. Egüp boynını ḥüznünden bu gün iʿlām-ı ḥāl içün Füzūnī yāre bir deste benefşe yād-gār etdi 44b 100 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. ʿAḳlum aldı bir perī ḳıldı beni şeydā gibi Sīm içün gelmez mi āyā oldı eşk deryā gibi 2. Zülfinüñ zencīrine ḳayd oldı dil dīvāneveş Bir belāya uġradum ʿaşḳ içre ben sevdā gibi 3. Āşiyān etdi serim murġān-ı ġam Mecnūnveş Ol ġazāl-i vaḥşī istiġnādadur Leylā gibi 4. Bād-ı ṣubḥ esdükçe būy-ı zülf-i müşkīni anıñ Ḫoş gelür miskīne dāʿim ʿanber-i sārā gibi 5. Ey Füzūni aldı bir ṭāvūs2-i cilve aḳlumı Ṭutmış iken Ḳāf-ı istiġnāyı dil ʿAnḳā gibi 1 peleng: Kaplan. Beyitte, kaplan derisinin dairemsi dokusu ile dağlanmış aşık göğsü arasında ilinti kurulmuştur. 2 tâvûs: Başındaki sorgucu, rengarenk tüyleri ve kuyruğuyla ihtişamlı bir güzelliğe sahip kuş türü. Tanrı kuşu, alakuş, gelin kuşu da denir. Klâsik şiirde iffet, renk, gösteriş, güzellik, itibar, ihtişam, kendini beğenme ve böbürlenmenin sembolüdür. Güzelliğiyle çeşitli benzetmelere konu olur. (Ceylan 2007, 227-228) 205 101 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Ne ḫāre oldı hem-sāye gül-i ḫandānımuz şimdi Çıḳarsa ʿandelībāsā sezā efġānımuz şimdi 2. Şeb-i vaṣlından ayrıldum görünmez oldı ol meh-rū ʿAceb kimlerle aḫşamlar meh-i tābānımuz şimdi 3. ʿAceb nuṭḳ-ı ḥayāt-baḫşı kimüñ ḳalbin eder iḥyā Ne ḳālıb rūḥıdur ol ʿĪsī-i devrānımuz şimdi 4. Ne teşne nūş eder bilsem leb-i laʿl-i ḥayāt-baḫşın Ne meşreblerle alışdı leb-i ḥayvānımuz şimdi 5. Marīż-i ʿillet-i ʿaşḳuz ṭabībimüz nihān oldı Görünmez derde uġratdı bizi dermānımuz şimdi 6. Bu gülzār-ı maḥabbetde görüp bir serv ayaġına Füzūnī ṣu gibi aḳdı dil-i seylānımuz şimdi 102 Velehu Eyżan ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Çoḳdan eylerdüm terāzū keffe-i çeşmānumı Ġayr elinden ṭartup alsam Yūsuf-ı Kenʿān'umı 2. Zülf u ruḫsāruñ ṭarāvet buldı āb-ı dīdeden Böylece perverde etdüm ol gül-i reyḥānumı 206 45a 3. Her nigeh biñ tīr urdı sīne-i ṣad-çāküme Kāş yüz biñ dīde olsa görmege cānānumı 4. Düzd-i ġamze naḳd-i ʿaḳlum çaldı sīnem etdi çāk Uġru yoḳ buldı şikeste-dil der-i zindānumı 5. Cānı ʿarż etdüm Füzūnī āteş-i maḥż oldı yār Minnet Allāh'a ḳabūl etdi şükür ḳurbānumı 103 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Baḥr-i hicrāna düşürdüm ise bu fülk-i teni N'ola bir yār Ḫıżır gibi ḫalāṣ etse beni 2. Yine ṣalıntıya bıraḳdı bizi mevc-i belā Ḳorḳum oldur ki şikest ola bu ʿömrüm reseni 3. Biri birin baṣaraḳ mevc-i belālar geliyor Òaraya ata gibi mürde bu fülk-i bedeni 4. Yutmaġa fülk-i teni göz aġız açmış deryā Her ḥabāb dīdeleri mevcidür anıñ deheni 5. Başuma geldi felāket ayaġum aldı każā Rūzgārıñ ḳoyulup başla ḳıçdan miḥeni 6. Almadın ayaġumı baḥr-i belā emvācı Elime girmeye mi bir daḫı ṣıḥḥat dümeni 7. Ḫıżırāsā şeh eger çekse kenār-ı kereme Ḳurtulurdı yem-i ġamdan bu Füzūnī-i denī 207 104 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Bilemez ehl-i feraḥ ṭuʿm-ı mezāyā-yı ġamı Sāye-perver ne bilür tāb-ı temūz-ı elemi 2. Vāʿiz ister ki şaḳīyi ede yek-reng-i saʿīd Bilmez ammā raḳam-ı ḫāme-i ceffe'l-ḳalemi1 3. Dem-ḳadem etmede eller feraḥ u şādī ile Ḳomadı ḫānemüze birisi bir dem ḳademi 45b 4. Bir ʿAlī-dest şikest etse büt-i ġayr-ı dili Kaʿbe-i Ḥaḳ'dan ıraġ etse o bāṭıl ṣanemi 5. Dem-i vuṣlatda riyādur güle ʿaşḳ-ı bülbül Ey Füzūnī gör e pervāne eder mi naġamı 105 Velehu Eyżan ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ġam ki baş ḳaldura bir mār-ı sehmnāk gibi Anı mest eyle mey-i nāb ile tiryāk gibi 2. Ber-güẕār etmege bir gevher-i nā-yāb olmaz Lüʾlüʾ-i eşk-i ter-i dīde-i nemnāk gibi 1 ceffe'l-kalem: "Düşünmeksizin, birden, hemen" anlamlarına gelmektedir. Arapça deyim olarak "mürekkebi kurudu" denmekle, ezelde (levh-i mahfûz) yazılmış ve değişmeyecek olan kastedilmektedir. 208 3. Cāy-gīr-i der-i dildār olup dönmeyesin Gird-bād-ı heves ile ḫas u ḫāşāk gibi 4. Rence-i gevher-i dil bāng-i dürüşt ile olur Dil-ḫırāş olma ṣaḳın çarḫa-i hakkāk gibi 5. Rişte-i ʿömri düketmekde Füzūnī eyyām Ḳatı sürʿatle döner gerdiş-i eflāk gibi 106 Velehu Eyżan ( müfteʿilün / mefāʿilün / müfteʿilün / mefāʿilün ) 1. Etmedi ṣayd-ı murġ-i dil ḥışm-ile1 nāzı bilmedi Ḥayf u dirīġ o şeh-levend ṣalduġı bāzı bilmedi 2. Tāb-ı ʿiẕārı sīnemüñ yaġın eritdi dil-berüñ Ṣormadı germī-i dili sūz ü güdāẕı bilmedi 3. Zāhid-i ḫod-pesendi gör k'oldı firīb-i aks-i ḫoş Āyinesi degüldi pāk āyine-sāzı bilmedi 4. Dāmen-i çāk-ı Yūsuf'ı ʿismetine delīl idi Ṭālib-i töhmet-āşinā ḥayf bu rāzı bilmedi 5. Lüʾlüʾ dişiñ ṣafāsuna baḥr-i maʿānīye ṭalup Çıḳdı Füzūnī pür-güher şīb u firāzı bilmedi 1 ḥışm-ile: çeşm-ile 209 46a 107 Velehu Eyżan ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün) 1. Terāş ile elüm irgürme ol ʿizāra daḫı Meded bizi ḳoma ḥasretle bir bahāra daḫı 2. Dili alınca ḫarāb-ı tene hücūm etdi ʿAzīmet eyledi yıḳmaġa bir diyāra daḫı 3. Lebinde dārū-yı dil ġamzesinde ruḫṣat yoḳ Arada çārede ʿāciz güç oldı yāra daḫı 4. Görince ʿaksümi āyīnede şikest etdi Bu gösterişle ḳalur mı ümīd-i çāre daḫı 5. Füzūnī nice Süleymān'ı eylemiş berbād Hīç iʿtimād ḳalur mı bu rūzgāra daḫı 108 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / fāʿilātü / mefāʿīlü / fāʿilün ) 1. Yek dāne ḫāl lebüñde çeşme-i ḥayvān iki1 Vermem efendi kimseye cān bir cihān iki 2. Ġamzeñ yeter ne lāzım idi çeşm-i ḳātilüñ Kim gördi bir ʿaṣırda k'ola ḳahramān iki 3. Cān vermek istedükde dedi vaḳti iki et Bilmez ki baḫt cānuma vermez zamān iki 1 Dizenin vezni bozuktur. 210 4. Geh dilde gāhī serde ḳarār eyler ibtidā ʿAnḳā-i ʿaşḳa ʿādet imiş āşiyān iki 5. Oldı dü-mūy müddet-i ʿömr-i Füzūnī āh Geldi irişdi aña da müjde-resān iki 109 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Tebessümden dehen yummaz o ṭıfl-ı şūḫ u şādānī ʿAceb ḫandān olurmış ġonçe-i nevres gülistānı 2. Anıñ semtinde vaʿd-i būse-i vuṣlat muḳarrerdür Tek olsun ʿāşıḳa bir kez nigāh-ı luṭf-ı pinhānı 3. Yine ʿuşşāḳ arasında nedür bu tefriḳa dersin Dökersün ceste ceste rūyıña zülf-i perīşānı 46b 4. Şeb-i firḳatde dāġ-ı āteşīnüm tende bī-ḥaddür Budur ol pādişāh-ı ḥüsnüñ ey ʿāşıḳ çerāġānı 5. Kilāb-ı kūy-ı cānāna Füzūnī hem-sifāl oldı Żiyāfet eyledi ādem yerine ḳodı yār anı 110 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Ruḫsāre-i ʿīd üzre çemenzār-ı bahārı Bir dil-bere beñzer k'ola nev-ḫaṭṭ-ı ʿiẕārı 211 2. Ḫāk eylesün ʿaşḳ ehli vücūdın bu zamānda Tā būs ede bu ḥīle ile pāy-ı nigārı 3. Her lebleri mül döndi dolābı ile ʿīdiñ Bu devriñ olursa n'ola çoḳ bāde-güsārı 4. ʿArż eyler idüm cevr ü cefāsın aña bir bir Meydān-ı vefāda bulabilsem idi yārı 5. Ṣalınsa idi yār ile bir kerre Füzūnī Refʿ eyler idi yerden o bir müşt ġubārı 111 Velehu Eyżan ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Bu bezmiñ nevbet-i cāmı dil-i āzāda degmez mi Cem'iñ mīrāŝı yoḳsa sāḳiyā evlāda degmez mi 2. Deger bir būse aġyāra eliñden cām aldıḳca ʿAceb destüñden ey sāḳī bize bir bāde degmez mi 3. Açılduñ gerçi ey gül ḫārlarla gülsitān içre Ṣabādan bu ḫaberler bülbül-i nā-şāda degmez mi 4. Ṭutalum devlet-i Şīrīn-i dünyā degdi Pervīz1'e Maḥabbet kūhına tīşe çeken Ferhād'a degmez mi 5. Ḳo pāyuñ çeşm-i pür-ḫūn-ı Füzūnī üzre sulṭānum Be deñlü dem-ḳadem etmeñ o ġam-muʿtāda degmez mi 1 Pervîz: Ferhâd ile Şîrîn hikayesinde Şîrîn'in diğer aşığı; Hüsrev. Nûşirevân'ın torunu, Hürmüz'ün oğludur. Balığı çok sevmesinden Pervîz kendisine lakap kalmıştır. (Onay 2009, 194) Bkz. K.3/13 (Ferhâd, Şîrîn) 212 47a 6. Bu ben dil-ḫasteniñ derdi felekde degdi ʿĪsī'ye ʿAceb ol mesned-i erbāb-ı istiʿdāda degmez mi 7. Dem-i feyż-i ḥayāt-efzā-yı ebr-i nev-bahār iken Gül-i maḳṣūdumı açmaz mı bir imdāda degmez mi 8. Ṭutalum dünyede pādāşı degmezmiş bu iḥsānuñ Benüm sulṭānum iḥsān et ya hīç ʿuḳbāda degmez mi 112 Velehu Eyżan ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün ) 1. Ġamz etdi ṣabā zülfüñe bilmem ne degirdi Şāneyle hemān ikisi birbirine girdi 2. Çeşmüñ göricek laʿlüñe ḫarc oldı sirişküm Bed-meste uyup naḳdini hep bādeye verdi 3. Bitmez iş idi zaḫm-ı derūn-ı dil-i mecrūḥ Peykān-ı müjen işlerini geldi bitirdi 4. Her cāẕibe-i ḥüsni idi ḳoydı semāʿa Ḳul eyledi ol yār beni çekdi çevirdi 5. Yaḳduḳca yaḳar nār-ı ruḫuñ āh eder ʿāşıḳ Ḫāşāke ki āteş düşe dūdı göge erdi 6. Her zaḫmı Füzūnī ki dile urdı o ḫūnī Ḳan aġladı her biri saña ġāyet acırdı 213 Zeyl-i Ġazel 7. Tā ola müẕeyyel ġazelüñ būs idegör ṭut Dāmānını ol fāżıl-ı dehriñ ki el erdi 8. Vaṣf etmeden ayrılmaz idüm ẕāt-ı şerīfin Teng oldı ḳatı ḳāfiye medḥüñden ayırdı 113 Der-Naʿt-ı Nebiyy-i Kureşī - ṣalla'llāhu ʿaleyhi ve sellem- ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḥabbeẕā ey leyle-i mevlūd-ı şāh-ı sermedī Merḥabā ey şām-ı fercām-ı ẓuhūr-ı Aḥmedī 47b 2. Fażżaliyyet çarḫına ḫūrşīd-i ʿālem-tābsın İḳtibās-ı nūr ederler müntehī ve mübtedī 3. Maḥv-i baḥr-i Sāve1 etdüñ söndi her āteşkede Şöyle āb u tāb verdi saña luṭf-ı Īzidī 4. Gerçi İsmāʿīl2'e ḳurbān oldı kebş-i Cebreʾīl Sende bir şīr-āver etdüñ şāt-ı Ümm-i Maʿbed1'i 1 bahr-i Sâve: İran'da Tahran'ın Sâve kasabasının sınırları içerisinde kalan göl. Tarihte mecûsîler tarafından kutsal sayılırdı. Hz. Peygamber'in doğumu sırasında, onun peygamberlik alametlerinden biri olarak, suları çekilmiş ve tamamen kurumuştur. Diğer alametler; nübüvvet mührü, Kisra sarayının çökmesi, Mecûsîlerin taptığı bin yıldan beri yanan ateşin sönmesi, Ka'be'deki putların yüz üstü yere yıkılmasıdır. (Öz 2010, 19-20) 2 İsmâ'îl: Kur'ân-ı Kerîm'de adı geçen büyük peygamberlerden, Hz. İbrahim'in Hacer'den olma büyük oğlu. Hz. İbrahim, çocuğu olmayınca Hacer ile evlendi ve ondan İsmail doğdu. İlk karısı Sârâ kıskanınca İbrahim, Hacer ve İsmail'i Mekke'ye götürdü. İsmail'in ayak vurmasıyla zemzem suyu ortaya çıktı ve babasıyla burada Ka'be'yi inşa ettiler. İbrahim çocuğu olunca onu Allah'a kurban edeceğini söylediği için İsmail'i kurban etmek üzere hazırladı. Teslimiyet halinde oğlunu kesecekken gökten Cebrâîl bir koçla beraber yere indi ve kurban olarak onu kestirdi. İsmail, babasının şeriatıyla Yemen'de Amelika kavmine peygamberlik yapmıştır. Klâsik şiirde İsmail Ka'be, zemzem ve kurban dolayısıyla telmih yapılarak anılır. (Zavotçu 2013, 393-396) 214 5. Ṭāḳ-ı Kisrā2 lerzenāk olup ḫarāb oldı o şeb Gerçi maʿmūr eylemekdür şān-ı dīn-i Aḥmedī 6. Māhı şaḳḳ etdi benānuñ oldı her bir nīmesi Bir teber kim ḳatl ede aʿdā-yı küffār-ı bedi 7. Bārek-Allāh şemsi redd etdüñ ġurūb etmiş iken Ġarbı şarḳ etdüñ zihī muʿciz-nümā-yı mümtedi 8. Tāb-ı nūr-ı cebheden maḥv olmasun içün güneş Perde etdi sāyebān-ı ebri farḳ-ı farḳadī 9. Pādişāh-ı enbiyāsın ḫˇānsāruñ [kim] Ḫalīl3 Ġarḳ-ı ḫˇān-ı niʿmetüñdür ümmetiñüñ erşedi 10. Yā resūla'llāh Füzūnī ẓulmet-i ʿisyāndadur Berḳ-i luṭfuñ et dıraḫşān aña sensin mesnedi 28a 114 د ان كن ھ درد را درم ود ك واه آن ب ن دلخ حس د 4 ال را ارزان كن ط س ھ قح د ك ف آن باش یوس ل دل د اھ د نكاھ ادى نیفزای م و ش در غ د 5 ان كن ودش یكس رم خ ر ج ون مھ تنرا چ خویش 1 Ümm-i Ma'bed: Kadın sahabelerden. Hz. Peygamber hicret sırasında hurma ve et satın almak için kendisine uğramış, bu yiyecekler olmayınca mucizevi bir şekilde sahabenin yanındaki cılız bir koyundan besmeleyle bol miktarda sür sağmıştır. Ümm-i Ma'bed bu olay üzerine peygambere biat edip müslüman olmuştur. (Eren 2012, 326) 2 Tâk-ı Kisrâ: Bağdat'ta ihtişamı ve yüksekliğiyle meşhur, Sasani hükümdarı Nûşirevân'ın sarayı ve kemeri. Nûşirevân burada kalkının şikayetlerini dinler, haksızlığa uğrayanlara yardımcı olurdu. (Pala 2013, 362) Hz. Peygamber'in doğduğu gün zelzeleye tutulmuş, büyük bir kısmı harap olmuştur. (Onay 2009, 450) bkz. G.113/3 (bahr-i Sâve), K.4/35 (Anûşirvan) 3 Halîl için bkz. K.1/31 (Halîl-i Âzer) 4 "Gönlün istediği güzellik, derde derman olan güzelliktir. Yusuf, yılın kıtlığını kolaylaştırandır." 5 "Gönül ehli (âşıklar), sıkıntı ve mutlulukta ne artarlar ne de eksilirler. Tıpkı hep aynı görünen güneş gibi onlar da hep aynı görünürler." 215 ل دل دازد اھ تھ ك تھ آھس رم آھس رم ن ن در شب غم خویشتن را شمعٔھ سوزان كند 1 ویش ل خ ا خی ك زد ب ازم بان ون را بن ل مجن عق د 2 ان كن ى جان ا دلخوش ك ت ان جن در زم ى تى باكس ھ فرس زلرا ك ن غ زونى ای اى ف جود معنى زأیده درپیش وى نقصان كند 3 ھ ون آین نى ھمچ یزكان مع ر دوش پیك د 4 ان كن ورتنماى روى محبوب ش ص دروی د یرون چھ ر ب الى اك ھ اش ن از درون خام شیوه كارٔى عصاى موسى عمران كند 5 دست شعر من زند در حلقٔھ كاشانھ را د 6 ان كن راین افغ نود از بھ خ بش ھ پاس ا ك ت دستٔھ كل شعر من چندان دھد بو درسراى كان بھشتى كلستانرا روضٔھ رضوان كند 7 ن عر م ان ش الى پرنی ون زرط ك ھمچ لی د 8 ان كن رتن ازع ركس ب ھ ھ ود ك اورم نب ب 1 "Gönül ehli (âşıklar), gam gecesinde kendilerini yanan bir mum haline getirip yumuşak yumuşak, yavaş yavaş erirler." 2 "Mecnun’un aklına kurban olayım. Savaş zamanı sevgilinin gönlünü hoş tutmak için kendi yanındakilerle birlikte feryat eder." 3 "Ey Füzûnî! Bu gazeli birisine gönderirsen, cömertçe artış gösteren mana onun katında eksilmeye başlar." 4 "Mana bakirelerinin yüzü, tıpkı ayna gibidir. İçten içe güzellerin yüzünü yansıtır." 5 "O evin içinden bir kamış dışarı sıçrasa, İmranoğlu Musa’nın asası özelliğini gösterir." 6 "Benim şiirimin eli, bu inleyişe bir cevap duyabilmek için kapıları çalar." 7 "Benim gül destesi hükmündeki şiirim evde nasıl koku versin? Çünkü o cennetlik, gül bahçesini cennet bahçesi yapar." 8 "Lâkin, tıpkı altın yaldızlı ipek bir elbise gibi olan şiirimin her anlayış bedenine uyacağına da inanmam." 216 47b 1 Füzūnī Baʿdezīn Hengām-ı Taḥrīr-i Rübaʿī şüd1 از روضٔھ پرنور محمد اى باد چوبى بمن بندٔه مشتاق برار 2 و انرا بنھم دیده چون شیشٔھ من ار 3 اى دری ھ نم ود قبل ده ش ا دی ت 2 Velehu ك وق الی ب والش ذاب القل انج اجزین 4 ن الع ذ نبی فیع الم ا ش ی 48a َلھوى كاد جنداالثم بالسیف ا ن 5 ا معی فاعة ی فاعة الش الش 3 Velehu 1. Bu ġubār-ı cismümi ey gird-bād-ı ṭībe-gül Ḫākden refʿ eyle olsun māʾ-i zemzemle ḳarīn 2. Bu ṣıfatla ola kim ḥüccāca ḫāk-i pā olam Nāʿil-i neyl-i ṭavāf-ı beyt-i Rabbü'l-ʿālemīn 1 "Füzûnî bundan sonra rübai yazdı." 2 "Ey rüzgâr, Hazret-i Muhammed’in ışıklı kabrinden, bu ben özleyen kul için bir çubuk getir." 3 "Ben de onun üzerine gözümü bir cam gibi koyayım ki, her daim sevgilinin kapısını gösteren kıblenümâ ne imiş görülsün." 4 "Ey günahkar ve aciz kulların şefaatçisi! Kalbin meyli ve şevki sanadır." 5 "Ya Mu'în (Allah)! Şefaat, şefaat eyle ki günah askeri heva kılıcıyla (bana) tuzak kurdu." 217 Velehu 4 1. Ṣanmañ ki ḳuzaḥdur görinen evc-i felekde Āhum neyidür dikdüm anı ṣavb-ı semāyā 2. Ol bir ucunı rāsti-yi Kaʿbe'ye ṭutdum Pinhān diyeyüm şevḳümi tā beyt-i Ḫudā'ya Velehu 5 1. Bārek-Allāh zihī meşreb-i pākīze-nihād Çihre-i ḫākīyi iltüp ayaġına sürdüm 2. Ṣūret-i devlete āyīne-i rūşen ḳalbi Vech-i maʿḳūl yüzinden anı kendüm gördüm 6 Velehu Eyżan 1. Çeşme-i ʿaynü'l-ḥayāt-ı ṭabʿım ey Ḫıżrī-nefes Ẓulmet-i ḥayretde ḳaldı bir nice gün serserī 2. Evvel İskender bulurdı ʿāb-ı ḥayvān çeşmesin Şimdi ol çeşme arayup buldı sen İskender'i 7 Velehu 1. Ey ḫudāvend-i kerem mesned-i ehl-i ʿirfān Bende-perverlik edüp ḫāṭırumı ḫoş eyle 48b 2. Bende-i ḥalḳa-be-gūşuñ olayın ḳapuñda Ḥalḳa-i bābuñı gel gūşuma mengūş eyle 218 8 Velehu 1. Tūtiyā-yı ḳademi çeşmümi rūşen etdi Yine bir Müşterī-ṭalʿat naẓarı var olsun 2. Düşdüm ayagına bir gevher-i nā-yāb gibi Degme bir dūşmez aña diñ ki ḫarīdār olsun 9 Velehu 1. İlāhī çü taḫmīr edüpdür bizi Yed-i ḳudretüñ biz pür-endīşeyüz 2. Çü ʿafv oldı cürm-i peder biz daḫı Günehkār-zāde güneh-pīşeyüz 10 Velehu 1. Yā Rabb baña iḥsānuñı der-ḫˇār eyle Ḫeftānçe1-i īmānumı der-ber eyle 2. Yā dīde-i müştāḳa cemālüñ göster Yā rūz-ı ḥaşrda beni bī-ser eyle 11 Velehu 1. Çü murġ-i bihiştī idük biz ezel Ġalaṭ-ḫˇārīyi dāne etdürdi red 1 heftânçe: Küçük hil'at, kürk. Ayrıca bkz. K.3/45 (hil'at) 219 2. Yine lāne-gīr-i bihişt et bizi İlāhī meded et meded et meded 12 Velehu 1. Ey günāh-āmürz u pūziş-destgāh Sāʾilān-ı gūr ile nic'ola ḥāl 49a 2. Maġfiret-cūy u günāh-ālūdeyüz Ḫod bilürsün pes ne lāzımdur suʾāl 13 Velehu 1. Yeter ey nefs-i maʿānī-verziş K'olma her bir günehe āmāde 2. Bu revişle yine bir yer ḳomaduñ Baña dünyāda saña ʿuḳbāda 14 Ḳıtʿa ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Tābiʿ-i naġmeñ edüp eşʿārum Muṭribā etme dürüstin ḫaste 2. Evvelā maʿnī-i āzādemüzi Saña ḳayd olmasun etme beste 3. Ṭahre-i cehlle kesme etdüm Gül-i eşʿārumı kendüm beste 220 4. Sen ḳadar isteyicek baġlar idüm Kendü eşʿārumı kendüm beste 1 Tārīḫ-i Demīden-i Ḫaṭṭ ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Kevŝerī1-maḫlaṣ u cennet-çihre Ḫaṭṭun etmiş ruḫuna zīnet u fer 2. Aña tārih-i Füzūnī el-ḥaḳ Hem güzellendi çemenle Kevŝer Sene: 1056 2 Tārīḫ-i Demīden-i Ḫaṭṭ ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Ḫaṭum geldi diyü maḥzūn olma Bahār eyler ḫazān vaḳtinde bu bāġ 2. Nihāl-i kaddüñ üzre ḳondı gördüm Dedüm tārīḫini anıñ meded zāġ Sene: 1056 1 Kevserî: Hakkında bilgi bulunamadı. 221 49b 3 Der-Tārīḫ-i Vezāret-i Pāşā Ṣādır Şüd ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Beşīrān-ı bülend-āvāze-i ġayb Feraḥla ḫalḳı etdi şād u ḫurrem 2. Olundı ṣadr-ı ʿuẓmā-yı saʿādet Yine bir sālimü'l-ʿaḳla müsellem 3. Semiyy-i Aḥmed-i mürsel ʿAlī-ḫūy Ki yaʿni ḥażret-i düstūr-ı aʿẓam 4. Ḳıyās etdüm Esed1 burcında ḫūrşīd Göricek dest-i pāki üzre ḫātem 5. Açıldı cādde-i pāk-i şerīʿat Hemān doġrı bu revş-i ḫalk-ı ʿālem 6. Nüvişte tāḳ-ı ḳadrinde bu elḳāb ʿUṭārid ḫāmesiyle biñ yıl aḳdem 7. Felāṭun-dāniş ü Loḳmān2-ḥikmet Niẓāmü'l-mülk3-i dīvān-ı muʿaẓẓam 1 Esed için bkz. G.61/1 2 Lokman: Kur'ân-ı Kerîm'de aynı adlı surede kendisine hikmet verildiği bildirilen, peygamberliği tartışma konusu olan din büyüğü. Hikmetli sözler söylemesi sebebiyle Lokmânü'l-hakîm (Lokman Hekim) diye tanınır. Kimliğiyle ilgili bilgiler tartışmalıdır. Edebiyatımızda filozof (hakîm) kişiliğinden çok hekim (tabip) özelliğiyle öndedir. Onun "ilm-i ledün" denilen, Allah tarafından özel kullarına verilen bilgilere malik olması yanında öğütleri ve hikmetli sözleri, şifalı bitkiler konusunda uzman olması özellikleriyle adından söz edilmektedir. (Harman 2003, 206-207; Onay 2009, 311) 3 Nizâmü'l-mülk: Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Alparslan ve oğlu Melikşâh'ın veziri olup İslam dünyasının en başarılı siyaset adamlarından biridir. 1018 yılında Horasan'ın Tûs şehrine bağlı Râdkân köyünde doğdu.İlk devlet görevini Gazneliler için yapmış, 1059'da Horasan'a vali olmuştur. 1064 yılında Selçuklu hükümdarı Alparslan'a vezir olmuş, 1092 yılında ölmüştür. Adaleti, idari kabiliyeti, cömertliği, bilgeliği ve güzel ahlakıyla tanınan Nizâmülmülk, devlet teşkilatı ve idaresiyle ilgili Siyâsetnâme adlı meşhur eserini kaleme almıştır. (Özaydın 2007, 195-196) 222 8. Sezāvār-ı düvel zībende-i cāh Arisṭo-ʿaḳl u İskender-muṣammem 9. Dedüm ey hātif-i ġayb-ı ilāhī ʿAceb tārīḫ-i sāli nice etsem 10. Dedi tārīḫ-i ġarrādur Füzūnī Zihī Āṣaf-siyer ṣadr-ı mükerrem Sene: 1055 4 Der Tārīḫ-i Vezāret-i Defterdārī Mūsā Pāşā Vāḳiʿ Şüde ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḥażret-i Sulṭān İbrāhīm Ḫān1 Nūr-ı çeşm ü sāye-i Rabbü'l-ʿibād 2. Ḳanda bulsa berāhīn-i devleti Dāʿim eyler pāyesin anıñ ziyād 50a 3. Gördi bir Mūsā-yı Ṭūr2-ı ʿizzeti Cebhesinde nūr-ı ṣıdḳı müstefād 4. Evvela etdi sipāhī ḥākimi3 Etdi ḥükminde olara ʿadl ü dād 1 Sultân İbrâhîm Hân: 18. Osmanlı padişahı. 1615 yılında doğdu. Babası I. Ahmed, annesi Mâhpeyker Kösem Sultan'dır. Sultan IV. Murad'ın ölümü üzerine 1640 yılında tahta çıktı. Sekiz yıllık saltanatı boyunca Girit'in Hanya limanı fethedilmiş, Azak şehri geri alınarak Ruslarla Zitvatorok antlaşması yenilenmiştir. Sofu Mehmed Paşa önderliğindeki isyanda öldürülmüş, yerine oğlu IV. Mehmed getirilmiştir. (Sakaoğlu 2012, 255-268) 2 Tûr: Hz. Mûsâ'nın Allâh'ın tecellisine mazhar olduğu, on emir'i aldığı, onunla konuştuğu dağ; Sina dağı. Bkz. G.28/3 (vâdî-i Eymen) , Tb.1/1 (Mûsâ) 3 sipâhî hâkimi: Osmanlı askeri teşkilatında altı bölük halkı da denilen kapıkulu süvarilerinin en seçkin grubu olan sipahilerin kumandanı. Ağır ve gösterişli silahlarla donatılan sipahiler, barış zamanında sarayı ve padişahı korur, savaş zamanında ise padişahın sağ yanında savaşırdı. (Afyoncu 2009, 256-258) 223 5. Naẓm-ı ḥālin gördi dil-ḫˇāh üzredür Lāzım oldı ede luṭfın müstezād 6. Etdi yeñiçeri aġası1 anı Anda da ṭutdı reh-i rüşd ü sedād 7. Gördi istiʿdādı var her rütbeye Etdi teşrīf-i vezāret ile şād 8. İḳtiżā-yı istiḳāmet āḳıbet İrtifāʿ-ı cāhın etdi izdiyād 9. Hem nedīm u hem vekīl-i māl2 olup İki yüzden etdi anı ber-murād 10. İftiḫār edüp Füzūnī şevḳ ile Etdi tārīḫine saʿy u ictihād 11. Dedi hātif pādişāh-ı ʿālemiñ Oldı defterdārı3 pākīze-nihād Sene: 1055 1 yeniçeri: Osmanlı askeri teşkilatında daimi olarak görev yapan maaşlı yaya ordusu. Ordunun yüzde doksanını oluştururdu. yeniçeri ağası: Adli ve idari açıdan kendi içinde özerk bir yapıya sahip Yeniçeri Ocağı'nı idare eden, ocak içinde her türlü yaptırım gücü olan rütbeli asker. (Beydilli 2013, 450-452) 2 vekîl-i mâl: Osmanlı maliye teşkilatının başı; başdefterdar. Padişahın malının vekili konumundadır. Rütbesi kazasker ile yeniçeri ağası arasındaydı. Dîvân-ı Hümâyûn üyesi olup devlet hazinesinin açılıp kapanması o olmadan yapılamazdı. (Kütükoğlu 1994, 94-96) 3 defterdâr: Sultan I. İbrahim saltanatında 5 gün sadrazamlık yapmış devlet adamı; Kara Mûsâ Paşa. Enderun'da yetiştikten sonra sultan IV. Murad'ın musahipliği ve silahtarlığı görevlerinde bulunmuştur. Sultan İbrahim zamanında ise sırasıyla tersane emini, sipahiler ağası, şehremini, kapıcıbaşı, bölük ağası, yeniçeri ağası ve 1645'te vezirlik makamı verilerek başdefterdar görevlerinde bulunmuştur. 1647'de önce kaptân-ı deryâ ardından sadrazam tayin edildi. Sadaret mührünü almadan görevinden azledilip Bağdat valisi olarak atandı. 1649'da geri döndüğünde Kösem sultan ve danışmanlarının kararıyla idam edildi. (Uluçam 1999, 261; Sakaoğlu 2012, 262) 224 5 Mostarī Muṣṭafa Pāşā Yeñiçeriyān Aġası Olduġına Tārīḫdür ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Füyūżāt-ı ilāhī eyleyüp cūş Mükerrem etdi bir ehl-i kemāli 2. Şehen-şāhıñ ocaġa luṭfı olup Çerāġ etdi āgā-yı bī-miŝāli 3. Eger Kāf-ı sükūnun görse ʿAnḳā Ḥicāb edüp küşād etmezdi bāli 4. Şikārı şāhin almaḳ idi muʿtād Bunıñ şāhinden almaḳdur meʾāli 50b 5. Semiyy-i Muṣṭafā1-yı faḫr-i ʿālem Güzīn-i mefḥar-ı ṣınf-ı eʿālī 6. Felekden de nigāh-ı luṭf olurmış Maʿārif ehline bildük bu ḥāli 7. Füzūnī dedi tārīḫin be-ṣad şevḳ Düşerdi şānıña bu cāh-ı ʿālī Sene: 1038 1 Nişancı Mustafa Paşa: Sultan IV. Murad saltanatında görev yapmış devlet adamı. Mostarlı'dır.1628'de yeniçeri ağası oldu, aynı yıl Şam'a vali olarak atandı. 1630'da görevinden alınarak önce nişancı, ardından Silistre valisi olarak görevlendirildi. 1647'de Mısır valiliği, üç ay sonra da kubbe veziri ve nişancı payesi verildi. 1661'de görevindeyken öldü. (Süreyya 1996a, 1204) 225 6 Tārīḫ-i Cisr-i Mīr-alāy-ı Yemīn Muṣṭafā Beg ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Mīr-alāy-ı yemīn-i şīr-dil Yoḳdur ol hünerde1 hīç ʿuyūb 2. Muṣṭafā2-nām u şecāʿat ṣāḥibi Düşmene ḳan aġladur vaḳt-i ḥurub 3. Kendü mālından bu cisre ṣarf edüp Etdi bu ḫayrātı maḥbūbü'l-ḳulūb 4. Cisre muḥtāc idi bu nehr-i ʿAmīḳ3 Ḫalḳ çekerdi geçmede vehm-i kürūb 5. Gözlerinden yaş revān olmış meger Var ise düşmişdür anda ḫār u çūb 6. Altı ṣu üstünde āteşler çıḳar Verdi āb u tāb o cisr-i naʿl-kūb 7. Kevkeb-i iḳbāli bulmasun zevāl Afitāb-ı ʿömri görmesün ġurūb 8. Dedi tārīḫin Füzūnī şevḳ ile Yapdı bu ehl-i sebīle ḫasr-ı ḫub Sene: 1039 1 "ol" ve "hünerde" sözcükleri arasında bir kelime eksiktir (merd-i, sâhib-, vb). 2 Mustafa Beg: Hakkında bilgi bulunamamıştır. 3 nehr-i Amîk: Asi nehri. Lübnan'ın Bekaa vadisinde doğup Hatay üzerinden Akdeniz'e dökülür. Büyük bölümü Suriye topraklarında kalan nehrin toplam uzunluğu 380 kilometredir. 226 7 Tārīḫ-i Fetḥ-şüden-i Ḳalʿa-i Ḥanya ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḥażret-i Sulṭān İbrāhīm-i İskender-cüyūş Kim binā-yı sedd-i iḳbāli yine etdi metīn 51a 2. Aḳdeñizde rū-siyeh küffār-ı nā-sāz-ı Girīd Eylediler naḳż-ı ʿahd u ḳaṭʿ-ı rāh-ı müslimīn 3. Çünki rū-gerdān-ı fermān-ı iṭāʿat oldılar Vācib oldı pādişāh-ı dīn çeke şemşīr-i kīn 4. Gönderüp fetḥ-i Girīd içün donanma bu sene Eyledi irsāl-i cünd ammā ne cünd-i şīr-ġarīn(?) 5. Etdiler maḥṣūr Ḥanya ḳalʿasını ġāziyān Aña nisbetle görinür pest çarḫ-ı çārümīn 6. Cā-be-cā tennūre-girde vazʿ olunmış ṣandılar Ḍarb olunca dāne-i her ṭop-rūy u āhenīn 7. Ḫandeḳine ḫāki tūde tūde künbed etdiler Daḫme-i Efrāsiyāb1'a döndi gūyā ol zemīn 8. Naḳb atup ṭopraḳ sürüp naʿre urup seyl oldılar Çār ʿunṣur ḥükmin el-haḳ verdiler ceyş-i güzīn 1 Efrâsiyâb: Şehnâme kahramanlarından olup Turan'ın en büyük hakanlarındandır. Peşeng'in oğludur. İran'ı Pişdâdiyân sülalesinden kurtarıp uzun süre hüküm sürmüştür. Birçok kaynakta Efrâsiyâb'ın Türk hakanı Alp Er Tunga olduğu belirtilmektedir. Klâsik edebiyatta zenginliği, hazineleri, saltanatı ve kahramanlığıyla anılan Efrâsiyâb, Şehnâme'de yer yer zalim, insafsız, savaş meydanından kaçan biri olarak gösterilmiştir. Firdevsî'nin kendi milletini yüceltmek için bunu yaptığı düşünülmektedir. Efrâsiyâb, Hüsrev tarafından öldürülmüştür. dahme-i Efrâsiyâb: Efrâsiyâb' zenginliği ve hazineleriyle ünlüdür. Bu hazine dahme-i Efrâsiyâb olarak geçer. (Zavotçu 2013, 216-217; Pala 2013, 135) 227 9. Etmez iken ḫandeḳin enbāşte arż-ı kerī Bü'l-ʿācebdür nice pür etdi ġuzāt-ı ehl-i dīn 10. İki defʿa bu hücūmı edicek cünd-i ġuzāt Merre-i ŝāliŝde verdiler ḥiṣārı kāfirīn 11. Ey Füzūnī ḥüzn içün küffāra de tārīḫ-i fetḥ Ḳalʿa-i Ḥanya alındı ehl-i şirk oldı ḥazīn Sene: 1055 8 Tārīḫ-i Ḳaṣr-ı Siyāvuş Aġa-yı Silāḥdār (mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün) 1. Şeh-i sulṭān Murād Ġāzī1-şerefe Şerār-ı naʿl-i esbi urdı āteş 2. Çü burc-ı evliyādur2 şehr-i Baġdād Alup andan ṭulūʿ etdi ḳamerveş 3. Rücūʿ etdi Sitanbūl'a ġazādan Şükür refʿ oldı aḥvāl-i müşevveş 51b 4. Silāḥdārına luṭfın etdi erzān Edüp bir menzil ile anı dil-ḫūş 5. Ne menzil pür-ṣafā ferş-i muṣaffā Mücellā ṣakf u cāmı ṣāf u bi-ġış 1 sultân Murâd için bkz. K.5/7 2 burc-ı evliyâ: Eski gökbilim inancına göre, yerleri belli ve sabit olduğu için burçlar felekte şehirleri temsil ederler. Meselâ “burc-ı evliyâ” terkibi Bağdat şehrini anlatır. (Uzun 1992, 426) "Ermişler burcu" anlamına gelen bu terkip, ince bir hüsn-i ta'lille, kentte birçok İslam velisinin mezarının bulunmasından dolayı Bağdat şehri için bir ünvan olarak kullanılmıştır. 228 6. Siyāvuş1-ism-i aġa-yı bahādır Anuñla faḫr ederler tīġ ü tīr-keş 7. Füzūnī dedi tārīḫin be-ṣad şevḳ Ziḥī ḳaṣr-ı mübarek-cāy u dil-keş Sene: 1049 9 Tārīḫ-i Ḳapudān Şüden-i Pāşā ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Şeh-i deryā-dil olan pādişeh-i baḥr-i ʿaṭāʾ Etdi bir ṣāḥib-i fehmi ḳapudān-ı deryā 2. Ne ṭurur eylese mellāḥ-ı felek lāyıḳ idi Keştī-i ḳadrine māh-ı nevi lenger-āsā 3. Şeb içinde görünen encüm-i Mīzān ṣanma Felege üç feneri şuʿle-figendür gūyā 4. Baḥr-i Esved'le Sefīd'e sefer etsün bir kez Ḳalmadı bilmedügi aḳ u ḳaradan aṣlā 5. Ḫaşyetinden uṣanup dīn-i bed-āyīninden Āba ġārḳ etse çelīpāsını küffār revā 1 Siyâvuş: XVII. yüzyılda iki kez sadrazamlığa getirilen Abaza Siyavuş Paşa. Abaza Mehmet Paşa’nın kölesi ve hazinedarı iken, Abaza’nın öldürülmesinden sonra IV. Murad tarafından önce Enderun’a, sonra Has Oda’ya, 1638 yılında da Silahtarlığa getirilmiştir. IV. Murad’ın 1640 yılında ölümü ile önce vezirliğe, sonra kaptan-ı deryalığa yükseltilmiştir. (Parmaksızoğlu 1980, 172) Denizlerde başarılı bulunmayıp azledilmiş, anadoludaki valilik ve Rumeli beylerbeyiliği görevinden sonra Melek Ahmet Paşa'nın yerine sadrazam tayin edilmiştir. Valide Kösem Sultan ve Valide Hatice Turhan Sultan'ın girişimleriyle azladilmiş, Bosna beylerbeyi olarak görevlendirilmiştir. İkinci olarak Zurnazen Mustafa Paşa yerine sadrazam olmuş, ancak hastalığı sebebiyle bu görevde ancak 50 gün kalabilmiştir. 1656 yılı mayıs ayında da ölmüş ve Atik Ali Paşa Camii kabristanına defnedilmiştir. (Süreyya 1996b, 1517-1518) 229 6. Medḥ-i elḳābını taḥrīr edicek ḫāme-i zer Eylemiş ṣafḥa-i çarḫ üzre bu gūne inşā 7. Zübde-i pāk-neseb ḥażret-i pāşā-yı kerīm Āb-ı rūy-ı vüzerā ḳıdve-i ṣınf-ı vükelā 8. Āb u tāb-ı süḫanın eylese ıṣġāʾ bir kez Sırr-ı şemʿ eyler idi ḳaṭre-i ābı eczā 52a 9. Bende-i dāʿi Füzūnī dedi tārīḫini kim ʿAdl-i nev ṣaldı cihān içre Òapudān Pāşā1 Sene: 1040 10 Sulṭān Murād ez-ʿAvdet-i Sefer der-Tārīḫ-i Fetḥ-i Baġdād Bünyād- kerden-i Ḳaṣr bā-Siyāvuş (mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün) 1. Ebü'l-ġāzī şehen-şāh-ı muʿaẓẓam Şeh-i sulṭān Murād-ı şīr-i heycā 2. Şikār-ı fetḥ-i Baġdād'a süzüldi Cenāḥeyn-i sipehle hem-çü ʿAnḳā 3. ʿAceb mi ṣayd-ı desti olsa Baġdād Tehī pençe gerekmez şīr ḥaḳḳā 4. Nişīmengāh-ı aṣla etdi ʿavdet Gelüp cān gibi etdi ṣadrı meʾvā 1 Kapudân Paşa: Sultan IV. Murad dönemi devlet adamlarından; Canbuladzâde Mustafa Paşa. Ali Paşa'nın oğludur. Enderun'da yetiştirilerek oradan 1039'da mîrâhûr-ı evvel olarak çıktı. 1040'da vezirlik payesiyle kaptân-ı deryâ olduysa da 3 yıl sonra azledilerek asker sevki memuru oldu. 1046'da öldürüldü. (Süreyya 1996a, 1191) 230 5. Silāḥdār[ı] şeh-i Rüstem-neberdiñ Cihān-ı mekremet iḳlīm-i maʾnā 6. Siyāvuş-ism u aġa-yı melek-ḳadr Yegāne gevher ü pākīze-ārā 7. Nigāh-ı luṭf-ı şehle behreverdür ʿAceb mi olsa menzilgāhı ʿulyā 8. Aña yapdurdı bu ḳaṣrı şehen-şāh Nigāh-ı merḥametle etdi iḥyā 9. Anı luṭfına maẓhar etdi ol şāh Edüp ḳadri gibi ḳaṣrında aʿlā 10. ʿAceb zībende menzilgāh-ı rūşen Zihī kāşāne-i ʿālī felek-cā 11. Alup tārīḫ içün ḫāme Füzūnī Be-ṣad şevḳ eyledüm imlā vü inşā 52b 12. Düşürdüm bir güzel tārīḫ oldı Teʿālī-i binā-yı ḳaṣr-ı zībā Sene: 1049 (?) 11 Tārīḫ-i Ḳatl-i Bektaş Aġa ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Cebel-i Ḳāf'ı edermiş hele ḳāʿ-ı(?) ṣaf ṣaf Allāh Allāh ne imiş ḳuvvet-i ḳalb-i ādem 2. Āha tāb-āver olur mı ser-i aʿdā-yı ʿanūd Erişünce kim olur bād-ı ḥabāba ol dem 231 3. Müncelī oldı hele māh-ı sipihri şerʿiñ Üstümüzden geçiçek tīregī-i ebr-i sitem 4. Seyf-i meslūl-i şerʿ yaʿni bahā-yı niḥrīr Nefy ü iŝbāt ile tevḥīde olınca mülhem 5. Kesdiler başını aʿdā-yı mehīnü'd-dīniñ Pāy-müzd oldı ḳudūmına zihī ecr-i ḳadem 6. Ser-i Bektaş1'la tārīḫ-i kudūmuñ dedi ḫalḳ Maḳdemüñle gile düşdi yine rūy-ı ʿālem Sene: 1060 12 Tārīḫ-i Ḳaḍı Şüden-i Pāşā-ẓāde be-Eyyūb ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Çarḫ-ı bed-mihr ile āşūb ederek Baḫt-ı zūr-āvere maġlūb oldı 2. Yaʿni kim ḥażret-i Pāşā-zāde2 Ṣabr-ı Eyyūb ile maḥbūb oldı 3. ʿAvn-i Bārī ile ḳāḍī-i ḫavaṣṣ3 Oldı ammā hele pek ḫūb oldı 1 Bektaş: Sultan IV. Mehmed dönemi yeniçeri ağalarından; Bektaş Ağa. 1642-1643 yıllarında yeniçeri ağası olarak görev yapmıştır. Büyük valide Kösem Sultan'ın, IV. Mehmed'i indirip yerine tahta şehzade Süleyman'ı getirmek için kurduğu komploda onunla işbirliği edenlerdendir. Komplo amacına ulaşamamış, sonunda Kösem Sultan ve diğer adamlarıyla birlikte teker teker öldürülmüşlerdir. (Uzunçarşılı 2011a, 258-259) Bkz. T.34/1(Kethüdâ Çelebi Mustafa Ağa), T.32/1 (Kara çâvuş) 2 Pâşâ-zâde: Hakkında bilgi bulunamadı. 3 kâdî-i havass: Mevleviyet derecesindeki kadılıklardan biri konumunda olan Eyüp kadılığı için kullanılan terkip. "Haslar kadılığı" veya "havass-ı refi'a" olarak da bilinir. (Artan 1995, 2) 232 4. Oldı ol cevher-i ifḍāle revāc Bildiler ḳadrini merġūb oldı 5. Yūsuf-ı nuṭḳ-ı güher-taʿbīri Nūr-ı bīnāyī-i Yaʿḳūb oldı 53a 6. Sāde levh-i dile ḥarf-i şādī Ḫāme-i şevḳ ile mektūb oldı 7. Ḫalḳa tārīḫini hātif dedi kim Biliñüz ḳāḍi-yi Eyyūb oldı Sene: 1056 13 Tārīḫ-i Defterdār bā-Vezāreṭ Şüden-i Pāşā ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün ) 1. Dem-i seḥerde ki murġ-ı hezār-ı naġme-ṭırāz Mübeşşirāne ederdi terāne-i nüzhet 2. Edince ṭas-ı sipihri bu naġme ṭanṭana-sāz Uruldı ʿālem-i süflīde de o dem nevbet 3. Vezīr-i menḳabet-ārā semiyy-i İsmāʿīl Ser-i ahālī-i aḳlām ṣāḥib-i ḥaşmet 4. Pes açdı keştī-i ḫˇābı sevāḥil-i çeşmüm Vücūdum oldı ġarīḳ-i telāṭum-ı ḥayret 5. Nedür bu müjde vü şādī nedür bu sūr-ı sürūr Dedüm dedi baña bir nükte-dān-ı ẕī-ḥikmet 6. Verüldi defter-i şāhī bir felek-ḳadre Żamīme oldı vezāret aña budur ferḥat 233 7. Olınca gūşuma āvīze bu dür-i müjde Ṣadefveş oldı dehānum leʾālī-i raġbet 8. Sürūş-ı ġaybīye tārīḫ içün niyāz etdüm Dedi Füzūnī'den iste bu emr içün himmet 9. Vuḳūʿ-ı sāline tārīḫ ḫūb düşmişdür Vekīl-i māl u vezīr-i mürebbī-i devlet Sene: 1058 14 Tārīḫ-i Vezīr-i Aʿẓam Şüden-i Dervīş Meḥmed Pāşā ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün / mefāʿīlün ) 1. Nesīm-i peyk-i müjde bir seḥer gülzār-ı dünyāya Getürdi bir ḫaber kim rāḥat etdi ḫalḳ-ı dünyāyı 53b 2. Meger şāh-ı Süleymān-menzilet Âṣaf-nişān olmış Vezīr-i aʿẓam etmiş ḥażret-i Dervīş Pāşā1'yı 3. Zihī Keyḫusrevī2-dāniş şeh-i Destān-ı verziş kim Geçürdi ṣadra bu merd-i neberd-i Rüstemāsāyı 4. Ḥayāt-ı nev bulup ʿālem peyām-ı şādmānīden Hele dil-mürdeler yād etmez oldı devr-i ʿĪsā'yı 1 Dervîş Paşa: Sultan IV. Mehmed saltanatında bir yıl yedi ay sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı; Bıyıklı Koca Derviş Mehmed Paşa. Çerkes asıllıdır. Sırasıyla Şam, Diyarbekir, Bağdat, Anadolu, Silistre ve Bosna beylerbeyliği görevlerinde bulundu. 1653'te kaptân-ı deryâ ve hemen ardından aynı yıl sadrazam oldu. 1655 yılında ölen Derviş Mehmed Paşa, devlet idaresindeki başarısıyla birlikte ticari zekası ve bunun sonucunda kavuştuğu zenginliği ve yardımseverliğiyle tanınmıştır. (Uzunçarşılı 2011b, 406-408) 2 Keyhusrev: Şehnâme'de adı geçen Fars hükümdarlarından biri olup altmış yıl hüküm sürmüştür. Siyâvuş'un oğludur. Olağanüstü yeteneklere sahip bir kahramandır. İnsanların aklından ve gönlünden geçenleri anlamakta, düşüncelerini okuyabilmektedir. amcası Feriburz'un bir türlü fethedemediği Cadılar Ülkesi'ni olağanüstü özellikleri sayesinde ele geçirmiş, dedesi Keykâvus'un yerine tahta geçmiştir. (Zavotçu, s.429) 234 5. Girince pençe-i ʿadle girībān-ı sitem şimdi Rehā buldı sitem-keşler edemez āh u eyvāyı 6. Taʿaddī eyleyüp üstüne düşmez kimse kimsenüñ Meger kim jāle vü gülde görürler böyle maʿnāyı 7. Anı da āfitāb-ı ʿadl-i şāhī maḥv eder bir gün Ḳomaz ki çigneye jāle hemīşe verd-i raʿnāyı 8. Mededkārı cenāb-ı ḥażret-i şāh-ı rüsül olsun Gözetsün cümle kārında nigāh-ı luṭf-ı Mevlā'yı 9. Füzūnī oldı tārīḫi o şīre gelicek ḫatem Esed burcında ṣandum māh-ı mihr-i ceyb-pīrāyı Sene: 1063 15 Tārīḫ-i Vezīr-i Aʿẓam Şüden-i Murād Pāşā ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Açıldı ḥamdüli'llāh bāġ-ı devlet Ḫazān-ı ġamdan olmışken perīşān 2. Ṣıḳılmış idi ġonçe gibi el-ḥaḳ Gülüp açılmamışdı şāh-ı devrān 3. Esüp bād-ı murād-ı dīn ü devlet Ḫazān gitdi gül oldı şād u ḫandān 4. Dem-i fāsid çıḳınca cism-i devlet Bulur ṣıḥḥat ile derdine dermān 5. Silindi çeşm ü dilden küdret-i ġam Açıldı göñli gözi ḫalḳuñ el-ān 235 54a 6. Gider ẓulm-i şeb-i ġam şükr zīrā Ocaḳdur çerāġ-ı ṣadr-ı sulṭān1 7. Bu daʿvāya müseccel şāhidümdür Zamān-ı Muṣṭafā Pāşā2-yı pür-dān 8. İlāhī eyle mirʾat-i dilinde Rıżā-yı pākiñi her dem nümāyān 9. Dedi hātif Füzūnī sāl-i tārīḫ Murād Pāşā3'ya oldı ṣadr-ı sulṭān Sene: 1059 16 Tārīḫ-i Mühr-i Vezāret-i Murāḍ Pāşā ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Yine bir sırr-ı ʿacībe buldum Diyeyüm ḥaẓrete ey pāk-nihād 2. Ki yeter ṭūl-i beḳā-yı mühre İttifāḳ-ı āded-i mühr ü Murād (245) (245) 1 "Ocaḳdur"ve "çerāġ" sözcükleri arasında bir kelime eksiktir ("ol", "hem" vb.). 2 Mustafa Paşa için bkz. T.5/5 (Nişancı Mustafa Paşa) 3 Murâd Paşa: Sultan IV. Mehmed saltanatında bir buçuk yıl sadrazamlık yapmış devlet adamı; Kara Dev Murad Paşa. Arnavut asıllıdır. 1644'te kul kethüdası, 1645'te sekbanbaşı, 1648'de yeniçeri ağası ve 1649'da Sofu Mehmed Paşa'nın yerine sadrazam olmuştur. (Özcan 1999, 253) Murad Paşa ilk sadrazamlığından sonra Kaptan-ı Derya olmuştur. Akabinde ikinci sadaretinden 19 Ağustos 1650’de istifa ettikten sonra kendisine Şam valiliği verilmiş, Şam’a giderken yolda humma hastalığına yakalanarak ölmüştür. (Uzunçarşılı 2011b, 397-398) 236 17 Tārīḫ-i Taʿmīr-kerden-i Sarāy-ı Siyāvuş Pāşā bā-Cenāb-ı Murād Pāşā ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Bu serāy-ı dil-güşā taʿmīrine ḳaṣd eyledi Ṣadr-ı aʿẓam emn-i ʿālem dāver-i nīkū-niḥād 2. Ḳuṭb-ı devlet merkez-i ümmet Murād Pāşā1 k'anuñ Noḳṭa-i ʿadliyle geldi ʿāleme rüşd ü sedād 3. Ḳālıb-ı bīcān idi taʿmīr ile iḥyā edüp Ẕāt-ı pākī rūḥ-baḫş oldı sarāyı etdi şād 4. Ṣaḳf-ı zerkārında her mismārına göz dikdiler Dīdegān-ı encüm-i rūşen-dil ü ʿālī-nijād 5. Ey Füzūnī dedi miʿmār-ı ezel tārīḫini Bu maḥall-i cennet-ābāda dedüm dār-ı Murād Sene: 1060 54b 18 Tārīḫ-i Cülūs-ı Sulṭān İbrāhīm ( mefāʿilün / feʿilātün / mefāʿilün / feʿilün) 1. Cihān-ı fetḥ u ẓafer ḫān Murād-ı ṣāḥib-seyf Beḳāya eyledi riḥlet firāḳı oldı elīm 2. Yerine geçdi şerīʿat-penāh-ı dīn-perver Ki yaʿni ḥażret-i şāh-ı cihān İbrāhīm2 1 Murâd Paşa için bkz. T.15/9 2 İbrâhîm için bkz.T.4/1 (Sultân İbrâhîm Hân) 237 3. Zemīni eyledi maʿmūr cemāl-i Kaʿbe gibi Zamānı etdi şeref-baḫş-ı nūr-ı şerʿ-i ḳavīm 4. Bu şāhın eyleye ḫaṣmıñ helāk-i Nemrūdī Ḫalīl'e āteşi gülzār iden kerīm [ü] raḥīm 5. Füzūnī söyle ki tārīḫini o Kaʿbe-cemāl Serīri eyledi ḥükmen maḳām-ı İbrāhīm Sene: 1039 19 Tārīḫ-i Cülūs-ı Sulṭān Muḥammed Ḫān ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. El-feraḥ ey cebhe-fersūde be-ḫāk-i ibtiẕāl El-amān ey tīr-i ẓulme sīnesi āmācgāh1 2. Müjde ey sāġar-keş-i zehr-āb-ı bezm-i ibtilā Gitdi ol devr-i fiten kim eyler idük cümle āh 3. Ḳulle2-i rüşvet esāsından nigūn oldı şükür Gitmedi yābāna ṭop-ı āh-ı maḫlūḳ-i ilāh 4. Tācirān-ı irtişā ḫüsrān-ı küllī buldılar Ḫˇāce-i bender edince dūzaḫ içre rū-be-rāh 5. Ẓulme bed-dil olma istidlāl-i emn et kim olur Çeşme-i āb-ı ḥayātıñ menbaʿı cāy-ı siyāh 1 âmâcgâh: Bir okçuluk terimi olarak; nişan alma yeri, okun hedef mahalli. 2 kulle: "Dağ zirvesi, doruk, kule" anlamları yanında "bazı savaş gemilerinin güvertesinde bulunan ve makine ile hareket eden top"a verilen addır. (Devellioğlu 1999, 526) Beyitte bu sözcükle iham yapılmıştır. 238 6. Sikke vü ḫuṭbe1 Muḥammed nāmına oḳundılar Elden ü dilden gelen olmaz dirīġ ey pādişāh 55a 7. Ey Füzūnī bu cülūsa2 aḥsen-i tārīḫdür Mehdī-i Īsī-ḳadem oldı Muḥammed-nūr-ı şāh Sene: 1058 20 Tārīḫ-i Cülūs-ı Sulṭān İbrāhīm Ḫān ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Şehen-şāh-ı cihān Ġāzī Murād Ḫān3 Gidüp uḳbāya etdi terk-i dünyā 2. Yerine ḳıblegāh-ı ehl-i ḥācet Ki yaʿni ḫān İbrāhīm4-i dārā 3. Cülūs etdi saʿādet ile taḫta Mübārek eyleye Allāh teʿālā 4. Şerīʿātle ede ḥükm ü ḥükūmet Füzūnī ʿömrini çoḳ ede Mevlā 5. Budur tārīḫ-i sāl-i taḫt-ı şāhī Cülūs-ı ḫān İbrāhīm ḥālā Sene: 1049 1 sikke vü hutbe: Sikke bastırmak ve hutbe okutmak hilafet, bağımsızlık ve hükümranlık sembollerindendir. İslâm devletlerinde bir hükümdarın meşruiyet kazanması onun saltanatının halife tarafından tasdik edilmesiyle mümkün olurdu. Bunun ilk şartı da hükümdarın kendi ülkesinde halife adına hutbe okutmasıydı. Osmanlı'da padişah aynı zamanda halife olduğu için, tahta çıkıldığında kendi adına hutbe okutulurdu. Tahta çıkınca padişahın kendi adının yazılı bulunduğu sikkeleri kestirmesi Orhan Gazi ile başlamış 1922'ye kadar sürmüştür. Osman Gazi sikkelerini Selçuklu padişahı adıyla bastırmıştır. (Öztuna 2013, 14) 2 cülûs: Arapça "oturmak" anlamına gelen cülûs, hükümdarların ve özellikle Osmanlı şehzadelerinin tahta geçmesi hakkında kullanılan bir tabirdir. Tahta oturan padişah, devlet büyüklerinden biat denilen bağlılık yeminini aldıktan sonra büyük meblağlı bir tutarı kapıkulu askerlerine rütbelerine göre dağıtırdı. 1757'de cülûs bahşişi ilga edilmiştir. (Öztuna 2013, 16) 3 Gâzî Murâd Hân için bkz. K.5/7 (Sultân Murâd) 4 İbrâhîm için bkz.T.4/1 (Sultân İbrâhîm Hân) 239 21 Yeñi Dünyā Nāmıyla Olan Kitābı Taḥrīr Olunduḳda Denilmişdür ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Gerçi taḥrīr-i memālikde mülūk ʿĀdet-i köhnedür etmez taḳṣīr 2. Dāver-i ḫıṭṭa-i mülk-i süḫanım Yeñi Dünyā1'yı ben etdüm taḥrīr Sene: 1050 22 Tārīḫ-i Vefāt-ı Üsküdārī Maḥmūd Efendi ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Bülbül-i gülzār-ı ḳudsī Sidre2'ye pervāz edüp Gülsitān-ı dehriñ ifnāsını tefhīm eyledi 2. Gördi kim lāyıḳ degül ẕātına bu dehr-i denī Rūḥ-ı pāki ʿarşı menzilgāha taṣmīm eyledi 3. Bir hümā3-yı sāye-endāz idi farḳ-ı ʿāleme Sāyesi her kime düşdi şāh-ı iḳlīm eyledi 55b 4. Bir zülāl-i ṣāf idi her bir kelāmı teşneye Gūş iden gūyā ki nūş-ı āb-ı tesnīm4 eyledi 5. Hem siyādet hem ʿibādetden cenāhayn eyleyüp Cānib-i peyġambere uçmaġa taʿlīm eyledi 1 Yeni Dünyâ için bkz. Füzûnî'nin Eserleri 2 Sidre için bkz. K.1/44 3 hümâ için bkz. K.6/3 4 âb-ı tesnîm: Kur'ân-ı Kerîm'de Mutaffifîn suresinde kendisinden "cennet ehline sunulacak misk kokulu bir tür içecek" olarak bahsedilmektedir. (Yaşaroğlu 2006, 372) 240 6. Ḳuṭb-ı ʿālem ḥażret-i Maḥmūd Efendi1 kim aña Ḫalḳ degül bil ki melāyik bile taʿẓīm eyledi 7. Nuṭḳ-ı pāki hep Hüdāyī-i ilāhīden idi Her melek tāḳ-ı revāḳ-ı ʿarşa terḳīm eyledi 8. Bir mücāhid idi ḥaḳḳā ictihādını görüp Bū-Ḥanīfe rūḥı istiḳbāl u taʿẓīm eyledi 9. Dedi hātif ey Füzūnī söyle kim tārīḫini Ḳuṭb idi Maḥmūd Efendi cānı teslīm eyledi Sene: 1038 15 Der-Medḥ-i Sultān Murād Ḫān ( mefʿūlü / mefāʿīlü / mefāʿīlü / feʿūlün) 1. Ḥāḳān-ı zamān ḥaẓret-i sulṭān Murād ol Bezm içre Cem u rezme daḫı Rüstem ü Sührāb2 2. Şāḫ üzre biten bir gül-i ḥamrāya müşābih Destinde ṭolu olsa ḳaçan bāde-i nā-yāb 3. ʿAks ursa daḫı cām-ı zer içinde şarāba Gūyā ki şafaḳdan doġar ol mihr-i cihān-tāb 1 Mahmûd Efendi: Celvetiyye tarikatinin kurucusu, mutasavvıf ve şair; Aziz Mahmud Hüdâyî. 1541 yılında Şereflikoçhisar'da doğdu. Küçük Ayasofya medresesine devam ederek tefsir, hadis, fıkıh ve döneminin fen bilimlerinde âlim oldu. Hocası Nâzırzâde'nin müderrislik ve kadılık tayinlerinde onu yalnız bırakmayarak Edirne, Mısır ve Şam'a gitti. Mısır'da Halvetiyye tarikatinden Kerîmüddin el- Halvetî’den dersler aldı. Dönüşünde Bursa'ya müderris ve akabinde kadı tayin edildi. Orada Muhyiddin Üftâde’ye intisap etti. Küçükayasofya Camii Tekkesi’nde sekiz yıl şeyhlik makamında bulundu. Fatih ve Üsküdar Mihrimah Sultan camiilerinde vaaz verdi. 1628'de vefat etti. Devrinde ve sonrasında kutbu'l-aktâb olarak anılan Aziz Mahmud Hüdâyî, otuza yakın eser kaleme almış, halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkası meydana getirmiştir. (Yılmaz 1991, 338-340) 2 Sührâb: Şehnâme kahramanlarından Rüstem'in oğlu. Annesinin yanında babasını tanımadan büyümüştür. Bir savaşta babasıyla karşılaşmışlar ve birbirlerini tanımadan dövüşmüşlerdir. Sührâb galip gelmek üzereyken Rüstem bir hileyle onu alt edip öldürmüştür. Sührâb can çekişirken baba- oğul oldukları anlaşılmıştır. Sührâb klâsik edebiyatta gücün ve yiğitliğin sembolü olarak anılır. (Zavotçu 2013, 679) 241 23 Tārīḫ-i Çeşme-i Sāye-nişīn-i Serā-perde-i ʿİṣmet Sulṭān ( feʿūlün / feʿūlün / feʿūlün / feʿūl ) 1. Zihī āb-ı pāk u feraḥ-baḫş-ı dil Ki feyżi dil ü cāna rāḥat-resān 2. Şu deñlü müferriḥ aḳar kim gören Ġam-ı çirk-i dünyādan el yur hemān 56a 3. Gören ʿaks-i necmi ṣu içre ṣanur Ki nīlūferistān-ı bāġ-ı cināñ 4. Bu çeşme yoḳ idi burada ezel Binā ḳıldı ol ṣāḥib-i ʿizz u şān 5. Felek-rütbe ümm-i ḫıdīv-i zamān1 Ki dürr-i Murād2'a ṣadefdür o kān 6. O güldür bu gülzār-ı ʿizz ü şeref O gülbündür ammā bu da gülsitān 7. Ḫudāyā be-ḥaḳḳ-ı seḥer-ḫīz-i dīn Belā bādun etme bulara vezān 8. Muʿammer olalar saʿādet ile Muḥaṣṣal duʿāmuz budur her zamān 1 ümm-i hıdîv-i zamân: Sultan IV. Murad ve Sultan İbrahimin annesi; büyük valide Mahpeyker Kösem Sultan. 1589'da doğdu. Genç yaşta saraya alınan Kösem Sultan, Sultan I. Ahmed'in hasekisi olmuş ve Murad, Süleyman, İbrahim ve Kasım adlı şehzadelerle Ayşe ve Fatma adlı sultanları dünyaya getirdi. Kocasının ölümünden sonra Sultan I. Mustafa, II. Osman ve yeniden I. Mustafa'nın sadaretinden sonra tahta geçen oğlu IV. Murad zamanında devlet işlerinde etkinliği arttı. Diğer oğlu sultan I. İbrahim saltanatında ise geri plandan devleti sadrazamlar vasıtasıyla uzunca bir süre yönetti. Sultan İbrahim'in öldürülmesinden sonra tahta geçen Turhan Sultan'ın oğlu IV. Mehmed'e 1651 yılında düzenlediği komplo başarısız oldu ve yakalanarak öldürüldü. (İlgürel 2002, 273-275; Cezar 2011, 2014-2017) 2 Murâd için bkz. K.5/7 (Sultân Murâd) 242 9. Füzūnī'ye tārīḫin etseñ suʾāl Diye mā şarāb-ı ṭahūr-ı revān Sene: 1040 24 Tārīḫ-i Ḫān-ḳāh-ı Şeyḥ Ḥasan ( feʿūlün / feʿūlün / feʿūlün / feʿūl ) 1. Cenāb-ı kerāmāt Şeyḫ Ḥasan1 Maḥall-i füyūżāt u ṣāhib-temiz 2. Bu cāy-ı ṣafāyı ʿazīz-i cihān Çü īcād etdi edüp saʿy-ı tīz 3. Füzūnī de tārīḫ-i raʿnā ile Aña ḫān-ḳāh u maḳām-ı ʿazīz Sene: 1038 25 Tārīḫ-i Mīr-āḫūr Şüden-i Aġa ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Ey maʿārif dürine ẕāt-ı şerīfüñ çü ṣadef Ġarḳ-ı baḥr-i keremiñdür ḫalef ü daḫı selef 56b 2. Bir ʿAlī-sīret ü cevvād-ı saḫāʾ-güstersin Seni naṣb etmişe beñzer yerine şāh-ı Necef2 3. Ne ġam ol tāb-ı temūzuñ elem-i germine kim Sāyebān-ı keremüñ ola aña saḳf-ı kenef 1 Şeyh Hasan: Hakkında bilgi bulunamadı. 2 Necef için bkz. M.1/36 (Necef), K.5/11 (Alî) 243 4. Ġayra nisbet nic'ola ẕāt-ı maʿārif-baḫşuñ Ḳıymet-i kāse-i zer ola mı mānend-i ḫaẕef 5. Pāsbān-ı ḫıredüñ bānī-i sūḳ-ı fitne Düẕd çekdi başını ḫırḳaya mānend-i keşef 6. Nāmı hem-nām-ı ḥabīb-i ŝaḳaleyn-i Raḥmān1 Fehmi hemtā-yı ḫıredmend-i eḳālīm u ṭaraf 7. N'ola oldıysa şehiñ luṭf-ıla mīr-āḫūrı Ḫiẕmetin etmedi ḥaḳḳā ki ḥuḳūḳ üzre telef 8. Ḫānedān-ı şerefi ced-be-ced erbāb-ı düvel Dūdmān-ı ʿuzemā cümlesi hep ḫayr-ı ḫalef 9. Gūş edüp manṣıbıñı dedi Füzūnī tārīḫ Bulasın cāhuñ ile cāh-ıla ṣad ʿizz ü şeref Sene: 1039 26 Tārīḫ-i Ḥākim-i Sipāh Şüden-i Pāşā-zāde ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Merḥabā ey çarḫ olduḳ yine memnūnuñ senüñ K'eyledüñ bir ẕāt-ı pāke böyle luṭf-ı dāʾimī 2. Ḥaḳ budur inkār olunmaz ḫaṣlet-i pākīzesi Ḫulḳ-ı nīkūdur mühimmi ḥüsn-i sīret lāzımı 3. Kātibin ṣandum ʿUṭārid2 kendi bir māh-ı tamām Gūyiyā olmış ḳırān-ı saʿd3-ı çarḫ-ı çārümī 1 hem-nâm-ı habîb-i sakaleyn-i Rahmân: Mîrâhûr Muhammed Ağa. Hakkında bilgi bulunamadı. 2 Utârid için bkz. K.1/12 3 kırân-ı sa'd için bkz. Tb.2/1 (kırânu'n-nahseyn) 244 4. Bir ḫalel gelmez mi hīç ṭāḳ-ı revāḳ-ı devlete Ḳaṣr-ı dīvānıñ bu resme olsa rükn-i ḳāʾimi 57a 5. Sāl-i tārīḫi şümār edüp Füzūnī dedi kim Oldı Pāşā-zāde1 ṣıḥḥatle sipāhıñ ḥākimi Sene: 1050 27 Tārīḫ-i Ḳaṣr-ı Dīger Berāy-ı Silaḥdār Siyāvuş Aġa baʿd ez-Fetḥ-i Baġdād ( mefʿūlü / fāʿilātün / mefʿūlü / fāʿilātün ) 1. Ḫāḳān-ı bü'l-maġāzī ḳalʿā-küşā-yı ʿālem Sulṭān Murād-ı rābiʿ çāpük-süvār-ı heycā 2. Baġdād'a ʿazm edicek fermānı oldı bir ḳaṣr Ḥükkām edüp taḳayyüd itmāmın etdi inhā 3. Fetḥ etdi ricʿat etdi Baġdād'ı ol yegāne Geldi müşerref etdi ol ḳaṣrı şāh-ı dānā 4. Emr eyledi Silāḥdār Aġa'ya daḫı bir ḳaṣr Yaʿni Siyāvuş Aġa2 yoḳdur naẓīri aṣlā 5. Āṣaf3-ḫıṣāl-i pür-dil mecmūʾa-i ḫaṣāʾil Maʿḳūl-i fehm ü kāmil mesned-nişīn-i vālā 6. İtmāma erdi çünki ḳaṣr-ı İrem4-naẓīre Oldı pesend-i ʿālem ol mesken-i dil-ārā 1 Pâşâ-zâde: Hakkında bilgi bulunamadı. 2 Siyâvuş Ağa için bkz. T.8/6 (Siyâvuş) 3 Âsaf için bkz. K.3/20 4 kasr-ı İrem için bkz. M.1/64 (bâğ-ı İrem) 245 7. Ṭāḳ-ı muḳarnesine taḥrīr içün ʿUṭārid1 Zerrīn ḳalemle etmiş bu beyti anda imlā 8. Zībende ṭāḳ-ı aʿlā mānend-i çarḫ-i mīnā Ferḫunde ḳaṣr-ı zībā kāşāne-i felek-cā 9. Dedi Füzūnī hātif yaz zer kitābe üzre Ṭārīḫini bu ḳaṣrıñ zībā vü ḫoşça ḥaḳḳā Sene: 1049 28 Tārīḫ-i Çeşme-i Fāṭıma Sulṭān Berāy-ı Rūḥ-ı Pedereş Merḥūm Sulṭān İbrāhīm Ḫān ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḥażret-i Sulṭān İbrāhīm2-i cennet-sākiniñ Rūḥ-ı pākine eder ḥimmetler ol Rabb-i celīl 57b 2. Nūş edüp şehd-i şehādet ʿālemi terk eyledi Rūzī ḳılsun Ḥaḳḳ teʿālā anda āb-ı selsebīl3 3. Duḫter-i pākīzesi kim Fāṭıma Sulṭān4'dur Devlet ü ḳadrin ziyād etsün Ḫudā ömrin ṭavīl 4. Eyledi bu çeşme-i āb-ı ḥayātı ḫayr içün Zinde ḳıldı nām-ı pākin eyledi saʿy-ı cemīl 1 Utârid için bkz. K.1/12 2 Sultân İbrâhim için bkz. T.4/1 (Sultân İbrâhîm Hân) 3 âb-ı selsebîl: Kur'ân-ı Kerîm'de cennete gidecekler hakkında el-İnsân suresinde "Onlara orada zencefil karışımlı bir kadehten içirilir; içindeki orada selsebîl diye isimlendirilen bir pınardandır" ayetiyle açıklanan, cennetteki ırmaklardan biri. (Cebeci 2009, 447) 4 Fâtıma Sultân: Sultan İbrahim'in kızı. Henüz üç yaşında önce Silahdâr Yusuf Paşa ile evlendirildi. Paşa'nın bir yıl sonra idam edilmesi üzerine bu kez musâhib Fazlullah Paşa ile evlendirildi. Büluğ çağını görmeden ikinci kez dul kaldı. (Eyice 2000, 345) 246 5. Bu ŝevābı Fāṭıma Sulṭān edüp baġışladı Ḫān-ı İbrāhīm rūḥ-ı pākine etdi sebīl 6. Ey Füzūnī çeşmenüñ tārīḫini etdüm suʾāl Hātif-i ġaybī dedi kim olayım saña delīl 7. Serv gibi bir elif ḳo yanına tārīḫ olur Yā(?) Ḥüseyn1'iñ ʿaşḳına māʾ-i ṭahūr-ı bī-ʿadīl Sene: 1064 29 Tārīḫ-i Fetḥ-i Baġdād ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ḥażret-i Sulṭān Murād ol fātiḥ-i mülk-i ʿIrāḳ ʿArşa aṣdı tīġini ḫūn-ı ser-i eżdāddan 2. Āb-ı şemşīr ile pāk etdi ḳızılbaşı2 tamām Ṭāhir oldı ol nevāḥī rafż ile ilḥāddan 3. Şol ḳadar ḳırdı ʿadū-yı çār-yārı3 şehr-yār Ḫāricīler4 ḫāric oldı defter-i aʿdāddan 4. Cānına od düşdi başından ẓuhūr etdi ʿalev Sürḫ-ser5 ṣanur görenler miġfer-i pūlāddan 5. Düşdi Mirrīḫ'iñ elinden tīġi bu cengi görüp Ḫavf [eder] elbette şākird ehl olan üstāddan 1 Hüseyn için bkz. K.5/11 2 kızılbaş: Şiî-bâtınîliğin İmâmiyye mezhebinin bir koludur. Başlarına kızıl taç ve sırtlarına kızıl hırka giydiklerinden bu adla anılırlar. Hz. Ali'ye aşırı sevgiden doğmuş bir koldur. (Hançerlioğlu 1984, 255) Belirli bir dinî ve sosyal grubu nitelemek üzere ilk defa ne zaman kullanıldığıyla ilgili kesin bir bilgi olmayan bu terimi XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı-Safevî çekişmesinin tabii bir neticesi olarak Osmanlılar “devlet muhalifi ve isyancı zümreler” anlamında kullanmıştır. (Üzüm 2002, 547) 3 çâr-yâr: Dört sevgili anlamında, dört büyük halife; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. 4 hâricî için bkz. G.53/6 5 sürh-ser için bkz. T.30/2 (kızılbaş) 247 6. Dört nefer ḫān kim esīr oldı ʿAcem'de rükn idi Şimdi şāh erkānsız oldı fitneye bünyāddan 7. Şol ḳadar sūr-ı sürūra düşdi İslām ehli kim Gice gündüz farḳ olunmaz Ḳadr1 ile aʿyāddan 58a 8. Fetḥ-i Baġdād'a Füzūnī bir ʿaceb tārīḫdür Dört ʿaded ḫānlar çıḳınca belde-i Baġdād'dan Sene: 1048 30 Tārīḫ-i Fetḥ-i Baġdād ( müstefʿilātün / müstefʿilātün ) 1. Sulṭān Murād ol ḥāḳān-ı aʿẓam Ḳaṣd etdi refʿe ehl-i ʿinādı 2. Çekdi cünūdın sürḫ-ı ser2 üzre Pür oldı ṣaḥrā doldı bevādī 3. Erdi ʿIraḳ'a ḳopdı ṭarāḳa Çāk oldu ḫaṣmıñ cümle fuʾādı 4. Baġdād'a geldi ḥaṣr etdi ʿasker Cengiñ uruldı yine bünyādı 5. Şol deñlü urdı ṭopı o şehre Vīrāne oldı yer yer sevādı 6. Fetḥ etdi ḳırdı sürḫ-ı serānı Ḳalbin pür etdi bu sūr u şādī 1 Kadr için bkz. G.54/1 (leyletü'l-kadr) 2 sürh-i ser için bkz. T.30/2 (kızılbaş) 248 7. Tārīḫ-i raʿnā oldı Füzūnī Aldı o şāhuñ ṭopı Baġdād'ı Sene: 1048 31 Tārīḫ-i Ḳatl-i Ḳara Çāvūş ( feʿūlün / feʿūlün / feʿūlün / feʿūl ) 1. Ḳara çāvuş1 aġa-yı Ḳārūn2-liḳāʾ Alup māl-i rüşvet edindi künūz 2. Zebānī-i āteş-feşānı ḳulūb Belā-yı şeb idi sitemkār-ı rūz 3. Anıñ ḳatline oldı fermān-ı şeh Helākinden oldı cihān dil-fürūz 58b 4. Demiş ḫākī-i mūsı ṣad şevḳ ile Helākine tārīḫi aġa domuz Sene: 1059 32 Tārīḫ-i Ḳatl-i Bektāş Aġa ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Bilmez imiş kimse Nemrūd'uñ meger Künyesi Bektāş3 imiş Nemrūd-ad 1 Kara çâvuş: Sultan IV. Mehmed döneminde görev yapmış yeniçeri ağalarından; Kara Çavuş Mustafa Ağa. 1649-1651 yılları arasında yeniçeri ağası olarak görev yapmıştır. IV. Mehmed'e düzenlenen komplonun başarısız olması sonucu işbirlikçileriyle beraber boğdurulmuştur. (Uzunçarşılı 2011b, 253-259) bkz. T.11/6 (Bektaş), T.34/1 (Kethüdâ Çelebi Mustafa Ağa), T.24/5 (ümm-i hıdîv-i zamân) 2 Kârûn için bkz. K.3/2 3 Bektâş için bkz. T.11/6 249 2. Mancınıḳ1 ḥīlesünden dāʾimā Çoḳ Ḫalīl2 olmışdı āzürde-nihād 3. Ol tekebbür ol tecebbür ne idi Tā bu deñlü etmedi Şeddād-ı ʿĀd3 4. Ḥamdüli'llāh ki ʿaṣā şemşīr-i şāh Oldı ol Firʿavn4'a bir ejder-nijād 5. Ol ʿanūduñ ḳatline tārīḫ edüp Dedi hātif ḳatl-i Firʿavn-ı ʿinād Sene: 1061 33 Tārīḫ-i Ḳatl-i Ketḫudā-yı Yeñiçeriyān Muṣṭafā Aġa ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Ocaġa ketḫudā5 bir şaḫṣ-ı ẕī-cāh Yoḳ idi mālına iḥṣā vü ġāyet 2. ʿAṭā-baḫş idi ammā nā-maḥalle Edānī-perver ü bīcā-saḫāvet 3. Ḳarīn olmaḳla Bektāş6 u aġaya7 Sirāyet eyledi āŝār-ı ṣoḥbet 1 mancınık: Kuşatmalarda surları yıkmak için kullanılan savaş aracı. 2 Halîl için bkz. K.1/31 (Halîl-i Âzer) 3 Şeddâd-ı Âd: Hûd peygamber zamanında Yemen'de yaşamış Âd kavminin hükümdarı. Kibiriyle tanrılık iddiasında bulunmuş, bunun ispatı için büyük binalar, bentler, bahçeler yaptırmıştır. Bâğ-ı İrem denilen bu bahçe bittiğinde Allah tarafından ordusuyla birlikte helak edilmiştir. (Pala 2013, 423) bkz. K.1/31 (Âd), M.1/64 (bâğ-ı İrem) 4 Fir'avn için bkz. G.80/1 5 Kethüdâ Çelebi Mustafa Ağa: Sultan IV. Mehmed saltanatında görev yapmış yeniçeri kethüdası. Kethüda, yeniçeri ağasından sonra gelen rütbe olup, yeniçeri ağasının yardımcısı konumundadır. Kethüda Çelebi Mustafa Ağa, Sultan IV. Mehmed'e düzenlenen komploya iştirak edenlerdendir. Komplo başarısız olunca bir süre firar etmiş ancak yakalanarak boğdurulmuştur. (Uzunçarşılı, 2011a, 253-259) bkz. T.11/6 (Bektaş), T.32/1 (Kara çâvuş) 6 Bektâş için bkz. T.11/6 7 ağa için bkz. T.32/1 (Kara çâvuş) 250 4. Ḳarīn-i bed ʿāceb mühlik belādur Nitekim ḳurb-ı nīkūda saʿādet 5. Firār etdikde ḳatl etdi irişdi Dırāz imiş ʿaceb şemşīr-i devlet 59a 6. Ḫıyānet etdügiyçün pādişāha Olur tārīḫ aña lafẓ-ı ḫıyānet Sene: 1061 34 Tārīḫ-i Vefāt-ı Siyāhī -raḥimehu'llāh- ( mefāʿīlün / mefāʿīlün / feʿūlün ) 1. Bu mātem-ḫānede hīç görmedük şād Siyāhīdür ḳabā-yı ḫalḳı her-bār 2. Ḳıyām üzre iken bir serv-i bālā Eder zīr ü zeber bir bād-ı āzār 3. Figāñ ey merg-i cān-sūz-ı pür-āteş Elüñden dād ey mevt-i sitemkār 4. Ḳanı ol nāz-perverde Siyāhī1 Düşüpdür ḫāke çün gül-berg-i gülzār 5. Kelāmı rūḥ-baḫş-ı mürde iken Sükūta vardı etmez şimdi güftār 1 Siyâhî: XVII. yüzyıl tıp bilgini, Derviş Mustafa Siyâhî (Sipâhî) Lârendevî. Karaman'ın Lârende kasabasında doğmuştur. Mevlevi tarikatına mensuptur. Mısır ve değişik birçok yerde on sene kadar seyahat etmiştir. Mısır'da Bağdatlı Molla Muhammed'den ders almıştır. 28 bab üzerine düzenlenmiş Lüğat-ı Müşkilât-ı Eczâ ismindeki tıbbi eserinde eczanın lügat isimlerini Arapça, Farsça, Yunanca, Berberice ve Türkçe üzerine cetvelli bir tarzda yazmıştır. Bir de Mecmâu't-Tıb isminde bir eseri vardır. Ölüm tarihi kaynaklarda 1025 (1616)'ten sonra olarak gösterilmektedir. Bu tarihle beraber ölüm yılı 1059 (1649) olarak netleşmiştir. (Tâhir 2009, 217; Akkuş 2008, 5) 251 6. Gülinden ayru düşse bülbül aġlar N'ola feryād ederse bülbül-i zār 7. Ḳomasun ṭaşı ṭaş üstüne hergiz Görüp seng-i mezārın ḫayl-i züvvār 8. Desün el-Fātiḥa rūḥına dāʾim Hedāyā-yı ḳabirdür aña eẕkār 9. Füzūnī et duʿā-yı ṣıdḳ u iḫlās Ki olsun ḳabrine envār īŝār 10. Aña tārīḫ-i nūrānī ki Mevlā Eder el-ḥaḳ Siyāhī ḳabrin envār Sene: 1059 1 Matlaʿ-ı Ġarrā ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Daġlar kim yaḳayın sīne-i ḫūn-ālūda Cebe ṣatmaḳ1 nic'olur göstereyüm Dāvūd2'a 59b 1. Beni ṭūfān-ı elem ġarḳ-ı belā-yı ġam edüp Düşdüm ʿummān-ı firāḳa meded ey Nūḥ3 yet[iş] 1 cebe: Örme halka ve zincirden yapılmış zırh, pusat. (Dilçin 2009, 57) cebe satmak: Caka satmak, gösteriş yapmak (Onay 2009, 110) 2 Dâvûd için bkz. K.1/16 3 Nûh için bkz. G.42/4 252 2 Velehu ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. ʿĀşıḳ ister ki nihān eyleye ʿaşḳ-ı şūrı Hīç āġūş-ı baġal ola mı Kūh-ı Ṭūr'ı 2. Teni mecrūḥ edüp ḳurb-ı viṣāli yāriñ Aña bih-būdī-i merhem ola dāġ-ı dūrı 3. Nūş-ı vuṣlatda olan nīş-i taʿandan ḳaçmaz Böyle şehd-i feraḥıñ böyle olur zünbūrı 4. Olamaz ʿaşḳ ile āsāyiş-i dil maʿreke-sāz Mevc-i ʿummāna olur mı ḫas u ḫāruñ zūrı 3 Matlaʿ ( feʿilātün / feʿilātün / feʿilātün / feʿilün ) 1. Şemʿ-i āh ile bulıcaḳ dedi bu baḫt-ı denī Be Füzūnī mūm ile mi oḳudum1 yoḫsa seni 16 Ḳapudān İken Şehīd Olan Mūsā Pāşā Ḥaḳḳındadur ( fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilātün / fāʿilün ) 1. Ṣanmañuz ser-ḫ[ī]zeden sürḫ oldı ol kān-ı güher Gevher-i laʿl-i derūnı ṭaşra ʿaks urdı meger 1 mum ile okumak: Mumla davet etmek. Eski zaman adetlerindendir. Buna göre davet edilecek kişiye mum gönderilmek "bu gece bize geliniz" anlamına gelmekteydi. (Onay 2009, 335) 253 2. Çün eṭıbbāʾ ḥikmeten dem rūḥdur derler idi Ẓāhir oldı ḥikmet Allāh'uñ o rūḥ-ı nāmver 3. Gevher-i cismin ṭabībā faṣda ḳaṣd etme ṣaḳın Laʿlden ḳan almaġa hīç urılur mı nīşter 4. Naḫl-i güldür ol gülistān-ı kerem etme ʿaceb Cā-be-cā açılsa gāhī sürḫ u raʿnā ġonçeler 5. Ceste ceste cism-i billūrında ḥumret göricek Şīşeye ṣandum ḳaranfüller ḳonulmış tāze ter 6. Nabżuna el urmasun hergiz eṭıbbā-yı zamān Dest-gīri ola ḫallāḳ-ı şifā-baḫş-ı beşer 60a 7. Cāme-ḫˇāb-ı istirāḥat üzre rāḥat eylesün Ey Füzūnī ṣāġ olsun bu da bir demdür geçer 171 23b انى رادر ج ن ب نو ازم بش ى 2 خن ران د س رده ش ن ك اینچنی اھى ر ش نى ك دایى ببی ر ك ك ى 3 وس میخواھ ان فل توازیش كاھى زرخواھى و كھى درھم م 4 وى درم ت ش داد دم كرنمی 1 Bu manzumenin kafiyelenişi mesnevi biçiminde olup kıta başlığı altında değerlendirilmiştir. 2 "Canım kardeşim! Benden dinle de gör ki şairlik neye döndü." 3 "Dilenci de görsen padişah da görsen onlardan para istemektesin." 4 "Bazen altın bazen de gümüş istersin. Sana vermediğimde de gücenirsin." 254 ید ت خرش م خواھش ر دداز بی ك د 1 یده بی زان رس رك خ و ب ھمچ اد د فری و كن بنم ازآز ت ش اد 2 ى افت ل نم ار ك ب برخس ش 24a حركارى بنم س د ان ش ترس دارى 3 ود پن رآ نق ھ توان ك ا ناور دری ان ش ماھی را 4 ت زی ریزد زخواھش میك ك آرى ت او بچن رش پش وك ردارى 5 ت ب م او زپوس درھ ت ن ھنرس ھ ای و ك اوى مك د ك چن ت 6 یم و زرس ان س ھ ك ابس ن ب م جی دیدٔه آدمى نباشد سیر یر 7 ور دامنك اك ك رش خ مك ند ى دل خرس زونى نباش و ف چ د 8 دار دت پن ر ن دركوش اث ب 1 "Güneş, senin hırsının korkusuyla sonbahara ermiş söğüt yaprağına döner." 2 "Çiy tanesi, senin hırsın yüzünden feryat eder, geceleri gülün yanağına düşmezdi." 3 "Sen onu para zannedince, seher vakti görülen çiy tanesinin ödü koptu." 4 "Nitekim, deryada yüzen balıklar bile senin hırsın söz konusu olunca kaçar." 5 "Çünkü (o kadar hırslısın ki), onların sırtını yay edip pullarını gümüş para diye derilerinden yüzersin." 6 "Ne zamana dek kazacaksın, bu hünerdir deme sakın; bizim cebimiz altın-gümüş madeni değil ki!" 7 "İnsanoğlunun gözü asla doymaz. Halbuki (önünde sonunda) onu bekleyen mezarının toprağıdır." 8 "Ey Füzûnî, madem ki gözü doymaz birisin, o vakit kulağına da hiçbir öğüt girmeyecektir." 255 60a 35 Tārīḫ-i Tamām Şüden-i Dīvān1 ید ام رس ا تم ون ب زونى چ وان ف دی وبیخش 2 ل ت ل ك ا بعق رد قض میك ت تى كف ادم از كف ھ ب ى خام تم ن جس اریخش 3 د ت تھ ش ا نوش وح قض ر ل ب نھ ١٠٦٥ : س تھ رف كش دى ظ ى بن ل حل رف قاب از ح وان اعج ن دی د ای م الحم د ث الحم تئ نى كف تھ اع ل كسس ار ام تھ و ت ت بركش د بخ تھ عب تھ بس م شكس از قل نھ ر س ادى االخ یر جم ى اواخ لمھ هللا) ف دى (س زونى افن ذمت ف ت ح وى بجھ ادرن ف 4 تین و ال س و س خم 1 "Divanın bitiş tarihi." 2 "Füzûnî Divanı tamamlandığında kazâ, akl-ı küll'ü azarladı." 3 "Kamış kaleme sordum, Güftî’den nefesle dedi: (onun) Tarihi kaza sayfasına yazıldı." 4 "Allah’a hamd üzerine hamdolsun ki her harfi mucizelerle dolu, kuyumcu titizliğiyle işlenmiş bu divan; Füzûnî Efendi’nin (Allah ona selamet versin) hizmetkarı, emel ipi kopuk, bahtsız bir kul olan Edirneli Güftî'nin kırık dökük kalemiyle, 1065 senesi Cemâziyelâhir ayı sonlarında yazıya geçirildi." 256 KAYNAKÇA Kitaplar AKKUŞ Metin (1993). Nef'î Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. BABACAN İsrafil (2012). Klâsik Türk Şiirinin Son Baharı Sebk-i Hindî, Ankara: Akçağ Yayınları. BUZ Ayhan (2009). Sokullu'dan Damat Ferit'e Osmanlı Sadrazamları, İstanbul: Neden Kitap Yayınları. CEYLAN Ömür (2000). Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul: Kitabevi Yayınları. _____________ (2007). Kuşlar Dîvânı Osmanlı Şiir Kuşları, İstanbul: Kapı Yayınları. CEZAR Mustafa (2011). Mufassal Osmanlı Tarihi Resimli-Haritalı IV. Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. ÇAVUŞOĞLU Mehmed (1977). Yahyâ Bey Dîvan Tenkidli Basım, İstanbul: İÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları. DANKOFF Robert (1991). The Intimate Life an Ottoman Statesman, (Ed. Jere Bacharrach), New York: State Univercity of New York Press. DİLÇİN Cem (2000). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. ERKAL Abdulkadir (2009). Divan Şiiri Poetikası (17. Yüzyıl), Ankara: Birleşik Yayınevi. Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî (2006a). Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 305 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman), C.III, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. __________________________________ (2006b). Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 307 Yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, (Haz. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman vd.), C.V, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. FARUKÎ Şemsürrahman (2007). Şehirdeki Yabancı Sebk-i Hindî Şiirinin Poetikası, (Çev: Ali Fuat Bilkan, Özgür İldeş), Ankara: Bizim Büro Basımevi. 257 GÖKBİLGİN M. Tayyip (1979). Osmanlı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesinde Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. İBN Sa'd (2014). Kitâbü't-Tabakâtü'l-Kebîr Resûlullâhın Kutlu Sîreti, Çev: Kollektif, C.I, İstanbul: Siyer Yayınları. İPEKTEN Haluk, İSEN Mustafa vd. (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. İZ Mahir (2012). Tasavvuf Mâhiyeti, Büyükleri ve Tarikatler, (Haz. M.Ertuğrul Düzdağ), İstanbul: Kitabevi Yayınları. KARAHAN Abdülkadir (1980). "Trabzonlu Figânî'de Atasözleri ve Deyimler", Eski Türk Edebiyatı İncelemeleri, içinde, s.43-53, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Matbaası. Kâtip Çelebi (2013). Keşfü'z-Zunûn, (Çev. Rüştü Balcı), C.I, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. LEVEND Agâh Sırrı (1943). Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, İstanbul: İnkılap Kitabevi. __________________ (2008). Türk Edebiyatı Tarihi, C.I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. MAZIOĞLU Hasibe (1957). Nedim'in Divan Şiirine Getirdiği Yenilik, Ankara: İş Bankası Kültür Cep Kitapları. Mustafa Safâyî Efendi (2005). Tezkire-i Safâyî Nuhbetü'l Âsâr min Fevâidi'l- Eş'ar, (Haz. Pervin Çapan), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları. MÜLLER-WIENER Wolfgang (2007). İstanbul'un Tarihsel Topografyası, (Çev. Ülker Sayın), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Müstakim-zâde Süleyman Sa'deddin Efendi (2000). Mecelletü'n-Nisâb Tıpkıbasım, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. ÖZTUNA Yılmaz (2011). Osmanlı Devleti Tarihi Siyasi Tarih I, İstanbul: Ötüken Neşriyat. ______________ (2013). Osmanlı Devleti Tarihi Medeniyet Tarihi II, İstanbul: Ötüken Neşriyat. SAKAOĞLU Necdet (2012). Bu Mülkün Sultanları 36 Osmanlı Padişahı, İstanbul: Oğlak Yayıncılık. SIRMA İhsan Süreyya (2013). Peygamberler Tarihi, İstanbul: BeyanYayınları. 258 SÜREYYA Mehmed (1996a). Eski Yazıdan Yeni Yazıya Sicill-i Osmanî Osmanlı Ünlüleri, (Haz. Nuri Akbayar), C.IV, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. __________________ (1996b). Eski Yazıdan Yeni Yazıya Sicill-i Osmanî Osmanlı Ünlüleri, (Haz. Nuri Akbayar), C.V, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. __________________ (1996c). Eski Yazıdan Yeni Yazıya Sicill-i Osmanî Osmanlı Ünlüleri, (Haz. Nuri Akbayar), C.II, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Şeyhî Mehmed Efendi (1989). Şakaik-ı Nu'maniye ve Zeyilleri Vekayiü'l-Fudalâ I, (Haz. Abdülkadir Özcan), C.III, İstanbul: Çağrı Yayınları. TAHİR Bursalı Mehmed (2009). Osmanlı Müellifleri I-III ve Ahmed Remzi Akyürek Miftâhu'l-Kütüb ve Esâmî-i Müellifîn Fihristi, (Haz: Mustafa Tatçı ve Cemal Kurnaz), Ankara: Bizim Büro Yayınları. TARLAN Ali Nihad (1963). Necatî Beg Divanı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. _________________ (1966). Ahmed Paşa Divanı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. _________________ (2011). Fuzûlî Divanı Şerhi, İstanbul: Akçağ Yayınları. TÖKEL Dursun Ali (2000). Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar-Şahıslar Mitolojisi, Ankara: Akçağ Yayınları. TUMAN Mehmet Nâil (2001). Tuhfe-i Nâilî Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, (Haz. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı), C.II, Ankara: Bizim Büro Yayınları. UNAT Faik Reşit (1994). Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı (2011a). Osmanlı Tarihi III. Cilt 1. Kısım II. Selim'in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşmasına Kadar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. ________________________ (2011b). Osmanlı Tarihi III. Cilt 2. Kısım XVI. Yüzyıl Ortalarından XVII. Yüzyıl Sonuna Kadar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. YAKIT İsmail (2010). Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul: Ötüken Neşriyat. YILMAZ Ahmet, (2000). Mecelletü'n-Nisâb Fihristi, Konya: Selçuk Üniversitesi Vakfı Yayınları. 259 YILMAZ Kaşif (2001). Güftî ve Teşrîfâtü'ş-Şu'arâsı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları. Sözlükler ASİL Yasin Şeref (2011). Dini Terimler Sözlüğü, Ankara: Alter Yayıncılık. BAYRAK M. Orhan (2002). İstanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar, İstanbul: Milenyum Yayınları. CİLACI Osman (2001). Dinler ve İnançlar Terminolojisi, İstanbul: Damla Yayınevi. CEBECİOĞLU Ethem (2009). Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları. DEVELLİOĞLU Ferit (1999). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi Yayınları. DİLÇİN Cem (2009). Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. HANÇERLİOĞLU Orhan (1984). İslâm İnançları Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi. ONAY Ahmet Talât (2009). Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, (Haz. Cemal Kurnaz), İstanbul: H Yayınları. PAKALIN Mehmet Zeki (2004). Osmanlı Tarih Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, C.I, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. PALA İskender (2013). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Kapı Yayınları. REDHOUSE Sir James W. (2011). Turkish and English Lexion New Edition, İstanbul: Çağrı Yayınları. SAMİ Şemseddin (1978). Kâmûs-ı Türkî, İstanbul: Çağrı Yayınları. STEINGASS F. (2005). A Comprehensive Persian-English Dictionary, İstanbul: Çağrı Yayınları. TULUM Mertol (2011). 17. Yüzyıl Türkçesi ve Söz Varlığı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. ZAVOTÇU Gencay (2013). Klasik Türk Edebiyatı Sözlüğü Kişiler, Hayvanlar, Bitkiler, Tabiat Güçleri, Kişileştirilmiş Varlık ve Kavramlar, İstanbul: Kesit Yayınları. 260 Ansiklopediler AFYONCU Erhan (2009). "SİPAHİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. _________________(2013). "ZEÂMET", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. AKÜN Ömer Faruk (1994). "DİVAN EDEBİYATI", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.IX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ALGAR Hamid (2006). "NAKŞİBENDİYYE", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ALPER Ömer Mahir (1999). "İBN SÎNÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ARTAN Tülay (1995). "EYÜP", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ATALAY Mehmet (2013). "ZAHÎR-İ FÂRYÂBÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. BEYDİLLİ Kemal (2013). "YENİÇERİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. BİLGE Mustafa L. (1991). "AZAK", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.IV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. BOLAY Süleyman Hayri (1988). "ÂDEM", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.I, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. CEBECİ Lütfullah (2009). "SELSEBÎL", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÇORUHLU Tülin (1996). "GÜRZ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ________________(2012). "TUĞ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. DERMAN M. Uğur (1988). "ÂHAR", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.I, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. __________________(1997). "HAT", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XVI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. _________________ (2012). "TUĞRA", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 261 DURMUŞ İsmail (2003a). "LEYL ve MECNÛN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. _______________(2003b). "MECNÛN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXVIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. EREN Mehmet (2012). "ÜMMÜ MABED", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. EYİCE Semavi (2000). "İBRÂHİM PAŞA SARAYI", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. FAYDA Mustafa (1994). "EBÛ BEKİR", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.X, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ________________(2007). "ÖMER", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. FIĞLALI Ethem Ruhi (1997). "HÂRİCÎLER", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XVI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. HARMAN Ömer Faruk (2003). "LOKMAN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. __________________ (2004). "MERYEM", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXIX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. HAMÎDULLAH Muhammed ve AVCI Casim (2012) "UHUD GAZVESİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. HAMÎDULLAH Muhammed (1998). "HAYBER", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. İLGÜREL Mücteba (2002). "KÖSEM SULTAN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXVI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ________________ (2009). "SUBAŞI", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. İNALCIK Halil (2012). "TİMAR", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. İPŞİRLİ Mehmer UZUN Mustafa (1991), "BAHÂÎ MEHMED EFENDİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.IV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KARAİSMAİLOĞLU Adnan (2009). "SELMÂN-I SÂVECÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KAYA Bayram Ali (2013). "YAHY EFENDİ, Zekeriyyâzâde", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 262 KAYA Mahmut (1992), "CÂBİR b. HAYYÂN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.VI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KAYAŞ Ahmet (1999), "SALİH PAŞA", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C.II, İstanbul: Yapı Kredi Yayıncılık. KILIÇ Hulusi (1989). "AHTERÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.II, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ___________ (1993). "CEVHERÎ, İsmâil b. Hammâd", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.VII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KILIÇ Ünal (2013). "YEZÎD I", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KIRCA Celal (1991). "BAHREYN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.IV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Komisyon (1988), "ABBAS", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.I, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KURNAZ Cemal (1995). "FELEK", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ______________ (2006). "MÛSÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. _______________ (2013). "YÛSUF", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KURTULUŞ Rıza (2007). "ÖRFÎ-İ ŞÎRÂZÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. KÜTÜKOĞLU Mübahat S. (1994). "DEFTERDAR", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.IX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. MERÇİL Erdoğan (2003). "MAHMÛD-I GAZNEVÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ORTAYLI İlber (2001). "KADI", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÖNKAL Ahmet (1992). "CA'FER-İ TAYYÂR", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.VI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÖRS Derya (2009). "SİYÂVUŞ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÖZ Mustafa (2006). "NECEF", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 263 ___________ (2010). "ŞEVÂHÎDÜ'N-NÜBÜVVE", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXIX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. __________ (2013). "ZAKKUM", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XVIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÖZAYDIN Abdülkerim (2007). "NİZÂMÜLMÜLK", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÖZCAN Abdulkadir (1999). “MURAD PAŞA, Kara”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C.II, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ÖZCAN Azmi (2009). "SİND", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÖZGÜDENLİ Osman Gazi (2000). "İSFAHAN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ________________________ (2012). "VASSÂF", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. PARMAKSIZOĞLU İsmet (1980). “Siyavuş Paşa”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: XXIX, Ankara: MEB Yayınları. ŞEKER Mehmet (1998). "HİL'AT", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XVIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ŞİRİNOV Agil (2012), "TÛSÎ, Nasîrüddin", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XLI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ULUÇAM Müjdat (1999) "MUSA PAŞA, Kara", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C.II, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Yayıncılık A.Ş. ULUDAĞ Süleyman (2009). "SİDRETÜ'l-MÜNTEHÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. UNAT Yavuz (2002), "KIRÂNÂT", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. UZUN Mustafa (1992). "BURÇ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.VI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. UZUNPOSTALCI Mustafa (1994). "EBÛ HANÎFE", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.X, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÜNAL Sadettin (2001). "KA'BE", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. ÜZÜM İlyas (2002). "KIZILBAŞ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 264 YAŞAROĞLU M. Kâmil (2006). "MUHAFFİFÎN SURESİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXI, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. YAZICI Tahsin (1993). "CÂM-I CEM", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.VII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. _____________ ve ULUDAĞ Süleyman (1998). "HEREVÎ, Hâce Abdullah", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. YILDIRIM Nimet (2008). "RÜSTEM-İ ZÂL", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. YILMAZ Hasan Kâmil (1991). "AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.IV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. YILMAZ, Mehmet (1999). "MUSTAFA PAŞA, Kemankeş, Kara", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C.II, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Yayıncılık. YİĞİT İsmail (2007). "OSMAN", TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XXXIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Makaleler AĞIR Aygül ve OKÇUOĞLU Tarkan (2005). "Osmanlı Mezar Taşları Envanter Çalışması: Çemberlitaş Atik Ali Paşa Camii Haziresi Örneği", TÜBA Kültür Envanteri Dergisi, C.2004/3, s.259-284. AKÇAY Mustafa (2011). "İnsanlığın Ortak Dinî Temeli: Fıtrat", Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.XIII, S.23, Sakarya: Sakarya Üniversitesi Yayınları, s.143-170. ÇİFTÇİ Hasan (1998). "Klâsik İslâm Edebiyatında Hiciv ve Mizah", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.10, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları, s.139-162. DERDİYOK İbrahim Çetin (2005). "Füzûnî ve Gül-i Sad-berg'i", Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.XIV/1, s.181-200. KAHYA Esin (1992). "İbn Nefis ve Eseri: El-Mucez", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Dergisi, C.XIV, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, s.189-200. KAYA Tâhâ Tuna (2004). ""SİVAS KAYNAKLI BİR CÖNK ve YEDİ ŞAİR", Millî Folklor Dergisi, C.VIII, S.62, s.100-104. 265 KÖKSAL M. Fatih (2001). "Divan Şiirinde Okçuluk Terimleri'ne Ekler", Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, C.X, s.235-254. KUNT İbrahim Metin (1977). "DERVİŞ MEHMED PAŞA, VEZIR AND ENTREPRENEUR: A STUDY IN OTTOMAN POLITICAL-ECONOMİC THEORY AND PRACTICE", TURCICA REVUE D'ÉTUDES TURQUES, TOME IX/I, Strasbourg: Association Pour le Développement des Études Turques, p.197-214. ÖZEN Mine Esiner (1982). "Türkçe Kumaş Adları", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Fâtih Sultan Mehmed'e Hatıra Sayısı, S.33, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yayınları, s.291-340. ÜNVER İsmail (1993). "Çeviriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler", Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Türkoloji Dergisi, C.XI-1, s.51-89. YİĞİT Bilge Kaya (2013). "Bolulu Divan ve Tasavvuf Şairleri", Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.XIII, S.2, s.301-324. YÜCEL Erdem (1968). "Etmekçizade Ahmet Paşa Medresesi", Arkitekt, C:XXXVIII, S:331, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, s.132-134. Web İran Kültür Evi, (ET: 11.12.2004), . Süvari Dergi, (ET: 11.12.2014), . Tezler AKKUŞ Mücahit (2008). Siyâhî Karamanî Larendevî'nin Mecmâ'-i Tıb Adlı Eseri (Gramer-Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri. ÇINAR Bekir (2000). Tıflî Ahmed Çelebi, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divanı'nın Tenkitli Metni, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Elazığ. TOPRAK Muhbet (2006). Şeyhülislam Bahayi Divanı Şerhi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Denizli. 266 Yazma Safvet (b.t.). Zeyl-i Tezkiretü'ş-Şuarâ Es-Safâyî Nuhbetü'l-Âsâr, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Nadir Eserler, No: 92. E-Kitap DOĞAN Muhammed Nur (b.t). Avnî (Fatih) Dîvânı, (ET: 17.12.2014), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, . KAVRUK Hasan (b.t.). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı, (E.T: 17.12.2014), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, . 267 6. TIPKIBASIM 268 1b 269 2a 270 2b 271 3a 272 3b 273 4a 274 4b 275 5a 276 5b 277 6a 278 6b 279 7a 280 7b 281 8a 282 8b 283 9a 284 9b 285 10a 286 10b 287 11a 288 11b 289 12a 290 12b 291 13a 292 13b 293 14a 294 14b 295 15a 296 15b 297 16a 298 16b 299 17a 300 17b 301 18a 302 18b 303 19a 304 19b 305 20a 306 20b 307 21a 308 21b 309 22a 310 22b 311 23a 312 23b 313 24a 314 24b 315 25a 316 25b 317 26a 318 26b 319 27a 320 27b 321 28a 322 28b 323 29a 324 29b 325 30a 326 30b 327 31a 328 31b 329 32a 330 32b 331 33a 332 33b 333 34a 334 34b 335 35a 336 35b 337 36a 338 36b 339 37a 340 37b 341 38a 342 38b 343 39a 344 39b 345 40a 346 40b 347 41a 348 41b 349 42a 350 42b 351 43a 352 43b 353 44a 354 44b 355 45a 356 45b 357 46a 358 46b 359 47a 360 47b 361 48a 362 48b 363 49a 364 49b 365 50a 366 50b 367 51a 368 51b 369 52a 370 52b 371 53a 372 53b 373 54a 374 54b 375 55a 376 55b 377 56a 378 56b 379 57a 380 57b 381 58a 382 58b 383 59a 384 59b 385 60a 386